EYLÜL (Raflarda)

By Hadadelamor90

5.4M 205K 50.2K

Karısının ölmesiyle tüm dengeleri değişen ve kızının öğretmeniyle yeniden aşkı tadan bir baba ile aşkı hiç um... More

EYLÜL ~ DİLHUN
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
EYLÜL ~ MAKUS
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
EYLÜL ~ 3
Final Videosu
🌸Duyuru🌸
LAVİNİA TANITIM
🍀
EYLÜL ÖN SİPARİŞE AÇILDI
EYLÜL İÇİN CANLI YAYIN
EYLÜL 3 Alıntısı

6. Bölüm

75.1K 3.9K 1K
By Hadadelamor90

Medya: JAMES ARTHUR - İmpossible

Keyifli okumalar 🦋

••••••••••

POYRAZ

Simsiyah saçlarını tepeden atkuyruğu yapmış genç kadının odadan çıkışını izlerken pişmanlıkla soludum. Böyle olmamalıydı... Sinirle yüzümü sıvazladım. Göz rengi çok başkaydı. Daha önce hiç kimsede görmediğim bir renge sahipti gözleri. Tıpkı Cezayir menekşesi gibi ölümcül gözleri vardı.

Göz rengi, gözlerimin önüne gelince dişlerimi sıktım, ardından Engin'in adını öfkeyle haykırdım.

Engin ise adını duyar duymaz yayından fırlamış bir ok gibi odaya girdi ve yüzüme bakınca bedenimi esir alan öfkeden dolayı daha telaşlandı. "Buyurun efendim."

Engin'in yüzünden bakışlarımı ayırmadan yeniden masama geçtim ve gergin bir ifadeyle sandalyeme oturdum. "Kim bu kadın?"

Engin hızlıca bedenini kapıya çevirdi. "Hemen size dosyasını getiriyorum." deyip odadan koşarak çıktı ve aynı hızla geri dönüp masamın üzerine Eylül'ün dosyasını bıraktı.

Hemen dosyasını elime aldım ve dikkatli bir şekilde incelemeye başladım. Dosyada sadece yaşının yirmi sekiz olduğu, eğitim hayatı, çalıştığı kurumlar vardı. Başka hiçbir bilgi yoktu.

Başımı dosyadan kaldırdım ve tek kaşımı sinirle kaldırdım. "Bu kadar mı? Hakkında sadece bu kadar bilgiye mi sahipsin?"

Engin, ne demek istediğimi anlayınca kendini savunma ihtiyacı içinde konuştu. "Efendim, eğitim hayatı ve daha önceki çalıştığı kurumlar en ince ayrıntısına kadar hepsi orada yazılı."

Söyledikleriyle yüzüm kasıldı ve ters bir ifadeyle dosyayı elime alıp Engin'in suratına fırlattım. "Sadece eğitim hayatını araştırdığın birine mi kızımı emanet ediyorsun sen? Ya kızıma zarar vermeye kalkarsa?"

Eylül'ün, Melis'e zarar vermeyeceğini çok iyi biliyordum. Eylül'ün, okula başvurmasıyla birlikte tüm ailesine, arkadaşlarına ve geçmişine kadar her şeyini, en ince ayrıntısıyla araştırmıştım. Sadece yüzünü görmemiştim. Daha doğrusu yüzüyle değil, Melis'in güvenliğiyle ilgilenmiştim. Melis'i gelişigüzel hiç kimseye emanet edemezdim. Edemezdim çünkü bu hayattaki en büyük korkum, en korkulu kabusum Melis'e zarar gelecek olmasıydı. Melis'e zarar gelme ihtimaliyle içimdeki öfke daha da alevlendi ve hızla oturduğum yerden ayağa kalkarak Engin'in yakasına yapıştım. Melis'in güvenliliğinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha idrak etmesi için yanımda küçücük kalan adamın gözlerinin içine çelikten bir ifadeyle baktım. "O zaman senin derini kendi ellerimle yüzerim lan bilmiyor musun?"

Melis uğruna yapabileceklerimi çok iyi bilen Engin çırpınırcasına konuşmaya başladı. "Haklısınız efendim, çok çok özür dilerim, hemen işine son veriyorum."

İşte buna asla izin vermezdim. Gözlerimi kısarak daha da yüzüne yaklaştım. "Sakın! Benim haberim olmadan Eylül Hanım'la ilgili hiçbir karar almayacaksın, duydun mu?"

Engin hızlıca başını salladı. "Duydum efendim."

Ellerimi yakasından çektim. "Şimdi çık dışarı!"

Yakasındaki ellerimden kurtulmasıyla birlikte rahat bir nefes aldı. "Tabii efendim, hemen çıkıyorum."

Engin dışarıya çıkınca bakışlarımı onun ardından tiksintiyle bakan Cesur'a çevirdim. Cesur, ailemin eline doğmuş, ailemin arasında büyümüştü. Babası babamın, daha doğrusu Adnan Kaya'nın yaveriydi. Annesi ve babası acımasız bir şekilde katledilince Adnan Kaya, kendi işlerinde kullanmak için ona kol kanat germiş, sahip çıkmıştı. Adnan Kaya'nın ölümüyle de benim en iyi korumam olmuştu. Gözü karalığı, zekâsı ve sadakatiyle çok kısa bir zamanda benim sağ kolum olmayı başarmıştı.

Gergin bir ifadeyle yerime oturup masada duran sigaramdan bir tane daha yaktım ve demir çakmağı elimde keyifsizce çevirmeye başladım. "Eylül Hanım'la ilgili yeni bir gelişme var mı? Ya da son günlerde bilmem gereken önemli bir detayı oldu mu?"

Cesur hızlıca başını salladı. "Eylül Hanım, adamımız Koray Şahin'den boks dersleri almaya ve okul çıkışı kız arkadaşı İlayda Hanım'ın pastanesinde ona yardım etmeye devam ediyor. Yine düzenli olarak her sabah sahilde koşuya çıkıyor fakat," deyip duraksayınca bakışlarımı Cesur'a çevirdim.

"Fakat ne?"

Cesur olduğu yerde gergince kıpırdadı. "Fakat yeni bir gelişme var. Tunç Kancalı isminde bir polis memuru yakın bir zamanda dairesinin karşısına taşınmış. Adam sivil polis ve buradaki ilk görevi. Şimdilik zararsız görünüyor," diyerek telefonunu uzattı.

Cesur'un sözleriyle kaşlarımı çattım ve elinden telefonunu alarak adamın fotoğraflarına bakmaya başladım. Uzun boylu, esmer bir adamdı. Kaşlarımı mümkünmüş gibi daha çatıp bakışlarımı Cesur'a çevirdim. "Ne kadar yakın bir zamanda taşınmış?"

Cesur rahatsız bir nefes verdi. "Yaklaşık altı yedi hafta kadar önce."

Gözlerim sinirle kısıldı. "Ve benim yeni mi haberim oluyor? Ben size demedim mi Eylül Yıldırım'ın attığı her adımdan, etrafında gelişen her olaydan haberim olacak diye?" Gür sesim odayı doldurmaya devam ettiğinde bakışlarımı da Cesur'un gözlerinin içine sabitledim. "Ben bu kadına kızımı emanet ettim."

Cesur verecek cevap bulamayınca suçlu suçlu başını öne eğdi.

Onun başını eğmesiyle birlikte oturduğum yerden ayağa kalkıp karşısına dikildim ve işaret parmağımı göğsünün üzerine bastırdım. "Bir daha Melis'i doğrudan ya da dolaylı yoldan etkileyecek bir olayı anında bileceğim anladın mı? Çünkü bunun telafisi yok."

Cesur yavaşça başını kaldırdı ve yüzüme baktı. "Haklısın abi, özür dilerim. Bir daha olmayacak."

Başımı salladım. "Gözünüz adamın üzerinde olsun," dediğim sırada Eylül'ü eski okul müdürünün taciz ettiği aklıma gelince içime yeni bir sinir harbinin yayıldığını hissettim.

Eylül tacize uğradıktan sonra adamı şikâyet etmiş fakat adam, yalanlayınca ve Eylül'ün kanıtı olmayınca olayın üzeri örtülmüştü. Bunu öğrendiğim gün, tıpkı kendi okullarımda nadiren de olsa kadın öğretmenlerin başına geldiğinde yaptığım gibi karşı tarafın hesabını kendi ellerimle görmek istemiştim.

Ellerimi pantolonumun ceplerine yerleştirdim. "Faruk Yılmaz döndü mü yurt dışından?

Cesur olumsuzca başını salladı. "Hayır abi ama iki hafta sonrası için bilet ayırttı. Dediğiniz gibi gelir gelmez motoryata alacağız."

Derin bir nefes aldım ve bedenimi kapıya çevirip odadan çıkmak için ilerlemeye başladım.

***

EYLÜL

Poyraz Bey'in odasından çıkar çıkmaz kendimi zar zor lavaboya attım ve zor tuttuğum göz yaşlarımı serbest bıraktım. Daha önce kendimi hiç bu kadar çaresiz hissettiğimi hatırlamıyordum. Bakışlarım hızlıca bileğime kaydı. Sanki adamın eli hâlâ bileğimdeydi. Bu saçma histen kurtulmak için bileğimi suyun altına tuttum ve ovmaya başladım. Ardından arka arkaya yüzümü yıkadım. Yüzümden sular süzülürken bakışlarımı aynaya çevirdim. Gözlerimin içi kızarmıştı. Gözlerimdeki kızarıklığın geçmesi için elimle yüzüne yelpaze yapmaya başladım. Bu şekilde bu lavabodan çıkamazdım.

Yaklaşık beş dakika kadar bir süre geçtikten sonra aynadaki yansımama tekrardan baktım. Gözlerimdeki kızarıklık gitmişe benziyordu ama bileğimdeki his... Sıkıntıyla nefesimi dışarıya üfledim. Bileğimdeki his hâlâ gitmemişti. Bluzumun tülden kolunu çekiştirerek lavabodan çıktım ve sınıfta kalan ders notlarımı almak için sınıfıma doğru yürümeye başladım.

Neredeyse okulda kimse kalmamış, herkes tören alanında toplanmaya başlamıştı. Koridordaki sessizliği fırsat bilerek adımlarımı hızlandırdım ve sınıfımın kapısının önüne gelince doğruca içeriye girdim. İçeriye girmemle birlikte sırasında tek başına oturan Melis ile göz göze gelince şaşkınlıkla ona baktım. Onu sınıfta görmeyi hiç ummuyordum. Bir an ne yapacağımı ya da ona ne diyeceğimi bilemedim. Ona doğru bir adım atınca oturduğu yerden ayağa kalktı ve sırasından çıkıp karşımda dikilmeye başladı. Minik gözleri buğuluydu ve bu kalbimin derinlerinde bir sızı hissettirdi.

Adımlarımı ona doğru atmaya devam ettim ve yanına gelir gelmez dizlerimin üzerine çökerek onunla aynı hizaya geldim. "Tatlım, ben çok özür dilerim ama babandan izin almayı başaramadım."

Melis burnunu çekti ve çatallaşmaya başlayan sesiyle dudaklarını araladı. "Ben zaten izin vermeyeceğini biliyordum. O bana hiçbir zaman izin vermedi ki."

Melis'in sözleri beni öylesine sarsıyordu ki ama onun için bir şey yapamamak, ona yardım edememek omuzlarımın da yenilgiyle çökmesine sebep oluyordu. Bir kez daha pişmanlık hissettim yüreğimde ve pişmanlığın enkazında onu mutlu edebilmek için ufacık bir umut aradım. "İstersen senin için yarın müzede bol bol fotoğraf çekip pazartesi günü sana onları gösterebilirim."

Melis buruk bir şekilde gülümsedi. "Olabilir," dedi yetinmeye çalışarak ve dikkatli bir şekilde yüzümü incelemeye başladı. "Babam size çok kızdı değil mi?" Melis'in sorusuyla şaşkınca yüzüne baktım. Gözlerimdeki kızarıklık hâlâ gitmemiş miydi? Babasının verdiği tepkiyi tahmin edebilir miydi? Bu soruların cevabından şiddetle endişe duydum ve yavaşça yutkundum. Melis de konuşmaya devam etti. "Benim yüzümden size çok kızdı değil mi? Hepsi benim suçum. Ben çok özür dilerim."

Melis'in dudakları titremeye başlayınca ellerine uzandım ve avuçlarımın içinde kalan minik ellerini şefkatle sıktım. "Hayır, merak etme baban bana kızmadı. Hem özür dileyecek bir şey yapmadın sen, bunun için benden özür dileme. Babanla konuşmayı isteyen bendim," deyip başımı hafifçe yana eğdim. "Babanın kendince haklı sebepleri vardı. O seni korumak istediği için biraz sahiplenici davranıyor o kadar ama inan bana tüm bunları seni çok sevdiği için yapıyor."

Sözlerimi tamamlar tamamlamaz kulaklarıma sert bir ses doldu. "Melis!"

Sınıfı dolduran sert sesle Melis tedirginlikle bakışlarını babasına doğru çevirirken ben de bileğimde anında yanma hissettim ve olduğum yerde kımıldayamadan öylece sabit kaldım.

"Gidiyoruz!"

Poyraz Bey'in sözleriyle Melis hızlıca başını salladı ve ellerini ellerimden ayırıp sırasında duran çantasını alarak babasına doğru yürüdü.

Melis yanımdan geçince telaşsızca ayağa kalkıp bedenimi onlara doğru döndürdüm ve Poyraz Bey'in yüzüne baktım. Öfkesi hâlâ aynı duruyordu. Ona bakmamla birlikte dişlerini yeniden sıktı ve arkasını dönüp ilerlemeye başladı. Melis de arkasından küçük ama hızlı adımlarıyla onu takip etti fakat Cesur... Gitmek yerine kapıda öylece duruyordu ve yüzüme anlamlı bir ifadeyle bakıyordu. Muhtemelen Melis ile konuştuklarımızı duymuştu ve kendince teşekkür ediyordu.

"İyi akşamlar."

Cesur, sesimi duyunca başını salladı ve arkasını dönüp hızlı adımlarıyla kapının önünden ayrıldı.

Çok kısa bir müddet boş gözlerle kapı önündeki boşluğa baktım ve kuruyan boğazımı ıslatmak için yutkundum. Kâbus dolu bugünden bir an önce kurtulmak istiyordum. Masanın üzerinden notlarımı alıp ağır adımlarla sınıftan çıktım ve tören alanına indim. Tören çoktan başlamıştı. Gözlerimi arka kapıya çevirdim. Arka arkaya dizilmiş üç siyah araba Cesur'un şoför koltuğuna binmesiyle birlikte gözden kayboldular.

***

POYRAZ

Sessizlik...

Arabanın içini her zamanki gibi ölüm sessizliği almıştı. Melis'in yanındayken bilmem kaçıncı sessizliğimdi. Ne konuşabilirdim ki onunla? Nasıl sessizliğin sebeplerini anlatabilirdim ona? Sevdiklerine ölüm getirmekten başka işe yaramayan bir adamken nasıl merhem olabilirdim? Merhem olmak ne demekti, hiç bilmemiştim ki... Benim dokunduğum her yer ayazdan ibaretti.

Bakışlarımı sessizce yolu izleyen Melis'e çevirdim. Omuzları hüzünle çökmüştü. İçime güçlü bir kırılma hissi yayıldı. Melis'in kalp kırıklığı sinsi bir duman gibi benim bedenimi sardı, nefesimi daralttı. Nefes alamadıkça parmaklarım yolunu buldu ve gömleğimin boğazıma yakın bir düğmesine ulaştı lakin işe yaramıyordu. Boğuluyordum... Gömleğimin tüm düğmelerini açsam da nefes almayı başaramayacaktım. Melis'in omuzları düşük kaldığı sürece bir daha asla gerçekten nefes alamayacaktım.

O an kulaklarımda Eylül'ün sözleri çınladı.

"Onun özgürlüğe ihtiyacı var."

Biliyordum...

Melis'in tepeden tırnağa özgürlüğe ihtiyacı olduğunu biliyordum ama ben o özgürlüğü ona veremezdim. Ona özgürlüğünü verdiğim gün, onu kendi ellerimle toprağa gömdüğüm gündü. Düşüncesi bile ruhumu derin bir dehşete sürükledi ve kalbimi yeniden kilitledi. Yapamazdım. Bunu göz göre göre göze alamazdım.

Onun en büyük günahı böyle bir babaya sahip olmasıydı. Kaşlarım hızlıca çatıldı. Melis'in halini gördükçe kendimden bir kez daha nefret ettim. Melis de etmeliydi. Babası olduğum için benden nefret etmeliydi. Annesini koruyamadığım için, annesiz kalmasına sebep olduğum için her gün biraz daha yenisi eklenerek benden nefret etmeliydi.

Bakışlarım ellerine kaydı. Küçük ellerini kucağına gelişigüzel bırakmıştı. Kendi avuç içlerime baktım. Bomboştu... Avuç içlerimde Melis'in elleri olması gerekirken şimdi bomboştu. Boğazımda yeni bir isyan belirdi. Kuvvetli bir zehir gibi yakıyordu boğazımı. Söz vermemiş miydim kendime, annesinin karnındayken ellerini bırakmayacağım için? Sabırsızca doğacağı günü, kollarımın arasından hiç bırakmayacağım günü beklememiş miydim?

Hele doğar doğmaz burnuma dolan o eşsiz kokusu...

Her şey çok daha farklı olacak, güzel olacaktı ama izin vermemişlerdi.

Handan'ın katledildiği günden beri bir daha Melis'e hiç dokunmamıştım, dokunamamıştım. Onu sevmekten, ona bağlanmaktan çok korkmuştum. Handan'ı kaybettiğimde yüreğimde ağırladığım acıyı bir kez daha yaşamaktan korkarcasına kaçmıştım ondan.

Fakat gece oldu mu gecenin hüznü, benliğimi ele geçirdi mi söz dinletememiştim yüreğime. Her ne kadar ondan kaçmaya çalışsam da sonunda yine ona dönmüş, her gece uyuduğundan emin olunca odasına girip saatlerce izlemiştim onu. Nefes alışını dinlemiştim. Tek huzur bulduğum yüzde aramıştım dinginliğimi ve her gece kendime bir söz vermiştim. Ne olursa olsun onu koruyacaktım. Onun canını yakmalarına asla göz yummayacaktım.

Bu yüzden de özgürlüğüne izin veremezdim.

Melis onu izlediğimi anlamış olacak ki bakışlarını yüzüme çevirdi. Onun yüzüme bakmasıyla birlikte kaşlarımı daha da çattım. "Benim numaramı öğretmenine sen mi verdin?"

Melis, sorduğum soruya cevap vermek yerine başını öne eğip tasdik edercesine salladı.

Derin bir nefes aldım. "Neden verdin? Bunun yanlış olduğunu biliyordun değil mi?"

Melis başını kaldırmadan cevapladı sorumu.

"Özür dilerim baba."

Tam o esnada içimde beliren sarılma isteğini güçlükle bastırdım. Bu daha da canımı yaktı, içimdeki ayazı bir kez daha ortaya çıkardı ve dudaklarımın arasından soğuk bir sesin çıkmasına sebep oldu. "Bunun özrü olmaz. Hafta sonu cezalısın, odandan dışarıya çıkmayacaksın ve bir daha benim numaramı kimseye vermeyeceksin."

Melis cevap vermeyip yeniden başını salladı, ardından küçük bir iç çekişi ulaştı kulaklarıma. Gözlerinin dolduğuna emindim ki çok geçmeden başını kaldırdığında yanılmadığımı anladım. Göz kenarlarında biriken yaşları görür görmez akmayan o gözyaşları, benim yüreğimin orta yerine aktı ve bedenimi acıyla titretti.

Melis ise başını kaldırıp dikiz aynasından Cesur'a baktı. Bakışlarımı Cesur'a çevirdiğimde onun da Melis'e baktığını ve ağlamaması için başını sağa sola salladığını gördüm. Cesur'un başını sallamasıyla birlikte Melis bakışlarını kaçırdı ve yeniden yolu izlemeye başladı.

Tüm gücümle dişlerimi sıktım. Ben iğrenç bir adamdım.

Arabanın içini yeni bir sessizlik hâkim alınca başımı hafifçe geriye yaslayıp araba camından görünen havanın kasvetini izlemeye başladım. İçimdeki kasvetin yansıması gibi görünüyordu gözlerime. Belki de derdimi bir tek semaya anlatabildiğimden bana hep kasvetli görünüyordu.

Yavaşça gözlerimi kapattım ve karanlığın ardında Eylül'ün sesi bir kez daha kulaklarımda çınladı.

"Hayır, merak etme baban bana kızmadı. Hem özür dileyecek bir şey yapmadın sen, bunun için benden özür dileme. Babanla konuşmayı isteyen bendim. Babanın kendince haklı sebepleri vardı. O seni korumak istediği için biraz sahiplenici davranıyor o kadar ama inan bana tüm bunları seni çok sevdiği için yapıyor."

Eylül nasıl biriydi böyle? Ona kötü davranmama rağmen o, benim hakkımda iyi şeyler söylemişti. Neden bunu yapmıştı?

Gözlerimin önüne Eylül'ün gözleri gelince hızlıca gözlerimi araladım ve yeniden çattığım kaşlarımla kasvetli havayı izlemeye devam ettim.

Yaklaşık bir saatlik yolun sonunda eve geldiğimizde ise hızlı adımlarımla eve doğru yürürken arkamda duyduğum sesle başımı geriye çevirdim, Melis'in dizlerinin üzerine düştüğünü gördüm. Onun dizlerinde hissettiği sızıyı, kalbimin derinlerinde ağırladım ve sinirle soludum.

Bakışlarımı hızlıca Cesur'a çevirdim. Koşar adımlarla Melis'i kaldırmak için yanına yürüyordu. Bu hayatı yaşadığımız sürece Cesur ile ben, sürekli namlunun ucunda olacaktık ve belki de çok yakın bir zamanda o namlulardan biri bizi bu hayattan koparacaktı. İşte o gün, Melis'i kaldıracak kimse olmayacaktı yanında. Bu yüzden kendi başına kalkması gerektiği kanaatindeydim. Sert bir ifadeyle Cesur'u durdurdum.

"Dokunma! Düştüğünde kendi başına ayağa kalkmayı öğrensin."

Sözlerim üzerine Cesur adımlarını durur durdurmaz Melis düştüğü yerden yavaşça kalktı ve ürkekçe yüzüme baktı. Öfkeli yüz ifademi görür görmez başını öne eğdi. "Üzgünüm baba."

Boğazıma kocaman bir yumru oturdu ve Melis ile Cesur'un duyamayacağı şekilde mırıltı koptu dudaklarımın arasından. "Yapma bunu bana küçüğüm. Bu kadar masum olma. Eğme o küçük başını öne. Nefretle bak gözlerimin içine ama başını eğme."

Boğazımda beliren yumruyu güçlükle yutkundum ve kararlı bir sesle konuştum. "Üzgün olma, sadece dikkatli ol."

Melis cevap vermeyince arkamı dönüp adımları daha yavaş atmaya başladım. Melis ile Cesur'un da hemen arkamda yürüdüklerini kulağıma gelen seslerinden anlayabiliyordum.

Cesur, "İyi misin?" diye sorduğunda Melis kırgın bir sesle, "İyiyim," diyerek karşılık verdi.

Melis'in kırgın sesi Cesur'u da üzmüş olacak ki Cesur hüzünle konuştu. "Üzülme be prenses."

Melis isyanla dudaklarını araladı. "Tüm hafta sonunu odamda geçireceğim, nasıl üzülmeyeyim?"

"Odanda da çok iyi vakit geçirebilirsin ama."

Melis'in sesi bu defa daha da kırgın gelmeye başladı. "Tüm günü yatağımda oturarak geçirirken mi?"

"Hayır ama o çok istediğin oyunu oynayarak geçirebilirsin mesela."

"Ama o oyun daha çıkmadı ki."

Cesur'un önce güldüğünü duydum, ardından fısıltısını. "Bugün çıktı ve o oyun şu an çantanda."

Melis ne zaman bir şeye çok sevinse sesini kontrol edemez, hatta çığlık atardı lakin şu an arkamdan iş çevirdiklerini iyi bildiği için çığlığını duymamdan çekinmiş olmalıydı ki çığlık atamadı, yine de sesini kontrol edemeyip yüksek sesle konuştu. "Seni çok seviyorum Cesur abi." Sesi kıpır kıpırdı.

"Ben de seni seviyorum prenses, babana ve teyzene yakalanma yeter."

Cesur'un sözleriyle dudaklarım belli belirsiz bir tebessümle kıvrıldı. Onun bugün Melis'e oyun aldığını biliyordum. Melis'i ne kadar sevdiğini ve mutlu edebilmek için harcadığı çabayı da iyi biliyordum. O yüzden arkamdan iş çevirmesine göz yumuyordum.

İçeriye girer girmez ise dudaklarımdaki tebessüm silinirken sabırsız ve gergin bir ifadeyle bizi bekleyen Arzu'yu gördüm.

Beni görmesiyle birlikte, "Hoş geldin Poyraz, ben de seni bekliyordum," deyince tek kaşım yavaşça kavislendi.

"Bir sorun mu var?"

"Hayır, yarın Fransa'ya gidiyorum, onu haber vermek için geldim. Hafta sonu burada olmayacağım ve Melis," dedi fakat devam etmemesi için elimi kaldırınca susmak zorunda kaldı. "Melis hafta sonu odasında olacak, onun için endişelenmene gerek yok."

Arzu'nun kaşları merakla çatıldı. "Neden?"

Arzu, soru sorulmasından nefret ettiğimi bilmesine rağmen bunu yapmaktan vazgeçmiyordu.

Dümdüz yüzünü baktım. "Çünkü ben öyle olmasını istedim."

Arzu'nun kısılan gözlerinden daha da meraklandığını anlayabiliyordum. Melis'i neden okula almaya gittiğimi sorgulayacaktı ama tepkimden çekiniyordu. Çok kısa bir müddet bakışlarını benim ile Melis arasında gezdirdi, akabinde merakına yenik düştü ve bakışlarını Melis'in üzerine sabitledi. "Melis'i okula almaya gideceğini neden bana söylemedin?"

Sert bir solukla doldurdum göğüs kafesimi ve Arzu'ya doğru bir adım attım. "Ben ne zamandan beri sana hesap veriyorum Arzu?"

Girişte yankılanan sesimle Arzu bir adım geriye gitti. "Yanlış anladın, ben öyle demek istemedim. Sadece senin gittiğini öğrenince geri dönmek zorunda kaldım, bilseydim yola hiç çıkmazdım."

Arzu'nun yüzünden bakışlarımı ayırmadan işaret parmağımı üzerine doğrulttum. "Bir daha bana sakın hesap sormaya kalkma Arzu! Bu seni son uyarışım ve bundan sonra Melis'i almaya gitmeden önce Cesur'u ara, gidip gitmeyeceğini o söylesin sana."

Arzu bozulsa da sesini çıkarmayıp gözlerime bakmadan başıyla onayladı ve Cesur'un elinden Melis'in çantasını alarak Melis ile birlikte Melis'in odasına doğru adımlamaya başladı.

Onların hemen arkasından üst kattaki çalışma odama gergin bir şekilde ilerledim. Cesur da beni takip ediyordu. İçeriye girip doğruca masama yürüyünce o da masamın tam karşısındaki koltuğa oturup dikkatlice yüzüme baktı. Gerginliğimi anlamaya çalışıyordu. Farklı bir gerginliğim olduğunu sezmişti.

Masamın üzerinde duran sigaramdan bir tane alıp yaktım ve içime çektiğim dumanı sıkıntıyla üfleyip konuşmaya başladım. "Demir araziyi alabilmiş."

Cesur rahat bir ifadeyle arkasına yaslandı. "Zaten belliydi abi, boşuna zorluk çıkardı."

İçime çektiğim dumanı yeniden üfledim. "Demir konusunda tedirginim. Bu ihalede Emin Sancaktar'la karşılaşmayı umuyordu ama neyse ki umduğunu bulamadı. O it, Demir'i de kendi dünyalarına çekmek için uğraşıyor ama ben Demir'in elini kana bulamasına izin vermeyeceğim."

"Demir, aklında başında biri abi. Kolay kolay onların oyununa gelip de yanlış adım atacak biri değil."

Sigara ağzımda kesif bir tat bırakınca sigaramı söndürüp ayağa kalktım ve pencere kenarına doğru ilerlemeye başladım. Demir, benim kardeşimdi ve onun karanlık dünyaya girmesine izin vermemiştim. O, işlerin sadece ihale kısmıyla ilgileniyordu ve Sudan'dan almak istediğimiz araziden dolayı Sudan'a gitmiş, tüm bağlantılarımızı kullanarak araziyi sonunda bağlayabilmişti.

Emin Sancaktar da ailemizin en büyük düşmanıydı. Adnan Kaya'nın ölümüyle birlikte eski düşmanlığımız kalmasa da yollarıma ara ara koyduğu taşlardan dolayı karşı karşıya gelmek kaçınılmaz oluyordu.

Ellerimi ceplerime yerleştirdim. Hava kararmak üzereydi. Bakışlarım, bahçedeki İhsan Efendi'ye kaydı. Çiçeklerin bakımını yapıyordu. Çok geçmeden eline aldığı yayvan saksıyı görünce çenemin kasıldığını hissettim. Saksıda hercai menekşesi vardı. Menekşeyi görmemle birlikte Eylül'ün kafamın içindeki seslerini susturma çabalarım son buldu ve sesi bir kez daha kulaklarımda çınladı. "Öncelikle Poyraz Bey, ben sadece hakkım olanı alıyorum sizden, fazlasını almıyorum. Bunun farkında olarak konuşun benimle! Ve ben, Melis'e para için ya da siz istediğiniz için değil, onu sevdiğim için yardım ediyorum, bunu sakın aklınızdan çıkarmayın!"

İçimdeki hiddet yeniden benliğimi sardı ve gözlerimi menekşeden ayırıp bedenimi Cesur'a çevirdim. "Faruk Yılmaz denilen o adamı bu gece bana getireceksiniz!"

Cesur, duymayı beklemediği isimle önce kaşlarını şaşkınlıkla havalandırdı, ardından belli belirsiz başını salladı. "Tamam abi."

Yaklaşık iki saat sonra ise yemek odasına indiğimde Melis ve Arzu'yu masada beni beklerken buldum. Sessizliğimi koruyarak sandalyeme ilerledim ve otur oturmaz Melis'e baktım. Bıraktığımdan biraz daha iyiydi hali. Benim yapamadığımı belli ki basit bir oyun yapmıştı.

Belli belirsiz iç geçirip tabağıma döndüm ve onlara bakmadan konuştum. "Afiyet olsun."

Her zamanki sessiz yenilen bir yemek başlamıştı. Odaya hâkim olsan tek ses, kaşık çatal sesleriydi.

Bir süre sonra Arzu sessizlikten sıkılmış olmalıydı odanın sessizliğini kırdı. "Demir ne zaman gelecek?"

Başımı tabağımdan kaldırmadan cevapladım sorusunu. "Yakında gelecek."

"Halledebilmiş mi ihaleyi?"

Arzu'nun sorusuyla başımı tabağımdan kaldırdım ve ters bakışlarımı Arzu'ya çevirdim. "Yemekte iş konuşmuyoruz Arzu, bunu biliyorsun."

Arzu bozularak başını tabağına geri çevirdi. "Affedersin, bir an unuttum."

Bakışlarımı Arzu'nun üzerinden çektim ve yemeğimi yemeğe devam ettim. Masaya yeni bir sessizlik daha çökmüştü. Çok geçmeden Arzu sessizliği kırmak için bu defa şansını Melis üzerinden denedi. "Ee Melis, bu gün okulda neler yaptın bakalım? Nasıl geçti?"

Melis'in bakışlarının üzerime çevrildiğini hissettim. Ona bakmasam da bana baktığını anlayabiliyordum.

"Her zamanki gibi geçti."

"Öğretmenin nasıl peki? Seninle güzel ilgileniyor mu?"

Arzu'nun Melis'e sorduğu soruyla ona bakma isteğiyle doldum ve kaçamak bakışlarla Melis'e baktım. Melis bakışlarını benim üzerimden teyzesine çevirmişti. Heyecanlı bir ifadeyle hafifçe masaya doğru eğildi. "Evet, ilgileniyor. Bana yakın ve sıcak davranıyor. Onu çok seviyorum."

Melis'in verdiği cevapla ne ara sıktığımı bilmediğim çatalımı serbest bıraktım. Onun ağzından ilk defa yabancı birini sevdiğini duyuyordum ve bu fazlasıyla şaşırmama sebep olmuştu. Eylül'e daha yolun başındayken bu kadar ısınabileceğini hiç düşünmemiştim.

Üzerimdeki şaşkınlığı Arzu'nun sesiyle atlattım. "Sen bugün tanıştın mı öğretmeniyle?"

Arzu'ya bakmadan başımı salladım. "Evet, tanıştım."

"Bana biraz toy gibi geldi."

Sıkıntıyla başımı sağa sola yatırdım. Arzu bugün fazlasıyla sabrımı zorluyordu. Elimi enseme götürüp sert bakışlarımın odağını yüzüne çevirdim. "Eğitim hayatı iyi. Yeterli olup olmadığını ise zamanla göreceğiz."

Arzu sorularından sıkıldığımı anlamış olacak ki sessiz kalmakla yetindi. Tam bakışlarımı tabağıma çeviriyordum ki Cesur'un odaya girdiğini görünce kaşlarımı yavaşça çattım. Anlaşılan beklediğim adamı getirtmişlerdi. Cesur yanıma geldi ve kulağıma doğru eğilip fısıldamaya başlayınca yanılmadığımı anladım.

Başımla onayladım Cesur'u. Cesur'un odadan çıkmasıyla birlikte bakışlarımı Arzu'ya çevirdim. "Uçağın kaçta?"

"Saat onda. Birazdan eve geçeceğim, sabah da havaalanına gideceğim."

"Yarın sabah Serdar seni havaalanına bırakır," deyip ayağa kalktım ve "Size afiyet olsun," diyerek hızla adımlarımla odadan dışarı çıktım.

Haftalardır beklediğim adamı nihayet karşımda görebilecektim. Eylül'ü odasındaki birkaç kişinin yanında taciz etmiş, görgü şahitleri de adamdan korktukları için sesini çıkarmamıştı. Olayın üstü örtülünce de Eylül istifa etmek zorunda kalmıştı. Sinirle soluğumu verdim. O adamı karşımda gördüğümde nasıl sakin kalabileceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. Hızlı adımlarımı kesmeden arabaya doğru yürümeye devam ettim. Bakışlarım her zamanki gibi ifadesizdi ve Cesur'un açtığı kapıdan arabanın içine girdiğimde kendimi oldukça gergin hissediyordum. Hissettiğim gerginlikten dolayı başıma keskin bir ağrı girince sakinleşebilmek için gözlerimi kapattım. Gözlerimi kapatır kapatmaz onun menekşe gözleri aklıma düşünce hızla gözlerimi geri açtım.

O gözlerden etkilenmemeliydim. Ben herkesin iyiliği için ruhsuz bir adam olmak zorundaydım. Kontrolümü kaybetmemeliydim. Buna asla izin vermemeliydim.

Saçma düşüncelerimden kurtulmak için başımı dışarıya çevirdim. Dışarıda çoktan yağmur başlamıştı ve boğucu bir hava her yanı esir almıştı. Sabırla yolun bitmesini bekledim.

İki saatlik yolun sonunda motoryata geldiğimizde ise motoryata baktım. Motoryatın önü adamlarımla doluydu. Cesur'un kapıyı açmasını beklemeden arabadan inip hızlı ve sert adımlarla yürümeye başladım. Cesur ve birkaç tane adamım da beni takip ediyordu. Motoryata biner binmez denize açıldık. Misafirimize deniz turu yaptırmaktan büyük bir haz alacaktım çünkü kadınların izni olmadan bedenlerine dokunmaya çalışan herkesten nefret ediyordum. Derin bir nefes alarak adamın getirildiği odaya girdim.

Aşağı yukarı kırk beş yaşındaki adamın gözleri bağlıydı ve iki tane adamım kollarına girmiş ayakta tutuyorlardı. Karşımdaki adamı baştan aşağı tiksintiyle süzüp adamlarımdan baş işaretiyle gözlerini açmalarını istedim.

Gözleri aniden açılan adam, korkuyla etrafına bakıp nerde olduğunu anlamaya çalıştı. Bense konuşmuyor, adamın hareketlerini izliyordum. Aldığım mikro ifade eğitimiyle yalan söyleyip söylemediğini anlamaya çalışacaktım. Etrafındaki siyah takım elbiseli adamlara tek tek bakan adam, gözleri benim yüzümle buluşunca etrafını incelemeyi bıraktı. "Siz de kimsiniz? Ne istiyorsunuz benden?"

Adama cevap vermeyip yüzüne öfkeyle bakmaya devam ettim. Adam bakışlarımdan rahatsız olup huzursuzca kıpırdadı. "Kimsin sen?"

Ellerimi yüzümdeki öfkeye tezat rahat bir ifadeyle ceplerime yerleştirdim. "Daha önce Griffon isminde birini duydun mu?"

Adam anlamsız gözlerle bana baktı. Griffon ismini düşünür bir hale büründü gözleri. Çok geçmeden Griffon'un kim olduğunu hatırlamış olmalıydı ki bir anda bembeyaz kesildi. Benim kim olduğumu duyduğu açıkça belliydi. Hızlıca çırpınmaya, kollarındaki adamlardan kurtulmaya çalıştı.

"Ben size hiçbir şey yapmadım, bırakın beni." Sakin bir şekilde adamın çırpınışlarını izlemeye devam ettim. O yine çırpınırcasına konuşmaya... "Lütfen bırakın beni, ben bir şey yapmadım."

Hafifçe burnumu kıvırdım. "Emin misin bir şey yapmadığından? Düşün bakalım."

"Yemin ederim hiçbir şey yapmadım, bırakın beni."

Adamın sözleriyle tek kaşım manidar bir şekilde kavislendi ve ellerimi ceplerimden çıkardım. "O zaman hatırlamana yardımcı olayım," diyerek adama doğru yaklaştım, akabinde sinirle nefesimi içime çektim. "Peki Eylül Yıldırım ismi tanıdık geldi mi?"

Motoryatın içinde Eylül'ün adı yankılanınca adam çırpınışlarını birden durdurdu ve bana baktı. Gözleri korkuyla açılmıştı. "Ben suçsuzum, yemin ederim o sürtük bana iftira attı, ona dokunmadım bile."

Şu saate kadar sakinliğimi korumaya çalışsam da adamın sözleriyle sakin kalma çabalarım son buldu ve içimi saran karanlık, tüm uzuvlarımı yararak gün yüzüne çıktı.

Sert bir şekilde burnumu çekip adama doğru hızla yürüdüm ve adam daha ne olduğunu anlayamadan kafamı yüzüne geçirdim. Adamın acıyla inlemesine aldırış etmeden yeniden kafamı yüzüne geçirince kulaklarıma kırılan burnunun sesi doldu. Daha güçlü bir feryat döküldü adamın ağzından. Ağzını açmasıyla birlikte ağzının içine kırılan burnundan oluk oluk kan doldu. Bir kısmı da dudaklarından çenesine, çenesinden boynuna süzüldü ve boynunu boyamaya başladı. Ellerimi kanıyla boyanan boynuna sardım ve tek harekette adamın sırtını duvara çarpıp boynunu daha da sıktım. İçimi saran karanlık çoktan ruhumu da ele geçirmişti. "Onun hakkında düzgün konuş!"

Adam çırpınışları arasında kanlı dudaklarını güçlükle araladı. "Özür dilerim, öyle demek istememiştim."

"Niye dokundun lan ona?" Sorduğum soru öfkemin daha da harlanmasına sebep oldu ve boğazını tüm gücümle sıkmaya başladım.

"O hayır deyince ben de naz yapıyor sandım. Yemin ederim bir anlık gafletle oldu," dedi. Hissettiği korkusu dökülmesine sebep olmuştu ve bu defa yaşamak için yalvarmaya başladı. "Çok pişmanım, yalvarırım affedin. Ne isterseniz yaparım yeter ki bırakın beni. Karıma, çocuğuma bağışlayın."

Tipik savunma mekanizmasıydı. Daha da dişlerimi sıktım ve dişlerimin arasından tısladım.
"Hayır, hayırdır ulan ne demek naz yapıyor? İstemediği hâlde ne cüretle o bedene dokunabilirsin? Kim veriyor sana bu hakkı? Öldürürüm lan seni!"

Adamın boğazını o kadar çok sıkıyordum ki gözlerinin ifadesi değişmeye başlamış, ürkütücü bir hâl alarak ölümle burun buruna gelmişti. Biraz daha sıkmaya devam edersem ölecekti. Yüzümü huysuzca buruşturdum ve bir anda elimi bıraktım. Elimi bırakmamla birlikte karşımdaki adam yere düşüp arka arkaya öksürmeye başladı.

Tiksintiyle adamın yüzüne baktım ve "Dua et çocuğuna," deyip Cesur'a döndüm.
"Kırılmadık kemiğini bırakmayın, bırakmayın ki bir daha hiçbir bedene dokunmaya cesaret edemesin!"

Cesur başını sallayınca odadan çıkıp lavaboya girdim, elime bulaşan kanları yıkadım. Aynada kendine baktım. Yüzüme baktım. Gözlerime... Orada koca bir boşluk vardı. Başımı sağa sola sallayarak lavabodan çıktım ve dümenin başına geçip motoryatı geriye döndürdüm.

••••••••••••

Herkese merhaba 🌸

Yorumlarınızı bekliyorum 🦋

Aşkla kalın, sevgiyle nefes alın💜

Continue Reading

You'll Also Like

59.9K 6K 35
Kim Viridian'ın Harikalar Diyarı, Asya'nın en görkemli sirkiydi. By Amethyst 🎪
699K 14K 21
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
3.2M 101K 66
Havuzun dibine değen ayaklarımla yere oturdum. Bir anda beliren iki hayali gölgeye baktım. Burak ve Doğa'ya. Burak simsiyah bir şekilde sarmıştı mavi...
1.1M 51.5K 49
Gözleri öfkeyle kaplıydı kızın. Resmen burnundan aldığı nefesi aynı şekilde alevler şeklinde salıyordu. Hayatında çok saçmalık görmüştü de böylesine...