Mürekkebe Boyanan Sardunya |...

Par SumeyyeDemirkan

11.7M 750K 1.3M

Sevgi acıtır, öp yaralarımdan belki sana da bulaşır. Plus

GİRİŞ
1.BÖLÜM: ''Sardunyalar"
2.BÖLÜM: ''Yalnız Kaldırımlar''
3.BÖLÜM: ''Mandalinalar''
4.BÖLÜM: "Sonbahar"
5.BÖLÜM: ''Ihlamur''
6.BÖLÜM: ''Çaresizlik"
7.BÖLÜM: ''Kurumuş Kalpler''
8.BÖLÜM: ''Çarpıntı"
9.BÖLÜM: "Korku"
10.BÖLÜM: ''Yara Bandı''
11.BÖLÜM: "Soğuk Kahve"
12.BÖLÜM: ''Gök Gürültüsü''
13.BÖLÜM: ''Nâmütenâhi''
14.BÖLÜM: ''Kırmızı Bere"
15.BÖLÜM: ''Ehvenişer"
16.BÖLÜM: ''Gül Kurusu''
17.BÖLÜM: ''Ruha Dokunan''
18.BÖLÜM: "Kar Çiçeği''
19.BÖLÜM: ''Bir Damla Sancı''
20.BÖLÜM: ''Kalbin İmtihanı"
21.BÖLÜM: ''Safderun''
22.BÖLÜM: ''Bir Tutam Nefes''
23.BÖLÜM: ''Ateşe Düşmüş Kar Tanesi"
24.BÖLÜM: ''Nane Limon''
25.BÖLÜM: ''Sokak Lambası''
26.BÖLÜM: ''Ritmin Kalple Dansı''
27.BÖLÜM: ''Birtakım Sevdalar''
28.BÖLÜM: ''Beklenmeyenler''
29.BÖLÜM: ''Çaya Vurgun Kurabiye''
30.BÖLÜM: ''Tek Hayale Çift Bilet''
31.BÖLÜM: ''Yarasına Âşık Ruh''
33.BÖLÜM: "Gitmeler Gelmeler İçindir''
34.BÖLÜM: ''Düşün İçinde Bir Düş"
35.BÖLÜM: ''Ruha Vurulmuş Prangalar''
36.BÖLÜM: ''Kalpteki Neşter''
37.BÖLÜM: ''Sessiz Bir Melodi''
38.BÖLÜM: "Kaldırım Kenarında Çiçekler''
39.BÖLÜM: ''Birkaç Saksı Sardunya''
40.BÖLÜM: "Evsiz Kalpler"
41.BÖLÜM: ''Sonuna Ve Sonsuza Kadar''
42.BÖLÜM: ''Akif Selim'in Sardunyası''
43.BÖLÜM: ''Onunla Acımak''
44.BÖLÜM: ''Şehrin Sönmüş Lambaları''
45.BÖLÜM: ''Akılda Tutulanlar''
46.BÖLÜM: ''Göğüs Kafesinde Bir Ağıt''
47.BÖLÜM: "Gözyaşı Mezarlığı"
48.BÖLÜM: ''Bir Dünya Güneş''
49.BÖLÜM: ''Çerçeveden Taşan Mutluluk''
50.BÖLÜM: ''Birbirine Denk Düşler''
51.BÖLÜM: ''Bir Avuç Dilek''
52.BÖLÜM: ''Kalbi Besleyen Damarlar''
53.BÖLÜM: ''Bir Tabak Mandalinadan Bugüne''
54.BÖLÜM: ''Işıkları Söndürmek''
55.BÖLÜM: ''İçimizde Halledemediklerimiz''
56.BÖLÜM: ''Kalplerin Yörüngesi''
57.BÖLÜM: ''Kâğıtlar ve Yangınlar''
58.BÖLÜM: ''Hayaller Durağı''
MÜREKKEBE BOYANAN SARDUNYA KİTAP DUYURUSU!
59.BÖLÜM: ''Şiirler ve Sevgililer''
Mürekkebe Boyanan Sardunya Kapak!
60.BÖLÜM: ''FİNAL''
Özel Bölüm (Akif Selim'den)

32.BÖLÜM: ''Bir Ömre Bin Minnet''

204K 12.5K 19.7K
Par SumeyyeDemirkan

Erkin Koray - Seni Her Gördüğümde

Erkin Koray - Öyle Bir Geçer Zaman ki

Merhaba. Nihayet geldik fakat keyfimden arayı açtığımı düşünmeniz beni üzer. Her neyse. Bölüm hakkında bu sefer bir şey demek istemiyorum, sadece size bırakıyorum... Keyifli okumalar. ^^

32.BÖLÜM: ''Bir Ömre Bin Minnet''

Sen, okuduğum kitapta altını çizdiğim o cümlesin.

Öylesine güzel öylesine derindesin ki benim için, herkesin geçiştirdiği o satırları gözlerim kızarana kadar tekrar ve tekrar okuyabilirim. Çünkü sevmek bu, çünkü birini sevdiğin zaman diğerlerinin göremediğini görür insan. Onların geçiştirdiği anların bana neler kazandırdığını benden başka kimse bilemez. Bilmesinler, ben sessiz bir okur sayılırım kendi halimde lâkin göğüs kafesimin içinde kocaman bir orkestra var Akif Selim. Kalbimden, beynime kadar hepsi senin adınla söylüyor bu şarkıyı.

Dinle.

Senin için yazdım. Sana kalbimle geldim.

Dinle.

Trenden inmiş ve doğruca kalacağımız pansiyona gelmiştik. Sırtımda bir çantam vardı sadece çünkü diğerlerini Akif Selim almıştı. Benim taşımama izin vermemişti. Bu arada benim içim içime sığmıyor... Şey, Akif Selim beni alnımdan öptü de... Ay! Yani ben aslında bayılırım sanıyordum ama kendime hayret etmedim değil, fakat öyle olmadığı için kendimle gurur duymuştum.

Evet, bayılmadığım için kendimle gurur duydum!

Kars o kadar soğuktu ki, boynuma doladığım atkı bile cildimin üşümesine engel olamamıştı ama sevmiştim. Kar burada erimemişti, hatta bir hayli kalın bir kütle vardı dışarıda. Akif Selim danışmadaki işlerini hallettikten sonra elinde bir anahtar ile karşımda belirdi. Onu köşedeki koltukta beklemiştim. ''Haydi gel,'' dedi sakince gözlerime bakarken. ''Odamıza çıkalım.''

Afalladım. ''Odamız?''

''Hı-hım,'' diye kafasını salladı yumuşacık bir tavırla. ''Bu odayı bile zar zor bulabilmiştim zaten.'' Kaşlarını çatıp bana tereddütle baktı. ''Rahatsız mı oldun yoksa? Ben bu imkânlarla anca bu...''

''Yok yok,'' dedim çabucak onun kötü düşünmesine müsaade etmeyerek. ''Hem biz seninle koskoca bir günü minik bir odanın içinde geçirdik.'' Dudaklarımı nemlendirip kafamı sağa doğru yatırdım. Bana su gibi bakıyordu, sanki ben onun ulaşamayacağı bir şelaleydim ve o bana baktıkça ferahlıyordu. Gözlerinden okuyabiliyordum. Gözlerinde kendimi görebiliyordum. Devam ettim. ''Rahatsız olamam ki senden zaten, Akif Selim.''

Ve şair burada şiirine seslenir...

Seni seviyorum,

Üstü kapalı söylediğime bakma, sözlerim herkesin okuyacağı kadar açıkta dolanmaz benim, sen hisset yeter ki. İki kelimenin yan yana durması mühim değil.

Gülümsedi. Güzel gözlerinin kenarı öyle bir kıvrıldı ki bahar açtırdı bu kışın ortasında. Bir elinde tuttuğu çantaya bakarken tebessümünü dudaklarından eksik etmeden iç çeker gibi oldu. Trenden indikten sonra ellerimiz yeniden bir araya gelmemişti ama bir sefer tutmuştu işte onları, kolayca bırakır mıydı sahiden?

Hayır, hayır sanmıyorum.

Akif Selim'in içinde bir yerlerdeyim. Bunu hissedip de ondan söz istemem saçma olur zira ben de bunca zamandır hissederek sevdim onu, çünkü dilim onu sevmekle dost olamadı çoğu zaman.

Az sonra birlikte üst kata çıktık ve odamıza girdik. İçeri girdiğimde birkaç metrelik koridor sonrası iki yatakla karşılaştım. Tek kişilik iki yatak vardı. Akif Selim arkamdan gelip kapıyı kapattığında elindeki ve sırtındaki çantayı çıkarırken gözlerini benden ayırmadı. ''Ne oldu?'' diye sordu şüpheci bir sesle.

''Hiçbir şey,'' diye geçiştirdim kafamı iki yana sallarken. Ardından ben de sırtımdaki çantayı kenardaki masanın üzerine yavaşça bıraktım. Akif Selim karanlık odayı aydınlattığında gözlerimi daha geniş araladım. Oda küçüktü ama ikimize yeterdi. Yan yana duran yatakların ortasında bir komodin vardı ve sağ taraftaki yatak pencereye bakıyordu.

Akif Selim sakince soluklanırken çantasının fermuarını açarak içinden astım spreyini çıkardı ve arkasını dönerek onu ağzına sıktı. Onu bir anda öyle görünce o kadar kötü olmuştum ki, sanki bana mahcup olmamak gibiydi niyeti oysa böyle hissetmesi beni üzerdi. Yutkunarak bana dönmesini bekledim. Birkaç saniye bekledi ve elindeki spreyi çantasına koyarken gözlerime baktı. Ellerimi birbirine karıştırdım. ''Kendini benden saklamana gerek yok ki,'' diye fısıldadım gülümsemeye çabalarken. ''Lütfen bunu yapma.''

''Yok ondan değil,'' diye geçiştirdi ve spreyini çantasına koyup fermuarının ağzını kapatırken. ''Öyle denk geldi sadece.''

Bunun üzerine bir şey söylemedim. Doğruldu ve kısık gözleriyle gözlerime bakıp tebessüm etti. ''Üşüyor musun hâlâ, çıkarsana atkını ve montunu.''

''Ha,'' diye afalladım bir anda ellerimi boynumdaki atkıya götürürken. Gülümsedim. ''Çıkartıyorum şimdi.''

Atkımı ve montumu çıkardıktan sonra üzerime hırkamı giyerek kollarımı göğsümde birleştirdim. Akif Selim pencerenin önünde dikilmiş öylece dışarıyı izliyordu. Yanına gittim ve baktığı yere baktım fakat boş bir sokaktan başka bir şey görememiştim. ''Burası epey soğuk ve sessizmiş,'' diye konuşmaya başladım. ''Ama sevdim.''

''Vaktimiz olsaydı dışarı çıkardık,'' dedi sakince ve bana bakıp nabzımı ölçtü tavırlarıyla. ''Çıkalım mı dışarı istersen?''

Kafamı iki yana salladım. ''Yok. Hem akşam oldu hem de zaten hava soğuk.'' İç çekip omuzlarımı kaldırıp indirdim. ''Burası daha iyi.''

''Peki,'' dedi gözlerime bakmaya devam ederken. Gözlerine bakmaya devam ettim. Belli etmemeye çalışıyordum ama o kadar heyecanlıydım ki karşısında dururken ellerimi nerede tutacağımı bilmiyordum ve bu yüzden onları göğsümde toplamıştım. Ben bir rüyada değilim değil mi? Biz buradayız, aynı odadayız ve yan yanayız. Daha birkaç saat evvel Akif Selim ellerini uzattı ve ben ellerimi ona teslim ettim. Sonra beni alnımdan öptü... Yok ben kesin rüya görüyorum.

Aksini ispat etmem için Akif Selim'i bir kere cimciklesem mi acaba?

Ay daha neler...

Bu fikri derhal rafa kaldırıp zihnimin içindeki kütüphanenin kapısını sonuna kadar araladım çünkü içinde binlerce kitap vardı ve hepsi okunmayı bekliyordu. ''Acıktın mı?'' diye sordu. ''Hayır,'' dedim düz bir sesle. ''Sen?''

Kaşlarını yukarı kaldırıp indirdi, ardında gülümsedi.

Aman Akif Selim Bey, rica ediyorum böyle şeyler yapmayın benim bir kalbim var.

Elimi saçlarıma götürdüm ve onları düzeltirken, ''Pazartesi sabahı Ankara'da olacağız ya, sınava yetişebiliriz değil mi?'' diye sordum minik bir endişeyle.

''Yetişiriz merak etme,'' dedi beni rahatlatırken. ''Ben planımı ona göre yapmıştım zaten.''

''Sevindim,'' dedim gözlerimi kapatıp açarken. ''Yani düşünceli olman, çok çok düşünceli olman beni mutlu ediyor.''

''Çok çok,'' diye taklit etti beni gülerken. Gülerken çıkardığı ses tonu içimi bir hoş etmişti. Kafamı öne eğdim ve gözlerimi yeniden pencereye çevirdim fakat o sırada telefonum bildirim sesiyle çınladı. İrkilerek masanın üzerinde duran telefonuma uzanıp gelen mesaja baktım. Ezgi'dendi ama sorun şu ki internetimi açık unutmuştum. Ne güzel.

Neyse moral bozmayalım zaten tarifemin son günlerini yaşıyordum. Mesajına tıklayarak okudum.

Ezgi: Ölmediniz inşallah?

Mislina: Yok daha yaşıyoruz.

Akif Selim, ''Kimmiş?'' diye sorduğunda çenemi omzumun üzerine koyarak ona baktım. ''Ezgi. Merak etmiş de.''

Tatmin olup kafasını aşağı yukarı salladı. Pencere önünden çekilirken ben de duvar dibindeki yatağa oturup onunla konuşmaya devam ettim. Akif Selim, bilgisayarını şarja takarken gözlerimin ucuyla bir yandan da onu izliyordum

Ezgi: Bıyıklarını alman işe yaradı mı söyle çabuk?

Mislina: Ya sen manyak mısın? Bunu mu merak ettin yani?

Ezgi: Tabii ki bunu merak ettim. Akif Selim sana kitap okudu mu diye soracak değilim ya. Ben işin biraz daha fesat kısmıyla ilgileniyorum.

Mislina: Ya bak ben utanıyorum sen böyle yazdıkça. Deme şöyle deme.

Ezgi: Ohoo. Sen bu yazdığım mesajlardan bile utanıyorsan... Ben de kime ne soruyorum acaba?

Mislina: Çakır ve Kumru nasıl?

Ezgi: İkisi de tosun gibi maşallah. Sardunyalarını da suladım dün. Evde her şey yolunda ama bir durum oldu söylemem gerek.

Mislina: Ne oldu?

Ezgi: Adını bilmiyorum ama sanırım Akif'in abisi geldi buraya. Yani ne alaka onu da bilmiyorum ama kapımı çaldı onu sordu. Ben de evde yok, bilmiyorum dedim. Aramış ulaşılmıyormuş bir de.

Kaşlarımı çatıp bekledim. Kenan'ın bizim apartmanımızda ne işi vardı? Tabii ki kardeşini görmek için gelmişti ama bizim evimize neden uğramıştı? Belki de bir tesadüften ibaretti. Peki bunu Akif Selim'le paylaşmalı mıydım? Elbette söylemeliydim. Ters bir durum olmuş olabilirdi.

Mislina: Neden geldiğini söylemedi mi?

Ezgi: Kardeşini sordu işte, sebebini bilmiyorum.

Mislina: Başka bir şey yok yani?

Ezgi: Ne olabilir acaba başka bir şey? Yok diyorum.

Mislina: İyi tamam.

Ezgi: Sen onu bunu boş ver, kızım hiç mi bir halt olmadı ya? Odun mu lan bu çocuk yoksa, kalas herif.

Kıkırdadım. Akif Selim çabucak bana dönerken kaşlarını çattı ve ben utançla elimi ağzımın üzerine götürdüm. ''Bir şey söyledi de ona güldüm.'' Ah! Açıklama yapmak zorunda kaldığıma inanamıyordum. Tabii Akif'in benden açıklama beklediğini sanmıyordum çünkü o da az sonra tavrıma gülerek karşılık vermişti.

Mislina: Kalas falan değil. Akif Selim'den bahsediyoruz ya burada! Neyse burada konuşulacak şeyler değil bunlar. Dikkat et kendine tamam mı? Bir şey olursa ara beni.

Ezgi: He arayayım, ta oradan buraya ışınlanırsın belki ne bileyim.

Mislina: Ezgi!

Ezgi: Ay tamam!

Ezgi: İnşallah kıyıda köşede almadığın bir bıyık vardır ve Akif seni tam öpecekken onu görür de vazgeçer.

Mislina: S e n k a f a y ı y e d i n.

Ezgi: Tamam.

Gülümsedim ve son mesajımı da yazıp gönderdim.

Mislina: İyi geceler. Kalp.

WhatsApp'tan çıkmadan evvel Sevde'nin profil fotoğrafı dikkatimi çekti. Onunla bir saat önce konuşmuştuk ama fotoğrafını az önce güncellemiş olmalıydı. Merakımı gizleyemeden fotoğrafa tıkladım. Burak'la yan yana çekilmiş bir fotoğraftı bu. Ne çok samimi ne de çok uzak ama güzeldi. Sevde'nin yüzündeki ifade içimi ısıtmıştı. Sevmiştim.

''Bir şey mi olmuş?'' diye sordu Akif Selim diğer yatağın kenarına oturarak. Sesiyle ufak bir titreşimin altına girip irkildim. Telefonu kapatıp omuz silktim. ''Yok,'' dedim yüzüne bakarken. Sonra duraksadım çünkü olmuştu. Ona abisinden bahsetmeliydim. ''Aslında olmuş. Yani abin gelmiş bize, seni sormuş.''

Gözleri irileşti kurduğum cümle karşısında. ''Neden?''

''Bilmiyorum,'' diye baktım yüzüne. Dudaklarım hafifçe sarkarken ekledim. ''Aslında seni de aramamış ama ulaşamamış.''

''Çalmadı telefonum,'' dedi çabucak. Ayaklandı ve kabanın cebinden telefonunu çıkarıp ekrana baktı. ''Şarjı bitmiş.''

''Ondan ulaşamadı demek ki,'' diye konuştum sakince. Akif Selim çantasının ön gözünden şarj aletini çıkarıp telefonuna taktı. Ardından onu da prize. Oturduğum yerde sadece onu izledim. Telaşa kapılmıştı. Ayaklandım. ''İstersen benim telefonumu kullanabilirsin, merak ettin bayağı.''

''Numarasını ezbere bilmiyorum.''

''Ya,'' diye duraksadım kaldığım yerde. ''Neyse birazdan az da olsa şarj olur ve öğrenirim neden gelmiş,'' diyerek göğüs kafesindeki havayı dışarı bıraktı. Abisini merak etmesi çok hoşuma gitmişti. Ona karşı koruduğu mesafeyi yok sayıyordu. İnsan, başkasında açtığı yarayı ta ki kendi hissedene kadar kapatamazdı. Kenan, Akif Selim'de yaralar açmıştı ve nedendir bilmiyorum ama bunun ağırlığını fark ediyordu. Tabii, ona gelme sebebini bilmiyor olsam bile öyle düşünüyordum. Nihayetinde sevdiğim adamın abisiydi ve aralarının kötü olmasını istemezdim.

Aradan bir beş dakika geçtikten sonra Akif Selim telefonunu alıp koridora çıktı. Ben de birkaç kitap ve notlarımı tuttuğum ajandamla yatağın üzerine kuruldum. Aklım tamamen ondaydı ama ayakta onu beklemek istemiyordum, bu hoşuna gitmezdi. Önümdeki kitapların sayfalarını karıştırırken kapı açıldı ve Akif Selim içeri girdi.

Omuzlarını düşürerek elindeki telefonu tekrar şarja taktı. Bana dönene kadar onu bekledim ve sonunda yüz yüze gelebildik. ''Kaldığı apartmanda tadilat çalışması mı ne varmış,'' diye yaklaştı karşımdaki yatağa yürürken. ''Birkaç günlüğüne bende kalmak için gelmiş. Ama evde yokum.''

''Ne olacak peki?'' diye sordum gözlerine bakarak.

Dudağını büktü. ''Şu an bir lojmanda kalıyormuş. Sonrasına bakacağız.''

Sesinde ve bakışlarında düşünceli bir hâl vardı. Gülümsedim. ''Sana gelseydi onu eve alırdın değil mi Akif Selim?''

Bir müddet bekledi ve kafasını öne eğik derince iç çekti. ''Alırdım elbette,'' diye mırıldandı. ''Ben kapıma gelen kimseyi geri çevirmem ki. Üstelik o benim abim.''

''Hım,'' diye ses çıkardım hafif iğneleyici bir şekilde. ''Işıl'ı da alırsın yani sana gelirse?''

Açıkçası bunu neden söylemiştim bilmiyorum ama içimden gelmişti işte. Vereceği tepkiyi merak ediyordum, cevabından emindim. Sözleri değil sesi mühimdi benim için. Kafasını çabucak kaldırdı ve bana şaşkınca baktı. Berrak bir su gibiydi. Her şekilde üzerimden akıyordu gözleri. ''O da nereden çıktı şimdi?''

''Hiç,'' deyiverdim çabucak. ''Dedin ya ben kimseyi geri çevirmem diye o yüzden sordum... Yani kötü bir anlamda değil sakın öyle düşünme.''

Mürekkep mavisi gözleri küçülürken gülüşü büyüdü güzel yüzünde. ''Neden kötü düşüneyim ki?'' diye sordu kendi kendine konuşurcasına. ''Ayrıca merak etme, ben senden başkasına kapalıyım.''

Söylediği şeyle kocaman bir kayaya çarpar gibi oldum.

Dağıldım ve toparlanamadım.

Gözlerine hayranlıkla bakmaya devam ederken Akif Selim oturduğu yerden kalkıp benim yatağıma geldi ve bu sefer tam gözlerimin karşısına oturdu. Aramızda kitaplarım vardı. Heyecandan dudağımın içindeki eti ufak ufak ısırmaya başladım. Canım yanmıyordu sadece heyecanımı bastırmaya çalışıyordum. ''Hem sen,'' dedi kafasını sağa doğru devirirken. Bakışlarının altında eriyordum. Kül oluyordum. ''Kıskandı mı sanki?''

Evet.

''Hayır canım ne alakası var?'' diye reddettim hızla.

''Nasıl yani?'' diye güldü yanaklarımı kızartmaya devam ederken. ''Hiç mi?'' Parmaklarının uçlarını birleştirip bana gösterdi. ''Şu kadarcık da mı kıskanmadın?''

''Tamam belki,'' dedim ben de parmaklarımın ucunu birleştirip ona gösterirken. ''Şu kadarcık kıskanmış olabilirim.'' Kafasını alayla sallarken parmaklarını serbest bırakıp benimkilere yöneldi. Parmaklarımın ucu eliyle genişletirken onu sadece izlemekle yetindim. Parmaklarımın ucundaki açıyı genişletip, ''Bence biraz daha arttırabiliriz,'' diye güldü.

Ona eşlik ederek ben de güldüm ve ellerimize baktım. Parmaklarımla oynuyordu. Sonra usul usul parmaklarımızın boğumlarını birleştirip yumruk yaptı. Ellerimiz birbirine ait oldu. Sadece nefes alışlarımızı ve kalp atışlarımızı duyuyordum. Diken üzerindeydim sanki öyle bir heyecan vardı bende. Birleştirdiği ellerimize baktı ve başparmağıyla elimin yüzeyini usul usul sevmeye başladı. İçim gidiyordu. Yutkunamamıştım bile.

''Ellerin çok güzel Mislina,'' diye konuştu sakince. Ardından güzel gözlerini yüzümde sabitledi. Sıra sıra gezindi yüzümdeki detayların içinde. ''Gözlerin, kirpiklerin, saçların, ağzın, burnun....'' Sırıtıp diğer eliyle yanağımın üzerindeki çillere dokundu. ''Çillerin...''

Parmaklarının ucu yanağımdaki çillere dokunmaya devam ederken gözlerimi kapatıp gülümsedim. Kalbim ağzımın içindeydi, kalbim kalbimden çıkmıştı.

Parmakları yavaşça çeneme doğru inmeye başladığında kendimi kastım. Kendimi tutmaya başladım. Gözlerimi açarsam büyünün bozulacağından korktum. Eli bir bebeğin cildini okşarmışçasına, bir çiçeği severmişçesine tenimin üzerinde gezinirken nefesimi tuttum. Hayır, hayır katlanamıyordum bu dokunuşa. Şimdi bayılacaktım. Narin parmakları çenemin altına yerleşirken göz kapaklarımın tir tir titreyişini hissetmeye başladım. Oturduğu yerden hafifçe doğrularak bana yaklaştığını fark ettim, gölgesi gözlerimin içine ilişmeye başlamıştı. Kendine has ferah kokusu burnuma nüfuz ederken yutkundum. Ağlamak istemiyorum ki... Vallahi ağlamak istemiyorum küçük bir çocuk gibi.

Geldi, tam çillerimin üzerinden öptü.

Elmacık kemiklerimin üzerine çiçekler bıraktı ve onu dudaklarındaki şefkatle besledi, büyüttü, sevdi.

Kalbim her an dile gelip ona âşkımı haykırabilirdi ama onu iyi terbiye etmiştim ben, susarak sevmesi gerektiğini öğretmiştim. Özür dilerim sevgilim, bu kadarını yapabildim.

Kendini geri çektiğinde bunu sadece dudaklarının yaptığını anladım zira yüzüm bıraktığı izler hâlâ sıcacık ve tazeydi. ''Mislina,'' diye fısıldadı sesindeki şifayı bana ilaç diye sunarken. Dayanamadım ve yavaşça titreşen göz kapaklarımı kaldırıp ona baktım. Gözlerimin önünde uçsuz bucaksız bir deniz vardı. Ne de güzel bir manzaraydı. Gözlerimin içi kızarmaya başladığında ekledi. ''Ben ilk kez böyle hissediyorum.''

''Nas...'' Kurumuş dudaklarımı nemlendirip, elim ayağıma dolanmışçasına cümlemi tamamlamaya çalıştım. ''Nasıl hissediyorsun, Akif Selim?''

Gülümsedi ve sakin hareketlerle kendini geri çekip yumruk olan ellerimizin bağını usulca araladı lâkin elimi asla bırakmadı. Tavrı telaşsızdı, tavrı bir şeyleri derinden hissettirmek niyetindeydi. Alelade bir hissiyatı bana göstermekten uzaktaydı. Elim elinin altında ısınmaya devam ederken, onu aldı ve tam kalbinin üzerine koydu.

Kalbi, delicesine atıyordu.

Tıpkı benim kalbim gibi çarpıyordu.

Kalbi, kalbime denkti.

''Bunun cevabını sana sadece kalbim verebilir.''

Kalbi avcumun içinde tıpkı bir güneş gibi doğmuştu. Yakıyordu, tüm ruhuma ışık saçıyordu ve ben buna daha ne kadar dayanabilirdim bilmiyordum. ''Kalbin çok güzel atıyor Akif Selim,'' diye fısıldadım sanki sesimi ondan başka kimse duymasın ister gibi. ''Benim kalbim de böyle atıyor çoğu zaman.''

''Hangi zaman mesela?''

Konuşuverdim. ''Seni gördüğüm zaman.''

Duraksadı, duraksadım. Ben ne demiştim az önce? Ben iyi bir şeyler söylemiştim değil mi? Alışkın değilim bu hallerime zira utanmakla geçiyor vakitlerim...

Devam ettim sözlerime. Açılmıştı zaten bir kere bırakayım da tadını çıkarsın. ''Yani sana baktığımda, senin yanında olduğumda... Bana böyle baktığında da çok manyak atıyor kalbim. Delirdi iyice, zapt edemiyorum kendisini.''

Gülüverdi bir anda. ''Ne oldu ne oldu?'' diye sordu peş peşe.

''Kafayı yedi.''

''Güzel,'' diye kafasını salladı çabucak. ''Kalbinin bir kafası olduğunu bilmiyordum. Ürktüm şu an.''

''Yok ürkme sakın,'' dedim onu durdurarak. ''Korkulacak bir yanı yok, vallahi bak.''

Sözlerimin üzerine söz söylemedi. Muhtemelen şu an bir deli olduğumu düşünüyordu, e haksız da sayılmazdı. Vücudumdaki tüm kan neredeyse yanaklarımda toplanmıştı. Elimi usulca Akif Selim'in kalbinden çekip önümde birleştirdim. Parmaklarımla oynamaya başladım, ondan kaçtım. Bana başka şans bırakmıyordu. Bir şeyler söyleyecek gibi oldu lâkin bundan vazgeçip oturduğu yerden kalktı. Önümdeki kitaplara bakıp, ''Ayrıca hemen sermişsin önüne kitapları, hiç vakit kaybetmiyorsun maşallah,'' diye söylendi.

''Ankara'ya iner inmez doğruca sınava koşacağız ya ondan bu telaş,'' dedim açıklama yaparken.

''Olsun sen yine de çok telaş yapma,'' diye konuştu güven veren bir sesle. ''Her şekilde çok güzel notlar alacaksın.''

İç çektim. ''Umarım.''

''Neyse ben de biraz ders çalışayım,'' dedi ve çantasından çıkardığı bir kitabı eline alıp kendi yatağına kuruldu. Birlikte ders çalışmaya başladık. Vakit ilerlerken acıktık ve bir şeyler atıştırdık. Nihayetinde uyku vakti geldi ve yataklarımıza uzandık. Yüzlerimizi birbirimize çevirdik. Odadaki tek ışık komodinin üzerindeki minik gece lambasıydı. Gölgelerimiz tavanda bir portre çizmişti. Akif Selim bir elini yastığının altına diğerini de battaniyesinin üzerine koymuştu. Ben de öyleydim. Birbirimizi izliyorduk. Salak gibi gülümsüyorduk. Dışarıda yangın olsa, şimşekler çaksa umurumuzda olmazdı sanki, öyle gülümsüyorduk işte.

''Önümüzdeki hafta sonu gideceksin değil mi Bursa'ya?'' diye sordu sakin bir sesle.

''Evet.''

''Ne kadar kalacaksın?''

''Bir ay.''

Duraksadı. ''Bir ay mı?'' Kısık sesiyle devam etti. ''Çokmuş ya.''

Yüzümü iyice yastığa bastırıp gülümsememi gizlemek istedim çünkü şu an aşırı sevimli duruyordu ve onun hakkında böyle düşündüğümü bilse pek sevineceğinizi zannetmezdim. ''Bu biraz uzun bir ara hepimiz için biliyorsun,'' diye konuştum ardından. ''Sen ne yapacaksın peki?''

''Seni bekleyeceğim.''

Ama...

''Sahiden mi?'' deyiverdim kendime engel olamadan.

''Yani,'' diye gülümsedi dudağı yukarı doğru kıvrılırken. ''Evde olacağım hep zaten, babamın yanına giderim... Aslında sana söylemediğim bir şey var.''

''Nedir?''

''İşe başlayacağım.''

''Ne?'' dedim dikkat kesilirken.

Sözlerine destek olurcasına onları sahiplenerek, ''Uzun zamandır aklımda olan bir şeydi zaten,'' dedi. ''Tatile girdiğimizde başlayacağım.''

''Nerede peki?''

''Bir tanıdığım yardımcı oldu. Kitapçıda çalışacağım.'' Dudaklarını nemlendirip ekledi. ''Kitapların arasında olmayı seviyorum ve benim için uygun bir yer olduğunu düşünüyorum. Bakalım, umarım güzel olur.''

''Çok sevindim senin adına,'' dedim gözlerindeki ışığın parlamasına yardımcı olarak. ''Ama yorulduğun vakit beni ara ben hemen gelirim tamam mı?''

''Yorulmam,'' diye gülümsedi. ''Hem senin de işlerin var.''

''Kütüphanede çalışmıyorum artık, apartmanda da Sezer'e ve iki üst katımızdaki çocuğa ders veriyorum.'' Sesim dümdüzdü. ''İdare ediyorum tabii. Hem Ezgi'de var artık yanımda.''

''Ezgi sana iyi geliyor değil mi?''

''Evet,'' diye onayladım onu. ''Ezgi ile aslında ilk başta yıldızımız barışmamıştı ama onu tanıdıkça ne kadar iyi bir insan olduğunu anladım. Hayatımda olduğu için şanslı hissediyorum kendimi. Sevde'de öyledir mesela. İkisinin de yeri çok başka... Arkadaşlar iyi geliyor insana.''

Konuşurken sadece beni dinlediğini gördüm. Öylece izliyordu. Sonra sırt üstü uzandı ve ellerini tavana kaldırıp parmaklarını hafifçe oynatmaya başladı. Gece lambasının tava yansıyan ışığı orada gölge etmişti. Ben de dayanamadım ve sırt üstü uzanıp ellerimi havaya kaldırdım. ''Biliyor musun?'' diye sordu uykuya dönük bir sesle. ''Küçükken abimle ellerimizle hayvanlar yapar onu tavana yansıtırdık. Ben köpek ve kuşu çok iyi yapardım.''

''Yapar mısın peki bir daha?'' diye sordum tavanı izlerken.

Beni kırmadı ve iki elini birleştirip parmaklarıyla kanata benzer bir şeyler yaptı ama tavana öyle güzel yansıdı ki hakikaten gerçek bir kuş gibi görünüyordu. Gülümsedim ve onu izlemeye koyuldum. Fakat ben de ona ayak uydurmak istedim ve kendi halimde bir şeyler çıkarttım ortaya. Akif Selim neşeli bir sesle mırıldandı. ''O neye benzedi şimdi?''

''Bilmiyorum ki,'' diye güldüm. ''Pek bir şeye benzemedi sanki.''

''Eh,'' dedi gözlerini kısarken.

Saf saf tavanda biraz oyalandık ve sonunda yine birbirimize döndük. ''Alarmı kurdun değil mi?'' diye sordum ilgiyle. Gözlerini kapatıp açtı. ''Evet, erken kalkmamız gerekiyor. Uyuyalım artık yoksa zor uyanırız.''

''Tamam,'' deyip battaniyemi iyice boynuma kadar çekip altına sığındım. Bu hissi ve sıcaklığı o kadar seviyordum ki, işin garip yani yerimi yadırgamamıştım bile. ''İyi geceler Mislina,'' dedi Akif Selim ninni gibi bir sesle. Gözlerimi kapattım. ''Güzel geceler Akif Selim.''

Seninle geçen hangi gecem kötü olabilirdi sanki?

Gecelerim seninle güzel.

Ertesi sabah kurulan alarmı ikiletmeden uyanmış ve hafif aceleci bir şekilde gara gelmiştik. Yine vagonumuzu bularak eşyalarımızı yerleştirmiştik. Yemeklerimizin hepsi bitmemişti ve bayatlayan şeyler de yoktu. Sabahın sekiz buçuğuydu ve gözlerimizin üzerinde haliyle bir mahmurluk vardı. Akif Selim bana bakıp, ''Birazdan kahvaltı için restoran bölümüne geçelim,'' dedi. ''Çay içeriz, içimiz iyice ısınır.''

''Olur,'' dedim ılımlı yaklaşarak. Yaklaşık beş dakika sonra tren kalktığında biz de restoran bölüme gidip kahvaltı ettik. Çok garipti hâlâ yaşadığımız bu şey. Hayat ayaklarımızın altından akıp gidiyordu ve biz çay içip, tostumuzu yiyorduk. Bu günü, dünü asla unutmayacaktım. Ben hayatımda böylesi güzel anlar biriktirmemiştim. Özeldi ve daima öyle özel kalacaktı.

Kahvaltımızı yaptıktan sonra yeniden odamıza geçtik. Bacaklarımı çektim ve dışarıyı izleyerek konuşmaya başladım. ''Dönüyoruz... Zaman çabuk mu geçti sanki?''

''Bana da öyle geldi,'' diyerek yanımdaki yerini aldı. Nefesinin tatlı akışı saçlarımın köklerine ulaşırken içim çekilmişti. Devam etti. ''İyi oldu ama değil mi, Mislina? Güzel vakit geçirdin değil mi?''

Yüzümü yüzüne çevirerek ona baktım. ''Cevabını bildiğin sorular sorma bence Akif Selim.''

''Duymak istedim belki?''

''Peki,'' diye toparladım kendimi. Saçlarımı kulağımın arkasına saklarken, iç çekip üzerimden koca bir yükü atmışım gibi rahatladım. ''Çok iyi geldi. Uzun zamandır bu kadar güzel anlar yaşamamıştım. Her anı özel kalacak benim için.''

Gülümsedi. İyi hissetmiş olmalıydı, ben de öyle hissediyordum çünkü. Yüzümüzü yeniden akıp giden hayatın penceresine odakladık. Zaman baktığımız yerde miydi yoksa olduğumuz yerde bilmiyorum ama zaman biz değildik. Biz tüketilen, geçip giden bir şey değildik. Biz tüketendik, iyi ya da kötü bir şeyleri bitirendik.

Akşama kadar odanın içinde vakit geçirmiştik. Dönüşümüz daha hızlı oluyordu. Sanırım sınavlara çalıştığımızdan ötürü böyle hissediyordum. Her yerim uyuşmuş gibiydi. Ellerimi ve gözlerimi hissedemiyordum ama pazartesi günü iki sınavımızın olacağını bildiğim için işi şansa bırakmak niyetinde değildim. Tabii o haftanın yine yoğun geçeceğini de hesaba katmak gerekti. Belimi doğrultarak kafamı kaldırdım. Akif Selim'in dikkati de çalışma masanın üzerinde duran kitaplarındaydı. Sakince bir şeyler okuyordu. Ciddiyeti yerindeydi. Onu izlemeye başladığımda, ''Biri beni izlerken ders çalışamam Mislina,'' diye konuşuverdi. Boşluğa düştüm bir anda ve bakışlarımı derhal ondan uzaklaştırıp önümdeki kitaplara odaklandım. ''Yok ben sana bakmıyordum. Öyle denk geldi.''

Elindeki kalemi bırakmadan yüzünü bana doğru çevirdi. Evet, daha ne kadar utanabilirdim acaba? ''Yorulmadın mı?'' diye sordu sakince. ''Gözlerim ağrıyor hafiften ama idare ediyorum,'' deyip kafamı kaldırdım. ''Sen?''

''Bu kadarı yeterli benim için,'' deyip kitaplarının kapağını kapattı. ''Bence senin için de yeter. Saatlerdir çalışıyoruz zaten.'' Ardından kolundaki saate bakıp dudaklarını birbirine bastırdı. ''Saat de bayağı ilerlemiş. Bırak artık.''

''Tamam birkaç sayfam kaldı zaten.''

''Bir saat önce de aynısı söylemiştin?''

''Bir saatte çok az yol kat etmişim demek ki,'' dedim omzumu silkerek. Akif'in gözlerini devirerek kafasını sağa sola salladığını gördüm. Yüzünü kararmış gökyüzüne odaklandığında, odanın içindeki renkli ışıkların varlığını şu an daha çok benimsemiştim. Dışarıyı biraz izledikten sonra ayaklandı. Ona baktım. ''Ne oldu?'' diye sordum.

''Kahve alacağım,'' deyip umutsuzca konuştu. ''Baksana kitapları yemediğin kaldı bir.''

''Ama deme öyle.''

''Tamam, ucundan ısırmadığın kaldı diyeyim.''

Gülerek kafamı öne eğdim. Kendi kendime, ''Tövbe ya,'' diye fısıldadım. Akif Selim tepemde dikilmiş beni izlerken derin bir nefes alıp verip, ''İyi peki,'' diyerek kitaplarımı kapağını kapattım. ''Bence de yeterli sanırım bu kadar.''

Beni durdurdu. ''Ben senin iyiliğini düşünüyorum, yorgun düşeceksin. Sonra bildiklerini de unutursan kötü olur.''

''Yok yok,'' diye düzelttim zihnindeki kötü izleri. ''Sen haklısın. Kafam iyice karışacak. Hem uyumadan evvel tekrar ederim bir kez daha. Sıkıntı yok.''

''Allah'ım sabır,'' diye isyan etti Akif Selim. Tepkisi beni ışık hızıyla gözlerine bakmaya ittiğinde gülmemek için dudaklarımı ısırmaya başladım. Akif Selim bu tavrımı fark ederek, ''Gülebilirsin,'' diye konuştu. ''Sıkma kendini. Acıtma dudaklarını.''

Dudaklarımın birbirine olan baskısı söylediği şeyle kendiliğinden gevşediğinde yutkunamadan öylece ona bakakaldım. Akif bakışlarını kaçırarak elini ensesine götürdü ve saçlarının dibini ince, güzel parmaklarıyla usulca karıştırdı. ''Neyse ben gidip bize kahve alayım da geleyim.'' Bana bakmadan kapıyı açtı ve gitti.

Sersem bir civciv gibi ardından bakakalmıştım. Dudağımda bir tebessüm peydâh oldu ve bu kolayca silinmedi. O gelene kadar ben de burayı toplamalıydım öyleyse. Ayaklanarak kitaplarımı çantama koydum. Göz kapaklarımın üzerinde toplanmış bulutların ağırlaştığını hissediyordum. Oysa onlar yumuşacıktı ve hafif olurdu daima, bu sefer ağır gelmeye başlamıştı. Birkaç dakika içinde etrafı topladım ve yastığı sırtıma yaslayarak çehremi parlayan gökyüzüne çevirdim. Aradan saniyeler geçmezken Akif Selim içeri girdi. Elinde iki bardak kahve vardı. Ayaklanacağım sıra beni durdurdu. ''Yok rahatsız olma,'' dedi ve kahveleri masaya bıraktı.

Bir şey diyemedim ve kısık sesimle mırıldandım. ''Teşekkür ederim.''

''Bunu aşmadık mı biz?'' diye sordu gözlerini gözlerime sabitleyerek.

Dudaklarımı büküp, sol gözümü kıstım. ''Elimde değil. Sen bir şeyler yapınca böyle boş boş bakmak garibime gidiyor.''

''Boş boş bakmıyorsun, Mislina,'' diye oturdu yanımda kahve bardağını bana uzatırken. ''Öyle olmuş olsaydı sana her baktığımda, seni her gördüğümde içim bir hoş olmazdı.''

Elimde tuttuğum kahve sanki kalbimin içine dökülüvermişti çünkü orası şu an sıcacıktı. ''İçin hoş mu oluyor?'' diye sordum saf bir sesle. Kesinlikle çok çalışmaktandı bu alıklığım ama ne yapabilirdim ki sanki? Ben onun kadar güzel konuşamıyordum, daha doğrusu çekiniyordum bir şeyler söylemeye çünkü ayarı kaçıyordu sözlerimin. Ya kalbimin çok uzağına düşüyordu dilim ya da kalbimi deliyordu. Sana baktıkça, seni sevdikçe dengemi koruyamaz olmuştum ve bu her ne kadar benim suçum sayılsa da böyle olmamı sağlayan da sendin Akif Selim. Ama şikâyetçi değildim ki...

''Hı-hım,'' dedi gözlerini kapatıp açarken, aynı zamanda kahvesini dudaklarına götürüp bir yudum aldı. Gülümsedim ve gözlerimi kaçırıp ben de kahvemden bir yudum aldım. Yüzümü pencereye çevirdiğimde onu görmüştüm. Yansıyordu cama. Ben ona bakıyordum o da bana. Gülmeye başladık. Kahvelerimizi yudumladık ve anı yaşadık. Sadece anı.

On dakika kadar sonra biten kahvelerimizin ardından yorgun düşmüşçesine kollarımla bacaklarımı sardım ve öyle devam ettim ve gökyüzünün tiyatrosuna. Akif Selim sessizliği, yapabileceği en sakin bir şekilde bozarak, ''Müzik açayım mı?'' diye sordu.

Kafamı sallayıp, ''Tabii,'' dedim.

Telefonunu çıkardı ve bir şeyler karıştırarak çalışma masasına bıraktı. Saniyeler içinde parmağı oynatma tuşuna gittiğinde işittiğim sesle duraksadım. Ama bu... Nostaljik bir şeydi ve bunu biliyor gibiydim.

Akif Selim geri çekilirken gözlerimin küçülerek dudaklarımın yanaklarıma doğru yükselmesi eş zamanlı olmuştu. ''Biliyor musun?'' diye sordu sessizce.

''Sanki,'' dedim fısıltı gibi çıkan sesimle. Akif Selim sırtını yaslarken omuzlarımız birbirine değdi. Yan yana oturmuş bir şekilde sözlerin söylenmesini bekliyordu ve işte gelmişti.

''İnan ki
Senden başka
Senden başka
Senden başka
Hiç kimse yok içimde
Kimse yok içimde''

Gözlerimi belli bir noktaya sabitlemiş parçayı dinlemeye devam ediyordum lâkin gördüğüm yerde, daldığım yerdeki tek isim Akif Selim'di. Senden başka... Kimse yok ki içimde.

Ve devam etti...

''Yüzüne bakmasam da
Başımı çevirsem de
Seni her gördüğümde
Seni her gördüğümde''

Kısa bir iç çekiş... Aynı anda gözlerimizi birleştirerek dudaklarımızı araladık, sonra parçaya eşlik ettik. Bunu birbirimize armağan ettik.

''İnan ki
Senden başka
Senden başka
Senden başka
Hiç kimse yok içimde
Kimse yok içimde''

Derin bir nefes alıp verdim ona bakarken fakat bu denizin sığ kesimlerinde yürümek gibiydi, kumsala ayak basmak, güneşe selam vermek gibiydi. Ne güzeldi. Öyle güzeldin ki sen...

🍂

Bir yolculuk ısıtmıştı kalbimizi, şimdi hangi ayrılık üşütebilirdi sevgiye muhtaç kalmış bizi?

Onunla geçirdiğim en ama en güzel günlerdi. O kadar özeldi ki, sanırım olmayan günlüğüme lâkin zihnimin içindeki anılara bir asırlık malzeme çıkarmıştım. Bununla avutabilirdim kendimi aylarca, yıllarca. Her anını tekrar tekrar hatırlayıp dudaklarıma düşürebilirdim tebessümler ve oradan kalbime inerdi ani ölümler...

Ama bilmelisin ki, sen uğruna ölünebileceklerin en güzelisin.

Diyorum ya hani; sana ölürüm sana yaşadım.

Ankara'ya ayak basar basmaz önce eve geldik çünkü bu halde okula gidemezdik. Bir saatlik vaktimiz vardı. Bu süreçte çok hızlı olmam gerekiyordu. Eve girer girmez koşar adımlarla soluğumu salonda aldım. Ezgi işe gitmişti ve gitmeden evvel Çakır ve Kumru'yla ilgilenmişti. Çakır beni görünce paçalarıma sarıldı, onu geri çeviremedim ve tüylerini sevmeye başladım. ''Seni, sizi çok özledim ama şimdi gitmem lazım. Eve döndüğümde bol bol sarılacağız tamam mı?''

Beni duyduğunu ve anladığını varsayıp onunla vedalaşarak çabucak odama gittim. Çantalarımı gelince boşaltacaktım. Elimdeki süreyi derhal böldüm ve ilk kısımla kendimi banyoya attım. On beş dakika için banyodan çıktım. Islak saçlarımı bir yandan kuruluyor diğer yandan giyeceğim kıyafetleri seçiyordum. ''Ay vallahi şeytan karışacak şimdi işime,'' diye söylendim acele acele hareket ederken.

Saçlarımı beş dakikada kuruttuktan sonra, kurutma makinesini prizden çekip masanın üzerine koydum. Yarım saatim kalmıştı. Sınava ise kırk beş dakika... Giyinmedim, otobüse binmedim ve sınav için erkenden yerimde olmadım... Yetişirsin Mislina... Yani umarım...

On dakika içinde hazırlandım.

Nefes nefese kalmış bir şekilde aynanın karşısında dikilip halime baktım. Sırıttım. ''Vay be,'' dedim omuzlarımdan ağır bir yük indirirmişçesine. ''Yeni bir rekor için bir sonraki yolculuğu beklemek gerekiyor galiba?'' Duraksadım ve suratımı asıp homurdandım. ''Ben kafayı yedim. Akif Selim bu hallerimi görse soğur benden. Ben olsam soğurdum benden... Yok ya soğumazdım.''

Kendi kendime konuşarak vakit kaybettiğim sıra kapı çaldı. İrkilerek aynanın karşısından çekildim. Kapıyı açtığımda Akif Selim karşımda belirdi. ''Hazır mısın? Geç kalmayalım.''

Kapıyı açıp onu içeri buyur ettim. ''Kabanımı giyineyim de çıkalım. Gel içeri lütfen.''

''Yok beklerim burada.''

''Ama içerisi soğur.''

''Kapıyı kapat o zaman?''

''Ama o zaman da sen soğursun.''

Benden soğumanı kast etmedim ama sen bilirsin tabii...

Kafasını alayla sallayarak gülümsedi ve eğilmeden botlarını çıkardı. İçeri girdiğinde kapıyı kapattım ve elimle odamı gösterip, ''Kabanım içeride,'' diye söyledim. Beni takip etti ve odama geldi. Ay bir fena oldum tam şu an! Yatağımın üzerinden kabanımı kaldırdım ve onu sırtlanmaya başladım. ''Çantanı hazırlamadın mı daha?'' diye sordu tok bir sesle.

Kabanımın düğmelerini iliklerken yorgun bir şekilde baktım. ''Henüz değil. Zaten masanın üzerindekileri yerleştireceğim.''

''Ver ben hazırlayayım.''

''Yok ben hallederim,'' dedim titreyen sesime mani olamazken. Gülümsedi ve itiraz etti. ''Sen başka işlerini hallet. Saçlarına bir bere tak mesela, boynuna bir atkı. Üşüme.''

Kabanımın düğmelerinde duran ellerim yavaşlarken üzerimde tarifsiz bir ağırlık hissettim. ''Peki,'' diye karşılık verdim. Daha sonra yatağımın üzerindeki çantamı ona uzattım. Akif Selim çantamı aldı ve sadece masanın üzerindeki eşyaları doldurup öylece oraya bıraktı. Ben de o sırada beremi ve atkımı boynuma geçirmiştim. Şubat ayı soğuktu.

Ellerimi atkımdan çekerken, ''Sanki ölene kadar kaban giyecekmişim gibi bir his,'' diye mırıldandım. Tebessüm edip çantamı bana uzattı. ''Yıllardır kışı yaşıyormuşuz gibi.''

''Aynen öyle,'' diye gülümsedim uzattığı çantamı alırken. Onu omzuma asarken Akif Selim istifini bozmadan omuzlarını kaldırıp indirdi. ''Ama ben baharı erken getirdim... Sayende.''

Ama sen böyle konuşursan ben geçemem ki başka mevsime. İnsanların dört mevsimi olurdu. Üşürdü, yanardı... Sen başkasın. Bir yandan üşütüyor, diğer yandan yakıyorsun. Çiçeğinle, donmuş sarkıtlarınla karşımda duruyorsun. Beşinci mevsim gibisin.

''Neyse,'' dedi çabucak toparlanarak. ''Okula gecikmeyelim şimdi. Zaten vaktimiz az.''

Beraber evden çıktık ve birkaç dakika sonra gelen otobüse binip okula gittik. Sınavın başlamasına on beş dakika vardı. Sınıfa girdiğimizde Sevde oturduğu yerden fırlayıp yanıma geldi ve koluma yapıştı. Akif Selim'e bakarak, ''Merhaba Akif,'' dedi hızlı hızlı konuşarak.

''Sana da merhaba,'' diye karşılık verdi Akif Selim. Sevde gülümsedi ve ekledi. ''Ben Mislina'yı birkaç dakikalığına senden çalıyorum. Görüşürüz.''

Akif Selim neye uğradığını şaşırırken bir şey demeden sırasına yürüdü. Ne olduğuna ben de anlam veremezken Sevde vakit kaybetmeden beni köşeye çekip önümde durdu. ''Anlat her şeyi. Çatlıyorum anlat çabuk.''

''Sevde bir sakin olur musun?'' diye sordum gülerek. Çok heyecanlı duruyordu, sanki işi gücü bırakmış da bu haberi bekliyordu. Aslında Sevde bizi en başından beri merak ediyordu. Onun heyecanını anlamamak elde değildi. Kolumu sarsarak, ''Sakin olamam,'' diye fısıldadı, sabırsızdı. ''Bak sınava gireceğiz ve ben bunu merak ediyorum.''

''Ama sınav başlayacak.''

''Ya sana destan anlat demiyorum ki,'' dedi düz bir sesle. ''Azıcık ucundan spoiler ver bari. Çatlatma insanı.''

Dalga geçer gibi kafamı sallayıp, çantamın fermuarına tutundum. ''Sınavdan sonra konuşalım olur mu? Zaten okula da zar zor yetiştik.''

''Sabah indi değil mi tren?''

''Evet.''

''İyi madem,'' dedi sesine sisler düşerken. Gözleri aniden irileşti. Güldüm. ''Ama her şeyi anlatacaksın. Bilmek istiyorum.''

''Sen bana her şeyi anlatmıyorsun ama?''

''O neden?''

''Yani ne bileyim, Burak'la ilgili. Güzel gidiyor değil mi?''

''Güzel gidiyor şükür ki,'' diye iç çekti sakince. ''Bizim durumumuz farklı. Ben senin için heyecanlıyım, merak ediyorum işte anlasana!''

''Anlıyorum,'' dedim tebessüm ederek. ''Seni o kadar iyi anlıyorum ki...''

''Neyse,'' diye geçiştirdi hevesli bir şekilde hareketlenirken. ''Sınav başlayacak birazdan. Oturma listesine baktım. Benim arkamda oturuyorsun.'' Gözlerim Akif Selim'e kayarken gözlerinin elindeki telefonunun ekranında olduğunu gördüm. Kafamı hafifçe sallayıp Sevde'yi onaylarken içeri Berat girdi. Yanımıza gelip, ''Nasılsınız?'' diye sordu.

''İyidir senden?'' diye cevaplayıp, peşi sıra sordu Sevde.

Berat omuz silkip, ''Fena değil,'' dedi. Bana döndü. ''Mislina sende yarınki sınavın notları var değil mi? Benim biraz eksik, rica etsem verir misin?''

Berat'ı dinlerken dikkatimi çeken şey Akif Selim'in buraya bakması olmuştu.

Düz bakışları üzerimizdeydi lâkin daha çok Berat'ın yanında gölge etmişti. Bundan sıyrılarak zar zor konuştum. ''Tabii,'' dedim tökezler gibi. Cevabı çok basitti ama Akif Selim dengemi şaşırtmıştı. ''Yanımda değil, o yüzden eve gidince telefondan çekip atayım olur mu?''

Güldü. ''Aman tost makinesi gibi çekme de.''

Gülümsedim. ''Yok merak etme, güzelce çekerim.''

Bunun karşılığında eliyle kolumu usulca sıvazlayıp geri çekildi. ''Sağ ol. Vallahi hızır acil gibisin. Gerçekten sağ ol.''

''Ne demek,'' diye gülümsemeye devam ettim. Akif Selim'e baktığımda gözlerini üzerimizden çekmişti. Kendimi durduk yere kötü hissetmiştim. Gerçekten kötü hissetmiştim. Elimdekileri sıraya koyarken üzerimdekileri çıkarıp askılığa astım. Akif Selim'in yanına gitmeliydim. Sebebi ne olursa olsun konuşmak istemiştim. Kazağımın kollarını avuç içlerime kadar çekip çekingen bir halde Akif Selim'in yanına gidip oturdum. ''Merhaba.'' Gözlerimi kapattım. ''Çok saçma oldu dur... Yani ben aslında... Akif...''

''Mislina,'' diye durdurdu beni berrak sesiyle. Gözlerimi açıp gözlerine baktım. Bir pencere aralanmıştı eşsizce. ''Bir şey söylemene gerek yok, ben seni anlıyorum. Ben kendimi anlamıyorum asıl.''

''Ne?'' diye soruverdim fısıldar gibi.

Dudaklarını nemlendirdi ve sıkıntıyla bana bakmaya başladı. Çok şey konuşmak istiyor fakat ne konuşacağını bilmiyordu. Gözlerinden çıkardığım anlam tam olarak buydu ve yanılmıyordum. Onu tanıyordum çünkü. Bana baktı, ağzını araladı ve göğüs kafesini havayla doldurup boş verdi. ''Neyse... Bakma sen bana.''

''Ya ne oldu?'' diye üzerine gittim koluna dokunurken. Gözleri kolumun üzerindeki elime kaydı. Benim de öyle. Öğrenmek istiyordum söyleyemediği her neyse. ''Akif Selim lütfen konuşur musun benimle? Bir şey söyleyecektin sanki? Bak eğer Berat...''

''Sana ne söyledi?'' diye sordu bir anda.

''Ne?'' dedim tekrar aynı soruya düşerken. Gözlerime ciddiyetle bakıyordu. Gülümsemeye çalıştım, hatta dudaklarım kendiliğinden kıvrıldı. ''Yarın ki sınav için notlarımı istedi sadece...'' Yüzündeki renk attı. Üzerine gittim. ''Sen ne sandın ki?''

''Hiç.''

''Ne demek hiç?''

''Yok sanmadım hiçbir şey,'' diye kaçırdı bakışlarını, giderek kısılan ses tonuyla beraber. Kaçırdığı bakışlarını takip ettim. İçten içe bu hallerine kapılıyordum. Kıskanmıştı ve bu sefer şükür ki boğazında kalmış bir kahve yoktu. Güzel. ''Demek böyle oluyormuş,'' diyerek izledim onu. Duraksadı ve yüzüme çevirdi kaçırdığı bakışlarını. Devam ettim. ''Ben de utanınca kaçırıyorum ya bakışlarımı ya da zor durumda kaldığımda... Demek böyle oluyormuş.''

''Ben utanmadım ki, senden de kaçmadım.''

Kaşlarımı havalandırıp ona gülen gözlerle baktım. Akif Selim keyiflendi ve ses tonunda da bunu belli ederek cümlelerine yenilerine ekledi. ''Gerçekten utanmadım. Neden utanayım ki?''

''Bilmem.''

Israr etti. ''Yok utanmadım, gerçekten.''

Üzerine gitmedim ve elimi kolundan çektim. ''Peki öyle olsun.'' Sınıf giderek kalabalık bir hâl alırken göğüs kafesimde biriktirdiğimde havayı boşaltarak ayaklandım. ''Ben sırama geçeyim o halde. Başarılar sana.''

''Sana da çok başarılar,'' diye gülümsedi mavi mavi bakarken. Dudaklarım kıvrıldı, yanında ayrılıp kendi sırama gittim. Akif Selim duvar dibinde, ben ise pencere kenarındaydım. Birkaç sıra ön çaprazında oturduğum için çok rahat onu görebilirdim. Elimi enseme koydum ve kafamı hafifçe oraya çevirdim. Çenem omzumun üzerine konarken bana baktığını gördüm. Gözleri kısıldı ve gülümsedi. Gülümsedim. İçim kıpır kıpır oluyordu. Benim için zaten daima bir hoş oluyordu. Şu anda da aynısını yaşıyordum.

Gözlerimiz birbirinden ayrılırken, okul kartımı ve kalemlerimi çıkardım. Sevde kalemine uç takarken arkasını döndü. ''Çok çalıştın değil mi yine? Sahi çalışabildiniz mi o yolculukta?''

''Çalıştık çalıştık,'' diye konuştum güven veren bir sesle. ''Dönüşümüzün çoğunluğu çalışmakla geçti zaten.''

Sol kaşı imayla kalktı. ''Gidişiniz pek öyle olmamış anlaşılan?''

Utanarak bakışlarımı kaçırdım ve yanağımı avucumun içine hapsederek kaçırdığım bakışlarımı önümde duran kaleme kilitleyip gülümsemeye başladım. Sevde bu tavrımdan derhal bir sonuçlar çıkarırken kulağıma doğru yükselip çabucak fısıldadı. ''Öpüştünüz biliyorum. Salak salak sırıtmandan belli.''

Kendini geri çektiğinde kocaman olmuş gözlerimle onu susturdum. ''Hayır yok öyle bir şey. Vallahi olmadı.''

''Nasıl ya?''

''Ne demek nasıl ya?'' diye sordum kaşlarımı çatarak. ''Olmadı sandığın gibi bir şey. Ya anlatacağım diyorum hem. Az bekler misin lütfen?''

''İyi tamam ya,'' diye baktı ters ters önüne dönerken. Güldüğünü görmüştüm. Alayla kafamı sallayıp ben de güldüm. Birkaç dakika içinde Şerif Hoca ve Gülseren Hoca içeri girdi. Klasikleşmiş sınav öncesi kontrolleri geride bıraktıktan sonra vakit kaybetmeden sınav başladı. Sakin ve ferah bir halde sınav sorularını yanıtladım. Bu yaklaşık kırk dakika sürmüştü. İçime sinen bir kâğıtla yerimden kalkıp onu Gülseren Hocaya teslim ettim.

Yerime geçerken Akif Selim'in de elinde sınav kâğıdıyla kürsüye yürüdüğünü gördüm. Gözlerime baktı ve omuzlarımızı temas ettirerek yanımdan geçip gitti.

Kafamı öne eğdim ve gülüşümü sakladım.

Sınav bittiğinde Akif Selim yanıma geldi. ''Güzel geçti değil mi?''

Kafamı salladım. ''Güzeldi. Senin nasıldı?''

''Güzeldi.''

O esnada Sevde sırasının üzerindekileri çantasına doldurup bana baktı. ''Kantine gidelim mi Mislina?'' Ardından kaş göz işâreti yaptı. Yok yok, az daha belli et olmadı bu!

Kısacık bir an boşluğa düşer gibi olduğumda elimi saçlarıma götürdüm. Akif Selim ellerini siyah kabanının ceplerine koyarken duru bir sesle konuştu. ''Ben de bir öğrenci işlerine uğrayacağım zaten. Sonra görüşürüz.''

''Tamam o halde,'' diyebildim bekletmeden. Az sonra yanımızdan ayrıldı, biz de Sevde ile kantine indik. İki kahveyle boş bir masa bulup karşılıklı oturduk. ''Hadi başla,'' dedi Sevde arkasına yaslanırken. Devam etti. ''Giriş ve gelişmeyi az çok biliyoruz. Sonuç önemli. O trende neler oldu?''

Kahve bardağımı dudaklarıma taşırken güldüm. ''Yarabbim. Ay Sevde ne olabilir Allah aşkına?'' Kahvemden bir yudum alıp içimi ısıttım. Aranın soğumasına müsaade etmeden karşılık verdi. ''Ya beni delirtmesene. İki gün diyorsun. Bu çocuk seni hâlâ fark edemediyse gitsin bir gözlük alsın kendine. Taş olsa çatlar be kızım. Zaten elle tutulur bir şeyler vardı aranızda, ee?''

''Elimi tuttu.''

Gözleri parladı. ''Sonra?''

''Ben de onun elini tuttum.''

''Yani?''

Kıkırdadım. ''Kutu kutu pense oynadık.''

Durdu. Baktı. Donuklaştı. ''Yalnız sen bu mizahını, onun yanında da gösteriyorsan vallahi iyi sabrediyor... Bu arada gülüyor mu ya hiç?''

Gözlerimi devirdim. ''Yok Sevde gülmüyor. İnsan değil çünkü o.''

''Güldüğünü görmedim hiç, ne edek yani?''

Hafifçe omuz silktim ve kendi kendime konuşurcasına mırıldandım. ''Bir şey etmene gerek yok ki... Gülüyor yani. Çok güzel gülüyor.''

Kahvem bardağımla oynamaya başlarken Sevde meraklı ve ilgili tavrını benden esirgemeden dudaklarını araladı. ''Ee? Başka bir şey olmadı mı yani? El ele tutuştunuz sadece bu mudur?''

Onunla paylaşacaktım ama heyecanım o kadar tazeydi ki önce kendi içimde hazmetmem gerekiyordu. Buna inanıyordum lâkin onun bu üslubuna daha ne kadar direnebilirdim bilmiyorum. Omurgalarımı usulca doğrultarak kendimi masaya doğru ittim. ''Aslında bir şeyler oldu ama bilmiyorum Sevde. Yani...'' Kısık sesle devam ettim. ''Alnımdan öptü.''

Gözleri bu sefer gösterişli bir avize gibi parladı. İri iri oldu, ışık saçtı. ''Oha!'' dedi tepkisine ayak uydururken. ''E bu resmen helalimsin demek.''

''Ne?'' diye çattım kaşlarımı bir anda. ''Ne diyorsun sen?'' Geri çekilerek gülmeye başladım. ''Sevde... Manyaksın.''

''Ne manyağı?'' diye sordu bana ciddi bir tavırla. ''Kızım sen anlamıyorsun galiba bu işleri. Alnında öpmüş alnından... Öylesine biri değilsin işte, değerlisin onun için, kıymetlisin.'' Gözlerini kararttı. ''Vay be, helal olsun Akif'e. Bayağı kıyak bir enişte olma yolunda sağlam adımlarla ilerliyor.''

Kalbimin içindeki ritim değişime uğrarken gülümsemeden edemedim. Birkaç dakika kaş göz işaretleriyle iletişim kurmaya devam ettik. Ta ki Kadir yanımıza gelip oturana kadar. Sandalyesini çekti ve masanın diğer boş kısmını da o doldurdu. ''Nasılsınız hanımlar?'' Bana döndü. ''Nasılsın Mislina?''

''İyiyim sen nasılsın?''

''Ben de iyiyim,'' derken Sevde pürüzlü bir ses tonuyla Kadir'in ona bakmasını sağladı. ''Mislina'ya ayrı bir selam demek? Bozuksun yani hâlâ bana Kadir, öyle mi?''

''Yok değilim,'' dedi Kadir dümdüz bir sesle. ''Ben sana bozuk atamam Sevde, çünkü sen bana ağzımın payını bir güzel verirsin. Sen bana bozuk atarsın, atar yaparsın, kızarsın... Ben sana kızamam, kıramam.'' Yutkundu. Sesi bir taşın altında ezilmişti. Sonra bir cesaret son kelimeyi de söyleyiverdi. ''Kıyamam da.''

Nutkum tutuldu.

Öylece ikisine bakakaldım. Sevde'ye çevirdim yüzümü ve yüzünün alacağı şekli merak içinde bekledim fakat Kadir buna zaman tanımadı sanki kurduğu cümle yanlıştı, sanki bir mayının üzerine basmıştı ve patlamaması için çaba sarf ediyordu. ''Ben Mislina'ya da kıyamam,'' dedi gözlerinin ucuyla gözlerime bakarken. Koyu kahverengi bakışlarında gördüğüm şey koskoca bir acıydı. Dokunsam hissettiği acıdan benim bile canım yanardı. Dudağının kenarı sancıyla kıvrıldı. ''Siz benim arkadaşımsınız sonuçta.''

Bir şey diyemedim, zaten ne diyebilirdim ki? Kadir kendini tutuyor, ipi elinden kaçırdığı anda koşarak onu yakalamaya çalışıyordu ama kendi içinde verdiği mücadele bir sonuca varacak gibiydi. Görüyordum bilakis hissediyordum. Zaman gerekti, zaman her şey için gerekti.

Sevde dudaklarını nemlendirip durgun bir sesle Kadir'in gözlerine baktı. ''Kadir, ben o gün sana sert çıkmak istemedim. Gerçekten sana kızmak, seninle kavga etmek beni üzüyor. Biz seninle önceden çok yakın iki arkadaştık ve hâlâ da öyleyiz, tabii son zamanlarda işler pek yolunda gitmese de yine ben seni çok seviyorum, çok değerli bir dostsun benim için. Kaybetmek istemem seni inan bana.''

Şu an bu masadan ne kadar kalkıp gitmek istesem de bir yanım oturmamı söyleyerek onları izlemem gerektiğini savunuyordu çünkü ikisini de biliyordum. İkisinin gözlerinde de kaybetme korkusu vardı. Hisleri farklıydı belki ama kaybetme korkusu ikisinin gözlerinde de hâkimdi.

Kadir, ''Eskisi gibi değiliz Sevde,'' diye konuştu. ''Bunu sen de ben de çok iyi biliyoruz. Sen o çocukla tanıştığın andan beri aramız eskisi gibi olmadı. Bozuldu bir şeyler. Bunu biliyorsun. Yalan mı?''

''Değil ama ne yapabilirim ki?'' dedi Sevde hızla savunmaya geçerek. Daha doğrusu kendini ifade ederek. ''Hayatımda biri var ve haliyle ona da vakit ayırmam gerekiyor. Üstelik bunu sen başlattın. Bana ilk ters gelen sensin. Bu yalan mı peki?'' Kadir'e cevap hakkı tanımadan ekledi. ''Hem sen söylesene. Hayatında bir kız olsaydı, sevdiğin biri olsaydı bizimle bu kadar zaman geçirir miydin? Kendini kandırma lütfen ve bunun için kimse seni suçlamaz da.''

Haklıydı. Ama Kadir'e üzülüyordum.

''Yalan değil,'' dedi Kadir düz bir sesle. ''Kimse kimseyi suçlayamaz ama ortada belli bir gerçek var. Eskisi gibi de olamayız sen de bunu biliyorsun...'' Sevde söylediklerine anlam veremezken Kadir toparlanmaya başladı. ''Ya neyse ben gördüm sizi bir hal hatır sorayım dedim.'' Ayaklandı ve önce bana sonra Sevde'ye bakıp veda etti. ''Görüşürüz.''

'''Görüşürüz,'' dedim ardından bakarken.

Sevde, ''Böyle bir gün kilitleyeceğim bir odaya, bağlayacağım bir koltuğa derdi neyse öğreneceğim ha!'' diye homurdandı. ''Bir karın ağrısı var belli.''

''Ne karın ağrısı olacak canım?'' dedim sessizce. ''Önceden daha çok vakit geçiriyordunuz ya, ona üzülüyor işte biraz.''

''İyi de ben zaten bağımızı koparmadım ki,'' dedi kuru bir sesle. ''Burak var...''

Sevde'nin sözleri Burak yanımıza gelince yarıda kaldı. Sevde onu görünce ayaklandı ve birkaç saniye sarılıp ayrıldı. Burak oturmadan bana bakarak, ''Merhaba,'' dedi. Sesi oldukça tok ve sakindi. Tebessüm edip başımı hafifçe eğdim. Tekrar Sevde'ye döndü. ''Sınavın nasıl geçti?''

''Fena sayılmazdı.''

''Güzel. Benim diğer sınavıma iki saat var daha, ne yapalım? Ya da siz bir şeyler yapıyorsanız ben bölmeyeyim.''

Sevde sıkıntıyla bana bakarken kahve bardağımı ağzımdan çekip, ''Yok siz rahatsız olmayın, benim de işlerim var zaten,'' dedim. Bunu gerçekten içimden gelerek yapmıştım üstelik Akif Selim'in yanına çıkmak istiyordum. Merak etmiştim. Çantamı omzuma takarken Sevde'ye bakıp gülümsedim ve birkaç göz işaretiyle yanlarından ayrıldım.

Akşam saatlerine yakın okuldan Akif Selim ile ayrıldık. İkinci sınavımız ilk sınavdan iki saat sonra olmuştu. Sınavlar bitince kütüphaneye gidip ertesi gün gireceğimiz sınav için çalıştık. Bu haftayı da kaza bela olmadan geride bırakırsak rahatlayacaktık. Fakat tam rahatladım derken bu sefer Akif Selim ile ayrılacaktık. Reva mı bu şimdi?

Otobüsten bir durak evvel inmiştik. Hava soğuktu ama biraz yürümek istemiştik ikimiz de. ''Abinle konuştun mu bugün Akif Selim?'' diye sordum ağzımdan pek belli olmayan dumanlar çıkarken.

''Konuştuk,'' dedi sakin bir sesle. Elleri cebindeydi. Adımlarımız yavaş ve endişesizdi. ''Ona bana gelmesini söyledim ama bu sefer de o istemedi, ben de üstelemedim. Öyle.''

''Aranızın düzelmesine sevindim,'' deyip toparladım. ''Yani en azından iyisiniz sanki? Yanlış mıyım?'' diye baktım ona omzumun üzerinden.

Suratına bana çevirdi. ''Doğrusun,'' diye seslendi naif bir sesle. Çiçeklendik ikimiz de.

Bakışlarını adımlarına odaklarken sesi başka bir notaya dokundu. ''Şimdi sen Bursa'ya gideceksin ya, bir ay da yoksun... Acaba o Salih denen çocuk gelir mi seni görmeye? Yani gelmez değil mi? Gelmesin.''

Gülümsedim. Ama öyle böyle değil.

Devam etti. ''Hem kim ki o Salih? Sen tanıyor musun? Annenler seviyor mu peki onu?''

''Ben tanımıyorum, annemler de sever ama iyi biriymiş yani öyle dedi annem,'' diye açıkladım dürüstçe. ''Ama gelmez beni görmeye. Ben onu istemiyorum ki zaten. Annemler de beni zorla baş göz edecek değil, öyle biri değiller yani. Sadece beni Salih'e uygun görmüşler.''

Hah! Kalp krizi geçirsin çocuk şurada, onu istiyorsun bence sen Mislina.

Yo, azıcık kıskansın istiyorum sadece.

''Ama olmaz ki öyle,'' dedi tok bir sesle. Tavrı usulca sivrileşti. ''Sen okuyorsun daha, hem olmaz yani. Yok olmasın...'' Gözlerimle buluştu. ''Olmasın değil mi Mislina?''

Benden izin istiyordu, gönlümü istiyordu sanki. Ona ters gitmememi istiyordu oysa zaten bunu istemesine bile gerek yoktu, bunu bilmiyordu. ''Olmayacak Akif Selim,'' dedim sıcak bir şekilde, sesim onu ısıtmışa benziyordu, gözlerinin bebeği buharlanmıştı. ''Bunu sen de çok iyi biliyorsun.''

Duraksadı ama adımları değil kalbinin atışı. Ona müsaade etti nabzı, soluklandı. ''Biliyorum,'' dedi içimden akıp giderken. ''Sadece emin olmak istedim.''

Bir şey diyemedim. Kafamı öne eğdim ve gülümseyerek adımlarımızı izledim. Birkaç dakika boyunca yalnızca gülümseyerek iletişim kurduk. Bu bize ait bir dildi. Ne zaman konuşamasak, gözlerimize bakamasak dil değil kalp devreye girmiş olurdu.

''Hüseyin Amca'ya uğrayalım mı?'' diye sordum ilerideki dükkânını görünce. ''Uzun zamandır gitmedim, onu özledim.''

''Gidelim tabii,'' dedi yumuşak bir sesle. Birlikte oraya vardık. Akif Selim kapıyı tıklatarak içeri girdiğinde, ''Selamün aleyküm Hüseyin Amca,'' diye konuştu. Peşinden girdim ve kapıyı kapattım. ''Nasılsın?''

Sobanın başında oturuyordu ve yanında hanımı vardı. Ayşe Teyze.

Hüseyin Amca oturduğu yerden kalkarken Akif Selim yanına gidip, ''Yok amca rahatsız olma,'' deyip onu durdurdu. Ardından ellerinden öptü. Bir şiir dinler gibi onu izledim. Ardından ben de gittim yanlarına ve önce Ayşe Teyze'nin sonra da Hüseyin Amca'nın ellerinden öptüm.

Ayşe Teyze bize bakıp gülümsedi. ''Evladım ayakta kalmayın, şuradaki tabureleri çekin oturun haydi.'' Sobanın etrafa yaydığı sıcaklık damağımda eriyen şeker gibiydi. İçim bebek gibi olmuştu. Akif Selim üst üste olan tabureleri ayırıp ikisini yan yana koydu. Yan yana oturduk.

Ayşe Teyze, ''Çay mı içersiniz yoksa ıhlamur mu?'' diye sordu ton ton bir sesle. ''İçiniz ısınır bir güzel.''

Akif Selim ile göz göze geldik. ''Ihlamur olabilir,'' diye söyledim fısıltı gibi çıkan sesimle. Akif Selim, ''Ben çay içeyim,'' dediğinde ayaklandım. Ayşe Teyze beni duraksatırken onu kibarca engelledim. ''Ben hallederim Ayşe Teyze, lütfen rahatsız olma.''

''İyi madem,'' deyip köşedeki küçük rafta duran iki bardağı uzattı. Bir bardak çay ve bir bardak ıhlamur ile yerime geçip oturdum. Akif Selim ellerinin arasındaki çay bardağını kavramış, gözlerini zemine sabitlemişti.

Ihlamurumdan bir yudum aldıktan sonra Ayşe Teyze'nin kucağındaki örgüye baktım. Mavi renkli bir hırka örüyordu, bebek hırkası. Gülümsedim. ''Çok güzel görünüyor,'' dedim hırkaya bakarken. Hırkanın örülmüş kısmını gösterip gülümsedi. Öyle güzel gülümsedi ki, bu gülüşü ömrüm boyunca unutamayacağımı anlamıştım. Burnunun kemerine kadar inmiş gözlüklerinin altından bana bakıp, ''Benim küçük kızın bebeği oldu, ona örüyorum. Beğendin mi?''

''Çok beğendim,'' dedim hayran kalırcasına. ''Hayırlı olsun bu arada, Allah nazarlardan saklasın.''

''Amin kızım,'' diye baktı gözlerime.

Akif Selim çay bardağını ağzından çekerken Hüseyin Amca'nın bakışları onu hedef aldı. ''Akif Selim, nasıl gidiyor evlat?'' Bana baktı sonra. ''Her şey yolunda mı Mislina? Okul yoruyor sizi galiba, bak akşam olmak üzere ama daha yeni geliyorsunuz.''

''İdare ediyoruz Hüseyin Amca,'' dedi Akif Selim nazikçe. ''Siz iyi misiniz asıl? Sağlığınız yerinde değil mi?''

Ayşe Teyze gülerek kafasını salladı. ''Tosun gibi maşallah, tosun.''

İkimiz de gülümsedik. Hüseyin Amca, hanımına bakıp, ''İlahi sen de hanım,'' dedi. ''O kadar da değilim yahu.''

Akif Selim gülerek, ''Maşallahın var Hüseyin Amca,'' dedi. ''Ayşe Teyze haksız değil bu konuda.''

Ayşe Teyze keyiflenerek gülmeye devam etti. ''Bak gençleri de aldım yanıma, gördün mü Hüseyin Efendi?''

Hüseyin Amca bize düz düz baktı ama o kadar tatlıydı şu an, keşke biri bizi bu ana hapsetmiş olsaydı. Tam şu anı aylarca yaşayabilirdim. Samimiydi, sıcaktı, huzurluydu. Her şeyden bizden yaşça büyük olmalarına rağmen onlarla bu kadar iyi anlaşıyor olabilmek çok özeldi. Bana yıllar sonra sahip olmak istediğim aileyi anımsatıyordu. Akif Selim ve beni... Bir kış günü, bir sobanın etrafında onunla ıhlamur içmek... Koca koca hayallere gerek yok, şu kadarını minicik kalbime sığdırsam yeterdi.

Elimizdekileri bitirdikten sonra ayaklandım. Ayşe Teyze onları alıp tepsinin üzerine koydu. Daha sonra bir bana bir Akif Selim'e baktı. Bakışlarındaki ima utanacağım cinstendi. ''Sizin okulunuz güzel gidiyor değil mi çocuklar?'' diye sordu sevecen bir sesle.

''İyi diyelim iyi olsun,'' dedim ellerimle oynarken.

''Kaç seneniz kaldı?''

''Bu seneyi saymazsak, iki.''

''Sonra ne yapacaksınız?'' dedi. ''Biz yaşlıların bu soruları hiç hoşunuza gitmez biliyorum ama başka anlamda soruyorum ben. Burada mı kalacaksın Mislina?''

''Bilmiyorum,'' dedim ellerimle oynamaya devam ederken. ''Ben Bursalıyım biliyorsunuz, annemler de orada. Okul bitince ne olur, ne yaparım çok düşünmedim. Burada iş bulursam burada kalırım.''

Akif Selim'den uzağa düşemezdim. Bunu asla istemezdim.

''Sen peki oğlum?'' diye sordu bakışlarını Akif Selim'e yöneltirken. ''Sen burada yaşıyordun değil mi?''

''Evet. Ben de burada kalırım herhalde. Uzun vadeli hayallerim yok.''

''Neden?''

''Bilmem,'' dedi eskimiş bir gülüşle konuşurken. ''Hayat çok ani, çok kısa. Elbette bir sonraki günü düşünüyorum ama daha ilerisi olmuyor benim için. Yaşadığım anın kıymetini biliyorum ben.''

Yüreğime oturmuştu sözleri. Onu alıp o yüreğin içine koymak istedim, orada saklamak, orada büyütmek ve kimse görmesin kimse zarar veremesin diye sarılmak istedim. Yapamadım belki ama istedim en azından.

Derler ya, istemekle başlar her şey.

İstiyorum sana iyi gelmeyi, Akif Selim.

Hüseyin Amca ağır sesiyle oturduğu yerde hafifçe toparlanarak bize baktı. Kırışmış cildinde kaç acı birikmiş, kaç hüzün değmiş geçmişti kim bilir... ''Altmış yaşı devirdim ve inanın ne yaşadığımı anlamadım. Sanki dün hayata gelmiş gibiyim çocuklar, zaman öyle hızlı akıyor işte... Fakat ben de şanslı bir ihtiyar sayılırım. Günlerimi şükrederek geçirdim, her gün Allah'a şükrettim. Önce güzel bir insan çıkardı karşıma sonra onunla güzel bir ömür... Bundan daha güzel bir şey olabilir mi?''

Gözlerim doluverdi. Ayşe Teyze'ye baktım usulca. Onun da gözleri kızarmıştı, yüzünde bir bahar vardı lâkin bu bahar onu duygulandırmıştı. Sonra ikisi de birbirine baktı. Hüseyin Amca, hanımına öyle güzel baktı ki bunun tarifi nasıl edilir bilemedim.

Bir minnet vardı gözlerinde, bir özlem vardı. Bir ömür vardı...

Onları izlerken Akif Selim gözlerime baktı. Konuşamadım ve kızarmış gözlerimle ben de ona baktım. Tebessüm etti. Gözlerinde bir şey vardı. Belki hasret belki de bir minnet.

İnsan insana daima hasrettir oysa,

Yapılan iyilikler, karşısındakine ömrü boyunca kalınan bir minnettir.

Ömrüm boyunca minnet kalacağım sana, öyle bir his işte...

Yarım saat daha yanlarında oturduktan sonra eve geldik. Bir durgunlaşmıştım ama iyi sayılırdım da. Çakır beni karşılarken eğildim ve ona sarıldım. ''Canım benim,'' dedim onu severken. ''Canımsın sen benim.'' Eğlendik birbirimizle. Ardından salonun ışıklarını yakıp Kumru'nun yanına gittim. Kafesine tıklattım. ''Hu-hu! Komşu ben geldim!''

Minicik kafası hareket halindeydi. Gülerek devam ettim. ''Çok özlendiniz Kumru Hanımcığım. Anlatacak çok şey var ama önce içerideki eşyalarımı toplamam gerek. Onları toplayayım, hemen geleceğim.''

Çakır ve Kumru'nun ihtiyaçlarıyla ilgilendikten sonra odama gidip kıyafetlerimi çıkardım ve daha rahat bir şeyler giyindim. Ardından sabah bıraktığım çantaları boşaltmaya başladım. Yiyecek tabaklarını tezgâhın üzerine çıkarıp onları bir güzel yıkadım. Halimden memnun gibiydim, sonuçta aklımdaki anılar yüzümdeki gülümsemelere sebep oluyordu. Kötüye yoracak bir şey yoktu.

İki saatin ardından Ezgi biraz gecikeceğini belirtti. Akşam yemeği için onu beklemek istedim. Telefonumla birlikte salona girdim ve pencere kenarında dikildim. Ayaktaydım ve şehri izliyordum pencereden. Tabii Kumru'yu unutmamıştım. Sokağı izlerken bir yandan da onunla sohbet etmeye başladım. ''Aslında nereden başlayacağımı bilmiyorum Kumru. Çok özeldi, her şeyiyle o kadar özeldi ki, biri bir yıl önce bunları yaşayacağımı söylese 'dalga geçiyorsun herhalde' derdim.'' Güldüm. Sarhoş gibi güldüm. ''Öyle güzel bir adam ki... Her seferinde, onu her gördüğümde iyi ki diyorum. Şükrediyorum.''

İç çekerek onu anlatmaya devam ettiğimde Kumru'ya baktım. Beni dinlediğini biliyordum çünkü o benim arkadaşımdı. Anlamıyordu ama ben anladığını da biliyordum. Öylesine alışmıştım işte, öyle düşünüyordum. Ne zararı gelirdi ki bunun bana benden başka.

Yüzüme yansıyan karanlıkla başımı öne eğdim. Sırıttım. ''Çok seviyorum Kumru. Bir insan en fazla ne kadar severse o kadar seviyorum onu...'' Karanlık gökyüzü ruhuma sinmeye başladığında yorgun ama huzurlu bir şekilde iç çektim. ''Biz onunla...''

Duraksadım. Gözlerime bir ateş dokundu, bir kıvılcım sıçradı buraya.

Kafamı kaldırdım, ateşin geldiği yere baktım. Damağım kurudu, kalbim ağrımaya başladı.

''Hayır,'' dedim ellerim titrerken, gözlerim çabucak dolarken. ''Hayır olamaz...''

Gözyaşlarım saklı kaldığı yerden süzülmeye başladı sabırsız bir istekle. Her şey çok hızlı gelişiyordu, kalbim acıyor ruhum feryat figan ediyordu. Ellerimi buz gibi pencereye koydum ve bağırdım. Sesim delirmiş gibi titredi. ''Hüseyin Amca...''

Dükkânı yanıyordu.

Yanan bir dükkân değil, bir ömre sığdırılan minnetti.

🌹

Bölüm sonu.

Bu sefer biraz buruk bitti hatta yazarken ağladım çünkü Hüseyin Amca ve Ayşe Teyze'nin bende özel bir yeri var.

Yine de sevdiğinizi umuyor, yorumlarınızı bekliyorum.^^

Instagram. Sumeyyedmrkan
Twitter. Sumeyyedmrkan

Continuer la Lecture

Vous Aimerez Aussi

503K 14.7K 52
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
525K 23.2K 16
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
Çilek Kız Par Lara

Roman pour Adolescents

693K 46.4K 44
Çilek Alança Yıldırım mı yoksa Çilek Alança Saruhan mı demeliyiz? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek, ailesinin gerçek olmadığını ve küçük...
1.3M 51.5K 26
(18+ cinsellik ve şiddet içerir.) Başımızın üstünde ki elçilik binasının içinde bir ses yankılandı. "Şuandan itibaren; Onun tek bir saç teline zarar...