Soredemo | Taekook

By saturnfamesi

1.7M 198K 380K

Hiçbir insan kendisini ısıran vampirin suratını hatırlayamazdı, acıları saniyeler içinde kaybolur giderdi. Va... More

Bölüm 1: İlk Kanlı Karşılaşma
Bölüm 2: Üç Vampirin Arasında
Bölüm 3: "Bir İstisna"
Bölüm 4: "Acı Çektiğini Hissettim"
Bölüm 6: "Kullanılması Gereken İlaçlar"
Bölüm 7: "Dokun Bana"
Bölüm 8: "Vampir Sürüsü"
Bölüm 9: "Acılarımızı Paylaşıyorduk"
Bölüm 10: "Kırmızı Atkısını Çaldı"
Bölüm 11: İlk Kanlı Öpücük
Bölüm 12: "Melez Prenses"
Bölüm 13: "Senden Nefret Etmiyorum"
Bölüm 14: "İnci Kolye ve Küpeler"
Bölüm 15: "Sana Güveniyorum"
Bölüm 16: "Panzehir"
Bölüm 17: "Çiçeğimize İyi Bak"
Bölüm 18: "Taehyung Üzerine Bir Anlaşma"
Bölüm 19: "Evimize Gidelim"
Bölüm 20: "Kayıp Eşyalar"
Bölüm 21: "Tavşan, Yuvasına Geri Dönecek"
Bölüm 22: "Ceylanı Andıran Kırmızı Gözler"
Bölüm 23: "Av ve Avcı Döngüsü"
Bölüm 24: "Güçsüz Kral"
Bölüm 25: "Avlarınızı Öldürün"
Bölüm 26: "Saklanan Vampir Cinayetleri"
Bölüm 27: "Taehyung'u Kaybetmek İstemiyorum"
Bölüm 28: "Seni Isıtabilirim"
Bölüm 29: "Bir Katil Olabilirdim"
Bölüm 30: "Beni Öldür"
Bölüm 31: "Ender Rastlanan Bir Aşka Kapıldım"
Final: "İmkansızlığın Ötesi"
TEŞEKKÜRLER
Birinci Yıla Özel Hiçbir Şey Yapmıyoruz

Bölüm 5: "Mor Leylak Çiçeği"

58.4K 7K 9.8K
By saturnfamesi

Umarım mor leylak çiçeklerini bu hikaye ile hatırlarsınız :") Güzel yorumlar bekliyorum sizlerden.

Keyifli okumalar *sonsuz kalpler*

-------

-JIMIN-

Annem valizimdeki eşyaları dolabıma yerleştirmeye çalışıyordu. Ben de onun işini zorlaştırmak adına astığı kıyafetleri askıdan çıkarıp valize atıyordum. Annemin sabrı taşınca, "Jimin dur artık!" diye bağırdı.

"Ben bu evde bir gün bile kalmam."

"Jimin, seninle ne konuşmuştuk? Mutluluğuma saygı duyacaktın."

"Bak, o adamla evlenmen umrumda değil. Ne yaptığın da umrumda değil. Sadece beni de peşinden sürükleme."

"Anneni yalnız mı bıracaksın?"

"Yeni eşinle ve yeni çocuğunla yalnız kalmazsın bence."

"Jimin, saçmalıyorsun. Derdin ne senin?"

"Benim derdim--" kapının çalmasıyla cümlem yarım kalmıştı. Annem gelmesi için seslendiğinde içeri giren kişi tam olarak derdim olan kişiydi. Min Yoongi. Elinde sarı bir hediye paketiyle içeri girmişti.

"Rahatsız ediyorum sanırım. Sonra gelebilirim."

Annem benden önce davrandı ve "Gelebilirsin Yoongi." dedi. Gözlerimi devirdim. Benim odama girip girmeyeceğine ben karar verebilseydim keşke.

"Jimin için hoşgeldin hediyesi aldım."

Annem hemen yumuşamıştı. "Yaa! Ne zahmet ettin oğlum. Hiç gerek yoktu. Çok ince düşüncelisin."

Bana döndü ve ters bir bakış attı. Hediyeyi kabul etmem için beni zorluyordu. Boş bakışlarla anneme baktım yalnızca. Annem, "Sen hediyeni ver. Ben aşağıdayım." deyip odadan çıktığında Yoongi de kapıyı kapattı. Şimdi odada yalnız kalmıştık.

Kollarımı göğsümde birleştirdim. Çenemle elindeki sarı paketi işaret ettim. "Ne bu?" dedim dümdüz bir sesle.

"Çok hoşuna gidecek bir hediye. Bu hediyeyi alabilmek için birkaç kez okuluna gelmek zorunda kaldım."

Açıkcası ne aldığını tahmin edemiyordum. Min Yoongi'ydi bu, her şey olabilirdi.

"Hediyeyi bırak ve dışarı çık." dediğimde kıkırdadı. Karşı geleceğini düşünmüştüm fakat usulca yatağıma yaklaştı ve sarı paketi yatağımın üzerine bıraktı. Ardından bana döndü. Bir süre suratımı inceledikten sonra, "Bence iki kardeş olarak daha yakın olmalıyız." dedi.

"Seni ağabeyim olarak görmüyorum. Mezun olunca bu evden defolup gideceğim. Bu yüzden ben yokmuşum gibi davran."

"Kalbimi kırıyorsun Jimin. Ben hep senin gibi bir erkek kardeşim olsun istemiştim." yavaş yavaş bana doğru yaklaşmaya başladı. Geri geri gidersem ondan çekindiğimi anlayıp daha fazla üzerime gelir diye korktum. Bu yüzden olduğum yerde sabit kaldım.

"Sana söyledim, mezun olunca evden gideceğim. Boşuna benimle yakınlık kurmaya çalışma. Üzülen sen olursun."

Aramızda bir adımlık mesafe vardı ki durdu. Gözlerimin içine bakıyordu. Bu şekilde bakışmamız beni iyice tedirgin ediyordu fakat kendimi bozmamaya ve ondan çekindiğimi belli etmemeye kararlıydım.

"Fakat ben seninle yakınlık kurmak istiyorum. Kardeşlerin yaptığı şeyleri yapalım. Örneğin," bakışları yatağıma kaydı, "birlikte uyumak gibi."

"Kalsın."

"Birlikte yıkanmak gibi."

"Asla böyle bir şey olmayacak."

Karşımda bana sırıtmaya devam ediyordu. Beklemediğim bir anda kulağıma sıcak nefesini üflediğinde geriye doğru kaçtım. Beni kollarımdan yakaladı ve sımsıkı tuttu. Ardından kulağıma fısıldadı, "Hediyeyi bir an önce açmalısın. Tepkini çok merak ediyorum."

Kokusu çok güzeldi. Söylediği cümleyi düşünmekten ziyade kokusunu düşünüyordum. Yapay bir parfümü andırmıyordu bile. Çok daha eşsiz, doğal bir kokuydu. Benden ayrıldığında ukala ukala sırıtmaya devam ediyordu. Ona yaklaşmak istedim. Kokusu hâlâ burnumun ucundayken odadan çıkmak üzere kapıya doğru ilerledi. Transtan çıkabilmek adına gözlerimi sımsıkı kapatıp açtım. Neler düşünüyordum böyle... Yalnızca pahalı ve güzel bir parfümdü işte. Onunla bir alakası yoktu. O kokuyu kim sıksa hoşuma giderdi.

Gözlerim yatağın üzerindeki sarı paketi buldu. Yatağıma oturdum ve paketi kucağıma koydum. Hızlıca yırttım ve karşımda bir kutu çıktı. Kutunun içinde bir CD vardı, yanında da küçük bir not. Notu okumadan direkt CD'yi aldım.

Komodinin üzerinde duran bilgisayarımı açtım, ardından CD'yi yerleştirdim. Umarım tuhaf bir şey çıkmazdı. Çünkü midem şu anlık bunu kaldıramazdı.

Video oynatıcısı açıldı ve ekranda eski erkek arkadaşımın suratı belirdi. Kamerayı ayarlıyordu. Burayı biliyordum, onun yatak odasıydı. Yatağa uzandı, göz ucuyla kamerayı kontrol ediyordu bazen. Bir dakika içinde kapının açıldığına dair sert bir ses odada yankılandı. Videonun baş kahramanı odaya girmişti.

Baş kahraman bendim.

Videoyu ilerletmeye başladım çünkü gözlerime inanamıyordum. Bu video ne zaman çekilmişti ve Yoongi'nin eline nasıl geçmişti?

Videoyu ilerlettikçe hatırlamak istemediğim görüntüler ekranda oynamaya başladı. Bu iğrenç videonun ana kahramanıydım, eski sevgilim bunu ne zaman çekmişti hiçbir fikrim yoktu fakat Yoongi'nin bu videoya ulaşması korkunçtu.

Utançla önce ekranı kapattım ardından yüzümü ovuşturdum. Ağlamak istiyordum. Sinirden dolayı ellerim titriyordu. Nasıl bulabilmişti bu videoyu?

Daha birkaç dakika önce, "Bu hediyeyi alabilmek için okuluna birkaç kez uğramam gerekti." lafını söylediği aklıma geldi.

Bunu erkek arkadaşımdan mı satın almıştı?

O anlık gelen bir sinirle odamdan bir hışımla çıktım. Merdivenlerin başındayken boğazımı parçalarcasına bağırdım:

"Min Yoongi!"

***

-YAZAR-

Taehyung ve Jungkook sabahın erken saatlerinde spor için bahçeye çıkmışlardı. Jungkook, gri eşofmanlarıyla Taehyung'un tam karşısında durdu. "Koşmak yok. Sadece hızlı adımlarla sabit tempoda yürüyeceğiz. Anlaştık mı?"

Taehyung spor yapmaktan nefret ederdi. Zaten kalp hastası olduğu için küçüklüğünden beri yaşıtlarıyla sokakta oyun oynayamamıştı. Onlarla koşup oynayamadığı için dışarı çıkmazdı bu yüzden de güçsüz, çelimsiz, bir vücudu vardı.

"Kendine dikkat etmelisin." Dedi Jungkook. "Bugüne kadar ilaç kullanmaman ve spor yapmaman büyük bir hata. Hastalığını kendi ellerinle ilerletmişsin."

Taehyung, "Haklısın." diyebildi yalnızca. Jungkook, Taehyung'un yanına geçti ve ilerlemesi için kolunu çekiştirdi. Taehyung yürümeye başlayınca Jungkook'ta yanından ilerliyordu. "Adımlarını hızlandır. Kendini kötü hissedersen duracağız. Kaplumbağa gibi yürümek zorunda değilsin."

Taehyung adımlarını hızlandırdı ve ikisi tempolu bir sabah yürüyüşü yapmaya başladılar.

Birkaç dakika yürüdükten sonra bir ev göründü. Taehyung, Jungkook'a döndüğünde "Bu evde birileri yaşıyor mu?" diye sordu.

"Evet, aynı hastanede çalışıyoruz."

"Doktor mu?"

"Öyle. Yine de onunla görüşmene izin vereceğimi düşünme."

"Bir şey söylememiştim zaten..."

Biraz daha yürüdüklerinde evin önüne gelmişlerdi. Jungkook evin önünden geçip giderken Taehyung duraksadı. Bakışları başka bir yöndeydi.

Jungkook arkasına dönüp Taehyung'a baktı. O da durdu ve ellerini beline koyup Taehyung'un ne yapmaya çalıştığını izledi.

"Ne yapıyorsun? Yürümeye devam edelim. Vaktimi çalıyorsun, işe geç kalacağım."

Taehyung, komşunun arka bahçesine doğru gidiyordu. Jungkook'da onu takip etti fakat belli bir mesafeden sonrasını yürümedi. Taehyung ise çoktan bahçeye girmişti.

Taehyung'un mor leylaklarla dolu bahçedeki görüntüsü Jungkook'un zihnindeki bazı anıları yeniden canlandırmıştı.

İki yıl öncesini hatırlamıştı. Tek isteği ormanlık alandaki insanlardan birini avlamaktı fakat kendini tatlı bir kan kokusunu takip ederken bulmuştu. Her şeyi unutmuş, tüm insanların kokularını yoksaymıştı. İçlerinden birini ayırt edebiliyordu ve delice onu arzuluyordu.

Mor leylakların arasındaydı o kişi, elinde fotoğraf makinesi olan arkadaşına poz veriyordu. Dudaklarında samimi ve sıcak bir gülümseme vardı. Arkadaşı kamerayı kapattığında omuzlarını yukarıya doğru kaldırıp başını öne eğerek kıkırdamıştı. Onun bu hali Jungkook'a çok utangaç ve masum görünmüştü.

Jungkook bir ağacın arkasından onları izlemeye devam ederken kendini tutmuştu. Alt dudağına dişlerini geçirmişti büyük bir susuzlukla. Taehyung'un kokusu çevredeki tüm insanların kokusundan daha baskın gelmişti burnuna. Susuzluğu artmıştı, vücudu biraz ilerideki masum görünen oğlanın bir damla kanı için çırpınmaya başlamıştı.

Jungkook bir adım atacaktı ki Taehyung'un gülüşü kulaklarını doldurmuştu. Tatlı kahkahasıyla arkadaşının elindeki fotoğraf makinesini almaya çalışırken Jungkook bir adım geriye atmak zorunda kalmıştı. Bu kadar susuzken merhamet göstermesi anlamsızdı fakat o gün sıradan bir gün değildi zaten. İkisi hiçbir sebep yokken yeniden bir araya gelmişlerdi. Üstelik bu duruma etki eden bir canlı yoktu.
Sadece kaderdi.

Jungkook bunları hatırlamıştı. Aynı görüntüye ikinci kez şahit oluyordu. Taehyung, mor leylak çiçeklerinin arasındayken gözüne çok güzel görünüyordu. Fıskiyelerin çalışmasıyla birlikte gerçekliğe döndü. Taehyung'un dudaklarından bir çığlık kopmuştu. Fıskiyeler kötü bir zamanda açılmıştı.

Jungkook koşarak bahçeye girdi ve Taehyung'un bileğini kavrayıp hızlıca onu oradan uzaklaştırdı.

Kendisi de onu kurtarmaya çalışırken en az onun kadar sırılsıklam olmuştu. Öksürük sesleri duyunca bileğini tuttuğu çocuğa baktı. Taehyung'u farkında olmadan fazla hızlı koşturmuştu. Bu durum onun için zararlıydı. İçinden kendine küfürler savurdu. Yaptığı şey büyük bir dikkatsizlikti.

Taehyung'u kucağına aldığında sırılsıklam olmuş iki beden birbirine yapıştı. Taehyung ne olduğunu anlayamadan Jungkook eve doğru koşmaya başladı. Kucağındaki hassas çocuğun üşütmesini istemiyordu.

Taehyung halinden memnundu. Göğsü biraz sıkışmıştı fakat şu an iyiydi. Jungkook'un hızlı koşması onu eğlendiriyordu. Tıpkı düz giden bir hız trenini andırıyordu Taehyung için. Bir vampirle yaşamayı sıkıcı bulmuştu fakat şu an oldukça eğleniyordu hatta sevinçle bağırmıştı.

Evin önüne geldiklerinde Taehyung, Jungkook'un kulağına doğru kıkırdıyordu. Yanağını ise Jungkook'un buz gibi yanağına dayamıştı.

"Çok eğlenceliydi." diye mırıldandı hâlâ sırıtırken.

Jungkook ise hayıflanıyordu, "Üşüteceksin. Neden durduk yere komşunun bahçesine girdin ki?"

Jungkook kapı zilini çaldığında Taehyung ona cevap vermişti:

"Mor leylakların suçu. Bu mevsimde nasıl hâlâ canlıydılar? Çok tuhaftı." ardından iç geçirdi, "Başıma ne geldiyse hepsi merakım yüzünden oldu." diyerek ilk tanıştıkları bir atıfta bulundu.

Kapıyı Soojin açtı. İkisini sırılsıklam ve kucak kucağa görünce şok oldu. "Bu haliniz ne?"

Jungkook, "Yok bir şey." diyerek tersledi Soojin'i. Ardından ayakkabılarını çıkartıp merdivenlere doğru yöneldi. Merdivenleri çıkarken Taehyung tekrardan konuştu:

"Mor leylak çiçeklerinin anlamını biliyor musun?"

Jungkook cevap vermedi, yalnızca Taehyung'u odasına kadar götürdü. Onu sandalyenin üzerine oturttu. Önce ayakkabılarını çıkartıp bir kenara koydu, daha sonra da dolabına yönelip sayısı az olan kıyafetlerden birini seçip aldı.

"Üzerini giyin yoksa üşüteceksin. Saçların için havlu getireceğim."

Kapıdan çıkacakken Taehyung'un sesini duyup duraksadı:

"Mor leylaklar ilk aşkı temsil eder." dedi tıpkı iki yıl önceki gibi samimiyetle gülümseyerek, "Babamın anneme aldığı ilk çiçek. Annem bir buketle gül bekliyormuş fakat babam elinde bir saksıyla evine gelmiş. Saksıda mor leylak çiçeği varmış. Annem başta bu durumdan hoşlanmamış fakat çiçeğin anlamını ve kokusunu fark edince hayatının geri kalanında da evinde mor leylaklar yetiştirmeye başladı. Bu yüzden bu çiçek benim için özel. Küçüklüğümden beri evimizde mor leylaklar yetiştiriyoruz."

Jungkook sadece yutkundu. Cevap veremiyordu. Sadece kapıdan çıktı ve banyoya yöneldi. Taehyung, ondan bir cevap beklemiyordu fakat en azından yüzüne bakmasını isterdi.

Jungkook, banyodaki dolaptan havlu çıkarttı. Banyodan ayrılacakken aynada kendi yansımasını gördü. Sırılsıklam olmuş saçlarına ve kıyafetlerine baktı. Sinirle soludu. Bu çocuğa fazla merhamet ediyorum, diye düşündü.

Kendi kendine, "O sadece bir av. Bu kadar önemseme onu." dese de şu an elinde havluyla onun odasına doğru gidiyordu.

Odanın kapısı aralıktı. Geçen seferki gibi aniden odaya daldı. Tek fark, bu sefer Taehyung giyinmiş ve yatağa oturmuştu. Jungkook'u görünce hiçbir tepki vermedi.

Jungkook elindeki havluyla yatağa yaklaştı. Yatakta dizlerinin üzerinde durdu ve Taehyung'un saçlarını kurulamaya başladı.

"Doktor Jeon, vampirler çiçeklerden hoşlanmaz mı?"

"Neden durduk yere bunu sordun şimdi?"

"Vampirler birbirlerine çiçek veriyorlar mı? Mesela sevgili olduklarında..."

"Hayır."

"Neden ki?"

"Gerek yok."

"Birbirlerini seven vampirler yüzük takıyorlar mı?"

"Hayır, Taehyung. Vampirler evlenmezler ya da aşklarını sembolize edecek bir şey kullanmazlar. İnsanlardan farklıyız. Birbirimizi seviyorsak birlikte yaşar, birlikte avlanırız. Bu şekilde devam eder."

"Vahşi hayvanlar gibi."

Jungkook iç geçirdi. "Neye benzetiyorsan artık."

"Bence Soojin sizden farklı. O insanların hoşlandığı şeylerden hoşlanıyor."

"Evet, Soojin her zaman insanlar gibi yaşamaya çalıştı. İnsanlarla yakınlık kurmak için kendi kimliğini unuttuğu çok fazla zaman oldu."

"O gerçekten cana yakın biri."

Jungkook, havluyu Taehyung'un saçlarından ayırdı. Gözlerini ona diktiğinde Taehyung biraz gerilmişti. "N-ne oldu?" diye sordu kekeleyerek.

"Soojin'den hoşlandın mı?"

"Sadece cana yakın biri olduğunu söyledim."

"Sırf sana yakın davrandığı için ona karşı özel hisler besleme. Her şeyden önce o bir vampir. Ne kadar iyi görünse de aşılmaması gereken sınırları var."

Taehyung, Jungkook'un ne demek istediğini anlamıştı. Elini boynuna götürdü, o gün çektiği acıyı bir kez daha hatırladı. Her hatırladığında tüyleri ürperiyordu. Gözlerini onu dikkatle izleyen adamdan çekti. Biraz utangaç bir tavırla yatakta ondan uzağa çekildi. "Beni ısırmasını istemem. Yine de Soojin beni ısıracak gibi görünmüyor. Yoongi'nin bakışlarıyla Soojin'in bakışları çok farklı. Yoongi'den beklerim ama Soojin'den beklemem."

Jungkook'un dudaklarına alaycı bir gülümseme yerleşti. "İkisinden de bekleme zaten." dediğinde Taehyung boş bakışlarla Jungkook'a baktı.

"Ne demek bu?"

"Şu demek oluyor..." Taehyung ile arasındaki mesafeyi kapattı ve yatakta ona iyice yaklaştı. Yüzlerini aynı hizaya getirmek için sırtını kamburlaştırdı. Parmaklarıyla Taehyung'un çenesini kavradığında Taehyung yalnızca yutkunmuştu.

"Senin tadına yalnızca ben bakabilirim, Taehyung. Başka kimse buna cesaret edemez bile."

"Canımı yakacaksan neden benimle bu kadar çok ilgileniyorsun? Yalnızca ölmeme izin ver."

Jungkook cevap vermedi. Yataktan kalktı ve odadan ayrıldı. Taehyung bir kez daha neden burada zorla tutulduğuna anlam verememişti. Vampirlerin ne zaman kana susadıklarını, ne zaman avlandıklarını bilmiyordu. Belki Jungkook o vakti bekliyordu diye düşündü.

Soojin, Taehyung'a seslenerek koridorda ilerliyordu. Odaya girdiğinde Taehyung'u yatakta boş gözlerle duvarı izlerken bulmuştu.

"Acıkmadın mı? Mutfağa gelsene."

Taehyung yalnızca başını salladı ve yataktan kalktı. Soojin, odadan çıkmadan önce son kez arkasına döndü, "Bu arada eve gelirken giydiğin kıyafetleri versene. Onları çamaşır makinesine atacağım."

"Oh, tabii. Cepleri kontrol edip getiriyorum."

"Sen iyi misin? Ses tonun bile tuhaf."

"İyiyim, sorun yok. Aklıma bir şey takıldı yine."

Soojin, Jungkook yüzünden bu halde olduğunu tahmin etmişti fakat ne konuştuklarını tahmin edemiyordu. Duysaydı muhtemelen bundan rahatsız olurdu. Odadan çıktığında Taehyung da pantolonunun cebini kontrol etti. Telefonunu ve cüzdanını Jungkook'a teslim etmişti. Unuttuğu bir şey vardı. Kolyesi hâlâ cebindeydi.

Gümüş zinciri eline aldığında bu kolyeyi günlerdir burada bıraktığı için kendine kızıyordu. Kolyeyi taktı ve parmaklarını zincirin ucundaki hilalin üzerinde gezdirdi. Küçük taşlarla süslenmiş hilalin bir anlamı yoktu aslında. Yalnızca Hyejoo çok beğenmişti ve yakın arkadaşların böyle çift kolyeleri kullanabileceklerini söylemişti.

Ayrıca çift kolyesi takarlarsa ailesinin Hyejoo ile ilişkisi olduğuna inanma olasılığı daha yüksekti. Taehyung bu yüzden çift kolyesi takma fikrine sıcak bakmıştı. Bu durumdan memnun olmayan tek kişi Jimin'di. Bu yüzden kolyeyi Jimin'in yanında takmıyor, cebinde saklıyordu.

Jimin, hem en yakın arkadaşını kıskandığı için hem de bu kandırmacanın bir parçası olmak istemediği için kolye fikrine karşı çıkmıştı. Jimin'e göre Taehyung ailesine eşcinsel olduğunu açıklamalı, rol yapmamalıydı.

Fakat Taehyung buna bir türlü cesaret edemiyordu. Korkaklığı yüzünden en yakın arkadaşıyla sevgili rolü yapmış, onu ailesiyle tanıştırmış ve zamanla kendileri bile bu yalana inanmaya başlamışlardı. Öyle ki, Hyejoo kısa bir süre sonra Taehyung'a karşı farklı hissetmeye başlamıştı. Taehyung, bunu fark etse de sesini çıkarmamış, o kıza umut vermeye devam etmişti.

Henüz ne kadar büyük bir hata yaptığının farkında değildi.

Kolyesi boynundayken kıyafetlerini banyoya götürdü. Soojin, kıyafetleri makineye yerleştirirken Taehyung'u fark etti ve elindekileri aldı. Boynundaki hilal kolyesi banyodaki beyaz ışığın altında parladığı için Soojin anında fark etmişti.

"Bu nereden çıktı? Jungkook mu aldı?" diye sordu.

"Hayır, bir arkadaşımla birlikte almıştık. Cebimde unutmuşum."

"Ah, anladım. Aşağı in ve yemeğini ye. Jungkook evden çıktığı için masaya yemekten sonra keyif yapman için bir çikolata koydum."

"Sen gerçekten sözünü tuttun!"

Soojin göz kırptı ve işaret parmağını dudağına götürdü. "Şşt! Bu aramızda kalacak."

Taehyung başıyla onayladı ve mutfağa doğru büyük bir mutlulukla koştu. Soojin olmasaydı bu evde asla mutlu olamazdı.

***

Akşama doğru Jungkook hastane koridorlarında odasına doğru ilerlerken bir kadının ona seslendiğini duydu. Arkasını dönüp ona seslenen uzun kahverengi saçlı kadına baktı. Doktor gibi görünmüyordu. Oldukça resmi giyinmişti. Kadın, ona doğru ilerlediğinde kaşları çatıldı.

"Doktor Jeon Jungkook?"

"Evet, benim. Siz kimsiniz?"

Kadın, siyah ceketinin cebinden kimliğini çıkartıp gösterdiğinde Jungkook yutkunmamak için kendini tuttu. Kadın bir dedektifti.

"Benimle gelmeniz gerekiyor."

Jungkook sahte bir gülümsemeyle ona karşılık verdi. İçten içe korkmuyor değildi. İlk kez dedektif tarafından sorgulanacaktı.

"Neden sizinle gelmem gerekiyor Dedektif Kwon?"

"Kim Taehyung'u kaçırma suçundan dolayı şüpheliler listesindesiniz. Benimle gelmeniz gerekiyor. Size büroya kadar eşlik edeceğim."

"Dalga mı geçiyorsunuz? Ben onu yalnızca bir kere gördüm!"

"Neden sesinizi yükselttiniz Doktor Jeon? Eğer suçunuz yoksa elbet ortaya çıkacaktır. Sizi suçsuz yere hapse gönderecek değilim. Sadece ifadenizi almak istiyorum."

Jungkook sonunda yutkundu. Sinirden dolayı yumruklarını sıkmak üzereydi. Ondan nasıl şüphelendiklerini anlayamıyordu. Oysaki hiçbir iz bırakmamıştı. Buna rağmen birileri ondan şüphelenmişti.

--------

Hyejoo'yu unutmayın. Kendisi çok fena bir karakter :d

Eğer okuyorsanız OY VERİN, lütfen...

Continue Reading

You'll Also Like

betty By ︎ ︎

Fanfiction

2.4M 213K 33
okumayın for vanilla baby
633K 48.8K 30
"Ruhumu en özgür kılan şey kanamak. Kanatın beni Efendi Taehyung, hak ettiğimi verin bana. Çünkü kanadıkça güzelleşiyorum." Suçlu bir katil olan mazo...
390K 31.7K 19
(+18 yetişkin içerik!) thv: Bu resimdeki çocuğu bana bulana yüksek meblağda para vereceğim. İletişim için DM'den yazın. @Aa: Bu çocuğu bulan bana da...
1.1M 103K 48
"Hep benim için parla ateş böceğim..." Jeon Jungkook'un babasının akıl hastanesine şizofreni tanısı konulan Kim Taehyung getirilir. Zaptedilemeyecek...