Mürekkebe Boyanan Sardunya |...

By SumeyyeDemirkan

11.7M 750K 1.3M

Sevgi acıtır, öp yaralarımdan belki sana da bulaşır. More

GİRİŞ
1.BÖLÜM: ''Sardunyalar"
2.BÖLÜM: ''Yalnız Kaldırımlar''
3.BÖLÜM: ''Mandalinalar''
4.BÖLÜM: "Sonbahar"
5.BÖLÜM: ''Ihlamur''
6.BÖLÜM: ''Çaresizlik"
7.BÖLÜM: ''Kurumuş Kalpler''
8.BÖLÜM: ''Çarpıntı"
9.BÖLÜM: "Korku"
10.BÖLÜM: ''Yara Bandı''
11.BÖLÜM: "Soğuk Kahve"
12.BÖLÜM: ''Gök Gürültüsü''
13.BÖLÜM: ''Nâmütenâhi''
14.BÖLÜM: ''Kırmızı Bere"
15.BÖLÜM: ''Ehvenişer"
16.BÖLÜM: ''Gül Kurusu''
17.BÖLÜM: ''Ruha Dokunan''
18.BÖLÜM: "Kar Çiçeği''
19.BÖLÜM: ''Bir Damla Sancı''
20.BÖLÜM: ''Kalbin İmtihanı"
21.BÖLÜM: ''Safderun''
22.BÖLÜM: ''Bir Tutam Nefes''
23.BÖLÜM: ''Ateşe Düşmüş Kar Tanesi"
24.BÖLÜM: ''Nane Limon''
25.BÖLÜM: ''Sokak Lambası''
27.BÖLÜM: ''Birtakım Sevdalar''
28.BÖLÜM: ''Beklenmeyenler''
29.BÖLÜM: ''Çaya Vurgun Kurabiye''
30.BÖLÜM: ''Tek Hayale Çift Bilet''
31.BÖLÜM: ''Yarasına Âşık Ruh''
32.BÖLÜM: ''Bir Ömre Bin Minnet''
33.BÖLÜM: "Gitmeler Gelmeler İçindir''
34.BÖLÜM: ''Düşün İçinde Bir Düş"
35.BÖLÜM: ''Ruha Vurulmuş Prangalar''
36.BÖLÜM: ''Kalpteki Neşter''
37.BÖLÜM: ''Sessiz Bir Melodi''
38.BÖLÜM: "Kaldırım Kenarında Çiçekler''
39.BÖLÜM: ''Birkaç Saksı Sardunya''
40.BÖLÜM: "Evsiz Kalpler"
41.BÖLÜM: ''Sonuna Ve Sonsuza Kadar''
42.BÖLÜM: ''Akif Selim'in Sardunyası''
43.BÖLÜM: ''Onunla Acımak''
44.BÖLÜM: ''Şehrin Sönmüş Lambaları''
45.BÖLÜM: ''Akılda Tutulanlar''
46.BÖLÜM: ''Göğüs Kafesinde Bir Ağıt''
47.BÖLÜM: "Gözyaşı Mezarlığı"
48.BÖLÜM: ''Bir Dünya Güneş''
49.BÖLÜM: ''Çerçeveden Taşan Mutluluk''
50.BÖLÜM: ''Birbirine Denk Düşler''
51.BÖLÜM: ''Bir Avuç Dilek''
52.BÖLÜM: ''Kalbi Besleyen Damarlar''
53.BÖLÜM: ''Bir Tabak Mandalinadan Bugüne''
54.BÖLÜM: ''Işıkları Söndürmek''
55.BÖLÜM: ''İçimizde Halledemediklerimiz''
56.BÖLÜM: ''Kalplerin Yörüngesi''
57.BÖLÜM: ''Kâğıtlar ve Yangınlar''
58.BÖLÜM: ''Hayaller Durağı''
MÜREKKEBE BOYANAN SARDUNYA KİTAP DUYURUSU!
59.BÖLÜM: ''Şiirler ve Sevgililer''
Mürekkebe Boyanan Sardunya Kapak!
60.BÖLÜM: ''FİNAL''
Özel Bölüm (Akif Selim'den)

26.BÖLÜM: ''Ritmin Kalple Dansı''

230K 14K 30.8K
By SumeyyeDemirkan

Sertab Erener - Bir Varmışım Bir Yokmuşum

Emre Aydın - Son Defa

26.BÖLÜM: ''Ritmin Kalple Dansı''

Onu ilk gördüğümde kalbimde bir cümle filizlenmişti.

Sevgi acıtır, öp yaralarımdan belki sana da bulaşır.

Öpmüştü.

Sevgimin onu acıttığı yerden mi, yoksa acıyan ruhunun onu besleyebileceğim yerinden mi bilemiyorum. Sahi? Acım ona da bulaş mıydı artık? Hani olur ya, hislerim yüreğine siner belki o da benim gibi hissederdi.

O kadar deli, tuhaf, manyak ama içi içine sığmayan bir haldeydim ki sanırım bulutların üzerinde yürüyor gibiydim. Hayır, daha önce hiç bulutların üzerinde yürümedim ama yürüseydim eğer ancak bu kadar mutlu hissedebilirdim sanırım.

Yine sabahın erken vakitlerinde uyanarak hazırlandım. Hastaydım ama bu sadece fiziksel bir olaydı. Ruhum öylesine sağlıklı hissediyordu ki, sanırım tek bir dokunuş bile oradaki yarayı iyi edebilmek için varmıştı. Ezgi, bugün işe gidecekti ve hatta çoktan gitmişti bile. Onun da yaraları iyileşmeye başlamıştı ama ne yazık ki benimkinin aksine onun yarası sadece fiziksel bir temasla sınırlı değildi, lâkin güçlü bir insandı ve içerideki yarasını da kapatacağını biliyordum.

Aynamın karşısında son dokunuşlarımı yaptıktan sonra kendime bir baktım. ''Sırıtmaktan ağzım böyle kalırsa, Akif Selim beni hâlâ güzel bulur mu acaba?'' diye sordum kendi kendime. Bunu söylerken bile sırıtıyordum. Aslında yüzümdeki bu muzip tebessüm dün geceden beri bir an olsun düşmemişti dudaklarımdan. Uyuyana kadar, uyandıktan sonraya kadar bile devam etmişti.

Birkaç gündür takmadığım kırmızı beremi geçirdim en son kafama. Saçlarımın buklelerini düzelttim ve derin bir nefes alıp gülümsedim. Hah! Sanki sabahtan beri başka ne yapıyorsam?

Birkaç bir şey atıştırdıktan sonra da evden çıktım. Akif Selim mesaj atmamıştı ama durakta olduğunu biliyordum. Biliyordum işte. Merdivenlerden usul usul inmeye başladım ama kalbim bunu reddedercesine atıyordu. Kalbim ağzımın içindeydi sanki ve konuşursam duracaktı. Birkaç dakika sonra apartmandan dışarı çıktığımda havanın oldukça keyifli olduğunu gördüm. Güneş yüzünü gösterirken, karlar çoktan erimişti bile.

Birkaç adım yürüdükten sonra karşı kaldırıma baktım.

Oradaydı.

Durakta yalnız başına oturuyordu.

Elimi kalbimin üzerin götürüp, ''Allah'ım ne olur kalbime mukayyet ol,'' diye mırıldandım. Delirmiştim ama zaten bu olmasaydı ayıp olurdu.

Mislina farkında mısın bilmiyorum ama Akif Selim seni öptü, evet öptü.

Hani şu bir yıldan fazladır yalnızca onun için atan kalbin sahibi. Pencereden heyecanla yollarını gözleyip, kapı deliğinden onu gözetleyerek saf saf sırıtmana sebep olacak kişi... Evet, tüm bu güzelliklerin vücut bulmuş hali.

Gözlerimi kapatıp açtıktan sonra yutkundum ve çantamın kemerini omzuma doğru iyice taşıdıktan sonra karşı kaldırıma doğru yürüdüm. Gözleri gözlerimi buldu. Dünden bu yana asla konuşmamıştık. O andan itibaren konuşmayı unutmuştuk. Bu iyi bir şey miydi yoksa sandığımdan daha mı kötüydü bilmiyorum ama bunu sorun etmemiştim. Belki de konuşsaydık büyüsü elimizde dağılıverecekti.

Az sonra durağa vardığımda başımı öne eğerek hemen yanına oturdum. Biraz sağa doğru kaydı ve daha rahat oturabilmem için bana yer açtı. Çantamı kucağıma koydum ve öylece ellerimi önümde birleştirdim. Akif Selim de aynıydı. İkimiz de yere bakıyorduk ama gülümsediğini hissedebiliyordum çünkü şu an ondan farksız değildim. Bu sessizlik böylece sürerken, ''Günaydın,'' dedi sakince.

''Günaydın,'' diyebildim kısık sesimle. Sesim oldukça hassas çıkmıştı. ''Nasılsın?'' diye sordu.

''İyiyim,'' dedim aynı şekilde. ''Sen nasılsın?''

''Ben de iyiyim.''

Gözlerimize bakamıyorduk. Niye böyle olmuştu bilmiyorum ama aşırı hoşuma gitmişti. Onunla benim aramda ne vardı bilmiyorum ama bu bağı seviyordum. Utangaçtı, merhametliydi, sakindi ve her şeyden evveli eşsiz bir ruhun sahibiydi. O benim hakkımda ne düşünüyordu bilmiyordum fakat kötü şeyler hissetmiş olsaydı öpeceğini de sanmıyordum.

Bir müddet daha sustuğumuzda parmaklarımla oynamaya başladım. Deli gibi konuşmak ve gözlerine bakmak istiyor ama gözlerine bakarsam öylece kalakalmaktan korkuyordum. Hastalığım henüz geçmemişti ve burnum ara ara sersem gibi akmaya devam ediyordu. Çantamdan peçetemi çıkardım ve burnumu sildim. Gülümsediğini görebiliyordum. ''Gülme lütfen,'' diye konuştum. ''Sersem gibi görünüyorum değil mi?''

''Hayır,'' dedi yumuşak bir sesle. ''Oldukça güzel görünüyorsun.''

İçim... Gidiyor...

Burnumdaki peçeteyi yavaşça indirdim ve başımı hâlâ yerden kaldırmadan gülümsemeye devam ettim. Neden utanıyorduk bilmiyordum ama sormak istediğim o malum soruyu soramadıkça nabız sayım kafayı yiyecek gibi oluyordu.

Derin bir nefes alıp verdim, tabii bu burunla bunu ne kadar başarabilmiştim bilmiyorum ama... Kafamı kaldırıp yüzümü yüzüne çevirdim. Bunu yaşadığımız an eş zamanlı konuştuk.

''Sen söyle,'' dedi gülümseyerek.

''Yok sen söyle.''

''Olmaz,'' diye ısrar etti. ''Sen söyle lütfen.''

''Ama,'' diyebildim gözlerimi kaçırarak. Mavi gözbebekleri soğuğun uğramadığı ama ondan başka hiçbir yerin o kadar soğuk olmadığını belli edermişçesine yüreğime dokunmaya devam ettikçe cümlemin devamı bir türlü gelmedi. ''Aslında...'' Yok, vallahi utanıyorum çok.

''Aslında?''

Dişlerimi göstererek gülümsedim ve sonra bunu elimle gizledim. ''Hayır,'' dedi kafasını iki yana sallayarak. ''Gülüşün saklanmayacak kadar huzur veriyor, Mislina.''

Elim ağzımın üzerinde kalakaldığında duraksadım. Ona belli etmeden nefesimi sindirmeye başladığımda elimi ağzımdan indirdim ve gözlerimi hemen arkada beliren otobüse kaydırdım. ''Otobüs geldi,'' diye ayaklandım.

Benimle birlikte ayaklandığında çok geçmeden otobüs durdu ve önce ben sonra Akif Selim otobüse bindik. İçerisi kalabalık değildi ama orta kısmın ikinci sırasında tek bir boş yer vardı. Oraya doğru ilerledim, Akif Selim de peşimden geliyordu. Boş yere geldiğimde ona baktım. ''Otursana,'' diye mırıldandı.

Kaşlarımı kısacık çattım ve ardından çantamı kolumdan çıkarıp oturdum. Çantamı kucağıma koyduğumda, Akif hemen dibimde durdu. Güzel eli, otobüsün sarı direğini kavradığında orayı izledim. Kabanın altında beliren saatine baktım. Babasının saati olduğunu söylemişti. İçimi çektim. Babasına verdiği değeri gözlerinden bile anlayabiliyordum. Göz bebeğim benim.

Gözlerimi oradan çekip başımı hafifçe yüzüne doğru kaldırdığım vakitte bana baktı. Ne de güzel bakıyordu öyle. Kafasını hafifçe direğe doğru yaklaştırdığında gözlerimizin teması daha sağlıklı olmuştu. Konuşmuyorduk ama gözlerimiz sanki bize bir şeyler anlatıyordu. Bu neydi bilmiyordum ama öylesine huzur veriyordu ki, hiç bitsin istemiyordum.

Lâkin yaklaşık on dakika sonra otobüsten inerek okulun kapısına doğru yürümeye başladık. ''Ezgi işine geri döndü,'' diye konuşmaya başladım. Bu şeydi; konuşacak çok şey var ama konuşamıyorum bu yoldan deneyeyim.

Akif Selim, ''Umarım her şey onun için daha iyi olur,'' dedi sakince.

''Umarım,'' dedim tekrara düşerek.

''Babamın yanına birkaç gündür gidemiyorum ve huzursuz hissediyorum,'' diye ekledi hemen ardından. Bu beni de huzursuz etmişti ama bana böyle hissettiren şey onun içindeki burukluğun canını sıkmış olmasıydı. ''Kendime kızıyorum, onu yalnız bıraktığım için.''

''Hayır,'' diye durdurdum onu. Bana döndü ve kaldırımın üzerinde birbirimize baktık. ''Lütfen böyle düşünme. Sen de insansın hem de çok iyi bir insansın. Her şeyden evvel fedakârsın. Ben eminim ki baban...'' Babası alzheimer hastasıydı ve ben onunla bu hakkında konuşurken daha dikkatli olmalıydım.''

Buruk bir tebessümle güldü ve gözlerimin içine bakarak cümlemin devamını kendi tamamladı. ''Babam zaten benden bihaber, iki ay gitmesem bile fark etmez öyle değil mi?''

''Böyle düşünmedim ki,'' diye ifade ettim. ''Biliyorum Mislina,'' dedi sakince. ''Senin zihninde böyle şeylerin var olmadığını elbette çok iyi biliyorum ama babam işte...''

''Baban işte,'' dedim gülümseyerek. ''Baban.''

Gülümsedi. O sırada Sevde yanımızda belirdi. ''Günaydın,'' dedi gülümseyerek.

''Günaydın,'' diye baktım yüzüne. Sevde bir bana bir Akif Selim'e baktıktan sonra, ''Niye duruyorsunuz ki burada?'' diye sorduğunda çabucak cevapladım. ''Hiç.''

Sevde bana ima dolu bakışlar atarken gözlerimi küçülttüm ve bunu kesmesini belirttim. Sonra da birlikte tekrar yürümeye başladık. Sevde, ''Bu arada haberiniz var mı?'' diye konuştu tatlı bir heyecan ile.

''Neyden?''

''Okulun kış festivali için yapılan konserden,'' diye söylenip daha coşkulu bir halde ekledi. ''Emre Aydın geliyormuş.''

Gülümsedim, bu benim de içimi ısıtan bir haber olmuştu. Çok sık şarkı dinlemesem de Emre Aydın'ı arada dinlerdim. ''Ya,'' dedim birdenbire. ''Haberim yoktu.''

Akif Selim, ''Benim de,'' diye mırıldandı. Gözlerim usulca gözlerine kaydığında bana bakmayıp dümdüz bir halde önünü izlediğini gördüm. Bunu sorun etmediğimde Sevde yeniden konuşmaya başladı. ''Yarın akşam saat sekiz gibi başlayacakmış. Aslında okuldaki panolarda yazıyor ama tabii görmemiş olmanız normal.''

''Dikkat etmedim,'' diye geçiştirdim. Gidecek miydim? Gitmeyi çok isterdim. Akif Selim de benimle birlikte gelir miydi? Gelmesini çok isterdim.

Konuşmalarımızı fazlaca uzatmadan okul kartlarımızı okutup bahçeye giriş yaptık. Dersin başlamasına yirmi dakika kadar vardı. Sevde, bu süreyi Burakla geçirmek için onun yanına gitti. Biz de Akif ile beraber kantine gittik. Kış aylarında burası daha sıcak ve hoş oluyordu. ''Kahve alalım mı?'' diye sordum sakince.

''Olur,'' diye yanıtladı aynı sakinlikle. Birlikte birer bardak kahve aldıktan sonra boş bir yer bulup oturduk lâkin az sonra hemen iki masa ötemizde tek başına oturan Berat'ı gördüm. Çantamı ve kahvemi masanın üzerine bırakıp, ''Berat'ın yanına bir gidip geleyim ben,'' dedim Akif'in gözlerine bakarak.

Afalladı ve gözlerini üzerimden çekip Berat'ın olduğu yöne baktı sonra da sakince kafasını aşağı eğip, ''Peki,'' dedi. Onu kısa bir süreliğine burada yalnız bıraktıktan sonra Berat'ın yanına gittim. Ben geldiğimde telefonundan başını kaldırıp, ''Hoş geldin,'' dedi.

Sandalyemi çektim ve emanet bir halde oturdum. ''Nasılsın?'' diye sordum. Son zamanlarda Beratla kopmuştuk aslında kopma değildi ama haliyle aramıza bir mesafe girmişti. Bunun sebebi ne oydu ne de ben. ''İyiyim,'' dedi telefonunun ekranını kilitleyip masaya koyarken. ''Sen?''

''Ben de iyiyim,'' dedim gülümseyerek. Berat'ın yüzü hemen iki masa önümüzde duran masaya yani Akif'in yüzüne odaklandığında, ''Onunla aranda bir şey mi var Mislina?'' diye sordu.

''Kiminle?'' diye sordum bilmemezlikten gelerek. Kaşlarıyla onu işaret etti. ''Şu herifle işte!''

Çenemi omzumun üzerine koydum ve Akif Selim'i saniyeler içinde izleyip geri döndüm. Buraya bakmamıştı fakat ben kendimi kötü hissetmiştim, bana bakmadığı için değil onunla aramda her ne varsa bana sorulan sorular karşısında dürüstçe cevap veremeyeceğim için. Hoş, sanki bir adımız olsa bile bunu önce yaşamak sonra onlara söylemek isterdim. Ya da olaylar ne yönde şekillenirse işte...

''Akif Selim,'' diye başladım konuşmaya. Sesim epey kısık çıkmıştı çünkü Akif beni duysun istemiyordum. ''Aramızda bir şey yok... İyi anlaşıyoruz ama.''

''Bunu görebiliyorum,'' dedi düz bir sesle. ''Son zamanlarda daha yakınsınız. Vallahi unuttun bizi.'

Kaşlarımı çattım. ''Unutmak değil bu. İster istemez bir soğukluk giriyor araya ama bu size karşı olan sevgimden bir şey götürmedi ve götürmez.''

Berat sözlerimin üzerine çabucak bir şey eklemeyip dinlemeyi ve susmayı tercih etti. Elimi boynuma götürdüm ve hafifçe orayı ovmaya başladım. Berat, ''Sadece önceden benimle daha çok şey paylaşırdın ve daha fazla zaman geçirirdik,'' dedi. ''Niyetim seni kırmak ya da incitmek değil fakat o herif bizden daha önce geliyor artık değil mi?''

''Bunu söylemen bile kırıyor,'' diye mırıldandım gözlerine bakarak. ''Ama duymak istediğin şey oysa,'' deyip kafamı aşağı yukarı salladım. ''Akif Selim ile farklı bir bağ var aramda. Onunla anlaşabiliyorum. Buradan sakın beni başka şeylerle suçlama lütfen, çünkü insan bazen bir şeyler olurken bunun önüne geçemiyor. Üzgünüm.''

Sözlerim onun canını sıksın istemiyordum fakat ben de ona bu konuda yalan söylemek niyetinde değildim. Kabul, doğruyu da söylememiştim ama en azından yapmacık değildim. Berat, gözlerimin içine uzun uzun bakıp gülümsemeye çalıştı. ''Olan şey nedir Mislina?''

''Anlamadım?''

''Dedin ya,'' diye açıkladı yerinde hafifçe toparlanarak. ''İnsan bazen bir şeyler olurken bunun önüne geçemiyor diye... Olan şey nedir?''

''Hiç,'' dedim çabucak. Kendime düşünme fırsatı vermedim zira Berat'ın zihninde türlü türlü fikirlerin göbek çıkartacağından emindim. ''Hiçbir şey. Beni neden yargılıyorsun anlam veremiyorum.''

''Yargılamıyorum,'' dedi sakince. ''Sadece soruyorum. Sen benim için değerli birisin ama son zamanlarda aramız epey açıldı ve bunun sebebini merak ediyorum. Evet, ben de buna sebep oldum çünkü bir yandan işim bir yandan okulum derken... Seni yargılamıyorum Mislina.''

''Anlıyorum,'' dedim saf bir tınıyla. ''Önceden daha çok şey paylaşırdık seninle fakat söylediğin gibi bu tek taraflı değil.''

''En azından birbirimizden bir şey saklamıyoruz,'' diye ekledi hızla yüzüme bakarak. Afalladım. Ucu açık kalmış bir cümleydi bu, anlayabilmiştim. Üstelemedim. ''Aynen öyle.''

Berat'ın gözleri yavaşça gözlerimden ayrılıp Akif Selim'i hedef aldığında, ''Neyse ben seni tutmayayım,'' diye konuştu. ''Kahven soğumasın.''

Dudaklarımı birbirine bastırdım ve sandalyemi geriye doğru iterek ayaklandım. ''Görüşürüz Berat.''

''Görüşürüz.''

Arkamı döndüğüm gibi derin bir nefes alıp verdim. Kimse kırılmasın diye çabaladıkça sanki ters tepmeye başladığını hissediyordum, ama Akif Selim'i onlarla aynı kefeye koyamazdım. O benim sevgimdi, kalbimdi. Onlar ise arkadaşımdı. Elbette bu onları atıp yalnızca Akif Selim'i görmekten geçmiyordu ve ben de zaten öyle değildim. Bazen kalbim ağır bastığı için onun yanında olmam gerektiğine inanıyordum ve kalıyordum çünkü o beni mutlu ediyordu.

Birkaç saniye sonra Akif Selim'in karşısına geçtim ve sandalyemi sakince çekip oturdum. ''Kahven soğudu biraz,'' diye mırıldandı gözlerime bakmadan. Omuzlarımı düşürdüm ve elimle kâğıt bardağı çerçeveledim. ''Dert değil.''

Bir şey söylemedi. Aslında onun Berat hakkındaki düşüncelerini merak ediyordum. Yalnızca Berat değil Kadir hakkında da öyle. Arkadaş grubum için elbette ki kendine ait fikirleri olduğundan emindim lâkin bunu sormak için vaktin veyahut gerekliliğin doğru olup olmadığından emin değildim.

Kahve dolu bardağı dudaklarıma götürüp bir yudum aldığımda o sıcak tadın uzaklaştığını gördüm. Bardağı dudaklarımdan çekip yutkundum fakat konuşmadım. Yine sessizleri oynuyorduk. Gözlerimize bakmak bu kadar zor olmamalıydı ama biz bunu bile mümkün kılmayı biliyorduk. ''Emre Aydın dinler misin?'' diye sordum sakince. Gözlerine baktım. Gözlerime baktı.

''Çok değil,'' diye itiraf etti. ''Peki ya sen?''

''Ben de öyle,'' deyip gülümsedim. ''Aslında ben çok müzik dinleyen biri değilim ama Emre Aydın'ın parçalarını güzel buluyorum.''

''Öyle,'' dedi sakince.

''Peki yarın akşam gidecek misin?'' diye sordum kısık bir sesle.

Kolunu masanın üzerine koydu ve diğer elini hemen beremin altında bozuk bir halde duran saç telime uzatarak, ''Bilmem,'' diye mırıldandı. ''Gidelim mi?''

Saf saf ona bakındım. Eliyle saçımı düzelttikten sonra gülümseyerek kendini geri çekti. Yüzümdeki ısı oranı yine artmaya başladığında gözlerimi kaçırdım. O böyle baktıkça ona cevap verememek dahası ona dikkatli bakmak oldukça zor oluyordu. ''Yani,'' dedim gülümseyerek. Etrafı izliyordum ama nereye baktığımdan bihaberdim. ''Emre Aydın geliyormuş o kadar. Ayıp olmasın tabii. Gitmeyi isterim.''

Güldü. Bu anı kaçıramazdım ve bakışlarımı gülüşüne sabitledim. Kafasını aşağı yukarı sallarken gözlerini kıstı. ''Kesinlikle. Seninle aynı fikirdeyim.''

''Buna sevindim.''

İç çekti ve elini kahvesinin bardağına uzattı. ''Ben de.''

Ona eşlik edermişçesine kahvemden birkaç yudum daha aldım. ''Ama henüz iyileşmedin,'' diye söylendi bardağı masanın üzerine bırakırken. ''Sıkı giyin tamam mı?''

''Tamam,'' dedim sıcacık tebessüm ederken.

Birlikte bir müddet daha sohbet ettikten sonra kantinden çıktık. ''Derste burun çekmek kadar rezil bir durum yok sanırım,'' diye mırıldandım kendi kendime. Akif Selim, ''Sınavda burun çekmek,'' diye karşılık verdiğinde güldüm. ''Bak onu unutmuşum!''

Tavrıma tebessüm ettiğinde okul binasına doğru yürümeye devam ettik fakat o esnada Işıl karşımızda belirdi ve önce Akif Selim'e sonra bana tuhaf tuhaf baktı. Gözlerimi devirip kafamı diğer yöne çevirdiğimde, ''İstediğini elde etmişsin Mislina,'' diye geveledi. ''Akif Selim'in yanındasın.

Akif Selim, ''Işıl, çekilir misin önümüzden?'' diye sordu. Duruşu ve ses tonu epey ciddiydi.

Işıl hayretle gülerek, ''Önümüzden?'' diye dikkat çekti. ''Siz oldunuz yani öyle mi?''

''Bununla neden bu kadar çok ilgileniyorsun?'' diye sordu sonra Akif Selim. ''Hayır bir de hiç utanmadan hâlâ gelip bir şeyler söyleyebiliyorsun. Babanı kullandın, hayatında biri varken beni de kullanmaya kalktın kendi çapında... Ee?'' diye sordu. ''Sahiden hiç mi utanman yok?''

İçten içe gülümserken Işıl sinirlenerek, ''Haydi benim utanmam yok,'' deyip gözleriyle yetmeyip eliyle beni işaret etti. ''Şu kızın peki? Yanında gezdiriyorsun bir de kedi gibi... Ne kadar sevimli...''

Öfke ve şaşkınlık vücudumda harmanlanarak bir his elde ettiğinde Işıl'a baktım fakat Akif Selim benden evvel davrandı. ''Kendine gel. Benim hayatıma da karışmayı bırak. Kalbini kırmamak için daha ne kadar zorlayabilirim bilmiyorum ama haddini aşıyorsun.''

Işıl, ''Ama Akif...'' dediğinde bu sefer konuşan ben oldum. ''Gerçekten yazık. Hayatında biri varken hâlâ neler peşinde geziyorsun. Utanman yok mu diye sormayacağım, çünkü cevabı çok basit.'' Kafamı salladım. ''Senin cidden utanman yok.''

''Bana bak!'' diye üzerime atılmaya çalıştığında Akif Selim derhal önümde durdu ve Işıl'a, ''Yeter!'' diye sesini yükseltti. ''Yerini ve haddini bil. Ne duymak istiyorsun benden bilmiyorum ama kalbini kırmaktan çekinmeyeceğim bu saatten sonra. Git şimdi.''

Işıl sert hareketlerle soluk alıp vermeye başladığında kafamı öne eğdim ve kaşlarımı çattım. O buradan gittikten sonra Akif Selim bana dönüp koluma dokundu. ''Sıkma canını,'' dedi sakince. ''Ne dediğini bilmiyor.''

''Umurumda bile değil ki,'' diye baktım gözlerine. ''Benim hakkımda ne düşünürse düşünsün... Ben bildiğim kişiyim...''

Ekledi. ''Umurumda olan bu.''

Tekrarladım. ''Umurumda olan bu.''

''Böyle şeyleri ne kafana tak ne de kendini üz,'' diye tembih etti. ''Seni onunla muhatap ettiğim için asıl üzülen taraf ben olmalıyım.''

''Hayır hayır,'' dedim aksini iddia ederek. ''Bu senin suçun değil. Hem ben de üzülmüyorum ki. Işıl işte,'' diye mırıldanırken nefesimi zorlukla dışarı verdim. ''Neyse... Derse girelim en iyisi. Saat geldi.''

Konu hakkında daha fazla yorum yapmadan okul binasına girdik. Etrafa daha dikkatli baktığımda duvardaki Emre Aydın posterlerini görebilmiştim. Sanırım çok dikkatli değildim. Sakin sakin koridorda yürürken gülümsememi sürdürdüm. Yarın akşam onunla, okulda ve bir konserde olacaktık. Bu hayallerime bile sığdıramayacağım kadar güzellikte bir olaydı. Düşündükçe aklımı yitirecek gibi oluyordum.

Sınıfa girdiğimizde Sevde'nin gözleri beni buldu. Yanında Berat oturuyordu. Duraksadım ve adımlarımı yavaşlattım. Bu ikilemden hiç hoşlanmıyordum ve yine böyle bir durumun içinde kendimi bulduğum için bir miktar kırgın hissediyordum. Akif Selim bunu fark edermişçesine, ''Onlarla oturabilirsin Mislina, ne de olsa arkadaşların,'' diye fısıldadı. Sınıfın ortasında beklemek istemediğimden ötürü ona çabucak baktım. Bir şeyler söyleyeceğim sıra yine benden önce davranarak kibar bir dille, ''Cidden sorun değil,'' dedi ve sırasına doğru yürümeye başladı.

Neden böyle olmuştu anlam verememiştim.

Sıkıntılı bir şekilde Sevde'lerin yanına gidip, ''Merhaba,'' dedim. Sevde, ''Merhaba da,'' dedi alık alık bakarken. ''Sen de daha hastasın. Gider misin buradan?''

''Hasta mısın?'' diye sordu Berat. Başımla evetledim.

''Geçmiş olsun.''

''Teşekkür ederim,'' deyip geçiştirdim ve o sırada burnumu çektim. Sevde, ''Bak hâlâ meyve suyunun dibinde kalmış suyu pipetle çekiyormuşçasına sesler çıkartıyorsun... Haydi sen Akif Selim'in yanına git ve hasta hasta takılın.''

Ona gözlerimi irileştirerek baktığımda Berat kaşlarını çattı. ''O ne alaka?''

Sevde, ''Akif Selim de hasta,'' deyiverdi. Berat sessizleşirken bana baktı. ''Sevde'yi dinle o zaman Mislina.''

''Ya böyle beni niye sıkıştırıyorsun anlamıyorum ki,'' dedim sakince yüzüne bakarken. Sevde, bir şey söylemeyip önündeki kitabın kapağını açarken Şerif Hoca içeri girdi. Ayakta kalmıştım. O esnada Akif Selim gözlerimin içine bakarak bana gülümsedi ve başını hafifçe eğerek gözlerini kapatıp açtı. Şu an feci halde utanmıştım.

Şerif Hoca, ''Herkes yerine geçsin,'' diye ikaz ederken ayakta kalan tek kişinin ben olduğumu anladım ve başımı öne eğerek seri adımlarla Akif Selim'in yanına oturuverdim. Çantamı sıranın üzerine koyup başımdaki kırmızı bereyi de çıkardım. ''Merhaba,'' diye konuştum sessizce.

Güldü. ''Sana da merhaba.''

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım ve bozulan saçlarımı düzeltmeye başladım. Şerif Hoca yoklama kâğıdını öne sıraya koyduğu vakit derse hızlı bir giriş yaptı. Dersle ilgili birkaç kitabımı çantamdan çıkarıp, hemen en sevdiğim kırmızı renkli kalemimi de yanına iliştirdim. Kırmızı en sevdiğim renkti. Evet.

Akif Selim, ''Sanırım kırmızıyı çok seviyorsun,'' diye fısıldadı.

''Çok severim,'' dedim başımı sallayıp ona cevap vererek.

''Çok da yakışıyor.''

Utanmamalıyım, utanmamalıyım, utanmamalı,

Utan yahu utan.

Böyle güzel olunur mu be adam?

Hareketlerimi kısıtlarcasına yavaş yavaş çantamın fermuarını çekip ona kaçamak bakışlar attım. ''Teşekkür ederim.''

Bir şey söylemezken kaşlarını çattı ve bundan vazgeçip bunu bir tebessümle sonlandırdı. Derin bir nefes alıp -burnumu çektikten sonra- derse odaklanmaya çalıştım, tabii bu Akif Selim yanımdayken ne kadar mümkündü pek bilmiyordum ama.

Yaklaşık bir buçuk saatlik bir dersin ardından yarım saat molaya çıkmıştık. Ondan sonra da ard arda dört saat daha dersimiz vardı. Sevdeler kantine indiğinde biz hâlâ sıramızda oturuyorduk. ''Dışarı çıkmayacak mısın?'' diye sordum sakince.

''Hayır,'' deyip bana baktı. ''Ama sen istersen çıkabiliriz ya da çıkabilirsin.''

''Yok,'' dedim çabucak. ''Biraz uyusam iyi olabilir belki.''

''Burada mı?'' diye sorduğunda gözlerimi kapatıp açtım. O sırada da elimin tersiyle esneyen ağzımı kapattım. Bunu yaparken bana bakıp güldüğünde gözlerimin kenarı kızardı. ''Bak çok uykum varmış,'' dedim esneyişimi sonlandırarak.

''Fark ettim,'' dedi gülümseyerek.

Kabanımı katlarken onu kendime yastık yapıp sıranın üzerine koyduğumda başımı da onun üzerine yasladım. ''Bir sıkıntı olmaz değil mi senin için?'' diye sordum.

''Hayır tabii ki,'' deyip sıkıntılı bir nefes aldı. ''Ama dur,'' dedi hemen ardından yanındaki kabanını açıp üzerime örtmeye başlarken. Afalladım. ''Annem söylemişti küçükken,'' dedi kabanı üzerime sıkı sıkı örtmeye devam ederken. ''Uyuyanın üzerine kar yağarmış... Üşüme.''

Seni nasıl sevmem Akif?

Ellerini sırtımdan çektiğinde kısık gözlerle gözlerine baktım. ''Bunun için de teşekkür ederim ama sonra da bana çok ediyorsun deyip şey etme ha!''

''Etmem,'' dedi dudağını narince kıvırırken. Gülümsedim. Ona bakarken bunun aksini yapamıyordum ki zaten. Ellerimle kabanının yakalarını kavradım ve boynuma doğru iyice çektim. Çok güzel kokuyordu. Parfüm değildi bu, çok başka bir kokuydu. Ona fark ettirmeden içime içime çektim ve her çekişimde ruhumdaki kasveti temizledim.

Ben gözlerimi kapattığımda onun ne yaptığını gözetlemek adına kirpiklerimin ucundan gizli saklı onu izledim. Telefonuna kulaklığını taktı ve müzik dinlemeye başladı. Bir yandan da telefonuyla vakit harcıyordu. Açıkçası neler yaptığını merak ediyordum ama suratı bir hayli ifadesiz olduğu için herhangi bir teori üretemiyordum. Onun sosyal medya hesabı yoktu. Benim de bir instagram hesabım vardı fakat aktif değildim. Birkaç fotoğrafım ve tanıdığım birkaç tanıdık dışında da takipçim yoktu. Kendi halimde takılmayı seviyordum.

Aradan bir süre geçmiş olacak ki Akif Selim'in kolumu dürtmesiyle gözlerimi araladım. ''Ders başlamak üzere.''

''Hım?''

''Ders diyorum,'' dedi gülerek. ''Başladı başlayacak. Uyansanız mı acaba Mislina Hanım?''

Burnumun ucu kaşınırken orayı büzdüm ve sersemleşmiş bir halde kafamı sıradan kaldırıp sırtımdaki kabanı düşürmeden onu toplayıp Akif'e uzattım. ''Çok mu uyudum?'' diye sordum. Akif Selim kabanını kavrarken, ''Eh,'' diyebildim.

''Peki uyurken ağzım açık değildi değil mi?'' diye sordum. ''Ben burnum tıkalıyken ağzım açık uyuyorum genelde. Ay, balık gibiydim kesin biliyorum ya!''

Gözlerini kıstı ve kendini geri çekip, ''Hiç de değil,'' dedi reddederek.

''İnanayım mı?''

''Bence inan.''

Güldüm. ''İnandım.''

Kafasını sağa sola sallayarak gülmeye devam etti. Gülünce dudağının kıvrımları yanağına doğru çekiliyordu o güldükçe ben kalbimden veriyordum. Toparlanarak kendimi dört saatlik bir derse hazırladım fakat buna hazır mıydım bilmiyordum. Gözlerimin altını kaşıdıktan sonra çantamdaki su şişesini alıp birkaç yudumla boğazımı temizleyip derse odaklandım.

Bu dört saatte sadece bir on dakikalık ara vermiştik. Sanırım bayılmak üzereydim. Ben derslerden kaçan biri değildim fakat hâlâ iyileşmeyen biri olduğumdan ve tıkalı bir burunla hayatıma devam ettiğimden mütevellit bu dört saatin nasıl geçtiğini sorsalar bir yerde mutlaka tıkanır direkt gözlerimi devirirdim.

Nihayet ders bittiğinde havanın yavaş yavaş kararmaya başladığını gördüm. Sınıfın pencerelerinden gördüğüm hava koyu bir lacivertlikten ibaretti. Kabanımı üzerime geçirmeye başlarken Akif de toparlanmaya başladı. O sırada Sevde'nin bana el sallayarak veda ettiğini gördüm. Dudaklarını okurken Burak adının cümlede geçmesi konuyu tamamen özetlemişti.

Sevde sınıftan çıkarken biz de acelemiz yokmuşçasına usul usul toparlanarak sıramızdan çıktık. Okul binasından çıkana kadar hiç konuşmazken az önce gördüğüm havanın ortasına düştüğümde, ''Hava bayağı kararmış,'' diye konuştum. ''Kafam da bir hayli doldu zaten.''

''Acıktın mı?'' diye sordu elleri kabanın cebinde yürümeye devam ederken.

Saklamadım. ''Biraz.''

''Biraz mı?''

''Birazdan daha fazla biraz.''

''Bir şeyler yiyelim mi o halde?'' diye sorularına bir yenisini daha eklediğinde kafamı salladım. Havanın soğuk oluşu ağzımızı her açışımızda içimizdeki sıcak buharı dışarı nüksediyordu. Bu bile havanın durumun ispatıydı.

Okuldan çıkıp sakince kaldırımda yürümeye devam ettik. ''Ne yiyeceğiz?'' diye sordum gülerek. Sorduğum soru komik gelmişti ama başka nasıl sorulurdu sanki?

''Bilmem,'' diye mırıldandı. ''Sevdiğin bir şey var mı?''

''Ben pek yemek ayırt etmem.''

''Topu bana atıyorsun yani?''

''Yok,'' dedim. ''Ya da öyle galiba biraz.''

Gülüştük. Hava gittikçe kararmaya devam edip, bizi ruhuna sindirmeyi sürdürürken Akif Selim, ''Kumpir yiyelim mi?'' diye soruverdi.

Adımlarımı durdurmadan ona baktım. ''Olabilir.'' Sırıttım. ''Evet kesinlikle olabilir.''

Yeniden güldü. ''Kesinlikle olmalı.''

Yüzümüzdeki tebessümü asla suretimizden esirgemeden yürüdük ve az sonra sıcak, küçük bir kafeye girdik. İçeriş öylesin hoştu ki, buz gibi havada sanki tek bir dokunuşla buzlarımdan eriyivermiş hissine sahip olmuştum. Ahşap duvarlar, o duvarlarda asılı birkaç tablo ve köşedeki müzeyi andıran ufak tefek materyaller... Tatlı dokunuşlar bir anda bambaşka bir ortamın içinde bulunmamızı sağlayabiliyordu.

Bir masa seçtik ve kabanlarımızı sandalyelerimizin omuzlarına asıp oturduk. Beremi çıkarıp hemen yanımdaki sandalyenin üzerine bıraktığım çantama emanet ettiğimde saçlarımı omuzlarımdan geriye itip ellerim çenemin altında etrafı izlemeye başladım. ''Burası oldukça hoşmuş... İnsanın içini hoş ediyor.''

''Öyleymiş hakikaten,'' diye eşlik etti sözlerime. O sırada garson bey geldi ve elindeki iki menüyü masamıza bırakıp uzaklaştı. Akif Selim, ''Biz direkt kumpir yiyeceğiz zaten öyle değil mi?'' diye sorarken başımla onayladım. Ekledi. ''Ne içersin peki?''

''Su.''

''Sadece?''

''Hı-hım,'' dedim menüyü kapatırken. ''Canım çok bir şey istemedi.''

''Peki,'' diye üstelemen menülerimizi kapatıp masanın kenarına koyduk. Az sonra da garson bey geldiğinde Akif Selim ona bakıp, ''Bize iki kumpir, iki su,'' diye açıkladı. Gözlerimi ondan kaçırarak başımı öne eğdim. Garson bey yanımızdan giderken Akif Selim duruşumu fark edip derhal müdahale etti. ''Ne? Canım çok bir şey istemedi benim de.''

''Yok,'' diye gülümsedim başımı kaldırırken. ''Öylesine gülüyorum ben.''

Gülmeye devam ederken buna bir son verememek bir yandan sinirlerimi yokluyor diğer yandan inat edermiş gibi daha da artıyordu. Elim masanın üzerindeki telefona uzanırken, ''Ezgi'ye haber vereyim, yemeğini yesin o,'' dedim. Ezgi'ye mesaj attıktan sonra telefonu ters çevirip kenara koydum. Aslında o daha çalışıyordu ama eve benden önce giderse diye söyleme gereksiniminde bulunmuştum.

Kollarımı masanın üzerine koyup dik bir duruşla onun gözlerine baktım. Aslında konuşacak çok şey vardı ama sanırım konuşacak biz yoktuk. Dün geceden sonra ne olmuştu ki bizim aramızda? Neydik onunla? Bir adı var mıydı bunun? Olmasının bir önemi var mıydı? Ne kadar çok soru birikmişti böyle zihnimde benim.

''Okul bittiğinde başka hedeflerin var mı Akif?'' diye sordum sakince. Merak ettiğimdendi elbette. Onunla bu tarz şeyleri konuşmayı seviyordum. Bakış açısını ve idealleri hoşuma gidiyordu. ''Var,'' dedi kuru bir sesle. ''Ama bu bir hedef mi bilmiyorum. Okulun bitmesini de beklemiyorum. Sadece tamamlamam gerektiğini biliyorum o kadar.''

''Neyi?''

''Annemin yazmış olduğu şiir kitabını.''

Duraksadım. ''Annenin şiir kitabı vardı?''

''Hayır,'' dedi kafasını sallayarak. ''Ama yazıyordu ve günün birinde kitap haline getirmeyi düşünüyordu. Her güne bir şiir sığdırmaya çalışırdı ama bu sadece okuyanlar içindi. Kitap üç yüz altmış beş sayfa olacaktı. Üç yüz altmış beş tane şiir yazmak kolay maharet değil biliyorum ama o zaten üç yüz tanesini yazmıştı... Yıllar boyu yazdı ve ben ondan geriye kalanı tamamlamaya çalışıyorum. Günün birinde basılır mı bilmiyorum ama tamamlamam gerektiğini biliyorum.''

Ninni dinliyormuş gibi onu dinledim. Tavrı o kadar nazik ve hoştu ki, yüreğindeki vefayı taşıyan ruhuna hayran kalmamak elde değildi. Ekledi. ''Annem Türkçe öğretmeniydi. Bu kitabı ta fakülteye gitmeden evvel yazmaya başlamış... O kadar farklı satırlar var ki içinde, bazen on altı, bazen beş, bazen kırk yaşındaki insanın ruhunu hissedebiliyorsun... Annem şiir yazmamış Mislina,'' dedi gözlerime bakarak. ''Annem şiir olmuş.''

''Ya,'' dedim gözlerim dolu dolu mırıldanırken. Devam etti. ''Ben de deniyorum ve karalıyorum ama onun gibi olmuyor... Annem bu kitaba başlarken, ilk sayfasına 'her güne bir umut, her umut bir güne ışık' diye not düşmüş... Altmış beş şiir eksik ve ben de onu tamamlayacağım. Bilmiyorum olur mu ama deniyorum işte...''

Öyle bir bakıyordu ki gözlerimin içine sanki kanadı kırık bir kuş gibi çarpıyordu yüreği. Onu öyle çok seviyordum ki, kırık kanatlarını ellerimle saracak kadar. Masanın üzerinde duran ellerine gitti ellerim. Onlara dokundum. Parmakları usulca aralanırken ellerimi kabul etti elleri, lâkin bu tam anlamıyla bir kabulleniş sayılmazdı zira sanki yaprak dokunuyordu rüzgâra öyle bir hafiflikti bu temas. ''Ben eminim senden,'' dedim yüzüne bakarak. ''Annenin şiirlerini öyle güzel devam ettireceksin ki bir gün açıp okuduğunda kalbin hep o şiirleri yazarken yaşadığın hisle çarpacak... Eminim ben senden.''

Gözlerini gözlerimden çekip temas halinde olan ellerimize baktı. Kalbim sıkışıyordu ama onun kalbi zaten ferahlamaya alışkın değildi. ''Hem,'' dedim gülümseyerek. ''Sen çok edebi yönlü bir adamsın, güzel bir ruhun sahibisin, o şiirleri senden başkası devam ettiremez.''

''Umarım,'' diye fısıldadı belli belirsiz. ''Umarım bunu başarabilirim çünkü ben annemi çocuk yaşımda kaybettim, büyük yaşımda hissetmek ve onu yaşamak istiyorum sadece.''

''Bunu yaşayacaksın,'' dedim kararlı bir sesle. ''Sana iyi geliyorsa eğer bunu duymak tekrar edeyim; ben senden eminim. Senin de kendinden emin olduğunu biliyorum.''

Dudaklarını birbirine bastırdığında başparmağıyla elimin üzerinde usul usul sevmeye başladı. Bu içimi gıdıklarken gülümsedi ve ben de daha geniş gülümsedim. O sırada da kumpirlerimiz geldi. Büyük ve iri bir patatesin üzerindeki soslar iştahımı iyice kabarttığında derin bir nefes aldım ve kollarımı hafifçe kıvırıp, önce suyumdan bir yudum aldım sonra da kaşığımı elime alıp, ''Afiyet olsun,'' dedim.

''Sana da,'' dedi.

Kumpiri yemeğe başladık. Yemek yerken konuşan bir tip değildi keza ben de öyle. O yüzden yavaş ve sindire sindire yemeğimizi yedikten sonra biraz daha burada kalıp hesabı ödedikten sonra ayaklandık. ''Çok beğendim,'' diye itiraf ettim kabanımın düğmelerini iliklerken.

''O zaman bir daha geliriz,'' dedi sol kaşını ima ile havalandırdığında. Başımı öne eğip düğmelerimi iliklemeye devam ettim. ''Gelelim,'' dedim. ''Sevdim burayı.''

Çok geçmeden yola koyulduğumuzda havanın iyice keskinleşen soğuğu önce burnumun ucuna temas ediyor sonra da yanaklarıma vuruyordu. Ellerimi cebime koyup kısık gözlerle Akif'e baktım. ''Çok soğuk değil mi?''

Bana baktı ve elleri cebinde konuşarak. ''Öyle. Haydi gel şu durağa gidelim, otobüs geçer birazdan.''

''Tamam gidelim,'' deyip onu onayladım. Beraber karşı durağa yürüdüğümüzde duraktaki üç beş kişinin arasına karıştık. İşlek bir cadde üzerinde olduğumuz için otobüsler dakika arayla rahatlıkla geçiyordu. Akşam ve iş çıkışı saatine denk geldiğimiz için boş yer bulma olasılığımız bayağı azdı ve öyle de olmuştu ama yine de kendimizi güvence altına alabilecek bir alan bulmuştuk.

Orta kısmın köşesine sıkıştık. ''Bayağı kalabalık,'' diye mırıldandım gelenleri hesaba katarak. Otobüs camına döndüğümde kendi görebiliyordum keza hemen yanımda duran Akif'i de. Camdan birbirimize bakıp sırıtmaya başladık. Bu yol boyunca yer yer böyle sürmüştü. Otobüs gereksiz bir şekilde bizi dolandırdığında nihayet inebildik.

Sakince apartmana doğru yürürken yeniden esnedim ve elimin tersiyle ağzımı kapattım. Akif Selim, ''Eve gider gitmez uyumalısın,'' dedi. ''Esnemekten bünyen halsiz düşecek.''

''Çok geç uyuyan biri değilim ama son zamanlarda bir uyku açlığım var anlamadım gitti,'' diye mırıldandım. ''Hem saat daha erken, uyursam gece uyuyamam bu sefer de.''

''Yarın akşama kadar uykunu al da.''

''Alırım o zamana kadar,'' dedim düz bir sesle. ''Hem konserde uyuyacak değilim ya!''

''Senden beklerim,'' diye güldüğünde ona kötü kötü bakıp sırıttım. ''Çok korkutuyorsunuz ama beni!'' diye eğlenmeye devam ettiğinde, ''Bak ya,'' diye dişlerimi göstererek kafamı diğer yana çevirdim. ''Eğleniyorsun bir de benimle.''

''Asla,'' dedi sesinde hem ciddilik hem de hafif bir yumuşaklık mevcutken. ''Haddim değil.''

''Sorun etmem ki,'' deyiverdim çabucak. ''Hem ben bu aramızdaki diyalogu seviyorum... Yani gülmek öyle değil mi?''

''Güzel tabii ki güzel.''

Sonra da kafamızı öne eğerek gülmeye devam ettik. Apartmana girdiğimizde onunla vedalaştım ve anahtarımı çantamdan çıkarıp içeri girdim. Koridorun ışığını yakıp, ''Ben geldim!'' diye duyurdum ev ahalisine. Çakır koşa koşa salondan çıkıp beni karşılarken kapıyı kapattım ve Çakır'a eğilip onu biraz sevdim. ''Şimdi ben seni seviyorum iyi hoş da, ya sen de hasta olursan.''

''Aynen,'' dedi bir anda arkamda elinde yarım ekmekle beliren Ezgi. ''Akif Selim'i o yüzden hasta ettin değil mi?''

Çakır'dan ayrılıp ayağa kalktığımda arkamı döndüm ve gülümsedim. Ekmeğinden bir ısırık alıp, ''Tabii sen doyurdun karnını sevdiceğinle ben de bir kuru ekmeğe talibim,'' dediğinde kaşlarımı çattım. ''Annem bir sürü yemek yapmıştı ya.''

''Şaka yapıyorum ya,'' dedi ağzındakini bitirirken. ''Üşendim şimdi onları ısıtmaya. Peynir dolduruverdim ekmeğimin arasına.''

''İçecek de alsaydın,'' dedim kabanımı çıkarırken. ''Kuru kuru gider mi?''

''Çay koydum, demini alsın da içeriz.''

Burnumu çekip odama doğru yürürken, ''Yarın akşam evde yokum,'' diye konuştum. Mutfaktan, ''Alıştın ha sen de,'' diye karşılık verdi. Beremi kafamdan çıkarırken aynamın karşısında durdum. ''Emre Aydın konseri var okulda, bunu kaçıramazdım.''

Düzeltti. ''Hayır. Akif Selim ile Emre Aydın konserine gitmeyi kaçıramazdın.''

Güldüm. Ekledi. ''Nasıl da zekiyim ama!''

''Ya,'' dedim üzerimi değiştirmeye başlarken. O esnada duraksadım ve hemen çalışma masamın en güzel yerine koyduğum kar küresine baktım. Sırıtarak onu kavradığımda ters çevirdim ve içindeki kar tozlarını andıran şeylerini hareket ettirdim. ''Ne güzelsin sen,'' diye fısıldadım parmaklarımı kürenin dışında gezindirirken.

Onu bir müddet daha izleyip yerine bıraktıktan sonra rahat bir şeyler giyinip elimde telefonla salona gittim. Ezgi, ''Kendine çay alsana,'' diye baktı gözlerime. ''Geliyorum,'' diyerek mutfağa girdim ve kırmızı benekleri olan kupama çay doldurup salona yeniden gidip oturdum. ''Ay,'' diye irkildim. ''Kumru'nun yemi ve suyu?''

''Ben hallettim,'' dedi Ezgi sakince. ''O kadarını da yapıyorum Mislina.''

''Sağ ol.''

''Ne demek,'' diye dalga geçti elindeki telefonuyla vakit geçirirken. Çayımdan bir yudum alıp telefonumu açtım ve direkt WhatsApp'a girdim. Sınıf grubu ve bizim grubumuzdan bir takım bildirimler olduğunu gördüm. Keyfim yerinde olduğu için bunu daha da keyiflendirmek adına önce sınıf grubuna girdim.

AÜ EDEBİYAT

Murat: Yarın, Emre Aydın konserine geliyorsunuz değil mi?

Özlem: Ben gelmiyorum.

Melike: Ben geliyorum.

Çisil: Tabii ki geliyorum. Emre Aydın konseri kaçar mı? Ayy!

Taha: O herif kim oğlum? Bir de Çisil Hanım ayıp oluyor, ay uy ne öyle?

Çisil: Pes.

Taha: Güzel oyundur iki tek atalım.

Taha: Bir dakika tam şu anda Gül'ün burada olması lazım. Bekleniyor...

Murat: Gelmedi ahahaha

Taha: Gelmiş kadar oldu. Sağ ol.

Taha: Ayrıca niye Emre Aydın ki yani? Neden Shakira, Rihanna değil?

Murat: Amma uçtun.

Taha: Sus oğlum şurada yengeni kıskandırmaya çalışıyorum.

Çisil: Ölüyorum kıskançlıktan.

Taha: Biliyorum:d

Çisil: :/

EDEBİYATIN İÇİNE DÜŞEN TARİH

Sevde: Yarın geliyoruz değil mi?

Kadir: Sen sevgilinle gelmeyecek misin?

Sevde: Geleceğim ama size de sormak istedim.

Kadir: Geliyorum.

Sevde: :')

Kadir: :')

Berat: Gelmiyorum ben. Zaten o adamı pek dinlemem, bir de birkaç işim var.

Kadir: Problem yok değil mi?

Berat: Yok yok.

Kadir: Aman olmasın. Bana da bir değişiklik olur. Sınıftan birkaç arkadaş geleceğiz.

Sevde: Ay, sevgili mi yaptın?

Kadir: Hayır. Sevgili yapmak nedir ayrıca?

Sevde: Öf lafın gelişi, hemen düzeltmesen olmaz.

Kadir: Özür dilerim.

Sevde: Ne için?

Kadir: Seni düzelttiğim için.

Sevde: Ay Kadir :')

Gruptan çıktığım gibi Kadir'in profiline girdim. Onunla bugün konuşmamıştık ve haliyle merak ediyordum. Geçen gün anlattıklarından sonra artık onu daha iyi anlamaya çalışıyordum.

Mislina: Kadir?

Birkaç dakika sonra cevap verdi.

Kadir: Efendim?

Mislina: Nasılsın?

Kadir: İyiyim sen?

Mislina: Ben de iyiyim. Grupta gördüm mesaj atmak istedim.

Kadir: Bahsettiğin şey başka bir durumsa, sorun yok. Biliyorsun ben önüme bakmaya karar verdim. Evet, hâlâ zor geliyor ve bu kolay olmayacak ama olması gerek. O mutlu olsun yeter.

Mislina: Anlamaya çalışıyorum. Sen de mutlu ol. Yarın görüşürüz o halde.

Kadir: Görüşürüz.

Telefonu kapattım ve çayımı yudumlamaya devam ettim. Saat henüz dokuz bile değildi lâkin benim bir hayli uykum vardı. Gerçekten son zamanlarda bu uykunun sebebini anlamıyordum, henüz finaller bile başlamamıştı. ''Şimdi eğer yaz ayında olsaydık,'' dedi Ezgi telefonuyla münasebetini sürdürürken. ''Sen şöyle fıstık gibi bir elbise giyerdin yukarıdakinin de dibi bir düşerdi... Gerçi onun dibinin düşmesi için senin süslü püslü giyinmene gerek yok. Kesin düşüyor zaten.''

''Allah Allah ya,'' dedim hayretle. ''Nereden biliyorsun Ezgi?''

''Ben bilirim,'' dedi gözlerini benim gözlerimle buluşturarak. ''Yarın akşam bence... Bilmiyorum yani bu bir randevu sayılır hani.''

''Ee?'' diye sordum elimde kupamla oturduğum yerden kalkarken.

''Eesi?'' diye geveledi ağzında. ''Enişte durumları başlayabilir yani.''

Olduğum yerde durdum ve ona bakıp gözlerimi irileştirdim. Beni umursamadan gülmeye başladığında içimde tuhaf hislerle önüme dönüp, ''Ben odamdayım, uyurum sanırım,'' dedim.

''İyi geceler.''

Kupayı mutfağa bıraktıktan sonra odama girdim ve telefonumu şarja taktım. Yüzümde nahoş bir tebessümle yarın için giyeceğim kıyafetlerimi seçtim ama zaten kaban giyeceğim için içimde ne olduğunun çok da bir önemi yoktu. Olsun yine güzel şeyler seçmeliydim. Güzel olmalıydım. İçimde bir çocuk büyürken onunla birlikte eğlendim ve yarın için kıyafetlerimi seçtim. Bu süre zarfında zaman biraz ilerlerken odamın ışığını kapattım fakat yatacağım vakit şarjda olan telefonuma bir bildirim sesi düştü.

Sandalyemi çekip oturduğumda karanlık odayı yüzüme vuran telefon ışığı aydınlattı. Parlaklığı kısıp bildirimlere girdiğimde mesajın Akif Selim'den olduğunu gördüm.

Akif Selim: Uyudun mu?

Mislina: Henüz değil.

O sırada elimi tam karşımda duran kar küresine götürüp hemen altında duran düğmesine bastım. Küreden ışık yayılmaya başladığında gülümsedim ve küreyi izledim.

Akif Selim: Rahatsız etmedim değil mi?

Mislina: Hayır etmedin. Hem artık sormana bile gerek yok ki bunu.

Neler diyorum acaba?

Akif Selim: Olsun ben yine de sorayım. Saat ilerliyor o yüzden.

Bir gün seninle sabahı edene kadar mesajlaşır mıyız acaba Akif Selim?

Mislina: Farkındayım. Ezgi içeride ben de odama geçtim öyle. Yarın için biraz kıyafet seçtim kendime. Kaban giyeceğim ama ne bileyim, geçen yıl bu konserlere katılmamıştım bu sene için heyecanlıyım biraz.

Akif Selim: Durgun bir akşam olur ama. Emre Aydın'ın şarkıları hüzün kokuyor.

Mislina: Biliyorum. Hüznü severim. Usul usul...

Akif Selim: Zaten seni rock ya da rap dinlerken hayal edemiyorum.

Mislina: Niye ki?

Akif Selim: Çok sakin, duru ve hassas birisin. Böyle her şeyin o kadar düzenli ki... Sen; hiç bitmesini istemediğim o tren yolculuğunun adısın Mislina... Uzun yollar, kar ve soğuk... Isınmak için sığınılan bir ev gibisin.

Yazdıklarını okurken kalbim sıkışmaya başladı çünkü öylesine hoş şeylerdi ki daha önce bu kadar güzel tarif duymamıştım. Bana birçok kez bir eşey söylemişti ama bu içimi sıcacık etmişti nedensizce.

Aklıma o an bir şey geldi. Kalbim deli gibi çarpmaya başladığında bunu onunla paylaşıp paylaşmama konusunda kararsız kalsam da söylemek istedim.

Mislina: Ben yine çok utandım...

Akif Selim: Kızardı yine yanakların değil mi?

Ellerimi yüzüme götürdüm ve kendimi sakladım. Sanki beni izliyormuş gibi.

Mislina: Biraz...

Mislina: Ben aslında sana bir şey söylemek istiyorum daha doğrusu sormak... Şimdi ne alaka diyebilirsin ya da başka şey ama paylaşmak istedim seninle.

Akif Selim: Dinliyorum.

Mislina: Bir gün seninle bir tren yolculuğu yapalım mı?

Cevap vermesine müsaade etmeden yazmaya devam ettim.

Mislina: Çok küçükken hayal ettiğim bir şeydi bu ama artık büyüdüm ve bunu gerçekleştirmek istiyorum. Doğu ekspresine binip öylece gidip ve gelmek... Kış ayı, soğuk ve içimizi ısıtacak sıcak çikolata... Sadece yolculuk... Odalar ranzalı, tabii ayrı odalarda kalabiliriz... Kitap da alırız yanımıza... Güzel olmaz mı?

Elimi klavyeden kaldırdıktan sonra derin bir nefes alıp verdim. Onunla bunları paylaşmak bile yaşamak kadar hissettirmişti. Ekrana baktım ve sırıttım yine, yazdıklarımı okudum. Ne kadar hoş bir plandı böyle... Hele de onunla paylaşmış olduğumu gördükçe daha da keyifli oluyordu.

Akif Selim: Öylece gidip ve gelmek... Birkaç kitap, biraz sıcak çikolata, battaniye, biraz müzik ve biraz da sen... Çok güzel olur Mislina.

''Ya,'' diye konuştum kendi kendime ve telefonu kalbime götürüp bastırdım. ''Çok seviyorum seni çok seviyorum.''

Ellerim titrerken kalbim deli gibi atarken telefonumu göğsümden kaldırdım ve deli gibi sırıtmaya devam ettim. Seni sevmek böyle bir şey işte, bir düşünsene seni yaşadığımı? Nasıl kafayı yemem Akif? Nasıl delirmem?

Sen zaten deliliksin,

Seni bu kadar seven Mislina, zaten aklı başında biri değil.

Mislina: Ben şu an ne diyeceğimi bilemiyorum. Ellerim titriyor çünkü hayali bile çok güzel, tabii sen de beni kırmadığın için daha mutlu oldum. Teşekkür ederim, gerçekten çok teşekkür ederim sana.

Akif Selim: Bu sefer teşekkür eden taraf ben olmalıyım. Hayallerini benimle paylaştığın ve beni de gülümsettiğin için.

Mislina: Rica ederim. İnsan bazen ihtiyaç duyuyor...

Akif Selim: Birine...

Mislina: Birine...

Yazdıklarımı okurken kalbimin de sürekli bir sıkışma halinde olması elbette ki beklemediğim bir durum değildi. O kadar mutluydum ki son zamanlarda, bunun bozulmasından korkuyordum. İnsan daima mutlu olamazdı kabul ama bunu iyice yaşamadan gelen bir mutsuzluk kursakta kalan heves gibi her şeyi kuruturdu.

Biraz daha sohbet edip birbirimize iyi geceler diledikten sonra telefonu kapattım ve şarjda kalmasına müsaade ettim. Odanın içini epey aydınlatan kar küresinin ışığını söndürüp yatağıma uzandım. Çok uykum vardı ama şu an hayal kurmak istiyordum. Uyursam hayal kuramazdım. Gözlerimi kapattım ve sırıta sırıta hayal kurmaya başladım.

Bir kış sabahı uyanmışız onunla, aynı evde değil sadece aynı anda. Sonra elimizde birkaç kitap, sırtımızda bir battaniye bizi saracak kadar. Başım onun omuzlarında o okuyor ben dinliyorum sakince, gözlerim kapanıyor sesinin tınısından, nefesinin ve kokusunun hoşluğundan... Tren akıyor hayatın içinden ve biz yolcuyduk onunla bu filmin en güzel sahnesinden. Öyle işte... Hayali bile uykularımdan evvel geliyor düşünsene bunu yaşamış olsam gözlerimi kırpar mıyım bizi yaşarken?

Ertesi sabah dersim olmadığı için günü evde geçirmiştim. Ezgi işte gitmişti ve ben de biraz temizlik yapmış, biraz Kumru ve Çakırla vakit geçirmiştim. Tuttuğum notların üzerinden geçerek finallere daha sıkı hazırlanmak için kollarımı sıvamıştım bile.

Vakit akşama doğru yaklaştığında hazırlanmaya başladım. İnanılmaz heyecanlıydım çünkü bu baş başa olmasa da onunla bir etkinlik için buluşacağımız özel bir andı. Özenerek kıyafetlerimi giydim ve saçlarımı yine serbest bırakıp uçlarına büyük dalgalı maşa yaptım. Gözlerimde koyu renkler kullanırken dudağıma hafif renklerde, belli bile olmayan tonlar kullandım. Çillerimi kapatmadım, aksine sadece nemlendirici sürüp öylece bıraktım. ''Ay,'' diye baktım kendime. Çok heyecanlıydım.

Odamdaki işim bittikten sonra telefonumu ve çantamı alıp buradan çıktım. Salona gittim. Çakır ve Kumru'nun yemini ve suyunu verdim. Kumru'ya bakıp, ''Sana dün olanları anlatmadım, hiç kimseye anlatmadım ama söz konserden döndüğümüzde anlatacağım tamam mı?'' diye konuştum. Beni duyduğunu biliyordum ama anladığını da var sayıyordum işte.

Gülerek onun başından çekilip sardunyalarımın yapraklarını sevdim. ''Her şey yolunda gidiyor,'' diye mırıldandım. ''Her şey sizin gibi çok güzel.''

Kendi kendime konuşmayı hep sevmiştim ama onlar benim ailem, sırdaşım olduğundan ötürü kendi kendime konuşuyormuşum gibi gelmiyordu. Salonun ışığını kapatıp koridora çıktığımda kabanımı giyinmeye başladım. O sırada telefonum titredi. Mesaj Akif Selim'dendi.

Kimden: Akif Selim

''İki dakikaya çıkıyorum.'' (18.53)

Mesajına dönmeden hızla giyinmeye devam ettim. Havanın soğuk olduğunu bildiğim için daha sıkı giyinmem gerektiğini de biliyordum. Bu sefer başıma siyah örgü beremi geçirirken, boynuma da koyu kırmızı atkımı doladım. Saf saf aynada kendimi izledikten sonra çantamı boynumdan sarkıtıp, telefonumu da kavradım. Hazırdım. Nihayet.

Koridorun ışığını açık bırakıp evin kapısını açtığımda Akif Selim'i merdivenlerden inerken gördüm. ''Merhaba,'' dedim yüzüne bakarken. ''Merhaba,'' dedi son basamağı inip karşımda durduğunda. Utanarak gözlerine bakmayı sürdürdüğümde başını sallayıp, ''Çok güzel görünüyorsun,'' dedi.

''Teşekkür ederim,'' diyebildim. Her seferinden içim bir tuhaf oluyordu ve bu tuhaflığı çok seviyordum. Onu sevdiğim gibi. ''Ben botlarımı giyeyim,'' dedim çekingen bir şekilde. Gülümsediğinde eğildim ve botlarımı giyindim. Bu saniyeler sürdüğünde doğrularak derin bir nefes alıp verdim. ''Yoruldum,'' diye dalga geçtim kendimle.''

''Bu kadar çabuk mu?''

''Şakaydı,'' diye fısıldadım evin kapısını kitlerken. Ezgi de zaten birazdan gelmiş olurdu. ''Tabii ki öyleydi,'' dedi karşılık verirken. Daha sonra aşağı indik. Apartmandan dışarı çıktığımızda direkt olarak tenimi ısıran o soğuk hava elbette şaşırtıcı bir unsur olmamıştı. Atkımla çenemi iyice kapatırken Akif Selim'e döndüm. ''Sen üşümüyorsun musun?''

''İdare ediyorum ben,'' dedi gözlerini kısıp bana bakarken. ''Hem sıcaktan soğuğa çıktık ya direkt bir etki yaptı yoksa alışırız.''

''Atkı alsaydın keşke,'' diye ekledim. Üstelemedi. Dikkatli bir şekilde karşı kaldırıma geçtik ve yaklaşık iki dakika sonra gelen otobüse bindik. Nihayet oturacak boş bir yer bulmuştuk. Ben cam kenarına geçerken Akif Selim de yanıma oturdu. ''Burası sıcakmış,'' diye güldüm sessizce.

''Konser dışarıda olacak ama sen bilirsin tabii,'' diye güldü beni dikkate almazken. Kaşlarımı çattım ve ona baktım tabii bu ciddi bir mevzu değildi. ''Müzik ısıtır beni, hem bir sürü insan olacak ya çok üşümem... Yani öyle umuyorum bilmiyorum.''

''Hım,'' dedi bir şey söylemeyip başını öne eğerken. Tuhaf tuhaf bakıp gülmeye devam ettim. Yolculuk boyunca çok konuşmadan devam ettik. Okulun oradaki durakta indiğimizde etraftaki kalabalığın içinde kendimi kaybedebilirdim. ''Burası böyleyse içeriyi hayal edemiyorum,'' dedim hayretle.

''Bayağı arkalara kalmış olabiliriz.''

''Kaybolmayalım yeter.''

''Yok yok,'' dedi sakince. ''Kaybolmayız. Tabii sen arkadaşlarının yanına gideceksen onu bilemem Mislina.''

Duraksadım ama bunu yapan adımlarım değildi. ''Onları görebilirsem tabii ki konuşurum ama göremezsem o kalabalıkta kaybolmak istemem ve bu yüzden gitmem.''

O esnada Sevde beni aradı. Telefonu açıp kulağıma götürdüm. Sesi çok anlaşılmıyordu ve sanırım çoktan konser alanına girmişti. ''Mislina neredesin?'' diye sordu. ''Okula giriyoruz şimdi,'' diye konuştum. ''Sen neredesin?''

''Giriyorsunuz? Akif ile mi? Oha!''

Hafifçe boğazımı temizledim ve cevapladım. ''Sen neredesin Sevde? Orası çok kalabalık öyle değil mi?''

''Bayağı hem de,'' dedi gülerek. ''Ben Burak'layım ama sanırım birbirimizi görmemiz zor olacak. Az önce Kadir'i gördüm ama. Selamlaştık. Yanında iki kız bir erkek arkadaşı vardı.''

''Hım,'' dedim düşünceli bir halde. Bu esnada okul kapısından içeri girdik. Konser alanı arka taraftaki büyük yerdeydi. ''Biz de şimdi girdik okula. Aşırı kalabalık, dediğin gibi seni görebilmek zor.''

''Sen boş ver beni,'' diye güldü. ''Ne güzel işte, onunla gelmişsin tadını çıkar. Allah âşkına fırlat artık üzerime güzel haberleri ya!''

Saklı saklı gülüp utanırken, ''Hı hı,'' diye geçiştirdim. ''Hemen.''

''Tamam sen şimdi kedi gibi büzüşmüşsündür utanıyorsundur,'' dedi gülmeye devam ederek. ''Görüşebilirsek görüşelim, olmazsa bakarız artık. Keyfini çıkar.''

''Sen de,'' dedim ve telefonu kapattım. Telefonu cebime koyarken Akif'in yanımda sakince yürüdüğünü gördüm. Umarım Sevde'nin sesini pek işitmemiştir diye dua etmeden geçemedim. ''Ay çok kalabalıklaştı,'' dedim arkaya doğru yürürken.

''Arkalara kaldık sanırım,'' diye konuştu Akif Selim. ''Olsun mühim olan duymak ve hissedebilmek...''

''Öyle.''

''Bir şeyler alalım mı istersen?'' diye sordu hemen sonra. ''Henüz başlamasına var. İçimizi ısıtacak bir içecek.''

''Olur.''

Gittik ve beraber iki kutu kahve alıp konser alanına vardık. Bir hayli kalabalıktı ve ortam biraz dağınıktı. Tabii ön sıralar bayağı doluydu ve biz arkada kalmıştık. Mühim değildi ki, biz beraberdik ve istersek okulun dışında bile dinleyebilirdik her şeyi, asla mühim değildi.

Kendimize uygun bir yer seçtikten sonra ellerimizde kahvelerle birbirimize bakmaya başladık. Bir yudum alırken gözlerimi kapatıp açtım. ''Ov!'' diye bir tepki verdim. Akif Selim buna güldüğünde devam ettim. ''İçim ısındı bir anda.'' Ekledim. ''Ama alışıyorsun soğuğa zaten.''

''Alıştıysan sorun yok,'' dedi kahvesini dudaklarına götürürken. Bir yudum daha aldım. Sağımızdan, solumuzdan insan geçiyordu. Kalabalıktan hoşlanan biri değildim ama böyle ortamları nedensizce seviyordum. Onlarla aynı hisleri paylaşmak, insanların coşkularına ve duygularına tanık oldukça kendimi görmek iyi hissettiriyordu.

Zaman ilerledikçe kahvelerimiz bitmiş ve ortama olan yatkınlığımız artmıştı. Onunla sohbet ediyor ve kendimizi kısıtlamadan gülüyorduk. Bunu çok sevmiştim. Bazı şeyler paylaşılmak için vardı, bazı insanlar iyi ki vardı.

Saat sekize doğru yaklaştığında alanda neredeyse boş yer yok denecek kadar az kalmıştı. Ne çok öndeydik ne en arkadaydık lâkin önümüzde yüzlerce kişi olduğunu görebiliyordum. Ağızlardan çıkan dumanlar beni güldürürken bununla bile eğlenebildiğim için kendimi sersem gibi hissetmiştim.

Ve nihayet Emre Aydın platformda belirmişti. O ortaya çıkınca büyük bir alkış tufanı yükseldi, bunu ıslık sesleri ve bir takım bağırışlar da takip etti. Onu görebiliyordum ama çok yakın olmadığımız için net bir görüntü sağlayamamıştım. Etraftaki sesler o konuşana kadar devam etti. Önce birkaç bir şey söyledi sonra bizimle bir şeyler paylaştı ve boynundaki gitarına temas edip konseri başlattı.

İlk şarkısı sevdiğim bir parça olan Soğuk Odalar'ı söylemekle başladı. Ritmi duyar duymaz kendimi ele verdim ve olduğum yerde hareket etmeye başladım fakat bu minik minik olmuştu. Ağzını mikrofona götürdü ve gözlerini kapatıp söylemeye başladı ve buradaki yüzlerce hatta binlerce insan ile ve onlardan biri de bendim.

''Durdu zamanın, bir şey diyemedim
Gitmek istedin ve gittin...
Aynı gökyüzünde, ayrıydı güneşim,
Söyle bari iyi misin?''

Gözlerim o esnada Akif Selim'in dudaklarına kaydı ve onunla bir şeyler mırıldandığını gördüm. Hey! Bu kadar hoş görünmemesi gerekiyordu.

''Burası soğuk, soğuk odalar
Yoksun neye yarar, örtünsem kat kat yorganlar aman
Soğuk, soğuk olanlar
Vurdum dibe kadar, halimden yalnız uyuyanlar anlar...''

Daha yüksek bir sesle nakaratı tekrar etmeye başladık. Akif'in de usuldan usuldan hareket edişi kalbimi tırmalarken bir yandan gülüyor bir yandan da keyifle şarkıya eşlik ediyordum. Karanlık bir odanın içinde irili ufaklı ışıklar var gibiydi ve içinde bir sürü ateş böcekleri... Aslında o ışığı buradaki insanlar oluşturuyordu.

Şarkı bittikten sonra ara vermeden daha sakin ve Emre Aydın'ın en sevdiğim şarkısı olan Son Defa'ya sıra geldi. Lise dönemindeyken keşfettiğim bu şarkıyı, arkadaşlarım eksi âşklarını özlerken dinlerdi ben ise olmayan âşkın ıstırabını çekerdim. Eskiyi hatırlayınca dudağımda yamalı bir tebessüm oluşuverdi.

Gitarın sesi ve arkadaki orkestradan çıkıp kulağıma ilişen o naif tını başımı Akif'in omzuna yaslama hissi uyandırmıştı ama bunu tabii ki yapamazdım.

''Nasılsın, nasıl gitti? Alıştın mı sen de?
Rahat mısın artık İstanbul'da?''

''Evlenmişsin nasıl oldu?
Bulabildin mi sonunda?
Hep anlattığın o meşhur huzuru...''

''İyiyim ben hep aynı şeyler işte
Uyku hapları yalan dolan gülümsemeler
İyiyim ben, hem sen tanırsın beni
Ne yapsam ne söylesem o geç kalmışlık hissi...
Son defa görsem seni... Kaybolsam yüzünde
Son defa yenilsem sana... Hiç anlamasan da
Son defa benim olsan, uyansan yanında...''

Şarkı bittiğinde gözlerimi kapattım ve öylece bir müddet bekledim. Ruhumun sanki bedenimden ayrıldığını hissediyordum. Herkesten soyutlanmış gibiydim. Gözlerimi açtığımda Akif'in bana baktığını gördüm. Bu beklediğim bir durum olmamıştı ama dengem yine her zaman ki gibi şaşmıştı işte. ''Mislina,'' diye baktı gözlerimin içine. ''Daha sakin bir yere gidelim mi?''

''Hı?'' deyiverdim şaşkın ördek yavrusu gibi. Bunu çabucak düzelttim. ''Olur tabii. Hı hı.''

Gülümsedi. Etrafımızda bir sürü insan olduğu için bu kalabalıktan sıyrılmak kolay olmayacaktı tabii. Arkamızı döndüğümüzde beklemediğim bir şey yaptı ve elimi tutarak kalabalığın içinden sıyrılmaya başladı. Şaşkındım ve tabii ki yüreğim ağzımda bir halde bir şey diyemeden buna müsaade ettim. Güzel elleri üşümüştü fakat onları ısıtmaya bile hazırdım. Kalbime koyardım belki, yanardı.

İki yahut üç dakika sonra okulun daha sakin bir yerine geldiğimizde ellerimiz ayrıldı. Şaşkın şaşkın başımı öne eğdiğimde Akif utangaç bir tavırla, ''Ben elini tuttum ama...'' diye izah edeceği vakit kafamı kaldırdım. ''Yok, sorun değil...''

Konuşsun istiyordum. Sayfa sayfa bir şeyler söylemesine gerek yoktu, iki cümle etse de olurdu ama bana bir şeyler söylesin istiyordum. En azından ne hissettiğini, ne düşündüğünü. Evvelsi gece beni öptüğünde nasıl hissettiği gibi mesela... Bunları bilmeyi öyle çok istiyordum ki, günlerdir düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum.

Okulun bahçesindeydik fakat içinde bulunduğumuz yerde büyük ağaçlar ve terk edilmiş gibi soğuk banklar vardı lâkin müziğin sesi oradaki kadar -haliyle- net ve yakın değildi. Aramızda bir metre kadar mesafe vardı. Birbirimizin gözlerine bakıyorduk. Bana bakarken ne düşündüğünü bilseydim belki daha cesur olurdum ona karşı ama bilmiyordum...

''Benden bir şeyler duymak istiyorsun öyle değil mi?'' diye sorduğunda yutkunamadım. Ekledi. ''Çünkü olması gereken de bu... Sen sıradan, basit bir insan değilsin. Biz de arkadaş değiliz...''

''Arkadaş değiliz?''

Başını hafifçe sallarken kaşları yukarı doğru havalandı. ''Arkadaş mıyız?''

''Bilmiyorum,'' dedim bakışlarımı kaçırarak. Ses tonum içime gömüldü. ''Ama arkadaşlar birbirini...''

''Öpmez,'' deyiverdi.

Bakışlarım mıhlanmış gibi o mavi gözbebeklerinde toplandığında dudaklarını ıslatıp çekti. Nefes alamadığımı söylememe gerek yoktu sanırım. ''O an,'' dedi gülümserken. ''O an kendimi tutamadım ve yanağına bir buse bıraktım. Bunu neden yaptım bilmiyorum ama...'' Cümlesinin devamını getiremediğinde gözlerini kıstı ve çekimser bir halde bakmaya devam etti. ''Kızmadın ya da benim hakkımda kötü şeyler düşünmedin değil mi?''

''Hayır,'' dedim bir saniye bile düşünmeden. ''Kızmadım. Neden kızayım ya da senin gibi birinin hakkında kötü şeyler düşüneyim ki?'' diye sordum. Sanırım şu an iyi değildim. Sanırım değil, şu an gerçekten nabzım beni yoklamaya başlamıştı. ''Sadece,'' dedim sanki devamını getirebilecekmişim gibi. Getiremedim.

''Mislina,'' diye yaklaştı bana doğru. Karşımda durdu, bakışları yüzümü ezberlemeye başladı. İçim gidiyordu, içim çıkıyordu ruhumdan ve o bana böyle baktıkça kalbim ellerinde dağılıyordu. ''Bana ne oluyor bilmiyorum. İçimde ne var bilmiyorum ama bir şeyler olduğunu hissedebiliyorum.''

''Bir şeyler?'' diye fısıldadım. Sesim öylesine kısık çıkmıştı ki ben bile duymamış gibiydim.

Gülümsedi. Dudağının kenarını öyle bir kıvırdı ki ellerim dokunsun istedim tenine. Bir adım daha yaklaştı. Her bir mesafe ömrümden götürüyordu da haberi yoktu. ''Ne olduğunu bilmiyorum, ne olduğunu da sorma... Dürüstüm bu konuda, ne varsa içimde seninle paylaşıyorum.''

Dürüstüm bu konuda... Bu cümle hislerimin üzerine bir beton dökmüş gibiydi. Hislerimi ezmişti, yok saymıştı. Hayır kastım Akif Selim değil elbette, asla, ona kıyamam ki. Sadece benden daha açık ve dürüst olduğu için böyle hissettirmişti. Bunca zaman kaçak göçek, yalanlar söyleyerek onu seven ben şimdi nasıl bakıyordum gözlerine? Ah Mislina...

''Aramızda her ne varsa bunun adı arkadaşlık değil. Başka bir şey mi bilmiyorum, benden bunun cevabını vermemi isteme lütfen,'' dedi kısık sesiyle. ''Sadece senin yanında mutlu hissediyorum, hiç kimseyle olamadığım kadar özgür ve mutlu. Beni, bana kazandırdın sen. Beni, bana verdin. Bunun ne demek olduğunu bilmiyorsun.''

''Ne demek Akif Selim?'' diye sordum. Biraz daha konuşursam, biraz daha konuşursa ağlayacaktım. Şaka yapmıyordum çünkü ona o kadar âşıktım ki, bana bunları söylerken ona doya doya sarılamayıp her şeyi itiraf etmedikçe gözyaşlarım kapıda bekliyordu.

''Boş ver,'' dedi kızaran gözleriyle geçiştirerek. Üşümüş müydü yoksa düşünmüş müydü bakışları? Üstelemedim. Nasıl zorlardım ki onu? Nasıl kızardım? Hayatımda gördüğüm, görüp görebileceğim en doğru adamdı, en güzel en özel kişiydi o, nasıl üzerdim?

''Bir şey isteyebilir miyim?'' diye sordu eliyle yanağını kaşıyarak. Bakışlarını kaçırıyordu ve o kaçırdığı bakışlarla benden kaç nefes alıyordu acaba? Kafamı aşağı yukarı salladım. ''Hı-hım,'' dedim. Gözleri beni buldu. ''Burada, böylece,'' dedi kısacık bir müddet etrafı izlerken. Sonra yeniden beni buldu yüzü. ''Dans eder misin benimle?''

Gözlerim doldu ve ağzım aralandı. Dudaklarımın arasından çıkan şey ise şu oldu: ''Ama ben dans etmeyi bilmiyorum ki...''

''Ben de bilmiyorum.''

''Ne olacak şimdi?''

''Öğrenmek için uygun bir zaman değil,'' dedi gülerek. ''Ama denemek için vakit çok güzel değil mi?''

Gözlerim yana yana, kalbim kül bir halde kafamı aşağı yukarı salladım. ''Çok güzel.''

Yutkunduğunu fark ettim. Bayılmak istemiyordum, cidden şaka yapmıyordum ve bayılırsam her şeyi mahvedebilirdim. Akif Selim bana doğru yaklaştı, gözlerini gözlerimden ayırmadan ellerini belime yerleştirdi. Kendimi o kadar çok sıkıyordum ki, dişlerim birbirine geçebilirdi. Ellerini belime yerleştirdikten sonra titreyen ellerimi boynuna götürdüm. Bu gerçek olamayacak kadar güzeldi.

Ellerini belimde hissediyordum. Üzerimde kabanım olduğu halde, bel kıvrımımdaymış gibi hareket ediyordu âdeta. Boylarımız arasındaki fark oldukça az olduğu için göz teması kurarken bizi zorlamıyordu. Hiç konuşmadık ve usul usul hareket etmeye başladık. Hangi parça çalıyordu bilmiyordum ama sanırım işitebildiğim tek ritim kalbime aitti.

''Üşüyor musun hâlâ?'' diye sordu gözlerimin derinine doğru inerken.

Hipnoz olmuş bir şekilde kafamı iki yana salladım. Sordum. ''Sen peki?''

''Ben zaten üşümüyordum ki.''

''Ya.''

''Ya.''

Utandım ve bakışlarımı kaçırdım. Kafamı öne eğdim. Kafamı omzuna yasladım. Beni reddetmedi aksine o da benim omzuma yasladı kafasını. O benim soluma ben onun sağına düşüverdim bu ocak ayının baharında.

Ve ben o an, bu dansın içinde kaybolurken anladım ki;

Kış, yalnızca üşütmezmiş,

Kış, bize baharı getirirmiş.

🌹

Sakin sakin, helvamızı kavurmuştum ben zatenagshasdş

Yazarken ellerimde bir karıncalanma, karnımda bir ağrı, yüzümdeki tebessüm zaten... Siz de okurken öyle olmuşsunuzdur eminim. Ama ne kadar güzeller öyle değil miiii? Çok ayrılar, çok başkalar. İyi ki yazmışım onları, iyi ki böyle karakterlerim var. 

Veda Caddesi'nden bilenler var ise Ankara'da bir buluşma düzenliyoruz. Bu hafta sonu cumartesi günü, saat 13.30 Kızılay Avm önü diye düşündük ama kesin karar kıldığımızda bildireceğim instagramdan. Gelmek isteyenler bana geri dönüş yapabilirler. 

İnstagram. Sumeyyedmrkan
Askfm. Sumeyyedmrkn

💜

Continue Reading

You'll Also Like

805K 52.4K 46
Çilek Alança Yıldırım mı yoksa Çilek Alança Saruhan mı demeliyiz? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek, ailesinin gerçek olmadığını ve küçük...
732K 49.4K 32
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
154K 10.5K 19
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
605K 18.3K 54
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!