cherry blossom | pjm

By jisakura

233K 19.7K 18.3K

Wattys 2018 Uyarlamacılar Kazananı "dünyanın geri kalmış tüm toprak parçalarına çiçekler ekiyorsun, tüm dünya... More

🌸 çiçek kokulu giriş 桜
1 🌸 sevgi düşüşü hafifletir 桜
2 🌸 çocuk ellerimizle kardan evler yapardık 桜
3 🌸 bana şarkı söyle 桜
4 🌸 beni yalnız bırak(ma) 桜
5 🌸 cesaretim küçüklüğümden 桜
6 🌸 hayal kurmayı bıraktıran şeyler 桜
7 🌸 saçlara güzel davranan erkek kırmaktan korkar 桜
8 🌸 her şey 'birlik'te 桜
9 🌸 ilk kavga ilk aşktandı belki 桜
10 🌸 darılma bana, hepsi sevdiğimden 桜
11 🌸 korkma, yanındayım 桜
12 🌸 hayalim olur musun? 桜
13 🌸 yağmurla akan gözyaşı 桜
14 🌸 sıkıca sarıl, ağladıkça iyiyim 桜
15 🌸 notalara saklanmış umut kırıntıları 桜
16 🌸 kalp yorgunluğumun sebebi misin? 桜
17 🌸 hislerimi arkama sakladım 桜
18 🌸 hiç mi ayrılmayacağız? 桜
19 🌸 yıldızlara sarıldık bu gece 桜
20 🌸 kiraz çiçeklerinin kaderi 桜
21 🌸 bencillik yapıp 'kal' diyemedim 桜
22 🌸 sen gittiğinde soldum 桜
23 🌸 tavus kuşunun renkleri kayboluyor 桜
24 🌸 kaç bahar geçti üstünden 桜
25 🌸 ansızın gelen kavalye 桜
26 🌸 la vie en rose 桜
27 🌸 ayrılıklar, hep bir başlangıç 桜
28 🌸 uğruna feda ettiklerim 桜
29 🌸 keşke, şakaydı diyebilsem 桜
30 🌸 en çok öpücükler can yakar 桜
31 🌸 söyle sevgilim, bileyim 桜
32 🌸 bir adam çok sevdi, kaybetti 桜
33 🌸 portakallı turta 桜
34 🌸 kâbuslarımda da güzelsin 桜
35 🌸 fırtına öncesi sensizlik 桜
36 🌸 nefesinden tanırım seni 桜
37 🌸 zehrimi aldı kokun, ben yine sen oldum 桜
38 🌸 ben severken öldürüyorum 桜
39 🌸 söz, unutursak mutlu olacağız 桜
40 🌸 sona geldik pt.I 桜
40 🌸 sona geldik pt. II 桜
🌸 çiçek kokulu kapanış 桜
🌸 sen benim en güzel yaramsın 桜
minik bir teşekkür

🌸 olmuyor işte, ne için bu çaba? 桜

3.5K 221 100
By jisakura

"Gittin.
Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
      Şimdi biz neyiz biliyor musun?
      Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
      Birbirine uzanamayan
      Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
      Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz."



ANGST

İkimiz de bu kanlı savaşta askerdik ama farklı cephelerdeydik. Ben topraklarımı savunmaya çalıştıkça, o işgal için diretiyordu. Belirsiz bir boşluğun içerisinde dalından kopmuş iki ölü yaprak gibi süzülüyorduk ama buluşacağımız yerler farklıydı. Biz farklıydık.

Kolyeyi boynuma geri bıraktıktan sonra üzgün gözlerle bana bakmayı sürdürdü. Ona diyebileceğim şeyler kısıtlıydı, ona vaat edebileceğim güzel günlerse çoktan mazide kalmıştı. Aynı sayfaya bakıp farklı şiirler okuyorduk artık. Sayfalarımız da, satırlarımız da değişmiş, dünyalarımız birbirinden kopmuştu.

Jimin kirpiklerine konuk olan ay ışığını gölgeler halinde yanaklarına düşürürken bana doğru yaklaştı. Her saniye kalbim yerinden çıkacakmış gibi atarken, ruhum bir kapana kısılmıştı. Saklandığım en ücra köşelerde dahi bulup çekiyordu beni Park Jimin. Ona kapılmak yeterince yaralayıcı değilmiş gibi, bir de üzerine emek harcaması beni çıldırtıyordu.

O bana yaklaştıkça ruhen uzaklaştım o andan. Dudaklarımız arasındaki mesafeyi bir soluğa indirgeyinceye kadar aştı sınırlarımı. İşgal için her şeyi hazırdı ama ben değildim. Yine de kibar bir askerdi Jimin, sabırla izin bekledi benden ama umutsuz biriydi.

"Kiraz çiçeği." diye fısıldadı dudaklarımın üzerine. "Yeniden biz olamaz mıyız?"

Gücüm bataryası bozulan bir telefon gibi hızla geri sayım yapıp sıfıra yaklaşıyor, bana ayrılan vakit doluyordu. Uçurumdan atlayıp, bir dal parçasına tutunmuş gibiydim ama el uzatanım yine oydu. Korkuyordum. Acı çekmekten, onu tekrar ve tekrar kaybetmekten, en kötüsü de hiç eksilmeyen aşkla baktığım gözlerine hiçbir şey yaşanmamış gibi gülünç bir yalanla bakmaktan ölesiye korkuyordum.

Keşke her şey "Haydi tekrar birlikte olalım." deyip, eskisi gibi yaşamak kadar kolay olsaydı, ama olmuyordu işte. Asla kalp kırıklarını tamir edemiyorduk. Asla solmuş bir çiçeği eskisi gibi canlandıramıyorduk. Bir şekilde kaçıveriyordu şans elimizden. Ya suyu çok kaçırıyorduk, ya da onu kurutuyorduk.

Sesim içimdeki gürültüye rağmen çıkmayınca gözlerini içinde kendi yansımamı göreceğim kadar dikkatle bana sabitledi. Ona böylesine yakından bakarken, özlemimin bunca zaman beni nasıl yaşattığına akıl sır erdiremedim. O an, gözünden akıp giden küçük bir damla çenesinden aşağı doğru süzüldü. Daha çok eğildi ve dudaklarımızın arasındaki mesafeyi sıfıra indirerek buluşturdu iki düşmanı. Birbirini delicesine seven ama asla birlikte yapamayan iki düşmanı.

Kalbim hem heyecandan hem de korkudan hızla çarparken, derin bir suda boğuluyormuş gibi çaresizdim. Hayatımın ipleri ellerimden kayıp gidiyor, bu şanssız aşkın kurbanı oluyordum. Farkına varamamıştım henüz ama ben onun her zerresinde kayboluyordum. Kendimi tanımayıncaya kadar, ona karışıyordum.

Sadece birkaç saniye sonra göğsüne yerleştirdiğim ellerimle onu itip dudaklarımızı ayırdığımda hüzünle baktı gözlerimin en derinine, baktım ben de gözlerindeki o kızgın isyana. Ona yenilmenin eşiğindeyken, son hamlemi yaptığımın henüz farkına varmış gibi afallamıştı.

Kafamı iki yana sallayıp ağlarken, "Çok geç." diye mırıldandım. "Biz olmak için çok geç kaldık Jimin-ah."

O ağaçtan inip onu yalnız bırakırken aklımda tek bir düşünce vardı. Bu savaşın kazananı yoktu. İkimiz de kaybetmiştik.

🌧

Düğünden bir gün sonra Rae Yun'un ısrarıyla kendimi Yoora'nın kafesinde bulmuştum. Busan'dan ayrılmadan evvel bir haftam vardı ve kendimi eve kapatıp kafa dinlemekten başka bir arzum da yoktu. Ancak en yakın arkadaşımın balayına gitmeden evvel benimle görüşmek istemesine karşı çıkamazdım. Mutsuzluğumu ona yansıtmam çok bencil bir davranış olurdu.

Anılarla yüklü bu kafeye girdiğimde içimi saran derin duyguların istilasına uğradım. Hiçbir şekilde değişmemiş olan bu kafe, dekorasyonu ve kokusuyla bana o günleri hatırlatıyordu. Hatırlamaktan asla bıkmayacağım, beni aynı yerden vurup dursa da, asla ses çıkarmayacağım o güzel günleri.

Rae Yun ve Myung Soo'nun oturduğu cam kenarındaki masaya doğru güler yüzlü bir şekilde ilerlerken, o yerin eski mekanımız olduğunu biliyordum. Buğulu camını izlerken gözyaşlarımızı, kahkahalarımızı ve çok daha önemlisi bizi ağırlayan emektar mekanımızdı orası. Basit bir masa ve sandalye kombinasyonundan çok, masumluk, sevgi ve bolca fedakarlığı içinde taşıyordu.

İkisi beni fark eder fark etmez el sallayarak karşıladı ve arkası dönük oturan Rae Yun kollarını kocaman açarak beni dostluğun en güzel sınırına davet etti. Düşünmeden sıkıca sarılıp uzun bir süre kucakladım onu. Benden ayrılırken, "Benim minik penguenim." dedi gülümseyerek. "İyi ki geldin."

Ondan ayrıldıktan sonra Myung Soo'nun yanına gidip ona da sarıldım. Güçlü kolları beni sarsınca, "Saman beyin yavaş ol." diye yalancı bir azarlayışla ayrıldım ondan. Kahkaha atarak benden ayrılırken, "Biraz kilo al sen de." diye sitem etti. "Bu ne böyle iskeletor olmuşsun birkaç yılda!"

"Yiyorum ama bir işe yaramıyor." diye sızlanıp yerime otururken ikisi de ışıldayan yüzlerle bana bakıyordu. Evlilik onlara çok yakışmıştı.

Her ne kadar düğün gecesi ikisinden de ayrı ayrı özür dilesem de hala kötü hissediyordum kendimi. Bağırış çağırışlar eşliğinde kaçıp gitmiştim yanlarından. Böyle bir kabalığı ikisi de hak etmiyordu. Masanın üzerindeki ellerini kavrayıp sıkıca tuttum ve, "Ne dersem diyeyim hatamın mazereti olmayacak ama yine de özür dilerim çocuklar." Dudaklarımı büzüp dolan gözlerimi gizleyemeden gülümsemeye çalıştım. "Umarım ikiniz de ömrünüz boyunca birbirinizi sever ve kollarsınız.Tebrik ederim."

Rae Yun sol eliyle gözünü silip burnunu çekerken, "Ya seni aptal!" diye karşı çıktı. "Ortada özür dilenecek hiçbir şey yok."

Ardından yanımda oturan Myung Soo kolumu sıvazlayıp başını omzuma yaslayıp geri çekildi. "Umarım bize dilediğin güzelliklerin on katı yakanı bırakmaz seni şapşal."

Hayatımın en güzel detaylarındandı onlar. Ne dersem diyeyim, ya da ne yaparsam yapayım haklarını asla ödeyemezdim. Onlar olmasaydı, şu anki Sujin olmazdı. Beni ben yapan şeylerdi onlar, benimle bir olan güzellikler.

Ellerimi çektikten sonra Yoora geldi ve ona da sarılıp ufak bir sohbet ettik. Ardından birbirine imalı bir şekilde bakan çifte dönüp, "Eee," dedim. "Sipariş vermiyor muyuz?"

Bacağını huzursuzca sallayan Myung Soo ellerini birleştirmiş Rae Yun'a bakıyordu kaşlarını kaldırarak. Masum arkadaşım da dudaklarını büzüp bana döndü. Bir şeyler saklıyor gibiydi ikisi de.

"Şey," diye geveledi. "Biz aslında birini daha bekliyoruz."

Ben daha kim olduğunu sormaya kalkmadan kafenin giriş kapısındaki çan sesi kulaklarıma doldu ve karşıdan gelen silueti görmemle mum yemişe döndüm. Üzerindeki ince siyah ceket ve altındaki kumaş pantolonuyla kafasına siyah bir şapka takmış gözlüklü Jimin, bizim olduğumuz masaya doğru geliyordu. Beni fark eder etmez duraksadığını hissettim ama gelmeye devam etti. Masaya ulaştığında nefesimi o ana kadar tuttuğumun farkında değildim.

Rae Yun'a sert bir bakış attığımda, "Jimin'i bekliyorduk." dedi anlamamışım gibi. İçimdeki bastırılamayan öfke bakışlarıma yansıyordu büyük ihtimalle. Yoksa gözlüklerini çıkarmış Jimin'in de bana öyle bakmasının başka bir açıklaması olamazdı.

"Selam." dedi benden bakışlarını kaçırıp diğerlerine bakarak. Sandalyeye oturup tam karşıma kurulurken beni görmezden gelmeye devam ediyordu. "Sadece üçümüzün olacağını sanıyordum."

Myung Soo gergince parmaklarını masaya vururken, "Aslında amacımız tekrar bir araya gelmekti." diye belirtti.

Sonra sözü devralan Rae Yun oldu. "Sujin'in geleceğini söylesem sen gelmezdin." dedi Jimin'e. Sonra bana dönüp devam etti. "Sana da Jimin'in geleceğini söylesem gelmezdin."

İster istemez bu emri vakiye çok bozulmuştum. Fakat yine de hoşgörüyü elden bırakmadan omuz silkip, "Sorun olmazdı." dedim. "Yani belirtseydin."

O ağaçtan indikten sonra aslında aramızdaki defteri kapatmıştık. Bana onu reddettiğim için bozulduğunu çok iyi biliyordum. Fakat anlamıyordu işte. Biz ne kadar çabalarsak çabalayalım bir şeyler hep eksik kalacaktı ve bu yol eskisi kadar düz bir yol değildi.

"Ben benim için bir sorun olduğunu kast etmedim." dedi Jimin delici bakışlarını yüzüme sabitleyerek.

Kendimi iki elektrik teli arasındaki akım kadar gergin hissediyordum. "İyi." dedim kaşlarımı kaldırarak. "Ben yanlış anladım."

"Hey çocuklar," diye dikkati kendine çeken kişi Rae Yun oldu. "Ne yaşarsanız yaşayın biz çocukluk arkadaşıyız. İkiniz de farklı yollara dağılmadan evvel son kez birlikte bir şeyler yapalım istedik. Lütfen kırıcı olmayı kesin."

Jimin ile Rae Yun'un ilişkisi hala diken üzerinde olduğundan onu ikna eden şeyin ne olduğunu anlayamamıştım. Belki vefaydı ona tesir eden şey, belki de içinde kalan o sonsuz sevgi. Bilemiyordum ama onları kırmayıp buraya gelmesi beni şaşırtmış ve belli etmesem de beni sevindirmişti.

"Eee," dedim gülümseyip ortamı iyileştirmeye çalışarak. Aslında farkındaydım, ortamı kötü eden şey zaten ben ve benim yarattığım kaostu. "Ne yapıyoruz?"

Sonunda yüzünde çiçekler açan Yun bana baktı ve heyecanla, "Önce kahve içip muhabbet edelim dedik, sonra belki birlikte film izleriz." dedi.

O sırada şapkasını çıkarıp elini sarı saçlarının arasına daldıran Jimin derin bir nefesi salık bıraktı dudaklarının arasından. "Akşama Seul'e dönüyorum." dedi bakışlarını masaya sabitleyip. Hiçbirimize bakmaya katlanamıyormuş gibi bir hali vardı.

"Saat henüz on iki Jimin." dedi Myung Soo. "Hayli hayli yetişirsin. Neyle gideceksin?"

Jimin kolundaki siyah suni deri saate bakıp hesaplama yapıyormuş gibi gözlerini kıstı. "Saat altı gibi Jungkook gelecek." dedi. "Bavulum da evde."

"O zaman önce gidip bavulunu alırız, sonra bize gider film izler Jungkook'u da oraya çağırırız. Ne dersin?" Rae Yun beklentiyle Jimin'e baktı. Omuz silken Jimin isteksiz görünüyordu ama yine de kabul etti.

"Olur." dedi sahte bir gülümsemeyle. Ancak kimsenin bunu yadırgayacak hali yoktu.

Siparişlerimizi verdikten sonra öylesine sohbet etmeye başladık. Hiçbirimiz eski samimiyetin olmadığının farkında değilmiş gibi rol kesiyorduk ama anlaşılıyordu. Aramızda asla yok olmayacak bir buz kütlesi vardı ve hiç erimiyordu.

Siparişler geldiğinde Jimin'in önünde duran sade americano bana eski zevklerini bir bir yitirdiğini gösterdi arsızca. Sanki ben de değişmemişim gibi onun bu seçimini yargıladım. Çok küstahtım.

Rae Yun camdan dışarıyı seyrederken gülümseyip karşı kaldırımı gösterdi. "Hatırlıyor musun Sujin," dedi. "Karlı günlerde burada oturup kim kayıp kim kaymayacak diye bahse girerdiniz Jimin ile."

Bir anda kahvesini yudumlayan Jimin öksürerek bardağı yerine bıraktı ve ben de alt dudağımı dişleyerek tebessüm ettim. "Evet." dedim Yun'a karşılık. "Güzel zamanlardı."

"Sonra birbirinize ceza veriyordunuz, ah çok tatlıydı."

"Bir de araba kazasını hatırlıyor musunuz? Jimin'in öz güveni çok komikti."

Jimin sertçe fincanı eski konumuna yerleştirip gözlerini devirdi. "Kes şunu." dedi ciddiyetle.

Kime dediğini anlamak için baktığımda, gözlerinin içinde kendi yansımamı görecek kadar net bir şekilde bana baktığını fark ettim.

"Ne?"

Sesim titrediğinde, tekrardan gücümü yitirdiğimi hissediyordum. "Üzülen bir tek senmişsin gibi davranmayı kes." dedi. Yun'a dönüp ekledi. "Sen de durduk yere maziyi deşme artık. Üçünüzü de affetmiş değilim."

"Sakin ol Jimin." diyen Myung Soo'nun gözü seğiriyordu. "Buraya tartışmak için gelmedik."

Jimin alaylı bir tavırla baktı. "Yaa," dedi imayla. "Ben tam olarak onun için gelmiştim ama."

"Jimin!" diye uyarı dolu ses tonuyla konuşan Yun ağlamanın eşiğindeydi. "Lütfen..."

Fakat onun susmaya niyeti yoktu. "Benim rızam olmadan bana çektirdiğiniz onca acıdan, gizlediğiniz şeylerden, en kötüsü de beni arkamdan vurmanızdan sonra eskisi gibi olacağımı, burada oturup geçmişi buruk gülümseyişlerle yad edeceğimi falan mı sandınız?" Histerik bir şekilde gülüp kafasını iki yana salladı. "Hayır," dedi sertçe. "Ben eski Jimin değilim. Artık her hatayı mazur görmüyor, size eskisi gibi güvenmiyorum. Sizi seviyor olmam yaptığınız kötülükleri göz ardı edeceğim anlamına gelmiyor."

Sandalyeyi geriye itip ayağa kalkarken boş olan kafeden istifade ederek sesimi yükselttim. "Buraya kinini kusmak için gelmediğine adım gibi eminim. Sırf ben buradayım diye böyle davranıyorsun, yapma." Bacaklarım gerginlikten titriyor, onun bana şefkatten uzak bakışları yüreğimi dağlıyordu. "Senden bir şeyleri saklamamın sebebi sadece sendin. Ayrılığımızın bir anlamı olsun istedim, verdiğin emeğin karşılığını al istedim. Lanet hayatımı sırf sen mutlu ve başarılı ol diye ikinci plana attım ben! Peki ya sen? Neden bunların hiçbirine saygı duymuyorsun?"

Jimin kafasını hızla iki yana sallayıp hışımla yumruğunu masaya koydu. "Anlamıyorsun değil mi?" diye bağırdı. "Bunların hiçbirini senden istemedim ben. Hepsini kendi kendine yaptın." Gözleri şimdi bizi köşeye sinip izleyen çiftteydi. "Özellikle siz ikiniz," dedi iç parçalayan bir kırgınlık tonuyla. "Siz ikiniz yüzünden mahvolduk biz. Şimdi gelmiş yüzsüzce bizi bir araya getirmeye çalışıyorsunuz ama olmuyor işte! Biz asla birlikte olamıyor, geçmişi silip atamıyoruz!"

"Yeter artık yeter!" diye bağıran Yun sessiz kalma yeminini bozmuştu. "İkiniz de kesin artık şunu. Koca insanlar oldunuz ama vefa denen şeyden haberiniz yok. Sujin senin için sakladı gerçeği, sen de olan bitenden sonra onu yaptığı fedakarlık için suçlama. O zaten yeterince kötü hissediyor, kaybettiği bebek ikinizindi ama en çok acıyı o çekti. Neden? Çünkü o taşıdı karnında aylarca, o çekti sıkıntılarını sen konser telaşındayken." Sesi yatışmaya başlarken derin bir iç çekti, bana döndü. "Sen de kendi yaptığın fedakarlık için ondan karşılık bekleme Sujin. İkimiz de, hatta üçümüz de hatalıydık. Saklamamamız gerekiyordu ama hata ettik işte. Geçmişe saygınız yoksa kendinize olsun. Yemeyin artık birbirinizi. Böyle severken yemeyin, ne olur!"

Dudaklarım zelzeleyle titriyor, kanım donuyordu damarlarımın içinde. Kendimi buzdan bir yorgana sarmalanmış bir yük gibi hissediyordum. Her şey çok yanlış, her şey çok bulanıktı. Düğün günündeki tartışmamız, bugünkünün başlangıcıydı. Mazeretlerimiz hiçbir zaman asıl neden olmamıştı ayrılığımıza. Biz hiç birleşemeden ayrılmıştık, biz hiç bir bütün olamamıştık. Boğazıma kadar tıkanmış hasta ruhlu biriydim ve yaralarım ilk günkünden daha derin kanıyordu.

Masadan çekip gitmeden önce, "Size afiyet olsun." dedim. Hızla oradan çıkıp gitmek, sonsuzluğa karışmak istiyordum. Canım çok yanıyordu, kalbim her birinin elinde un ufak olan acınası bir kurabiyeye dönmüştü.

Yolu hızla yürürken, kendimi birden geriye doğru çekilmiş halde buldum. Jimin kolumu tutmuş, hızla soluyarak bana bakıyordu. İşte iplerin koptuğu an, bu andı. Ona giden tüm yollar çıkmaz sokaktı. Kendimi de onu da tanıyamıyordum. Biz ne ara böyle yabancılaşmıştık?

"Az önce dediklerim için ben gerçekten-"

Kafamı iki yana sallayıp, "Sorun değil." dedim. "Gerçekten, artık bir önemi yok."

Jimin öfkesi kırgınlığıyla bezenmiş gibi bir tavırla, "Yapma Sujin." dedi. "Önemi olmasa neden böyle kırılayım sana?"

"Bak," dedim sesimi dizginleme çalışarak. "Ne söylersem söyleyeyim senin tarafından hep yanlış anlaşılacağım. Hatalarımı kabul etsem de bu düşüncelerini asla susturamayacağım."

"Yanılıyorsun!" diye itiraz etti. "Sadece sinirlendim ve reddetmene anlam veremedim, bu nedenle-"

"Hayır." diye lafını böldüm. "Bunlar senin gerçek düşüncelerin."

Sonra tekrar gitmeye yeltendiğimde tekrar durdurdu beni.

"Son kez soracağım sana," dedi kelimeleri tıkanırken. "Olamaz mıyız?"

Oluruz belki ama, her gün birbirimizi kelimelerimizle kanatırız. Yaralarımız kabuk bağlamışken acımasızca söküp atar tekrar ve tekrar açarız. Oluruz belki ama, savaşımız kaybetme pahasına sürüp gider yıllarca. Bir gün söndü deriz, ertesi gün tekrar başlatırız. Biz oluruz deriz belki ama, olmayız işte Jimin. Ne bu çaba?

"Ben unutmuyorum Jimin." dedim sesim titrerken. "Ben hiç unutamıyorum."

Kolumun üzerini saran elini nazikçe çekip bırakırken, "Vazgeçtim." diye mırıldandım. "Bu yürekte kiraz çiçekleri artık yaşayamıyor."  Sonra ona son kez sarıldım.

"Hayatta savaşmak için bir nedenimiz kalmadıysa, vazgeçmek için bir nedenimiz var demektir."

Continue Reading

You'll Also Like

4.6K 431 15
•Wattpad MysteryTR 'Gizem ve Sır Dolu Senaryolar' Listesinde. Gözlerinin son anda dolduğunu görünce şok olarak ona baktım. "İşler beklemediğim yerle...
76.6K 6.3K 24
Üniversitesinin serseri çocuğu jungkook, kız arkadaşını rahatlatmak için kayda aldığı inlemelerini yanlışlıkla yeni atanan rektörü Kim Taehyung'a ata...
31.5K 3.1K 30
"Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir." -Tolstoy Sung Iseul, taşındığı yeni şeh...
92.3K 17.8K 15
oğlum sadece en sevdiği oyuncakları kırıyor. ben onun yok ettiği kumdan kalelerin kralıyım omegaverse, etl texting