Elmas

Por CrHPossitive

126K 12.4K 1.5K

//KİTAP YENİLENME AŞAMASINDADIR. BÖLÜMLERİN YENİLENME DURUMLARINA GÖRE KURGUDA BAZI GEÇİCİ MANTIKSIZLIKLAR OL... Más

2. Bölüm •Yeni Oda
3. Bölüm #Tüneller
4. Bölüm #Kamadlar
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
ÖNEMLİ DUYURU LÜTFEN HERKES OKUSUN!!!
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm -Final-
Özel Bölüm (Son Bölüm)

1. Bölüm •Taşınma

15.8K 714 254
Por CrHPossitive

YAZARDAN NOT: Merhabalar canımlar! Elmas'a hepiniz hoş geldiniz. Hikaye özetinde yazmıştım ancak burada da tekrar eklemek istedim. Tüm kitabı en baştan düzenlemeye giriştim lakin bu sırada eski kısımları kaldırmadan yavaş yavaş ilerliyorum. Hikayemiz tadilattadır kısacası. Eskilerinin yerine yenilerini yazdıkça eski kısımları sileceğimden kafa karışıklığı giderek azalacaktır ama olur da bu tarihler arası okursanız muhtemelen ben ne okuyorum şu an ya diye düşünebilirsiniz.

Şaka bir yana yıllar sonra dönüp de yazdıklarıma bakınca yazım dilimin ve Türkçe bilgimin eskiden ne kadar gelişmemiş olduğunu çok daha iyi anladım. Umarım yenilenmiş versiyonu ile Elmas'ı beğenirsiniz ^-^

*Pek  inşaatlı yazar emojisi*


-20 Aralık 2066/New York-

Yarısı toparlanmış ve kolilere gelişigüzel yerleştirilmiş odama bir bakış atıp derin bir iç geçirdim. Taşınmak, hele hele kıtalar arası taşınmak, başlı başına mı zor bir şeydi yoksa ben olabildiğince isteksiz yaptığımdan mı bu kadar zorlanıyordum bilemiyordum, emin olduğum tek şey bir hayli zorlandığımdı.

Bir başka derin nefes alarak yatağıma çökercesine oturdum. Hayatım, birçok gencin hayatına göre kolay geçmişti, geçiyordu. İngiltere'de yaşayan büyükbabam gençken gösterdiği birkaç iyi niyet ve kahramanlık gösterisinden sonra Kraliçe 2. Elizabeth tarafından bir lord ilan edilmişti. Her ne kadar İngiltere'de fazlaca lord olsa da bu o kadar da yaygın bir şey değildi. Ve büyükbabamın sahip olduğu bu unvan yıllar geçtikçe ailemize varlık olarak geri dönmüştü. Yani İngiliz olan baba tarafımdan hayli zengin sayılırdım.

Buna rağmen ailem bana bu zenginliği aşırı hissettirmeden beni büyütmüşlerdi. Evet, geleceğim için ya da ileride gitmeyi umduğum Ivy League okullarının harçları için endişelenmeme gerek yoktu. Evet, ülkelerin hızla artan aç gözlülükleri nedeniyle hızla artan yoksul sınıftan olmak gibi bir endişem yoktu. Evet, bana bir araba çarparsa aklıma gelecek ilk şey hastane masraflarını nasıl ödeyeceğim değildi. Ama birçok sınıf arkadaşım gibi şımartılmış durumda da değildim.

Ortalama büyüklükte bir evimiz vardı. Her ne kadar paramız fazlaca var olsa da bu evi annem, babam ve ben her pazar günü birlikte temizlerdik ve hiçbir zaman bir yardımcı tutmazdık. Her nedense ailemin dışarıdan olan insanlara güvenmemek gibi huyları olduğundan temizlik için bile olsa evimize uzun süredir tanıdığımız insanlar dışında kimsenin girmesini istemiyorlardı. Suç oranı düşük sayılan mahallemizde bile zaman zaman yaşanan hırsızlık ve hırsızlık temelli şiddet olaylarını düşününce pek de mantıksız bir karar değildi gerçi.

Kalburüstü bir okula gittiğimden şımartılmanın ne demek olduğunu okul arkadaşlarımı izleyerek rahatça görebiliyordum. Her zaman son model olmak zorunda olan cep telefonları (kaç çocuğun o telefonun yapılması için gereken malzemeyi madenlerden çıkarırken ölmesi onlar için pek de önemli değildi, hatta fark ettiklerini bile sanmıyorum), üst sınıf, tercihen yirmi metre üzerinde uçabilme kabiliyetine sahip arabaları, satılsa alt sınıf bir ailenin bir aylık yemek masrafını karşılayabilecek kıyafetleri ve her günün kombinine uygun takındıkları değerli takıları vardı.

Bense hem büyükbabamın mal varlığı hem de babamın oldukça ünlü bir teknoloji şirketinde üst düzey bir yönetici olarak çalışmasının getirdiği varlığa rağmen varlık olarak hayli zengin ancak yaşantı olarak da bir o kadar orta sınıftım. Ailem gerekli olmadıkça telefonumu yenilememi istemezdi (buna rağmen bana 18. yaş günü hediyesi olarak Samsung'un yeni CEO'su Albert Lee tarafından geliştirilmiş ve karakter analizine göre önerilen akıllı telefonlardan almışlardı). Değeri yirmi dolardan fazla olan hiçbir takım yoktu, sadece istisna olarak Vance'ın bana 16. yaş günümde hediye ettiği tamamı gümüşten oluşan bir bilekliğim vardı. Ve beni etkileyen tek kısım olarak, arabam yoktu. Gelişmiş bir arabayı geçtim tek yeteneği dört tekerinin üzerinde yerde gidebilen bir arabam bile yoktu. 

Bütün bu varlık içerisinde yokluk durumlarımdan beni tek üzen de bu sonuncusuydu. Liseden mezun olmama yalnızca altı ay kalmış olmasına rağmen hala annem ya da babam tarafından okula bırakılıyor olmak gururumu zedelese de yapabileceğim pek bir şey yoktu. Elimden gelen tek şey en yakın arkadaşım Vance'ı zaman zaman beni okula götürmesi için ikna etmeye çalışmaktı, ki ondan rica ettiğim seferlerin hiçbirinde Vance beni kırmazdı. 

Ailemin ise bana karşı bu kadar korumacı olmasına rağmen Vance'ı sorgusuz sualsiz kabul ediyor olmaları beni ilk başta şaşırtmıştı. Vance, 1.85 boylarında, her sporda iyi ama basketbolda harika olan, oldukça iri yarı 18 yaşında bir oğlandı. Ve anne babam onu ailedenmiş gibi görüp gözleri arkada kalmadan onunla nereye istersem oraya gitmeme izin veriyorlardı. 

Elbette bunda Vance ile benim anasınıfından beri arkadaş olmamızın etkisi büyüktü. Ne zaman birimiz zor zamanlar geçirsek diğerimiz onun için orada oluyorduk. Biz on yaşındayken Vance'ın anne ve babası trafik kazasında vefat ettiklerinde Vance'ın teyzesi yasal olarak onu almak için işlem başlatana kadar Vance birkaç hafta boyunca bizim evimizde kalmıştı. Onunla olan bağımız her zaman çok derin ve çok farklıydı.

Telefonumun çalmasıyla daldığım derin düşüncelerden irkilerek uyandım.

"Vance Hodgson arıyor." diye bilgilendirdi telefonum.

Telefona sesli komut vermek yerine telefonumu elime alıp yeşil daireye dokundum.

"Alo?" dedim.

"Alexis, aşağıda seni bekliyorum." dedi Vance.

"Buluşacağımızdan haberim yoktu." dedim ve her ne kadar habersiz olsam da mutlu olarak ayağa kalktım.

Üç gün önce, on sekizinci yaş günümde, sabahın köründe annemlerin bana İngiltere'ye taşınacağımızı söylemelerinden beri sürekli bir huzursuzluk içerisindeydim. Vance'ın bu sürpriz aramasıyla üzerimdeki kara bulutlar bir nebze de olsa azalmıştı.

"Yarın sabah erkenden Londra'ya yola çıkıyorsunuz. Aramıza koskoca bir okyanus ve binlerce kilometre girmeden önce son akşamımızda elbette buluşuyoruz." dedi Vance.

Hafifçe gülerek

"Tamam, beş dakikaya aşağıda olurum." dedim.

Altımda olan eşofman altımı değiştirmeye hiç niyetim olmadığından sadece üzerimdeki tişörtü bir sweatshirt ile değiştirip kabanımı da giydikten sonra cüzdanımı ve telefonumu alarak hızla merdivenlerden aşağı inip evden çıktım.

Evimizin garaj yoluna park etmiş beni bekleyen Vance'ı görünce hızla onun arabasına doğru yöneldim.

Vance'ın arabasının ön koltuğuna geçtiğimde Vance arabayı sürmeye başladı. Mahallenin hemen dışındaki seyir tepelerinden birinde durup

"Arabanın şarjı bitiyor. Bir süre burada şarja taksam sorun olmaz değil mi?" diye sordu.

Başımı iki yana sallayarak sorun olmayacağını bildirdiğim sırada Vance arabadan indi.

Vance'ın arabası hayli eskiydi, kırk hatta belki elli senelik bir Tesla'ydı. Bu arabaların ilk seri üretim elektrikli arabalardan olmasına bazen hala şaşırıyordum. Arabaların çoğunluğunun elektrikli olmadığı, elektrikli olanlarınsa şarj olmak için kablo gibi ilkel şeylere ihtiyaç duyduğu zamanları düşünmek binlerce yıl öncesini düşünmek gibi bir şeydi benim için.

Yine de Vance'ın, benim aksime, bir arabası vardı. Ve şarj olmak için kabloya da ihtiyaç duysa, gitmek için yere de ihtiyaç duysa önemli değildi. Bizi bir yerden başka bir yere götürmeye yarıyordu sonuçta.

Gerçi oto pilot sisteminin artık yasal olarak çalıştırılmasına izin verilemeyecek kadar eski olması bu arabanın en can sıkıcı yanlarından biri olsa da Vance, diğer birçok insanın aksine arabayı kendisi sürmeyi seviyordu.

Vance arabayı şarja takıp geri sürücü koltuğuna oturduktan sonra bir süre ikimiz de sessiz kaldık.

"Toparlanma işleri nasıl gidiyor?" diye sordu sonunda Vance.

"Annemler hemen hemen bütün evi topladılar ve tanıdıkları herkes ile vedalaşmak için öğlen evden çıktılar. Bense odamın ancak yarısını toplayabildim." dedim umutsuzluğumu yansıtan bir ses tonu ile.

"Bugün hepiniz senin anneannene gidersiniz diye düşünmüştüm." dedi Vance.

"Doğum günümden beri her gün oradayız, biliyorsun. O yüzden son gün gitmememizi pek dert etmediler. Bizim de bir ara toparlanmamız lazım sonuçta." dedim.

"Ya okulun? Kaydını pazartesiye kadar alabilecekler mi?" dedi Vance.

Başımı sallayarak Vance'ı onayladım ve

"Büyükbabam İngiltere'de her işimizle ilgileniyor. Özellikle benimle ilgili her şeyi en ince detayına kadar yapmaya bayılıyor. Üç gündür ne zaman konuşsak benim için ayırdıkları odanın ne kadar güzel olduğundan oraya taşınmamız için sabırsızlandıklarından bahsedip duruyor." dedim buruk bir gülümseme ile.

Her ne kadar Amerika'dan, buradaki düzenimden ve Vance'tan ayrılmaktan nefret ediyor olsam da büyükbabamın ve her ne kadar göstermekte onun kadar başarılı olamasa da babaannemin de benim için ne kadar çabaladıklarını biliyordum.

Yine kısa süreli bir sessizlik oluştu. Vance ile ben bir aradayken ne diyeceğimizi bilemediğimiz, sustuğumuz anlar pek sık olmazdı. O yüzden şu an bu durumu hayli garipsiyor ve ister istemez rahatsız oluyordum. Yine de birbirimizi bir daha ne zaman görebileceğimizi bile bilmezken başka türlü olması da beklenemezdi zaten.

"Annenle babanın bunu yapmasına inanamıyorum!" dedi sonunda Vance sinirle. 

Ardından devam etti.

"Mezuniyet senemizde, üniversite başvurularımıza bu kadar az zaman kala seni başka bir ülkeye, başka bir kıtaya götürmelerine kesinlikle inanamıyorum."

Şu an Vance'ın bana söylediklerini üç gün içerisinde annemlere en az yüz kez söylemiştim. Onların bu kararı bana da oldukça fevri gözüküyordu. Hayatımın bu kadar önemli bir senesinde bambaşka bir ülkeye, farklı bir eğitim sistemine, farklı bir ortama alışmaya zorlanmak sinirlerimi çok bozuyordu.

Bütün doğum günümü annemleri Amerika'da kalmaya ikna etmeye çalışarak geçirsem de işe yaramamıştı. Hatta onların gitmesini, benim burada tek yaşamamı da teklif etmiştim ancak sonuç değişmemişti. Her ne kadar yasal olarak artık bir yetişkin olsam da kendime ait bir Cent param olmadığından onlarsız yaşamaya çalışmak hayaldi.

Babamın çalıştığı şirketin, onu Londra merkezine müdür yapmalarından vazgeçmelerini sırf benim eğitimim için isteyemezdim, mantıken. Ama yine de istemiştim. Bunun neticesinde bencillikle suçlanmıştım ve kesin olarak Londra'ya gideceğimi, başka çarem olmadığını söylemişlerdi. Babamın terfisi sebebiyle benim tüm eğitim hayatımın etkilenecek olması ve geleceğimin belirleneceği bu dönemin ailem tarafından bu kadar önemsiz görülmesi onlar açısından bencillik değildi anlaşılan.

Bu tatsız konuşmaları aklıma getirince tüm kara bulutlarım üzerimdeki yerlerine geri dönmüşlerdi. İçimdeki bu sıkıntı nedeniyle hem tüm dünyayı yok edebilecek kadar öfkeli hem de elimi bile kaldıramayacak kadar güçsüz hissediyordum.

Vance bendeki bu duygu durum değişimini ustaca fark ederek derin bir iç geçirdi ve

"Neyse. En fazla altı ay sonra ya sen buraya gelirsin ya da ben İngiltere'ye gelirim. Eminim büyük bir sorun olmaz." dedi.

Vance'ın da en az benim kadar sinirli ve haksızlığa uğramış olduğunu biliyordum ve o tüm bu hislerine rağmen beni teselli etmeye çalışıyordu.

Onun bu çabası karşısında gülümseyerek

"Kesinlikle." dedim ve devam ettim.

"Ne dersin? Gitmeden önce son bir günlük yapalım mı?"

Vance gülümseyerek

"Çıkar hemen telefonunu." dedi.

Telefonumu çıkarıp arabanın gösterge panellerinin üzerine yerleştirmeden önce ön kamerasından videoyu açtım.

Ailem bana yedi yaşımdayken ilk telefonumu aldığından beri haftada birkaç defa ya da önemli bir şey yaşandıysa aynı gün içerisinde bile birden fazla kez video günlük tutuyorduk. Şimdiye kadar her ikimizin  ortak hesabında birikmiş binlerce video vardı.

"Bugün 20 Aralık 2066." dedim ve devam ettim.

"Londra'ya taşınmamdan önceki son gün."

"Ve bizim en azından birkaç aylığına birlikte geçirdiğimiz son gün." diye ekledi Vance.

Vance'ın sözleri üzerine her ikimiz de durgunlaşırken Vance ani bir karar vermiş gibi oturduğu yerde hafifçe dikleşerek bana döndü.

Bir süre kararsızlıkla benimkiyle neredeyse aynı ton olan mavi gözlerini bana diktikten sonra kararsız ama konuşmaya devam ettikçe güçlenen bir ses tonu ile konuşmaya başladı.

"Alexis- bunu söylemeyi uzun zamandır bekliyorum ama cesaretimi hiç toplayamadım. Hatta şimdi bile yeterince cesur değilim ama artık zamanım olmadığından içimdekileri söylemem gerekiyor gibi hissediyorum.

"Biliyorsun, sen ve ben çok uzun zamandır arkadaşız ve ben bunu bozmamak için uzun zamandır elimden geleni yapıyorum ama bir yandan da tüm çabama rağmen hissettiklerime engel olamıyorum. Eğer içimdekileri sana şimdi söylemezsem sonsuza kadar pişman olacakmışım gibi hissediyorum.

"Ben- seni seviyorum Alex. Ve bir arkadaştan çok daha farklı, çok daha öte bir şekilde seviyorum seni." 

Vance'ın sözleri üzerine büyük bir şok içerisinde ona bakarken Vance hızlıca konuşmaya devam etti.

"Senin bana olan duygularının asla bu şekilde olmadığının da farkındayım. O yüzden kendini bir karşılık vermek zorunda hissetme. Zaten sen başka bir kıtaya taşınırken aramızdakilerin değişmeye başlaması mantıklı bile olmaz. Ama- bilmen gerek diye düşündüm. Hislerimi çok uzun zamandır içimde tutuyorum ve artık seni belki de bir daha asla görmeme ihtimalim varken daha fazla saklayamazdım bunu senden."

Bir süre daha sessiz kalıp duyduklarımı sindirmeye çalışırken 

"Bir daha asla görüşmeyecek değiliz Vance. Senin de dediğin gibi en fazla altı ay." dedim sırf bir şeyler söylemiş olmak için.

Vance'ın asla beklemediğim bu itirafı kendimi kötü hissetmeme neden olmuştu. Vance'ın da dediği gibi onu bir dosttan öte ya da farklı görmemiştim hiçbir zaman. Ve şimdi aramıza bunca mesafe girecekken onu arayıp halini hatırını sorma ihtimalim bile elimden alınmış gibi hissediyordum kendimi. Vance bana karşı duygusal hisler beslerken ancak ben onun gibi hissetmezken nasıl olur da onu aramaya devam edebilirdim? Son derece bencil bir davranış olmaz mıydı bu?

Her ne kadar bana duygularını açtığı için Vance'a sinirlenme  hakkım olmasa da sinirleniyordum işte. Normal hayatıma, kendi hayatıma beni uzaktan da olsa bağlayabilecek tek kişi Vance'ken şimdi onu da kaybetmiş gibi hissediyordum. Eğer Vance bir süredir bu duygularını içinde tutuyorduysa o zaman biraz daha tutsa olmaz mıydı? Nasıl olsa birkaç ay içerisinde beni göreceği bile yoktu.

Vance ne düşündüğümü hissediyor gibi, ki muhtemelen birlikte geçirdiğimiz onca seneden sonra ne düşündüğümü gerçekten hissediyordu da, konuşmaya başladı.

"Alex, sen bu duygularımı bilmezken de uzun süredir yaşamaya devam edebiliyordum. Yani bundan sonraki konuşmalarımız için lütfen endişelenme- eğer bu bahsettiklerim senin kendini benimle bir daha konuşamayacak kadar huzursuz hissetmene neden olduysa söylediğim her şeyi  unut. Senin duygularıma karşılık veremeyeceğini zaten biliyorum, ama benimle bir daha görüşmeme fikrine dayanamam." dedi Vance.

İçimde beni bile şaşırtan büyüklükte öfkemi geçirmek için önüme dönüp derin bir nefes alıp verdim. Bir nefes daha alıp verdikten sonra kendimi az bir miktar da olsa sakinleştirebilmiştim. Bir yandan da Vance'a hak veren tarafımın ona sinirli olduğum için kendi kendime sinirlenmekten muzdariptim.

"Bu olanlar nasıl yaşanmamış gibi davranırım bilemiyorum Vance." dedim beklediğimden daha sakin çıkan bir sesle. Her ne kadar içimde duygularımla dolup taşıyor olsam da bedenen kendimi çok güçsüz hissediyordum. 

Gerçi hiçbir zaman güçlü bir insan olmamıştım. Ailemde herkes ortalamanın üzerinde güçlüyken benim bütün ailenin güçlü olmasının ilahi bedelini ödemek için seçilmem benim açımdan pek de iyi bir durum değildi. Üstelik ortalamanın biraz üzerinde uzun olduğum için beden eğitimi derslerinde dönem başında beni tanımayan hocalar tarafından inatla voleybol oynamaya zorlandıktan sonra her sene beceriksizliğimi sergilemekten de yıllar içerisinde bıkıp usanmıştım. 

İşte şimdi bu kadar sinirliyken bile (doğrusu artık kime karşı daha çok sinirli olduğumu bile bilmiyordum. Kendime mi Vance'a mı?) kendimi yeterince rahat ifade etmekten acizdim çünkü gücüm yetmiyordu.

Vance da belli ki bana ama en çok kendine sinirli olarak gözlerini kapatıp başını koltuğuna yasladı ve derin bir iç geçirdikten sonra birkaç saniye bekleyip bana döndü.

"Senin bir şey yapmana gerek yok. Aradığımda telefonlarımı aç bana yeter. Zamanla hiçbir şeyin değişmediğini anlayacaksın Alex." dedi Vance.

Sessiz kalıp sadece olumlu anlamda başımı salladım. 

Vance arabadan inip arabasını şarjdan çektikten sonra tekrar arabaya bindi ve tek bir kelime daha konuşmadan evime doğru yola çıktık.

Birkaç dakika sonra evimin önüne geldiğimizde Vance motoru susturup bana döndü.

Gözlerinde tereddüt olsa da sonunda omuzlarımdan tutup beni kendine çekerek sıkıca sarıldı. Bir an ne yapacağımı bilemesem de sonunda ben de kollarımı koltuğun izin verdiği ölçüde Vance'ın sırtına dolayıp ona sarıldım.

Ne olursa olsun Vance benim kendimi bildim bileli en yakın arkadaşımdı. Aramızda geçenler bunu bir anda değiştiremezdi. 

Tam geri çekildiğimiz sırada hemen üzerimizden, muhtemelen bir metre  yukarımızdan geçen araba yüzünden Vance'ın arabası oldukça güçlü bir biçimde sallandı. 

Hala gösterge panelinin üzerinde olan telefonum bu sarsıntı üzerine

"Ben düşüyorum." derken gerçekten de düşmeye başladı.

Vance bu uyarı sayesinde onu tam zamanında yakalayarak hafifçe güldü ve videonun hala kaydedilmekte olduğunu fark edip

"Video kaydını durdur ve kaydet." dedi.

Vance ile birbirimizin telefonunda ana kullanıcı olarak kayıtlı olduğumuz için telefonum bu komutu hiç sorgulamadan kabul edip video kaydını sonlandırdı ve ekranı kilitledi.

Vance telefonu bana uzattığı sırada Vance'ın olduğu taraftan cam tıklatılınca her ikimiz de hafifçe sıçrayarak o tarafa döndük.

Annem Vance'ı gördüğü için oldukça mutlu bir ifade ile kapının hemen dışında duruyor ve gülümsüyordu.

Vance şu anda hem anneme hem babama sinirli olsa da onlar için her zaman yedekte beklettiği bir yumuşak tarafı vardı ve onlara hiçbir zaman gerçek anlamda kızamıyor gibiydi.

Biz arabadan inerken annem nasıl başardıysa çoktan Vance'ı kendine çekip sıkıca sarılmıştı bile.

"Vance! Seni göremeyeceğim için çok endişelenmiştim. Neyse ki biz gitmeden seni görebildik! İçeri gelsene Max de seni görmek için can atıyordu!" dedi ve daha Vance herhangi bir cevap veremeden aralıksız konuşmasına onu eve çekiştirirken devam etti.

"Biz de birkaç dakika önce geldik. Ben bahçeye kiralık ilanını yerleştirmek için çıkmıştım. Max ise muhtemelen döndüğümüz dakikadan beri tuvaletten çıkmayı başaramadı." 

Vance, bahçenin yarısına geldiğimizde annemi sonunda durdurmayı başararak

"Lizz, birkaç saat sonra taşınacaksınız. Şu an sizin eve gelip de sizi oyalamama hiçbirinizin ihtiyacı yok." dedi yarım bir gülümseme ile.

Ama elbette annem bu sözleri daha duyar duymaz reddederek

"Oyalanacak bir şey yok. Alexis'in odası dışında evde toplanacak tek bir kağıt parçası bile kalmadı." dedi ve Vance'ı bu kez daha da başarılı bir şekilde sürüklemeye başladı.

Sonunda hepimiz eve girdiğimizde büyük bir sürpriz ile babamın tuvaletten çıktığını ve hatta Vance'ı bahçede görüp hazır kahve yapmayı bile başardığını gördük.

Annem Vance'ı üstü bezlerle kapatılmış kanepeye çekiştirip babam da eline kahvesini tutuştururken onların uzun süredir görmedikleri Vance'ı salmayacaklarını bilerek üst kata, odama yöneldim.

Odamı sonraki bir saat içerisinde sahip bile olmadığım gücün son zerresine kadar kullanarak toplamayı başardıktan sonra alt kata indiğimde hala annemle babamdan kurtulmayı başaramamış Vance'ı fark ettim.

"Anne, baba. Yarın hatta artık saat bir olduğuna göre bugün, Vance'ın erkenden gitmesi gereken bir işi var ve siz onu uyuyabileceği kısıtlı saatlerden alıkoyuyorsunuz." dedim hem ruhen hem fiziken tükenmiş bir şekilde.

Anne ve babam benim bu çıkışımdan sonra saate bakmayı akıl edip Vance son bir kez hepimizle vedalaştıktan sonra onu alelacele eve gönderseler de Vance'ı tanıdığım kadarıyla bu gece uyuyabileceğini pek sanmıyordum.

Yatağıma yatıp telefonuma sabah saat altıya alarm kurmasını söyledikten sonra uyuyabilmek için doğru pozisyonu bulmaya çalıştım.

Her ne kadar yorgunluktan ölüyor olsam da alarmım çalmaya başladığında daha bir dakika uyumayı başarabilmiş değildim. Huzursuzluktan, düşünmekten günlerdir uyuyamıyordum. Resmen sürünerek yatağımdan çıkıp tuvalete girdikten sonra hızla üzerimi değiştirdim. Pijamalarımı ve nevresimlerimi toplayıp valizlerden birinin içine tıktıktan sonra odama bir kez daha bakmayarak sırt çantamı ve telefonumu alarak aşağıya yöneldim.

İçine doğduğum, yıllardır yaşadığım bu ev toplanmış eşyalarla o kadar farklı geliyordu ki herhangi bir yere bakmaya katlanamıyordum bile.

Annemle babam çoktan arabaya binmiş beni bekliyorlardı. Sessizce arabanın arka koltuğuna oturup çift taraflı emniyet kemerimi bağladım. Google'ın ürettiği bu arabalar yüz metre kadar yükseğe çıkabildiği için her yolcu koltuğuna birer paraşüt bağlıydı, bu yüzden emniyet kemerlerinin çok daha gelişmiş ve sağlam olması gerekiyordu. 

Eşyalarımız, babamın ayarladığı bir şirket tarafından alınacağı için herhangi bir şeyi beklemeden yola çıkacaktık.

Babam arabayı çalıştırıp havalandığı sırada annem bana sandviç uzattı. Sandviçi sessizce alıp yan koltuğuma koydum ve hayatımın geçtiği mahalleye son bir kez camdan gözattım.

Bundan sonra hayatımın nasıl olacağını bilemiyordum. Doğrusu, artık ne düşünmeye ne de endişelenmeye enerjim bile yoktu. Her ne olursa olacaktı.

Seguir leyendo

También te gustarán

9.2K 5.5K 53
"İhanet kapıları kapanırken, biz kilitli İntikam kapılarının anahtarı olmaya geldik"
32K 1.5K 36
"önümüzdeki engellere takılmaya gerek yok... İkimizde biliyoruz birbirimize ait olduğumuzu" 4/5/2023 #1# mentor 8/5/2023 #1# merve
261K 23K 43
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
9.4M 302K 89
~Dengesiz Herif & Asi Rapunzel~ Kaderden kaçamazsın, istemediğin kadar ister, nefret ettiğin kadar seversin.Farklılıklar çıkmaz sokak olur, sonuna ba...