Mürekkebe Boyanan Sardunya |...

SumeyyeDemirkan

11.7M 750K 1.3M

Sevgi acıtır, öp yaralarımdan belki sana da bulaşır. Еще

GİRİŞ
1.BÖLÜM: ''Sardunyalar"
2.BÖLÜM: ''Yalnız Kaldırımlar''
3.BÖLÜM: ''Mandalinalar''
4.BÖLÜM: "Sonbahar"
5.BÖLÜM: ''Ihlamur''
6.BÖLÜM: ''Çaresizlik"
7.BÖLÜM: ''Kurumuş Kalpler''
8.BÖLÜM: ''Çarpıntı"
9.BÖLÜM: "Korku"
11.BÖLÜM: "Soğuk Kahve"
12.BÖLÜM: ''Gök Gürültüsü''
13.BÖLÜM: ''Nâmütenâhi''
14.BÖLÜM: ''Kırmızı Bere"
15.BÖLÜM: ''Ehvenişer"
16.BÖLÜM: ''Gül Kurusu''
17.BÖLÜM: ''Ruha Dokunan''
18.BÖLÜM: "Kar Çiçeği''
19.BÖLÜM: ''Bir Damla Sancı''
20.BÖLÜM: ''Kalbin İmtihanı"
21.BÖLÜM: ''Safderun''
22.BÖLÜM: ''Bir Tutam Nefes''
23.BÖLÜM: ''Ateşe Düşmüş Kar Tanesi"
24.BÖLÜM: ''Nane Limon''
25.BÖLÜM: ''Sokak Lambası''
26.BÖLÜM: ''Ritmin Kalple Dansı''
27.BÖLÜM: ''Birtakım Sevdalar''
28.BÖLÜM: ''Beklenmeyenler''
29.BÖLÜM: ''Çaya Vurgun Kurabiye''
30.BÖLÜM: ''Tek Hayale Çift Bilet''
31.BÖLÜM: ''Yarasına Âşık Ruh''
32.BÖLÜM: ''Bir Ömre Bin Minnet''
33.BÖLÜM: "Gitmeler Gelmeler İçindir''
34.BÖLÜM: ''Düşün İçinde Bir Düş"
35.BÖLÜM: ''Ruha Vurulmuş Prangalar''
36.BÖLÜM: ''Kalpteki Neşter''
37.BÖLÜM: ''Sessiz Bir Melodi''
38.BÖLÜM: "Kaldırım Kenarında Çiçekler''
39.BÖLÜM: ''Birkaç Saksı Sardunya''
40.BÖLÜM: "Evsiz Kalpler"
41.BÖLÜM: ''Sonuna Ve Sonsuza Kadar''
42.BÖLÜM: ''Akif Selim'in Sardunyası''
43.BÖLÜM: ''Onunla Acımak''
44.BÖLÜM: ''Şehrin Sönmüş Lambaları''
45.BÖLÜM: ''Akılda Tutulanlar''
46.BÖLÜM: ''Göğüs Kafesinde Bir Ağıt''
47.BÖLÜM: "Gözyaşı Mezarlığı"
48.BÖLÜM: ''Bir Dünya Güneş''
49.BÖLÜM: ''Çerçeveden Taşan Mutluluk''
50.BÖLÜM: ''Birbirine Denk Düşler''
51.BÖLÜM: ''Bir Avuç Dilek''
52.BÖLÜM: ''Kalbi Besleyen Damarlar''
53.BÖLÜM: ''Bir Tabak Mandalinadan Bugüne''
54.BÖLÜM: ''Işıkları Söndürmek''
55.BÖLÜM: ''İçimizde Halledemediklerimiz''
56.BÖLÜM: ''Kalplerin Yörüngesi''
57.BÖLÜM: ''Kâğıtlar ve Yangınlar''
58.BÖLÜM: ''Hayaller Durağı''
MÜREKKEBE BOYANAN SARDUNYA KİTAP DUYURUSU!
59.BÖLÜM: ''Şiirler ve Sevgililer''
Mürekkebe Boyanan Sardunya Kapak!
60.BÖLÜM: ''FİNAL''
Özel Bölüm (Akif Selim'den)

10.BÖLÜM: ''Yara Bandı''

186K 13K 14K
SumeyyeDemirkan

Yalın - Ben Bilmem(Dinleyerek okuyun.)

10.BÖLÜM: ''Yara Bandı''

Bazen düşünüyorum, ben bir adama kalbimden başka neyimi verebilirim? Ruhumu, ömrümü, canımı... Hangi biri yeter onu bende tutmak için, hangi biri kâfi olur onu hayatta tutmam için.

Ya da bazen düşünmüyorum, sürekli bunu düşünüyorum. Bazenler yetmiyor Akif Selim, bana devamlı bir sen lazım. Bazenler yetmiyor Akif Selim, bize sağlıksız iki ruh lazım.

Çünkü sağlıklı ruhlar birbirini çürütür ama sağlıksız ruhlar birbirlerini iyileştirir. Ruhlarımız temiz değil ama ikimiz bunu başarabiliriz. Sen yeter ki bana ses etme. Yanımda olma ama yanından itme.

Birkaç saattir oturduğum yerde ellerimi ovuşturmaktan, saçlarımı karıştırmaktan başka bir şey yapmıyordum. Akif Selim yanımda değildi, bir duvar ötemde nefes alıyordu. Acaba nefes alıyor muydu hâlâ? Onu o halde görünce beynim ve kalbim sanki ölmüştü, sanki yaşamın basitliğini onun için gözyaşı dökerken, hayatı ellerinden kayıp gitmek üzereyken anlamıştım. Kimse yoktu yanımda, sadece ben vardım. Hiçbir şeyiydim onun ama her şeyi, her şeyim için yapıyordum.

Gözlerim belli bir noktada sabit kalmıştı bir müddet ve bunu az sonra içeriden çıkacak olan doktor bozdu. Heyecanla ayağa kalkıp, karşımda duran kır saçlı, siyah çerçeveli kemik gözlükleri olan doktora baktım. ''Nasıl o?'' dedim kuru bir sesle. ''Daha iyi mi?''

Doktor bey son derece sakin bir halde gözlerini kapatıp açtı. ''Sakin olun, şu an daha iyi. Hasta ciddi bir astım krizi geçirmiş.''

''Anlamadım?'' dedim gözlerimi kısarak. ''O astım hastası yani öyle mi?'' Biliyordum, bir hastalığı olduğunu bana çantasındaki ilacı vermem gerektiğini söylediğinde biliyordum ama bunun olduğunu tahmin edemezdim. Ambulansı aramak yerine yan komşum Feridun Abi'yi çağırmış ve bizi hastaneye getirmesini istemiştim. Akif, astım hastası mıydı yani?

''Bildiğinizi düşünmüştüm,'' dedi doktor bey bana şüpheci bakışlarla. Bunu bilmediğim için kendimi öldürmek istiyordum. O hastaydı ve ben ona hiçbir şey yapamamıştım.

''Ben,'' dedim dudaklarımı ıslatıp çekerek. ''Bilmiyordum. Her şey bir anda gelişti zaten, ne olduğunu anlayamadım. Bir anda yere yığıldı ve gözleri kapandı. Ambulansı aramak yerine daha hızlı olmak için onu kendi imkânlarımızla getirdik.''

''Astım krizleri, bu tip hastalarda görülebilen tepkilerdir.''

''Bu tip hastalar derken?'' dedim meraklı bakışlarla. Doktor bey bana düz düz baktı. ''Akif Bey'in nesi oluyorsunuz?''

Hiçbir şeyi.

''Sınıf arkadaşıyım,'' dedim soğuk bir sesle. Şu an bu canımı asla yakamazdı, onun canının yandığı kadar benim canımın külü bir hiçti.

''Ailesinden gelen olmadı mı?'' diye sordu sonra. Ailesi mi? Bilmiyorum, onun ailesine dair hiçbir şey bilmiyorum ve bu benim eksikliğim. Oysa benim senin hakkında bildiğim şeyler ne kadar basit şeylermiş, meğer ben tanımamışım bile seni Akif.

''Ailesi burada değil,'' dedim bir yalan uydurarak. ''Bir sorun var ise lütfen benimle paylaşın. Sadece sınıf arkadaşı değiliz biz, çok daha ötesiyiz.'' Üzgünüm canımın içi, yalanlarım sadece benim canımı yakıyor seninkinin yanmasına müsaade etmem.

''Bakın,'' dedi tok bir sesle. ''Akif Beyin astımı tedavi edilemez bir tipte. Yani astım hastaları ikiye ayrılır. Birincisi erken yaşlarda tedavi olup yok edilebilir ikincisi ise ömür boyu haplarla idare etmek zorunda kalınandır. Akif Bey, ikinci tip hastalığı taşıyor.'' Kalbim, neden atmak yerine durmayı tercih ettin?

Doktor bey konuşmaya devam ettiğinde, gözlerimin önünde bir sis meydana geldi. Oradaydı, uzakta. Gülmüyordu ama somurtmuyordu da. Ne ellerini uzatıyor ne de kendini benden sakınıyordu. Sadece hiçbir zaman gelemeyeceğini itiraf ediyor ama yine de kabul etmese de ona gitmemi bekliyordu.

''Peki,'' dedim yutkunarak. ''Ama ilaçlarını düzenli kullanırsa bu işe yarar öyle değil mi?''

''Tabii tabii,'' dedi doktor bey. ''Zaten Akif Bey hastalığını biliyor, bunu yeni öğrenmedi. Kan sonuçlarına baktığımızda ailesinden gelen bir genetiklik olduğunu fark ettik. O an olağan bir kriz geçirmiş sadece. Spreyini kullanabilseydi buraya gelmeye gerek kalmazdı ama yine de o an yanında olduğunuz için çok şanslı.''

Ya olamasaydım, ya öylece kimseye sesini duyuramadan kapansaydı gözleri, atmasaydı kalbi, nabzı? Gözlerimi kapattım ve derince bir nefes alıp elimi ağzıma götürdüm. Nasıl tepki verilir, ne nedir bilmiyordum. Şu an yetersizdim, onun için yetersizdim. Ağlamam mı gerekiyordu, yoksa güçlü durmam mı? Bilmiyorum işte, bilmiyorum. Akif Selim hasta ve ben çaresizliğimin içinde boğulmak üzereyim. Bunu biliyorum.

Gizlerimi açıp boğazımı temizledim. Doktor bey bana siyah çerçeveli gözlüklerinin altından derin derin bakarken, ''İyi misiniz?'' diye sordu. Değilim, nasıl iyi olabilirim? ''İyiyim,'' dedim başımı sallayarak. Aklımda onlarca soru işareti vardı belki binlerce. Bunların cevabını bana vermeyecekti o biliyorum, gülerce sorsam da bana net bir yanıt vermeyecekti. Zaten soramazdım ki, hakkım mı vardı buna?

''Bir şey merak ediyorum,'' dedim çekinerek. ''Daha doğrusu birkaç şey.''

''Dinliyorum,'' dedi doktor bey son derece ilgili bir münasebetle. Dudaklarımı ıslatıp konuştum. ''Akif nelerden uzak durmalı, ne yapmamalı?'' Bunu elbette ki ona söylemek için sormamıştım, o zaten biliyordur ne yapması gerektiğini. Ben sadece kendime yanıt aramaya çalışıyordum.

''Astım hastaları sıcak ve nemli ortamlarda pek bulunamazlar. Keskin kokular, çiçekler, tüylü havyanlar, heyecanlanma, çok sık ve sesli bir şekilde gülümseme, ağlama ve sigara gibi zehir kokan ortamlardan mütemadiyen uzak kalmalılar.''

Keskin koku? Parfüm veyahut başka bir şey. Çiçekler? Sardunyalarım. Tüylü hayvanlar? Çakır ve Kumru.

Düşünceli tavrımı doktor beyin beni uyarmasına gerek bıraktırmadan, ''Anladım,'' diye konuştum. ''Şu an daha iyi öyle değil mi? Onu görebilir miyim?''

''Elbette,'' dedi sıcak bir tavırla. ''Şu an çok daha iyi. Hatta birazdan taburcu edeceğiz. Dediğim gibi ilacını gerektiğinde ve yeterince kullanırsa herhangi bir sorun olmaz. Bu tip krizlerin sebebi aşırı stres ve bunalım halidir. Hastanın ve yakınındakilerin sakin kalması büyük önem taşıyor, endişe etmeyin lütfen.''

Ne sıkıntın var canımın içi, anlat ki bileyim, söyle bana yardım edeyim sana?

''Peki, teşekkür ederim,'' diyebildim sakince. Doktor bey elinde ki mavi dosyaya bakıp gülümseyerek yanımdan geçti. ''Önemli değil, tekrar geçmiş olsun.''

Geçmiş olsunlar ya geçmeyecek olanların ufak bir tesellisiyse? Olduğum yerde birkaç dakika öylece duraksadım. Akif Selim hastaydı ve bunun geri dönüşü yoktu. Tamam ölmeyecekti ama ya yanında olamazsam bir dahaki sefere, ya kimse olmazsa o zaman ne olacaktı? Hayatımın sonuna kadar bunu mu düşünerek yaşayacaktım ben? Zaten zihnim tıka basa onunla dolu benim, şimdi de nefes alıp almama endişe mi bitirecekti beni?

Hayır, hayır buna müsaade etmem. Böylesi bir yorgunluğu, çaresizliği kabullenemem. Burnumun dibindeyken, nefessiz kalışına seyirci kalamam.

Şimdi sakin olma sırasıydı, onun yanında olmalıydım. Bunu istemeyecekti ama yanında kalmalıydım en azından içim feraha erene dek. Derin bir nefes aldım ve sağa dönüp içeri girdim. Akif çoktan toparlanmış, kolundaki enjektör izinin üzerindeki yara bandını çıkarmaya çalışıyordu. Kafasını kaldırmadan bana baktı ve bu bakış kısacık sürdü. Yanına gittim. ''Biraz daha iyi misin?''

Nasıl konuşmalıydım onunla? Her şeyi biliyormuş gibi yoksa önemsiz olduğunu hissettirmiş gibi mi?

Yara bandını çıkardı ve çöp kutusuna atıp, kazağının kolunu aşağı doğru indirerek ayaklandı. ''Buradan çıkmak istiyorum sadece.''

''Ben doktorla konuştum,'' dediğimde duraksadı ve düz düz baktı. ''Ne konuştun?'' diye sordu soğuk bir sesle. Kızacak mıydı? Yoksa daha mı fazlası olacaktı?

''Durumunun iyi olduğunu ve çıkmaman için herhangi bir sebep olmadığını,'' diye söyledim. Mürekkep mavilerinin etrafında sisler dolanıyordu. Bu ahenk kesilen nefesiydi. Çalınan soluğu, elinden alınan zamanıydı. Bu gözlerin içinde var olan adam gözlerimin önünde yaşamaya çalışan, belki de hayatını tek bir spreye adamış bir adamdı.

''Güzel,'' dedi başını sallayarak. ''Çıkabiliriz o halde.'' Ardından sedyenin başındaki ceketini alarak üzerine geçirdi. Daha sonra çantasına uzanmaya teşebbüs ettiğinde onu durdurdum. ''Ben taşırım onu.'' Kaşlarını çatarak çantasına baktı ve onu tek omzuna sırtladı. ''Daha ölmedim.''

İki kelime canımı ağzıma tıkmayı nasıl başarabilmişti? Yutkundum ve ona belli etmeden kızaran gözlerimi diğer tarafa çevirip saçlarımı düzelttim. Bu esnada Akif Selim çoktan odadan çıkmış, acil kapısına doğru yürümeye başlamıştı. Onu takip ettim. Dışarı çıktığımda hava epey kararmıştı ve soğuk rüzgâr tenimin çıplak yerlerini rahatsız etmeye başlamıştı. Montumun kollarını sündürerek, çantamı iyice bedenime yapıştırdım ve gözlerimi kısarak Akif'e baktım. ''Durak şu tarafta.''

''Otobüsle gitmeyeceğim,'' diye konuştu bana bakmadan. ''Ama hastasın zaten,'' dediğim an bana öyle bir baktı ki, söylediğim şeyin altında ezilseydim belki canım daha az yanardı. Ama yemin ederim o maksatlı söylemedim ben. ''Yani, henüz yeni kendine geldin. Taksiyle mi gideceksin yoksa?'' dedim bir umutla.

Kapüşonun şapkasını kafasına çevirerek, ellerini cebine koydu ve yürümeye başladı. ''Yürüyeceğim, temiz hava her zaman iyidir.''

Arkasından saf saf bakmak yerine onu takip ettim. ''Üşüyeceksin ve yorgunsun zaten,'' dedi bana bakmadan. ''Benimle yürümek zorunda değilsin.''

''Dediğin gibi,'' dedim gülümseyerek. ''Temiz hava her zaman iyidir.''

''Biraz inatçısın sanki,'' dedi sorgulayıcı tarzda. ''Hım?''

Heyecanlanmayacağım, heyecanlanmayacağım, heyecanlanmayacağım.

''Yok,'' dedim sakin kalmaya çalışarak. ''Birlikte yürümek iyi gelir belki.'' Allah'ım ne diyorum ben? ''Yani, istemiyorsan karşı kaldırıma geçebilirim.'' Evet, şu an tamamen yanlış bir şey söylememek için saçmalıyorum. Duraksadı ve gözlerime baktı. ''Aynı zamanda biraz fazla yanlış anlıyorsun her şeyi.''

Sustum, mecbur kaldım demek daha doğru olurdu sanırım. Tepkisizliğim onu yeniden harekete geçirdi ve yürümeye devam ettik. ''Bu arada Feridun Abi ile getirdik seni buraya ama onun işi çıktığı için gitmek zorunda kaldı. Geçmiş olsun dileklerini de iletti,'' dedim ışıkların oraya vardığımızda. Yeşil ışık henüz yeni yanmıştı ve biz yan yanaydık. Hareketsiz geçecek olan birkaç saniyeydi bu.

''Sen neden gitmedin peki?'' diye sordu mesafeli bir sesle. Nasıl gidebilirdim ki? Seni öylece o halde bırakıp nasıl nefes almaya devam ederdim hiç düşünmüyorsun çünkü bilmiyorsun. Dudak içi etimi ısırdım. ''Kimse yoktu ve seni yalnız bırakmak istemedim... Yani olurda herhangi bir şeye ihtiyaç duyarsan diye.''

Arabalar hareket ediyordu ve ben sadece asfaltın üzerinden geçen tekerlekleri odağıma almıştım ama bu sanrı Akif Selim'in bana bakmasına kadar sürmüştü. Duruşunu bozmadan sadece suratını yan çevirip gözlerimin içine baktı. Ama sen bana böyle bakarsan sürekli ben yapama Akif, tutamam kendimi daha fazla ya ağlarım güzelliğine ya da hiçbir zaman benim olmayacak kalbine.

''Umarım yine seni kızdıracak bir şey yapmamışımdır,'' dediğimde yüzünü ekşitti. ''Yine mi? Sana daha önce ne zaman kızdım ki ben?'' Kesinlikle, yanlış anlamak ve kendimi yanlış ifade etmek için doğmuşum. Dudaklarımı sıktım ve sıkıntıyla konuştum. ''Yani sadece sana yardımcı olmak istedim.''

Çehresinden herhangi bir mimik peyda olmadan sadece düz düz bana baktı. O böyle dikkatle bakarken gözlerimi kaçırmamak imkânsızdı ve kaçıramadı. ''Dört kez yani kelimesini kullandın,'' diye konuştu. ''Fazla gereksiz bir ayrıntı ama dikkatimi çekti.''

''Bu iyi bir şey mi?'' diye sordum sonra hemen toparladım. ''Yani kötü değil...''

''Beş oldu,'' dedi cümlemi bölerek.

Kalbim sıkışıyor, saçlarım yüzümün içinde dağılıyordu. Ben bile fark etmezken o saymıştı, takıntılı biri olduğunu sanmıyordum yoksa ben çok mu kelime tekrarına düşüyordum da, böyle düşündürmüştüm onu. Manasızca gözlerimizin içine bakmaya devam ettik, tabii ki manasız değildi asla da olmayacaktı. Ben onun her bakışına vurgunum, baktığı yerde olamazsam eğer gözlerinin değdiği yerleri öperim.

Hafifçe gülümsediğimde kırmızı yanmış ve biz karşı kaldırıma doğru yürümeye başlamıştık. Onunla konuşmalı mıydım hastalığı hakkında? Ya da çok ileri giderdim değil mi? Hakkım yoktu, biz sadece herkesin konuşabileceği türden muhabbet ediyorduk onunla. Bir dakika! Muhabbet etmek mi dedim ben az önce. Evet öyle dedim. Ben ki, günler önce onunla konuştuğum vakti hesap eden kız şimdi onunla muhabbet ettiğimi söylüyordum. Kalbim, sence de fazla hızlı atmıyor musun?

Onu seviyorsan iyiliğini düşün, çünkü yaşarsa yaşarım.

Hastane ile apartmanın arası çok yoktu. Allah'tan öyle bir yerde oturuyorduk ki her şey için yeterli imkânımız mevuttu. Saat usul usul geceye doğru kayarken gökteki kamer varlığını tüm aydınlığıyla belli ediyordu.

''Birkaç şey sorsam haddimi aşmış olur muyum?'' diye söyledim ürkek bir şekilde. Ellerini cebinden çıkarmadan yürümeye devam ediyordu, konuştuğunda dudaklarının arasından buharla firar etti. ''Haddini aşacak biri değilsin,'' diye yanıt verdi.

Gülümsedim. Acaba fark ediyor muydu yüzümdeki tebessümü?

''Ama her şeye gülümseyen birisin,'' dediğinde gözlerimi irileştirdim. Mislina, fazla dikkat çekiyorsun buna bir son ver lütfen. Kolay değil ki, nasıl sakin kalayım onun yanında?

Derin bir nefes aldım ve ciddileşerek sordum. ''Ne zamandır böylesin? Yani...'' Gözlerimi kapatıp güldüm. ''Yani dedim yine, farkında değilim.'' Konuşmadığında aramızdaki anlamsız diyaloga son verip sordum. ''Kaç yaşından beri bununla baş ediyorsun?''

''Çok yaşımdan beri,'' dedi dümdüz bir sesle.

Kaç ölü vardı bu cümlede, kaç mezar kazmıştı kalbinin içine? Biliyorum, öylesine bir yanıt değil bu, gelişigüzel bir tavır da değil... Ama keşke sesimi duyabilsen, bilmeni isterdim ki kazdığın her mezarın içine çiçekler serpiştireceğim yaşarken koklayamadığın güzelliklere, ölürsen eğer kavuş diye. Tabii... Biraz geniş olacak, iki kişilik bir yatak göremesek de mezar kulağa hoş geliyor.

''Doktor ailenden genetik olduğunu söyledi, öyle mi?'' diye sordum. ''Doktor ne diyorsa odur,'' diye cevapladı direkt. Pekâlâ. Sanırım haddimin sınırlarına ulaşmıştım. Ama içim içimi yiyordu. Hastaydı, o ömrü boyunca bu hastalıkla mücadele edecekti. Keşke sürekli yanında olmama izin verebilseydi. ''Peki,'' dedim usulca içime kapanarak. Konuşmadı.

Yolun geri kalanını hiç konuşmadan yürümüştük. Hiç konuşmasak bile yanımda olduğunu bilmek, bana sanki sabaha kadar onu dinlemişim hissi veriyordu. Eğer ki sabaha kadar onu dinleyecek olursam bir gün, yemin ederim esnememek için ağzımı bantlar gözlerimi dâhi kırpmam.

Apartmanın kapısını açtı ve bana öncelik tanıyarak arkamdan girdi. Merdivenlere adım attığımda daha birkaç saat öncesine kadar hareketsiz bedeninin başında ağlamaya başlamıştım. Bunu hatırlamak istemiyordum, o anı tekrar yaşamak istemiyordum. O da bunu istemezdi, eminim.

Yukarı çıkmadan önce aklıma Çakır geldi. Direkt saatime baktım ve henüz ertesi gün olmamıştı, acaba Sezer'in ailesini şu an müsait miydi? Ama onu orada bırakamazdım, kimseye rahatsızlık vermek istemezdim ki. Arkamı döndüğümde Akif'in yüzüyle karşılaştım. Derin bir yutkunma, tutulan bir nefes ve ağrırken delicesine çarpan bir kalp. Anlıyorum, çok seviyorum ama lütfen bunu sürekli hatırlatma. Delireceğim bir gün bu sevdadan biliyorum ama utandırma daha fazla.

''Çakır'ı, yani köpeğimi Sezer bugün dışarı çıkarmıştı onu alacağım,'' dedim savunma yapar gibi. Bir basamak aşağımda duruyor, bu sayede boylarımız daha da eşitlenmiş oluyordu. Aslında aramızdaki boy farkı fazlaca değildi ama şu anki durum iyice eşit olmamızı sağlamıştı.

''Sekiz oldu,'' dedi sakince.

Gözlerinin bebeği cam gibiydi ve ben ilk kez onlara bu kadar yakından bakıyordum. Delirmemek nece mümkündü, çok güzeldi ve bunu kelime hazinemdeki hiçbir cümle doğru düzgün ifade edemezdi.

Saf saf güldüm. Tepki vermezken sağa doğru kaydı ve geçmem için bana müsaade etti. Elimi merdivenlerin demirlerine tuttum ve heyecandan düşmemek için iyice sıktım. Daralan göğüs kafesimin içinde bir kelebek kozası vardı sanki, ama bu kelebek ölmek için bir gününü yaşamak yerine en başından yenik olmayı seçmişti. Heyecanımın adını ancak böyle adlandırabilirdim işte. Bir gün bile yetersiz kalırsa sensiz kalma korkusuyla hiç yaşamamak için.

O bir basamak çıkarken ben bir basamak indiğimde sakince tuttuğum nefesi verdim ve gözlerimi kıstım. ''Sardunya!'' diye seslendi bana. Bir dondum sanki.

''Efendim?'' dedim heyecanımı közleyerek arkamı dönerek. Dişlerini sıktığını fark ettiğimde başındaki kapüşonun şapkasını eliyle itti, bu esnada saçları iyice darmadağın olmuştu. ''Teşekkür ederim,'' dedi. ''Yani her şey için.''

Gülümsedim ve gülümseme giderek büyümeye başladı. Kaşlarını çattı. ''Ne?''

''Dokuz oldu,'' dedim bakışlarımı kaçırıp gülümserken. Duraksadı ve neyi ima ettiğimi anlayınca alnının ortasını kırıştırıp gülümsemeye başladı. O an yüzümdeki tebessüm silikleşti ve aklıma doktorun söylemleri geldi. Çok sık gülmesi ve heyecan bu krizleri tetikliyor demişti. Çok sık gülme Akif Selim, hep böyle gül canımın içi. Bir kez gül ve ben onu bir ömre sığdırayım yeter ki bir ömrü zehir etmesin sana, bana.

Gülüşünü sildi dudağının kenarından. ''İyi geceler,'' diyerek yukarı çıktı. Ardından bakamasam da bir süre olduğum yerde kaldım. Elim yüzümün kıvrımlarına gitti, gülümsüyordu ve onu güldürmüştüm. Evet, evet bunu ben yapmıştım.

Saf saf gülmeye devam ederek basamakları indim ve çok fazla gürültü oluşturmadan kapıya vurdum. Birkaç dakika sonra kapıyı Sezer'in annesi Nuray Abla kapıyı açtı. ''Merhaba, Nuray Abla,'' dedim sessizce. ''Sezer bugün Çakır'ı dışarı götürmüştü de onu almaya geldim.''

''Hoş geldin Mislina,'' dedi sakince. O an Çakır koşarak paçalarıma dolandı. Gülerek eğildim ve tüylerini okşamaya başladım. ''Sakin ol.'' Çakır dilini çıkararak yüzüme dokunmaya çalışıyor, diğer yandan kuyruğunu sallıyordu. ''Özlendik sanırım.''

''Biraz,'' dedi Nuray Abla gülümseyerek. Yavaşça toparlandım ve gözlerinin içine bakıp, ''Teşekkür ederim her şey için, Sezerle konuşurum daha sonra,'' dedim. ''Ne demek, o da büyük keyif alıyor,'' diye yanıtladığında yüzümdeki tebessümü hiç eskitmeden ona iyi geceler dileyip eve çıktım.

İçeri girer girmez, koridorun ışığı yakıp kapıyı kilitledim. Çakır hemen salona koşarak etrafta gezinmeye başlamıştı. Kolumdaki çantayı askılığa bıraktım ve direkt salona yürüdüm. Bitkindim ama mutluydum. Mutluydum ama yeni hüzünlere davetiye açmıştım. Akif Selim hastaydı, o benim sevdiğim her şeyden uzak kalıyordu, zorundaydı. Sardunyalarıma baktım ve onların pencere önündeki duruşuna baktım. Gittim ve yapraklarına dokundum. Artık sizi severken aklıma hep o gelecekti, Akif asla sizinle aynı ortama giremeyecekti. Tamam belki birkaç dakika olabilirdi ama daha fazlası mümkün değildi. Peki ya Kumru? Bakışlarımı Kumru'ya çevirdiğim ve ritmik adımlarla yanına ilerledim. Suyu ve yemi bitmişti. Kafesinin çıplak bıraktığı kısımlardan tüylerine dokundum.

''Benden başkası dokunamayacak sana,'' diye konuştum dalgın dalgın. ''Biliyor musun Kumru bugün bir şey öğrendim. O hasta, aldığı her sağlıklı nefese şükrediyor belki de. Sağlığı için, hayatta kalmak için ne sana dokunabilecek ne de sardunyalarıma... Hoş, zaten dokunma ihtimali yoktu ama olur ya hani bir umut o yaprakları öptüğüm yerden sarılır diye...'' Halsizce iç çekip devam ederken gözlerimden bir damla çeneme doğru süzüldü ve buna mani olmadım. ''Doktor kötü bir durum olmadığını ama ilacını kullanması gerektiğini söyledi. Yanında olduğum için çok şanslıymış biliyor musun? Acaba asıl şanslı olan kişi kim?''

Gözlerimi kapattım ve şehrin gürültüsün pencereme yansıdığı kadarını duymaya çalıştım. Araba sesleri, kapanan dükkân kepenkleri, kadın ve erkek sesleri... Hepsi o kadar kalabalık ve rahatsız edici ki yine de Akif'in sesini duymak için buna katlanabilirim sanırım. Onca ses içinden sadece birkaç saniye onu işitmek için saatlerimi bu gürültüye gömebilirim sanırım.

''Kriz geçirdi bu akşam ve doktor stresten, bunalımdan kaynaklandığını söyledi. Ne yaşıyor içinde sence Kumru? Biliyorum o hep sessiz ve içine kapanık bir adamdır ama böylesi bir soyutluğun içini doldurduğu somut acılar onu yok ediyor gözlerimin önünde.'' Gülümserken canımın sızladığını hissettim. ''Bir gün anlatır mı dersin?'' Sonra sersemce bir şekilde güldüm. ''Günden güne onunla konuşmaya başladığımı fark ettim. Hele bugün, dakikaları hesaplayamadığım bir gündü.''

Sırtımda bir battaniye, kalbimin içinde sıcak bir su torbası olsaydı eğer ruhumun neden bu kadar ısındığını söyleyebilirdim ama öyle değildi. Ne bir battaniye ne de bir su torbası. Sadece sıcacıktı içim.

Dudaklarımdaki mesutluğu ruhuma yedirerek Kumru'nun suyunu ve yemini verdim, daha sonra birkaç gündür sulamadığım sardunyalarımın ihtiyaçlarını karşıladım. Gece çoktan olurken gözlerime düşen ağırlığa yenik düşerek kendimi yatağımın içinde buldum.

Ertesi sabah güzel bir cumartesiye uyanmıştım. Hava açıktı ve güneş ışınları perdemi delerek odamın zeminine düşüyordu. Yatakta hiç oyalanmadan ayaklandım ve üzerime bir hırka geçirip lavaboya gittim. Orada birkaç dakika geçirdikten sonra mutfağa girip kendime bir kahve suyu koydum. Saat henüz dokuz civarıydı. Mutfaktan çıktım ve salonun perdelerini hafifçe açarak içeri güneşin girmesini sağladım. Sokaklar kalabalık değildi ama hoş bir sabahın görüntüsü vardı.

Üst yan balkona baktım, acaba Akif uyanmış mıydı? Daha iyidir değil mi şu an? Evet öyledir. Belki. Dişlerimi dudaklarıma geçirdim ve telefonumu elime alarak WhatsApp'a girdim. En üst mesajda onun adı yazıyordu. Son derece kendimden emin bir halde adının üzerine tıkladım. Son görülme tarihi bugün 04.16 yazıyordu.

Kaşlarım çatıldı, bu saatte ne yapıyordu ki? Her şey olabilirdi. Kimseye ayıracak vaktim yok demişti, bu demek ki sevdiği bir kızla mesajlaşmamıştı. Peki ya doğru değilse? Allah'ım sebebi ne olursa kırılmasın kalbim. Profilinden çıktığım vakit anında bildirim geldi. Heyecanla ekran baktığımda bizim gruptan olduğunu gördüm.

Edebiyatın İçine Düşen Tarih

Sevde: Hepiniz çevrimiçisiniz. Yakalandınız.

Kadir: Yasak mı? Belki hoşlandığım kızın profilinde geziyorumdur.

Sevde: Huu, yenge mi getireceksin bana?

Kadir: Benimle olan biri senin hiçbir şeyin olamaz.

Sevde: O niye?

Kadir: Boş ver.

Kadir: Hem senin whatsApp'ta ne işin var? Git takıl instagramda Burak mıydı neydi konuşsana onunla.

Sevde: Konuşmadığımı kim söyledi ki?

Kadir: İyi.

Yazılanları okurken Kadir'in aldığı yüz ifadesini ve mesaj yazarken titreyen parmaklarını hissediyordum.

Sevde: Mislina hem çevrimiçisin hem de mesajları okuyorsun. Bir şeyler yazmamak için bir sebep söylesene?

Mislina: Zorunda mıyım?

Kadir: O nasıl bir goldür, kraaaalll.

Kadir: Sevde'ye diss.

Sevde: Sen sus be.

Sevde: Yazıklar olsun sana, yazıklar olsun. Beni şu geri zekâlının yanından rezil ediyorsun.

Kadir: Doğru konuş.

Sevde: Sen de doğru davran.

Kadir: Zaten doğru davranıyorum, seni kıracak bir şey mi yaptım da doğru davran diyorsun. Geri zekâlı diyen de benim ya zaten.

Sevde: Kadir neyin peşindesin?

Mesajları okurken kalbim sıkışmaya başlamıştı. Ben o mesajı dalgasına yazmıştım ama sanırım onların arasındaki çekişmeyi kızdırmıştı bu.

Kadir: Umurunda olduğunu sanmıyorum. Sen keyfine bak.

Sevde: Trip?

Kadir: Hayır.

Sevde: Evet şu an nedenini bilmediğim bir şey için bana trip atıyorsun farkında mısın?

Kadir: Değilim.

Mislina: Hey, bir sakin olur musunuz lütfen? Ben sadece şaka yapmıştım, bunda alınacak bir durum göremiyorum, neyin tartışması bu?

Sevde: Ya orasını zaten anladımda bunun derdi ne?

Kadir: Birincisi -da ayrı. İkincisi bunun dediğin kişinin bir derdi yok. Takılma bana.

Sevde herhangi bir şey yazmazken ikisi de çevrimdışı oldular. Acaba Kadir'e mesaj atmalı mıydım? Sanırım ciddi anlamda bu huzursuzluğun içindeydi ve istemeden Sevde'yi kırıyordu. Kadir benden daha cesur olsa da benden daha fevri davranıyordu. Kabullenemiyordu bazı şeyler, gözlerinin önünde Sevde'nin başka birisi için mutlu olduğunu kaldıramıyordu. Haklıydı ama kırarken kırıldığını bilmiyordu.

Sevde: Ya tüm moralimin içine ettin be, hazır hava güzel cumartesi takılalım demiştim ama sağ olsun her şeyi mahvetti.

Kadir hiçbir şey yazmadı.

Mislina: İyi düşünmüşsün ama ben gelemezdim ki zaten, iki gün sonra vizeler başlıyor farkındaysan otur ders çalış.

Sevde: Oturduğum yerde hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum.

Mislina: Güzel fikir.

Sevde: Şaka? Kızım ne yedin sen sabah sabah?

Mesajı gördüğümde birden kahve için su koyduğum aklıma geldi. Koşarak mutfağa gittim ve kaynayan suyun takılı olduğu fişi prizden çektim.

Mislina: Henüz kahvaltı yapmadım ama yapacağım. Sen de lütfen çalış şu vizelere, alttan ders bırakma.

Sevde: Mümkünmüş gibi konuşmasana.

Mislina: Neden olmasın?

Sevde: Baydın sabah sabah, içine Mehmet Hoca mı kaçtı? Gerçi sen hep böylesin ama seviyorum kız seni.

Mislina: Ben de.

Diğer yandan sıcak su bir kupaya boşaltıp, tezgâhın üzerinde duran kahve kavanozundan iki kaşık kahve alarak içine döktüm.

Sevde: Tamam hadi çalış sen, ben de çalışırım belki.

Mislina: Görüşürüz.

Mesajı gönderdikten sonra uygulamadan çıktım ve kahvemi karıştırarak salona geçip oturdum. Aç değildim pek ve sabah kahvaltılarını daha sonraya bıraktığım zamanlar oluyordu. Bugün işe gitmeyecektim çünkü hafta sonları iznim vardı. Yine de dışarı çıkacak elimdeki parayla birkaç mutfak malzemesi alacaktım. Kahvemi usul usul içmeye başlarken bir koşu gittim ve kaldığım yerden kitabı okumaya devam ettim. Henüz yarısına bile gelmemiştim ve iki gün içinde bunu bitirmek zorundaydım üstelik bu hafta her güne birkaç sınavım vardı ve ben buna hazırlıklı değildim.

Yaklaşık yirmi sayfa okuduktan sonra kahvemin bittiğini ve okurken sağlam olan odağımı yitirdiğimi fark ettim. Daha fazla zorlamak yazarın satırlarına ihanetti. Anlamadan gelişigüzel göz attığım paragraflara bunu yapma hakkına sahip değildim. Kitabın kapağını kapattığımda saatin onu geçtiğini gördüm. Çakır'ın mamasını verdikten sonra etrafı toparlayıp odama gittim.

Boy aynamın karşısına geçerek üzerimdeki hırkayı çıkardım o esnada çillerim garip bir şekilde gözlerime takıldı. Acaba çillerimin olmasaydı daha mı güzel olurdum yoksa daha mı sade? Bunun cevabını veremezdim fakat onları seviyordum. Beni ben yapan her şeyi çok seviyordum en çokta Akif Selim'i.

Üzerimi değiştirip, odamı toparladıktan sonra ocağın altını kontrol edip evden ayrıldım. Annem evden çıkmadan evvel hep bunu yapardı bende de bir alışkanlık kazanmıştı. Apartmandan dışarı çıkıp direkt Hüseyin Amcamın dükkânına uğradım. Burası öyle çok büyük bir yer değildi ve haliyle istediğim her şeyi bulamıyordum ama yine tüm eksiklerimi yalnızca Hüseyin Amcamın dükkânından temin ediyordum.

''Kolay gelsin Hüseyin Amca,'' dedim gülümseyerek içeri girerken. Beni görür görmez oturduğu yerden kalkıp gülümsedi. ''Hoş geldin kızım, gel içeri.'' Davetine olumlu yanıt verirken, sönmekte olan sobanın başına gidip üzerindeki ıhlamur dolu çaydanlığa baktım. ''Anlaşılan Ayşe Teyzem hasta olmanı istemiyor.''

''Bakma sen ona,'' dedi gülerek. ''Evden çıkarken kaç kat giydirip yolluyor bir bilsen.''

''Ayşe Teyzemin vardır bir bildiği, hem düşünüyor işte seni fena mı?'' dedim gülümsememi bir an olsun yüzümden düşürmeden. Beyazlaşmış sakallarının hareketi kıvrılan dudaklarına eşlik ederken, ''Bakma sen benim şikâyetçi halime, o olmasa ben çoktan,'' deyip başını salladı. ''Ohoo, öteki tarafa göç etmiştim.''

''Allah korusun Hüseyin Amca, deme öyle.''

Dudaklarını ıslatıp çekerken, ''Boş ver sen bu ihtiyarı. Gel bir bardak sana da doldurayım ıhlamur, için ısınır,'' diye konuştu. ''Eksik olma Hüseyin Amca ama benim birkaç almam gereken şey var, onları alayım dönüşte mutlaka uğrayacağım,'' diye sakin bir sesle yanıtladım.

''Peki kızım,'' dedi sıcakkanlı bir şekilde. Birkaç dakikanın ardından dükkândan çıkmış en yakın markete girmiştim. Reyonlarda gezinirken eksik olanları hatırlıyor ve çok olmamakla birlikte azar azar alıyordum. Makarna, hazır çorba, salça, kahve, biraz yeşillik ve meyvenin yanı sıra Kumru ve Çakır'ın mamalarını da almıştım. Biraz pahalıydı ama onlar için kendimden fedakârlık yapmayı uzun zaman önce öğrenmiştim.

Marketteki işim bittikten sonra Hüseyin Amcadan ekmek alarak eve çıktım. Saat henüz öğle civarıydı ve tüm gün evde olacağım için çok rahat bir şekilde kitabımı okuyabilirdim. Aldıklarımı yerleştirdikten sonra elimde birkaç abur cuburla odama kapanıp kitabımı okumaya başladım.

Sorguluyordu Oğuz Atay, insanlığı ve hayatı. Düşünüyordu, eleştiriyordu ve yeni yeni sayfalar açıyordu zihnimde. Kitabın birçok sayfasında noktalama işareti kullanmamıştı mesela, dikkatimi çekmişti bu. Aslında birkaç yazar da bunu yapmıştı. Okurken kendimi frenleyemediğim kısımlar olduğunda derin bir nefes alıyor kendi noktamı kendim kullanıyordum.

Okudum, yaklaşık iki yüz sayfa okudum. İnsan yalnızca zihnine ayak uydurduğu zaman bu kadar kaptırıyordu kendini, bu kadar akıp gidiyordu zaman. Gün iyiden iyiye dönmüştü ve hava kararmıştı. Oturduğum yerden kalkarken yüzümü ekşittim, sanırım her yerim tutulmuştu. Kitabı kapattım ve çalışma masamın üzerine bırakarak odadan çıktım.

Akşam ezanı okunduktan sonra mutfağa girip, kollarımı sıvadım. Uzun zamandır doğru dürüst bir şey yapmıyordum bile. Ufak bir tencere çıkarıp ocağın altına yaktım. Güzel bir şehriye çorbası iyi giderdi. Biraz yağ ve salça ile tencereyi karıştırıp üzerine su ekledim ve kaynamaya bıraktım. O esnada kendime küçük bir tabak salata yapmaya başladım. Tenceredeki su kaynadıktan sonra şehriyeleri döküp karıştırdım.

Yaklaşık yirmi dakika sonra ocağın altını kapatıp çorbayı dinlerdim. O sırada salatamı soslayıp masamın üzerine koydum. Çok geçmeden sofraya oturmuş karnımı doyurmaya başlamıştım bile. İnsan yalnız başına olunca bazı şeylerin tadını tam alamıyordu, bir şikâyetim yoktu elbette ama yine bir ses isteniyordu.

Usul usul karnımı doyurduktan sonra tencerede hâlâ bir miktar çorbanın olduğunu gördüm ve gözlerimden yüzüme düşen o sırıtışa engel olamadan etrafı hızlıca toparlayıp elimde ufak kâse bir çorba ile evden çıkıp üst kata çıktım.

Acaba çok mu ileri gidiyordum? Hayır, gitmiyordum. O hastaydı ve ben ne yiyip ne içtiğini merak ediyor kendime hazırladığım çorbadan ona da ikram ediyordum. Yanlış anlamanı istemem Akif Selim, sadece senin iyiliğin için.

Derin bir nefes alıp kapısını çaldıktan sonra geri çekildim. Az sonra kapı aralandı ve o karşımdaydı. Üzerinde ince örgülü bir hırka, içinde düz siyah bir tişört vardı. Gözlerime bakıp kaşları çatılırken konuşmaya başladım. ''Ben çorba yapmıştım da, sana da ikram etmek istedim. Yani açsındır umarım.''

''On oldu,'' dedi sakince. Gözlerimi kıstığımda gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Hakikaten fazla dikkatli bir adamdı. ''Ben de kendime kahve yapmıştım ama bir bardaklık daha sıcak su var,'' deyip bakışlarını kaçırdı. ''Yani içmek istersen?''

Sözleri kalbimin üzerinde kalan buzları eritirken nefes alamadığımı hissetmiştim. Beni içeri mi davet ediyordu? Gerçekten yanlış duymamıştım öyle değil mi? Sakinim tabii ki.

''On bir,'' dedim gülerek, kaçırdığı bakışlarını yakalarken gülüşüme nazaran karşılık verdi ve kapıyı açarak beni içeri davet etti. Duraksadım, hadi Mislina sevdiğim adam sana kapı araladı neyi bekliyorsun ki daha? Akif içeri geçerken tekrar derin bir nefes aldım ve ayakkabılarımı çıkarıp kenara koyduktan sonra içeri girdim.

Evinin mimarisi benimki gibiydi. Mutfağa girdiğinde onu takip edip elimdeki çorba kâsesini tezgâhın üzerine bıraktım. Bu sırada çok hızlı bir şekilde mutfağı gözlemledim. Son derece sade ve az eşya vardı, üstelik çokta düzenli bir yerdi.

''Şeker atıyor musun?'' diye sordu sakince. ''Biraz,'' dediğimde duraksadı. ''Bir küp şeker yeterli,'' diyerek cümlemi toparladım. Akif Selim kahvemi hazırladıktan sonra kenara çekildi ve elinde kupasıyla içeri geçti. Onunla gitmeliydim sanırım. Elime kahve kupasını aldım ve onu takip ettim ama bedenimin her yeri titriyordu şu anki durumuma.

Salonuna girdiğimce buranın daha boğuk ve sıkıcı bir yer olduğunu fark ettim. İki tane koltuk vardı ve bunun biri tekliydi, karşıda bir televizyon pencere dibinde rahat bir sandalye ve başında duran büyük bir abajurdu ama benim dikkatimi çeken asıl şey, duvarın tamamını kapsayan koca kitaplıktı. Hayranlıkla kitaplığına bakıp, ''Bu kitapların hepsini okudun mu?'' diye sordum.

''Okumadıklarım çok azdır,'' diye yanıtladı. Okulda ve onu gördüğüm her yerde kulağındaki kulaklıkla vakit geçirirken evdeki vaktini kitap okumaya ayırıyordu büyük ihtimalle. ''İnsan burada hiç sıkılmaz,'' dedim hevesle konuşarak. Cevap vermezken fazla konuşmanın haddim olmadığını fark ettim.

Akif Selim tekli koltuğa otururken ayakta kalmaktan kaçarak ikili koltuğun ona uzak düşen kısmına oturdum. Çekingendim, onun asla bir kötü niyeti yoktu ama olsun ben kendimi onun gözünden farklı lanse ettirmek istemezdim hiç. Kahvesinden bir yudum alırken ona eşlik ettim.

Şaka mıydı bu? Günler öncesinde hatta yıllardır kurduğum şey gerçek olmuştu. Biz kahve içiyorduk, üstelik onun evinde ve onun ikramıyla. Hayır, hayır bu güzel değil bu çok fazla güzel bir his.

''Vizelere çalışıyorsun değil mi?'' diye sordum kısık sesimle.

''Çalışıyorum,'' diye cevapladı beklemeden. Sesi ne çok ılımlıydı ne de soğuktu. ''Şaşırdım,'' dedim kaşlarımı yukarı kaldırarak, düz düz bakarken kendimi kötü hissedip savunmaya geçtim. ''Yok hayır, yani seni ders çalışırken hayal edemedim de bir an.''

''On iki oldu,'' dediğinde iç geçirip gülümsedim. ''Ne zamana kadar saymaya devam edeceğiz?''

''Dikkatimden kaçana kadar,'' deyip kahvesinden bir yudum aldı. Gözlerini gözlerimden ayırmazken yanaklarımın pembeleştiğini hissettim. Kahvesini dudaklarından çekip, ''Ayrıca önyargılı olmak iyi bir şey değil,'' diye konuştu. ''Hayır önyargı değil bu, sadece uzaktan öyle birine benzemiyorsun,'' dedim.

''Evet,'' dedi başını aşağı yukarı doğru sallayarak. ''Bu önyargı.''

Kötü bir şey mi söylemiştim? Hayır. Onun karşısında konuşurken neden her şeyi mahvediyordum, neden doğru dürüst iki kelam edemiyordum sanki? Sıkıntıyla nefes alıp verirken telefonum çalmaya başladı. Hızla elimdeki kahve kupasını bırakıp telefonuma baktım. Arayan annemdi, telaşa kapılmadan ayaklandım. ''Müsaade edersen, telefonla konuşabilir miyim?'' diye sordum.

''Tabii,'' dedi sakince. Daha sonra salondan çıktım ve mutfağa gittim. Beş kez çalmıştı onu faha fazla meraklandırmadan açıp kulağıma götürdüm. ''Hele şükür Mislina, neredesin annem sen?''

''Sessizdeydi duymamışım anne,'' diye yanıtlarken gözlerimi kapattım. ''Neden sessize alıyorsun telefonunu? Ararsak nasıl ulaşacağız sana?'' diye hafif sert bir dille sorularını sıraladı. ''Anne sınav haftası da o yüzden, konsantremin bozulmasını istemiyorum,'' diye bir şeyler uydurdum anında.

''Ne zaman bitiyor sınavların, çok mu var daha gelmene?'' diye sorduğunda, ''Pazartesi başlıyor anne, iki haftaya gelirim,'' diye yanıtladım ardından o sormadan ben sordum. ''Babam nasıl, iyi mi?''

''İyi iyi,'' dedi gülerek. ''Şehriye çorbası yaptım sever biliyorsun, onu içti şimdi de uzanıyor oda da.''

''Sahiden mi?'' diye sordum heyecanla. ''Ben de bugün o çorbadan yaptım,'' der demez dudaklarımı ısırıp düzeltim. ''Yani yurtta o çorbadan çıktı da, hoş bir tesadüf oldu.''

''Mislina, anneciğim yorma kendini bu kadar. Konuşurken bile hissediyorum yorgunluğunu. Başaracağını biliyorum güzel kızım benim, dua ediyorum bol bol.''

''Annem benim,'' dedim telefonuma sarılarak. ''Eksik olmayın sakın. Az kaldı, sınavlarım bitsin geleceğim.''

Sanki karşımdaydı ve kollarımı boynuna dolamış başımı göğsüne koymuştum. ''Neyse, ben kapatayım arkadaşlarım rahatsız olmasınlar.''

''Tamam,'' deyip, ''Arkadaşlarına selam söyle, Allah zihin açıklığı versin güzel yavrum,'' diyerek telefonu kapadı. İçimde gereğinden fazla bir huzur meydana gelirken bir yandan da ona yalan söylediğim için bu huzurun üzerinde hep bir gölge dolanıyordu ama mecburdum anne, lütfen ileride kızmayın bana, çünkü ben kötü bir şey yapmıyorum.

Mutfakta fazla durmadan içeri geçtim. ''Annem,'' dedim zoraki bir tebessümle. Yerime geçip otururken, ''Duydum,'' dedi dümdüz bir sesle, devamını işitirken gözbebeklerimizi birbirini selamladı. ''Peki, annene neden yalan söylüyorsun?''

🌹

Bölüm sonu. Beğenmeniz dileğiyle. 🍂

Bu arada saat yedi buçuk civarı sumeyyedhikayeleri sayfasında canlı yayın yapacağım, haber vereyim dedim.

İnstagram. Sumeyyedmrkan
İnstagram sayfası. Sumeyyedhikayeleri
Askfm. Sumeyyedmrkn
Tumblr. Geceninicindebiri

Seviyorum yani çok seviyorum.d

Продолжить чтение

Вам также понравится

Kalbime Hoş Geldin (Texting) Irmak🍉

Подростковая литература

356K 26.6K 44
0536****: "Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek Giryemi kildi hûn eksimi füzûn etti felek Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân Beni bir gözl...
Bal Bade'm (Gerçek Ailem) wolfbakışlıspidey

Подростковая литература

131K 9.1K 18
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
Çizik. -aile kurgusu ayca🧚‍♀️

Подростковая литература

337K 27.2K 43
"Uyan, kavga et, sigara iç, dolandır, uyu. Hayır, ben bundan ibaret değilmişim.." K.T. Bir dolandırıcı çetesinin üyesi olan Karmen, çeteyle birlikte...
AŞKA ÖĞRENCİ | Texting birazdanbiseyler

Подростковая литература

107K 8.2K 86
Öğretmen ama AŞKA ÖĞRENCİ (Texting) • Anaokulu öğretmeni olan Beyza yoğun bir sene geçirdiği için yeni dönemde dinlenmek için görev değişikliği yapmı...