BAHAR UYKUSU

By ezgi_caglar

69.7K 6.4K 1.2K

Daha beş yaşındayken uykusunda evini yakan bir kız. Bir uyurgezer. Beş yıl sonra eve dönen genç bir adam. Ege... More

Giriş
Karakterle Tanış
Bölüm 1.1
Bölüm 1.2
Bölüm 1.3
Bölüm 1.4
Bölüm 1.5
Bölüm 1.6
Bölüm 1.7
Bölüm 1.8
Bölüm 1.9
Bölüm 1.10
Bölüm 1.11
Bölüm 1.12
Bölüm 1.13
Bölüm 1.14
Bölüm 1.15
Bölüm 1.16
Bölüm 1.17
Bölüm 1.18
Bölüm 1.19
Bölüm 1.20
Bölüm 1.21
Bölüm 1.22
Bölüm 1.23
Bölüm 1.24
Bölüm 1.25
Bölüm 1.26
Bölüm 1.27
Bölüm 1.28
Bölüm 1.29
Bölüm 1.30
Bölüm 1.31
Bölüm 1.32
Bölüm 1.33
Bölüm 1.34
Bölüm 1.35
Bölüm 1.36
Bölüm 1.37
Bölüm 1.38
Bölüm 1.39
Bölüm 1.40
Bölüm 1.41
Bölüm 1.42
Bölüm 1.43
Bölüm 1.44
Bölüm 1.45
Bölüm 1.46
Bölüm 1.47
Bölüm 1.48
Bölüm 1.49
Bölüm 1.50
Bölüm 1.51
Bölüm 1.52
Bölüm 1.53
Bölüm 1.54
Bölüm 1.55
Bölüm 1.56
Bölüm 1.57
Bölüm 1.58
Bölüm 1.59
Bölüm 1.60
Bölüm 1.61
Bölüm 1.62
Bölüm 2.2
Bölüm 2.3
Bölüm 2.4
Bölüm 2.5
Bölüm 2.6
Bölüm 2.7
Bölüm 2.8
Bölüm 2.9
Bölüm 2.10
Bölüm 2.11
Bölüm 2.12
Bölüm 2.13
Bölüm 2.14
Bölüm 2.15
Bölüm 2.16
Bölüm 2.17
Bölüm 2.18
Bölüm 2.19
Bölüm 2.20
Bölüm 2.21
Bölüm 2.22
Bölüm 2.23
Bölüm 2.24
Bölüm 2.25
Bölüm 2.26
Bölüm 2.27
Bölüm 2.28
Bölüm 2.29
Bölüm 2.30
Bölüm 2.31
Bölüm 2.32
Bölüm 2.33
Bölüm 2.34
Bölüm 2.35
FİNAL

Bölüm 2.1

572 57 3
By ezgi_caglar

Ve ben yok oluyordum...

So I wither... 

******

Herkes ölümden bir şeyler bekler aslında. Cennete gitmeyi, cehennemde yanmayı, tamamen kaybolmayı ya da en sonunda bulunmayı... O sonsuz anın her cevapsız sorunun, her umutsuz dileğin, her sahipsiz günahın çözümü olduğunu düşünürler. Bekler, beklerken hatalar yapmaya ve bu hatalardan arınacağı an için gün saymaya devam ederler. Her başlangıcın bir sonu olduğunu bilmek belki güç verir insana. İnanmaya iter onu daha iyi bir alternatifin olduğuna. Bir gün tüm yaşanmışlıklar anlamını yitirdiğinde aydınlanmanın mutlak hafifliğini keşfedeceğini umar herkes.

Peki ya sonsuz karanlık o mutlak ışıktan önce seni bulursa? Ya cehennem bir göz kırpışı kadar yakınında, ateş bir soluk mesafesindeyse? Yaşarken düşsen o dipsiz çukurun içine... İnsanların görmeden bakan gözleri fark eder miydi bedeninin içine hapsolmuş alevler içinde yanan ruhunu sence? Her bir hücren kanarken acını yanaklarından süzülen gözyaşlarından anlayabilirler miydi? Şeytanlar beyninin içinde tepişirken görürler miydi acaba kendini her an biraz daha kaybettiğini? Bilebilirler miydi cehennemin çorak topraklarına ölüm bile seni bulmadan önce saplandığını?

Toprak sanmıyordu.

İki hafta olmuştu hep birlikte dipsiz bir kuyuya düştüklerinden beri. Kaza haberi geçmiş gibi geleceği de küllerin arasına gömmüş; o günden sonra Toprak ne doğru dürüst nefes almış, ne kabuslar görmeden gözlerini kapatabilmiş, ne de yaşamaya devam edebilmişti. Üstelik o sadece cehennemin kıyısında geziniyordu. Oysa Cemre alevlerin içindeki iblislerle asla kazanamayacağı bir savaşın ortasına dalmıştı doğrudan. Işığı üstüne kapaklanan canavarların gölgesinde sönüp gitmişti. Artık yalnızca sürükleniyor, ona uzanan ellerden yardım almaya bile yeltenmiyordu. Okulu bırakmış, eve bir kez olsun uğramamış, kendini tüm hayaletleriyle birlikte hastanenin koridorlarında ölüme terk etmişti.

Toprak nefes alamıyordu. Kızın günden güne ellerinden ve bu hayattan kayışını izlerken kelepçelerle kaderine bağlanmış bir mahkumdan farksızdı. Parmaklıkların ardında yardım etmek için canını bile vereceği onca insan dururken o elleri kolları bağlı tahliye olacağı günü bekliyordu. Ve zaman, o an hiç olmadığı kadar yavaş akıyor olsa da kısıtlıydı. Daha dün karların altında Cemre'yi kollarında tutarken Toprak şimdi bir başına hastaneye doğru bisikletini sürüyordu. Sömestr tatiline girdikleri o günü bambaşka hayal ettiğine şüphe yoktu. Oysa son iki haftadır okula nasıl gidip gelmiş, sınavları nasıl vermiş, kimi görmüş, kime ne demiş farkında değildi.

Can yaşıyordu. Hala... Herkes mucize diyordu o arabadan çıkmış olmalarına. İlahi bir güç korumuştu onları, özellikle de Zeynep'i. Ama aynı ilahi gücün başka planları da olmalıydı, çünkü ikisi de gözlerini açamamıştı henüz. Ve sanki zaman geçtikçe onları sevdiklerine bağlayan zincirler de teker teker kopuyordu. Kazayı gören iki kişi de komadaydı ve gerçekte neler yaşandığını sadece tahmin edebiliyordu geride kalanlar. Can'ın kız arkadaşıyla birlikte doğum gününe geldiği aşikardı. Partiye yetişmek için hız yaptığı, sonra da kontrolü kaybedip uçuruma düşmüş olmaları en olası açıklamaydı. Ve her şeyden çok bu açıklama Cemre'yi diri diri yakıyordu günlerdir.

Bir de Ruhi Dede vardı tabi. Torununun kaza haberini evdeyken almıştı. Cemre Toprak'ın kollarına bayıldığı sırada o da evde kendini kaybetmiş olmalıydı. Çünkü çalışanlar onu bulduğunda kanlar içinde yerde baygın yatıyordu. Düşerken başını çarpmıştı belki de. Ondan duyana kadar kim gerçeği bilebilirdi ki? Levent dedeyi hastaneye yetiştirmeyi başarmıştı, ama... tıpkı Can gibi yaşlı adam da kendinde değildi ve o zamana dek uyanacağına dair en ufak bir belirti göstermemişti.

Toprak bisikleti bağlayıp hastanenin girişine doğru yürüdü. Uzaktaki banklardan birinde oturan Leylim'i son anda fark etmişti. Kalbi Cemre'ye koşmak için çırpınsa da kızı o halde görünce yanına gitme isteğine engel olamadı. Bu hikayede en çok acı çekenlerin bir sıralaması olsaydı Leylim kesinlikle zirveyi Cemre'yle paylaşırdı. Kendine bile benzemiyordu artık neredeyse. Göz altları mosmor, yüzü her daim ağlamaktan şiş, dudakları yaralarla kaplıydı.

"Leylim." dedi Toprak sakince. Onu korkutmak istememişti, ama kız daldığı düşüncelerden onu duymuşa benzemiyordu zaten. Sessizce aynı anlamsız noktayı izlemeye devam etti. Bir gelişme olup olmadığını bu durumda sormasına gerek yoktu Toprak'ın. O da kızın elini tutup sıktı ve "Hala umut var." dedi. "Can'ı sen benden iyi tanıyorsun. Sence o bu hayatı bu kadar kolay bırakıp gidecek biri mi?"

Leylim ilk kez onun varlığını fark etmiş gibi şaşkın şaşkın onun yüzüne baktı. "Gitmez mi?" Avutulmayı bekleyen küçük bir kız çocuğundan farksızdı.

"Gitmez." dedi Toprak bunun doğru olmasını umarak. "Cemre'nin ona neler yapacağını bilir. Bu riski göze alamaz."

Leylim tebessüm dahi etmedi. Bunu yapabileceğini çoktan unutmuş gibiydi. "Giderse yaşayamam." dedi. "Benim yanımda olmasına gerek yok. Kimin yanında olduğunun önemi yok. Yeter ki..."

Yaşlar Leylim'in gözlerinden boşalınca Toprak onu kolu altına alıp kendine çekti. "Can yaşayacak." dedi kendinden daha emin bir sesle. Kimle inatlaştığını bile bilmiyordu, ama kızgındı. "Can yaşayacak, göreceksin! Gidemez. Henüz gidemez."

"Gidemez." dedi Leylim başını delice iki yana sallarken. "Ona söyleyemedim bile... onca zaman... şansım vardı ve ben..."

"Leylim." dedi Toprak onu kendinden uzaklaştırıp. Kızı kendine bakmaya zorlamıştı. "Yine şansın olacak." dedi saçını okşarken. "Ne söylemek istiyorsan Can'a sen kendin söyleyeceksin. Ama şimdi pes edemezsin. Şu an olmaz. Sen vazgeçersen, biz umudumuzu kaybedersek onu bu hayata bağlayan hiçbir şey kalmaz."

"Vazgeçmiyorum." dedi Leylim panikle. Bu ihtimalin dehşetiyle gözleri kocaman açılmıştı.

"O zaman dua etmeye devam et ve gerçekten Can'ın gözünü açacağına inan. Çünkü o uyanacak Leylim."

"Uyanacak." diye tekrarladı Leylim kendi kendine. Ayağa kalktığında hala "Uyanacak" demeye devam ediyordu. "Uyanacak. Haklısın. Uyanacak! O uyanacak!" Toprak'ın onu takip edip etmediğine bakmadan hastaneye doğru ilerledi. Artık hepsine aşina olan merdivenleri çıkıp koridorları kat ettikten sonra Can'ın ve dedenin olduğu yoğun bakım odalarının önüne gelmişlerdi.

"Merhaba." dedi Toprak çekinerek. Cemre Burak'la birlikte az ilerideki kırmızı sandalyelerde oturuyordu. Onun sesini duyduğunda daldığı kabustan sıçrayarak uyanıp umutla bakmıştı. "Bir gelişme var mı?"

"Bekliyoruz." dedi Burak Cemre'nin konuşmasını beklemeden. Eli kızınkinin üstünde duruyordu.

Yeri değil diye hatırlattı Toprak kendine. Genzine kadar yükselen anlık kıskançlık dalgasını midesine geri bastırmıştı. "Dededen haber var mı?" diye sordu kendi ilgisini dağıtmak için.

"Hayır." dedi bu kez Cemre. Sesi boğazına binlerce bıçak saplanmış gibi çatallıydı. "Sadece Zeynep'in durumu iyiye gidiyor. Doktorlar bugün yarın uyanabilir dediler. Annesi yanında şimdi."

"Güzel." diye mırıldandı Toprak. Kızın ailesi de haberi alır almaz kalkıp gelmişti elbette. O günden beri dehşet saçan gözlerle ve suçlayıcı ifadeleriyle Cemre'nin hayatını daha da zorlaştırıyorlardı. Zeynep'i partiye getiren Can olduğundan yaşanan tüm felaketin yükü de ona kalmıştı şüphesiz. Ve bu yükü geride kalan tek insan olarak Cemre taşıyordu.

"En azından ondan kazanın nasıl olduğunu öğrenebiliriz." dedi Burak Toprak'a bakarak. Polis de dahil herkesin merak ettiği de buydu zaten. Levent ısrarla başlarına gelenin bir komplo olduğunu bağırıp duruyordu ilk andan beri. Onları yok etmek isteyen düşmanları – ki tam bunu söylerken genelde Toprak'a bakıyordu – planlamıştı bu oyunu şüphesiz. Ne ima ettiğini herkes anlıyordu elbette ama Burak dışında bu ihtimali ikide bir dile getiren bir başkası yoktu.

"Umarım uyanır ve biz de ne olduğunu anlarız." dedi Toprak gözlerini Burak'ınkilerden kaçırmadan. Sonra Cemre'nin yanındaki boş sandalyeye oturup kızın diğer elini tutmuştu. "Seni eve götürmemi ister misin?" dedi. "Günlerdir buradasın Cemre. Biraz olsun uzaklaşmak zorundasın. Bir gece olsun evde uyusan?"

Ve ben yanında kalıp yaralarını sarsam diye eklemek istedi Toprak, ama Cemre'nin ona çevrilen bakışlarından kızın düşüncelerini anladığını görebiliyordu.

"Gidemem."

"Sabah erkenden seni geri getiririm Cemre. Bir değişiklik olursa haber verirler zaten. Burada yapabileceğin bir şey yok. Lütfen benimle...."

"Gidemem." dedi Cemre bu kez daha sert. Ellerini hem onun hem de Burak'ınkinin altından kurtarıp ayaklanmıştı. Kollarıyla kendini sarıp yoğun bakımın kapısına kadar ilerledi. Sırtını duvara yasladığında tükenmiş görünüyordu. "Can gözünü açana kadar hiçbir yere gidemem." dedi. Derin bir nefes alıp saçlarını karıştırdı. "Ama sen evden giyecek bir şeyler getirirsen çok sevinirim. Ece'den isteyecektim ama...."

"Sorun değil." dedi Toprak hemen. "Ben hallederim." Cemre için yapabileceği küçücük bir şey de olsa canını ortaya koymaya hazırdı.

"Teşekkürler." dedi Cemre. Çok uzak değil, sadece iki hafta önce Toprak'a bakarken güller açan gözleri şimdi dikenlerle kanıyordu. Gerçekten o kıyafetlere ihtiyacı mı vardı, yoksa Toprak'ı yanından uzaklaştırmaya mı çalışıyordu Toprak bilmiyordu. Akıl sağlığını korumak için aksini düşünmek zorundaydı, ama sanki Levent'in ortaya attığı iddialar buzdan bir duvar örmüştü aralarına. Bunu kızın yaşadığı dehşete bağlamak istiyordu Toprak. Cemre'nin ondan şüphelendiğini düşünmek bile kalbini paramparça ederdi.

"Bir iki saate dönerim." deyip gülümsemeye çalıştı, ama Cemre'nin sırtı ona dönerken Toprak'ın öksüz bakışları da yere düşmüştü. Kendini bir kez daha dışarı atıp bisikletine bindiğinde bir türlü içinden atamadığı o ağlama hissinin yine boğazına oturduğunu hissetti. Artık yaşlar dökülmüyordu gözlerinden, ama kekremsi hüzün ciğerlerine oturmuş, aldığı her nefesi zehirliyordu. Soğuk ama bulutsuz bir gündü oysa. Güneş gökyüzünü pembelerle turuncuların bir dans şölenine çevirmiş, yeni sürprizleriyle geceyi davet ediyordu dünyaya.

Toprak o gecelerden ve getirdiklerinden bu kadar korkmasa belki anın tadını çıkarabilirdi. Oysa Leylim'e söylediği onca söze, Cemre'nin yüreğine fısıldadığı sayısız duaya rağmen daha kendini ikna etmekte bile zorlanıyordu. Can gerçekten uyanmazsa ne olacaktı? Uğruna her şeyi feda etmek istediği kadın hayattan tüm ümidini kestiğinde Toprak için yaşamanın anlamı kalacak mıydı sahiden? Ve dönmekten vazgeçmiş bir dünyayı yeniden harekete geçirecek gücü var mıydı?

"Hey Karabaş."

Ses bir bıçak gibi Toprak'ın düşüncelerini keserken gelecekle ilgili kabusların yerini geçmiş hikayeler almıştı. Hayır diye içinden geçirdi Toprak. Bu bir tesadüftü. Ona bu şekilde hitap eden tek bir kişi tanımıştı hayatı boyunca ve o an, durduğu yerde, o kişiyi duyuyor olması sadece aklını kaçırdığı anlamına gelirdi. Hayat bu kadar acımasız, bu kadar insafsız olamazdı sonuçta. Olabilir miydi?

"Kardeşim, duymuyor musun beni?"

Toprak pedal çevirmeyi bıraktı. Kasabanın merkezinden ayrılan ara sokaklardan birinde, yolun ortasındaydı şimdi. Arkasına ağır ağır dönerken ne göreceğini bildiği halde lütfen demeye devam ediyordu içinden. Bir de beni bununla uğraştırma, lütfen!

"Vay be kardeşim." dedi sesin sahibi Toprak bisikletinden inerken. Ona doğru ilerlemeye başlamıştı. "Şansa bak ha."

"Cenk..." dedi Toprak geçmişinden davet almadan fırlayan hayaletle göz göze geldiğinde. Gerçekten de oydu. Kardeşinin tıpkısı mavi gözleri Toprak'ın hatırladığı gibi yine ışıl ışıl parlıyordu. "Burada ne yapıyorsun?"

Cenk'in dudağının sağ kenarı yukarı kalktı. "Bu nasıl bir karşılama? Onca zaman oldu oğlum. İnsan abisine bir sarılır. Beni gördüğüne sevinmedin diyeceğim neredeyse."

"Şaşırdım." dedi Toprak doğrudan gerçek duygularını paylaşmamak için. Cevapları oğlanın yüzünde aradıysa da bulabilecek gibi durmuyordu. "Burada ne yapıyorsun Cenk?"

Çocuk omuz silkip Toprak'ın bisikletiyle ilgilenmeye başladı. "Benim de bir tane almam gerek." derken kendi kendine konuşur gibiydi. "Burada hep bisikletle dolaşıyorsunuz değil mi?"

Toprak yere çökmüş lastiklere bakan çocuğu izliyordu hayretle. "Burada ne yapıyorsun Cenk?" diye tekrarladı. Ne onun bir anda karşısına çıkması normaldi, ne de geçmiş hiç yaşanmamış gibi havadan sudan konuşmaları. "Niye geldin? Benden ne istiyorsun?"

"Ben senden ne isteyebilirim ki Toprak. Ancak rica edebilirim. Abin olarak."

"Şunu keser misin?" dedi Toprak. Bu abi oyunu hayatının bir döneminde komik gelmiş olsa da artık bir anlamı yoktu. "Benden ne istiyorsun?"

Şimdi Cenk yeniden tam karşısına geçmişti. Ellerini cebine sokup başını hafif sağa eğdi ve Toprak'ın yüzünü inceledi. "Yeni bir başlangıç." dedi sonunda. "Hepimizin yeni bir başlangıç yapmasını istiyorum. En baştan başlayacağız."

Toprak'ın gözleri kısılmıştı. "Ne demek şimdi bu?"

"Şöyle ki..." Cenk derin bir nefes alıp aralarındaki bir iki adım mesafeyi de kapatmıştı. "Geçmişi bir kenara bırakıp taze bir başlangıç yapmanın zamanı geldi. Bu hepimiz için en iyisi olacak. Özellikle de Selen için."

"Selen seçimini yaptı." dedi Toprak dişleri arasından. "Ben yanındaydım. Elini tutuyordum. Canımı vermeye hazırdım. Ama o, arkamı döndüğüm an Alp'i seçti. Ben zaten yeni bir başlangıç yaptım Cenk. Kolay olmadı ama yaptım. Aynısı size de öneririm."

Toprak Cenk'e çarpıp geçmek istedi ama Cenk ilerlemesine izin vermemişti. "Selen'in bileklerini kestiğinden haberin var mı?"

"Ne?"

Cenk aynen öyle der gibi tebessüm ediyordu. "Üzgünüm Toprak, ama Selen'in başına bir şey gelmesine izin vermem. Biliyorsun."

Elbette biliyordu Toprak. Bir an için denediyse de Su'yun intihar ettiğini gözünde canlandıramadı bile. "Bak Cenk." dedi. "Çok üzgünüm. Tüm bu olanlar için... Keşke... geçmişi değiştirebilseydim. Ama artık Selen'e bir faydam olmaz."

"Biliyorum. Ama bir nedenden o hala seni istiyor. Ve ben de onu yeniden mutlu görmek istiyorum. O yüzden..."

Toprak başını iki yana salladı. "Git buradan Cenk. Benimle konuşarak sadece vakit kaybediyorsun. Belli ki Selen'in sana ihtiyacı var. Onun yanında ol."

Cenk sinirle güldü. "Sen merak etme kardeşim. Ben onun yanında olacağım. Aynı senin de olacağın gibi." Arkasını dönmeden önce gülüşü iyice yüzüne yayılmıştı. "Bundan böyle sık sık görüşürüz zaten. Şimdi seni tutmayayım."

Toprak oğlanın ardından içinde kalan sözleri söylemek için ağzını açtı, ama Cenk eliyle belli belirsiz bir işaret yapıp sokağın ucuna doğru yürümüştü. Toprak onu tanıyordu. Cenk'in sözleri ne göz korkutmak ne de onunla alay etmek içindi. Ne demek istemişti Toprak emin değildi, ama bundan böyle başına bir de Cenk belasının çıktığına şüphe yoktu. 

*****

Bölüm Sonusuuu

Kitabın ikinci yarısına karanlık bir başlangıç oldu farkındayım :) Korkarım bir süre daha böyle devam edecek. Ama yeni karakterlerin geleceğine söz vermiştim ve işte burdalar :D Selen'den sonra abisi Cenk de aramızda. Kalacağına da pek bir emin. Ne dersiniz, neler neler açar Cenk başımıza?

Fikirlerinizi benimle paylaşmayı unutmayın canlarım...

Sonraki bölümde görüşürüz,

Öpücükler , 

E.Ç.

Continue Reading

You'll Also Like

70.9K 5K 9
Yol Arkadaşım'dan tanıdığımız Dilek ve İlker'in kısa hikayesidir. Okumak için önce Yol Arkadaşım'ı okumanız gerekmez. Kapakta kullanılan çizim Pascal...
22K 8.9K 22
Hangisi daha kötüydü bilemiyorum. Kör bir ressam mı? Sağır bir müzisyen mi? Yoksa katil olduğunu bildiği hâlde onu tutuklayamayan polis mi? Komiser G...
3.3M 122K 68
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum. İkiz erkek kardeşim yerine ben hayatta kalmıştım, ben yaşamıştım...
115K 9.5K 23
Başını eğdi ve kadının ter ve tozla kaplı kokusunu içine çekti. "Ne kadar canını yakabileceğimi, ölmek için yalvarana kadar seni süründürebileceğimi...