Bölüm 2.35

432 49 37
                                    

Sona 1 kaldı!

İtiraf ediyorum, ben bu bölümü yazarken ağladım, içim çekildi, ciğerim yandı. Ama ben aşırı duygusal bir insanım zaten. Belki siz ağlamazsınız. Ya da muhtemelen ağlarsınız ve sonra bana kızarsınız. Ama lütfen kızmayın, hangi kahraman ejderhayla savaşmadan kalesini korumuş ki?

Keyifli okumalar :)

E.Ç.

**

Gitme hayalet, bari sen kal benimle.

***

Ghost, I see you standing there
Don't turn away, I want you to stay

***

İnsan kendi bedenin içine sıkıştığını hisseder miydi hiç? Ruhunu koruyan, saran, sarmalayan deri bir zindan gibi gelir miydi ona? Bir yolunu bulup kaçmaya çalışır mıydı kendinden? Başarabilir miydi ona kafes olmuş iskeletinden sıyrılmayı? Bırakabilir miydi onu yaşama, toprağa, bu dünyaya bağlayan gövdeyi?

Sanmıyordu Cemre. Becerebilse çoktan terk edip giderdi canı vücudunu. Sadece koca bir işkenceydi nefes almak. Öyle şiddetli, öyle katlanılmazdı ki acı, gerçek bile olmazdı. Teninin her zerresinde dolanıyordu kemirgenler. Onu katman katman soyuyor, parçalarına bölüyor, her delikten zehirli sular kanına karışıyordu.

Karanlık vardı çoğunlukla. Bazen canavarlar dolduruyordu geceyi, bazen yardımına gelen melekler. Hangisi gerçek, hangisi hayal ayrımını kaybetmişti Cemre. Konuşamadığına emin olduğu halde mırıltılar duyuyordu durmadan. Kulaklarının içinde bombalar patlıyordu her sesle.

Bakmak acıydı, duymak acıydı, yutkunmak acıydı. Baştan ölüyordu en basit çabada. Yine de mutlak huzura ermesine izin vermiyordu bedeni. İlk kez inatçılık yapmamak için dua ediyordu Cemre. Tüm işkenceyi ardında bırakıp ışığa kavuşacağı anı sayıklıyordu rüyalarında. Ama o ana kadar o ışık onu bulmamış, acıysa bir an olsun hafiflememişti.

Farkında değildi geçen saatlerin, günlerin... Çölde bir fırtınaydı zaman. Sonsuz bir kum saatine sıkışmış gibi savruluyordu Cemre. Hiçliğe, bilinmeze, asla ulaşamadığı uçurumun dibine... Siyah ve beyaza başka renkler de katıldığında iyice kurtuluş umudunu yitirmişti. Her geçen an onu geri çağırıyordu yaşama. Gidemeyecekti Cemre. Acıyla yanacak, kıvranacak, perişan olacak ama olduğu yerde kalacaktı.

Öyle de oldu. Bir süre sonra algıları yavaş yavaş gelmeye başlamıştı. Günden güne gözlerinin önündeki perde aralanıyor, ama karşısındaki dünya iyi hiçbir şey vadetmiyordu. Doktorlar, hemşireler vardı çevresinde dört dönen. Makinaların biplemeleri hipnoz edici bir şarkıya dönmüştü tek kulağında. Diğer kulağıysa... Cemre duymuyor, yüzünün sağ tarafında hiçbir şey hissetmiyordu. 

Konuşmaya her çalıştığında boğazı parçalanırcasına acıyordu ya, çıkmayan sesine rağmen sormaya devam ediyordu Cemre. Ne olmuştu Can'a? Neredeydi Toprak'ı? O yok olmanın sınırında debelenirken dedesi, ailesi, evi ne haldeydi? Ama anlamıyordu kimse Cemre'nin çıkardığı iniltileri. Verdikleri sakinleştiricilerle uyuşturuyorlardı kızı tekrar ve tekrar.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
BAHAR UYKUSUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin