Bölüm 1.41

605 65 10
                                    

Toprak bir bebek gibi taşıdığı kitabı kapatıp kucağına bıraktı. Gözleri camın ötesindeki karanlık geceye, aklı kendi düşüncelerine kaymıştı. Okuduğu son cümleler hala zihninin bir köşesinde yankılanmaya devam ediyordu.

Bu dünyada bir kadının karışık düşüncelerini, değişken mizacını anlayıp, çözebildiğini iddia edebilecek kimse var mıdır? Kesinlikle yoktur.

Cervantes'e bu sözleri yazdıran kadının kim olduğunu bilmiyordu Toprak. Kitabın kapağında atının üstünde resmedilmiş Don Kişot'a benzediğini de pek sanmıyordu. Ama kendi hayatının baş belasını düşününce, bu okuduklarına katılmamak elde değildi. Bu kadar karışık, bu kadar değişken olmak zorunda mıydı gerçekten? Bir insan neden inatla ona uzatılan eli geri çevirirdi ki? Ve Toprak neden eli havada beklemeye devam ediyordu her defasında duvara toslamasına rağmen?

Sıkıntıyla nefes verip o sırada ekranı yanan telefonuna baktı. Kerem'den bilmem kaçıncı kez komik bir video gelmiş olmalıydı. Okuldan sonra doğrudan evlere dağıldıkları için çocuğun enerjisini atamadığı belliydi, ama Toprak'ın sessizliğine rağmen o gece kimseyle sosyalleşmek istemediğini hala anlayamamıştı.

İçindeki sıkıntıya bir faydası olur belki diye mesajları açtı Toprak. Bir noktadan sonra Mert de pes etmiş olsa gerek grup içindeki yazışmalar Kerem'in monoloğuna dönmüştü. Abisinin attığı sevimsiz hatırlatma, Zeynep'ten gelen özür mesajları ve numarasını nereden bulduklarını bile bilmediği iki kızın yersiz tanışma talepleriyle telefonu bildirimlerle dolmuştu. Oysa Toprak'ın devam etmesini umduğu tek konuşma hala ucu açık bir halde, yapayalnız bekliyordu.

Cemre'nin isminin üzerine tıklayıp o hafta içinde kıza birkaç kez gönderdiği mesajları yeniden okudu. Müzikal toplantıları olmasa muhtemelen onun numarasını dahi alamazdı ya, numaraya sahip olması da pek işine yaramamıştı. Cemre ilk başta evet, hayır, tamam gibi tek kelimelik iletişimlerin ötesine geçmemiş, bir yerden sonra cevap vermeyi tamamen kesmişti. Toprak belki de yersiz bir baskı kurduğunu hissediyor, ama kendini karışmaktan alamıyordu. Gördüğü, yaşadığı, Cemre'nin yanı başında deneyimlediği onca şeyden sonra kızın onun gidebileceğini düşünmesi değil miydi asıl garip olan?

Toprak eli klavyenin üstünde bir süre bekledi. O gün Cemre'yi yine o kadar zorlamıştı ki muhtemelen bir de üstüne mesaj atması halinde bu kez öfke kusan bir karşılık alacaktı. Sıkıntıyla nefes verip telefonu kapadı ve kitabın üzerine bıraktı. Aynı anda ekranda Cemre'nin ismi belirince bir an yanlış bir tuşa bastığını düşüp panikledi, ama inanması güç olsa da arayan Cemre'ydi.

"Alo?" dedi Toprak kuşkuyla. Kontrolsüzce yerinden kalkınca kucağındaki zavallı Don Kişot da yere yuvarlanmıştı. Karşı taraftan ses gelmesini beklerken zaman geçmiyordu sanki. "Ceme?" dedi yeniden Toprak. Kalp atışları hızlanmış, midesine kaçan yavru kuş korkuyla duvarlara çarpmaya başlamıştı.

"Toprak..." dediğinde Cemre'nin sesi yanlış bir şeyler olduğunu haykırıyordu. Cılız bir inilti, uzak bir hıçkırık, nefes sesleri...

"Cemre iyi misin?" dedi Toprak alacağı cevaptan korktuğu halde. Yanlış bir şeyler vardı. Çok yanlış... Cemre'nin onu araması bile iyi bir nedene bağlanamayacak kadar apansız ve sıra dışıydı.

"Top...rak..." dedi Cemre yeniden. "Seni görmem... lazım."

Yanlış duyduğuna neredeyse emindi. Yine de "tamam!" diye atıldı Toprak. "Tabi ki. Şimdi mi? Eve mi geleyim?"

"Yolda... buluşalım." dedi Cemre. "Sanırım... beş dakikaya gelebilirim."

"Tamam. Tamam, Cemre sakin ol olur mu? Şimdi çıkıyorum. Sorun her neyse..."

BAHAR UYKUSUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin