HIRÇIN ...

By burcudemet

813K 36.2K 1.2K

Genç kızın laciverte kesen öfkesi Tan'ın bakışlarına takılıydı hala. "Sen bana emir veremezsin! "diye tıslad... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Özel Bölüm(Tan)
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12...
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19 (özel bölüm 1, Sahra, Zâl kohen'in ağzından)
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22-23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
epilog ister miyiz?
SON SÖZ
Söyleşi
#taciziifşaediyoruz

Bölüm 30 ...FİNAL

25.2K 1K 54
By burcudemet

............FİNAL.....

Tan için aradan geçen zaman, sessizliğe adanmıştı adeta. Mehir’in yokluğunda kelimeler bu denli anlamsızken, konuşması için ne gibi bir sebebi olabilirdi ki… Onu kaybettiğini , bu sefer gerçekten kaybettiğini anladığından bu yana umutsuzluk sinsi bir düşman gibi ele geçirmişti bedenini.Oysa hep affetmişti onu Mehir. Belki de bu denli umarsız olmasının sebebi buydu başından beri.Mehir evi terk ettiğinde, askerdeyken aramalarına, maillerine cevap vermediğinde bile bu denli hissetmemişti karısının elinden kayıp gittiğini. Affedilmeyeceğini yeni yeni fark ediyordu. Ve bu farkındalık, dünyasını buz gibi bir korkuyla kaplıyor; yüreği, buzullarının arasından gitgide daha fazla donuyor; benliği uyanışı olmayan bir kış uykusuna sürükleniyordu.

Mirza’nın ona ‘Ayparçam “ dediğini hatırlıyordu sık sık. Oysa sadece beyaz , parlak bir uydudan ibaret değildi Mehir onun için. O dünyasının ışığı, güneşiydi. Evrenini anlamlı kılan yegane varlıktı, en başından beri, ve şimdi, çocuğunu taşıyordu üstelik. İki güneşi vardı artık onun. O ise  öfkesinden karanlık bir buluta sarınmış, onlar tarafından ışıtılma hakkını, kendi eliyle kaybetmişti.

 En son hastanede görmüştü Mehir’ i. Mirza’yla karşı karşıya geldikleri gün, yine de onu korumak için ortaya atılmasından hemen sonra fenalaşması üzerine panikle soluğu aldıkları hastaneden çıkışı Tan için milat olmuştu. Sonunda evine dönmüştü Mehir, bir haftayı geçmişti. Yine de sabrediyor kapısına dayanmıyordu Tan. Onun o eve, tek başına dönüşünün Mirza tarafından verilmiş son bir şans olduğunun farkındaydı çünkü.

Tüm olanlara rağmen, Mehir’in babası, yıllarca amca bildiği Mirza, ona, “Sana  güvenmek istiyorum.” demek istemişti, aslında.  Gecem’ se daha doğrudan yaklaşmıştı oğluna. Açık açık, “Adam olmazsan bu sefer ben de yanında olmam.” demişti sert bir şekilde. Kutup sessizliğine bürünmüştü dünyası. Annesi, her zaman yanında olan, ona destek olan annesi, bile haksızsın diyorsa… Nasıl ısrarcı olabilirdi? “Ben haklıyım…” diye nasıl ayak direyebilirdi. Mehir’in tepkilerinin şımarıklık olduğunu düşünse bile, o nazlar , işveler olmadan bu denli boş kalmışken, mutsuzken, ne anlamı vardı?

Kimi geceler sabrı bendini aşıp ayaklarını onun kapısına sürüklüyordu yine de. Evin içinde dolaşan karısının adımlarını, o belli belirsiz seslerini dinliyordu.. Bir kapının kapanış sesi, yada açılan bir musluğun sesi… En ufak bir haber, en ufak bir ses... Yine de… Yavaş yavaş tükeniyordu sabrı. Uykusuz geçen geceleri zihnini gittikçe daha da bulandırırken, her geçen saniye , Mehir’le arasında örülü o aşılmaz duvara, bir tuğla daha eklerken, ne yapacağını, onu nasıl ikna edeceğini bilmemenin çaresizliği tüketiyordu genç adamı.  Kavgalarını, kaprislerini, her şeye , tüm kırgınlıklarına rağmen , onu saran sarmalayan bakışlarını , dokunuşlarını özlüyordu

Yatağındaki amaçsız devridaiminin uykuya varmadığı bir gece , ılık bir duş rahatlatır belki diye yollandığı banyodaki musluğun bozulması da böylesi bir umutsuzluk anına denk geldi. Tamir etmeye çalışırken musluğu kırmasıyla  bir anda su içinde kaldı üstü başı.

“Hay lanet olsun!” diye fırladı genç adam banyodan.  Su vanası hemen dış kapının yanındaydı. Vanayı kapatmak üzereyken birden donuklaştı bakışları. Dudaklarının köşesine yerleşen boş bir tebessümle gerisin geriye dönmeden önce,eli vanada, kapkaranlık bir sessizlik içinde kaç dakika dikilmişti , bilmiyordu. 

Neşeli bir ıslık çalarak önce mutfağa uğradı akmaya devam eden suyu aklına bile getirmeden. Ağır ağır, sanki dünyadaki tüm zaman ona aitmişçesine, kahve yaptı kendisine. Sonunda bir elinde kahvesi, diğer elinde sandalyeyle banyoya döndüğünde, su , kırılan musluktan bir gayzer gibi fışkırmaya devam ediyordu. Banyonun hemen karşısına sandalyesini koyarak bir film izler gibi kuruldu yavaş yavaş su basan banyonun hemen karşısına, Su odadan koridora geçerken, tüm zemini kaplayan yumuşak halıyı ıslatırken keyifle izledi… İzledi kahvesini yudumlayarak.

Evet bencillikti belki. Kabul ediyordu bunu.Ve aklına gelen şey için harekete geçmeden önce kendisine verdiği bu keyif molasında düşünmeye devam ederken, yapacağı şeyden en ufak bir utanç bile duymuyordu açıkçası. Sonunda aynı sakinlikle ayağa kalkarak odasına gitti, küçük bir valiz  hazırladı kendisine. Sırf ayrılığı düşünmemek için umutsuz bir çabayla haftalardır hazırlamakla uğraştığı dosyayı aldı , valizin ön gözüne koydu sonra.

…………………

Genç kadın huzursuz uykusunu bıçak gibi kesen zil sesiyle, sıçrayarak uyandı. Bir süre bunun kötü bir rüya olduğunu düşünerek yastığın altına kafasını sokmaya çalışsa da , zil ısrarla çalmaya devam ediyordu.Kaşları hoşnutsuzlukla çatılarak sağa sola döndü önce belki zil susar umuduyla. Sonunda bu ihtimalden umudunu kestiğinde,  gözleri  uyku mahmurluğunun tüm ağırlığıyla yavaşça açılarak , saati buldu...

"İki mi?" diye düşündü hayretle. Birden kendine gelmişti genç kadın. Hızla toparlanarak yatağından kalkarken, yüreğini ele geçirmeye çalışan paniğe izin vermemeye çalışıyordu deli gibi. Gecenin ikisinde kapısındaki kim olabilirdi ki?Zihni acımasız bir alaycılıkla, onun korumaya gayret ettiği sükunetine inat, türlü felaket senaryoları kurarken , aceleyle eline aldığı ince sabahlığı geçirdi sırtına.

Titreyen ayakları onu kapıya götürürken, hala tam anlamıyla ayılmış değildi. Ancak  tüm bilinçsizliğine inat,  beyninin bir köşesinde zilin sesini bastırmak istercesine deli gibi  tehlike çanları  çalıyordu.

"Tan..."diye fısıldadı yavaşça. Korkuyla…

Bir eli, deli gibi çarpan karnının üzerindeydi. Sanki beraber yarattıkları o mucizevi varlık, Tan’la arasında bir köprü kuracak ,babacığının iyi olduğuna dair  güzel haberlerini getirecekti annesine. Diğeri ise kapının kolundaydı o sırada, gözlerini kapadı sıkıca.

“Allahım… Allahım ona bir şey olmasın… Ne olur olmasın…”  diye yalvararak  kapının kolunu çevirdi endişeyle. Derin bir nefes aldı, endişeyle dudaklarını kemirerek gözlerini açtı nihayet.

Oradaydı… Yüzünde yarı mahcup, yarı haylaz bir gülümsemeyle ona bakıyordu.

"Tan?" diye fısıldadı bu sefer hayrete katık yapılmış bir rahatlamayla..

Sonra elindeki küçük valize kaydı gözleri. Bu sefer öfkeyle çatıldı kaşları, hayretle irileşen gözleri kısıldı, öfkeye doğan bir günün ufku gibi, masmavi bir çizgi halini aldı hızla.

"Sen ne arıyorsun burada?” Kolundaki saate baktı imayla , “Hem de  gecenin bu saatinde?"dedi sonra hırçın bir sesle.

Hala nasıl da heyecanla çırpınıyordu kalbi…Tümüyle kurtulamamıştı ki o endişeli halinden.  Gecenin bir saatinde kapısına dikilmek de ne oluyordu hem. İnsan hamile bir kadını bu kadar korkutur muydu hiç? Geçmesi için yana doğru çekilirken, aslında amacı onu bir güzel payladıktan sonra kapı dışarı etmekti ama, Tan’ın bir anda tüm yüzünü kaplayan bir sırıtışla  "Evimi su bastı...” demesiyle kalakaldı olduğu yerde.

Şaşkınlıkla "Evini su bastı?"dedi.

Tan aldırmazca genç kadını hafifçe iteleyerek içeri girip , hala bırakmadığı kapı kolundan uzaklaştırdı onu. Valizini portmantonun hemen yanına bıraktıktan sonra, hala şaşkınlıkla onu izlemeye devam eden Mehir’e baktı sitemle.

“Yine terlik giymemişsin Mehir. Kaç yılda öğrenemedin bir türlü. Bu yaşa adar nasıl hayatta kaldın sen benden önce, hayret ediyorum bazen. Allahtan beraber büyümüşüz.”dedikten sonra gözüne çarpan terliği alarak diz çöktü, tepkisiz bir şekilde ne yaptığını anlamaya çalışan kadına giydirmeye başladı teker teker. Bir yandan da sakin bir şekilde az önce sorulan sorunun cevabını veriyordu genç kadına.

"Musluklar açık kalmış... 1-2 saat kadar... "

Mehir diğer ayağını da uzatırken pek de farkında değildi ne yaptığının.Çıplak ayaklarında Tan’ın parmakları dolanırken, eski anılar haylaz yumurcaklar gibi zihnini işgal ediyor , hoplayıp zıplayarak  dört bir yana dağılıyordu umarsızca.

"Musluklar mı?"diye sordu dalgın bir ifadeyle.

Ne zamandır böylesi sevilip okşanarak giydirilmemişti o terlik ayaklarına.  Ondan mı son zamanlarda bu kadar üşüyordu acaba ayakları? O yüzden mi şimdi birden bacaklarına, oradan tüm bedenine yayılan bir yangınla yanmaya başlamıştı için için… Ondan mı aylardan sonra ilk defa ısınmış gibi hissediyordu kendisini… Duraksadı düşüncelerinin gidişatının ayartıcılığını fark edince…  Ne hakkı vardı gecenin bir kör vakti kapısına dikilip kafasını karıştırmaya… Hem ne diyordu bu adam böyle? Daha da doğrusu, ne demiyordu… Her kelimeyi ağzından cımbızla mı alacaktı şimdi… Ne çok soru vardı kafasına…

Tan sonunda Mehir’e terlik giydirme faslını başarmış olmanın gururuyla ayağa kalktıktan sonra, ciddi bir tavırla kısaca, "Evet" diye cevapladı onu. Mehir’in vereceği tepkiye aldırmadan salona doğru ilerlemişti bir yandan da.

Mehir Tan’ın arkasından koştururken delirecek gibi hissediyordu kendisini.

"Evet ne? Gecenin bu saati bulmaca mı çözdüreceksin bir de! Hiç mi acımıyorsun bana ! Adam gibi anlatsana şunu. Nasıl? Nasıl açık kalmış peki? Evde değil miydin sen , fark etmedin mi hiç?"diye sıraladı sorularını hızla. Birden duraksadı, öfkeyle gözleri kısılırken, sesi hırlarcasına çıktı dudaklarının arasından.

“Evde değilsen... “ dedi hesap sorarcasına, “Neredeydin sen bu saate kadar Tan?"dedi hınç dolu bir ifadeyle. Oh ne âlâ … diye geçirdi içinden. Kendisi evde oturup, ‘Tan ne haldedir?’  diye endişelenmekten uyku uyuyamazken beyefendi dışarılarda fink atıyordu demek. 

Tan, sanki Mehir hiç konuşmamış gibi, onu cevaplamaya zahmet etmeden birden “Ah neredeyse unutuyordum!” diye ayağa fırladığında ,eline geçen ilk şeyi kafasına atmamak için zor tuttu kendisini. Zaten en yakındaki kırlent de aklından geçen tahribatı yapacak gibi görünmüyordu ya … “Zaten baht hep buna işlemiştir!”  diye düşündü içinden. 

Tan onun öfkeli bakışlarına aldırmadan, az önce girişe bıraktığı valizin yanına gitti. Kocaman bir dosya çıkardı içinden. Heyecanla yanına döndü Mehir’in. Saatlerce düşünmüştü Tan. Hiçbir şey yapmadan, evini yavaş yavaş su basarken, ne yapacağını ne söyleyeceğini kurgulamıştı içinden. Akan su berrak bir nehir gibi yıkamıştı sonunda zihnini. Özel bir şeye ihtiyacı yoktu Tan’ın. Sadece içinden geleni söyleyecekti ona. Hissettiklerini , düşündüklerini , planladıklarını… En saf haliyle,  ağzından nasıl çıkarsa öyle… Son 3-4 haftada gördüğü, anladığı her şeyi , açık yüreklilikle, dürüstçe, onu kandırmaya çalışmadan söyleyecekti Mehir’e… Tabi azıcık kandırma da vardı işin içinde ama…” Olsun.” dedi içinden. Savaşta ve aşkta her şey mubahtı ne de olsa…

Odaya dönerek kanepede arkaya yaslanmış, kollarını kavuşturmuş bir şekilde onu bekleyen Mehir’ in yanına oturdu.

“Evi su basarken evdeydim…” durdu tüm yüzüne yayılan bir gülümsemeyle baktı ona, ve göz kırptı hemen sonra. “Yani aklından geçirdiğin gibi Eylül’le beraber değildim, olamam zaten, Tarık beni öldürür. ” dedi genç adam yaramaz bir gülümsemeyle.

“Tarık? “

Gözlerini kıstı Mehir yeniden. Tan ona bakarken “Bir gün böyle kalıverecek.” diye geçirdi içinden. Kısık gözlü, o incecik tatlı çizginin arkasından devamlı onu inceleyen, sorgulayan, cevap arayan meraklı, siniri, öfkeli ya da mutlu bakışlarla… Yaşlandığında, yüzüne yılların yol izleri yerleştiğinde bile o hep farklı duyguların kısılmış gözleriyle bakacaktı ona. Öyle olmak zorundaydı zaten. O bakışlar olmadan yaşamak istemiyordu Tan.

“Evet, Tarık… “ dedi sırıtarak.

“E aşk olsun Tan, şimdi mi söylenir bu ? Hem Öykü neden bir şey söylemedi bana?” dedi sonra düşünceli bir ifadeyle. Bulundukları durumu unutmuştu sanki.  Kanepenin arkasına dirseğini dayayarak Meraklı bir ifadeyle baktı Tan’a. “Şu su meselesini anlatır anlatmaz , hemen ayrıntıları vereceksin bana Tan!” dedi hevesle.

Birden duraksadı, doğru ya, nasıl da konuyu değiştirip, unutturmuştu hemen ona.   “Vanayı niye kapatmadın peki? Yada görevliyi neden çağırmadın?  Of Tan inanamıyorum sana. !”dedi aniden keskin bir dönüş yaparak.

Tan, Mehir’in dirseğinin hemen yanına kendisininkini koyarak gözlerinin içine dikti elalarını.

“Vanayı kapatmak için kapıyı açtığımda ,bir an evden çıkmış oldum , ve ne fark ettim biliyor musun Mehir? Senin olmadığın bir evi su basmış, basmamış umurumda bile değildi benim…” dedi boştaki elini  genç kadının dudaklarına koyarak.Genç kadının gözleri anlatımı imkansız bir bakışla devam etmesi için onay verdiğinde, az önce yan tarafına koyduğu dosyaya uzandı.Dosyadan içinden ince, şeffaf dosyalarla ayrılmış planları, fotoğrafları çıkarırken, heyecan ve korkudan titreyen ellerini saklamaya bile çalışmıyordu Tan.

“Bu ikisi Çankaya da . Aynı firmaya ait, sağlam inşaatlar. Kontrol ettim, güvenlikli bir site , bitmek üzere. Kaba inşaatı yapıldıktan sonra evlerin sahipleri geri kalanı kendileri istedikleri gibi dekore edebilecekler.” Dedi ilk iki eve ait olanları yana koyarken. Sonra başka bir şeffaf dosyaya gitti eli.

“Bu,  Konutkent civarında. Çok güzel, kullanışı bir ev. Ama okuluna çok uzak.Açıkçası, onu son alternatif olarak düşünmüştüm . Yine kabası bitmiş, gerisi ev sahibine ait.Nasıl istersen öyle döşenir. Ama senin fikrini de sormak istedim.”

Mehir şaşkın gözlerle izliyordu onu. Ne demek istiyordu Tan?Bu evler… Bu planlar… Karar sana ait derken , kabullendim mi demek istiyordu? Rahatlaması gerektiğini düşünmesine rağmen, bir boşluk yerleşti yüreğine bu düşünceyle. Gözleri akmamak için direnen yaşlarla sulanırken, suskunluğunu korumak, zorlamamaya başlamıştı onu. Kelimeler tükenmişti sanki…Bitiyordu, şu an , burada… Bitiyordu… Belki de bu düşünceye kendisini bu denli kaptırmış olduğu için Tan’ın son çıkardığı ve koskoca bir dosya oluşturan son eve ait fotoğraflarla fal taşı gibi açıldı gözleri. Soran bakışları hala fotoğrafları çıkarmaya çalışan Tan’a dikilmişti.

 “Bu ise benim en sevdiğim.” Dedi Tan.

Bu ev! Sadece bu ev deyip geçebilmesine inanamadı Mehir. Herhangi bir ev değildi o. Mehir’in hayal eviydi o ev. Tan onun sitemkar, karşı çıkan bakışlarına aldırmadan devam ediyordu.

“ Tandoğan’da, eski bir ev, ama yalıtımı yapılıp tadilattan geçerse çok güzel olacak. “

“Güzel mi ? “diye düşündü Mehir.

Zaten güzeldi o ev, muhteşemdi… Küçükken önünden her geçtiklerinde “Bir gün prensim bana bu evi alacak anne. Şeker pembe kremayla kaplayıp, çikolata pencereler koyacağım ben ona” dediği evdi.

 Bütün masalları prenslerin gelmesiyle biterdi Sahra’nın. Yıllar sonra de aslında Gretel’ in büyüyüp bir prens tarafından şekerden yapılma saraya götürülmediğini öğrendiğinde, nasıl da kızmıştı annesine. Ve daha da büyüdüğünde ise, Sahra’nın anlattıklarıyla,  masalları tüketilerek büyütülen annesinin, neden bütün çocukluğunu masallarla doldurduğunu anlamıştı nihayet .

Masal, uyumadan önce okunan bir şey değildi onların evinde. Masallar ayindi adeta. Sahra onu kucağına alır , anlatır,  anlatırdı hep. Kırmızı başlıklı kız, kurttan kurtulduktan sonra, avcının aslında onu aramaya gelen bir prens olduğu anlaşılırdı … Fareli köyün kavalcısı da gerçekte prensti mesela , sonradan köyün en iyi kalpli, güzel kızını kendi krallığına getirmek için geri dönerdi bir gün… Her zaman bir prens vardı masalın sonunda… Değişmezdi hiç….

Ama yine de en çok Gretel’ in prensini severdi Mehir. Sevdiği kızı alıp şekerden bir şatoya götüren bir prensi sevmemek mümkün müydü zaten?Ve işte daha küçücükken bile,  bu evi ilk gördüğü an anlamıştı prensin alıp onu götüreceği şato olduğunu. Ve Tan’ bu ev’ deyip geçiyordu öyle mi?

“Okuluna yakın, hem şehir içi gibi, hem de sokak arasına girdiğin an birden ayrı bir dünyaya giriyor gibi oluyorsun. “ diyordu Tan hala.

 Mehir’in titreyen ellerinin her fotoğrafın üzerinde severek okşayarak dolaşmasını yan gözle izleyerek. Aylar olmuştu aslında evi alalı. Daha önce orayı kiralayan kreş başka bir yere taşır taşınmaz Yağız ona ulaşıp haber vermişti. Ne zor olmuştu tüm o ayarlamaları yapmak. Her durumda Mehir’in di ev. Bir kumar oynuyordu Tan. Kazanmak için her şeyini ortaya koyduğu bir kumar. İlk kozunu sürmüştü genç adam ortaya şimdi.

“Bahçesi çok güzel. Tam köşede olduğu için geniş de. Meyve ağaçları bile var düşünsene. Bir daha ağaç dik senelerce büyümesini bekle, yok.Hem daha önce kreş olarak kullanıldığı için atıl alanlar var yine de. İstediğin gibi düzenleyeceğin alanlar hala mevcut.” Duraksadı. Dudaklarını büktü , bayramda saklanan şeker stoğunun yerini keşfetmiş çocuklar gibi fotoğraflara bakan Mehir’e göz attı.

“Çok işi var. Ama ben en çok bunu beğendim. Hani o ilk dairemizde bir gün keşke köpek alabilseydik demiştin ya, burada köpek de alabiliriz.” Dedi sonra.

“Alabiliriz…” dediği an hızla Tan’ı buldu genç kadının gözleri.”Biz…” demişti değil mi?Oysa… Olmazdı ki … Gözleri yaşararak , birden elindeki fotoğrafları aralarındaki boşluğa attı Mehir.Elini yakmıştı adeta.Tan Mehir’in ellerine sarıldı kaçmasına fırsat vermeden. O ısrarla, redderek başını iki yana sallarken son kozunu koydu ortaya.

“Mehir , ben… Hiçbir şey eksik olmasın istiyorum bu sefer. Gelinliğin olmadı senin. En güzelini alalım, nasıl hayal ettiysen öyle, tam istediğin gibi olanı bulana kadar dolaşırım seninle, istersen diktiririz. İlk evin depo gibiydi,Bırak bu sefer hayal ettiğini vereyim  sana. İstersen çalışma, nasılsa işleri yürütecek biri bulunur. Yorulmadan, keyifle yaşa üniversite hayatını. Nasıl istersen öyle. Bu sefer bambaşka olur.”

Mehir’in çırpınışları yavaşça azalıp, sessiz hıçkırıklarla sarsılmaya başlamışken , omuzlarını kavrayarak kendine çekti genç kadını. Dudaklarını ağlamaya devam eden kadının saçlarının arasına gömerek çok özlediği kokusunu çekti içine yaşam veren soluk niyetine.

“ Ben çok… çok hata yaptım.Korktum, seni kaybetmekten, birgün beni sevmediğini anlamandan, beni terk etmenden… ” Diye fısıldadı genç kadının saçlarının aransa. “Ama senin de hataların vardı Mehir. “ Diye ekledi sonra. Mehir  sitemle kaldırmıştı hemen başını. Yüzünü avuçlarının arasına alarak kaşlarının tam ortasına, çatılmaktan oluşan o incecik çizgilere dokundurdu dudaklarını.

 “Hayır hayır kaşlarını çatma… En başından başlayalım. “Birden geri çekildi, “Hatta istersen, gelir, annenlerden isteriz seni. Nişan, kına düğün, gelinlik hepsi …” dedi hevesle.

“ Biz çok hata yaptık.Yeni bir sayfa açalım. En başından… Sen uğraştın biliyorum. Hep uğraştın. Bense hiç değişmek istemedim.Ama seni kaybettikten sonra olduğum kişi olarak kalmanın ne anlamı var ki?  Bu sefer birlikte çabalayalım .”

Derin bir nefes aldı. “Mehir, ben bir terapiste gittim. Bu …bu …” bir kez daha soluklandı sıkıntıyla.

Birden başını kaldırdı ve itiraf etti.

 “Benim öfke kontrolsüzlüğüm var. Söyledim işte bak. Bunu kabul ediyorum ben. Terapistim, Asena Hanım dedi ki, kabullenmediğim sürece bir yere varamazmışım. Kabullendim ben. İlk adımı attım artık.Yenebilirim, inan yenebilirim Mehir.” dedi sonra dikkatle onun yumuşayan gözlerinin içine bakarak.

Ve son kozunu en önemlisini sürdü ortaya. Mehir ne kadar inkar etse de, ne kadar bundan kurtulmak istediğini söylese de, her zaman başkaları için yaşamıştı hayatında. Annesini, onu, babasını, Gecem ve Aktan’ı mutlu etmek için… Şimdi son kez bir başkası için bir şey yapmasını isteyecekti ondan. Ama aslında üçü içindi dileği. Mehir, kendisi ve çocukları için…Ve sürdü kozunu masaya…

“Ama tek başıma değil, sensiz değil Mehir. Lütfen beni yalnız bırakma, yanımda ol. Kabul ediyorum zor olacak. Hemen… Hemen düzelebilir miyim bilmiyorum. Arada yine kendimi kaybettiğim zamanlar olacak, biliyorum. Ama , yine de , bana bir şans ver Mehir…” eli yavaşça Mehir’in karnına gitti sonra.

“Ailemize bir şans ver…Nasıl istersen öyle olsun artık her şey. Ne istersen, hiç, hiçbirşeyin eksik kalmasın bundan sonra… ” Dedi usulca. Sonra dosyadan son bir fotoğraf çıkardı.Tandoğan’daki evin son haliydi fotoğraf, dış sıva tatlı bir şeker pembeye boyanmıştı, Pencereler sütlü kahveye yakın görünüyordu fotoğrafta…” Çikolata gibi …”diye geçirdi içinden Mehir mutlulukla…

“Olmaz…”dedi birden.

Tan hayal kırıklığıyla ağzını açtığında, bu sefer onun narin eli kondu karşıdakinin dudaklarına.

“Dur sen zaten çok konuştun Tan. Sabahın ikisi üstelik. Şimdi beni dinle..”

Tan’ı şaşırtarak,  göğsüne yaslandı onun.

“Hep benim istediğim olsun istemiyorum ki ben. “dedi mırıltıyı andıran bir sesle. Omzunu silkti hafifçe.

“Gelinlik, nişan, kına… Hiçbiri umurumda değil. “ duraksadı.Aslında kına hiç fena bir fikir değildi ama, kokusu dokunurdu kesin. “Ben seni istiyorum. Hep… Sadece seni istedim. Sadece seni sevdim. Tek istediğim  öfkeni kontrol etmendi. “

Gülümsedi Tan kollarını sıkıca ona sararken.

“Yanımda olursan…Tek istediğin buyken nasıl hayır derim…” dedi mutlulukla.

Sessizce oturdular koyun koyuna bir süre.Öylesi özlemişti ki Mehir onun kollarında olmayı. Birden başını hafifçe oynatarak “Tan …”dedi çekingen, yine de bir şey isteyeceğini belli eden cilveli , nazlı bir sesle.

“Hımm…” dedi Tan. Geliyordu işte. Gülümsedi hafifçe.Bakalım ne isteyecekti Mehir.

Mehir, “Şimdi sen kına dedin ya… Canım çok çekti benim. Acaba kokusuzu var mıdır sence?” dediğinde şaşkınlıkla duraksadı genç adam.

“Kınaya mı aşerdin?” diye cevapladı onu hayretle.

“Ya ne var! Olamaz mı, kına içimde kalmıştı işte…” dedi Mehir bir anda doğrularak.

Tan gülerek kendine çekti onu yeniden.

“İstediğin kına olsun…” diye mırıldandı sırtını okşarken. “Kokusuzunu da buluruz elbette. “

“Bir de…” dedi bir anda Mehir…

“Bir de?”

“Evin çatısı beyaza boyanır mı sence Tan? Hani böyle kremşanti gibi görünür o zaman. “ Tan cevap vermeden bir anda doğruldu yine yerinden. “Benim canım pasta istedi ama şimdi …”dedi hemen ardından istekli, hevesli bir sesle. Gözleri yalvarırcasına Tan’ın kilere dikilmişti. Nasıl da çekmişti canı.

Tan Mehir’in sıcak kollarından ayrılmak zor gelse de, ”Terminaldeki pastanede vardır belki.” diyerek  yerinden doğrulurken mutlulukla yaslandı kanepeye yeniden.  Bunca aydan sonra birden aşermeye başlamasında ki hikmet, nazını geçirebileceği Tan’ın yanında olması mıydı diye düşünmeden edemiyordu bir yandan da…

…………………

Mart ayının sonları gelmişti artık. Bahar kapı eşiğinde de olsa hava henüz tam anlamıyla ısınmış sayılmazdı.  Doktorunun yolculuk etmesinde sakınca olmadığını söylemesi üzerine bu sefer İstanbul’a Mehir ‘de beraber gelmişti. Tan’ın kız olacağına emin olmasına rağmen 4.5 kiloluk bir tosuncuk olarak dünyaya gelen Umut , 6 yaşına basmıştı artık.Şimdi de bir başka mucize, tam da Tan’ın cinsiyeti belli olana kadar bu sefer kız olsun diye ettiği onca duaya karşılık verir gibi,  tatlı bir prenses büyüyordu  Mehir’in rahminde.

O gün Tan’ın ısrarıyla dolaşmaya çıkmışlardı. Umut’u Öykü ve Yağız’ın evinde bırakmayı hiç istemese de çocuğu bu havada dışarı çıkarmanın daha yanlış olacağını düşünerek sonunda razı olmuştu Mehir. Sonunda gün batımına yakın bir kahve içmek için oturduklarında “Aklım Umut’ta kaldı , bir daha mı arasam Öykü’yü?” dedi Mehir endişeyle. Daha yarım saat önce aradığını unutmuş gibiydi genç kadın.

“Delirteceksin kadını sonunda Mehir. Daha yeni aramadın mı?” dedi Tan gülümseyerek.

Mehir hemen dudaklarını büzdü ,”Tabi sana göre hava hoş , senin kızın yanında ne de olsa değil mi? Sanki üvey evlat benim oğlum. “dedi sitemle.

Tan duymamıştı sanki Mehir’ i birden koluna yapışarak “Bak !” dedi heyecanla…” Şuradaki Edirnekapıda’ki Mihrimah Sultan Külliyesi…” sonra başka bir yeri gösterdi, Şuradaki de, Üsküdarda’ki Mihrimah Sultan Külliyesi…”

Mehir bu heyecanın nedenini anlamamıştı. “Eee?” dedi şaşkınlıkla.

“Bekle, az sonra güneş batmaya başlayacak…Bugün 21 Mart…” dedi Tan huşu içinde. Bir süre sonra gözlerinin önüne serilen manzara karşısında aynı hayranlığın içine düşmüştü Mehir.

Gün alacalı sonunu yaşarken, Edirnekapı Camii’nin tek minaresinin arkasından güneş batıyor, ve aynı anda Üsküdar’daki caminin minareleri arasından ay doğuyordu. Tan kısık bir sesle hayranlıkla manzarayı izleyen Mehir’e anlatmaya başladı hikayeyi.

“Kanuni ve Hürrem’in aşkı tarihimizin en büyük aşklarından biri olarak bilinir. Mİhrimah Sultan ‘da bu aşkın meyvesiymiş işte.Büyüyünce Mimar Sinan da onu istese de Kanuni onu o zaman valiyken , sonradan sadrazam olan Rüstem Paşa’yla evlendirir. Mimar Sinan daha sonradan bu iki külliyeyi inşa eder. Mihrimah Sultan’a olan aşkının sanatıyla ölümsüzleştirilmesi derler bu iki Cami için. Yerler öylesine güzel seçilmiştir ki, tam 21 Martta, ikisini de görebileceğin bir yerde duruyorsan bu manzaraya şahit olursun işte.” Derin bir nefes aldı Tan. Elini uzatarak, Mehir’in karnına koydu.

“Oğlumuzun ismini koyarken evliliğimize getirdiği Umut’tan yola çıkmıştık. Kızımızın ismi, Mihrimah  olsun Mehir. Güneş ve ay demek … Senin gibi… Güneşim ve ayımdan gelen, onların ismini taşısın. Sen ailenin ayparçasıydın. O ay parçası günüm bittiğinde beni ışıtan güneş oldu. Bak…” dedi minarelerin arasında onlara göz kırpan ayı göstererek. “Karanlık bastırınca bile sen benim dünyamı aydınlatmaya devam edeceksin. Benim güneşim sensin Mehir. O yüzden de, kızımızın ismi, Mihrimah olsun… “

Continue Reading

You'll Also Like

796K 31.2K 78
☆ Tüm hakları şahsıma aittir. ☆ Gölgesinde yaşayacağı geçmişi olmayan bir adam, Geçmişin acılarını unutmaya çalışan yaralı bir kadın. Ortaya çıkmay...
26K 1.5K 40
"Aşk,asla pişman olmamaktır." 70'li yıllara damgasını vuran "Love Story" filminin aşk için söylenebilecek en gerçek repliğiydi. Neler yaşanırsa yaşan...
53.5K 4.9K 42
ʰⁱᵗᵒˢʰⁱ ˢʰⁱⁿˢᵒᵘ × ʳᵉᵃᵈᵉʳ Tamamlandı Özel bölüm ekleyebilirim (?)
1.5M 113K 28
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...