BAHAR UYKUSU

By ezgi_caglar

69.2K 6.3K 1.1K

Daha beş yaşındayken uykusunda evini yakan bir kız. Bir uyurgezer. Beş yıl sonra eve dönen genç bir adam. Ege... More

Giriş
Karakterle Tanış
Bölüm 1.1
Bölüm 1.2
Bölüm 1.3
Bölüm 1.4
Bölüm 1.5
Bölüm 1.6
Bölüm 1.7
Bölüm 1.8
Bölüm 1.9
Bölüm 1.10
Bölüm 1.11
Bölüm 1.12
Bölüm 1.13
Bölüm 1.14
Bölüm 1.15
Bölüm 1.16
Bölüm 1.17
Bölüm 1.19
Bölüm 1.20
Bölüm 1.21
Bölüm 1.22
Bölüm 1.23
Bölüm 1.24
Bölüm 1.25
Bölüm 1.26
Bölüm 1.27
Bölüm 1.28
Bölüm 1.29
Bölüm 1.30
Bölüm 1.31
Bölüm 1.32
Bölüm 1.33
Bölüm 1.34
Bölüm 1.35
Bölüm 1.36
Bölüm 1.37
Bölüm 1.38
Bölüm 1.39
Bölüm 1.40
Bölüm 1.41
Bölüm 1.42
Bölüm 1.43
Bölüm 1.44
Bölüm 1.45
Bölüm 1.46
Bölüm 1.47
Bölüm 1.48
Bölüm 1.49
Bölüm 1.50
Bölüm 1.51
Bölüm 1.52
Bölüm 1.53
Bölüm 1.54
Bölüm 1.55
Bölüm 1.56
Bölüm 1.57
Bölüm 1.58
Bölüm 1.59
Bölüm 1.60
Bölüm 1.61
Bölüm 1.62
Bölüm 2.1
Bölüm 2.2
Bölüm 2.3
Bölüm 2.4
Bölüm 2.5
Bölüm 2.6
Bölüm 2.7
Bölüm 2.8
Bölüm 2.9
Bölüm 2.10
Bölüm 2.11
Bölüm 2.12
Bölüm 2.13
Bölüm 2.14
Bölüm 2.15
Bölüm 2.16
Bölüm 2.17
Bölüm 2.18
Bölüm 2.19
Bölüm 2.20
Bölüm 2.21
Bölüm 2.22
Bölüm 2.23
Bölüm 2.24
Bölüm 2.25
Bölüm 2.26
Bölüm 2.27
Bölüm 2.28
Bölüm 2.29
Bölüm 2.30
Bölüm 2.31
Bölüm 2.32
Bölüm 2.33
Bölüm 2.34
Bölüm 2.35
FİNAL

Bölüm 1.18

809 77 8
By ezgi_caglar

Eğer kalp bir başka kalbi iyi edebilseydi, belki o zaman bir adım atabilirdik...

*****

If one heart can mend another
Only then can we begin

******

Cemre avuç içleri sızlayana kadar öfkesini bisikletin kollarından çıkardığının farkında değildi. Karanlık gece dört bir yanını sarmış olsa da yolun sonunda onu bekleyen parlak bir yıldız varmışçasına sürüyordu bisikletini. Umudun kalmadığını biliyordu ya; ışığa ulaşmak için değil, peşinden kovalayan karabasandan kaçmak için acele ediyordu. Sabrı tükenmiş, tahammülü bitmiş, takati kalmamıştı.

Her gece görmeyi ümit ettiği rüyaların asla kabuslara üstün gelemeyeceğini kabullenmenin zamanı gelmişti. O da kabullendi. Yanağından süzülen yaşları öyle bir hışımla sildi ki kendi canını yakmıştı. Daha da sinirlendi. Çığlık ata ata haykırmak, ağız dolusu küfürle yeri göğü inletmek istiyordu. Kanatacak kadar sertçe dudağını ısırınca hayal kırıklıkları tiz bir ıslık olup gecede çınladı. Sanki attığı her adım daha fazla doğruyu hayatından siliyor, geriye bir sürü yanlıştan kurulu sahte bir dünya bırakıyordu. Yine başaramamıştı.

Bir çığlık daha koy verdi. Aşağı meyleden patikada tekerler çakılları sağa sola fırlatarak hızla dönüyordu. Kendini rüzgara bırakıp sonsuza dek düşmek istedi Cemre. Aşağı, daha aşağı, ta ki hak ettiği kata ulaşana kadar... Ateşin tenini kavuracağı, kıvılcımların saçlarının turuncusuna çalacağı ve en sonunda alevlerin ruhunu yutacağı o en dip cehenneme gitmeliydi. Ellerini yavaşça bisikletten bıraktı, kollarını iki yana açtı ve gözlerini kapattı. Kayıyordu. Ömrü dolmuş bir yıldız gibi kainattan silinip gidecekti. Gitmeliydi. Hızlandıkça rüzgar kulaklarında daha bir öfkeli uğulduyordu. Yüzünde kuruyan yaşlar kötü bir hikayenin unutulmuş izleri gibi yok olup gidecekti az sonra.

"Bırak." dedi Cemre kendi kendine. "Bırak artık. Bırak gitsin. Bırak lanet olası, bırak!"

Bir süre bu şekilde serbestçe salındı. Ruhundaki yüklerden, yüreğindeki sancıdan, tenindeki acıdan tam o an kurtulabilirdi. Ama ilerledikçe kalbi delice çarpmaya başlamıştı. Korkuyordu. Koşarak ulaşmaya çalıştığı o mutlak sona varma düşüncesi bedenini titretmişti. Parmaklarının panikle bisikleti bulmasıyla gözlerini açması bir oldu. Ana yolun dibine geldiğini tam o anda fark etmişti.  Karşıdan gelen arabanın farları altında nasıl felç geçirmediğini bilmiyordu. Çünkü bisikleti son anda can havliyle sağa kırmayı başarmıştı. Delice kornaya basarak yanından geçen öfkeli sürücü uzaklaşırken Cemre hızla toprağa çarpıp ancak bir takla attıktan sonra durabildi.

"Ah!" diyebildi sadece. İşte gerçek can acısı böyle bir şeydi. Kolunun, sağ dizinin ve avuç içlerinin çizilip kesildiğini anlamak için bakmasına gerek yoktu. Yerden destek alarak doğrulup zararın boyutlarını inceledi. Görünen o ki bisiklet sadece devrilmiş, hasarın çoğu Cemre'ye gelmişti.

"Lanet..." diye mırıldanırken eli gayri ihtiyari ensesinde bir türlü kapanmayan yaraya uzandı. Bir kez daha onu kanatmadığını umuyordu. Saçları önüne düştüğünden o an başının üzerinde bir karaltı hissettiyse de ne olduğunu anlayamadı. Daha tepki veremeden yabancı bir el onu kolundan yakalamıştı.

"Cemre!"

Sen kimsin şimdi diye düşündü Cemre. Sanki sorun çeken bir mıknatıs gibi dur duraksız belayı kendine çağırıyordu. Saçlarını gözünden çektiğinde karşısında beliren surat bu belalardan belki de en acayibiydi.

"Gerçekten yine mi sensin?" deyiverdi.  

Toprak onun sözlerine alınmışa benzemiyordu. Kızın kalkmasına yardım ederken gereğinden fazla nazikti. Soru soran gözlerle Cemre'ye bakıyor, sanki aradığı cevapları onun yüzünde bulmaya çalışıyordu.

"Ne?" dedi Cemre ters ters. Kolunu çekip Toprak'ın elinden kurtarmıştı.

"Sen ne yapıyorsun Cemre?" dedi Toprak kuşkuyla. "İntihar etmeye mi çalışıyorsun? Bu kadar mı öfkelisin yani? Kendine zarar verecek kadar..."

"Ne diyorsun sen be?"

"Az daha arabanın altında kalıyordun diyorum. Son anda dönmesen ölüyordun. Ezilecektin. Kağıt gibi. Fışşt! Anlıyor musun bunu?"

Toprak iki elini birbirine sürtüp ezilme sahnesini Cemre'nin daha iyi hayal etmesine yardımcı oldu. Bu pek iç açıcı bir gösteri sayılmazdı. "Saçmalama." dedi Cemre sinirle.  "Direksiyonu çevirmekte geç kaldım o kadar."

"Belki de ellerin direksiyonda olmadığı içindir ha?"

Cemre kendini savunacak oldu, ama sonra bunu yapma gereği duyduğu için kendine sinirlendi. "Sana ne oluyor be?" diye çıkıştı. "Sen beni mi gözetliyorsun? Hem sana ne? İster elimi bırakırım ister bırakmam!"

Toprak gözlerini devirdi. "Hep aynı çocukluk."

"Neden yine buradasın sen? Niye peşime takılıp duruyorsun?"

"Ben de kendime aynı şeyi soruyorum." diye homurdandı Toprak kendi kendine. Sonra bezmiş bir ifadeyle yeniden Cemre'ye döndü. "Senin peşinde olduğumu nerden çıkarıyorsun? Sahile inemez mi senden başka hiç kimse?"

Cemre alaycı bir bakışla Toprak'ın az öteye bıraktığı bisikleti işaret etti. "Abimin bisikletiyle gidiyorsun sahile sanırım?"

Toprak bir an için duraksadıysa da kendini hızla toparladı. "Buralarda yeniyim. Hala kendime bir bisiklet alamadım maalesef."

"Hah! Tabi ya!" Cemre bu söz oyunundan sıkılmıştı. "Ne yaparsan yap." dedi kendi bisikletinin yanına yürürken. "Çeneni kapalı tut ve benden uzak dur yeter. Tabi bunu başarabilirsen..."

Cemre bisikletine yerleşip son bir kez Toprak'a baktı. Ne garip bir çocuktu böyle. En olmadık yerde karşısına çıkıp olmadık işler yapıyordu. Ne zaman gelmişti, nasıl hayatına girmişti? İyi miydi, kötü mü? Tamam, hala sırlarını açık etmemişti ama bu illa Cemre'nin ona güvenmesini gerektirmiyordu ya. Sonuçta uzaklardan gelmiş bir yabancıydı o. Evet bir hatta iki defa yardımı dokunmuştu. İtiraf etmesi zor olsa da onun olmadığı bir senaryoda Cemre kayıkhane faciasının sonunu tahmin edebiliyordu. Belki de gerçekten kötü niyetli değildi. Yine de... Kısacık bir zamanda o kadar çok bilmemesi gereken şey öğrenmişti ki... Artık onu görmek bile Cemre'yi tedirgin ediyordu.

Cemre derin bir nefes alıp aklındaki sorulardan kurtulmaya çalıştı. Toprak hakkında ne düşüneceğine karar verememişti ve o an kesinlikle bu konuya daha fazla kafa yormak istemiyordu. Aklı zaten milyonlarca problemle işgal altındayken yeni bir düşmanla savaşacak gücü yoktu. Baş edemediği her sorun gibi onu da şimdilik geride bırakmayı tercih etti ve yolun karşısına geçip sahile doğru bisikletini sürdü. Toprak olduğu yerde aynı soru işaretleriyle gidişini izlemiş ama peşinden gelmemişti.

Nihayet diye düşündü Cemre. Sadece ama sadece yalnız olmak istiyordu. Saat ilerlediğinden yollar epey boşalmış, geriye sessizliğin tadını çıkarmak isteyen tek tük gececi kalmıştı. Cemre'nin aradığı dinginlik gökyüzünde ve denizin melodisinde saklıydı. Bir an için Alper Abi'nin yanına gitmeyi düşündüyse de bu fikrin ağırlığıyla hemen kararından caydı.

Ana yoldan kumsal boyunca ilerliyor, denizin kıyısını mekan tutmuş insanların hikayelerini düşünüp kendi masalından kaçmaya çalışıyordu. Ne kolaydı hiç tanımadıkları için bir hayat uydurmak zihninde. Oysa daha en yakınındakileri bile anlamayı başaramamıştı. Kulaklarına yapışan Can'ın sözleri tüm zayıflığını yüzüne vurmak için arka planda bekliyordu. Biraz büyü Cemre. Artık biraz büyü!

Cemre hayaletleri başından savmak için saçlarını salladı. İlk defa gerçekten işe yaradığını hissetmiş, kendine en güvendiği anda bile işleri eline yüzüne bulaştırmayı başarmıştı. Ya dünya tersine dönüyor ya da o, herkesin tersine yürüyordu. Her koşulda öküzün boynuzlarından aşağı uçacak ilk ve tek mahlukat o olacaktı. Her daim...

Derince bir nefesle tuzlu havayı ciğerlerine doldurdu. Denizin aromalı kokusu damağında asılı kalmıştı. Serin kumlar yorgun bedenini kollarına çağırıyor, onu tatlı bir uykuya davet ediyordu. Dalgalar ninni, ay masal, yıldızlar yorgan olacaktı. Cemre tüm günü pedal çevirerek geçirmiş bacaklarında artık takat kalmadığını hissediyor, ama henüz durmaya cesaret edemiyordu. Yeterince uzakta değildi. Ya da belki yeterince yakında... Kaçtığı da kendiydi, bulmaya çalıştığı da... O yüzden ilerlemek tek çare gibi geliyordu.

Can'ın bakışları gözünün önünde belirince farkında olmadan hızlandı. Ne abisini ilk korkutuşuydu ne de ondan ilk azar işitişi. Bu daha çok bir son gibiydi. Hayal kırıklıklarının sonu, ümidin bitişi, beklentilerin yok oluşu... Ne Can'ın kardeşinden yana umudu kalmıştı ne de Cemre'nin savaşacak gücü. Birbirlerinin gözlerine bakarken anlamıştı Cemre. Kararını o an vermişti. Taşıması gereken ne kadar zehir varsa kalbine gömecek, zararlı bir haşere gibi çevresine zarar vererek yaşamaktansa köklerini ait olduğu topraklara salıp bir başına büyüyecekti. Bu bir veda anlamına gelse de...

Arkasında bir ses duyduğunda düşüncelerini unuttu. Ne kadar uzağa geldiğini ancak şimdi anlıyordu. Başıyla omzunun üstünden geriye bakınca takip edildiğini anladı. Kendi gibi bir bisikletliydi bu. Hayır, herhangi bir bisikletli değildi. Toprak'tı. Yine peşindeydi. Kahrolası resmen bırakmıyordu onu. Lanet, lanet, lanet!

"Defol git başımdan!" diye bağırdı Cemre. Sesinin duyulduğunu bilse de emin olmak için yeniden arkasına baktı. Gözleri Toprak'ın güldüğünü seçmiş, daha da sinirlenmişti. İyice öne eğilip hızlandı. Arada bir arkasına bakıyor, onu rahat bırakması için tehditler savuruyordu. Ama Toprak etkilenmiş değildi. Sahilin sonuna doğru Cemre'nin peşinden gelmeyi sürdürdü.

Bu iş artık tamamen kontrolden çıkmıştı. Bir süre sonra sinirle direksiyonu kumlara kıran Cemre ana yoldan kumsala saptı ve teker döndüğünce ilerleyip sonunda durdu. Toprak da tam tahmin ettiği gibi arkasından gelmişti. Baş belası diye düşündü Cemre.

"Derdin ne senin?" diye bağırdı kollarını iki yana açıp. "Başka işin mi yok gecenin bu vakti peşimden geliyorsun?"

Toprak omuz silkti. "Sahil bu saate daha güzel."

Bu vurdum duymaz halleriyle muhtemelen Cemre'yi delirtmeye çalışıyordu. Başaramayacaktı. Cemre onu ve bisikletini olduğu yerde bırakıp denizin kenarına doğru yürüdü. Rüzgar ürpermesine neden olduğundan durduğunda kollarını önünde bağlamıştı. Tıpkı onun gibi kıyıya gelmiş az ilerisinde dikilen Toprak denize karşı düşüncelere dalmış herhangi birinden farksız duruyordu. Elleri kotunun cebindeydi ve siyah tişörtü rüzgarda salınıyordu. Cemre'ye hiç bakmadığı halde onun için oradaydı. Cemre biliyordu. Ama neden?

"Bunu neden yapıyorsun?" dedi Cemre. Sesi ilk kez öfkeli çıkmamıştı. Yorgundu. Her şeyden ve herkesten yorulmuştu. Toprak'ın ona baktığını hissedince o da bakışlarını çevirdi.  Oğlanın gözlerinde onu sinir edecek ufacık bir ışık aradıysa da bulamadı. Dört bir yana dağılmış saçları ve koyu bakışlarıyla Toprak da yorgun görünüyordu.

"Abine söz verdim." dedi. Muhtemelen dürüsttü ki bu, Cemre'nin ona kızmak için sahip olabileceği tüm bahaneleri yok ediyordu.

"Ne güzel." dedi Cemre sıkıntıyla. Kendini olduğu yere bırakıp kumlara oturmuştu. "Peki bu sözü ne zamana kadar tutmayı düşünüyorsun?"

Toprak'ın dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm kıpırdadı. Bir süre elleri cebinde denizi izlemeye devam etti. Sonra da hiçbir şey demeden Cemre'ye doğru yürüyüp hemen yanına oturdu. "Sanırım sen eve dönene kadar tutmam gerekiyor." dedi. "Ya da en azından arkadaşların seni bulana kadar. Onlara hala haber vermedin değil mi?"

Vermemişti. Cemre Can'ın hepsinin seferber olduğunu söylediğini hatırlıyordu. "Telefonumu yanıma almadım." dedi suçlu bir çocuk gibi. Arkadaşlarını perişan etmiş olmalıydı.

"Al." dedi Toprak cebinden telefonunu çıkartıp. "En azından birine haber ver. Herkes seni aramak için dört bir yana dağılmıştı."

Cemre bu düşünceyle kendini daha da berbat hissetti. Bir an için tereddüt ettiyse de Toprak'ın uzattığı telefonu almıştı.

"Bence ilk Burak'ı ara." dedi Toprak. "Senin gizli tepene saklandığına bir hayli emin görünüyordu."

Cemre bir an yanlış duyduğuna inanmak istedi. "Gizli tepem mi?"

Toprak ona bakmadığı halde gülümsüyordu. "Sanırım panikten bunun gizli olduğu gerçeğini unuttu."

"Harika!" dedi Cemre gözlerini kapatıp. Şapşal Burak yalnız kalabildiği tek sığınağı da herkese ifşa etmişti demek. Cemre onun kötü bir niyeti olmadığını bilse de o an en başta Burak olmak üzere kimseyle konuşmak istemiyordu. Telefonu elinde evirip çevirirken garip bir şekilde hiç tanımadığı bir yabancıyla olmaktan mutlu olduğunu hissetmişti. Sahip olduğu ve her şeyiyle bildiği hayat uzaktayken sanki ağırlıksız kalmıştı.

"Al." dedi telefonu geri uzatıp. "Can onlara haber vermiştir zaten."

Toprak nedenini anlamamış gibi dursa da sorgulamadı. Cemre'nin bildiği herkesten farklı bir dinginlik vardı onda. Binlerce küçük parça fırtınaya kapılmış uçarken o hortumun en ortasında tepkisiz dikiliyordu sanki. Anlatmadığı acılar gözlerinde kırılırken bile bakışları tebessüm ediyordu insana. Cemre ona biraz daha uzun bakarsa öfkesinin nedenini bile unutabileceğini hissetti. Gözlerini kaçırıp denize dikmiş, ama Toprak'ın burnuna gelen kokusundan kendini alamamıştı. Neden bu kadar güzel kokuyordu ki? Hem de bu saatte...

Cemre'nin dikkati bir an kendine kayınca ilk kez ne berbat halde olduğunu düşünüp utandı. Tüm günü bisiklet üstünde kilometrelerce yol alarak geçirdikten sonra ne bekliyordu ki. Toz içinde kalmış, üstüne delice ağlamış, o da yetmezmiş gibi bisikletten düşüp toprağa bulanmıştı. Faydası olurmuş gibi çaktırmadan saçını düzeltmeye çalıştı. Eli ensesindeki bandaja çarpınca istemsizce inlemiş, Toprak'ın dikkatini çekmişti.

"Hala iyileşmedi mi?" dedi Toprak merakla.

Konunun kayıkhaneye gelmesinden huzursuz olan Cemre bir şeyler söyleyip geçiştirmek istedi. Ama o an gözüne arkalarındaki kayıkhane takılmıştı. Daha doğrusu ondan geriye kalan metal iskelet ve zar zor dayanmış bir iki duvar... Delice yol alırken bu kadar uzağa geldiğini hiç fark etmemişti Cemre. Onun nereye baktığını merak eden Toprak da arkasını dönünce aralarına yeniden derin bir sessizlik girdi.

Toprak konuyu uzatacağa benzemiyordu, ama Cemre bir kez huzursuz olmuştu. "Neden kimseye anlatmadın?" deyiverdi bir anda.

Toprak şaşırmıştı. "Neden anlatayım ki?" dedi.

"Ne yaptığımı gördün. Beni o kayıkhaneden sen çıkardın. Herkese gerçeği anlatabilirdin."

Toprak sıkıntıyla nefes verip Cemre'ye baktı. "Anlatmamı mı tercih ederdin yani?"

İşte yine aynı şeyi yapıyordu. Sesiyle, bakışlarıyla, duruşuyla sorunları eğip büküyor, anlamsızlaştırıyordu. "Suçlu olduğumu biliyordun." dedi Cemre bir anda ayağa kalkıp. "Yine de susuyorsun, ama neden? Niye yapıyorsun bunu? Karşılığında ne istiyorsun benden?"

Toprak anlamamış gibiydi. Oturduğu yerden başında dikilen Cemre'ye şaşkın bir bakış attı. Onun gibi kalkıp karşısına dikildiğinde yine aynı yorgun ifade yüzüne yerleşmişti. "Asıl sen neden yapıyorsun bunu kendine?" diye sordu. "Neden sana yardım eden birinin illa bir çıkarı olacağını düşünüyorsun?"

"Çünkü..." dedi Cemre. "Çünkü..." Çünkü, bu onun bildiği tek yoldu. Yine de sözünü tamamlayamadı. Toprak bu şekilde ona bakarken kelimeler bile itaat etmiyordu.

"Sırrını kimseye söylemek gibi bir niyetim yok." dedi onun sustuğunu gören Toprak. "Karşıma çıktın. Sana yardım ettim. Yine çıksan, seni o halde görsem, yine ederdim. Hepsi bu."

Cemre onun doğru söylediğini hissediyor ve bu, o ana kadar bildiği tüm gerçeklerle çelişiyordu. Hayatı boyunca zayıflıklarını bir günah gibi saklamak zorunda kaldıktan, her tökezlediğinde yarasına merhem diye tuz atanlara kandıktan sonra güven kolayca bahşedilen bir lütuf olmaktan çıkıyordu. Muhtemelen Toprak'a inanmalı, hatta yaptıkları için ona teşekkür etmeliydi. Ama her gün elektrikli tellere çarpan bir köpek sonunda onu serbest bıraksanız da kafesini terk edemez. Cemre de yıllar önce o kafese girmiş, sınırları içinde kalmayı öğrenmişti.

"Sen yine de benden uzak dur." dedi Toprak'ın gözlerinin içine bakarak. "Bana bunu bir daha söyletme. Lütfen."

Ve Toprak cevap veremeden arkasını dönüp bisikletinin yanına gitti.

*****

Bölüm Sonu

Ron ron ron ron... Cemre ilk kez Toprak'a karşı bir adım atıyor diyebilir miyiz?

Yorumlar gelsin :)

Sevgiler, öpücüker *) 

E.Ç.

Continue Reading

You'll Also Like

4M 257K 44
Aylardır izlediği yayıncıya olan hislerinin arttığını düşünen İzem, artık onun dikkatini çekmek ister. Dağhan'a ilk mesajı değildi ama bu sefer onun...
5M 277K 29
Sarhoş olduğu gece bir adamla birlikte olan Kayra, sabah uyandığında kendini tanımadığı bir adamla bulur. Evden apar topar kaçan Kayra, birlikte old...
903 120 31
gerçek bir hikayedir genç bir kadının çocukluğundan 25yaşına kadar yaşadıklarına şahit olacaksınız okurken peçeteleriniz yanınızda olsun :)
522K 24.6K 51
Burak: Ne istiyorsun? 055*: Bu kadar kaba olma ya. 055*: Alt tarafı bir soru soracaktım. Burak: O zaman sor, ders çalışmam lazım. 055*: Alıkoyduysam...