cherry blossom | pjm

By jisakura

233K 19.7K 18.3K

Wattys 2018 Uyarlamacılar Kazananı "dünyanın geri kalmış tüm toprak parçalarına çiçekler ekiyorsun, tüm dünya... More

🌸 çiçek kokulu giriş 桜
1 🌸 sevgi düşüşü hafifletir 桜
2 🌸 çocuk ellerimizle kardan evler yapardık 桜
3 🌸 bana şarkı söyle 桜
4 🌸 beni yalnız bırak(ma) 桜
5 🌸 cesaretim küçüklüğümden 桜
6 🌸 hayal kurmayı bıraktıran şeyler 桜
7 🌸 saçlara güzel davranan erkek kırmaktan korkar 桜
8 🌸 her şey 'birlik'te 桜
9 🌸 ilk kavga ilk aşktandı belki 桜
10 🌸 darılma bana, hepsi sevdiğimden 桜
11 🌸 korkma, yanındayım 桜
12 🌸 hayalim olur musun? 桜
13 🌸 yağmurla akan gözyaşı 桜
14 🌸 sıkıca sarıl, ağladıkça iyiyim 桜
15 🌸 notalara saklanmış umut kırıntıları 桜
16 🌸 kalp yorgunluğumun sebebi misin? 桜
17 🌸 hislerimi arkama sakladım 桜
18 🌸 hiç mi ayrılmayacağız? 桜
19 🌸 yıldızlara sarıldık bu gece 桜
20 🌸 kiraz çiçeklerinin kaderi 桜
21 🌸 bencillik yapıp 'kal' diyemedim 桜
22 🌸 sen gittiğinde soldum 桜
23 🌸 tavus kuşunun renkleri kayboluyor 桜
24 🌸 kaç bahar geçti üstünden 桜
25 🌸 ansızın gelen kavalye 桜
26 🌸 la vie en rose 桜
27 🌸 ayrılıklar, hep bir başlangıç 桜
28 🌸 uğruna feda ettiklerim 桜
29 🌸 keşke, şakaydı diyebilsem 桜
30 🌸 en çok öpücükler can yakar 桜
31 🌸 söyle sevgilim, bileyim 桜
33 🌸 portakallı turta 桜
34 🌸 kâbuslarımda da güzelsin 桜
35 🌸 fırtına öncesi sensizlik 桜
36 🌸 nefesinden tanırım seni 桜
37 🌸 zehrimi aldı kokun, ben yine sen oldum 桜
38 🌸 ben severken öldürüyorum 桜
39 🌸 söz, unutursak mutlu olacağız 桜
40 🌸 sona geldik pt.I 桜
40 🌸 sona geldik pt. II 桜
🌸 çiçek kokulu kapanış 桜
🌸 sen benim en güzel yaramsın 桜
🌸 olmuyor işte, ne için bu çaba? 桜
minik bir teşekkür

32 🌸 bir adam çok sevdi, kaybetti 桜

3.6K 331 470
By jisakura

"Beni kalbinden çıkarma
Başkası dokunmasın sana
Bizim şarkımız çalarken
Sen yine beni hatırla"



Eylül 2012

"Lissie için hazırladığımız sürprize çok az kaldı."

Sönmeye her yeltendiğinde atılan kuru odunlarla gürleşen alev topunun etrafına oturmuş kalabalıktan gelen gürültüyle birlikte, onlardan uzakta bir kütüğe oturmuş Jimin kafasını kaldırdı. Üzerindeki ince kapüşonludan tenine sızan soğuk hava yetmezmiş gibi, bir de uykusuzluk, kuru gürültü ve işsiz insan topluluğu yüzünden canı hayli sıkkındı. Okulun düzenlediği belki de en gereksiz ve amaçsız etkinlik olma rütbesine adım adım yaklaşan bu sözde farklı branşları kaynaştırma kampındaki varlığının tek sebebi Sujin'di.

Birlikteliklerinin ilk sonbaharında, dökülen ilk yapraklarla daha çok bağlandığı ruh eşi olan o tatlı kızdı. Eğer o olmasaydı -düşüncesi bile korkunçtu- asla ama asla çadırların bile kullanılmadığı bu dandik kampa adım atmazdı.

Jimin bakışlarını kalabalıktan çekip elindeki nemli ince çubukla toprağı eşelemeye devam ederken resim bölümünden bir kızın dediği şey onu hayretle tekrar onlara bakmaya zorlamıştı.

"Oynadığımız yalnızca basit bir vampir oyunuydu ve sırf yenildi diye cezası banyoda korkutulmak mı olacak?" Arkası Jimin'e dönük, kızıl bukleleri omuzlarından dökülen beyaz hırkalı kız sorusunu sorar sormaz karşısındaki açık kahverengi saçları baştan savma örülmüş iri gözlü kız sinirle "Daha iyi bir fikrin mi var tatlım?" diye karşılık verdi.

"Bence aşırı değil."

"Üstelik her şey çoktan ayarlandı, sadece Lissie'yi bekliyoruz." Jimin'in hiç haz etmediği sınıf arkadaşı da görüşünü belirtir belirtmez büyük gerçek okkalı bir şekilde kafasına dank etti. On dakika önce tartışmayla biten vampir, büyücü ve köylü oyunundan sonra öldürülen ilk vampir olduğu gerekçesiyle Sujin ile aynı sınıfta olan Lissie'ye ceza verilmişti. Fakat cezanın önceden ne olacağı kararlaştırılmadığı için duş almaya gideceğini söyleyen Lissie'nin ardından herkes ortak bir karara varmaya çalışmış, en sonunda gereksiz bir önermeyle banyo fikri ortaya atılmıştı.

Jimin, tüm bunları kulak ardı ederek dinlerken oyun esnasında çamurlu bir yere düşüp üzerini değiştirmek için kamp esnasında kaldıkları küçük yurda giden Sujin'i unutmuştu. Çok daha önemlisi yenilen kişi Lissie'ydi. Ceza bu kıza kesilecekse şayet, ikisinin aynı ortamda olması çok ama çok kötü sonuçlar doğurabilirdi.

"Ne demek her şey ayarlandı?" Hışımla ayağa kalkan Jimin hararetle konuşan grubun dikkatini çektiğinde oldukça gergindi. "Ya Lissie yerine başka biri banyoyu kullanırsa? Bunu hiç düşündünüz mü?!"

Jimin, Sujin'i dinleyip onunla yurda gitmediği için büyük bir pişmanlık hissederken banyoyu kullanmaması için içinden yalvarıyordu. "Herkes burada değil mi?" diye soran sarı saçlı kız kalabalığın üzerinde göz gezdirirken kızıl saçlı olan "Sujin gitmiş!" dedi.

Jimin bir yandan telefonuyla Sujin'i ararken bir yandan da duyduğu son şeyi hazmetmeye çalışıyordu.

"Ve ne yazık ki ceza başladı."

-

Siyah pantolonumdan kırmızı polarıma değin sıçramış çamura iğrentiyle baktıktan sonra bir çırpıda onlardan kurtularak bavuldan havlumu çıkardım. Bugün tüm şanssızlıkların üst üste geldiği yetmezmiş gibi bir de regl oluşum sabır taşımı tuzla buz etmişti. Gerekli kıyafetlerle şampuanı çıkardıktan sonra küçük bavulun içinde hummalı bir ped arayışına giriştim. Fakat öylesine şanslıydım ki hiçbir yerde hiçbir şekilde bulamıyordum.

En sonunda sinirle gizli gözü açtığımda aradıklarımı buldum ve havlularımı da alıp hızla kabinlerin olduğu koridorun sonuna gittim. Ses gelmese de ışıklar zaten yanık olduğu için içeride başka birinin de olabileceğini düşünüp rahatlarken kendimi kabinlerden birine attım ve eşyalarımı koymaya bir yer olmadığı için buz camlı kapının üzerine astım.

Birkaç dakika suyu ayarlamayla geçtikten sonra işimi bir an önce halledip Jimin'in yanına dönmek için suyun altına girdim ve üzerimde çamur kokusu kalmayıncaya dek yıkandım. Sıcak suyun yaydığı ve ciğerlerime her çekişimde bambaşka bir hisle beni sarmalayan buharla mutlu olurken bana hatırlattığı şeyle burukça gülümsüyordum. Annem, ben küçükken kovada biriktirdiği sıcak sudan üzerime döktüğünde sıcak buharla kesilen nefesim ve hemen ardından annemin alnıma kondurduğu minik öpücük... Hepsi toplanıp basit bir suyla aynı duygu tebessümlerini içerime içerime işliyordu sanki. Özlem, sevinç ama en çok da çocukluğa hasret.

Suyla olan haşır neşirliğim güzelce devam ederken her şeyin böyle devam edeceğini sanmıştım. Fakat ne olduysa gözümdeki köpüklerden kurtulup görüşümü tekrar kazanmamla gerçekleşti. İçeri girer girmez kapıya astığım havlum, kıyafetlerim... Hepsi gitmişti.

Suyu titreyen elimle kapatarak duyacağım en küçük ses için beklerken neler olduğunu anlayamıyordum. Daha sesim çıkmadan bu sefer de görüş açım karanlıkla kısıtlandığında ışıkların kapatılmasıyla kalakalmış, kötü bir eşek şakasına kurban edildiğimi anlamıştım. Olduğum yerde savunmasız bir şekilde kalırken titreyen sesimle, "Kim var orada?" diye sorduğumda hiçbir cevap alamadım. İçim daha büyük bir korkuyla kaplanırken bu defa daha yüksek bir tonda seslendim. "IŞIKLARI AÇIN! NE YAPTIĞINIZI SANIYORSUNUZ?"

Yoktu. Ne bir ses, ne bir görüntü... Hiçbir şey yoktu. Bu defa içimi kaplayan şey bunu yapanın o kız olacağı düşüncesiydi. Olayı çözdük sanalı bir hafta olmasına rağmen hala daha aynı hissiyatlarla bana yaklaşacağı fikri çok ürkütücüydü.

Lissie. Bir kıskançlık davasında Jimin ve beni sıkıştıran şahıstı. Bana karşı davranışları, yaklaşımı, kısacası her şeyi çok korkunçtu. Lissie beni kıskanıyordu. Fakat bu kıskançlık Jimin'e duyduğu aşk sebebiyle değildi.

Vücudum üşümenin etkisiyle titremeye başladığında cılız sesimle, "Lissie?" diye seslendim. Bana olan saplantısı onu böyle bir şey yapmaya sevk edemezdi. Hayır bunu konuşmuştuk, bırakacağını söylemişti, bu kadar ileri gidemezdi. "Lütfen buna bir son ver."

Fakat ses gelmedi. Boğucu karanlık, ağrıyan karnım ve içime dolan yoğun korkuyla birlikte zorlukla bulduğum musluğu çevirdim ve sıcak su vücudumu gevşetirken sırtımı fayansa yaslayarak yere oturdum. Ne kadar kalmıştım öyle bilmiyordum. Bedenim aldığı suyu taşıyamayacak kadar büzüşmüş, kaslarım erimişti belki de. Zaman bir sakız gibi uzayıp giderken öylesine daralmış hissediyordum ki, bir an karnımın ağrısını dahi unutuverdim. Yaşlar hissettiğim çaresizlikle gözlerimden dökülürken gözlerim ağırlaşmaya başlamıştı. Fakat dalıp gitmeme ramak kala, suyun sağladığı ölçüde duyduğum bir sesle ışıklar yandı ve buz camın arkasında bir figür belirdi. Gelenin Lissie olmasından öylesine korkuyordum ki sesimi çıkarmadan öylece bekledim.

Tereddütlü bir tonda "Su-ah?" diye seslenen figür, "Ben geldim." dediğinde heyecanla ayağa kalktım ve suyu kapatıp kapının üstünden bana uzattığı kendi bebek mavisi bornozunu üzerime hızla geçirip kapıyı açtım. Yarım yamalak sarmalandığım havluyla ona sıkıca sarılırken bir taraftan ağlıyor bir taraftan da ne kadar korktuğuma dair bir şeyler mırıldanıyordum. Bir eli şefkatle nemli saçlarımı okşarken diğer eli sıkıca belime dolanmış bana güç veriyordu. "Geçti güzelim." dedi doğru dürüst durulayamadığım saçlarımı öperken. "Bak buradayım."

Ardından beni kendinden uzaklaştırıp süzdükten sonra bornozun bağcıklarını tutup bana yaklaştı ve güzelce bağladıktan sonra çenemden tutup gözlerimizi birleştirdi. "Lissie onlara banyoya gideceğim diye yalan söylemiş." dedi öfkesini zor zapt ederken. "Seni çamurlu yere düşüren de oydu, neden bunu kasıtlı yaptığını ve banyoya gideceğini bildiği için o yalanı uydurduğunu anlayamadım ki!"

"İnanamıyorum..." dedim şaşkınlıkla. Dilim tutulmuştu, bir insan nasıl bu kadar saplantılı olabilirdi? "Şimdi nerede?"

"Bilmiyoruz." dedi Jimin kaşlarını çatarken. "Siktirip gitsin yoksa ben onu canlı canlı gömeceğim. Zaten başta yapmadığım kabahatti."

Yüzümde alaycı bir gülüş parıldadığında daha çok kaşlarını çatarak, "Ne gülüyorsun sen?" diye sordu azarla.

"Hiiç..." dedim bozuntuya vermeden. "Jimin'imizin beni bir kızdan kıskanması komiğime gitti."

"Kıskanmayla ne alakası var bunun?" diye sordu bu defa sinirle. "Yaptığı şey normal miydi yani?" Ben cevap vermeyince bu sefer alayla gülme sırası ona geçti. "Hem sen karanlıktan bu kadar korkmazdın, ne oldu?"

Jimin, korktuğum şeyin karanlık olduğunu sanmıştı. Diğer herkes gibi sessiz ve boğucu bir karanlığın kötü şeyleri çağrıştırdığından kalbe korku saldığını ve her nefes alış verişimde beni hızla tükettiğini düşünmüştü. Ama yanıldı Jimin. Karanlık olmadı hiçbir zaman korktuğum. O karanlığın içinde gizlenen yalnızlık, ama en çok da savunmasızlıktı. Ve ben en çok da o yokken böyleydim.

Onsuzluk en büyük yalnızlığımdı.

-

DÖRT AY SONRA

Kaç yaprak solup gitmişti kalbimin o zümrüt yeşili gönül ağaçlarından. Kaç damla yakıp geçmişti her daim gülümseyen yanaklarımı gurursuzca. Kaç sen kaybolmuş gibi yapıp deşmiştin hiç kapanmayan yaralarımı. Erkeklik gururuna ters düşen acımı, kaç sen çoğaltmıştın umarsızca, belki farkında bile olmadan.

Öyleydi işte geçen günlerim. Bir güz gelip geçti ama sorma, nasıldı. Anlatamam nasıl üşüdüğümü çünkü, parmak uçlarımın nasıl yandığını, yağan her yağmurda cennet kokunun burnuma nasıl dolduğunu ve her seferinde sana uzanmaya çalışırken önümdeki taşa takılıp düştüğümü anlatamam. Dizlerim kanasa dahi, acıdı diyemem. Sesim yalnızca şarkılara dökülen yalancı söz dizesinden ibaret kalmışken, kameralara sattığım her sahte gülücüğün ardındaki enkazı sana nasıl anlatırım?

Tıpkı ellerimin arasında duran, yılların getirdiği yorgunlukla kenarları hafifçe eskimiş gök mavisi suni deri defterin sayfalarını her çevirdiğimde karşılaştığım manzara gibi, eksik kalmıştım. İlk karşılaşmamızın anısı hareketlice oynarken gözümün önünde, son karşılaşmamızın gerçekleştiğine inanmak istemiyordum. Bir hediye nasıl olurdu da canımı böylesine yakardı anlayamazdım hiç, küçük bir defter nasıl olurdu da şişirirdi beynimi sonu gelmeyen düşüncelerle ve koca bir boşlukla.

Gitmiş miydin Sujin? Gerçekten gidebilmiş miydin... Değişen numaralar, kuzenimin dahi benimle iletişimi koparışı ve bomboş kalan ev... Sahiden bu kadar acımasız mıydın? Hayır, değildin ki. İstemeden incittiğin bir çiçeğe dahi saatlerce gözyaşı döken sen, acımasızlık nedir bilemezdin ki.

Özlüyordum işte, sinirleniyor, mantıklı bir sebep bulamayıp her günümü melankoliyle geçiriyordum. Teyzemi dahi iş birliğine sürükleyen Rae Yun yüzünden ikisinden de haber alamıyor, Sujin'in Amerika'ya onunla gittiğini kabullenemiyordum.

Onlara ulaşabileceğim son çare Myung Soo dahi ortalıkta yoktu. Delirecek gibi olduğum her an, tutunduğum hatıralarla ona karşı olan hasretim buruk bir nefrete dönüşürken onu çok özlüyordum. Beni kendinden alıkoyarken fütursuzca davrandığı için ondan nefret ediyor, ama ondan nefret ettiğim için kendime kızıyordum. Labirentin içinde kaybolmuştum ve bu sefer yanımda o yoktu.

Sayfaları son kez çevirip kafamdan aşağı döktüğü kumlu sahneyle kapağı kapattım ve ondan geriye kalan tek hazineme, hatıra kutuma koydum. Kahverengi küçük sandığın içerisinde gittiğimiz ilk sinema biletinden, birlikte yediğimiz çikolata paketlerine kadar bir sürü şey vardı. Boyayıp içine mum koyduğumuz kavanozlar, sırayla okuduğumuz kitaplar, benim için kuruttuğu her gül yaprağı, bana aldığı kaset ve kavunlu sakız paketlerinden çıkan küçük resimler...

On üç yılın getirdiği birlikteliğin kırıntılarıydı hepsi. Altından çok daha değerli, sevgi kırıntılarıydılar. Sandığın içerisinde gözüme çarpan siyah bereyi alıp burnuma götürdüğümde hala onun gibi kokuyor olması içimi şenlendirmişti. Minik elleriyle bana ördüğü bu şey, onun gibi kiraz çiçeği kokuyordu. Bunu ona hiçbir zaman söylemediğim halde, Sujin hep kiraz çiçeği gibi kokardı. Her ne kadar esansı üretilse de, normalde herkes alamazdı kiraz çiçeklerinin kokusunu. Sadece aldıklarını sanarlardı.

Hazır kış da gelmişken korurdu beni soğuktan. Bereyi yanıma alıp yurdun içinde bulunan küçük çalışma odasından çıkarken kapının önünde Jungkook ile karşılaştım. Geçirdiğim bu zor süreçte benden daha çocuk olsa da, bir baba gibi durmuştu yanımda. Sırtımı sıvazlayıp acımı dindirmeye çalışırken hiçbir zaman geçecek dememişti. Kendi de yaşamış mıydı bilmiyordum ama çok yardımı dokunmuştu bana. Onun, diğer üyelerin, arada sırada tartışmaya girdiğim ve beni kovulmanın eşiğine sürükleyen şirket sahiplerinin...

Hızla kilo kaybedişimin, yalnızca ekranda iyi görünmek adına olmadığını bildikleri halde hiçbiri yargılamamıştı. Neden, niçin, nasıldan çok sıkıntı değil demişlerdi. Zor olduğunu bildiklerinden mi bilmem, pratiklerde dahi fazladan mola hakkı tanımışlardı bana. Bu nedenle hakkım değildi onları zora sokmak. Düşündürmek, üzmek ve en çok da yıpratmak. Nasıl hakkım olacaktı?

"Uçuşa iki saat kaldı hyung."

Kapıyı kapatıp bakışlarımı yüzüne çıkardığımda biraz çekindiğini hissetmiştim. Belki de beni dinlediğini düşündüm sanmıştı, saf çocuk. "Biliyorum Jungkook." dedim gülümseyerek. Kızaran gözlerimi saklamakta ve ağladığımı kimseye fark ettirmemekte ustalaşmıştım. "Ben de bavuluma koyacağım son şeyi almak için buraya gelmiştim."

Jungkook elimde tuttuğum siyah bereye bakış atıp "Güzel bere." diye iltifat ettiğinde başımı salladım.

"Yapan da güzel."

Jungkook anladığını gizlemeye çalışırcasına gözlerini kırpıştırırken bunu neden dediğimi bilmiyordum. Hayır, bazen dilime dökülen kelimeler dahi irademden bağımsızlaşıyordu. İki gün sonra gerçekleşecek büyük müzik ödüllerinde de aynı hatayı bir şekilde yapıp ekibimdekileri hayal kırıklığına uğratamazdım. Bu bizim için dönüm noktasıyken, kendi özel yaşamımı bir hatanın merkezi haline getiremezdim.

Uygun kelimeyi bulmaya çalışırken elimi enseme atarak, "Ah..." dedim. "En sevdiğim kremi koymayı da unutmuşum bavuluma. En iyisi gideyim."

Kapıdan uzaklaşmak için adım atar atmaz kolumun üzerinde hissettiğim baskıyla küçücük duran bu uzun boylu gence döndüm ve anlam veremeyen bakışlarımı yüzüne sabitledim. "Ne oldu?"

"Hyung." diye seslendi Jungkook. Biraz yakarış, biraz kırgınlık biraz da hüzün vardı içinde. "Senin için ne kadar zor olduğunu tahmin dahi edemem ancak..." Çok zorlanıyordu konuşurken. Diyeceği en ufak şeyde, onun adıyla kurduğu her bir cümleyle yıkılabilecek kadar dayanıksız olduğumu biliyordu çünkü. "Ancak," dedi tekrardan. "Onu unutmayı deneyemez misin? Seni böyle acı çekerken gördükçe ben de-"

"Jungkook-ah," diye böldüm lafını anında. Elim onun sıcak elinin üzerine yerleşirken bu isteği hiçbir şekilde kabul edemeyeceğimin farkındaydım. "Alzheimer olsam dahi unutamam onu ben. Beynimde değil o benim Jungkook...

Tam kalbimde."

"Karşılığında ne istersen yaparım hyung, lütfen bana yardım et, lütfen. Senden başka gidebileceğim kimse yok. Diğer üyeler de en az benim kadar çaresiz."

Namjoon boynuna astığı kulaklıkları bilgisayar masasına bırakıp Jungkook'a dönerken düşünceliydi. Ondan istenilen, kanuni açıdan bir suçtu ve Jimin için dahi olsa getireceği sorumluluklar onu ürkütüyordu.

"İşe yaramama ve yakalanma ihtimalimiz var Kook." dedi lider kaşlarını kaldırarak. "Bu basit bir iş değil."

Jungkook Mama'nın ve henüz biten Asya turlarının yorgunluğunu atamadan kalkıştığı iş için fazlasıyla heyecanlıydı. Sebebi sonunda Jimin için faydası dokunacağını düşünmesi ve onu mutlu edebileceğine inanmasındandı. Fakat bunu kendi başına yapması imkansız olduğundan bilgisayar dehası Namjoon'a ihtiyaç duyuyordu.

"Farkındayım!" dedi heyecanla oturduğu yerde dikleşerek. "Ancak işe yarama ihtimali de var?" Üstelik eğer başarabilirsem, eskisi gibi mutlu göreceğiz onu. Bu harika bir şey değil mi?"

"Kook-" dedi Namjoon tekrardan, genç adam dudaklarını büzdü.

"Hyuuung~" Jungkook her ne kadar biraz umutsuzlaşsa da belli etmemekte kararlıydı. "Naz yapmanın sırası mı cidden? Bak tüm sorumluluğu ben alırım yeter ki yardım et."

Lider, bu küçük ama herkesten daha bilmiş olan maknaeye bakıp iç geçirirken tekrardan bilgisayara dönüp, "Peki tamam!" dedi pes ederek. "Yardım edeceğim."

Jungkook sevinçle küçük bir çocuk gibi yerinde zıplarken Namjoon ona dönerek işaret parmağını uyarırcasına salladı. "Karşılığında tavuk kuponlarının üçte ikisini alırım ona göre. Ha bir de tüm suç senin."

Genç adam "YA HYUNG!" diye bağırırken Namjoon gülerek beyaz kulaklığı taktı ve bilgisayara dönüp yapacağı küçük hackerlık için kolları sıvadı.

"Çalıyor..."

Jungkook, Namjoon ve Taehyung çalışma odasında oturmuş telefonun başında beklerken diğerlerine haber vermedikleri için azarlanmamayı diledi. Zaten Taehyung da planda yoktu, sadece yanlış zamanda odaya girdiği için gizli işe bulaşmış, boşboğazlık yapmaması için sıkıca tembihlenip -ki bu pek mümkün olur muydu muammaydı- onlarla durmuştu.

Telefon son bir kez daha çalıp tanıdık ses hattı doldurduğunda hepsi bir anda göz göze gelerek heyecan içerisinde durumu sindirmeye çalıştılar. Hat Kore'dendi, telefon numarası yüzde doksan dokuz doğruydu ve duydukları ses... kesinlikle ona aitti.

"Alo?"

Jungkook bir taraftan dudağını dişlerken bir taraftan da yüzüne kapatmaması için dua ediyordu.

"Kimsiniz?" dedi kız bu defa. Sesi biraz boğuk çıkıyordu.

"Sujin-shi?" Jungkook, seçeceği kelimeler konusunda oldukça endişeliydi. Hattı dolduran sessizlik, üçlü arasındaki gergin akım ve korkuyla bekleyiş sürerken kız tekrar konuştu.

"Yanlış numara. " Bu defa kapatmaya yeltendiğinde Jungkook aniden, "LÜTFEN KAPATMA!" diye yakardı.

"Lütfen... Sujin."

Şimdi derin sessizliğe eklenen bir iç çekiş hoparlörden havaya karışırken genç kız, "Jungkook?" dedi. Hepsinin gözlerine sinen tereddüt, yarım yamalak özgüvenle kavrulurken Jungkook, "Hatırlamana sevindim." dedi yersiz bir imayla.

"Lütfen konuşalım."

"Jungkook ben-"

"Jimin hyung hatırına sadece bir kez seninle konuşmama izin ver Sujin. "

Jikook konuşsun, Sujin sus.

Continue Reading

You'll Also Like

24.6K 1.6K 10
"Uzun bir sessizlik oluyorsun dağlara baksam Karşılıksız mektuplar kadar burkuluyor kalbin Yazdığım şiirler de canımı sıkıyor artık Fotoğraflarımı yı...
57.3K 2.7K 24
Yabani evrenindeki çiftimiz Asi ve Alaz'ın hayatları farklı bir şekilde kesişeydi, mesela Asi, Soysalan Üniversitesi'ne bomba gibi düşseydi, nasıl ol...
88.3K 7.1K 24
Lalisa Manobal en yakın arkadaşı Jeon Jeongguk'tan hoşlanıyordur; "Kız arkadaşınla telefonda konuşuyorsun ve o üzgün. Söylediğin bir şeyden dolayı si...
31.5K 3.1K 30
"Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir." -Tolstoy Sung Iseul, taşındığı yeni şeh...