cherry blossom | pjm

By jisakura

233K 19.7K 18.3K

Wattys 2018 Uyarlamacılar Kazananı "dünyanın geri kalmış tüm toprak parçalarına çiçekler ekiyorsun, tüm dünya... More

🌸 çiçek kokulu giriş 桜
1 🌸 sevgi düşüşü hafifletir 桜
2 🌸 çocuk ellerimizle kardan evler yapardık 桜
3 🌸 bana şarkı söyle 桜
4 🌸 beni yalnız bırak(ma) 桜
5 🌸 cesaretim küçüklüğümden 桜
6 🌸 hayal kurmayı bıraktıran şeyler 桜
7 🌸 saçlara güzel davranan erkek kırmaktan korkar 桜
8 🌸 her şey 'birlik'te 桜
9 🌸 ilk kavga ilk aşktandı belki 桜
10 🌸 darılma bana, hepsi sevdiğimden 桜
11 🌸 korkma, yanındayım 桜
12 🌸 hayalim olur musun? 桜
13 🌸 yağmurla akan gözyaşı 桜
14 🌸 sıkıca sarıl, ağladıkça iyiyim 桜
15 🌸 notalara saklanmış umut kırıntıları 桜
16 🌸 kalp yorgunluğumun sebebi misin? 桜
17 🌸 hislerimi arkama sakladım 桜
18 🌸 hiç mi ayrılmayacağız? 桜
19 🌸 yıldızlara sarıldık bu gece 桜
20 🌸 kiraz çiçeklerinin kaderi 桜
21 🌸 bencillik yapıp 'kal' diyemedim 桜
22 🌸 sen gittiğinde soldum 桜
23 🌸 tavus kuşunun renkleri kayboluyor 桜
24 🌸 kaç bahar geçti üstünden 桜
25 🌸 ansızın gelen kavalye 桜
26 🌸 la vie en rose 桜
27 🌸 ayrılıklar, hep bir başlangıç 桜
28 🌸 uğruna feda ettiklerim 桜
30 🌸 en çok öpücükler can yakar 桜
31 🌸 söyle sevgilim, bileyim 桜
32 🌸 bir adam çok sevdi, kaybetti 桜
33 🌸 portakallı turta 桜
34 🌸 kâbuslarımda da güzelsin 桜
35 🌸 fırtına öncesi sensizlik 桜
36 🌸 nefesinden tanırım seni 桜
37 🌸 zehrimi aldı kokun, ben yine sen oldum 桜
38 🌸 ben severken öldürüyorum 桜
39 🌸 söz, unutursak mutlu olacağız 桜
40 🌸 sona geldik pt.I 桜
40 🌸 sona geldik pt. II 桜
🌸 çiçek kokulu kapanış 桜
🌸 sen benim en güzel yaramsın 桜
🌸 olmuyor işte, ne için bu çaba? 桜
minik bir teşekkür

29 🌸 keşke, şakaydı diyebilsem 桜

3.7K 359 498
By jisakura

"Sessiz bir gece, yorgun adımlarım.
Hiç haberi yok gibi, ıslak kaldırımların.
Kimse görmüyor mu? Kimse duymuyor mu?
Durup önünde kalbinin,
kimse durdurmuyor mu?"


Kliniğin havalandırmasından gelen hırıltılı ses, bekleme salonunun boş duvarları arasında yankılanırken sırtını mavi plastik koltuğa yaslamış Sujin çok tedirgindi. Az önce kan verdiği sağ kolunun damarından gelen sızı düşüncelerine bir toz bulutu gibi çökerken, morumsu teni, gözlüklü genç hemşirenin ona pek de nazik davranmadığının kanıtıydı. Ancak ne yazık ki, tahlil sonuçlarından çok, verdiği kararların sorumluluğundan korkuyordu. Yapacağı ya da yapmak zorunda kalacağı fedakarlıklardan, vazgeçeceği parlak bir gelecekten.

Yanında oturan Rae Yun kestane rengindeki gür saçlarının arasına elini daldırmış, en az arkadaşı kadar düşünceli gözükürken yine de gülücük saçmayı ihmal etmiyor, ne yaşanırsa yaşansın desteğini asla ama asla ondan esirgemiyordu. Ona kalırsa, sorumluluk sahibi yalnızca Sujin değildi. Kuzeni her ne kadar kariyerinin parlak noktalarına doğru gitse de, bu o küçük bebeğin babası olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

İçinde tuttuğu bu sırla birlikte büyüyen endişesi her geçen gün onu yiyip bitirirken, Sujin'in açmadığı her telefonun ardından yaptığı sahte açıklamalar, sunduğu geçersiz bahaneler ve daha birçok şey, genç kızı yoruyordu. Yine de, arkadaşı istemediği sürece bu işe karışamayacağının gayet tabii farkındaydı. Yalnızca bir üniversite hayaliyle geldikleri bu şehirde karşılaştıkları şey, hayal güçlerinin ötesindeydi.

Kadın doğumun girişindeki küçük ekranda beliren isimle birlikte gözlerini kapatıp tavşan uykusuna yatmış Sujin'i uyandıran Rae Yun, onun her geçen gün kilo almak yerine zayıfladığının farkındaydı. İştahı yoktu, sürekli kusuyordu ve gözlerindeki o gerçek ışık, artık solgun bir kırık beyazdı. Sujin bir süre gözlerini kırpıştırdıktan sonra ayağa kalkıp ona elini uzatmış olan Yun'un elini tuttu ve birlikte odadan içeri girdiler. Okullarının başlamasına bir hafta kala, Sujin ilk randevusuna işte böyle gelmişti. Üzerinde krem rengi nakış detaylı tişörtü, altına giydiği koyu renk kot pantolonu ve omuzlarına kadar kestirdiği sütlü çikolata rengindeki saçlarıyla, onu hayallerinden koparan yeni bir umut parçasıyla tanışmaya böyle gelebilmişti.

Belki de benim için en doğrusu budur, düşüncesi ona kuvvet verirken elini hiç bırakmayan Rae Yun siyah deri koltuğa otururken o da karşısındakine kurularak nihayet bakışlarını masanın ardındaki doktora çevirebildi. Dalgınlıktan mıydı, yoksa en başından beri gördüğü şeyi yalanlayan beyni miydi bilmiyordu Sujin, ama karşısındaki siyah saçları gürleşmiş, gözüne yerleştirdiği kemik gözlüklerle onun dosyasını inceleyen tam olarak Hee Chan'dı. Tek kelime etmeden ona bakarken, genç adam da dosyadan çektiği bakışlarını ona sabitlediğinde ağzı açık kalmıştı.

"Aman Tanrım!" dedi gözlerine inanamayan bir tavırla. "Sujin?"

Rae Yun, yalnızca ismini duyduğu için doktoru tanıyamazken, Sujin, veterinerlik yapan bu adamın, Busan'dan bir yıl önce ayrılan ve irtibatları bir şekilde kopan arkadaşı olduğunun farkındaydı.

"Hee Chan!" diye sonunda şaşkınlığına esir düşen Sujin, çoktan ayağa kalkıp ona kollarını açan bu eski arkadaşına sarılırken, "Tebrik ederim." dedi. "Jinekolog olacağını hiç düşünmezdim."

Küçük bir kucaklaşmanın ardından yerlerine oturan ikili hayretle birbirlerine bakarken, Hee Chan gülümseyerek Sujin'i o kısık gözleriyle baş başa bıraktı. Bu bile, genç kızda ağlama isteği doğururken, "Evet, teşekkürler." diye yanıtladı. "Açıkçası ben de düşünmezdim. Bir şekilde gaza gelip parasına aldandım diyelim."

Rae Yun ikilinin sohbetini dışarıdan izlemeye devam ederken Hee Chan ona dönerek elini sıktı ve kısa bir tanışmanın ardından bakışlar tekrar günün bombası Sujin'e çevrildi.

"Uzun zaman oldu gerçekten." dedi Hee Chan ilk zamanlarını hatırlarken. Barınakta azımsanamayacak kadar çok vakit geçirmişlerdi. "Nasılsın?"

Sujin kucağında birleştirdiği ellerine verdiği bakışlarını genç adamın ışıltılı gözlerine çevirirken, ondan gizleyemeyeceği bu gerçek için açıkçası büyük utanç duyuyordu. "İyiyim." dedi zorlandığını belli etmemeye çalışarak. "Ya sen?"

"Ben de iyiyim." dedi kafasını sallarken. "Ama sen pek de öyleymiş gibi durmuyorsun." diye ekledi. "Seul'e üniversite için mi geldiniz?"

"Evet."

"Ama bir şeyler ters gitti..." Önündeki dosyayı inceleyen Hee Chan, gözlüklerini işaret parmağıyla düzeltip derin bir nefes verirken mütereddit bir ifadeyle, "Hamile olduğunu biliyorsun değil mi?" diye sordu.

Şimdi, boğazındaki o derin sızıyı daha güçlü hisseden Sujin, genç doktorun siyah gözlerine sabitlediği gözlerini ürkekçe kaçırarak, "Evet." diye yanıtladı. "Biliyorum." İkinci kez başkasından duyduğu bu bilgiyi hazmetmek oldukça zorluyordu bünyesini. Hata ihtimali olmasını dilerken, tekrar ve tekrar doğrulanıyordu bu gerçek zihninde.

"Bana düşmez ancak..." diye söze başlayan Hee Chan, dosyada herhangi bir baba ismi göremediğinden devam etmek zorunda kaldı. "Babası... Biliyor mu?"

Rae Yun, arkadaşının acıyla kasıldığını bembeyaz olan teninden anlayınca daha fazla sükunetini koruyamadı ve cevabı kendisi vermek istedi. "Henüz bilmesini istemiyor."

Sujin'e sabitlediği şefkatli bakışlarını tekrardan önündeki dosyaya ve ardından bilgisayarının parlak ekranına çeviren doktor, "Peki." dedi. "O halde tahlil sonuçların ve geçireceğin bu süreçte karşılaşacakların hakkında biraz konuşalım Sujin."

Beyaz duvarlarla kaplı, ultrason yatağı ve doktor masasından oluşan bu küçük odada daraldığını hissederken birazdan duyacağı şeylerin korkusuyla kaplanıyordu kalbi. Başını olumlu anlamda sallarken titreyen bacağı ritmik bir şekilde beton zemine vuruyor, sıkışan göğüs kafesinin altındaki boş midesi herhangi bir yiyeceği kabul etmese dahi, hakkı varmışçasına bulanıyordu.

"Kan değerlerin çok düşük." diye söze başlayan Hee Chan, durumun vaziyetinden pek de memnun gözükmüyordu. "B12 dahil çoğu vitaminin normal değerlerinin fazlasıyla altında. Belli ki düzenli beslenmiyorsun, vücudun hızla direncini kaybediyor. Çok çabuk hastalanabilir ve ne yazık ki daha da ileride, bu hastalıklarla mücadele edemeyebilirsin." Şimdi bakışlarını monitörden genç kıza çevirirken derin bir nefes verdi. "Durum ciddi Sujin. Sağlıksızsın. Hamilesin ancak vitaminlerin kendine bile yetmiyor. Zamanla bebek sahip olduğun o kısıtlı vitaminleri bile tüketecek."

Annesi öldüğünden beri Sujin düzensiz besleniyordu. Öğünlerini atlıyor, besleyici şeylerden uzak durup ona hiçbir katkı sağlamayacak besinlere yöneliyordu. Bunun nedenlerinden biri, eksik hissedişiydi. Kalbinden kaybolan her bir parçayla sağlığını da yitirdiğini düşünüp yemeklere küserdi. Diğer sebebiyse, inatçı kişiliğiydi. Babası ağzına tıkıştırmaya çalışsa dahi itinayla uzak durduğu o tüm gıdalara öyle bir direniyordu ki, bir süre sonra babası dahi bu sonuçsuz çabadan vazgeçiyordu. Şimdiyse, tüm bu olanların ardından beslenme diye bir şey kalmamıştı ortada. Bir hafta içerisinde hızla verdiği dört kilo yüzünden, hem kendisini hem de karnındakini riske attığının farkında değildi.

Hee Chan, tükenmez kalemiyle aldığı notlara bir yenisini eklemeden önce Sujin'e döndü. "Farkında olmadan uyuyakaldığın oluyor mu?"

Geçmişindeki küçük detayları hatırlamaya çalışan Sujin, kafasını tereddüt etmeden sallarken bunu sıklıkla yaptığını biliyordu. Bir yerlerde sızıp kalması, ardından her yanı tutulmuş halde uyanması yeni bir durum değildi.

"Peki ne sıklıkla olduğunu biliyor musun?"

"Bazen günde üç dört kez, bazense bir kez. Ama mutlaka oluyor."

Bir süre düşünen doktor, kalemini beyaz kağıdın üzerinde oynatıp bir şeyler yazarken, "Narkolepsiden şüpheleniyorum." dedi. "Gündüz aşırı uyku eğilimi ile karakterize edilen bir tür nöropsikolojik rahatsızlık. Kesin bir sebebi yok ancak günlük hayatını etkileyebilecek kadar ciddi olabilir."

"Peki bunun bebekle ne ilgisi var?" diye soran Rae Yun'a dönen genç doktor sıkıntılıydı.

"Direkt olarak bir ilgisi söz konusu değil elbette." dedi. "Fakat olur olmadık yerlerde uyuyakalması, yetersiz beslenmesiyle bir olursa farklı kazalara yol açabilir."

"Daha da kötüsü..." diye ekledi bakışlarını koltuğunda küçücük kalmış Sujin'e çevirerek. "Hem bebeğe hem anneye geri dönüşü olmayan zararlar verebilir."


"Hala anlamıyorum." diye bıkkınlıkla söylendi genç adam. "Neden tüm sorumluluğu kendi omuzlarına yüklüyorsun?"

Genç kız bir yudum alıp bıraktığı çilekli içeceğinin bardağındaki ufak çiçek desenlerine diktiği bakışlarını günün yorgunluğunu sırtlanmış gözleriyle ona bakan doktora çevirdiğinde çok şey demek istiyordu ama ağzından dökülen yalnızca, "Öyle olması gerekiyor." oldu.

"Öyle olması gerekmiyor." dedi Hee Chan histerik bir gülüş atıp keskin kokusu Sujin'in burnunu sızlatan filtre kahvesini sıcaklığını umursamadan sertçe yudumlarken. Bu koku, görüntü ve kulaklarına dolan yumuşak melodiler, hatta yerden havaya doğru süzülen ölü toz zerreleri dahi genç kıza tek bir kişiyi hatırlatıyordu. Artık hatırladıkça yüreğine kasırgalar kopartan, gülüşüyle beyninde yankılanan piyano seslerini feryatlara çeviren, ama en çok da öpüşleriyle çiçeklendirdiği tenini kuru bir orman gibi kül eden kişiyi.

"Bak, şu anda yalnızca onu düşünerek polyanna olman ve doğru bir şey yaptığını sanıp herkesin seni destekleyeceğine inanman o kadar mantıksız ki..." Gözlerini saniyelik kapatıp tekrar açtığında Sujin'in kırıldığını gördü ve ses tonunu alçaltarak, "Sujin-ah." diye seslendi. "Seni gerçekten seviyorum ve her ne karar verirsen ver destekleyeceğim. Fakat bunun basit bir mesele olmadığının ve iki tarafı da eşit miktarda ilgilendirdiğinin bilincinde olman gerekiyor."

Sujin kafasını sallayarak onu onayladığında Hee Chan yumuşacık bir ses tonuyla, "Bilincindesin... Değil mi?" diye sordu.

Genç kız bu defa tepki vermemişti. Onun yerine yüzüne ciddi ama derdini anlatmak istediği bir ifade kondurup, karşısında ona beklentiyle bakan ve bir şeyleri algılamaya çalışan adama, "Yaşlı bir kadının varını yoğunu yakarak kurtardığı bir halkın hikayesi vardır, bilir misin?" diye sordu.

"Bir zamanlar, şiddetli bir kış sonucunda, kentin yakınındaki göl buz tutmuş. Halk da donmuş gölün üzerinde büyük bir düzenlemeye karar vermiş. Yaşlı, genç, kadın, erkek herkes şehri terk edip gölün üzerinde toplanmışlar. Biri kızağa biniyor, birisi kayak kayıyor, kurulan çadırlardan coşkun bir müzik ve kahkahalar yükseliyormuş. Gençler sevinçle sıçrayıp oynuyor, yaşlılar da bu eğlenceli manzarayı seyrediyormuş.

Şehirde ise, sadece yaşlı ve fakir bir kadıncağız kalmış. Hasta olduğu için devamlı yatakta yatıyor, ayaklarını kullanamıyormuş. Evinin penceresinden, buz tutmuş gölü ve oyun oynayan neşeli insanları seyrediyormuş. Akşama doğru ufka bakarken küçücük beyaz bir bulutun belirdiğini görüp, müthiş bir korkuya kapılmış. Yeni evlendiği günleri hatırlamış birden. Eşiyle gölün üzerinde gezerlerken, yine böyle bir bulut görmüş, çok geçmeden de korkunç bir fırtına ile birlikte buzlar kırılmış. Kötürüm kalması da ondanmış. Ne yazık ki kocasını da o kazada kaybetmiş.

Bütün gücünü toplayan kadın, elleri üzerinde sürünerek yataktan yere inmeyi başarmış. Sobadan çıkardığı bir parça ateşle yatağını tutuşturmuş. Sonra da sürüne sürüne, güç bela evden dışarı çıkmış.

Küçücük evi bir anda alevler sarınca, buzun üzerinde oynayanlar evin kime ait olduğunu hemen anlamışlar. Sakat kadını kurtarmak için herkes koşuşturmaya başlamış. Bu arada göğü siyah bulutlar tamamen kaplayıp, rüzgar çıkmış. Buz çatlayıp, sallanmaya başlamış. Yaşlı kadını kurtarmak için, en son kişi de sahile varınca, gökyüzü yırtılır gibi olmuş. Fırtına ile birlikte dev dalgalar gölü örtmüş, buzlar kırılmış. Ama, hiç kimseye bir şey olmamış. Hasta ve sakat kadın, bütün varını yoğunu ateşe vererek, şehir halkını kaçınılmaz bir ölümden böylece kurtarmış."

"Belki tüm şehri kurtaramam, varımı yoğumu yakıp herkesi mutluluğa kavuşturamam. Fakat onu kurtarabilirim Hee Chan. Mutsuzluğuyla mutsuzlaşmaktansa kendimi yakıp karanlığına ateş olurum." Genç doktor yüreğine oturan koca taşla birlikte hüzünle genç kızı dinlerken ne diyeceğini bilemiyordu. Dışarıda kararmaya duran hava her an patlak verecek bir yağmurun haberini getirirken, Sujin masada birleştirdiği ellerine diktiği bakışlarını tekrardan Hee Chan'a sabitledi. "Bu bir seçim değil, bu yalnızca ona olan sevgim."


Kuvvetlenen yağmurun asi tavrına köle olmuş Seul, trafik lambalarının harelendiği asfaltlarıyla ağlıyordu bu gece. Şemsiyeleriyle bir o yana bir bu yana koşuşturan insanlar, sığındıkları ilk kafe, restoran ve dükkanlarda yağmurun dinmesini beklerken, Jimin elindeki siyah şemsiyenin koruyuculuğuna sığınıyor, kısıtlı özgürlüğünün adımlarını atıyordu usulca.

Kısa süre önce görüştüğü Sujin'in, onu uzun zaman sonra ilk kez aramasının heyecanıyla dolup taşarken, buruk özleminin melodisiyle buluşmak için sözleştikleri yere doğru gidiyordu.

Yeni albümlerinin çıkmasına çok az kala, yoğun bir temponun içerisinde geçip giden hayatında yön veremediği en yegane şeyi ilişkisiydi. Bir toz parçası gibi rüzgara kapılıp giderken, babasından da ayrılan biricik yol arkadaşına istediği zaman ulaşamamak, onunla konuşup doyasıya öpüp koklayamamak canını yakıyordu. Busan'da oluşuyla Seul'e gelişi arasında neredeyse hiçbir fark yoktu. Mesafeler azalsa dahi, birliktelikleri eskisi gibi değildi.

Bunun farkındalığıyla zehirlenen nefesini kuvvetle vererek, muson yağmurlarına teslim olmuş şehirde kalabalığı yardı ve yaklaşık beş dakika daha yürüdükten sonra karşıya geçmek için yeşil ışığı bekleyen insanların en arkasında durdu. Tam o anda cebindeki telefonu çalmaya başladı. Jimin, aceleyle şemsiyeyi sol eline alıp telefonunu çıkardı ve arayanın Sujin olduğunu görüp bekletmeden açtı.

"Hey," dedi Jimin. "Neredesin?"

Spor ayakkabılarına damlayan yağmurun ıslaklığıyla ürperen Jimin, Sujin'in sessiz kalmasıyla tekrar seslendi. "Su-ah... Neredesin?"

Yeşil ışığın yanmasıyla karşıya geçen insan yığını, onu orada tek bırakırken, ondan tarafa gelen insanların arasından sıyrıldı ve bomboş kalan karşı caddede aradığı kişiyi gördü. Genç kız, üzerine geçirdiği siyah yağmurluğun içinde yağmura karşı savunmasız gözükürken Jimin karşıya geçmek için yeltendi ancak hattı dolduran sesi genç adamın adımlarını durdurdu. "Gelme Jimin." dedi sert sayılacak bir tonda. "Orada kal."

Neyi kast ettiğini anlayamayan Jimin ona öylece bakarken yeşil ışık kırmızıya döndü ve yağmur şiddetini biraz daha artırdı. Şüphelenen Jimin, "Su-ah." diye ona seslenirken, çaresizlikle dolu sesini önemseyemedi bile. "Bir şey mi oldu?"

Genç kız küçük bir figür gibi olduğu yerde öylece dikilirken yağmurun karıştığı ses tonuyla, "Evet." diye yanıtladı. "Bir şey oldu."

Sabırsızlanmaya başlayan Jimin, kalp atışlarını dahi kulaklarında hissederken şemsiyenin üzerine pat pat düşen yağmurun sesi içindeki korkuyu büyütüyordu.

Genç adamın konuşmasına izin vermeyen Sujin, "Ben..." dedi kesik kesik. "Ben gidiyorum Jimin. Uzak çok uzağa gidiyorum. Birbirimiz için endişelenmek zorunda kalmayacağımız, vicdan azabı çekip özlemle kavrulmayacağımız kadar uzağa."

Telefonu tutan eli titrerken dudaklarından histerik bir kahkaha koptu. "Yah Sujin," dedi kendini de inandırmaya çalışarak. "Eğer bu bir şakaysa, pek de modumda olmadığımı bilmen gerekiyor."

"Hayır." dedi genç kız ısrarla. "Şaka değil."

Tekrardan yeşil ışık yandığında iki üç kişi geçti yalnızca. Artık şehir özgürleşmiş, ağırlaşan yağmurun altında yalnızlığıyla baş başa kalmıştı. "Gerçekten çok komik." dedi Jimin. "Ama ben gülmüyorum."

Bu sefer sesine daha da ciddi bir ton ekledi. "Yanına geliyorum."

"GELME!" diye bağıran Sujin geri geri adım atarken sesi öyle soğuk geliyordu ki, Jimin onun gerçekten kız arkadaşı olduğuna inanamadı. "Sakın..." dedi sinirle. "Karşıya geçme."

Şemsiyenin sapını tutan elini daha da sıkarken beyazlaşan eklem yerleri sinirlerini uyarıyor, çıkılmaz bir yola hapsediyordu onu. Ne diyeceğini bilemez halde kıvrım kıvrım kıvranırken, ağzından koca bir 'hah' koptu. "Sıkıldım artık." diye homurdandı. "Şakan hiç de hoşuma gitmiyor mankafa."

Işık tekrardan kırmızıya bürünürken asfalt yolun üzerinden geçen arabalar acı bir ses bırakıyor, kimisi su birikintilerinden sıçrattıkları suyu genç adamın üzerine yolluyordu.

"Babamın yanına gideceğim." dedi Sujin. Sesindeki o boğuk tını, aslında sinirli değil de üzgün olduğunu ele veriyordu. "Eskisi gibi değiliz artık Park Jimin. Sevgimiz aramızdaki bariyerleri yıkamayacak kadar yorgun, benim kalbim senin ayrılığını tekrardan hazmedemeyecek kadar tükenmiş. Ben... Ben yalnızca mutlu olmak istiyorum. Ancak bunu bu haldeyken başarabilmem mümkün değil."

Duyduklarına inanamıyordu Jimin. Öylesine saçma öylesine sahteydi ki bu sözler, asla ama asla sevdiği Sujin'e ait olamazdı. "Yalan konuşuyorsun." dedi kafasını sallayarak. "Sen Sujin değilsin."

Hattın ardından gelen sessizlikle deliren Jimin öfkeyle alt dudağını dişlerken Ağustos ayında dahi üşüdüğünü hissediyordu. Kutupların ortasında kalmış bir çöl tilkisi gibi üşüyor, titriyordu. Hayır, hayır kesinlikle fiziksel bir üşüme değildi bu. Ruhsaldı. Kalbine inen o keskin yolda hipotermi edecek kadar ruhsal.

"Ayrılalım Jimin." dedi genç kız fütursuzca. Şimdi kırmızı ışık tekrar yeşile dönmüş, geri sayım başlamıştı. Kimse karşıya geçmiyor kimse de karşıdan yanına gelmeye yeltenmiyordu. Sokak birden sessizliğe gömülmüş, dünya ikisinin etrafında dönmeye başlamıştı sanki. Bir girdabın içine sürüklenirken, uzay boşluğunda dağılmayan sesinin yenilgisiyle ağlıyordu.

"Daha bir ay önce verdiğimiz sözlere ne oldu?" diye fısıltıyla sorarken, çığlık atacak kuvveti kendinde bulamıyordu. Bir kabus gibi çöken gecenin karanlığında yaşadığı şey çok saçmaydı. Olmaması gereken bir detaydan ibaret saçmalıktı. "Sen..." dedi usul usul. "Beni böyle bırakabilir misin gerçekten? Hayallerimizi, geçmişimizi, sevgimizi terk edebilir misin?"

Kırmızının yanmasına yirmi saniye kala hattı dolduran sesi acımasızdı genç kızın. "Üzgünüm..." diye mırıldandı güçsüzce, "Bazen yeşil ışık yansa dahi karşıya geçmememiz gerekebilir."

Son on saniye kala adımlarını yavaştan hızlıya çevirerek oradan koşarken, Jimin kapanan telefonu elinde sıkıca tuttu ve tüm hızıyla karşıya geçti. Adımını kaldırıma atar atmaz kırmızıya dönen ışıklarla arabalar vızır vızır geçerken, az önce fark etmediği kalabalığı şimdi daha net gördü. Aralarından geçmeye çalıştığı bir yığın şemsiyeli insanlardan kurtulup hızla koşarken, şemsiyesinden gri uzun kollusunun üzerine damlayan yağmuru umursamıyor, ondan elli metre ötede koşan siyah yağmurluklu kızı takip ediyordu. Bir süre daha öylece koştuktan sonra görüş açısına giren siyah bir Hyundai ile duraksadı. Sujin arabaya yaklaşıp yolcu koltuğuna binmeden önce, ona kapısını açan bir genç adamı ve kendisine yönelttiği o kısacık bakışları hayatı boyunca zihninden silip atamayacaktı Jimin.

Arabanın motoru çalışıp oradan uzaklaşırken, Jimin paramparça olmuş halde elindeki siyah şemsiyeyi yere düşürdü. Yağmur damlaları hızla saçlarını ve kıyafetlerini ıslatarak derisine kadar nüfuz ederken, yerde döne döne duraksayan şemsiye gibi kelimeleri de ağzından güçsüzce dökülüp, sonsuz bir acıyla kaplandı.

"Beni bırakma Su-ah..."

Continue Reading

You'll Also Like

4.6K 431 15
•Wattpad MysteryTR 'Gizem ve Sır Dolu Senaryolar' Listesinde. Gözlerinin son anda dolduğunu görünce şok olarak ona baktım. "İşler beklemediğim yerle...
182K 11.7K 33
Diğer insanların galaksisinde milyonlarca yıldız varken benim galaksimde yalnızca sen varsın. #20161222
411 72 11
"Selam ben, nasılsın?" #texting ©sweet-kookiem kapaktaki el benim elim. tşk
72K 5.9K 23
Üniversitesinin serseri çocuğu jungkook, kız arkadaşını rahatlatmak için kayda aldığı inlemelerini yanlışlıkla yeni atanan rektörü Kim Taehyung'a ata...