cherry blossom | pjm

By jisakura

233K 19.7K 18.3K

Wattys 2018 Uyarlamacılar Kazananı "dünyanın geri kalmış tüm toprak parçalarına çiçekler ekiyorsun, tüm dünya... More

🌸 çiçek kokulu giriş 桜
1 🌸 sevgi düşüşü hafifletir 桜
2 🌸 çocuk ellerimizle kardan evler yapardık 桜
3 🌸 bana şarkı söyle 桜
4 🌸 beni yalnız bırak(ma) 桜
5 🌸 cesaretim küçüklüğümden 桜
6 🌸 hayal kurmayı bıraktıran şeyler 桜
7 🌸 saçlara güzel davranan erkek kırmaktan korkar 桜
8 🌸 her şey 'birlik'te 桜
9 🌸 ilk kavga ilk aşktandı belki 桜
10 🌸 darılma bana, hepsi sevdiğimden 桜
11 🌸 korkma, yanındayım 桜
12 🌸 hayalim olur musun? 桜
13 🌸 yağmurla akan gözyaşı 桜
14 🌸 sıkıca sarıl, ağladıkça iyiyim 桜
15 🌸 notalara saklanmış umut kırıntıları 桜
16 🌸 kalp yorgunluğumun sebebi misin? 桜
17 🌸 hislerimi arkama sakladım 桜
18 🌸 hiç mi ayrılmayacağız? 桜
19 🌸 yıldızlara sarıldık bu gece 桜
20 🌸 kiraz çiçeklerinin kaderi 桜
21 🌸 bencillik yapıp 'kal' diyemedim 桜
22 🌸 sen gittiğinde soldum 桜
23 🌸 tavus kuşunun renkleri kayboluyor 桜
24 🌸 kaç bahar geçti üstünden 桜
25 🌸 ansızın gelen kavalye 桜
26 🌸 la vie en rose 桜
27 🌸 ayrılıklar, hep bir başlangıç 桜
29 🌸 keşke, şakaydı diyebilsem 桜
30 🌸 en çok öpücükler can yakar 桜
31 🌸 söyle sevgilim, bileyim 桜
32 🌸 bir adam çok sevdi, kaybetti 桜
33 🌸 portakallı turta 桜
34 🌸 kâbuslarımda da güzelsin 桜
35 🌸 fırtına öncesi sensizlik 桜
36 🌸 nefesinden tanırım seni 桜
37 🌸 zehrimi aldı kokun, ben yine sen oldum 桜
38 🌸 ben severken öldürüyorum 桜
39 🌸 söz, unutursak mutlu olacağız 桜
40 🌸 sona geldik pt.I 桜
40 🌸 sona geldik pt. II 桜
🌸 çiçek kokulu kapanış 桜
🌸 sen benim en güzel yaramsın 桜
🌸 olmuyor işte, ne için bu çaba? 桜
minik bir teşekkür

28 🌸 uğruna feda ettiklerim 桜

3.7K 344 796
By jisakura

"Kötüyüm Milena, sürekli kötüyüm, bu nedenle masumiyet konusunda bu kadar çok haykırıyorum. Kimse cehennemdekiler kadar masum biçimde şarkı söyleyemez, bizim meleklerin söylediğini düşündüğümüz şarkı onların şarkısıdır."






Soğuk fayansın sert gövdesine yasladığım sırtım uyuşmuş, hislerimle birlikte koca bir boşlukta yok olmuştu. Dizlerimi kendime doğru çekip ellerimi birleştirdiğimde yüzüğün metalik varlığı yakıyordu düşüncelerimi. Sanki, havası çekilmiş bir girdabın içinde sürükleniyor, bariyerlerime çarpa çarpa parçalıyordum zihnimi. Çok üşüyordum. Tekrardan büyük bir kabusa, ancak bu sefer çok daha karanlığına saplanırken çok üşüyordum.

"Ne zaman oldu?" Karşımda, banyonun soğuk zeminine oturmuş Rae Yun, yaklaşık beş dakikalık bir sessizliğin ardından sordu bunu. "Yani..." dedi biraz çekinircesine. "Tanrı aşkına korunmadınız mı?"

İçime dolan ürpertiyle titrerken gözlerimi itinayla Rae Yun'dan kaçırıyordum. "Mezuniyet balosundan sonra." diye karşılık verdim cılız sesimle. "Ertesi gün hapı aldım."

Bakışlarını üzerimde hissettiğim arkadaşım, hamile olduğum adamın kuzeniydi. Şarkıcılık kariyerinde ilerleyen, yıllarca kendini adadığı yolda emek veren adamın kuzeni. Ve ben, kendimi o güzel yola konulan bir taştan farksız hissediyordum. "Ya ilk yirmi dört saat içinde almadın o ilacı, ya da yüzde birlik başarısızlık kısmına takıldın." dedi kendi kendine konuşurcasına. "Her halükarda, işe yaramamış. Aptal Jimin, başka korunma yöntemi bilmiyor muydu!"

Utancımdan yerin dibine girmek istiyordum. Oraya gireyim ve milyon yıl çıkmayayım, kimse de bana dokunmasın istiyordum. Ama olmuyordu, ne yaparsam yapayım bir şekilde şanssızlığın oltasına takılan bir balık gibi çaresizce çırpınmaktan başka bir halt yapamıyordum.

Sessiz kalmayı seçip boş boş zemine bakmayı sürdürdüğümde, "Bana neden anlatmadın Sujin?" diye sordu kırılmış bir ifadeyle. "Hayatımızın ilklerini hep birbirimize anlatmayacak mıydık biz?"

Yanaklarımda kurumuş gözyaşlarına yenileri eklenmeden evvel alt dudağım titriyordu. Korka korka yüzüne çıkardığım bakışlarımla, Rae Yun'un anlayışla dolu yüzüyle karşılaştım. Kırılmış ama anlayışla dolmuş bir yüz. "Ben..." dedim sesimin kısıldığını yeni yeni fark ederken. Boğazım ağlamaktan kanayacak raddeye gelene değin acımıştı. "Utandım. Küçük bir kaçamak olduğunu düşündüm ve söylemek istemedim."

Rae Yun burukça gülümserken tekrar ağlamaya başladım. "Ben ne yapacağım Yun?" diye sordum çıkış yolu ararcasına. Koca bir labirentin içerisindeydim sanki. Her yol yeni bir karmaşaya çıkıyordu. "Ben şimdi ne yaparım..." Ellerimle çoktan çözdüğüm kahverengi soluk saçlarımı iki yandan kavrarken kendi kendime aynı şeyleri tekrar edip duruyordum. Rae Yun, kollarını bana sarıp sakinleşmem için saçlarımı okşarken daha çok ağladım. Anneme ihanet etmiştim. Söz verdiğim gibi iyi bir kız çocuğu olamamıştım.

"Sshh... Sakinleş güzelim, bir yolunu bulacağız." diye teselli vermeye çalışan Rae Yun'a sarıldığımda güçsüz kollarım bedeninde emanet gibi duruyordu. Beni banyodan çıkarıp yatağıma yatırdıktan sonra getirdiği suyu titreyen ellerimle tutup içmiştim. Sırtıma destek veren yumuşak bir yastık koyduktan sonra hemen yanıma oturarak alnıma düşen saç tutamlarını çekti usulca. Gözlerindeki şefkat bile, içinde bulunduğum hüzne merhem olamıyordu.

Karnımın üzerindeki elimi tutarak tereddütle bana baktığında söyleyeceği şeyi az çok anlamıştım lakin yine de duymaktan korkuyordum. "Jimin ile konuşmalısın." dedi gözlerimin içine bakarak. "Birlikte sorumluluk almalısınız."

Anında doğrularak hızlanan kalp atışlarımı bastıramadan "Hayır Yun!" diye çıkıştım. "Sakın..."

"Suji-"

"Jimin'e hiçbir şey söyleyemezsin. Böyle bir bebek olduğunu bilmemeli."

Kaşlarını çatmış tuttuğu elimi bırakırken öfkeliydi. "Saçmaladığının farkında değil misin sen?!" diye yüksek perdede azarladığında ifademde hiçbir şey değişmemişti. Kararım kesin, sözlerim de bir o kadar keskindi. "O bebeği tek başına mı yaptın sanki? Bunu bilmeye hakkı var Sujin!" Ayağa kalkıp bir elini alnına bastırıp odanın içerisinde gelip giderken, Rae Yun'u ilk kez bu kadar hiddetli görüyordum. "O babası..." dedi karnımı işaret ederken. "Yapamazsın."

Histerik bir gülüş yollayıp nevresimi yumruk yaptığım elimin içinde sıkarken eklemlerim beyazlaşmıştı. Vereceğim kararların sorumluluğunu taşımak zorunda olduğumun farkındaydım. Geri dönüşü olmayan hatalarla, bembeyaz bir hayatı karartmaya hakkım yoktu.

"Tüm hayatı alt üst olur." dedim kafamı sallayarak. "Bunca yıl uğruna didindiği her şey, tek bir hatasıyla yıkılır ve ben bunun vicdan azabıyla yaşayamam." Gözlerimi bana ciddiyetle bakan arkadaşımın gözlerine diktiğimde en ufak bir tereddüt hissetmiyordum. Hayır, bunca yıl bencillik yapamamışken, şimdi intikamımı bu şekilde alacak kadar gaddar değildim.

"Jimin'e tek kelime dahi edersen," dedim şu zamana kadar ona karşı hiç kullanmadığım ciddi bir tavırla. "Seni asla ama asla affetmem Yun."


Kendimi sessiz kampıma kilitleyeli neredeyse bir hafta oluyordu. Yalnızca yatak ve tuvalet arasında mekik dokuduğum, sabah kusmalarıyla güne başladığım yedi koca gün. Kapalı tuttuğum telefonum komodinin üzerinde bekçi gibi dikilirken, dakika başı yanıma uğrayan Yun'un kontrolleriyle geçiriyordum zamanımı. Beni zirilyon kez arayan Jimin, kuzeninden bana ulaşabilse de onunla konuşmuyordum. Rae Yun her seferinde ona hasta olduğumla alakalı yalanlar söylese dahi, Jimin'in inanmadığını, gelmek istese dahi yakında yayınlanacak albümleri için hazırlıkta olduğunu biliyordum.

Ancak hiçbir şey, babamla konuşurken ona anlatmak istediğim şeylerin ağırlığı kadar yakmıyordu canımı. Söyleyemediklerimin acısı kadar, dilime batıp yüreğimi yakanlar kadar mahvetmiyordu varlığımı. Sujin, bu sefer bataklığa saplanmıştı. Onu her çırpınışında aşağıya çeken devasa bir bataklığa hem de.

Rae Yun perdelerini çektiğim odama ismimi haykıra haykıra girene kadar, sessiz gözyaşlarımı akıttığım Bay Tipsiz'in eskimiş bedenine sarılmış, hayaller kuruyordum. Şimdiki güçsüzlüğümün olmadığı, henüz hazır olmadığım yeni bir varlığı taşımak durumunda kalmadığım hayaller. Hepsinde o vardı, o güzel gülüşüyle baharlarımı çiçeklendiren, kalbinin efsunluğuna tutulduğum adam.

"Seçmeler Sujin!" diye dikildi başımda Rae Yun. Elindeki telefonu tutan eli titriyor, gözleri ışıl ışıl parlıyordu. "KAZANMIŞIZ! ÜÇÜMÜZ DE KAZANMIŞIZ!"

Yerinde zıplarken, ona çevirdiğim bakışlarım esrarengiz bir mutlulukla şenlendi önce. Hayallerime kavuştuğum için kendi çapında sevindi bu güzel habere. Ancak çok uzun sürmeden kafama dank eden ani gerçekle neşeyle kısılan gözlerime kara bulutlar çöktü. Bana heyecanla sarılan Rae Yun'un kollarından kendimi çekerken, biricik dostumun gülüşü de hareketimle soluverdi.

"Sevinmedin mi?" diye sordu hüzünle. "Bak, kazanamayacağım sanmıştın. Başardın Sujin!"

Buruk bir gülüş dudaklarıma yerleşirken, "Sence gidebilecek miyim?" diye sordum acıyla. "Okula devam edebilir miyim ki?"

Şimdi öfkeli bir hışmın çöktüğü bakışlarıyla beni süzerken çenemi tuttu ve "Bana bak gerizekalı." dedi sinirle. "Okula gidebilecek miyim de ne demek oluyormuş? Hamilesin diye kendini dünyadan mı soyutlayacaksın? ASLA İZİN VERMEM!"

"Ondan gizlenirken, okula nasıl gidebilirim?" diye sordum cevap bulamayacağım sorular sormaktan yorulmuş halde. "Üstelik, insanların gözünde nasıl bir imaja sahip olacağımı düşündün mü? Babasını sorduklarında ne diyeceğim?" Kafamı olumsuz anlamda sallarken bu sefer acım ağlamanın ötesindeydi. Hayatımda sahip olduğum her hayalim, toz pembeden siyaha dönüşürken gözyaşlarıyla anlatamıyordum. Hayır, çok fazlaydı. Benim bile taşıyabileceğim bir acı değildi bu.

Elimi tutan Rae Yun, "Seni asla yalnız bırakmam Sujin." dedi. "Bak, istemediğinin farkındayım ancak, en azından-"

"Yun..." diye böldüm lafını tamamlayamadan. "Lütfen."

Ardından daha fazla diretmeden alnıma bir öpücük kondurup odadan çıktı ve beni tekrar yıkılmış hayallerimin enkazlarıyla dolu koca bir denizin ortasında yalnızlığımla baş başa bıraktı.


Frenk üzümü ve vanilya karışımı cennet kokusu burnuma dolduğunda rüyalarımda bile onu özlediğimi anlamıştım. Hiç bitmesini istemezken, yavaş ama derin derin içime çektim kokusunu, fakat bu sefer sıcak bir nefesi saç diplerimde, elleriminse yorgan yerine inip kalkan bir şeyin üzerinde olduğunu duyumsayarak gözlerimi açtım. Hayır, cennet rüyalarımda değildi. Cennet kollarımın arasındaydı. Belime sarılan kolu hasebiyle gözlerimin hizasında duran göğsü inip kalkıyor, elim de göğsünün üzerinde ona uyum sağlıyordu. Ne zaman gelmişti, nasıl hiç fark edememiştim bilmiyordum. Lakin, bir uyuşturu gibi kan dolaşımımı saran huzurunun bu defa yanlış olduğunu biliyordum. İkimiz artık bir doğru etmiyorduk, birlikteliğimiz eskisi gibi masum bir çocukluk aşkına benzemiyordu.

Gözlerimle incelediğim gri tişörtünün altından sıcaklık yayan bedeni bile ağlama isteği doğururken yüreğimde onu uyandırmamak için nefes dahi almıyordum. Uyanırsa, ne diyeceğimi bilemiyordum çünkü. Gözlerinin içine bakıp ona nasıl soğuk davranacağımı bilmiyordum. Tek isteğim uyanmadığımı görüp gitmesiydi öylece. Fakat böldü düşüncelerimi bir anda, yıkıverdi tüm planlarımı.

"Uyumadığını biliyorum." diye mırıldandı uykulu sesiyle. Ah, ne çok özlemiştim o yumuşacık melodili mırıltılarını. Şarkı söyleyişiyle uyuturken, derdime merhem olan varlığını, ne çok özlemiştim.

Ses etmediğimde saçlarıma dayadı burnunu, koklayıp öptü. Hareketleri yavaş ama dokunaklıydı. Şiir gibiydi, her şeyi, kendi de dahil her bir detayı. "Yapma böyle." dedi hüzünle. "Beni kendinden uzaklaştırma. Canını yakan bir şey varsa anlat."

Yine sustum. Gözlerimi kapayıp kesilen nefesimin akciğerlerime yaptığı baskıyı azaltmaya çalışırken daha çok hırpalandım. Saçlarımdan eksilen sıcak nefesiyle, orta boydaki bazamda kıpırdanıp kafalarımızı aynı hizaya getirdiğini hissettiğimde gözlerimi açtım usulca. O an, havanın çoktan kararmaya durduğunu, açılan perdelerimden sızan ikindi güneşinin koyu kahverengine boyattığı saçlarında harelenişinden anladım. O siyahtan arındırıp geçmişe bez çekerken, bense git gide koyulaşıyordum. Ona, bu renk çok yakışırken, ben onu aynı siyaha tekrardan çekemeyeceğimi daha iyi anlamıştım. Yapamazdım. Hayır, yapmayacaktım.

"Ne zaman geldin?" diye sorduğumda sesim beni bile şaşırtacak kadar dirençliydi. Göz bebeklerine yansıyan şaşkınlıkla kırpıştırırken gözlerini haylaz bir tebessüm belirdi dudaklarında.

"Bir saat oluyor." dedi gözlerini kısarak. "Uyanmanı beklerken uyuyakalmışım."

Hafif şişmiş gözleri ve kızarmış dudaklarıyla öylesine masum ve büyüleyici gözüküyordu ki ondaki değişikliği fark etmem biraz zaman aldı.

Ellerim istemsizce alnından çekilen tutamların üzerine giderken, "Saçların..." dedim gülümseyerek. "Yakışmış."

Utangaç bir tavırla belimdeki elini yeni tarzdaki havaya kalkmış saçlarının arasına daldırırken benim elimi tutup gülümsedi. "Yeni albümümüz için." dedi heyecanla. "Üstelik artık seninkiyle de uyumlu oldu."

Hayır. Benimki yalnızca dış görünüşte o güzel renkten, diyemedim.

Bir süre daha inceledikten sonra yüzümü, saçlarının arasından çektiği elimin üzerine öpücük kondurup, tek kolunu başının altına kıvırarak diğer eliyle alnıma düşen saçları kulaklarımın arasına yerleştirmeye koyuldu. "Bir hafta boyunca çekimler için şehir dışındaydık." dedi hüzünle. "Yanına gelemedim, hastalığın boyunca destek olamadım." Dudakları küçüklüğündeki gibi büzülürken gözleri buğulandı. "Özür dilerim."

Bir süre öylece gözlerine dalıp giderken ne diyeceğimi bilemedim. Koca bir boşlukta hissediyor, adım atacağım her yerin beni dipsiz bir çukura yolcu etmesinden korkuyordum. Bu nedenle yalnızca kafamı sallamayla yetindiğimde yüzünü biraz daha yaklaştırıp alnıma sımsıcak bir öpücük kondurdu. Onu itemiyordum, kendimden uzaklaştıramıyor, hareketlerini engelleyemiyordum. Konu o olduğunda, güçsüzlük abidesi oluyordum. "Sorun ne bilmiyorum Su-ah." dedi kırılmış ifadesini gizleyemeden. "Fakat sorun, sana ayıramadığım zamansa, seni suçlamaya hakkım da yok biliyorum." Sorun sandığın gibi basit nedenlerden kaynaklı olmalıydı Jimin. Sorun yalnızca görüşemeyecek kadar yoğun olmandan kaynaklanmalıydı. Fakat değildi. Ve bunu yalnızca ben biliyordum.

Gözleri parıldadı ardından. "Ama endişelenme Su-ah" diye cıvıldadı. "Arada böyle boş vakit bulacağım artık. Ve ilk iş senin yanına geleceğim."

"Hayır Jimin." diye reddettim kafamı olumsuz anlamda sallarken, "Bunu yapmanı istemiyorum."

Biçimli kaşları bebek yüzünde çatılırken soluğu soluğuma karışıyordu. "Neden?"

"Tehlikeli." diye kestirip attım. "Ortaya çıkarsa, grubunu lekeleyebilir."

Ve Min Sujin, tekrardan müzik grupları yüzünden kaybettiği hayat damarına baktı hüzünle. Onun dediği, inkar edip dil dökmeye çalıştığı hiçbir bahaneyi dinlemedi. Sevdiği çocuk ona daha bir sürü şey anlatıp saçlarıyla oynarken, içten içe aralarında duran üçüncü kişinin kalbine verdiği yıkımı hissetti. Yaşamının kırıklarını temizlerken, eline saplanan her parçada daha çok kanadı. Sessizce, hissettirmeden.

"Dalga mı geçiyorsun? Ben senin için neyim?
Sana kolay gibi mi geliyorum? Benimle oynuyor musun?
Tehlikedesin şimdi,
Neden beni deniyorsun?"* Melodik sesiyle kulağıma fısıldarken ekledi. "Yeni şarkımız. Klibini mutlaka izle, yakışıklı çıktım."

"İzleyeceğim." dedim gülümsemeye çalışırken. İzleyecektim.

"Seçmeleri kazandığını bana neden söylemedin?" diye sordu bu defa. Hep açığımı yakalıyor oluşu, hazırlıksız yakalıyordu beni.

"Fırsat olmadı." dedim mutlu görünmeye çalışarak.

"Başaracağını biliyordum dedi burnuma küçük bir öpücük bırakırken. "Benim küçük mankafam hep başarır."

Ardından, sebebini sormadan sarılırken bedenime, ağlayışlarımı dindirmek için uğraşmadı. Ne için olduğunu dahi bilmeden, serbest bırakırken ruhumu, fütursuzca sarıldı. İşte onu bu yüzden seviyordum. Üstelemeyip, duygularımı doyasıya yaşatırken, sevgisini mahrum bırakmayışından ötürü tutuluyordum ona. Bana farkında olmadan acıların en büyüğünü verirken, aynı varlığıyla yaralarımı masumca öpüşlerinden dolayı vurgundum. Canını yakmak istemeyişim, kendimin bile kabul etmediği bir şey uğruna hayatını yok edemeyişim bundandı işte.

"Sana getirdiğim hediyeye iyi bak." dedi dudaklarıma kondurduğu busenin ardından, yanımdan ayrılıp gitmeden evvel. Ne hediyesi olduğunu sormadan kapıyı kapattığında hava kararmıştı. En büyük hediyesi karnımdayken, benim ona karşı duyduğum kin çok yanlıştı. Hayır, sevmeliydim onu. Bana veren kişiden ötürü aşık olmalıydım varlığına. Ama aynı küçük kalbin beni paramparça edişinden ötürü buruktu bu hislerim. Kine sarmalanan koca bir burukluk.

-

Yarım saat daha oyalanırken yatağımda, dış kapının kapanış sesiyle gittiğini anladım. Yataktan sarkıttığım bacaklarıma diktim bir süre bakışlarımı. Kapının altından sızan aydınlığa odaklandım sonra. Başım felaket bir şekilde dönüyor, gözlerim odanın karanlığına teslim oluyordu. Komodinden destek alarak kalktıktan sonra salona doğru adımladım yavaşça. Kapıyı açmamla gözlerimi kamaştıran ışık, eski bir mağara yerlisi gibi hissettirmişti kendimi. Rae Yun, elindeki kitaptan kaldırdığı bakışlarını bana sabitlediğinde yüzünde kocaman bir tebessüm belirmişti.

"Gün karanlık uykucu. " dediğinde ben de gülümsedim. Daha doğrusu ne kadar mümkünse yapmaya çalıştım. Masanın üzerini işaret ederken, "Kuzenim seni hediye yağmuruna tutmuş." dedi. Kafamı köşedeki siyah plastik örtüyle kaplı yemek masasına çevirdiğimde beyaz bir tül paketin içerisinde uzanan mavi gül demetini fark ettim. Nadir bulunan bu güllerin simgelediği şey, imkansızlıktı. Kolayca tutulamayan bir kişiye sahip oluşu simgeler, varlığı gibi gizemli bir sevgiyi ifade ederdi güzelliğiyle. Bunu Jimin'e hiçbir zaman söylemediğim halde, mavi güllerin en sevdiğim gül çeşidi olduğunu biliyordu.

Gül demetini elime alıp kokusunu içime çektikten sonra yanında duran kutuyu fark ettim. Paketi dikkatle açtığımda beni karşılayan şey, en sevdiğim iki tatlının birleşimiydi. İncir dolgulu çikolata. Yüzüme yerleşen küçük tebessümle birlikte oturduğu yerden bana eşlik eden Yun, "Eniştemiz çok düşünceli." dedi etkilenmiş bir şekilde. "Kendini affettirmenin yollarını iyi biliyor. Sevdiceğinin kalbini midesine giden yoldan kazanıyor."

Ona cevap vermeden paketi yerine koyarken bir süre tepki veremedim. Ne yapacağıma dair en ufak bir fikrim dahi yokken, karşıma çıkan her detayda daha çok fırtınaya kapılıyordum. Ben, yoğun bir bulutun içerisine hapsolmuşken bacağımda hissettiğim yumuşaklıkla, aniden kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. Aşağı baktığımda karşılaştığım şeyi, bin yıl düşünsem aklıma getiremezdim.

"Bir de sana bakıcılık etsin diye Calico kedisi almış." dedi Rae Yun cıkcıklayarak. "Beni yetersiz görüyor herhalde."

Yere eğilip, hırıltılarıyla başını bileğime sürten sarı, beyaz ve kahverengi tüylerle kaplanmış küçük kediyi kucağıma alıp okşarken paramparçaydım. Hediyeden kastını anlamış, bana verdiği ikinci canla birlikte gözyaşlarımı tutamamıştım.

Park Jimin, onu engellemeye çalışırken ördüğüm her bir duvarı yıkıyordu. Yine onun kollarına döneceğimi biliyor, bahşettiği en ufak şeyle dahi dünyalarımı çiçek bahçesine çeviriyordu. Ama ben, yine de o çiçek bahçesinde karanlık bir güzelliğe sığınmak yerine çok daha acı bir yolu seçtim.


"Sen..." dedi Rae Yun koşmaktan nefes nefese kalmış halde. "BUNU NASIL YAPARSIN?"

Hastane kapısından ona doğru koşarak kollarının arasına bırakırken kendimi burnumu boyun girintisine gömerek ağladım. "Yapamadım." dedim hıçkırıklarım arasında. "Onu almalarına izin veremedim Yun-ah."

Kadın doğuma girdiğim ilk andan itibaren, aldığım kürtaj randevusu yüzünden elim ayağıma dolanmıştı. Daha en başından, bunu o masum varlığa yapamayacağımın farkındaydım. Yine de, hayatımdan en sevdiğim insanı çıkarmak yerine onu almalarını istemiştim. Caniydim, acımasızdım ama yine de doktorun odasına girip, işlemi yaptıkları yatağı gördüğümde tüm bu vahşete hazır olmadığımı anlamıştım. Sessizce geldiğim bu binadan ağlayarak çıkarken, o küçücük cana kıyamamıştım. Hayır, hayatımı mahvedecekti. Beni yıkacak, karnımda büyürken hayallerimi küçültüp yok edecekti. Ama yine de, buna hakkım yoktu. Nasıl babasının hayatını karartmaya imkanım yoksa, ona zarar vermeye de yoktu. Yine, tüm suçu yüklenecek olsam dahi, bencillik yapamadım. En büyük hatam bu olsa dahi, onun canını almalarına göz yumamadım.

Rae Yun nasıl öğrendiyse gelmişti yanıma. Belki sabah evden erkenden çıktığım için, beni yatağımda göremeyince endişelenmişti. Belki de canıma kıyacağımı zannederken aklına burası gelmiş, anlamıştı. Suçlulukla kollarından ayrılırken onun da gözlerinden süzülen yaşları görünce hata ettiğimi anladım. "Çok korktum." dedi hüzünle. "İkinizden birine bir şey olacak diye çok korktum."

Ellerini yanaklarımın üzerine koyup gözyaşlarımı silerken, "En doğru olanı yaptın." dedi güç verircesine. "Onu öylece göndermeyerek en doğru olanı yaptın kız kardeşim."

Eğer Yun olmasaydı, hayatım hangi yöne kayardı bilmiyordum. En büyük acılarımla nasıl boğuşur, çığlıklarımı nasıl yutardım bilmiyordum. O, bana verilmiş en güzel hediyelerden biriydi. Yanımda kalan tek ailem, sarılıp tutunabileceğim tek dalımdı.

"O halde, artık Jimin'e söyleyeceksindir? Sonuçta, bu bebeği doğuracaksan gizli saklı yapamazsın." dedi doğrulamaya çalışarak. "Önünde sonunda öğrenecek, o senin sevgilin."

Gözlerimi, onun saçlarıyla uyum sağlayan kestane irislerine sabitlerken üzerimdeki ince hırka yaz rüzgarında uçuşuyordu. Düşünceler beynimi kemiriyor, müteredditli ruh halim yakayı ele veriyordu. Artık, yalnızlığıma çiçek olacak bir Jimin'im olmayacaktı. Hayır, bu kürtajı yaptırsaydım ona dönerdim belki. Eskisi gibi olmaya çalışır, bir süre sonra unuturdum, belki... Ama şimdi yaptığım seçimle, bir şey netleşmişti. Fedakarlık yapmak zorundaydım. İkisini aynı anda isteyecek kadar yüzsüz olamayacağıma göre, birini kendimden uzaklaştıracaktım.

"Ben..." dedim iç çekerek. Yanaklarımda kuruyan gözyaşları acı acı gülümsememi dahi engelliyordu.

"Ondan ayrılacağım Rae Yun."

-

*BTS - Danger

*

Soğuk bir Fraydeyden hepinize merhabalar. Sizi çok ösledim ♡

Kitap da artık ağır dram yoluna girmişken, buraya uzunca bir şeyler yazmak niyetinde değilim. Fakat ne olur bana kızmayın, vallahi minnoş şeyler yazmak istiyorum ama artık son kısımdayız ve final için kitabın temasına ayak uydurmalıyım.

Ayrıca yorumlarınıza aşığım, gelecek cumaya buluşalım ❤🌸

Continue Reading

You'll Also Like

4.6K 433 15
•Wattpad MysteryTR 'Gizem ve Sır Dolu Senaryolar' Listesinde. Gözlerinin son anda dolduğunu görünce şok olarak ona baktım. "İşler beklemediğim yerle...
78.9K 6.4K 24
Üniversitesinin serseri çocuğu jungkook, kız arkadaşını rahatlatmak için kayda aldığı inlemelerini yanlışlıkla yeni atanan rektörü Kim Taehyung'a ata...
82.4K 5.8K 21
"Aşkı öğrendiğinde daha kötü bir yazar olacaksın Jung Hyeya."
182K 11.7K 33
Diğer insanların galaksisinde milyonlarca yıldız varken benim galaksimde yalnızca sen varsın. #20161222