cherry blossom | pjm

By jisakura

233K 19.7K 18.3K

Wattys 2018 Uyarlamacılar Kazananı "dünyanın geri kalmış tüm toprak parçalarına çiçekler ekiyorsun, tüm dünya... More

🌸 çiçek kokulu giriş 桜
1 🌸 sevgi düşüşü hafifletir 桜
2 🌸 çocuk ellerimizle kardan evler yapardık 桜
3 🌸 bana şarkı söyle 桜
4 🌸 beni yalnız bırak(ma) 桜
5 🌸 cesaretim küçüklüğümden 桜
6 🌸 hayal kurmayı bıraktıran şeyler 桜
7 🌸 saçlara güzel davranan erkek kırmaktan korkar 桜
8 🌸 her şey 'birlik'te 桜
9 🌸 ilk kavga ilk aşktandı belki 桜
10 🌸 darılma bana, hepsi sevdiğimden 桜
11 🌸 korkma, yanındayım 桜
12 🌸 hayalim olur musun? 桜
13 🌸 yağmurla akan gözyaşı 桜
14 🌸 sıkıca sarıl, ağladıkça iyiyim 桜
15 🌸 notalara saklanmış umut kırıntıları 桜
16 🌸 kalp yorgunluğumun sebebi misin? 桜
17 🌸 hislerimi arkama sakladım 桜
18 🌸 hiç mi ayrılmayacağız? 桜
19 🌸 yıldızlara sarıldık bu gece 桜
20 🌸 kiraz çiçeklerinin kaderi 桜
21 🌸 bencillik yapıp 'kal' diyemedim 桜
22 🌸 sen gittiğinde soldum 桜
23 🌸 tavus kuşunun renkleri kayboluyor 桜
24 🌸 kaç bahar geçti üstünden 桜
26 🌸 la vie en rose 桜
27 🌸 ayrılıklar, hep bir başlangıç 桜
28 🌸 uğruna feda ettiklerim 桜
29 🌸 keşke, şakaydı diyebilsem 桜
30 🌸 en çok öpücükler can yakar 桜
31 🌸 söyle sevgilim, bileyim 桜
32 🌸 bir adam çok sevdi, kaybetti 桜
33 🌸 portakallı turta 桜
34 🌸 kâbuslarımda da güzelsin 桜
35 🌸 fırtına öncesi sensizlik 桜
36 🌸 nefesinden tanırım seni 桜
37 🌸 zehrimi aldı kokun, ben yine sen oldum 桜
38 🌸 ben severken öldürüyorum 桜
39 🌸 söz, unutursak mutlu olacağız 桜
40 🌸 sona geldik pt.I 桜
40 🌸 sona geldik pt. II 桜
🌸 çiçek kokulu kapanış 桜
🌸 sen benim en güzel yaramsın 桜
🌸 olmuyor işte, ne için bu çaba? 桜
minik bir teşekkür

25 🌸 ansızın gelen kavalye 桜

4.5K 394 795
By jisakura

"Bana seslendiğinde,
Senin çiçeğin oluyorum.
Sanki bunu bekliyormuş gibi,
Büyüleyici bir şekilde çiçek açıyoruz."


İnanılmazdı.

Işık saçan varlığı, gülüşündeki o munis heyecanı, sesine yerleşen özlemin en güzel tınısı ve sıcacık teninin ruhuma değdiği an tüm duygularımı ihya edişi; tek kelimeyle inanılmazdı. Gözlerimi açıp kapayıncaya kadar geçen o kısacık sürede bile kalbime yerleşen rüya olduğu korkusu titretiyordu beni. Bir kez daha dokunursam şayet, toz olup uçacakmış sandığımdan kalbim çağlayan gibi hararetle akıyordu düşlerimin nehrine doğru. Kapıyı ilk açtığım anda çığlık atarak sığındığım kollarının o huzur dolu heyecanına öylesine kapılmıştım ki, gece yarısı aynı kolların arasında olmama rağmen kendime gelemiyordum. Ki, sıcacık nefesini boyun girintime doğru böylece üflemeye devam ettiği sürece kendi benliğime dönmem de imkansızdı. Ona karışıp renklerinde yok olmak varken, tekrar siyah bir kurşun kaleme benzeyemezdim.

Evimizin en sevdiğim kısmındaydık şimdi. Penceresi boydan boya uzanan, köşesine siyah piyanomun kurulduğu çatı katındaydık. Bu gece Rae Yun bizi yalnız bırakmak istediği için akşam yemeğinden sonra evine gitmişti. Ona karşı biraz mahcup hissediyordum, Jimin geldiği için sanki onu ikinci plana atmışım gibi. Fakat telefonda heyecanla yarınki alışverişimiz hakkında konuşunca içim rahatlamıştı. Beni öyle biri olarak düşünmesini istemezdim.

Sırtımı onun sertleşmiş göğsüne yaslamıştım ve o da kollarıyla sıkıca beni sarmalıyordu. Eşsiz kokusunun buram buram ciğerlerime doluştuğunu ve her nefes alışımda yaşadığımı hissediyordum. Yıllar sonra yeniden yaşıyordum. Hasret kaldığım tüm duyguları hoyratça kendime katmak istiyor, ayrı geçirdiğimiz tüm saniyelerin öcünü almak istiyordum.

"Sözümü tutamadım." diye donuk bir sesle mırıldanıp huzurlu sessizliğimizi bozana kadar da bunu yapmayı başarmıştım aslında. Parmaklarıma dolaşan yumuşak parmaklarıyla oynayarak yüzüklerimizin birbirine değişini keyifle hissederken, söylediği şeyi kafamda tartmaya çalışıyor anca yorgun hissediyordum. Evet, kesinlikle söz verdiği vakitte gelmemişti ya da gelememişti, fakat yine de bunları konuşarak anımızı mahvetmek ne kadar mantıklıydı? Hele ki ona, kapı girişinde sarılıp defalarca göğsünü yumruklamış, bir yığın hakaret içerikli sözcüklerin arasında zırlayarak ağlamış ve özlemimi bağırıp çağırmışken, bunu uzatmaya hakkım var mıydı? Yoktu.

Avuç içine baş parmağımla yuvarlak desenler çizerken, kalbimin gümbürtüsünü yok sayarak meraklı bir ses tonuyla "Min Soo teyze burada kaldığını biliyor mu?" diye sordum. Konuyu değiştirmeye çabaladığımı fark ettiğinde histerik ama ona bir o kadar yakışan yakıcı gülüşü yankılandı kulağımda.

"Seni beklettim." dedi ikircikli bir tavırla. Sanki bunu bilmiyormuşum gibi.

"Seni özlemiştir." dedim tekrardan konuyu saptırarak, "Albay amca da."

Cümlemi tamamlar tamamlamaz omuzlarımdan sıkıca tutan Jimin, beni kendine çevirdi ve yüzlerimiz hizalanırken oturduğumuz minder biraz kaydı. "Su-ah!" dedi sitem edercesine. "Neden özür dilememe izin vermiyorsun?" Ben sessizce buğulanan gözlerine yansıyan ay ışığında kaybolurken boğazımı yakan acı feryatlarımı yuttum. Ağlamasına ramak kalmış halde acıyla gülüp kafasını sağa sola sallarken, "Seni yalnız bırakmak zorunda kaldığım için iki yıl boyunca kahırdan kıvrandım." dedi. "Benim için ne anlama geldiğinin farkında değil misin?"

Hah. Ben yaşamış mıydım ki?

"Özür dilenecek bir şey yok Jimin." dedim yıllardır hasret kaldığım yüzünü doyasıya seyrederken. En ufak detayına kadar aklıma kazımak istiyordum, yapamadığım her saniye kendime küfredeceğimi bildiğimden onu dibine kadar yaşamak istiyordum. Her ne kadar onu geç geldiği ve beni onsuz koyduğu için yakıp yıkmak istesem de cümlelerim de ruhum gibi acıyla olgunlaşmıştı sanki. Küçük ruhum, süs kirazı ağacı gibi dallanıp budaklanmış, zararlarıyla erginleşen bir genç kız olmuştu. Kaybedecek en küçük şeye tahammülüm yoktu çünkü, en küçük saniyeye dahi, yoktu. "Zamanında gelmemiş olabilirsin, sözünü tutamamış da. Bunların hiçbir önemi yok anlıyor musun?" Sıcaklaşmış yanaklarına ılık avuç içlerimi bastırırken çökük avurtları değişimin ilk darbesini yüzüme okkalıca çarpmıştı. Ama görmezden gelmeyi seçtim. "Sana kavuştum ben!" diye coşkuyla ona söylenirken gülüşünden öpmek istedim. "Asıl sen bunun ne anlama geldiğinin farkında değil misin?"

Afallamış bakışları göz bebeklerine kadar sinen şaşkınlıktan belliydi şimdi. Koca bir tebessüm dudaklarına yerleşirken beni gövdesine doğru çekip sıkıca sarıldı ve saçlarıma birbirinden yakıcı onlarca öpücük kondururken "Hayatımın en güzel hediyesisin sen." dedi. "Hiç hak etmediğim bir hediyesin."

Varlığım bir anda çiçeklenmişti sözleriyle. Kendimi dünyanın en şanslı insanı hissetirecek kudretteki ruhunu ömür boyu kendime saklamak istedim. Kollarımı karşılık olarak sıcacık bedenine sarmalarken yüzümü gömdüğüm boynunun huylandığı kısmını öperek, "Kavalyem." dedim. "Hayatımın biricik kavalyesi."

Her gece, ağlayarak kurduğum düşlerin gerçeğe ilmek ilmek dokunuşunu görüyordum sanki. Bir peri masalının ortasında gibiydim ve her şey kalp okşayan bir senaryonun ürünüydü. Kahkahasından öpüşlerine kadar masalsıydı. Kıkırdayarak saçlarımı okşarken "Sshh...Annemin geldiğimden haberi yok." diyip dudaklarına işaret parmağını bastırarak haylaz bir çocuğun işlediği kabahati örtmeye çalışan haline kadar, tümüyle masalsıydı hem de.

Heyecandan ölüyordum. Baloya saatler kala odamda Rae Yun ile hummalı bir hazırlığa girişmiştik ve bu tür şeylerle aramın olmadığını belli edercesine sakar davranıyordum. Önce, elbisemin küçük bir kısmına ruj sürmüş ve yarım saat onu çıkarmayla uğraşmış ardından rimeli halıya düşürüp diğer yarım saatte de onunla ilgilenmek durumunda kalmıştım. Üstelik Rae Yun'un elbisesinden yanlışlıkla koparttığım ufak çiçeği -zaten elbisenin üzerinde emanet gibi duruyordu- ve en sevdiğim inekli bardağı kırdığımı da sayarsak resmen tüm lanetleri üzerinde taşıyan bir cadıya dönmüştüm.

Fakat tüm bunlara rağmen, mutluluktan ölmek üzereydim. İstediğim iki şey aynı anda oluyordu ve ben uzun zaman sonra ilk kez böylesine neşe saçıyordum. Bu nedenle yaptığım sakarlıkların hiçbirini kafama takmıyordum, Rae Yun da bu nedenle bana hiç kızmamıştı.

Üst kısmı çiçek işlemeli dantellerle kaplı, belinden tül eteğine doğru çiçek dantellerinin ara ara uzandığı omuzdan askılı toz pembe elbisemin fermuarını çekip, su dalgası yaptığı karamel rengindeki hafif seyrelmiş saçlarımı omuzlarımdan aşağı bıraktı. Sesi cıvıl cıvıldı.

"Gerçek bir prenses oldun Sujin-ah!" Ellerini kavuşturarak tamamen onun ürünü olan elbisemi ve yüzümü inceledi. Elbiseyi birlikte seçmiş, makyajımı ve saçımı ona yaptırmıştım. Çünkü Rae Yun, moda konusunda benden yüzlerce adım ileride olan bir dahiydi.

"Sen de nükleer bomba gibi oldun Yun, şu asalete bak!" derken hiç olmadığım kadar ciddiydim. Son anda karar verdiği; üstten taş işlemeli, mürdüm rengi belden oturtma zarif elbisesi onu öylesine güzel göstermişti ki, ilk denediği elbiseler yanında bir hiç kalırdı.

Masadaki pudrayı alıp yanaklarıma hafifçe sürerken, "Bunu iltifat olarak alıyorum." diyip güldü.

Ona imalı bakışlar atarak "Saman beyin alev alacak." dediğimde kaşlarını çatarak utanan ifadesini beceriksizce gizlemeye çalıştı. Ancak Rae Yun'du bu, ben bir şey söylersem o bin katıyla döndürürdü cevabı. "Bence başka birileri çoktan kül oldu ama neyse." diyip bana bıyık altı bir gülüş atarken gözlerimi devirdim.

Son hazırlıklarımızı da yapıp parfümden ozon tabakasını delecek hale gelen odadan çıkarken kapı zili duyuldu. Elimde tuttuğum topuklularla aşağı hızla inerken Rae Yun da maskeleri salondaki masanın üzerinden alarak yanıma ulaştı.

Kapıyı açar açmaz gözlerimi kamaştıran kişiye utangaçça gülümserken onun irileşen gözleri kalbimi çarptırıyordu. Jimin, kenarları gri geri kalan kısmı lacivert renkteki kadife ceketi, içine giydiği likralı beyaz gömleği ve altındaki siyah pantolonuyla muhteşem görünüyordu. Gürleşen siyah saçlarını sağ taraftan ikiye ayırmıştı ve teni ışıl ışıldı. Gözlerimi ondan ayırabilirsem eğer, konuşmayı becerebilecektim.

"Çok güzel olmuşsun..." diye aynı anda birbirimize iltifat ettiğimizde, arkamda dikilen Rae Yun homurdanarak yanımdan geçti ve Jimin'in arkasında dikilen, ne zamandır orada olduğunu anlayamadığım saman beynin yanına gitti. Jimin, elini ensesine atarak alt dudağını dişlerken bakışları siyah rugan ayakkabılarına dikilmişti. Utanıyordu, tıpkı benim gibi.

Sonunda arkasına sakladığı elini öne çıkarıp, tuttuğu beyaz hediye paketini bana uzatırken, "Sana bir şey getirdim." dedi aşık olunası bir heyecanla. "Kıyafetine yakışacak bir şey."

Dilim damağım yıllardır su içmiyormuşum gibi kupkuruydu. Elinden hediye paketini alıp gülümseyerek açarken bakışlarını üzerimde hissediyordum. Henüz topuklularımı bile giymediğim, maskesini de ona vermediğim doğruydu lakin hepsini birden unutmuş gibiydim. Yalnızca ona ve bana takdim ettiği şeye odaklanmıştım.

Poşetin içinden çıkan dal benzeri uzun bir ipin üzerinde irili ufaklı boncuklarla süslenmiş pembe kiraz çiçekleri vardı. Bir taca benziyordu, açık bıraktığım saçlarıma ve toz pembe elbiseme eşlik edebilecek oldukça güzel bir taç.

Minnetle gülümseyerek hediyeyi ona uzatırken, "Benim için onu takar mısın?" diye sordum. Yüzüne yerleşen rahatlama duygusuyla tacı elimden aldı ve bana biraz daha yaklaşarak saçlarımın üzerinde iki kez dolayarak toka biçimindeki ucunu saçlarıma iliştirdi. Ardından geri çekilerek gururla yaptığı işe bakarken kafasını sağa sola salladı ve içerlenerek, "Hata yaptım," dedi. "Bu kadar yakışacağını bilseydim almazdım."

Küçük bir kahkaha atarak vitrine doğru ilerledim ve ufak aynadan görüntüme baktım. Yakışmıştı, güzel çiçekleriyle ve saçlarıma sağladığı uyumla elbisenin bir parçası gibi görünüyordu. Tatmin olmuş bir biçimde geri dönüp kalın topuklu ayakkabılarımı giydikten sonra boyuna neredeyse yetiştiğim Jimin'in koluna girdim. Myung Soo'nun babasından bu gecelik ödünç aldığı beyaz jipe doğru giderken, "Teşekkür ederim." dedim minnetle. "Hediyen çok güzel."

"Sahibine çekmiş." dedi anında. Kalbimi yerinden oynatmayı her seferinde ustaca başardığından artık şaşıramıyordum. "Yah Jiminie~" diye aegyo dolu sesle göğsüne hafifçe vururken gözlerini kısarak "Sahibi benim!" dedi alayla. Yüzüm anında asılarak kolundan çıkarken tekrar beni tutarak kendine çekti ve ikimiz de gülerken "Şakaydı." dedi neşeyle.

Arabaya binip on dakikalık bir yolculuğun ardından balonun düzenlendiği okyanus manzaralı salona ulaşmıştık. Rae Yun'un ön koltuktan uzattığı gri renkteki çift maskesini alarak birini Jimin'e uzattım. Bangtan henüz parlayan döneminde olmasa dahi onu Busan'da, özellikle bizim okulda tanıyan bir yığın kişi vardı. Baloda benimle görülmesi koca bir sansasyon yaratırdı ve bunca yıl yapmaya çalıştığımız her şey alt üst olurdu. Bu sebeple, balonun böyle oluşu işimize gelmişti. Yüzünün yarısını kaplayan gri maskeyi taktıktan sonra çok dikkat edilmediği sürece tanınmayacak hale gelmişti. Zaten balo boyunca köşelerde takılarak ışığın olmadığı kısımları tercih edeceğimizden de pek bir sorun çıkacağını zannetmiyordum.

Ben de kendi maskemi Rae Yun ve Myung Soo ile birlikte taktıktan sonra arabadan indik ve salona doğru ilerlemeye başladık. Gökyüzü kızıl ve mavi renklere bürünmüş yaklaşan karanlığı bekliyordu ve içeriden gelen yüksek müzik seslerine bakılırsa balo bir saat erken başlamıştı.

Güvenliğin pek sıkı olmayan denetiminin ardından -yalnızca maskeli yüzlerimize bakıp isimlerimizi sormuştu- içeri girdik ve girişin sol kısmını kaplayan, içinde mezelerden akla hayale gelmeyecek meyvelere kadar yığınla yiyecek ve içecek bulunduran açık büfeyi arkamızda bırakarak masalara ilerledik. Üst kısmını açık kahverengi tülle sarmaladıkları, krem renkli yumuşak sandalyelerle çevrili dört kişilik ve ortasında üç kollu şamdan bulunduran masalardan en köşedekine yerleşirken, henüz mekanın pek kalabalık olmadığını fark ettim. Belki de sandığımız kadar kişi de gelmezdi ve böylece endişelenmek durumunda kalmazdık.

Üç yılımı birlikte geçirdiğim çoğu insanı arkalarına gizlendikleri maskeleri nedeniyle tanıyamadığım için bir süre kimseyle görüşemedim. Fakat beni nasıl tanıdıklarına anlam veremediğim birkaç kişinin yanıma gelip bana hayranlık dolu iltifatlar edip sarılışına oldukça şaşırmış, ancak bir taraftan da gururum okşandığı için mutlu olmuştum. Bu süre zarfında kimse yanımda oturan Jimin'i tanımamıştı, arada soran olduğundaysa üniversitede okuyan bir arkadaşım olduğunu söyleyip geçiştiriyordum. Neyse ki bu gece, kimsenin umursadığı şey bir yabancının kimliği değildi.

Bir süre daha yalnızca çalan hareketli müziğin eşliğinde lise yıllarının son gecesinde gönüllerince dans eden insanları izledik. Ardından karnımız acıktığında açık büfeden bir şeyler yiyerek masada gürültünün el verdiği ölçüde sohbet ettik ve en sonunda açığa çıkma korkumuzu yenip sahnede dans etmeye başladık. İyi bir dansçı olsa bile bu tarz yerlerde utangaçlık hisseden Jimin bile benimle üç şarkıda dans etmişti.

En sonunda tempoyu düşürmeye karar veren koordinatör duvarı kaplayan projeksiyondan her sınıfın hazırladığı slaytları oynatmaya başladı. Anılarla dolup taşan sanat okulunun son sınıf öğrencileri bu duygulu anlarda ağlasa da ben hiçbir şey hissetmiyordum. Lise yıllarımın çoğu hüzünle geçmişti. Güzel bir hüzündü ama yine de boşlukla kaplıydı. Renksiz kalmıştım, bir sürü insanla tanışsam da hep yarımdım. Yine de sevmiştim ama hiçbir zaman ağlayacak kadar değil.

Slaytlar bittikten sonra mikrofonu eline alan sunucu hepimizi tebrik etti ve klasik bir konuşmanın ardından sözü köşede kulaklıklarını yarım takmış dj e bıraktı. Düşen modu devam ettirmek adına dans müziği çalmaya başlayınca salonda bir uğultu kopmuştu. Herkes eşlerini bulup dansa kalkarken, yanımdaki Jimin hareket etmiyordu. Saman beyin ve Rae Yun masadan kalkıp ayrılmadan önce "Hadi siz de gelin!" diye bize seslendi.

Bir süre ses etmeden beni dansa kaldırmasını bekledim. Bakışlarımı bilerek ona çevirmiyor, olabilecek durumları düşünüyordum. Belki de ifşa edilme korkusu olduğu için bunu yapmak istemiyordu, belki de yalnızca benimle dans etmek istemiyordu.

O anda Jimin sandalyesini biraz daha bana yaklaştırarak kulağıma doğru eğildi ve sabit bir ses tonuyla, "Saat üç yönünde kırmızı elbiseli kız bir saattir dikkatle bana bakıyor." dedi. "Sanırım onu tanıyorum ve o da beni tanıyor." Duyduğum şeyle öylece kalakalmıştım. Başımı ona çevirerek yakınlığını umursamamaya çalıştım ve sesimi duyabileceği yüksekliğe çıkarırken kalbimin endişe bombardımanına tutulduğunu hissettim. "Sence anlamış mıdır?" diye korkuyla sorarken disko topunun yeşil ve kırmızı ışıklarını ağırlayan yüzü ifadesizdi.

"Bilmiyorum." dedi kafasını sallayarak. Grubunu tehlikeye atmaktan korktuğu çok açıktı ancak yine de farklı bir hali vardı. Masadaki telefonunu cebine sokuşturduktan sonra ayağa kalktı ve bir anda az önce hiçbir şey dememiş gibi rahat bir tavırla elini uzatarak, "Önemi de yok zaten," diyip gülümsedi. "Benimle dans eder misin Su-ah?"

İlk önce bakışlarımı istekle bakan gözlerine sabitleyip derin bir nefes aldım. Bana ısrarla ve güven veren bir edayla bakmaya devam edince içimde filizlenen korkuyu, onu dikizleyen kızı nereden tanıdığı sorgusunu göz ardı ederek elini tuttum ve birlikte dans pistine doğru ilerledik. Sağa sola sallanmak dışında başka bir şey bilmeyen onlarca çiftin yanından geçip köşeye ulaştığımızda renkli ışıklandırmanın imkan tanıdığı karanlık için minnettardım.

Jimin belimi kavrayıp vücudumu ona doğru çekerken diğer elini de ustaca benimkiyle birleştirdi. Maskenin ardındaki koyu gözlerindeki güven duygusunu, kendi sınırlı görüşümün imkan tanıdığı ölçüde benliğime katarken diğer elimi omzuna yerleştirdim. Başta oldukça uyuşuk adımlarla tıpkı dalga geçtiğim diğer çiftler gibi yerimizde sallansak da sonrasında geçmişe döndüğümüzü fark edince afalladım.

Bu öylesine garipti ki, ne Jimin planlamıştı ne de ben. Bir anda dans kursunda öğrendiğimiz şekilde attık adımlarımızı, ruhlarımız çalan şarkının vals kırıntılarına tutunup dalgalandı. Sonlara yaklaştıkça tekrar durulduk sonra, yavaş tempoda birbirimize tutunurken gözlerim tebessümüyle çiçek açan kırmızı dudaklarına ilişti. Her zerresine kadar sevilesi bu adamın cennet kokulu boynuna başımı gömdüm ve yılların getirdiği sarmaşığı andıran sevgiyi tırnak uçlarıma kadar doyasıya yaşadım. Belimdeki eli ona daha sıkı tutunabilmem adına kalbimi yerinden sökercesine sıkılaşıp, beni kendine daha çok bastırınca, dans etme niyetine kırgınlıklarımıza sarıldığımızı anladım.

Tükenmişliklerimize, yarım kalmışlıklarımıza, ama en çok telafisi olmayan özlenmişliklerimize. İkimiz de gülen gözlerimizin ardında zırıldayarak ağlayan naif bir çocuktan farksızdık. Dokunsalar parça pinçik olacak ruhlarımız, beyaz bir geleceğin hayalini kurarken sallantıda kalacak tüm umutların farkındaydı. Hasretle sömürülen tüm varlığımızın ucu bucağı görünmeyen bir denizin ortasında en yakın karaya amansızca kulaç attığının farkındaydı. Ama yine de yıkılmadık. Zemine bastı ayaklarımız, gözyaşlarımız birbirimizi ıslattı, ateşimiz ciğerlerimizi kül etti. Direndik.

Dans bitip hareketli bir şarkı başladığında dahi sıkıca sarılmış vaziyette birbirimize tutunarak kendi şarkımızı söyledik. Her dinlediğimizde yüreklerimizi kanatan, melodisinde çiçeklerin solduğu buruk şarkımızı. Umutla başlayıp hayal kırıklığıyla biten, yine de tekrar tekrar ümit ettirmeyi düşleyen yüzsüz şarkımızı.

-

Dansın ardından büfeye attık kendimizi, ilk içkimi zayıflamaya başlayan elleriyle, o doldurdu kadehime. Boğazımı yakıp geçerken bir anda değişen tüm hislerime küfürler savurdum. Onunla mutlulaşırken ayrılığı aklıma getiren tüm düşüncelerimi yok etmek istedim. Jimin, lavaboya gitmek için yanımdan ayrıldığında boşluğa düşen varlığımın sessiz isyanında yok olmaktan korktum. Sonra kulaklarımı tanıdık bir ses doldurdu bir anda, yalnızca bir kez duysam da aklımdan çıkmamıştı.

"Kavalyen kimdi Sujin?" diye merak içeren bir ses tonuyla sorarken masadaki kalın cam viski şişesini alarak kristal bardağına boşalttı. Çakırkeyif miydim bilmiyordum, fakat kafam biraz bulutluydu. Yalnızca iki kadeh şarap içmeme rağmen anında tesir edeceğini tahmin etmezdim. Yine de kırmızı elbiseli bu kızın, Jimin'in yakınen tanıdığı sınıf arkadaşı Song Bo Ra olduğunu anlamıştım.

"Arkadaşım." dedim ilgisizce. Onun neden burada olduğunu bilmiyordum, açıkçası umurumda da değildi. Fakat kavalyemin Jimin olduğunu öğrenirse, bunu yalnızca kendiyle sınırlandırmayıp herkese yayacağından da emindim. Bu sebeple temkinli olmak zorundaydım.

Yan bir gülüş atarak içkisini eline alırken bir elini beyaz örtülü masaya koydu ve kaşlarını çattı. Kırmızı tüyü yandan yukarıya uzayan maskesinin bile saklayamadığı şüpheyle kavrulan gözleri beni ürkütmüştü. "Çok imkansız ama, bir an Jimin sandım." dedi alayla gülerek.

Endişemi gizlemek oldukça zordu. Tam şu anda Jimin'in yanıma gelmesinden çok korkuyordum. Dudaklarımı birbirine bastırarak bilincimin sağladığı ölçüde gülümsemeye çalışırken "İmkansız." diye onu onayladım. "Sen neden buradasın?"

Merak etmediğim halde sırf baskısından kurtulmak adına sorduğum soruyla titrek bir kahkaha attı. Kehribar renkteki sıvıdan bir yudum alıp omuz silkerek "Sevgilime eşlik ediyorum." dediğinde şaşkındım. Kendinden küçük biriyle olmasından çok, o kişinin benimle aynı dönem olmasınaydı şaşkınlığım.

Bir an önce oradan kurtulmaya çalışarak "Ah, anladım." diye mırıldanırken neden hala defolup gitmediğine anlam veremiyordum. Kıza karşı hiçbir şey hissetmiyordum lakin şimdi burada beni sorguya çekercesine takındığı o tavır yüzünden boğazlayabilirdim.

Etrafına bakınıp "Eee, arkadaşın nerede?" diye sorduğunda boşalan kadehi masaya koyarak ona döndüm. Ne demeliydim? Ne dersem yanımdan uzaklaşırdı?

"Çok beklettim mi sevgil-"

Kalbim yerinden fırlayacakmışçasına hızla atarken, arkamda kırmızı elbiseli kızı fark eder etmez lafını yarıda bölen Jimin'e döndüm. Gözlerine sinen endişeli bakışlar eşliğinde Bo Ra'nın "Jimin?" diye teyit edişi müziğin soluk ritminde kaybolurken soğuk bir el benimkini kavradı ve kulağıma eğilip söylediği iki kelime geceyi bambaşka bir serüvene doğru yola çıkardı.

"Kaçalım...Şimdi!"

Continue Reading

You'll Also Like

100K 9K 23
Eski BTS üyesi Min Yoon Gi, Kanada'nın ıssız bir tayga ormanında kaybolursa ne olur? Ya anormalliklerle dolu bir hayatın tek amacı haline gelir ve ya...
88.8K 6.9K 26
Güldün, ve başladı hikâyem... Gizem/Gerilim içinde #16 Smile içinde #1 Smile içinde #2 [Tamamlandı] İlk kitabım. Acemice yazmış olduğum bir kitap...
18.7K 1.9K 15
bu muşmula suratınla çiçeklerimi falan soldurursun sen. ━ park chaeyoung & jeon jungkook ━ started 26320, finished 9721
8.2K 791 35
•Wattpad FanficsTR okuma listesinde. Tamamlandı. Genç adam, kadın onda kalsaydı ne olurdu diyordu. Kadın için ise aynı yastıkta tek nefesin oluru yok...