cherry blossom | pjm

By jisakura

233K 19.7K 18.3K

Wattys 2018 Uyarlamacılar Kazananı "dünyanın geri kalmış tüm toprak parçalarına çiçekler ekiyorsun, tüm dünya... More

🌸 çiçek kokulu giriş 桜
1 🌸 sevgi düşüşü hafifletir 桜
2 🌸 çocuk ellerimizle kardan evler yapardık 桜
3 🌸 bana şarkı söyle 桜
4 🌸 beni yalnız bırak(ma) 桜
5 🌸 cesaretim küçüklüğümden 桜
6 🌸 hayal kurmayı bıraktıran şeyler 桜
7 🌸 saçlara güzel davranan erkek kırmaktan korkar 桜
8 🌸 her şey 'birlik'te 桜
9 🌸 ilk kavga ilk aşktandı belki 桜
10 🌸 darılma bana, hepsi sevdiğimden 桜
11 🌸 korkma, yanındayım 桜
12 🌸 hayalim olur musun? 桜
13 🌸 yağmurla akan gözyaşı 桜
14 🌸 sıkıca sarıl, ağladıkça iyiyim 桜
15 🌸 notalara saklanmış umut kırıntıları 桜
16 🌸 kalp yorgunluğumun sebebi misin? 桜
17 🌸 hislerimi arkama sakladım 桜
18 🌸 hiç mi ayrılmayacağız? 桜
19 🌸 yıldızlara sarıldık bu gece 桜
20 🌸 kiraz çiçeklerinin kaderi 桜
21 🌸 bencillik yapıp 'kal' diyemedim 桜
23 🌸 tavus kuşunun renkleri kayboluyor 桜
24 🌸 kaç bahar geçti üstünden 桜
25 🌸 ansızın gelen kavalye 桜
26 🌸 la vie en rose 桜
27 🌸 ayrılıklar, hep bir başlangıç 桜
28 🌸 uğruna feda ettiklerim 桜
29 🌸 keşke, şakaydı diyebilsem 桜
30 🌸 en çok öpücükler can yakar 桜
31 🌸 söyle sevgilim, bileyim 桜
32 🌸 bir adam çok sevdi, kaybetti 桜
33 🌸 portakallı turta 桜
34 🌸 kâbuslarımda da güzelsin 桜
35 🌸 fırtına öncesi sensizlik 桜
36 🌸 nefesinden tanırım seni 桜
37 🌸 zehrimi aldı kokun, ben yine sen oldum 桜
38 🌸 ben severken öldürüyorum 桜
39 🌸 söz, unutursak mutlu olacağız 桜
40 🌸 sona geldik pt.I 桜
40 🌸 sona geldik pt. II 桜
🌸 çiçek kokulu kapanış 桜
🌸 sen benim en güzel yaramsın 桜
🌸 olmuyor işte, ne için bu çaba? 桜
minik bir teşekkür

22 🌸 sen gittiğinde soldum 桜

4.1K 417 269
By jisakura

"Ama bir acı var içimde bir yara hiç geçmeyen..
Pencereler önünde ölü kuşlar hiç ötmeyen..
Bir şarkı var dilimde sözleri hiç bitmeyen..
Öyle bir yağmur ki yıllarca hiç dinmeyen.."






İki kez terk edilmek kış ayazı gibiydi. 

Eğer altına gireceğiniz bir battaniye yoksa şayet, yakardı teninizi acımaksızın. Alıştım dediğiniz her seferde artırırdı şiddetini, ayak bileklerinizi zeminden koparıncaya kadar durmaksızın. Merhamet duygusu kökleri kurumuş bir çiçeğe benzerdi, ne kadar sularsak sulayalım inatla yeşermezdi. Her geçen saniyede vururdu yalnızlığımızı yüzlerimize. Bomboş kalan bir şehir gibi sessizleşir ve donuklaşırdı ruhumuz. Böyleydi iki kez terk edilmek, yaşadığını sanırken ölü olduğunu hatırlatırdı.

Kabullenmenin ne zor olduğunu can bağımı benden koparan o kazada öğrenmiştim ilk. Fakat tekrardan aynı şeyi yaşamanın böylesine zor olacağını tahmin etmezdim. İlk küslüğümüzde içimi kavuran hislerin ne kadar yüzeysel kaldığını şimdi daha iyi anlıyordum. Harabeliğimin nasıl sözde kaldığını görüyor, hissettiğim derinliğin yakıcı dalgalarıyla dibi boyluyordum.

Bahçesinde salıncak koltuk olan gri cepheli evle her göz göze gelişimizde, bakışlarım penceresinin mermerini mesken tutmuş, turuncu saksılarından camına doğru uzayan, hediye ettiğim orkidelere gidiyordu. Min Soo teyzeye tembihlediğim halde arada gidip onları sulamamak için zor tutuyordum kendimi. Hala cesaretim yoktu odasına girmeye. Onun yokluğu kokan dört duvarın arasında ona ait olan birçok eşyanın melankolisiyle boğulmaktan korkuyordum. Bana sarılıp saçlarımı okşadığı yatağı veyahut kaybedene birbirinden farklı cezalar verdiğimiz oyun konsollarını ve dvdlerini görürsem tekrardan kalbim sökülünceye değin ağlamaktan korkuyordum.

İlk zamanlarda, yalnızca iki hafta olmasına rağmen kocamandı özlemim. Her gün telefondan görüşüp ondan haber almama, bazen görüntülü konuşmalar yapmama rağmen hiç eksilmiyordu. Bir sızı, aceleyle sarıyordu kalbimi. Ağladıkça iyi etmiyor, gülünce de kızıyordu. Ona telefonda kestiğim iyiyim rollerinin yüzde biri bile gerçek değilken sızı daha da ağrıtıyordu kalbimi. Engelleyemiyordum. Sesine yansıyan her tonu tanıdığım insanın beni de aynı şekilde tanımış olmasından korkarak telefonu açmadan önce binlerce kez boğazımı temizliyor, herhangi bir ağlama nöbetine tutulmamak için sürekli aynanın karşısına geçip aklıma komik şeyler getirerek gülmeye çalışıyordum.

Fark edilmişti Jimin. Benim ona güvenme miktarımın yalnızca yüzde birini kendi hissetseydi belki de en başta kendinden emin bir şekilde gidecekti oraya ama yine de seçmeleri kazanmıştı. Yakında çıkış yapmaya hazırlanan ve sırayla üyeleri belirlenen bir hiphop grubuna katılan son kişiydi. Nefret ettiğim şeyi yapacak son kişi. Gördükçe annemi ve aptallığımı hatırlatacak son kişi. Bana acıyı çağrıştıracak son kişi.

Her konuşmamızda yaşanan son gelişmeleri anlatırken sesindeki o canlılığın hiç yitmemesini istiyordum. Özlemin yansıdığı tonuna çiçekler eklemek varken kürekle üzerine toprak atmak istemiyordum. Ona destek olmam gerektiği bu önemli zamanlarda yanımda olmadığı için onu üzmek istemediğimden hep yalancıydı mizacım.

"Sana bahsettiğim benimle yaşıt olan Taehyung'u hatırlıyorsun değil mi? İşte onunla aynı liseye başladık bugün. Son sınıfı burada tamamlayacağız."

Jimin'in karşı hattan gelen heyecanlı sesiyle birlikte gülümserken üzerimdeki kıyafetleri boy aynasından süzerek "Ya, çok sevindim Minmin. Taehyung iyi biri olsa gerek ha?" diye sordum.

Jimin, temiz hava alıp uzun zamandır ilgilenemediğim Mochi'yi gezdirmek için dışarı çıkacağım zaman aramıştı beni. Geçirdikleri yoğun çalışma sürecinden dolayı genelde akşam saatlerinde aradığından şaşırmıştım.

"Gerçekten iyi birisi." dedi derin bir iç çekerken. "Aslında hepsi çok iyi biliyor musun? Hatta seninle yaşıt olan ve beni sürekli gıcık eden Busan'lı Jungkook bile iyi. Ah pis velet, benimle uğraşmaya bayılıyor."

Sesine yansıyan o güzel tona tekrardan hayran kalırken kahkaha atarak "Jungkook... şu yakışıklı çocuk mu?" diye sorduğumda "YAH MIN SUJIN! BU NE CÜRET?" diye bağırarak adeta kulak zarımı patlattı. "Ya sakin ol gerizekalı." Kahkahalarım daha da artarken, "Mutluysan sorun yok." dedim. "Hepsine selam söyle."

İyice soğuklaşan hava nedeniyle kırmızı polo hırkamın fermuarını çekip odamdan çıktım ve merdivenlerden inerken babamla karşılaşıp gülümseyerek telefonu işaret ettim. Bana sessizce selam söyle dediğinde kafamla onaylayarak evden ayrıldım.

"Sen..." diye başladı tereddütlü sorusuna. "Mutlu musun?"

Sen mutlu olduğun için, evet. Ama sen yanımda olmadığın için, hayır.

"Tabiiki." dedim samimi olmasını umduğum bir gülüşle. "O kadar mutluyum ki Mochi ile yürüyüşe bile çıkacağım."

Karşı hattan buruk bir gülümseme duyulduğunda söylediğim şeyin anlamını bile unutmuştum. "Ama sen yalnızca kafan karışık ve mutsuz olduğunda Mochi ile yürüyüşe çıkarsın."

Afallayarak titrek bir sesle "Yoo, hiç de bile." derken evlerinin bahçesine geçmiş Mochi'nin karnını okşuyordum. "O eskidendi."

Saçmalıyordum ve o farkındaydı. "Eskiden." diye tekrar etti kırılmış bir ifadeyle. Ardından arkadan bağırışma sesleri yükseldiğinde aceleyle "Ah pratik vakti geldi Su-ah, seni sonra ararım olur mu?" dedi ve ben de "Görüşürüz Jimin." dedikten hemen sonra telefonu kapattı.

Bir süre boş boş siyah ekrandaki yansımama bakıp çökmüş gözaltlarımı inceledim. İyi yapmıyordum, kendime hiç iyi şeyler yapmıyordum. Mutlu rolü kesip saatlerce ağlayarak yalnızca bünyemi zayıflatıyor,kendimi içinden çıkılmaz bir psikolojiye sürüklüyordum.

Artık iyice yaşlanmış olan golden cinsi köpek elimin üzerini yalayıp ilgimi kendine çektiğinde gülümseyerek kulaklarının arkasını okşadım ve arkamdaki kapıdan gelen sesi duyana değin onu sevmeye devam ettim.

"Sujin, kurabiye yaptım tatlım, içeri gel." Kafamı çevirip Min Soo teyzenin gülümseyen yüzüyle karşılaştığımda iki haftadır ilk kez evlerine girmeyi kabul ettim. İçeri girer girmez etrafı saran muazzam kurabiye kokusu gözlerimi yaşartsa da kendime hakim olma konusunda ilerlemiş sayıldığımdan çaktırmamıştım.

Min Soo teyze fırın eldivenini çıkarıp tezgahın üzerindeki tepsiden beyaz porselen tabağa kurabiyeleri koyarken "Daha yeni fırından çıktı." diye belirtti sevecenlikle. " En sevdiğin un kurabiyesi hem de!"

Amerikan usulü mutfağın taburelerinden birine oturup önüme koyduğu tabaktaki kurabiyelere ve hemen yanı başındaki süte bakarken "Teşekkür ederim." dedim. "Özlemişim."

"Afiyet olsun miniğim." Sırtımı sıvazladıktan sonra hüzün çökmüş gözlerini birleştirdi gözlerimle. "Keşke Jiminie de burada olsaydı."

O anda ısırdığım lokmanın boğazıma takıldığını hissettim fakat henüz yutmamıştım bile. Kendimi sıkmaktan ağrıyor, oraya takılmışçasına canımı acıtıyordu. Min Soo teyze ikimizi biliyordu. Albay amca hariç –ki onun da şüphelendiğinin farkındaydım- herkes biliyordu aslında. Sevgili olmasak bile üzüleceğimin farkındaydılar. Birlikte büyüdüğüm çocuğun ilk kez benden ayrılışıyla sarsılacağımın farkındaydılar. Bu nedenle ilk kaybımı yaşadığımda olduğu gibi davranıyorlardı bana. Temkinli sıcakkanlı ve anlayışlı. Keşke onlara layık bir kız çocuğu olabilseydim. Gerçekten mutlu olup dayanabildiğimi gösterebilseydim.

Kim bilir, belki de zamanla yapardım.

Kurabiyelerden iki tanesini zorlukla yiyip sütü bitirdikten sonra bulaşıkları yıkayan Min Soo teyzeye gülümseyerek "Ellerinize sağlık. Çok güzel olmuş." dedim.

Elindeki son tabağı da makineye koyduktan sonra ellerini silerken "Ama yememişsin ki balım." diye sitem attı.

"Karnım toktu. Yoksa sizin yaptığınız kurabiyeleri silip süpürdüğümü biliyorsunuz."

"İyi bakalım öyle olsun."

Anlayışla gülümseyip makineyi çalıştırdıktan sonra evden çıkmak için yeltendiğimde beni durdurdu. "Gitmeden önce Jimin'in penceresindeki orkideleri sular mısın Sujin? Babası gelmeden yemeği yetiştirmem lazım hep unutuyorum sulamayı."

Ne diyeceğimi bilemeden öylece kalakalırken kenardan küçük bir su spreyini elime tutuşturduğunda güçlükle yutkunarak gülümsemeye çabaladım ve "Tabii." dedim istemsizce.

Ayaklarım merdivenin başından itibaren titremeye başlarken kendimi sıktığımdan gerildikçe geriliyordum. Kırk yıldır iş yapıyormuşumcasına yaşlanan ayaklarım yorgun bedenimin ağırlığı altında eziliyordu sanki. Adım attıkça elimdeki su spreyini kavrayan parmaklarım güçsüzleşip boğazıma atılan düğüm sayısı arttıkça artıyordu. Tanıdık koridoru geçip odasının meşe ağacından yapılma açık renkli kapısına ulaştığımda ne zamandır tuttuğumun farkında olmadığım nefesimi bıraktım ve kapı kolunu kavrayarak gözlerimi kapattım.

Kapıyı açmamla içeri sinen ve hiçbir zaman çıkmayacağını bildiğim o eşsiz Frenk üzümü ve manolya bileşimi kokusu burnuma dolmuştu. Krem rengiyle harmanlanmış lacivert duvar kağıtlarıyla çevrili oda oldukça düzenli ve temizdi. Her zaman karışık olan duvara monteli raflar bile düzgün görünüyordu. Fakat boştu işte. Her akşam yatmadan evvel başını koyduğu kaz tüyü yastığı, bir zamanlar oyunlarla dolu o düzenli rafları, sevdiği sanatçılarla donattığı duvarları bomboştu.

Tıpkı her gün birlikte yürüdüğümüz o sıcak asfalt yol, kahvelerimizi yudumlarken günlük hayattan sohbet ettiğimiz o kafe, birlikteliğimizi paylaştığımız o depo gibi bomboştu. Sevdiğim kavunlu sakızın artık tad vermeyişi gibi bir boşlukla sarmalanmış anlamsız nesneler müzesi gibiydi.

Kendimi sürüklercesine açık penceresine yönlendirirken titreyen elimi diğer elimle destekledim ve pencerenin önündeki orkideleri hasret kaldıkları suyla buluşturdum. Canlanışlarıyla mutlu olan yüreğimi avuttuğum bu eylem sona erdiğinde odadan çıkmaya yelteniyordum ki gözüm giysi gardırobuna kaydı.

Adımlarımı sabitlediğim yerden oraya bakarken kalbim yerinden çıkacak kadar hızlı atıyordu. Ne yapacağımı bilemez halde kararsızlıkla sınanırken su spreyini boş masanın üzerine bıraktım ve birden gardırobun önüne doğru ilerledim. Hareketlerim benden bağımsızdı sanki. Bedenimi ben yönetmiyordum.

Siyah dolabın sürgülü kapısını çekip açtığımda kalbim gözlerimin önüne serilen boşlukla paramparça oldu. Askıda olan üç beş kıyafet haricinde altta yalnızca iki çift pijama takımı ve birkaç tişört vardı. Koca dolabın içerisi onun yokluğunu haykırırcasına bana bakıyordu. Ne yaptığımın farkında olamayışım burnumu sızlatırken sürgülü kapıyı geri çekiyordum ki gözüme bir şey takıldı.

En sevdiği fakat zamanında benim nişastaya buladığım; beyaz çizgili, deniz mavisi pamuk tişört.

Elim istemsizce ona gittiğinde tekrardan kalbim gümbür gümbür atıyordu. Alıp yavaşça burnuma götürdüğüm anda başından beri dizginlediğim tüm duygularım salık kaldı. Yalnızca saniyeler içerisinde dizlerimin üzerine çökmüş tişörte sarılırken hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Göğüs kafesim bir balon gibi şiştikçe şişiyor patlayacağı anı kolluyordu sanki. Omuzlarım sarsıldıkça kokusu burnuma daha çok ulaştı. Kalbime yığınla hücum eden özlemimin kısık nefesleri beni hızla yok ederken ona sarılıyormuşumcasına kavradım.

Fakat çok sonra Min Soo teyzenin sesini duydum ve kafamı dolaba yaslamış halde hala kollarımın arasındaki tişörtle o soğuk zeminde uyuduğumu fark ettiğimde çok büyük utandım.

☁      

"Suç ortağını yedin mi Sujin? Neden gelmedi?"

Gözlerimi devirerek melisa çayının olduğu fincanı bahçesindeki küçük masada oturmuş gazete okurken bir taraftan da bana laf yetiştirmekle meşgul olan Huysuz İncir'e götürdüm. Fincanı masaya bırakıp karşısındaki tahta sandalyeye kurulurken hafiften esen soğuk rüzgarın beraberinde getirdiği çam kokusunu içime çektim. "Busan'dan gitti." Sesim beklediğimden güçsüz çıktığında gözlüklerinin ardındaki bakışları gazeteden bana çevrildi.

"Nereye gitti?" diye şaşkınlıkla sorarken omuz silkerek gülümsemeye çalıştım. "Seul'e."

Sesine yansıyan bariz kırgınlıkla "Benimle vedalaşmadan mı?" diye sorduğunda elimi hayır anlamında sallayarak "Temelli gitmedi yahu." diye reddettim. "Yakında gelecek."

Gerçekten mi Min Sujin? Gerçekten buna inanıyor musun?

Çayından bir yudum alırken "Gözlerin pek de yakında gelecekmiş demiyor ama." diyerek açığımı yakaladı. Yılların birlikteliğinin ve tuhaf dostluğunun getirdiği bir şey varsa o da Huysuz İncir'in, Jimin'i ve beni tüm duygularımızla tanımasıydı. Onu sıklıkla ihmal etmemize rağmen geçirdiğimiz zaman azımsanamayacak derecede büyük bir yer kaplıyordu hayatımızda. Artık incirler bile onu hatırlattığından buraya gelmek de içimi burkuyordu ancak Jimin'den nefret etmiyordum ki ben. Kal deseydim kalacak biriyken gitmesini istemiştim ve bundan şikayet edebilecek son kişiydim yalnızca. Yokluğunun soğukluğunu onun omuzlarına bindirmem aptalca olurdu.

"Bilmiyorum." dedim ellerimle başımı ovalarken. "Seul'deki müzik grubu için seçmeleri kazandı ve bundan sonraki süreçte, vakti bana ayıramayacağı kadar kısıtlı olacak belki de."

"Müzik grubu..." dedi buruk bir gülümsemeyle. "Seni en çok yıpratan kısmı bu olsa gerek ha küçüğüm?"

Haksızlıktı. Beni bu kadar iyi tanıması koca bir haksızlıktı. Bakışlarımı kaçırırken boğazımı temizleyerek "Hiç de bile." diye inkar etmeye çalıştım. "Müzik gruplarıyla sıkıntım olduğunu nereden çıkardın?"

Bilmiş bir sırıtışla bana bakan bu yaşlı adamın yüzünde biriken kırışıklar kadar deneyimim yoktu belki de. Ne onun gibi düşünebilir ne de onun gibi hissedebilirdim. Gördüklerinin onda birini bile deneyimleyemediğim şu hayatta ona imreniyordum. Keşke, her şey geçip gitmiş olsaydı da şu anın içinde yok olup gitmeseydim.

"Bak Sujin," dedi elimi kavrayıp uzun zamandır görmediğim o olgun ve sevecen tavrını yüzüne yerleştirirken, "Jimin veletinin sana nasıl baktığını ve seni ne şekilde sevdiğini iyi bilirim ben. Eğer sen bir çiçeksen o velet seni daima sulayacak bir varlıktır. Yarım bırakmaz ve kalbindeki o merhametle üzülmene vicdanı el vermez. Aranızda ne yaşanırsa yaşansın sorun mesafeler değildir küçüğüm. Sorun kalplerinizin soğumasıdır, ki ben bunun yaşanmayacağına güvence verebilirim. Fakat kader denen bu düzenbaz oyunun ne getireceği de belli değil. Bu nedenle yalnızca kendin ol ve toparlan. Güçlü olup özlemini dizginleyemezsen ikiniz de üzülürsünüz."

İlk kez kalbimde üzüntü kırıntısı olmadan kendimden emin bir şekilde Huysuz İncir'e gülümserken biriktirdiğim özlemim kalbimi okşuyordu. Uzun zaman sonra ilk kez incirleri tekrardan sevebileceğime emin olmuş ve güçlü olmaya karar vermiştim.

Zor olacaktı elbet, gördüğüm her şeyde ona tutunmak isteyip parmağımdaki yüzüğe ve kulağımdaki küpeye tutunacaktım. Şarkılarda onu ararken piyanomdan çıkan notaların arasında kaybolacak ve belki de çıkışı hiç bulamayacaktım ama en azından deneyecektim.

Beklemeyi, zor da olsa deneyecektim. 

Ve böylece mesafeden çok daha ağır şeyler yaşandığını yıllar sonra acı bir şekilde öğrenecektim belki de.

Continue Reading

You'll Also Like

24.6K 1.6K 10
"Uzun bir sessizlik oluyorsun dağlara baksam Karşılıksız mektuplar kadar burkuluyor kalbin Yazdığım şiirler de canımı sıkıyor artık Fotoğraflarımı yı...
8.2K 791 35
•Wattpad FanficsTR okuma listesinde. Tamamlandı. Genç adam, kadın onda kalsaydı ne olurdu diyordu. Kadın için ise aynı yastıkta tek nefesin oluru yok...
82.4K 5.8K 21
"Aşkı öğrendiğinde daha kötü bir yazar olacaksın Jung Hyeya."
182K 11.7K 33
Diğer insanların galaksisinde milyonlarca yıldız varken benim galaksimde yalnızca sen varsın. #20161222