cherry blossom | pjm

By jisakura

233K 19.7K 18.3K

Wattys 2018 Uyarlamacılar Kazananı "dünyanın geri kalmış tüm toprak parçalarına çiçekler ekiyorsun, tüm dünya... More

🌸 çiçek kokulu giriş 桜
1 🌸 sevgi düşüşü hafifletir 桜
2 🌸 çocuk ellerimizle kardan evler yapardık 桜
3 🌸 bana şarkı söyle 桜
4 🌸 beni yalnız bırak(ma) 桜
5 🌸 cesaretim küçüklüğümden 桜
6 🌸 hayal kurmayı bıraktıran şeyler 桜
7 🌸 saçlara güzel davranan erkek kırmaktan korkar 桜
8 🌸 her şey 'birlik'te 桜
9 🌸 ilk kavga ilk aşktandı belki 桜
10 🌸 darılma bana, hepsi sevdiğimden 桜
11 🌸 korkma, yanındayım 桜
12 🌸 hayalim olur musun? 桜
13 🌸 yağmurla akan gözyaşı 桜
15 🌸 notalara saklanmış umut kırıntıları 桜
16 🌸 kalp yorgunluğumun sebebi misin? 桜
17 🌸 hislerimi arkama sakladım 桜
18 🌸 hiç mi ayrılmayacağız? 桜
19 🌸 yıldızlara sarıldık bu gece 桜
20 🌸 kiraz çiçeklerinin kaderi 桜
21 🌸 bencillik yapıp 'kal' diyemedim 桜
22 🌸 sen gittiğinde soldum 桜
23 🌸 tavus kuşunun renkleri kayboluyor 桜
24 🌸 kaç bahar geçti üstünden 桜
25 🌸 ansızın gelen kavalye 桜
26 🌸 la vie en rose 桜
27 🌸 ayrılıklar, hep bir başlangıç 桜
28 🌸 uğruna feda ettiklerim 桜
29 🌸 keşke, şakaydı diyebilsem 桜
30 🌸 en çok öpücükler can yakar 桜
31 🌸 söyle sevgilim, bileyim 桜
32 🌸 bir adam çok sevdi, kaybetti 桜
33 🌸 portakallı turta 桜
34 🌸 kâbuslarımda da güzelsin 桜
35 🌸 fırtına öncesi sensizlik 桜
36 🌸 nefesinden tanırım seni 桜
37 🌸 zehrimi aldı kokun, ben yine sen oldum 桜
38 🌸 ben severken öldürüyorum 桜
39 🌸 söz, unutursak mutlu olacağız 桜
40 🌸 sona geldik pt.I 桜
40 🌸 sona geldik pt. II 桜
🌸 çiçek kokulu kapanış 桜
🌸 sen benim en güzel yaramsın 桜
🌸 olmuyor işte, ne için bu çaba? 桜
minik bir teşekkür

14 🌸 sıkıca sarıl, ağladıkça iyiyim 桜

4.9K 455 305
By jisakura

"Yıkılmasına üzülmüyorum, zaten çöküşteydi, üzüntüm kendini yeniden inşa etmesinden, üzüntüm güçsüzlüğümden, üzüntüm dünyaya gelmiş olmaktan, üzüntüm güneş ışığından."



Asfalt yolun akışına kapılıp giden, cinayet aracının içindeydim. Gözümde tüm arabaların imajı buydu artık. 'Katil.' Hayatımın en güzel melodisini çalan azılı suçlulardı hepsi. Sevmeye kıyamadığım can parçamı benden acımasızca alıp götürmüşlerdi.

Suçluydular, geride kalanın ne çekeceğini düşünmeden hareket ettikleri için. Cansız varlık olmaları umurumda değildi. Asıl suç onu süren şoförde olsa da polis kayıtlarında öyle gözükmemesi de umurumda değildi. Hayatta sayılmazdım ki ben. Nefes alıyor oluşum, onun ciğerlerinde kalmadığı gerçeğini değiştirmiyordu. Hala gözlerimden yaş süzülürken onun soğuk bedeninde kilitli kalan gözyaşları vardı. Nasıl da güzel uyuyordu onu son gördüğümde, sanki yaptığı şeyden pişmanlık duymuyormuşçasına huzur doluydu. Küçük, sorunlu kızını bırakmış olması umurunda mıydı ki?

Hayatımı değiştiren o yıkımın, bedenine son kez sarılıp dehşet veren soğukluğun ardından iki gün geçmişti. Başımı yasladığım soğuk camdan süzülen yağmur damlaları gözlerimden yanaklarımı yakarak çeneme savrulan yaşlarla aynı hızda aşağı iniyordu. O gün başlayıp bugüne değin yasıma ortak olan gökyüzü, kararttığı bakışlarıyla omzumu sıvazlıyordu. Geçmeyeceğini, kim ne derse desin acımın her zaman taze kalacağını fısıldıyordu kulağıma. Daha çok ağladım. Kucağımda bulunan kahverengi çerçeveli, gün ışığı gülümseyişiyle baktığı güzeller güzeli fotoğrafına daha da sıkı sarılıp göğsüme bastırdım. Ön koltukta oturan babam ve amcam sesimi duymasın diye kendimi sıkışlarım boğazımın orta yerine kurulan yumruyla daha da zorlaştı. Dışıma akıttığım haricinde içimden sızan yaşlarla boğuluyordum sanki. Nefes almak göğüslerime yüklenen en zor görevdi.

Kaloriferi açık olan arabanın içerisinde tir tir titriyor, etrafımda olup biteni duyumsamıyordum. Tek düşündüğüm, bunların hepsinin karanlık bir kabus olduğuydu. İnanmak istediğim, kendimi en mutlu bulduğum tek yol buydu. Uyanacaktım. Er ya da geç, uyanıp kötü kabusu ardımda bırakarak alt kata inecek ve okula geç kaldığım için sandviç hazırlayan anneme sıkıca sarılacaktım. Her sabah suladığı çiçeklerden bulaşan o eşsiz karma kokusunu dolu dolu ciğerlerime çekip yumuşak yanaklarına buseler konduracaktım. Bana bu sevginin birden nereden geldiğini sorarken bir taraftan da kıkırdayacaktı annelere özgü o güzel sesiyle. Tekrar benim annem olacaktı. Her zaman yanımda olduğunu bildiğim, her düştüğümde azarlarken bir taraftan da yaşlarla dolu gözlerini saklayarak beni yerden kaldıran, tartışmalarımıza rağmen sonunda haklı olsa bile gönlümü alan, bir prense sahip olmasam bile beni hep prenses olarak gören, aptalca şeyler için üzüldüğümü görse de asla yadırgamayan biricik annem olacaktı.

Hayır, daha fazlasına ihtiyacım yoktu. Tek dileğim varlığıydı.

Kapım yavaşça açılıp babamın beklenti dolu yüzüyle karşılaşana kadar yolculuğumuzun bittiğinin farkında değildim. İki gün içerisinde on yaş yaşlanmış gözüken babam, sırf yanındayım diye içindeki o heybetli kederi saklıyordu. Fark etmediğimi sansa da farkındaydım. On beş yıllık eşiydi annem onun, ömürlerinin en güzel yıllarını birlikte geçirmişlerdi. İçindeki yıkım da benimki gibiydi ama ona özgüydü, benimki nasıl bana özgü ve çetinse, onunki de öyleydi.

"Vedalaşma zamanı Jinnie."

Aklıma aniden düşen 'Suzy' lakabıyla istemsizce kasılırken rengin çekildiğine emin olduğum yüzümü gizleme gereği duymadan kafamı salladım. Babamın bana uzattığı elini tutup, diğer elimle yanımdan ayırmadığım çerçeveyi tutarak arabadan indiğimde yağmur dinmiş, ortalığı hüzün ve yaprak kokusu sarmıştı.

Mezarlıktaydık. Çam ve sedir ağaçlarının sıra sıra dizildiği, yüzlerce yitirilmiş kalbe ev sahipliği yapan sessiz bir yerdi burası. Gözyaşı ve kederle, belki de kimsesizlikle sarmalanmış ruhların toprakla buluşup sonsuz dünyaya kavuştukları bu yere kalbimin yarısını vermek istemiyordum.

Hazır değildim, hayır, hiçbir zaman hazır olmayacaktım. Ayaklarımdaki zayıflık adım atsam düşecek raddeye getirdiğinde ne zamandır varlığını hissedemediğim bir beden belirdi yanımda. Kolumu kendi koluna dolayarak ona tutunmamı sağladı. Kafamı çevirip buruk gözlerle baksam da ağzımdan tek bir kelime çıkmıyordu. Dilimin kaskatı kesilişine tezat sıcacık bedeniyle ısıtmaya çalıştı beni.

"Sorun değil Su, kendini rahat bırak." Kolay değildi ki. Keşke rahat bırakmak istiyorum diye söyleyip söz geçirebilseydim beton bedenime. İşkencemin en üst boyutunu tırnaklarımla acımı kazımaya çalışırken gerçekleştiriyordum ben. Rahat bırakılmak imkansızdı.

Budistti annem. Ben babamın seçtiği dine inansam da annem ailesinden gelen inançla Budist kalmıştı. Dininin gerekleriyle pek ilgilenmez, inançlı biri de sayılmazdı ancak yine de değiştirmemiş, sadece dua etmeyle yetinmişti. Sorgulanacak çok şeyin olduğunu söylerdi hep. Ne kendi dininden ne de bizim inandığımız dinden memnun değildi. Severdi okuyup öğrenmeyi, daha çok göreceği varsa da olmamıştı işte. Yarım kalmıştı.

Yakmıyorduk bedenini. Küllerini savurup onu kendimizden tamamen uzaklaştırma düşüncesi katlanılamazdı. Onu ziyaret edip her zamanki gibi dertleşeceğim bir yere ihtiyacım, ihtiyacımız vardı. Kanatları kırık bir kuştan farksız olsam da beni yönlendirecek bir ışığa ihtiyaç duyuyor, karanlığa gömülmeden evvel onu aydınlatmak istiyordum.

Jimin'in destek veren kolundan çıkıp arkada küçük bir kalabalık halinde bizi takip eden insanların eşliğinde çerçeveyi iki elimle tutarak sırtımı dikleştirdim. Güçlü olmasam da öyle görünmeliydim. Annem, arkadaşlarının katıldığı bu törende kızının böyle görünmesini arzulardı çünkü. Kemikleri kırılacakmışçasına acı çekse de katlanabiliyormuş görünüp onu gururlandırmalıydı. Mutlu olurdu.

Bitmeyecekmiş gibi gelen yolun sonunda onu vereceğimiz toprağın önüne geldiğimizde daha fazla önde kalamadım. Elimdeki çerçeveye tekrardan sarılıp onun için ağlayan kalabalığın arasından köşeye doğru hızla yol aldım. Onu öylece gömdüler yerin altına. Her gece öpüp koklayarak sarmaladığım bedenini alıp kopardılar benden. İzlemeye dayanamadığımdan kaçtım oradan. Kalbim daha hızlı atıyor, nefeslerim kesiliyordu. Yağmur çiselemeye başladığında daraldı gökyüzüm. Tekrar çöküyordu karabasanlar üzerimize. Ayaz gibi bir fırtınanın içerisinde savrulup duruyordum, ne varacağım bir liman ne de üzerinde adımlayabileceğim bir kıyı. Arsız bir duman çöktü baharımın ortasına, isler birikti toplayamadım temiz kalan parçaları. Boğazda acı bir tat bırakıyordu bu his, yapıştığı yerden sökülmüyor, asit gibi eritiyordu.

Yağmur onun anısına benimle birlikte hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Şimdi bana kocaman sarılırken parçalandı gökyüzüm. Kuvvetle bağırdı, çıkmayan sesim yerine. Darmaduman olmuş vaziyette defalarca kükrerken tökezleyip düştüm dizlerimin üzerine. Siyah elbisem toprağa değip kirlense de aldırmadım. Annemin eve gittiğimde beni bunun için azarlamasını istiyordum. Belki böyle olursa gelir diye umuyordum.

Dizlerimden yayılan küçük sızı işlemedi kavrulan yüreğime. Sımsıkı sarmaladığım çerçeveyle diz üstü çökmüş hararetlenen yağmurda onu ölüme gönderen kişinin ben olduğumu hatırladım.

Basit bir albüm, dünyamı almıştı.

-

Bugüne kadar annesizliği anladığımı sanırdım. Yanılmışım. Onu ancak gerçek anlamda kaybedince anladığını bilemeyecek kadar aptalmışım. Kelimelerle ifade edilemeyecek kadar ağır bir yük olduğunu, inanma dürtüsünün yok olup sadece boşluğa bakışın gerçek olduğunu fark edemeyip aldanmışım. Bana verdiği sevgisinin binde birini ona veremediğimi anlayamamışım.

Şimdi koca bir boşluk tam göğüs kafesimde. Her nefesimde derinleşip acı çektirmenin derdinde. Baş öpücüğü, iyi geceler dilekleri, saç okşayışları, ılıman sesiyle yüreğe dokunuşları kalmış en geride. Boşluk, koca bir boşluk ve karanlık sadece. Üşütüyor, bir şeylere sığındıkça en kuvvetlisinden itip kakıyor. Bir küf kokusu gibi yoğun ve geçmek bilmiyor. Aptallaştırıyor, cesaretini yiyip tüketiyor.

Ayakta duramazsın, yürüsen ilerleyemezsin, otursan sabit kalamazsın, ağlasan durduramazsın, gülsen sindiremezsin, yaşasan nefes alamazsın...

Garip bir hismiş meğer. Hem her şeye benziyor hem de hiçbir şeye benzemiyormuş. Fakat farkına vardım artık. En acısı da kabullenmekmiş. Giden gidiyor elbet ama asıl acı çekenler henüz gidemeyenlermiş. Buket buket aşk çiçeklerini bile soldurabilecek güzellikteki ay ışığının yerini bulutların alışıymış meğer kabullenmek. Gece artık daha çok ıssızmış. Evler bomboş, yemekler yavanmış.

Ölümü artık anlıyordum yine de. Çekinmeden en değerlimizi bizden arsızca koparabildiğini, hatalarımızı ve eksiklerimizi yüzümüze vurup hatırlattığını görüyorum düşününce.

Acı çekiyorum. İlk kez ruhsal bir acının tüm tırnaklarım sökülüp derim yüzülürken tuza yatırılırcasına fiziksel bir acı verdiğini hissediyorum.

Korkuyorum anne.

En çok da sensizlikten korkuyorum.

Üzgünüm anne. Korkak bir evlat olduğum için üzgünüm.

-

Gideli on dört gün on üç saat elli dakika oldu.

Geçmeyecek sandığım her saniye buhar olup uçtu tenlerimizden. Her gün yeniden güneş doğdu, kuşlar cıvıldamaya devam etti, güzün sararmış yaprakları caddeleri kapladı, dünya hala dönüyordu. Kalplerimiz dışında hiçbir şey değişmedi neredeyse. En kötü, atlatılamaz denilen geceler atlatıldı, kanayan yaralara tampon yapıldı, sararmış yüzlere renk geldi. Fakat bunların arasından değişmeyen tek şey bendim. İçimdeki kor alev hala aynıydı. Ne durmak nedir biliyor ne de bunu arzuluyordu. Toprak kokan elbise hala aynı kirli sepetinde azar yiyeceği insanın gelişini bekliyordu.

Gelmeyecekti. O da biliyordu.

Odamdaki eskiden sevdiğim grupla ilgili her şeyi toparlayıp yok ettim. Sevgimin yerine nefretin alışını hissettim her saniye. Kırık albüm cayır cayır yanıp plastiği erirken yok oldum. Artık gruplarla alakalı her şeyden tiksiniyordum.

Aynı zamanda her ne kadar ayak diretsem de okula gitmeye devam ettim. Yürüyen ölüden farksız hallerim, okuldaki yalnızlığımla daha da katlanıyor, samimiyetsiz baş sağlığı dilekleriyle beni kahrediyordu. Gözlerine sinen empati değil rahatlamaydı. Çok şükür annem yaşıyor dediklerini haykırıyorlardı sessizce.

Direnemiyordum, hislerimin yanlış olduğunu bilsem de onlardan nefret etmekten kendimi alıkoyamıyordum. Evlerine gittiklerinde sarılacakları, yemeklerini bitirmeyip öğün atladıklarında azar yiyecekleri, gece yatmadan evvel iyi geceler öpücüğü alabilecekleri annelerinin olmasını kıskanıyordum. Söylemedim yine de. Her zamanki gibi içimdeki kötü ruhu sindirdim sessizce. Boğazıma düğümlenen her kelimeyle eskiden etrafa gülücükler saçan Sujin'i gömdüm. Onunla birlikte toprağın altındaydı artık.

Büyüklerin sözleriyse yaşıtlarımınkilerden daha beterdi. 'Zamanla geçecek.' En nefret ettiğim avutmaydı. Bir bilselerdi zamanın yatıştırmak yerine her geçen gün daha da yıprattığını, o zaman da savunurlar mıydı bu görüşü bilemedim. Yine sustum. Eksikliğimden faydalanıp başımı acıma duygusuyla okşamalarına gönülsüzce izin verdim.

İlk hafta kurslara gitmeyip okulun ardından tüm vaktimi yatakta geçirdim. Bir elim bana ondan hatıra kalan tek somut şeyde, tavus kuşu kolyede konaklarken, Bay Tipsiz'e sarılıp başım çatlayana kadar, başkalarının yanında dökemediğim gözyaşlarımı en son değiştirdiği bebek mavisi nevresime akıttım. Zaman kavramım yoktu. Perdelerim daima çekili olduğundan güneşin doğup battığını algılayamıyor, Jimin'in lazerle bana iyi geceler dileyip dilemediğini göremiyordum. Okullarımızın ayrı olması en çok bu anlarda beni kahrediyordu zaten. Destek alabileceğim tek kişi benden kilometrelerce uzaklıktaydı. Evine döndüğündeyse ben yatakta oluyor, her gün yanıma uğrasa da uyuyor taklidi yaparak saçlarımı okşayışını hissediyordum.

Bunun onu üzdüğünün farkında olsam da kendimi engelleyemiyordum işte. Canlanıp babamın her gece yanıma gelişine, bana sarılıp yemeğe çağırışına, eğer gelmezsem -ki bu her zaman olurdu- baş ucumdaki komidinin üzerine tepsi içerisinde dokunmadığım yiyecekler bırakışına karşılık vermeyi deli gibi arzuluyordum. Süs bebeğinden farksız bu hallerim ikinci hafta yerini ev içerisinde hareket etmelerimle, babamın yarım yamalak halletmeye çalıştığı ev işlerine el atışımla ve ondan öğrendiğim kadarıyla yemek pişirişimle son buldu.

Geceleri yanıma ilişen babama sıkıca sarılıp fark etmemek için kendini sıkışlarına şahit oluyordum. Bana iyi geceler öpücüğü verip her şeyin düzeleceğini söyleyip gidiyordu. Perdelerimi açıp kırmızı ışığın duvarıma gülümseyen yüz çizişini izlemeye başladım. Karşılık vermesem de gördüğümün farkında oluşunu biliyordum. Akşam üstleri gelmeye devam etti Jimin. Okuluyla alakalı iki çift laf edip üstüme gelmeden evine gidiyordu.

Bugünse babam Japonya'dan gelecek özel bir çiçek için Seul'deki seraya gitmek zorunda olduğundan ve işleri uzun süreceğinden evde beni tek bırakmak istememiş, Min Soo teyzenin de ısrarıyla bir geceliğine Jimin'lere bırakmıştı.

Yemek masasında oturmuş önüme koyulan sebze çorbasında kaşığımı yüzdürürken yüzüme kondurmaya çalıştığım sahte mutluluğun fark edilmemesi için ekstra çaba harcıyordum. Küçüklüğümden beri ikinci ailem olarak benimsediğim bu insanların tüm süre zarfı boyunca en içten duygularıyla yanımızda olduklarının farkındaydım.

Min Soo teyzenin yaptığı yemekleri sürekli bize yollayışı, okula gitmeden önce kapısının önünde bekleyip çantama benim için hazırladığı sandviçten koyup sıkıca sarılışı, albay amcanın her daim benimle sohbet etmeye çalışıp yaptığı ufak jestlerle günümü güzelleştirmeye çabalayışı...daha bir sürü şey onlara sonsuz minnet beslememi sağlıyordu. Şimdi de Jimin'in ve kendisinin hoşlanmamasına rağmen benim en sevdiğim çorbadan yapıp önüme koyması, sürekli güzel şeyler anlatıp bana gülümsemesi daha çok mahcup olmama neden oluyordu. Sürekli karşılık vermek zorundaymış gibi hissedip kendimi mutlu etmek için sıkıyordum. Fakat ne yazık ki yaram hala fazla derin ve hassas olduğundan bırakın pansuman yapmayı hava bile değse çığlık atmak istiyordum.

"Sujin-ah, çorba güzel olmamış mı yoksa güzelim? Beğenmediysen tekrar yapabilirim."

Gözlerindeki ışıltılı samimiyete ve ilgili tavrına karşılık kibarca gülümseyerek reddettim. "Hayır, gerçekten çok güzel olmuş, ellerinize sağlık."

"Ağzına tek bir kaşık atmadan güzel olduğunu nasıl anladın?" Sağ tarafımda oturan Jimin kulağıma eğilerek bunu sorduğunda başımı eğerek gözlerimi karşımdaki kadından kaçırdım. Aldığım ilk kaşıkla damağımda hissettiğim o güzel tad, anne yemeğine iki haftada duyduğum bu derin özlemi tekrar canlandırdı. Kaşığı tutan elim titremeye başladığında masanın altından boştaki elimin sıkıca kavrandığını hissettim.

Parmaklarını benimkilerin arasına dolayarak sıkıca sarmalayışı güçlükle yutkunup elimi sabit tutmama vesile olduğunda desteği için duyduğum minneti başımı ona çevirerek gülümseyişimle ifade ettim. Beni anlayan ifadesi dolgun dudaklarına yayılan mahzun gülüşüyle kendini gösterdi.

"Senin için üst kattaki misafir odasını ayarladık canım. İstediğin gibi kullanabilir, nasıl istersen öyle davranabilirsin. Lütfen kendini misafir olarak görme, sonuçta burası senin ikinci evin." Min Soo teyzenin bu nazik sözlerine karşılık teşekkürümü ilettim.

Masanın başında oturan, yılların yaşlandıramadığı albay amca da onda nadir görülen bir gülümseyişle ekledi.

"Eğer istersen yeni aldığım bulmacalardan çözebilir sonrasında okey atabiliriz Sujin."

Ağzımı açıp bunun için yorgun olduğumu dile getirecektim ki masanın altında elimi sarmalayan kişi aklımı okumuşçasına bunu kendi söyledi.

"Baba, şimdilik biraz dinlensin, bugün okulda yorulmuş olmalı. Hafta sonu bu dediğini yapabiliriz, değil mi Sujin?"

Önce bana beklentiyle bakan Jimin'e döndüm ardından mahcup bir gülümseyişle oğlunu onaylayan albay amcaya. Kafamla onları onayladıktan sonra bir türlü yiyemediğim yemeğe devam ettik.

Saat onu gösterirken salonda televizyon izleyen ebeveynleri bırakarak üst kata çıktık. Jimin'lerin evinin iç dizaynı bizimkiyle neredeyse aynı olduğu için hiçbir farklılık hissetmiyordum. Aynı uzun orta genişlikte koridorlar, aynı laminant zemin, farklı renkteki duvar kağıtları.

Çoğu kez geldiğim bu koridorda Jimin lavaboya gitmek için yanımdan ayrıldı ve arkamdan bana seslenen Min Soo teyzeyle ona döndüm. Elinde tuttuğu iki pembe havluyu bana uzatarak sıcacık bir gülümseme bahşetti.

"Temiz havlular, duş almak istersen odanın karşısındaki banyoyu çekinmeden kullanabilirsin. Karnın acıkırsa da buzdolabındaki her şey emrine amade."

"Teşekkür ederim Min Soo teyze. Gerçekten."

Kendimi ifade edemeyişimi yadırgamadan havluları elime verdikten sonra çenemi okşayarak alnıma küçük bir buse kondurdu.

"Bana anne diyebilirsin Sujin. Eğer kendini kötü hissedersen demeyebilirsin elbette-"

"Ah, şey ben-"

Ne diyeceğimi bilemiyordum. Başka birine anne demenin ağırlığı ihanet gibi geliyordu kulaklarıma. Ağzımdan dökülebilir miydi o kelime emin değildim.

"Ben de annemi kaybettiğimde kimsenin beni anlamadığını düşünürdüm meleğim. Herkesin kendine göre bir avutma isteği olsa da kimse bunu yaşamadığından duygularımı hissedemezdi. Sırtını sıvazlayıp geçecek deseler de bunun inanması güç bir kavram olduğunun farkındayım. Ama ister inan ister inanma, geçiyor miniğim. Belki acın her daim orada olacak ama annen sen kendini yıprattıkça daha çok üzülecek."

Ağlamamak için çırpınışlarım falezlere vurup yankılanan serseri dalgalar gibi aşındırdı duvarlarımı. Teşekkür mü etmeli yoksa gülümsemeli miydim bilmiyordum. Bu durumda ne denir hiçbir fikrim yoktu. O da bunu anlamış olacak ki el sallayarak merdivenlerden inip gözden kayboldu. Koridorun ortasında elimdeki pembe havlularla öylece kalakaldığımı bir anda ellerim boşalınca fark ettim.

Yatacağım odaya girip havluları Min Soo teyzenin, anne demek çok zordu, hazırladığı yatağın kenarındaki masanın üzerine koyup kapı önünde duran benim yanıma geldi ve elimden tutarak hemen yan tarafımdaki kendi odasına götürdü. Uzun zamandır girmediğim yatak odasındaki birkaç şeyin farklılığı birden gözüme çarpınca hayatımdaki durumlara karşılık yabancılaştığımı fark ettim.

Tek kişilik yatağı artık çift kişilik olmuş, basit araba oyunlarıyla dolu raflarına modern dans, ses, akademik konulu kitaplar ve üst düzey oyunlar hakimiyet kurmuştu. Odasına hükmeden açık mavi renk artık lacivert ve koyu tonlardaki diğer renklerdi. Büyümüştü Jimin, tıpkı ruhlarımız gibi olgunlaşmıştı.

Yatağına kurulup bağdaş kurarak sırtını duvara yasladı ve gülümseyen gözlerini bana dikti. Üzerindeki bal arısı pijamalarıyla oldukça tatlı görünüyor, benim üzerimdeki siyah pijamalara karşılık neşeli ruh halini simgeliyordu sanki.

"Hadi gel, en sevdiğin şeyi yapacağım."

Saçlarımla oynayacak. Bana yapmasını en sevdiğim şey bu.

İkiletmeden yatağa çıkıp başımı bacağının üzerine koyup yüzüyle karşı karşıya geldiğimde büründüğü ciddi ifadeyle yaptığı işi dikkate alıyormuş izlenimi veriyordu gözümde. Parmaklarını narince uzun zamandır hasret kaldığım dokunuşlarla saç diplerimden uçlarına kadar gezdirirken gözlerimin kapandığını hissediyordum. Bir süre daha böyle devam ederken birden şarkı söylemeye başladığında kendimi daha fazla tutamayacağımı anlayıp serbest bıraktım. Öyle şefkatli dokunuşlarla okşuyordu ki ruhumu, sesinin mucizevi tınısı mest ediyordu her hücremi.

Böyle bir gün olur elbet.
Ağlayıp tüm hüznünü dökmek istediğin bir gün,
Yürümek için fazla yorgun hissettiğin bir gün,
O gün yanında kimin olacağını bilemeyeceksin belki de.
Sorun değil, sorun değil.
Sana sarılacağım.
Ve sana sarılırken tüm hüznünle kollarımda ağlamana izin vereceğim.
Sorun değil, sorun değil.
Seni dinleyeceğim.
Hiçbir söz çıkmasa bile dudaklarından, kalbini dinleyeceğim.♪*

Başımı kaldırıp dolan gözlerine baktığımda koca kalbiyle yaralarımı çekinmeden saran bu küçük adamın kollarına iliştim. Sıkıca sarmalayıp ciğerlerim patlayıncaya kadar ağlarken hıçkırıklar boğazımdan düğümlenmek yerine onun şefkatinin huzuruyla eriyordu. Bu kadar sevgiyi hak edecek ne yaptım diye sorgularken daha çok ağladım. Daha sıkı sarıldı.

Saçları okşayan elleriyle kulağıma fısıldadığı ben buradayım sözcükleri kalbimi her geçen saniye daha çok eritti. En çok ihtiyacım olan şeyin farkındalığıyla bir kez daha beni dünyanın kötülükleri arasından çekip alırken, acılarımın yatışmasına yardım etti. Küçük elleri güçlü bir kudretle sarmaladı bedenimi. Gözlerim alev alev yanarken tüm dünyaya kapandı dış sesim.

O yanımdayken üzüntülerim hafifler diye düşündüm anne. O yanımdayken bana bir şey olmayacak. Yokluğun kalbimi liğme liğme etse de onun varlığı yatıştıracak.

Ya o da beni terk ederse anne?

O zaman kim bana sarılıp şarkı söyleyecek?



*Standing Egg - I Will Hug You

Continue Reading

You'll Also Like

11.8M 576K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
8.2K 791 35
•Wattpad FanficsTR okuma listesinde. Tamamlandı. Genç adam, kadın onda kalsaydı ne olurdu diyordu. Kadın için ise aynı yastıkta tek nefesin oluru yok...
100K 9K 23
Eski BTS üyesi Min Yoon Gi, Kanada'nın ıssız bir tayga ormanında kaybolursa ne olur? Ya anormalliklerle dolu bir hayatın tek amacı haline gelir ve ya...
31.5K 3.1K 30
"Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir." -Tolstoy Sung Iseul, taşındığı yeni şeh...