cherry blossom | pjm

By jisakura

233K 19.7K 18.3K

Wattys 2018 Uyarlamacılar Kazananı "dünyanın geri kalmış tüm toprak parçalarına çiçekler ekiyorsun, tüm dünya... More

🌸 çiçek kokulu giriş 桜
1 🌸 sevgi düşüşü hafifletir 桜
2 🌸 çocuk ellerimizle kardan evler yapardık 桜
3 🌸 bana şarkı söyle 桜
4 🌸 beni yalnız bırak(ma) 桜
5 🌸 cesaretim küçüklüğümden 桜
6 🌸 hayal kurmayı bıraktıran şeyler 桜
7 🌸 saçlara güzel davranan erkek kırmaktan korkar 桜
8 🌸 her şey 'birlik'te 桜
9 🌸 ilk kavga ilk aşktandı belki 桜
11 🌸 korkma, yanındayım 桜
12 🌸 hayalim olur musun? 桜
13 🌸 yağmurla akan gözyaşı 桜
14 🌸 sıkıca sarıl, ağladıkça iyiyim 桜
15 🌸 notalara saklanmış umut kırıntıları 桜
16 🌸 kalp yorgunluğumun sebebi misin? 桜
17 🌸 hislerimi arkama sakladım 桜
18 🌸 hiç mi ayrılmayacağız? 桜
19 🌸 yıldızlara sarıldık bu gece 桜
20 🌸 kiraz çiçeklerinin kaderi 桜
21 🌸 bencillik yapıp 'kal' diyemedim 桜
22 🌸 sen gittiğinde soldum 桜
23 🌸 tavus kuşunun renkleri kayboluyor 桜
24 🌸 kaç bahar geçti üstünden 桜
25 🌸 ansızın gelen kavalye 桜
26 🌸 la vie en rose 桜
27 🌸 ayrılıklar, hep bir başlangıç 桜
28 🌸 uğruna feda ettiklerim 桜
29 🌸 keşke, şakaydı diyebilsem 桜
30 🌸 en çok öpücükler can yakar 桜
31 🌸 söyle sevgilim, bileyim 桜
32 🌸 bir adam çok sevdi, kaybetti 桜
33 🌸 portakallı turta 桜
34 🌸 kâbuslarımda da güzelsin 桜
35 🌸 fırtına öncesi sensizlik 桜
36 🌸 nefesinden tanırım seni 桜
37 🌸 zehrimi aldı kokun, ben yine sen oldum 桜
38 🌸 ben severken öldürüyorum 桜
39 🌸 söz, unutursak mutlu olacağız 桜
40 🌸 sona geldik pt.I 桜
40 🌸 sona geldik pt. II 桜
🌸 çiçek kokulu kapanış 桜
🌸 sen benim en güzel yaramsın 桜
🌸 olmuyor işte, ne için bu çaba? 桜
minik bir teşekkür

10 🌸 darılma bana, hepsi sevdiğimden 桜

5.2K 487 260
By jisakura

"Ay geceye, sen bana doğarken,
Üzerime kar...karlar yağarken
Üşümem hiç, aşk sarar beni.
Korkmam hiç, aşk korur beni.
Düşsem bile o tutar beni.
Kaybetse de yine o bulur beni... "





Bazı şeylerin değerini kaybetmeden bilemiyorduk işte. Her ne kadar alışageldik bir söz olsa da her defasında aynı yerden vurup akıllanmayan kafaları azarlardı bu gerçek. Tekrar tekrar aynı çukura düşüp debelenen azade ruh yolunu kaybetmiş bir bedeviden farksızdı.

Fazla yıl biriktirememiştim belki de hayat kumbaramda, fakat görüyordum ki önemli olan o nesnenin ağırlığı değil her bir tanenin içine hapsettikleriydi. Annem, koşup kendini bu kadar terletme hastalanacaksın dediğinde onu dinlemeyip akşam ateşten havalenin eşiğine yakalandığımda sağlığımın değerini anlamıştım. Babam, yardımcı tekerleklerle sürmemi tembihlediği halde onu dinlemeyip Jimin'den bana bisiklet sürmeyi öğretmesini isteyerek düştüğümde çizim yeteneğimin değerini anlamıştım. İşte böyleydi değer hazinesi, mutlaka yok olması veyahut sizden biraz uzaklaşması gerekiyordu ki ancak öyle onun gerçek varlığını hissedip ona ihtiyaç duyduğunuzu hissedesiniz.

Saymıştım. Tam dört gün on altı saat olmuştu birbirimizle konuşmayalı. Her sabah onun yüzünü görmeden iki katlı müstakil evlerinin gri cephesine bakıp ondan hiçbir iz göremeden okula gidiyor, saçlarımla oynayıp beni deli edecek, yaptığı iğrenç esprilerle kulağımı paslandıracak fakat aynı zamanda gülümseyince kısılan o minik gözlerini bana sunacak birinin yokluğunu en derinden hissediyordum. Okula varınca, bu hisler bir anlığına yakamı bıraktı sanıyordum ki ardından yemek vakti gelip çatıyor, onsuz ve tek yemektense aç kalmayı tercih ediyordum. Olur da koridorda karşılaşırsak bakışlarımı güçlükle ondan çekip dolan gözlerimi saklamaya çabalıyordum, çünkü onu ilk affeden ben olursam hata yapmadığına inanacağının farkındaydım. Jae Yong olayı sebebiyle kınama aldığı tüm okul tarafından duyulmuş ve burnunu kırdığı çocuk sınıfına girdiğinde tüm bakışların ona çevrildiğini öğrenmiştim.

Basit bir temastan, özellikle bana yapılan bir şeyden dolayı bunu yapmak istemesinin bir anlamı olmadığı düşüncem her geçen gün tereddüte düşerken kırık kalbimin cam parçalarıyla ders çıkışları mutlaka uğradığımız pastaneye giderek portakallı turtadan alıyor ve tek başıma göz yaşlarım eşliğinde yiyordum. Bitiremediğim ya da boğazıma takılan zamanlarda -ki çoğunlukla böyle olmuştu- Jimin'e görünmeden Mochi'yi çağırıyor ve ona yediriyordum. Tatlı köpek, sanki üzüntümü anlarmışçasına sızlanırdı turtayı yerken ardından bileklerimi yalayıp yüzüme dadanır fakat iterdim yumuşakça.

Tekvando kursuysa tam bir eziyetti benim için. Jimin son olaydan sonra gelmemiş, Jae Yong da olmadığından üç kişi kalmıştık. Antrenör çoğu zaman aktif olmamı istese de bitkin hissettiğimi söyleyip ufak bir alıştırmadan sonra minderlere oturarak uzun uzun düşünürdüm. Eve döndüğüm anda onu son kez görebilmeyi o kadar istiyordum ki Tanrı bana acımış olacak ki her zaman aynı salıncakta ya müzik dinlerken ya da kitap okurken buluyordum onu. Cezalı olduğundan olsa gerek çıkamıyordu bahçeden öteye. Onu öylece izleyip eve girme süremi uzatırken bakışları bazen anlık benimle buluşur yakalanırdım. Suç işlemiş haylaz bir çocuk edasıyla ne yapacağımı bilemez halde eve kaçtığımda arkamdan güldüğüne bile yemin edebilirdim.

En zoru ve çekilmez olanıysa yatmadan önceki o andı. Jimin ile yatak odalarımız karşılıklı olduğu için camlarımızdan baktığımızda birbirimizi görebiliyorduk. Biz de bu durumu küçük bir haberleşme aracı olarak değerlendirip lazer tutuyor ve yatmadan önce kendi dilimizde birbirimize iyi geceler diliyorduk. Yatakta döneleyip durduğum o gecelerde lazerin kırmızı ışığının duvarımı gülümsetmesini o kadar çok istedim ki sanırım bu yüzden dileğim kabul olmadı. Cama çıkıp baktığımda perdelerinin kapalı olduğunu görüp henüz uyumuyordur canım belki geç yatacaktır avuntusuyla buruk uykularıma dalarken yalnızca dört gün olmasına rağmen asırlar geçtiğini hissediyordum. Afaki bir şey miydi yaptığımız yoksa ikimiz için de olgunlaşma sürecinin acı bir meyvesi miydi bilemiyordum.

Fakat sebebi her ne olursa olsun onunla küs kalmak, benim için ıstıraptan başka bir şey değildi. Hayatımdaki ailem olarak gördüğüm ikinci insana günaydın deyip sevdiğim şeyleri onunla paylaşamamak, çikolataya aşık olup ona reaksiyon beslemek gibiydi. Hayatıma nasıl yerleşip haberim olmadan kalıcı bir taş olduğunu ilk kez ilk küslüğümüzde öğrendim. Altı yaşlarındayken arada bir küsüyorduk elbette, fakat onlar masum ve kalıcılıktan epey uzak olan şeylerdi. Fakat bu öyle değildi işte, basbayağı dibine kadar yaşıyorduk ikimiz de.

Bazen durup düşünüyordum, o da benim gibi mi hissediyor yoksa umurunda değil miyim diye. O da benimle konuşamadığı için üzgün müydü, yemeğini yerken hala aç hissediyor muydu, yemekhaneye bensiz de gidiyor muydu, başka arkadaşları olduğundan beni unutmuş muydu, hepsini bilmek istiyordum.

Dördüncü günün gecesinde annem kapımı tıklatıp loş odama girdiğinde gülümsemeye çalışarak yatağımda doğruldum. Kapı aralığından kafasını uzatarak bana baktı ve "Tatlım, girebilir miyim?" diye sordu.

Anında kafamı sallayarak bebekliğimden beri sahip olduğum ve sarılarak uyuduğum Bay Tipsiz adındaki sağ gözünde koca bir benek olan krem rengi eski emektar oyuncak ayımı yanıma koydum. Annem yatağıma oturarak elini yorganın altındaki bacağımın üzerine yerleştirdiğinde bunun dualarla geçecek basit bir konuşma olmayacağını anlamıştım bile.

"Nasılsın Suzy? Son günlerde çok üzgün görünüyorsun bebeğim. Jimin ile konuşmamanızın bununla bir ilgisi olmadığından emin misin?"

Ne zaman üzgün olsam bana İngilizce ismimle hitap ederdi annem. Bu ikimizin arasındaki güven bağıydı. Fakat son bir haftadır bana neden üzgün olduğumu sorduğunda hep farklı cevaplar vermiştim. 'Karnım ağrıyor,' 'ödevlerim var,' 'tekvandoda eskisi kadar iyi değilim,' tarzı şeyler günü kurtarmama yardım etmişti. Ya da ben ettiğini sanmıştım işte.

Belli etmemeye çalışarak bir elimde Bay Tipsiz'in kulağını okşarken diğer elimi annemin üzerine koydum ve samimi olmasını umduğum şekilde gülümsemeye çalıştım.

"Ben iyiyim anne, gerçekten."

"Bana yalan söylemene gerek yok tatlım. Anneler hisseder ve ben kalbinin bana anlatmak istediğin şeylerle dolduğunun farkındayım. Baban çaktırmasa da, o da endişeleniyor."

Derin bir nefes vererek bakışlarımı annemin gözlerinden çekip aşağıya indirdiğimde annem diğer eliyle yanağımı okşayarak ona tekrar bakmamı sağladı. Şuanda dokunsalar ağlayacak deyiminin vücut bulmuş hali olduğumu annemin dokunuşuyla akan gözyaşlarımdan net bir şekilde anlamıştım.

"Canım acıyor anne."

Kalbimi parçalayan kelimelerin dilimden dökülmesiyle gerçekliği ani bir esinti gibi yüzüme çarpıverdi. Bana huzurun timsali olan kollarını açıp başımı göğsüne yerleştirmeme izin verdiğinde kollarımı beline sararak hıçkırıklara boğuldum ve gözlerimde, kalbimde ve vücudumun her bir zerresinde biriken gözyaşlarımın kıyafetini ıslatmasına izin verdim. Saçlarımı okşayan eli bir taraftan da kalbimi okşayan sözleri ona sahip olduğum için milyonlarca kez şükretmeme sebep oldu.

"Ağla bebeğim, ağla ve içini dök. Seni engellemeyeceğim. Kuzum benim."

Bir süre daha kollarında öylece ağladıktan sonra başımı öptü ve en sıcak yuvamdan ayrılıp yüzüne baktım. O da benimle birlikte ağlamıştı, düşünmeden gözlerinden akan yaşları silip titreyen dudağımı ısırırken kendimi sıktığımdan ağrıyan boğazımın yangısının geçmesini bekledim.

"Kendine böyle acı çektirmene gerek yok Suzy. Canın yanıyorsa ilk adımı sen atmalı ve onunla eskisi gibi olmalısın."

"Aslında ona küsmedim ben. Sadece kırıldım. Fakat o öylesine inatçı davranıyor ki, gerçekleri görüp hatasını kabullenmek yerine burnunun dikine giderek acıyı bana çektiriyor."

"Jimin durup dururken bir çocuğa öyle davranacak kadar gaddar biri değil, bunu sen de biliyorsun. Şefkatli ve bir o kadar da iyi kalpli bir çocuğu yalnızca küçük bir kışkırtma bu hale getirmez."

Anneme her şeyimi anlatırdım ben. Mutsuzluğumun sebebiyle onu mutsuzlaştırmak hariç her şeyim, her sırrım ona da aitti. Hiç sahip olmadığım bir kız kardeş gibiydi bana, öylesine yakındık ki bazen annem yerine yaşıtımla konuşur gibi hissederdim. Bundan dolayı kavgalarımız da sık olurdu, sınırı aşabiliyordum sanırım.

"Bilmiyorum anne, kafam öylesine karışık ki ne düşüneceğimi ve ne yapacağımı kestiremiyorum. Evet deli gibi onunla barışmak istiyorum ancak bir yandan da," bakışlarım tekrardan bulanıklaşırken annemin elimin üzerindeki eşsiz desteğini tekrar hissederek gülümsedim "kalbinin benim yüzümden kirlenmesinden korkuyorum. Ben olmasaydım, Jimin böyle bir şeyi hiç yapmayacaktı. Sebebi ben oldum ve bu yüzden özür dileyip hatasını anlamazsa kendimi de onu da asla affetmeyeceğim."

"O kadar küçüksünüz ki Sujin, şu saydığın ufacık şeyler sana kocaman bir dert gibi geliyor. Oysaki yaşayacak birçok güzel ve ne yazık ki kötü şeyler var bu hayatta. Jimin gibi birine sahip olduğun için çok şanslısın. O da sana sahip olduğu için öyle. Böyle bir dünyada kirlenmemek mümkün değil belki ancak eğer onun kirini temizlemekten korkarsan karanlığa boğulmasına müsaade etmiş olursun."

"Ne yapmalıyım o halde anne?"

Düşünceler zihnimin sahiline çarpıp dursa da bir türlü sonuca ulaşamıyordum.

"Canın ne isterse onu yap güzelim. Fakat kafandan şunu asla çıkarma; ne yaparsan yap, ne karar verirsen ver daima benim güzel kalpli meleğim olarak kalacaksın. Yanında bir prens olsun olmasın, sen annenin daima prensesi olacaksın."


Ertesi gün zihnim tamamen arınmış halde okula gelmiş ve öğle yemeğinden önceki saatlerde sabırsızca yemeği beklemeye başlamıştım. Kararımı vermem ve sabah ona ulaşma çabalarım sonuçsuz kalınca çareyi öğle yemeği arasında bulmuştum. Fakat zaman bugüne özel yavaşlatılmışçasına geçmek bilmediğinden içim içimi yiyor, oturduğum yerde nefessiz kalıyordum.

Evet, bugün tüm bu saçmalığa bir son verip Jimin ile ateşkes ilan edecektim. Bunu ne şekilde yapmam gerektiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu ancak, yapacaktım işte önemli olan buydu. Yabancı dil dersinin hemen ardından sınıftan çıkmak yerine sıramda öylece oturmuş, dün gece alamadığım uykumu almak için kafamı masaya yaslıyordum ki sınıfa dağılan ani sesle ayaklanıp harekete geçmem de bir olmuştu.

"Sekizinci sınıflardan Jimin ve Jae Yong kavga ediyormuş, KOŞUN!"

Hiçbir şey düşünemez halde sekizinci sınıfların olduğu kata koşarak çıktım ve koridorun öbür ucundaki Jimin'lerin sınıfını buldum. Kalbim ağzımda atarken nefesimi düzenleyemeden kapıyı ve koridora bakan pencerelerin önünü dolduran insan kalabalığının arasından güçlükle geçmeye çalışarak güç bela seslerin geldiği, sıraların savrulduğu yere ulaşmayı başarmıştım.

Burnundaki bandajı bile yıpranmış olan Jae Yong'un eli Jimin'in yakasında, Jimin'in eli de Jae Yong'unkindeydi. İkisi de birbirlerine köpürerek azgın bir boğa gibi diklenirken okul gömlekleri pantolonlarından çıkmış, kravatları iyice gevşemiş ve tek kelimeyle berbat görünüyorlardı. Jimin'in kaşı ve dudağı patlamış, gözünün hemen altındaki yerde morarması muhtemel bir kızarıklık görünüyordu. Jae Yong'un durumu da ondan pek farklı sayılmazdı tabii, sadece biraz daha hafifti.

Aralarına girip ikisini de durdurmadan hemen önce Jimin "Hadi vursana o*spu çocuğu! Vur da görelim nasıl benzetiyormuşsun?!" diye bağırdı ve Jae Yong öfkeyle onu iterek arkadaki sıraya sendelemesine sebep oldu. Tam itildiği yerden kalkıp Jae Yong'un yüzüne geçirecekken dehşet içerisinde ani gelen bir cesaret patlamasını hissettim ve kanımda dolaşan adrenalinin verdiği güçle Jimin'in gövdesine kollarımı koyarak orta bir kuvvetle geriye ittim. "YETER ARTIK İKİNİZ DE KESİN ŞUNU!"

Jimin hızlı hızlı solurken bir taraftan da bana ateş saçan gözleriyle bakarak "Sen karışma Sujin, git!" diye uyardı. Fakat o kadar sinirliydim ki, tüm dinleme ve cevap verme işlevim kaybolmuş gibiydi.

"Ne yaptığının farkında değil misin sen? ŞU HALİNE BAK GERİZEKALI!"

"SUJIN SANA GİT DEDİM!" Bu anlamsız gösteriyi izleyen bir yığın ergen sürüsü iyice seslerini yükseltirken kızarmış yüzüne ve siyah saçlarının bitiminden sivilcelerine doğru akan terlere baktım. Felaket görünüyordu ama hala daha savaşabileceğini zannediyordu, aptal.

"Ne o, kızıl prensesin seni kurtarmaya geldiği için ona kızdın mı?"

Jae Yong ukala bir tavırla gülerken bir taraftan da bana anlamlandıramadığım 'kızıl' lakabını vurguluyordu. Ellerimin kontrolündeki Jimin aniden baskı uygulayarak "LAN BEN SENİN AĞZINI YAMULTURUM KÖPEK HERİF!" diye bağırdı ve adeta saldırıya geçen bir asker gibi beni yıkmaya çalıştı.

"JIMIN YETER DEDİM SANA YETER DUR ARTIK!"

Fakat o kadar üzgün, öfkeli ve şaşkındım ki onu çığırarak durdurmam beni bile şaşırtmıştı. Bana saniyelik bir bakış atıp ardından ellerimi çekti ve gözlerini devirerek bileğimden tutarken Jae Yong'a bakmadan beni kalabalığın arasına karıştırarak arkasından sürüklemeye başladı.

Koridordan hızlı adımlarla geçip okulun dışına ulaştığımızda beni arkasından sürüklemeye devam ediyor, bileğimi acıttığı gerçeğini göz ardı ederek anlaşılamaz bir hışımla beni götürüyordu. Biraz daha yürüdükten sonra okulun bir çam ağacı dikilmiş etrafında pek bir şey olmayan sakin yerine ulaştığımızda bileğimi bırakarak durdu ve ellerini saçlarının arasına koymuş halde bana döndü.

"Senin derdin ne? Neden iki erkeğin kavgasına burnunu sokuyorsun? Ya sana yanlışlıkla vursaydım, neler hissedeceğimi düşünmüyor musun gerizekalı?"

Orada dikilip konuşmaya başlayıncaya kadar tuttuğumu bile fark etmediğim nefesimi bıraktım ve saçını başını yolmak istediğim bu arlanmaz çocuğun ne ara böyle büyüyüp eski masumluğunu yitirdiğini düşündüm. Çok tuhaftı, neredeyse en toy halini görmüşken bir anda anlamadığım bir sebepten zıvanadan çıkmış ergen bir erkek çocuğu görmek beni ürkütüyordu.

"Asıl bunu sana benim sormam gerekiyor bok kafalı! Ne derdin var da burnunu kırdığın bir çocuğu sınıfın ortasında meydan dövüşüne ortak ediyorsun? Hayatınla oynadığının farkında değil misin?"

"O kadar safsın ki Sujin... Sana anlatsam bile anlamayacağını biliyorum. Bu yüzden lütfen işime burnunu sokma! Sen gelmeseydin o salak iti konuşamaz hale getirecektim!"

"Ben de bundan korkuyorum zaten! Öyle yapsaydın ne işine yarayacaktı? Tanrım delireceğim, neden böyle bir şey yapmak isteyesin ki?"

Tam şurada, çimlere çöküp saatlerce hüngür hüngür ağlamak ve ardından tüm acımı terk edip uzaklaşmak istiyordum. Ona uzaklığım yeterince canımı yakmıyormuş gibi bir de başıma kontrol altına alınamaz öfkesi çıkmıştı. Bana bir süre boş boş bakıp ellerini saçlarının arasından geçirerek havaya doğru öfkeyle bağırdı ve yerinde dönerken çenesinin kasılmasından anladığım kadarıyla dişlerini sıktı. Gülümsemesine, ufak gamzelerinin ortaya çıkmasına öylesine alışmıştım ki, yazın ortasında kar yağıyormuşçasına şaşkın ve mantıksız geliyordu tüm mimikleri.

"Anlamayacağımı söylüyorsun ama hiç anlatmayı denemedin ki Jimin. Beni suçlamaya hakkın var mı sence? Günlerdir neler çektiğimin hesabını verebilecek misin ki elimde olmayan şeylerden dolayı beni suçluyorsun?"

Bu sefer dokunsan ağlayacak moduna o büründüğünde gözlerine yerleşen o minicik ifadeden tekrar sekiz yaşındaki haylaz ama bir o kadar mazlum çocuğu gördüm. Yeniden beni kahkahalarla kumlu zemine itiyor ve yeniden her düşüşümde olduğu gibi koltuk altlarımdan tutarak beni kaldırıyordu. Yine öyle olmasını istedim. Düşmüştüm ve ayağa kalkmaya ihtiyacım vardı. Çok fazla hem de.

"Sana neden kızıl prenses diye seslendiğini bilmek istiyor musun gerçekten?"

Kafamla onu onayladığımda bakışlarını benden kaçırarak havaya baktı ve sessizce bir şeyler mırıldanarak yumruğunu sıktı.

"Geçtiğimiz günlerde yemekhanede başına gelen o olaydan sonra bizim sınıfta seni alay konusu ve erkeklerin piyonu haline getiren kişi şerefsiz Jae Yong'du. Sanki anormal bir olaymışçasına herkesin diline senin kırmızı lekeni taktı ve bundan bir gram utanç duymadan sana dokunmaya çalıştı. Onu sınıfta çok fazla uyardım, öğretmene bile söyleyecektim ki daha fazla kişi tarafından duyulup rahatsız olacağından korktuğum için bir şey yapamadım." gözlerini kapayıp ince bir damlanın sağ yanağından süzülmesine izin verdi. "Fakat kendimi tutuşum o olaydan sonra bitti Sujin. Daha fazla göz yumamadım işte, o pis elleri sana değince psikopatça belki ama elini kesmek istedim. Fakat neyse ki daha insancıl bir yolu seçerek burnunu kırdım."

"Peki ya bugün? Neden tekrar kavga ettiniz?"

"Çünkü piç herif beni tekrar seninle kışkırtmaya kalkıştı ve yediği dayağın onu akıllandırmadığını düşündüm. Bir de, bugün biraz asabiydim, ondan dolayı oldu."

Ne diyeceğimi, ya da ne desem doğru olacağını bilmediğim bu anlarda Jimin'in tüm bu davranışlarının benim uğruna olduğunu öğrenmek hem canımı yakmış hem de doğru değildi bellki ama sevindirmişti. Yeterince utandığımı hissettiğim o gün bir de üst dönemlerin mezesi olmak beni elbette kızdırmıştı fakat bunun uğruna kendini yıpratmasına izin verdiğim için ben suçluydum. Bunca zaman hem üzülmesine ve zorluk çekmesine sebep olup ona darılmış hem de ikimize de kötülük yapmıştım.

Tüm bu gereksiz ayrıntıları ve tartışmaları geride bırakmak istercesine kan lekesi bulaşmış ellerini tuttum ve gülümsemeye çalışarak "Teşekkür ederim, beni savunmaya çalıştığın için. Fakat kavga ve şiddet seni daha çok yıprattı Jimin. Benim hatrım için artık o çocuktan uzak duracağına söz verir misin?" diye sordum. Önce gözlerimin derinlerine bakıp öylece kaldı ardından derin bir iç çekerek kafasıyla onayladı.

İkimiz de gülümseyerek birbirimize baktıktan sonra diğer elini saçlarımın arasına daldırarak okşadı ve baş parmağıyla kırmaktan korktuğu değerli bir porselenmişim gibi yanağıma dokundu.

"Seni özledim Su. Sen de bir daha benimle küsmeyeceğine söz verir misin?"

Continue Reading

You'll Also Like

76K 6.2K 24
Üniversitesinin serseri çocuğu jungkook, kız arkadaşını rahatlatmak için kayda aldığı inlemelerini yanlışlıkla yeni atanan rektörü Kim Taehyung'a ata...
9.4K 1K 10
Telefonunuz sıfırlandıysa ve ezberinizden emin değilseniz sakın arkadaşınızı aramayın.Belki son rakamı karıştırıp okulunuzun sahibinin oğlunu aramış...
88.3K 7.1K 24
Lalisa Manobal en yakın arkadaşı Jeon Jeongguk'tan hoşlanıyordur; "Kız arkadaşınla telefonda konuşuyorsun ve o üzgün. Söylediğin bir şeyden dolayı si...
24.6K 1.6K 10
"Uzun bir sessizlik oluyorsun dağlara baksam Karşılıksız mektuplar kadar burkuluyor kalbin Yazdığım şiirler de canımı sıkıyor artık Fotoğraflarımı yı...