DREAMCATCHER II MARVEL [TONY...

By illiyria

21.7K 1.5K 2.4K

Rüyanın gerçekle kesiştiği yerde mi senin sırrın, yoksa korkun kabusa dönüştüğünde kaçabilmek mi marifetin? G... More

Tanıtım
DREAMCATCHER- KARAKTERLER
BÖLÜM 1:YARIM KALAN RÜYALAR
BÖLÜM 2:BASİT KARARLAR, BASİT MUTLULUKLAR
BÖLÜM 3:AİLE
BÖLÜM 4:SABOTAJ
BÖLÜM 5:ZIRHIN İÇİNDEKİ KAHRAMAN
BÖLÜM 6:SANRILAR
BÖLÜM 7:KAÇINILMAZ KARŞILAŞMA
BÖLÜM 8:KAPILAR
BÖLÜM 9:BU HİKAYENİN SUÇLUSU
BÖLÜM 10:S.L.E.E.P.
BÖLÜM 11:GERİ DÖNÜŞ

BÖLÜM 12:RÜYA GEZER

1.2K 106 387
By illiyria

Dolabın kapağındaki boy aynasında kendime bakıp, normal bir okul üniformasına göre fazlası ile şık olan eteğimi düzeltirmiş gibi yaptım. Her şeyde olduğu gibi St. Brillian bunda da farkını göstermişti. Giymek zorunda olduğumuz bu tek tip kıyafetin göze hoş görünmesi için ellerinden geleni yapmışlardı en azından.

Her şeyin hazır olduğuna ikna olduktan sonra, abartısız topuklarımın boş koridorların sessizliğini bozmasına aldırmadan hızlıca yola koyuldum. Gün daha tamamen ağarmamıştı, yine de benim güne başlamam için en ideal zamandı.

Tony'nin beni okula bırakmasının üzerinden bir hafta geçmişti. Kaybettiğim zamanı telafi edebilmek için koşuşturduğum 1 koca hafta. Umurumda olan dersler değildi, sınavlar da. Yine de bu, geriden gelip hazırlamam gereken ödevler ve bir proje raporu olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Günlerdir erken kalkıp geç saatlere kadar çalışarak epey bir yol almıştım neyse ki.

Kısa süreli bir yürüyüşün ardından nihayet, türlü çalışma alanları ve kütüphanelerin olduğu etüt kanadına varmıştım. Yerleşkenin bu bölümünde resim atölyesinden müzik salonuna kadar her alanda çalışma yapabileceğiniz bölümler mevcuttu. Sadece daha geniş çalışma olanağı sağlamak için spor salonları ayrı bir halde arkadaki ormanlık alana yakın bir şekilde konumlanmıştı.

Kütüphaneye geçmeden önce camın arkasında konsantre bir şekilde keman çalan Evelyn'i gördüm. Anlaşılan o da erkencilerdendi. St. Brillian'a daha bu sene gelmiş oldukça sessiz, kendi halinde bir kızdı. Çalmayı bırakıp aramıza döndüğünde dikkatimi çekip ona selam verebilmek için camı tıklattım. Anlaşılan bunu beklemiyordu ki olduğu yerde ürkekçe sıçradı. Ama beni görünce, yüzüne yerleştirdiği çekingen gülümsemesiyle yanıma geldiğinde o alışılagelmiş, kısa sohbetlerden birini yaptık. Ama çok uzatmadan ondan izin istedim. Gitmeliydim, boşa harcayacak vaktim yoktu.

***

Evelyn'le ayrıldıktan sonra kendime tenha bir masa bulup eşyalarımı yerleştirirken, azmin ve başarının sindiği bu duvarlarda gözleri gezdirdim. Dedemin ideallerinin vücut bulduğu ve onun temelini attığı bir yerdi burası benim için. Daha fazlası değil. Bazı zamanlar şu köşeyi dönsem onunla karşılaşacakmış gibi gelir, bu imkansız hayalin ihtimali bile gülümsetirdi beni.

Aslında lise denen prosedürü kafamda bitireli çok olmuştu. Öğrenmem gerekenden fazlasını öğrenirken doyumsuz ve talepkar olmuştum her zaman. Kendimi daima bir sonraki cevap için doğru soruyu* düşünürken bulurdum. Malum, yanlış sorularla doğru cevabı bulmayı beklemek ahmakların işidir derlerdi.

Ama yine de seviyordum bu okulu. Bugün burada yaşıtlarımla aynı şartlarda okumayı sürdürüyorsam sebebi annem ve dedemin yıllar öncesinde aldığı garip karar yüzündendi. İkisinin ortak bir karar alması heykeli dikilecek kadar önemli bir olaydı şu an bile bakınca. Ama ben anlamanın verdiği hazla gazı köklemiş, önüne bakmadan son sürat ilerlerken yılların tecrübesiyle Benjamin Sanders, saptığım yolu ve o yolun beni götüreceği yeri çoktan öngörmüştü. Dahası bir şekilde annemi de ikna etmişti. Karar verilmişti. Ne şartla olursa olsun yaşıtlarımla bir arada olacak, eğitimimi onlarla alacaktım.

Anneme itiraz edemeyeceğimden ağlayarak dedemin yanına koşup ondan yardım istediğim günü daha dün gibi hatırlıyordum.

"Ben çok sıkılıyorum, orada senin bana öğrettiklerinden fazlası yok."

Şaşkındım, hem de çok şaşkın. Çocuk aklım anlamıyordu. Daha çok öğrenmemden, sorduğu sorulara cevap vermemden mutlu değil miydi? Onun sevgisine güvenerek yaptığım bu şımarıklığa, dedem gülümseyerek ve anlayışla karşılık vermişti.

"Öğretmenlerinden öğrenecek bir şeyin olmayabilir. Sen de o zaman arkadaşlarından öğren Serena."

Sıktığım küçük yumruklarım ve çatmaktan canımı acıtan kaşlarımla bence dünyanın en mantıklı itirazını yapmıştım. Küçümsemem ve ukalalığım küçük bir kızın bedenine sığmayacak kadar fazla idi sanki.

"Onlar benim bildiklerimi bilmiyorlar. Okuyamıyorlar bile daha. Ne öğrenebilirim ki diğerlerinden?"

Beni yanına yaklaştırıp gözümün içine bakarak sanki dünyanın en büyük sırrını açıklar gibi konuşmuştu. O an onu anlamayacağımı bile bile anlatmıştı.

"İnsanı öğren onlardan Serena. Kitaplardan öğrenemeyeceğin tek şeyi. Onları anlamayı öğren, arkadaş ol, aralarına karış. Merak etme, sen her zaman kendi yolunu çizip başaracaksın zaten. Başarmak senin kanında var. Ama istiyorum ki, ben olmasam da, annen olmasa da, çıktığın yollarda hiç yalnız kalma. Ve bu, benim sana bırakacağım en büyük miras olsun."

Yıllar geçmişti ve ne yapmaya çalıştığını gayet iyi anlıyordum. Aklımın bana yeteceğini düşünüp, içime kapanık bir sosyopat olmadıysam bu yüzdendi . Eğer o gün bu kararı vermeseler, şu an bir üniversite yurdunda, gözlüklerim ve dağınık topuzuma taktığım kalemimle, altında kaldığım kitap yığınının arasında, tek arkadaşım pireli bir kediyle bitirme tezimi tartışıyor olmam muhtemeldi.

Ama bana denileni yapmıştım. Yıllarca sınavlar doldurmak zorunda olduğum birer kağıt parçası iken, dersler insanları tanımaya çalıştığım bir gözlem alanı olup çıkmıştı. Bir yandan içimdeki dinmek bilmeyen öğrenme hevesini doyururken, diğer yandan parmakla gösterilen o sosyal insanlardan biri olmuştum. Girdiğim ortamlarda herkesi tanırdım, herkes de beni tanırdı. Hiç kimse ile Colin kadar yakın olmayıp temkinli ilerlesem de, insan ilişkilerinde gayet iyi olduğumu rahatlıkla söyleyebilirdim.

Gerçek manada onları tanımayı öğrenmiştim. Tamam belki yılların politikacısı dedem kadar bir insan sarrafı değilsem de onların bana asıl anlatmak istediklerini anlıyordum. İnsanlar çoğunlukla söylediklerini kast etmezlerdi çünkü.

Yıllar, başka şeylerin üzerindeki perdeleri de kaldırmıştı sanki. Belki de annem onun gibi olmamdan korkmuştu, dedem de annemde yaptığı hataları ben de tekrarlamaktan. Bir politikacı olarak sosyal etkileşimin önemini ne kadar iyi bilse de, kızı ile aralarındaki her şey gibi anlaşılan bu kısım da biraz eksik kalmıştı.

Hatıraları geride bırakıp önümdeki notlarla ilgilenmeye başlamadan önce, öldükten sonra bile elimi üstümde hissettiğim o adama sessiz bir teşekkür gönderdim. Acaba yanımda daha uzun süre kalsa, hayatımda daha neyi değiştirirdi diye düşünmeden edemedim.

***

Neredeyse 10 günlük koşuşturmaya mal olmuştu ama, işte bitmişti. Okumayı hedeflediğim bölümün bulunduğu en prestijli okula girmemi sağlayacak bir ön gösterim biletiydi elimde tuttuğum proje raporu. SAT* sınavını çoktan tam puanla vermiştim. Derslerim, öğretmenlerimin bildirdiği görüşler, St. Brillian'ın itibarı, katıldığım sosyal etkinlikler hepsi kusursuz olsa da bu yaşta o okulu hak ettiğimi kanıtlamak için bu proje raporuna ihtiyacım vardı.

Belki biraz geç kalmıştım ama malum sebepler yüzünden kaybolan zamanı telafi edebilmek için, kimi zaman birkaç saatlik uykuyla günlerdir bunu tamamlamaya uğraşıyordum. Tek yapmam gereken bunu danışman öğretmenime teslim edip, onun prosedürleri başlattıktan sonra olumlu olacağını umduğum sonucun gelmesini beklemekti.

Biyokimyada ilerleyip daha sonra da genetiğin karşı konulamaz derecede büyük ve büyüleyici dünyasına adım attıktan sonra Cal- Med'de* okumak gelecek planlarımın arasında yeri tartışılmaz ve en öncelikli hedeflerden biri haline gelmişti. Bu kararı verdikten sonra annem tahmin ettiğim gibi erken üniversiteye gitme fikrine ilk başta karşı çıksa da çılgınlık derecesinde bu konu hakkında çabaladığımı gördüğünde ikna olmuştu.

Diğer bir motivasyonum da anneme ve artık Tony'e de bunu başardığımı söylemek istememdi. Bunu başaracaktım, başaracağıma inanıyordum. Hem bunun için gerekli bilgi ve yeteneğe sahiptim hem de bunun için çok çalışmıştım. Ben Vanessa Sanders ve Tony Stark'ın kızıydım.

Bayan Clay'in odasına gelince içimde baş göstermeye başlayan egoyu susturarak, önümdeki kapının kaliteli ahşabını iki kere tıklatıp, gir sesini duyduğum gibi içeri girdim. Bayan Clay beni görünce ölçülü bir gülümseme ile oturmamı işaret etti. 

Odası yaşının çok üstünde bir ciddiyetle döşenmiş olsa da kendisi otuzlarının başlarında, dinamik, öğrencilerinin sevdiği bir öğretmendi. Benimle okula gelmediğim ve geldikten sonra yaşadığım süreç hakkında ilgili bir sohbet yaptıktan sonra önünde duran basılı proje raporunu incelemeye başladı. İşi bittikten sonra suratındaki ifadeyi bir gram bile değiştirmeden kendisinin bununla ilgileneceğini ve haberdar edeceğini söyleyip beni postaladı. Hali garipti ama takılmadım.

Hiç belli etmese de geceleri yüzme antrenörümüz Martin Summers hakkında ucu bucağı olmayan yaratıcı hayaller kuran aşık bir kadındı ne de olsa. Nereden mi biliyorum?

Doğruyu söylemek gerekirse şu 10 günde tek yaptığım şey kafamı kitaplara gömmek değildi. Kısıtlı uyku zamanlarımda adeta cennete düşmüşüm gibi elimdeki imkanı tepe tepe kullanmıştım. Burada yüzlerce kişi vardı. Bu da bir dolu ziyaret edilecek kapı ve o kadar çok farklı dünya demekti.

Bu öylesine farklı bir deneyimdi ki, adeta insanların karakterinin röntgenini çekmek gibiydi. Bir çok insan lisedeki gençlerin hayaller ve kabuslarının sınavlardan ibaret olduğunu sanırdı. Geceleri şaşkınlık veren keşiflerim sonrası gündüzleri çevremdekilere normal gözle bakamaz olmuştum. Belki akıl okuyamıyordum ama onların en gizli hayallerini, en beklenmedik korkularını biliyordum. Dahası sadece bir görüntüden ibaret olsa da şekillendirebiliyordum.

Bunu yapabilmek, gücün bende olmasının sarhoşluğu bambaşka bir histi. İçimdeki cılız ses bunun yapmamın ne kadar ahlaki olduğunu sorguluyordu ara sıra. Ama daima en baskın olan ses beni kendine inandırıyordu.

"Sen artık busun, kendin olmak niye suç olsun?"

Yine de kendimce sınırlarım vardı. Bayan Clay'in hiç beklemediğim yaratıcılıktaki fantezilerine şahit olur olmaz kapısını açmamak üzere kapatıp, bir daha rüyalarına girmemiştim. Ama zaman geçtikçe çoğu rüya benim için sıradanlaşmaya başlamıştı.

İstediğine koşup bir türlü ulaşamayanlar, kaçsa da bir türlü uzaklaşamayanlar, topluluk içinde çıplak kalanlar, devamlı bir şeylere geç kaldığını görenler... Eğer varsa rüya tanrısı gerçekten klişeyi seven bir tipti demek ki.

Bazıları gerçekte neyse, rüyalarında da oydu. Evelyn mesela... Kendini her zaman Viyana'da dev bir orkestrayla çalarken hayal ediyordu rüyalarında. Dünyanın en gamsız insanı madalyasını tereddütsüz boynuna takacağım oda arkadaşım Ruby ise tam tersine, geceler boyu gündüz biriktirdiği kaygıların kabuslarıyla uğraşıyordu. Tabii bu eskidendi.

Tıpkı küçük bir kızken istediğim gibi, kabus dolu gecelerini insanlardan alıp, onlara huzur dolu rüyalar hediye etme gücüm vardı artık. Önceleri yavaş yavaş olsa da şu an rahatlıkla yapabiliyordum bunları.

Tabii bu iş ilk başlarda evdeki son gecemde uyarıldığım gibi sonuçlanmıştı. Belki bütün gece rüya rüya dolaşıp okuldaki her kızın rüyasına birer rock yıldızı ya da tek boynuzlu at yerleştirebilirdim. Ama sınırları zorladığım her gecenin sonunda kendimi yatağın dışında, farklı bir yerlerde bulmuştum.

Bu uyurgezerlik mevzusunu bir iki sefer Ruby'e kaçamak cevaplar vererek geçiştirsem de bir gece alt katın koridorunda uyanıp nöbetçi öğretmene yakalanınca, olay zincirleme bir şekilde revire, rehberliğe ve danışmanıma yansımış, önemli bir şey olmadığı konusunda onları ikna edene kadar canım çıkmıştı. Neyse ki olayı anneme iletmeye gerek görmemişlerdi. Bu olaydan sonra zihnim ve bedenim arasındaki uyumu sağlamayı öğrenene kadar ağırdan almaya ve dikkatli olmaya karar vermiştim.

Artık her gece yatmadan önce hem Ruby ile kullandığımız ortak salonun kapısını, hem de kendi odamın kapı ve pencerelerini özenle kontrol edip kilitliyordum. Zaten birkaç gün içinde rüya gezginliğimi de azalttıkça ki bunun için en doğru tabir bu muydu hala emin değildim, sorunum da azalarak bitmişti. Zihnim ve bedenimin rüyada çok aktif olduğum zamanlarda beraber hareket etmesini engellemekde zorlansam da sanırım artık sorun çıkmayacaktı. Son 2 gündür vukuatım olmamıştı ve yatağımda uyanıyordum. Giderek daha kontrollü olmayı öğrenip bu işte ustalaşıyordum. Bunun verdiği güvenle yastığa başımı koyduğumda yeni deneyimlere hazır olduğumu artık biliyordum.

***

Son sınıflardan bir zamanlar aramın gayet iyi olduğu Zack'e olabilecek en soğuk selamı verip hızla sınıfıma geçtim. Muhtemelen bu duruma anlam veremiyordu. Son anda yaptığım şeyi hatırlayıp yüzüme zalim bir gülümseme yerleştirdim. Onun benimle ilgili görmeye çalıştığı sapık rüyalarını Kirstie Alley'in* en devasa hali ile olan ve sabaha kadar süren samimi anlardan oluşan bir kabusla değişmiştim. Çünkü yalnız rüya gezerlik yapıp kabus avlamıyordum, hak edenlere kabus da armağan edebiliyordum.

"Mutlu bir kız mı görüyorum orada, yorgunluktan ölmeden önce sonunda teslim ettin şu raporu demek ki!"

Ruby yüzümdeki gülümsemeyi buna yormuştu. Hiç bozuntuya vermedim. Hem aynı dairede hem aynı sınıfta olduğumuzdan içimde bulunduğum çabanın en önemli şahidiydi. Ona rahatlıkla bu okuldaki en yakın arkadaşım diyebilirdim. Her ne kadar onunla son zamanlarda yaşadığım şeyleri paylaşamasam da, o, yanı başımda benimle mutlu olmaya hazır bekliyordu.

"Evet, Bayan Clay'e teslim ettim. Bundan sonra her şey an meselesi."

Bana sarıldı ve tebrik etti.

"Çok sevindim, başvurular çoktan bitti diye duymuştum ama demek ki yanlış duymuşum."

Bu dediğiyle bir an için dikkat kesilsem de hemen  yükselmeye başlayan paniğimi yatıştırdı.

"Bayan Clay bir şey demediğine göre yakın vakitte kutlamaya hazırlanabiliriz demek ki."

Kaygım çabucak geçince, günün son dersini dinlerken çizeceğim çöp adamlar ve benden başka kimsenin anlamadığı notlarım için boş bir kağıt çıkardım. Artık endişe duyma değil, keyif zamanıydı.

***

Çok yorgundum ve ders hiç bitmeyecekmiş gibi gelmişti. Akşam yemeğinden sonra hiç vakit kaybetmeden odama gelmiş, duş aldıktan sonra en rahat kıyafetlerimi giyip son zamanlarda elimde olmayan bir lüksün tadına varıyordum. Boş boş dolaşıyordum. Raftaki kitapların arasından uygun bir şey aranırken telefonun farklı çalan zil tonuyla Tony'nin aradığını anladım.

Bu son görüşmemizde telefonuma yaptığı şey yüzünden değildi. Buraya gelirken minik parçalarına kadar ayrırdığı telefonuma bir şeyler yaparken ben sadece bakakalmıştım. 

"Ne yaptığını biliyor gibisin ama o telefon tekrar çalışacak mı?"

Kısa süreli alıngan bir bakıştan sonra birkaç dakika kendini zor tutuyormuş gibi davransa da sonunda dayanamamıştı.

"Tabii ki ne yaptığımı biliyorum, ben Tony Stark'ım. Ve bu dediğini duymamış gibi yapacağım."

Her şey çok yeniydi. Şu kısa sürede onun babam olan yönünü görsem de o Tony Stark'tı. Dahi, milyoner, çapkın, hayırsever olan. Ve daha da önemlisi benim babam olan. Bunu iyice anlamak için galiba zamana ihtiyacım vardı.

Çalan telefonu odamda yalnız olduğumdan açıp, masanın üzerine bıraktıktan sonra ben de masaya oturdum. Ekrandan çıkan Tony'nin holografik görüntüsü, telefonuma yaptığı son şey yüzündendi. Ve muhtemelen sadece kendisinin bildiği birkaç şey daha yapmış, bunun şimdilik iş göreceğini söylemişti.

"Ders çalışmaya ara verip, kedicikle vakit geçirmeye karar vermişsin."

İtinayla Hello Kitty'li tişörtüme gönderme yapmayı ihmal etmemişti.

"Ben senin dj Bruce Lee ile ilişkine karışıyor muyum hiç?"

Sanırım evindeydi ve çalışıyordu. Elindeki ıvır zıvırı bırakıp telefona yaklaşıp fısıldadı.

"Pepper sakın duymasın bunu, aramızda kalsın."

Biz gülerken arkadan gelen "Duymamam gereken neymiş?" sesiyle Pepper'ın da oraya henüz geldiğini anladım. Tony'nin diğer tarafa döndüğünü ve muzip bir şekilde baktığını gördüm. Sanırım zaten onun orada olduğunun farkındaydı ve sırf onu kızdırabilmek için öyle söylemişti. Daha sonra birazcık daha ciddi bir şekilde bana geri dönünce Pepper'ın bizi yalnız bıraktığını anladım.

"Bu hafta sonu gelecek misin, seni almamı ister misin?"

Aslında işlerimi büyük ölçüde halletmiştim ama eve başvurumdan güzel bir sonuç alıp öyle dönmek istiyordum. Bu gerçekten uzun süredir en çok anlam yüklediğim şeylerden biriydi. Bu yüzden Tony'e muhtemelen gelmeyeceğimle ilgili bir şeyler geveledim. Pepper'ın da onu, adeta zorla uyumaya ikna etmek için geri dönmesiyle, üzerine çok konuşamadan telefonu kapattım. Tony'nin her zamanki gibi neşesi yerinde olsa da yorgun görünüyordu. Yine de bu tuhafıma gitti.

Hayır, sevgilisinin babamı neden ısrarla uyumaya götürdüğü konusu üzerine düşünmeyi reddediyordum. Annemin varla yok arası özel hayatına karışmadığım gibi babamın çok renkli ve bazen de kamuya açık özel hayatı üzerine de kafa yormayacaktım.

Pepper telefon kapanmadan önce, en kısa sürede yüz yüze tanışmak istediğini de söylemeyi ihmal etmemişti. Onu anlıyordum. Neredeyse 1 ay olacaktı ve sevdiği adamın sürpriz yumurtadan çıkan kızıyla henüz tanışmamıştı. İşte sırf bu yüzden ondan biraz çekiniyordum. Sonuç olarak bir anda hayatının ortasına bomba gibi düşmüştüm.

Aslında ben de gitmek istiyordum. Tony'i özlemiştim, Pepper'ı merak ediyordum. Bir süredir kızgın olsam da annemi de özlemiştim. Ben bu düşüncelerle yatağa girerken. Telefona gelen mesajla mecburen benim yerime karar verilmişti. Hafta sonu eve gidiyordum.

***

Anneme de Tony'e de haber vermemiştim. Sürprizler pek tarzım değildi ama bu sefer böyle olsun istemiştim. Değişiyordum galiba. Kapının önünde dikilip zile bastığımda, sabırla annemin kapıyı açmasını bekledim. Biraz geç kalınca içeri kulak verdim, onun ve başka birinin yüksek sesini duydum. İkinci zille beraber kapıya teşrif eden annemin kızgın yüzü bir anda değişti.

"Serena, geleceğini bilmiyordum."

Yaptığım sürprizin yarattığı kısa süreli etkinin tadını çıkarırken, arkadan gelen kişiyle diğer sesin sahibini gördüm.

"Serena!"

Tony'nin bana seslenmesiyle annemin kollarındaki süremi doldurup ona yaklaştım. Gözlerinde telefondaki konuşmamın aksine burada olmamı sorgulayan bir bakış görsem de bana sıkıca sarıldı. "Son anda karar verdim." dediğimde üstünde durmayıp beni omzumdan çekip kendine yaklaştırdı. Havadan sudan konuşmaya başladığımızda masanın üstündeki viski bardakları dikkatimi çekti.

"Sahi siz ikiniz ne yapıyordunuz burada?"

İkisi de anlaşmış gibi, bir şeyler sakladıkları belli olan bir yüz ifadesiyle kısa bir an bakıştılar.

"Annenle görüşmemiz gereken bazı konular vardı."

Anlaşılan ne konuştularsa konuşma her zamanki gibi geçmişti. Yani olumsuz. Yine de bu konuyu deşmemeyi tercih ettim. Lise hayatımı yakında kısa yoldan sonlandıracaktım, uzun süren yorgunluğun üstüne hafta sonu evime gelmiştim. Annem, babam ve Colin'le vakit geçirecektim. Keyfimi Belle'in yapmacık tavırları bile bozamazdı. Yine de onlara takılmadan edemedim.

"Normal bir ailem olsa, çocuklar hazır evde yokken aşk tazeliyorlar derdim ama..."

Lafımı bitirmeden annem ikaz eden bir öksürükle araya girdi. Tony muhtemelen bahsettiğim şeyin saçmalığına gülüyordu. Anneme hiç aldırmadım.

"Ama normal olmadığımız için, haftalık rutin didişmeleriniz için bir araya geldiğinizi varsayıyorum."

Annem homurdanarak akşama benim gelişim için bir şeyler hazırlayacağını söyleyerek mutfağa geçse de, ağız ucuyla Tony'e yemeğe kalabileceğini söyledi. İlk önce şaşırsam da Tony'nin nazikçe reddetmesiyle gizlemeyi pek beceremediğim bir hayal kırıklığı yaşadım.

"Söz veriyorum Serena, annenin beni yemeğe davet edecek kadar aklını kaybettiği diğer sefer hep beraber yeriz."

Yine de benimle yarın için plan yaptıktan sonra, bu ara işlerin biraz karışık olduğunu söyleyip o gece için beni annemle yalnız bıraktı.

***

Karşımdaki kızıl saçlı kadına gülümseyip tedirginliğimi atmaya çalıştım. Bugünkü planlarım biraz sıkışık ve sıkıntılıydı. Eve Colin'in biricik sevgilisi Belle ve benim için hazırladığı emrivakinin de etkisiyle gelmiştim. Ama öncesinde Tony ve Pepper ile buluşup yemeği onlarla yiyecektim. Zaten ertesi gün döneceğim için annemin bunu sevinçle karşıladığı söylenemezdi.

İlginç bir şekilde birkaç dakikalık tartışmanın üzerine sessiz bir üzüntüyle bunu kabullenmişti. Son zamanlarda o da değişiyordu. Telefon görüşmelerimiz gittikçe kısalıyor, yıllardır iyi tanıdığımı düşündüğüm kadın pek de alışık olmadığım, sessiz bir hale bürünüyordu. Muhtemelen hayatımızda son zamanlarda yaşadığımız değişiklikler yüzündendi. Ama susmak onun tarzı değildi. Olanlar da onun payını da düşününce kızgınlığım tekrar aklıma geldi. Suskun kalmasının en isabetli şey olduğuna karar vermiştim.

Tüm bu gerginliklere rağmen bu tanışma beklediğimden iyi geçiyordu. Pepper sıcakkanlı bir kadındı. Bana da oldukça yakın davranmıştı. Tony'i önemsediğini görebiliyordum. Muhtemelen o da Pepper'ı önemsiyordu. Uzun süre bir arada çalışmanın ardından, alışılandan fazla bir süredir beraber olduklarını basından biliyordum. Hoş basında genelde Pepper'ın geldiği konum sorgulansa da bu tarz yorumlar şirketin durumu da göz önüne alınınca azalarak bitmişti.

Yine de göreceğimi zannettiğim ilişki bu değildi. Özellikle Tony'nin telefonu çaldıktan sonra Pepper'ın gerginliği elle tutulur cinstendi. Kıskançlık, endişe ya da korku? Sanırım ne olduğunu anlayacak kadar yeterince şey bilmiyordum.

Yine de anlamıyordum. Yetişkinlik bu muydu yani? Konuşma, bakış, ironi yap tekrar konuşma ve bakış, sonrasında karşı tarafın seni doğru anladığını um.

Pepper izin isteyip masadan kısa süreli ayrıldığında, araya can sıkıcı bir konu girmeden benim konuşmam gerektiğini anladım.

"Pepper oldukça... iyi birine benziyor."

Kaşlarını şaşırmış gibi kaldırdı.

"İşte bundan korkuyordum. Happy gibi senin de onun safına geçip bana dik dik bakacağınız günleri görür gibiyim."

Ben bu sahneyi gözümde canlandırmaya çalışırken masamız bir telefon sesiyle daha şenlendi. Bu sefer gelen telefon banaydı ve surat asma sırası Tony'de idi. malum, Colin'e olan sevgisi her geçen gün daha artıyordu(!) Hele ki yemekten hemen sonra günün geri kalanını Colin'le geçireceğimi duyunca aldığı tavır sanırım 5 yaşındaki bir çocuk için oldukça uygundu. Telefonu açtıktan sonra Colin'in konuşmasına izin vermeden direkt lafa girdim.

"Dur tahmin edeyim Belle'in ojeleri henüz kurumadı ve geç kalacaksınız."

Telefonda kem küm edip mantıklı bir şeyler söylemeye çalışırken yeni bir program yapıp üzerine kendim de kafadan yarım saat koyup telefonu kapattım. Çünkü Belle işi bitse dahi sırf keyif için Colin'i kapıda bekletebilecek potansiyelde bir kızdı.

Kulaklarını konuşmamızı dinlemek için diktiğinden emin olsam da çaktırmamaya çalışan Tony'e döndüm.

"Belle geç kaldığı için Colin'le daha geç buluşacağız. İyi haber, biraz daha buradayız, kötü haber Colin muhtemelen kök salacak."

Geri dönen Pepper'ın yerine yerleşmesine yardım ederken meraklı bir şekilde sordu.

"Belle kim, ortak arkadaşınız falan mı, sadece ikiniz buluşacaksınız sanıyordum."

"Belle, Colin'in son numaralı sevgilisi. Kendisi oldukça sıcakkanlı bir sarışındır. Ama kesinlikle ortak arkadaşımız falan değil. Şiddetle reddediyorum."

Tony'nin gözleri parlarken, Pepper deminki gerginliğinin aksine muzip bir şekilde gülerek bize bakıyordu. Onu tanıyordu ve ne kast ettiğini gayet iyi biliyordu.

"Bu kadar sevineceğini bilsem daha önce söylerdim, sahi niye bu kadar sevindin ki?"

Pepper da "Sahi niye?" deyip sorumu bir de o tekrarlarken "Ben demiştim." diyerek az önce birlik olmamıza dair söylediği sözleri hatırlattı. Soru beklemediği yerden gelse de her şeye olduğu gibi buna da verecek cevabı vardı.

"Sevindim çünkü... gençlerin hayatın tadını çıkarması gerek. Sevgili edinmeliler, eğlenmeliler, kurallara takılıp hayatlarını sıkıcı hale getirmemeliler. Ben onun yaşındayken..."

Pepper hızla araya girerek konuşmayı böldü.

"O yaştayken yaptıklarını Serena'nın pek duymaya ihtiyacı olduğunu sanmıyorum, sence de öyle değil mi Tony?"

O da birkaç saniyelik değerlendirmenin ardından "Çok haklısın." deyip Pepper'ı desteklese de ben alacağımı almıştım.

"Böyle düşünmene çok sevindim. Tavsiyelerini hiç aklımdan çıkarmayacağım. Benim için de geçerliler değil mi?"

Eğer Pepper onunla uğraşmaya başlamasaydı itiraz edeceğinden adım gibi emindim. Aralarındaki tenis maçı gibi bir oraya bir buraya giden eğlenceli laf yarışını izlemeye koyulmuştum. Deminki konudan girmiş, alakasız konulara doğru son hızla ilerliyorlardı. Hakkını vereyim Pepper galip gelemese de, Tony son sözü söylemeden önce uzun süre dayanmıştı. Onları izlerken aralarındaki mesele ne ise halledebilmelerini umdum. Ben mutluydum ve Tony'nin da mutlu olmasını istiyordum.

***

Belle ve Colin olabilecek en geç şekilde sinemaya ulaşabilmişlerdi. Neyse ki bu sayede Belle'in izlemek istediği vıcık vıcık aşk filmine girmekten kurtulmuş, Colin ve benim istediğim bir aksiyon filmine girmiştik. İlk yarı biz zevkten dört köşe olmuş halde kimi zaman gülerek kimi zaman konuşarak filmi izlerken, Belle kollarını bağlamış, kızarmış bir suratla muhtemelen yeni manikür yaptırdığı tırnaklarını çiğnemekle meşguldü.

Şirin kız tavırlarını bırakmasa da sinir olduğunu görebiliyordum. Film araya girdiğinde onun suratında da bir korku filmi oynuyordu sanki. Boyunu daha uzun göstermek adına bugün abarttığı topuklarını bahane ederek Colin'i kafeteryaya yollamıştı ilk iş.

Baş başayken bir şeyler yapmayı planladığını anlamıştım. Tarzım olmasa da, zor durumlarda kullanmak üzere her zaman tırnaklarımı biraz uzatmam gerektiğini aklıma yazdım. Ama o yüzünde sakin ama sinsi bir ifadeyle yaklaşıp bana fısıltıyla sordu.

"Serena, sevgilin var mı?"

Cevap vermeden yüzüne dik dik baktım. Colin'in 3-5 günlük sevgilisine hele de Belle'e özel hayatımı anlatacak değildim.

"Yani güzel bir kızsın, yalnız kalman çok yazık olur. Bak bize Colin'le ne kadar mutluyuz. Derslerden mi vakit bulamıyorsun yoksa?"

Sinirin tepeme doğru yükseldiğini hissediyordum. Bana asosyal inek yaftası yapıştırmaya çalışırken suratında Cheshire kedisi* gibi bir sırıtış belirmişti. Beni kışkırtmaya çalışıyordu ama oyununa gelmeyecektim. Tam o sırada nereden çıkıp, konuşmaya ne şekilde dahil olduğunu anlamadığım Colin belirmişti.

"Kevin'i daha yeni paketledi, yakın zamanda yeni bir tane edinmediyse yoktur."

Bana getirdiği kahveyi ikisinin tepesinden dökmemek için ufak bir bahane arıyordum. Colin'in kız arkadaşına, özel hayatımın ayrıntılarını söylemeyi kendinde hak görmesi yetmiyormuş gibi, Belle'in bir de Kevin'i tanıması üstüne tuz biber olmuştu.

Belle Kevin'in okuduğu okuldan mezun olmuş ve birbirlerini bir dönem de olsa tanıma şerefine erişmiş ve kahretmesin ki bu tesadüf gelip beni bulmuştu.

Belle'in Kevin'ı, bana ve Colin'e övmeye başlamasıyla durum benim için daha da beter bir hal almıştı. Aslında oldukça iyi biriymiş, birbirimize bu kadar yakışırken nasıl ayrılırmışız, arayı düzeltmemize yardımcı olabilirmiş...

Son sözüyle beraber Colin'in kaşları çatılmaya başlamışken aranın bittiği anonsuyla salona doğru yola koyulduk. En azından burada tutarlı davranmıştı. Colin Kevin'den nefret ederdi. Şimdi tutup işgüzar kız arkadaşının bizi barıştırmaya çalışmasına göz yumacak hali yoktu.

İkinci yarı belki film gene güzeldi ama bu sefer işler bayağı farklıydı. Keyfi yerine gelen Belle sinema salonunu yatak odası niyetine kullanmaya and içmişti adeta. Ne yaptıkları umurumda değildi ama burada film izlemeye çalışıyordum Tanrı aşkına! En azından biraz sessiz olsalardı...

***

İşte günün geri kalanı bu kadar dehşet dolu geçmişti. Hissetmediğim sinir bozucu his kalmamıştı. Colin'in yediği haltın farkına olmamasına mı, Belle'in bir şeyler hesapladığı belli olan suratına mı sinir olsa bilemiyordum. Annemin eve geldiğimde babam ve Pepper'la yediğim yemek için surat yapması da cabasıydı.

Yarın gidecek olsam da geç saatlere kadar buralarda ve bir arada olabilecektik. Olsun, yine de laf sokmayıp surat asmakla yetinmişti bu sefer sadece. Ya artık Tony'i yavaş yavaş kabulleniyordu, ya da aklında henüz çözemediği bir şeyler vardı. Ama artık düşünmek istemiyordum. Bugünkü olumsuzluk kotamı Belle tek başıma doldurup taşırmıştı çünkü.

Tüm gün bunları yaşamanın etkisiyle ben de huzursuz bir uykuya daldım.  Bu yüzden mi bilemem karanlıkta beliren onlarca kapıdan da sadece olumsuzluk akıyordu sanki. Duygularımı kontrol etmekte zorlandığım vakit burayı da kontrol etmekte zorlandığımı biliyordum. 

Kapılardan biri anneminkiydi muhtemelen. Son seferden sonra onun rüyalarına girmekten hem korkar olmuş hem de kendime yasaklamıştım bunu yapmayı. Annem her zaman sınırlarını net çizen bir kadın olmuştu ve sanki onun dünyası herkesten daha mahrem, daha dokunulmaz olmalıydı. Aklıma bu gerçek yerleşmişti.

Annem benden bir şey saklıyorsa mutlaka bir sebebi vardır.

Sanırım ona bu iltiması işte bu yüzden geçiyordum. Son zamanlarda bundan şüphe duysam da onun kapısının önünden basıp geçmiştim bile. 

İlerledikçe etrafımdaki yollar çoğalmıştı. Sanırım artık daha da tecrübelenmiş, biraz daha uzaktaki insanların rüyalarına da erişebilir hale gelmiştim. Sonra oldukça uzakta, neredeyse ulaşamayacağımı zannettiğim bir köşedeki kapının beni çektiğini hissettim. 

Yakın olduğum hisler, yakın olduğum insanlar... Benzerliklerin bana hissettirdiği bu duyguyu keşfedeli çok olmuştu. Bu tür rüyalara daha kolay girebileceğimi biliyordum. 

Ama oraya ne kadar çekilsem de gitmek istemedim. Kapının altından yayılan huzursuzluk, korku, endişe ve türlü çaresizlik içeren olumsuz hisler kesif bir duman gibi yavaş yavaş etrafa yayılıyordu sanki.

O kapıyı hiç açmak istememiştim. İçeri girmek istememiştim. Hem de hiç. Pişman olacağımı biliyordum.

***

Kapıyı az iteklediğimde hıçkırıklarla karışık bir ağlama sesi duydum. Burası ışıklandırmaya rağmen karanlık ve tenha bir his yaratan revir benzeri bir yerdi. Tanıdık gelse de daha önce hiç görmediğime emindim. 

Tanıdık gelen diğer şey sesti. Bir ağlamayı kesse, normal konuşsa tanıyacaktım onu. İlerde duvara dayanmış bir figür görmemle fark edilmemeyi dileyip ona doğru temkinli adımlarla yürüdüm. Tabii ki benim varlığımı hissedemeyecekti. Burası artık benim dünyamdı. Ancak ben istersem beni duyup görebilirdi.

Ona yaklaştıkça aklım inkar etse de, kafasını dizlerine gömmüş ağlayan, bedeni iki büklüm olmuş bu kişinin aslında bana ne kadar yakın biri olduğunu anladım. Demek bu yüzden kuvvetle buraya çekilmiştim. 

Colin'in koyu göz bebeklerinin etrafındaki beyaz kısım ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Arkadan gelen biri benden önce ona yanaştı ve onun kafasını hafifçe kaldırıp ellerini tuttu.

Elleri... elleri kan içindeydi. Neden? Ne olmuştu? 

Ellerini tutanın kim olduğunu göremedim. Sanırım Colin de rüyasında görmüyordu, o yüzdendi. Bunu öğrenmek için kendimi zorlamadım. Çünkü Colin'e ne olduğunu daha çok merak ediyordum.

"Bunu yapabilirsin, bir daha denemek zorundasın."

Colin ağlamasını şiddetlendirerek kafasını itiraz etmek için hızla sağa sola salladı. Ondan ne yapılması isteniyorsa, bundan korkuyordu. 

"Başka şansı yok, ona senden başka kimse yardım edemez, o kadar vakti yok."

Hani bir şarkı vardır, çok iyi bildiğiniz ama bir türlü dilinizin ucuna gelmez ya. Bu ses de bende öyle bir his uyandırıyordu. 

Colin  bir an odayı incelemeye başlayınca tıpkı onun gibi yere çökmüş, ama onun aksine sessizce ağlayan birini daha gördüm. Çok karanlıktaydı. Kadın mı erkek mi onu bile fark edemiyordum.

Sahi her tarafta ışık varken ortalık niye bu kadar karanlıktı? Colin'in zihni nasıl bir metafor yarattıysa, tek bir ayrıntısına dahi dokunmadan merakla olacakları bekledim. Demek ki şu an ne ağlayan o kişi ne sesin sahibi o kadar da önemli değildi. İliklerimi kadar işleyen merak ve ondaki dehşet hissi kontrolü ele almamı engeller gibiydi zaten.

Derken Colin zorlukla ayağa kalkıp, sendeleyerek ilerlemeye başladı. Adımları geri gider gibiydi ve yol bitmek bilmiyordu. Işık, yüzünü ritmik bir şekilde aydınlatıp karartırken, o yürürken kan içindeki elleri 2 yanında serbestçe sallanıyordu. Sadece tek bir noktaya bakıyordu. Sanki onu yapacağı şeye ikna edecek tek şey oydu. Neye baktığına odaklandım ben de.

İlerde, sedyede, kim olduğu belirsiz, karnındaki temiz neşter kesiğinden kanlar sızan bir beden.

Kahretsin! Tanrı aşkına nasıl bir kabustu bu böyle? Değiştirmek, hem o hem de benim için bu dehşet dolu sahneyi bitirmek istiyordum. Ama zorlanıyordum, çünkü ben de korktuğum gibi aynı zamanda meraktan da çıldırıyordum. 

Colin sedyeye yaklaştı ve elini kesiğin üzerine koydu. Zor da olsa odaklanıp gücünü kullanmaya çalıştığını hissediyordum. Ama deminden beri onu ikna etmeye çalışan ses buna engel oldu.

"Hayır, önce içerileri iyileştirmelisin."

Colin bir an derin nefes alıp elini kesikten içeri sokmaya çalışırken, benim nefesimin kesildiğini hissettim.

"Yapabilirsin, başka şansı yok!"

Colin arkada çınlayıp duran bu sesle cesaret bulup elini kesikten sert bir şekilde daldırdığında sanki içi parçalanan benmiş gibi sert bir çığlık koy verip can havliyle, tüm gücümü kullanarak kabusu yıkıp geçtim.

***

Uyandığımda terden sadece üstüm başım değil tüm çarşaf sırılsıklam olmuştu. Dakikalardır bir korku filminin içinde hapis gibiydim çünkü. Kontrolü ele alamadığım bir rüyada Colin ve korkusuyla sıkışıp kalmıştım. 

Titreyen bedenime kollarımı sarıp kendi kendimi sakinleştirmeye çalışırken, onlarca soru da zihnime doluşmaya başlamıştı. Anlaşılan çözmem gereken şeyler vardı. İçimden bir ses bunun sadece bir rüya olmadığını bağırıyordu. Ama Colin böylesi büyük bir şeyi nerede, nasıl yaşamış olabilirdi ki?

Colin'e kim, ne yaptırmıştı? Dahası orada yatan kimdi ve ona ne olmuştu?



***


Bir insanın zekası verdiği cevapIardan değiI; soracağı soruIardan anIaşıIır.

Aynı hareketi yapıp farklı sonuç beklemek ahmakların işidir.

Serena bu iki Albert Einstein lafına gönderme yapmaktadır. 

SAT Sınavı: Amerika'da yüksek öğrenime ve üniversiteye geçişlerde hem Amerikalı öğrenciler hem yabancı uyruklular için kullanılan sınavdır. 2 ayda bir yapılır, sonucu 2 sene geçerlidir, katılım sınırı yoktur. Ülkemizde de belli merkezlerde yapılır. Ama bir üniversiteye girmenin tek şartı bu sınav değildir. Okul ortalaması, referanslar, sosyal etkinlikler, sportif ve sanatsal başarılar (güzellik yarışmasında derece almak da dahil),mülakat ve başvuru mektupları da okul girişlerinde etkendirler.

Cal-Med:  California Medical and Science İnstitute. Çizgi roman evreninde de gerçekte de var olan Cal-Tech (California Technology) üniversitesinden esinlenerek yarattığım kurgusal bir kurum. Cal-techin aksine teknoloji ve mühendislik dallarında değil, Medikal ve Fen Bilimleri dallarında alanının en önemli eğitim kurumu.

Kirstie Alley:  Türkiye'de de John Travolta ile başrolü oynadığı Bak Şu Konuşana serisiyle tanınmış, Abd'li oyuncu. Uzun süre aldığı aşırı kilolar ve girdiği depresyonla gündemi meşgul etmiştir.


Cheshire Kedisi: Alice Harikalar Diyarı masalında bahsi geçen, istediği zaman görünüp kaybolan, en son gülüşü kaybolan oldukça sinir bozucu bir kedi. 


Bölümün medyası sevgili amoleelapassione nin yaptığı ve benim için çok kıymetli olan bir hediye. Ona buradan tekrar tüm kalbimle teşekkür ediyorum.

Ve bu bölüm  sevgili ilham dolu bebişim ahoyahoymcavoy 

Yeni sürprizlerini beklediğim  Chiqelata

Ve prenses sare Sarehime için😀

Oldukça gecikmeli bir bölüm olması dolayısıyla bölüm oldukça uzun. Şimdiye kadarki yazdığım en uzun bölüm. Neredeyse 5000 kelimeye yakın. Üstelik Colin'e ne oldu, rüyası ne anlama geliyordu, size son anda aklıma gelen bir sahne ile çok zor olmasa da nur topu gibi yeni bir soru işareti bıraktım. 


Okuyunca oylarınızı ve özellikle de yorumlarınızı da eksik etmezseniz sevinirim. Tez vakitte tekrar bir araya gelmek dileğiyle.















Continue Reading

You'll Also Like

1.6M 110K 29
Başkomiser Han Jisung ve seri katil Lee Minho
163K 16.8K 31
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.
101K 2.9K 64
Aşk güzeldir. Onun yanı sıra felakettir. Evet, felaket. En büyük felaket aşk... Baktığın her yönde onun yüzü vardır. Deli olmamak elde değildir. Ama...
11.8M 576K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...