NEFHA -Düzenlemede-

By yarim_ay

63.6K 2.5K 1.8K

Kaybettiklerimizi dudaklarımızın arasında buluyorduk. Ne tuhaftır, oysa ciğerlerimize karışan nefeslerdi, arz... More

Remus ve Romulus
-Giriş-
1.Bölüm "Kader Yolu"
2.Bölüm "Gölge"
3.Bölüm "Geçmişin boyası"
4. Bölüm "Şah-Mat"
5. Bölüm "Hastane"
6.Bölüm "Masumluk"
7. Bölüm "Kukla"
8.Bölüm "Soğuk"
9.Bölüm "Heyecan"
10.Bölüm "Kıvılcım"
11.Bölüm "Kabulleniş"
Duyuru
Bilgilendirme
12.Bölüm "Şafak"
13.Bölüm "Yıldızların Gözyaşları"
9 Temmuz 2017

Kartal'ın Doğuşu -Özel Bölüm-

1K 55 11
By yarim_ay

Bakire olan yılın ilk kar taneleri süzülüyordu havada. Yavaş yavaş yağan beyaz tanecikler, elle tutulur bir halde birikmişti ve cesetlerin üzerine örtülen toprağı, masum bir mezarlık haline getirmişti.

Beyaz karlar, kırmızı kanlar; beyaz kadar masum olan kanlar. Ateşin içinde yuvarlanan bir nota ezgileri... Hislere boyun eğen bir kıvılcım taneleri...

Dökülüyorlar.

Cümleler dökülüyor.

Kelamlar, kalemin arkasındaki mürekkebin ötesine sığınırken zihinlerin uçurumuna diziliyorlar ve her biri dökülüyor.

Kanlar dökülüyor. Masum kan damlaları... Kırmızı bir şarabın görüntüsüne bulanan kar taneleri... Mürekkep dökülüyor sayfalara, ruhun izleri kazınıyor bir geçmişin avuç içlerine.

Dökülüyorlar.

Yıldırım mavisi gözlerinin sahibi, geniş omuzlarından sarkan ateşin kızıllığı...

Her biri dökülüyor.

Ormanların arasında, yeşil çam ağaçlarının köşelerinde, ipe dizilmiş taşların üzerlerinden bir rüzgar, süpürüyor geçmişi. Göğüsleri çıplak, yanan, iri bir bedene çarpıyor.

İhanetin soğuk kanı damarlarında akarken, kar taneleri bile ona günahkar gelmişti bir an. Kan masumluğun sahteliğini; kar günahların gerçekliğini barındırıyordu içlerinde.

Kafasını çevirdi ve taşlı yola baktı. Ağaç köklerinde biriken beyaz örtülere, üzerine serpiştirilmiş toprak tanelerinin kahverengi görüntüsüne baktı.

Sema griydi. Gözü kör bir dünyanın dillerden dökülen kelamları sıralanmıştı bulutların arasına, şimdi kirpiklerine yağıyordu geçmişin vaveylaları.

Kabulleniş, çaresizliğin doğurduğu ölümün kanı değil miydi? Kabullendi. Ölümün kendisi, cehennem varlığını kabullendiği gibi kabullendi geçmişini, yaptığı hataları, işlediği suçun bedellerini.

Kartal gibi keskin bakışları derinleştiğinde kaşlarını çattı ve elini kaldırarak soğuktan çatlamış parmaklarına baktı. Üzerlerinde her zamanki gibi kutsallığı barındıran eşsiz bir müziğin acılarının izlerini taşıyordu; ufak ama derin olan çizikler boyamıştı parmaklarını.

Notalar teker teker sıralanırken siyahlığın mürekkebi akacaktı sanki. Elleri katran rengine boyanırken siyah bir mürekkep ile kanlı bir sözcük yazacak gibiydi geleceğine; öyle de yaptı. Geçmişin kanına buladığı eli, geleceği kurumuş bir derede boğduğunda acının suları ufuktan yavaş yavaş ama sert bir şekilde geliyordu; bunu biliyor, umursamıyor.

"Yıldırım mavisi gözler!" Bir nida gibi yükseliyor bu ses göğe. Nereden geldiğini bilmez bir şekilde etrafına bakınırken adam, gözleri yerinde durmuyor, boynu ile etrafı kolaçan ediyordu. Avının sesini duyan kör bir avcı gibiydi Kartal.

"Acının gerçek yüzü sensin Kartal." Bir kızın sesi... Tanıdık gelen bir kızın yabancı sesi, kim olduğu muamma. Şüphesiz merak, adamın kalbini ele geçirirken gözlere yansıyan heyecan, zihninde dönüp duran cümleyi ifşa ediyordu.

Acının gerçek yüzü...

Şeytanın koynuna giren bir melek, masumluğa bulanmış sesi ile bir günahkarın masalını anlatıyor;

Kırık bir ruh,

Parçalanmış notalar.

Ceset kokulu mürekkep,

Mürekkep kokulu parmak uçları.

Her biri kirpiklerinden sallanan, düşüncesiz bir geçmiş.

O, acının gerçek yüzü.

Yıldırım mavisinde biriken bir dünya.

Cihan'ı çevreleyen bir Derya.

Kelimeleri kovalayan cümleler,

Cümleleri kışkırtan bir sevda.

O, acının gerçek yüzü.

Meleklerin ateşten kanatları...

Gözlerindeki cehennemin dumanı,

Parmaklarındaki cennetin huzuru.

İblislerin düşünceleri,

Masumluğun temiz kalbi.

Yıldırım mavisi gözün sahibine sarkıyor hepsi.

O, acının gerçek yüzü.

"Sen öyle birisin ki Kartal, gözlerinde cehennemin alevleri, parmak uçlarında cennetin serin suları akıyor. Sen öyle birisin ki, kanatların yaşam, gölgen ölümün kendisi. Ruhun arafın esintisi."

Kartal kaldırıyor başını gökyüzüne, ait olduğunu düşündüğü yere, özgürlüğünü kaybettiği sonsuzluğa. Bir göçmen kuşlar geçse önünde, onların kanatlarındaki tüylere esen rüzgarın şiddetini kıskanacak derecede yanıyordu göğüs kafesi, bedeni soğuktan titremesine rağmen.

Adımlarını soğuk kar birikintilerinin arasında, sert ve taşlı yolların üzerinde atarken çıplak ayağına batan kırıntıları umursamıyordu. Geleceğini kanatan geçmişini umursamıyordu o anda, oysa yarın çaresizlik ile kavruluyordu.

Adımları onu karlardan yoksul, kurumuş bir uçuruma çıkarttığında adımlarını durdurdu. Sanki hiç kar yağmamış gibi kuruydu topraklar.

Uçurumun köşesinde, uzun, siyah saçlı bir kız vardı. Esmer teni, giydiği kırmızı elbisenin yanında çıplak duran kolundan belli oluyordu. Yüzünü göremiyordu, gerekte yoktu. İsminin üzerini kazımaya çalıştığı her saniye tırnaklarını kırdığı bu Kartal, bu kızın yüzünü silmeye hiç uğraşma gereği dahi duymamıştı. İşte bu yüzden, artık hafızasında bulanık bir camın arkasında duruyordu kızın kimliği.

Yaklaştı kıza doğru. Adımlarının bir depremin habercisi olduğundan bir haber, rüzgarın dengesini savurmaya çalışmasını umursamadan ilerliyordu.

Kız, birkaç metre önünde, sanki boynuna bir katilin silahından çıkma kurşunlar dizilmiş ve bunun ağırlığı ile uçurumdan asılacak gibiydi. Bu düşünce adamı irktiğinde yumruklarını sıktı.

Kız kafasını çevirip omzunun üstünden bakacakken siyah saçlarına bir rüzgar esti ve kızın tek bir gözü gözükürken o anda buzlu bir duvar girdi aralarına ve her şey, silik geçmiş kadar kara bir siluetin içinde gömülü kaldı.

--

"Hayır, baştan al. Yine olmadı."

Lise yıllarının sonunda olan çocuk sinirle kemanı omzundan çekti ve kaşlarını çatarak karşındaki kadına baktı. Düz, siyah ve kısa, kalem bir etek giyinen kadının üzerindeki gömleğin birkaç düğmesi açıktı ve siyah, dalgalı saçları omuzlarına dökülüyordu. Kare, siyah gözlüklerin arkasında gözleri oldukça keskindi ve disiplinin harflerini sıraya koyan bir kuralcılığı vardı.

"Ne duruyorsun, devam etsene."

Öğretmenin konuşması onu sinir etmeye devam etse de derin bir nefes aldı sakinleşmek için ve kemanı omuzlarına koyarak yanağını hafif yasladı. Sağ elini kaldırdı ve yayı tellerin üzerine değdirdiği an öğretmen, kalçasını yasladığı masadan kalktı. Çocuk bunu umursamadı ve elini hareket ettirmeye başladığında kadın kolunu tuttu. Gözlerini açarak öğretmenin ne yaptığına baktığında kaşları hala çatıktı.

"Yanlış yapıyorsun." Sesi sakindi ama çocuk sakin değildi. İyi olduğunu ve doğru yaptığına karşı inancı, yalanları bile eritecek cinstendi. Yine de bir şey demedi, derin bir nefes aldı. Sabrını sabit tutmalı, sinirini uysallaştırmalıydı çünkü bir müzisyen, bunu yapmalıydı; sakin olmalı.

Kadın, çocuğun kolunu biraz yukarı kaldırdı ardından tekrar eski yerine kadar indirdi. "Şimdi oldu. Tekrar dene." Çocuk ağzını açıp bir şey söyleyecekken vazgeçti ve tekrar sabır diledi.

Yanağını tekrar yasladı ve sağ elini tekrar kaldırarak yayı, keman tellerinin üzerine getirdi. Kadın hala onu durdurmamıştı. Elini oynattığı an tellerinden firar eden notalar odaların köşelerine kadar uzandığında yine kadının kolu ile evvela notalar havada asılı kaldı, ardından her biri sesli bir sinir ile yere düştü.

"Tam olarak neyi yanlış yapıyorum da beni durdurup duruyorsun be kadın?"

Dudaklarındaki sükunetin mührü, daha fazla dayanamayıp sinirle çatladıktan sonra söylediği cümleye karşı öğretmeni hiçte şaşırmamıştı. Çocuk, yüzüne inecek olan bir tokadı veya vücuduna yiyeceği bir darbeyi beklerken saçlarında hissettiği baskı, çatık kaşlarını şaşkınlık ile havalandırmasına neden oldu.

"İşte senin sorunun bu." Kadının parmakları, çocuğun kıvırcık saçları arasında gidip geliyordu, şefkat ile. Gözlerindeki kuralcı tavır yok olduğunda hüzünlü bir renk göz kapaklarına sıçradı.

Çocuk anlamayan bir şaşkınlık ile mavi gözlerini öğretmenin gözlerine dikerken devam etmesini, büyük bir merakla bekliyordu.

Kadın, derin bir nefes aldı ve başını camın olduğu tarafa çevirdi; kar yağıyordu. "Yeteneğin inkar edilemez derecede güçlü ama sendeki sorun yetenek veya teknik değil."

"O zaman sorunumu nasıl düzelteceğimi söyleyeceksin ve beni burada uğraştırıp durmayacaksın. Sana bunun için para vermiyoruz." Çocuğun kalbindeki nefreti, burnunun ucunda hissetti sanki kadın ama yine de başını ona çevirmedi. Kirli olan dünyadan sahte masumluğun karlarının nasıl bu kadar beyaz çıktığını sorguluyordu şu anda.

Mavi gözleri sinir ile parlarken öğretmenin cevap vermemesi onu daha çok sinir ediyordu ama şu kapıdan çıkıp gidemeyeceğini de iyi biliyordu, en azından şimdilik.

"Sana diyorum! Bana bir cevap ver, hemen!"

Kadın başını yavaşça ona çevirdi. Gözlerindeki şefkat çocuğu şaşırtmıştı. Şefkat kelimesinin varlığını unutan çocuk, böyle bir renk karşısında savunmasız bir şekilde çıplak bir şaşkınlıkla kalmıştı.

Kadın, topuklarıyla bile anca onun boyuna geldiği çocuğa gözlerini dikti ve kaşlarını hafif çatarak nasıl anlatacağını düşündü. Kelimelere sığınmak yerine notaları tercih ederek, masanın üzerinde duran kendine ait kemanı aldı ve omzuna dayadı. Sağ elindeki yay ile karşısındaki çocuğa işaret ederek ondanda pozisyonu almasını istedi.

Kadın gözlerini kapattı ve bir süre karanlığın içindeki sarhoş edici sessizliği kokladı. Notalar ile bulanmadan önce sükunetin rengini yokladı parmak uçları ile ve teller, yay ile sürtünmeye girdiğinde karanlığın sessizliği parçalandı ve notaların rengi aktı zihnine. Şefkatin yumuşaklığı dokunuyordu tellere ve notalarda ona ayak uydurarak havada diziliyor, bir ahenk içinde dans ediyorlardı.

Tam o sırada çocukta telleri birbirine sürtecekken öğretmenin müziğinden büyülenmişti. Çalmaktan vazgeçti ve dinlemeye başladı. Farklıydı. Notalar aynıydı oysaki. Aylardır ezberlediği dizeler, şimdi bu kadının parmaklarından döküldüğünde bir meleğin ninni söylemesi kadar huzurlu geliyordu. Nerede yanlış yaptığını hala anlamamıştı ama evet, büyük bir farklılık vardı.

Kadın bir süre devam etti. Kemanın notaları öyle bir dans ediyordu ki çocuğun etrafında, mavi gözleri sanki her bir senfoniyi görüyor, ellerini kaldırsa notalar kelepçelenecek gibi hissediyordu bileklerinde.

Elleri hızlandı ama notaların yumuşaklığı değişmedi. Kadının yüzündeki o pürüzsüz ifade, kaşlarının çatık olmasına rağmen o kadar huzur doluydu ki, cennet sunulmuştu sanki ayak uçlarına ve şimdi, cennet rüzgarının sesi işitiliyordu kemandan.

Bir süre cennetin sesi devam ettikten sonra kadın durdu ve gözlerini açarak kemanı masaya tekrar koydu. Mavi gözleri ile kendisini izleyen çocuğa doğru adım atmaya başladığında gözlerindeki nefretin kokusunun üzerine örtülmeye çalışan şaşkınlığı seziyordu.

Kadın, çocuğun elindeki kemanı çocuğun omzuna yerleştirdi ve çocuk direk yanağını kemana yasladı. Bu kez kendisini daha güçlü, daha hayat dolu hissediyordu. Sanki nefret ateşi ile yaktığı orman bir anda küllerinden doğmuş, yeni bir yeşillik diriltmişti.

"İyi bir müzisyen, kemanın duygularını yönetendir." Çocuk pür dikkat kadını dinlerken söylediklerini kafasında tartıyordu. "Ama gerçek bir müzisyen, notaların duygularına boyun eğendir. Kemanı yönetmekten vazgeç Arnaldo. Bırak, o seni sürüklesin." Kadın elini çocuğun kalbine koydu ve derin bakışları ile çocuğun mavi gözlerine bakarken "Bırak içindeki o nefreti alsın," diye fısıldadı.

Arnaldo şaşkınlığı gizlemediği gözlerle kadına baktı ve ardından kafasını olumlu anlamında sallayarak tekrar yanağını kemana yasladı. Kadın, birkaç adım geriye giderek oğlanın ne yapacağına baktı.

Arnaldo gözlerini kapattı ve sağ elini kaldırarak tellerine değdirdi. Notalar bir güvercinin kanat çırpışı gibi duvarlara yansıdığında, cennetten kopan bir müzik, bu kez onun parmak uçlarında saklıydı.

Kadın, memnun olmuş bir gülümseme ile onu izlerken içinden kemanın sesine eşlik edip mırıldanıyordu. Kollarını göğsünde birleştirdi ve kalçasını masaya yasladı.

Arnaldo gözlerini kapalı tutmaya devam ederken bir sonraki notayı düşünmüyordu bile. Tek düşünebildiği, sesin kulaklarında yankı yaptığında ruhuna hükmeden senfoniydi. Tek düşünebildiği, kendi yarattığı notalara karşı ruhunun boyun eğişiydi.

Ardından anılar ile notalar kanlı bir savaşın içine girdiğinde kaşları çatıldı. Bunu fark eden öğretmeninde kaşları çatılırken notalar yine bozulmaya başladı. Zihninde beliren anılar tarafından kamçılanıyordu, ruhu yavaş yavaş harabeye dönerken enkazın altında kalıyordu notalar.

Tenindeki morluk izlerini hatırladı, evini inleten çığlıkların ve yerde kırılmış olan kadehlerin yanındaki can kırıklarının sesi... Her birini hatırlarken kemanın sesi yine hiddetlendi ve vahşileşen duygular, nefret ile kor bir alevde yangına döndü.

Arnaldo, pes edercesine ellerini durdurdu ve çatık kaşlarına rağmen derin bir nefes aldı, havaya muhtaç kalmış gibi. "Neyse, bugünlük bu kadar yeterli. Gidebilirsin." Öğretmenin cümlesi ile kemanını siyah bir çantaya koydu ve üzerine siyah ceketini giyerek kemanı sırtına geçirdi. Öğretmene hiçbir şey söylemeden odadan hızla çıktığında beton koridorun serinliği yüzüne çarptı ve adımları hızla yere basarken sesler köşelere kadar yankılanıyordu.

Loş ışıkla aydınlatılmaya çalışılmış koridoru geride bırakıp camdan yapılma büyük kapıya eli gittiğinde, avuç içine değen soğuk demir bir anda irkilmesine neden oldu. Bunu umursamayarak kapıyı açtı ve İstanbul'un kış rüzgarının yüzüne çarpmasına izin verdi. Birkaç adımda kendisini tamamen dışarı attı ve kapısı arkasından ufak bir ses ile kapatıldığında gözlerini kapatarak kafasını yukarıya çevirdi.

Yüzünde dans eden ufak kar tanelerinin, dokunduğu yerde bir ateş kıvılcımı çıkartmış gibi yaktığını hissediyordu. Buna rağmen ateşin sıcaklığını kıskandıracak bir yakıcılığı ve kıvılcımları kıskandıracak bir görüntüsü vardı. Yine de çocuk, nefret etti riyakar bir maskenin arkasında saklanan masum görünümlü karlardan ve gözünü açarak çatık kaşları ile adımlarını atmaya başladı.

Nereye gideceğini dahi bilmiyordu. Sadece sahte masum kar tanelerinin, gerçek bir günahkarın mürekkebini yere akıtmasını istiyordu; kendi mürekkebini, zira katran rengi mürekkep, kaderin günahıdır.

Siyah botun altında ezilen karların sesini işitti. Sanki ezilişlerin son saniyelerinde bir haykırış yayıyorlardı havaya. Adımları, olması gerektiğinden daha yavaştı. Bir yere gitmesi gerektiğini hissediyor, neresi olduğunu bilmiyordu. Bu, bir insanın kendisini ne cehenneme ne de cennete ait hissetmemesi gibiydi; arafta sıkışıp kalmış bir ruh, çaresizlik alevi ile boşluğu izlerdi. Şimdi ise bu çocuk, intikamın alevi ile karları izliyordu.

Boş ve yavaş adımları, rüzgar ile onu sokaktan sokağa sürüklerken en sonunda bir parka getirdi. Ortasında, suyu donmuş bir çeşme ve çeşmenin etrafında üzerleri karla dolu banklar, taştan yapılma yolların köşelerine serpiştirilmiş kuru dallı ağaçlar... Hepsi muazzam görünürken beyaz bir cennetin ortasında yuvarlandığını düşündü, sonra bu düşüncesine kaşlarını daha çok çattı.

Arnaldo, karın yanında bile parlayan mavi gözlerini etrafta gezdirmeye devam ederken burada bir süreliğine oturmaya karar verdi ve bir bankın yanına geçerek karları temizleyip üzerine oturdu. İliklerine kadar kıvrılan soğuk, onun rahat bir pozisyon almasını engelliyor, üzerindeki cekete daha çok sinmesine neden oluyordu. Sırtındaki çanta onu rahatsız edince oturduğu yerden çantayı çıkarttı ve yanına yasladı.

Bir süre sükunetin sarhoş edici melodisini dinlemek üzere gözlerini kapattığında birkaç saniye geçmeden ayak seslerini duydu, ardından yüzüne uzanan bir gölge. Gözlerini açtı ve başını hafif kaldırarak gölgenin sahibine baktı. Ufak tefek bir kız çocuğu yanında, ona tuhaf bir ifade ile bakıyordu. Ağzı açık ve yüzü buruşmuştu, hareketleri ise ağır ama bir fırtınaya hazırlanıyormuş gibiydi.

Arnaldo gözlerini kısarak kızın ne yapmaya çalıştığına baktığında büyük bir hapşırık sesi kulaklarını doldurdu. Birkaç saniye bununla irkilen Arnaldo, kendisini toparladı ve sırtını biraz daha dikleştirdi. "Pardon, buraya oturabilir miyim?" Kısık ve titrek sesi ile, kızarmış burnunu kaşıyarak soran bu kız çocuğuna karşı hiçbir şey söylemeden başını salladı. Tahminen orta okul son ya da lisenin ilk yıllarındaydı.

"Teşekkür ederim." Sesi, acı sonrası kısılan bir yürek gibi boğuk çıkıyordu. Bu onun dikkatini çekmişti ve gözlerini ondan bir süre daha ayırmamıştı. Kız, siyah eldivenle kaplı olan elleri ile kahverengi, uzun, düz saçlarını geriye attı ve giyindiği ince ceketini aşağı doğru çekiştirerek bankın yanın oturdu. Soğuktan irkilen kız çocuğunun haline neredeyse gülecekti ama kendisini tuttu ve mavi gözlerini, kızın kahverengi gözlerinden ayırdı.

Bir süre sessiz kalsalar da soğuktan titreyen kız, aklını dağıtmak istercesine yanında, kendisine iri gelen adama baktı ve "Şey, acaba neden buradasınız?" diye sordu kendisini tutma ihtiyacı hissetmeden.

Arnaldo, kendisine yöneltilen soru karşısında irkilse de bunu belli etmedi ve yavaş bir şekilde başını kıza doğru çevirdi. "Kurstan çıktım." Sesinden umursamazlığın rengi damlıyordu ama yine de kelimelerin gölgesinde bir merak parıltısı fark ediliyordu. "Ya sen?"

Kız, bu sorunun da ona yöneltilebileceği gerçeğini unutmuştu ve bu yüzden cevap veremeyeceği bir soru karşısında dikildiğinde korkakça gözlerini kaçırdı.

Arnaldo bunu görmezden gelerek sorusunu, "Senin gibi küçük bir kız neden bu soğukta, yalnız başına dışarıda?" diyerek tekrarladı. Aslında pek umursadığı söylenemezdi. Genelde dönüp arkasına dahi bakmadan yürüyeceği andı bu an ama nedensizce içinde bir merak, kendisini bu banka çiviliyor, dudaklarındaki mührü kırıp, gözlerindeki nefreti söndürüyordu.

"Gidecek bir yerim olduğu söylenemez." Kızın çekingen sesi oğlanın dikkatini daha çok çekmişti ama bunu elinin tersi ile itti, dudaklarını birbirine bastırdı, yine de gözlerini kızdan çekmedi.

Dikkatini dudağının kenarındaki yara çekince gözlerini kıstı. Kızın yan profilini dikkatle incelerken esmer teninde dahi belli olan parmak izleri, yanaklarından çenesine kadar iniyordu. Oğlan, farkında dahi olmadan elini yumruk yaptığında tırnakları avuç içine battı ama ya soğuktan ya da düşüncelerinin yoğunluğundan, bunu hissedemedi bile.

Yanağındaki yara izlerinin arkasında yatan acıların çığlıklarını düşündü, hissetti, gördü. Her birini biliyordu çünkü her biri geçmişten doğan bir zincirleme gibi, onun hayatından, kendi hayatına bağlanıyordu.

"Gözlerinin ötesinde, yaralı bir çocuğun sahibi..." Düşünceleri dile geldiğinde kalın sesinin notasına döktü adam, bir kez daha düşünme fırsatını kendisine tanımadan. Kız, yavaşça başını, ardından gözlerini karşısındaki adama çevirdiğinde gözlerinde bir şaşkınlık yoktu. Kızda gözlerini çok hafif kıstı ve mavi gözlerin derinliğine girmeye çalıştı ama kapıyı aralamaya çalıştığı her saniye elini kıstırıyordu. Buna rağmen kapının arkasında duran bir gölgeyi gördüğünde gözleri, kesinliğin verdiği bir rahatlama ile gevşedi.

Kafasını yine önüne çevirdi ve buruk bir gülümseme ile "Nefretin katlettiği çocuğun mezarlığı..." dedi karşısındaki adamı kast ederek. Şaşkınlık ile gözleri açılan Arnaldo, mavi gözleri ile kendisine bakmayan kıza bakıyordu.

"Söylesene senin adın ne?" Arnaldo kendisini tutamadan sorduğu soruyu birkaç saniye düşündü. İlk defa karşısındaki kişinin yaşını göremiyordu. Geçmişi ile aynı yaştı belki ama şu anda, o kadar tanıdık geliyordu ki siması, kaybettiği çocukluğunun mezarlığını kazmaya başladığı o günlerdeydi o kızda.

Kız bir süre oğlana bakmadan düşündü. Gözleri kısık bir şekilde boşluğa dikilmişken düşünceleri onu boğmaya başladığında aklına gelen bir fikir ile gülümsedi. Başını hızla karşısındaki adama çevirdi ve "Bir daha görüşeceğimizde söylerim, eğer söz verirsen ama önce kendi adını söylemen gerekiyor," dedi çocuksu bir heyecanı gölgede bırakmaya çalışır bir ses ile ama gözleri onu ifşalıyordu.

Oğlan bir süre ismini verip vermemek arasında kaldığında ona ismini değil de, kendisini ifade eden bir kelimeyi söyleme kararı aldı.

"Kartal."

Ve o gün, sahtekar ve karlı bir cennetin ardından bir Kartal doğdu.

Yalnız, küçük bir kız çocuğunun gözlerinin kirpiklerinden dirilen bir Kartal, onu yaratanın katili olacak olan acımasızlık, gözlerindeki mücevherlerde gizleniyordu.

Notaların arasına kan bulaştıran bir müzisyen, Kartal'ın gözlerindeki nuhusetin sükunetini barındırıyordu ve o gün, cennetin içinden bir şeytanın gölgesi var oldu.  

Merhaba arkadaşlar. Bu özel bölüm, Arnaldo Marino'nun doğum gününe, yani 7 Aralık için özel olarak yazılmıştır. Umarım beğenmişsinizdir, lütfen yorumlarınızı ve düşüncelerinizi benden esirgemeyin. Bu aralar aklımda bir kurgu daha var, belki yakın bir zamanda başka bir kurgu ile tekrar kesişir yollarımız. Şimdilik, başka bir bölümde görüşmek üzere.

DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN YILDIRIM MAVİSİ GÖZLÜM...

DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN ACININ GERÇEK YÜZÜ!



Continue Reading

You'll Also Like

120K 6.4K 18
"ya siz kafayı mı yediniz çocuk daha o çocuk iki gün önce papucu yırtıldı diye ağlayan kızı gelmiş bana koynuna al diyorsunuz o yetmezmiş gibi bid...
1M 55.5K 42
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
349K 27.6K 40
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...
3M 162K 40
Heja güzelliği ve cesaretiyle Amed'e nam salmış kadın. Ağir yakışıklılığı ve bastığı yeri titreyișiyle Amed'in saygı duyulan ağası... Kadın çok sevd...