DREAMCATCHER II MARVEL [TONY...

By illiyria

21.7K 1.5K 2.4K

Rüyanın gerçekle kesiştiği yerde mi senin sırrın, yoksa korkun kabusa dönüştüğünde kaçabilmek mi marifetin? G... More

Tanıtım
DREAMCATCHER- KARAKTERLER
BÖLÜM 1:YARIM KALAN RÜYALAR
BÖLÜM 2:BASİT KARARLAR, BASİT MUTLULUKLAR
BÖLÜM 3:AİLE
BÖLÜM 4:SABOTAJ
BÖLÜM 5:ZIRHIN İÇİNDEKİ KAHRAMAN
BÖLÜM 7:KAÇINILMAZ KARŞILAŞMA
BÖLÜM 8:KAPILAR
BÖLÜM 9:BU HİKAYENİN SUÇLUSU
BÖLÜM 10:S.L.E.E.P.
BÖLÜM 11:GERİ DÖNÜŞ
BÖLÜM 12:RÜYA GEZER

BÖLÜM 6:SANRILAR

1.3K 102 170
By illiyria

Vanessa peşindeki baba oğulun seslendirmelerine aldırmadan elindeki fenerle koşturuyordu. Patlama sonrasında güvenlik önlemleri devreye girdiğinden olası bir yeni patlamaya karşı elektrikler kesilmiş, asansörler iptal olmuştu. Sadece ikaz lambaları ve ihtiyaç halinde kullanılmak üzere az sayıda temel ışıklandırmadan başka herhangi bir aydınlatma yoktu. Güvenlik, personeli yangın merdivenlerinden dışarı çıkarırken, o da bina içi merdivenlere yöneldi. Kızının olduğunu tahmin ettiği kata çıkarken, neden - nasıl - ne zamandan oluşan soru kombinasyonları kafasında dönüp duruyordu.

Mesela bugün daha ne kadar berbatlaşabilirdi? Birkaç saat önce evde, yatağında uyurken bıraktığına emin olduğu kızı neden ve nasıl buradaydı? Tony bir kızı olduğunu öğrenmek konusunda neden bu kadar ısrarcıydı? Zengin ve yakışıklı bir adamdı. Kızıl saçlı sevgilisiyle yeni bir tane yapabilir ya da evlat edinebilirdi. Ama Serena onundu. Ve onu hemen bulmalıydı. Koca binada patlamanın olduğu yerde olamazdı değil mi? İşgüzar velet, Colin ne halt etmeye Serena'yı buraya getirmişti sanki! Hem de Tony buradayken. En azından Tony'i görünce Andrew'a gidip, adamın kendisini aradığını haber etmeyi akıl edebilmişti.

Vanessa'nın kafasında dönen bu hararetli tek taraflı konuşmayı merdivenlerden inen Heather sonlandırdı. Kız nefes nefeseydi. Ama onu görünce daha da hızlanıp yanına geldi. Panik halinde ve kesik kesik konuşmaya başladı.

"Dr. Sanders... patlama... biyokimya katında patlama... olmuş diyorlar..."

Bu haliyle konuşamıyordu. Andrew kızın haline acıdı.

"Sakin ol Heather, önce bir nefes al."

"Sakin falan olamam Dr. Holden. Az önce Serena... oraya... annesinin odasına gitti. Ama bir şey olmamıştır değil mi? Onu toksikoloji katında aradım... ama bulamadım. İşini bitirip patlama olmadan çıkmıştır. İyidir değil mi?"

***

Kız lafını bitirir bitirmez merdivene yığılıp ağlamaya başladı. Kendisini suçluyordu. Onu oraya o göndermişti. Yüzeysel ve hızlı nefesler almaya başlayınca Andrew kızın bir panik atak krizinin eşiğinde olduğunu anladı. Yanına çömelip, bundan şüphe duysa da, onu her şeyin yolunda gideceğine dair ikna etmeye çalıştı. Sonra daha demin duyduklarıyla dona kalmış Vanessa'nın merdivenleri hızla tırmanmaya başladığını gördü. Ama oğlu hala kıpırtısız onun gözünün içine bakıyordu.

"Git!" dedi Andrew bağırarak, alarm seslerinin arasından sesini duyurabilmek için.

"Onunla git Colin. Yardımına ihtiyacı olacak."

Colin onun kastettiği şeyi doğru anlayıp anlamadığını anlamak için gözlerine baktı. Muhtemelen yakın arkadaşının durumunun onun yardım edemeyeceği kadar kötü olabileceğinden korkuyordu. Bir kez daha seslendi oğluna.

"Hadi git, ben hemen arkanızda olacağım."

Ama önce Heather'ı sakinleştirip birilerine emanet etmeliydi. Daha sonra her ihtimale karşı, yanına lazım olabilecek birkaç şey almalıydı. Nasıl zamanında Vanessa en zor zamanlarında onun yanındaysa, o da şimdi kadının yanında olacaktı. Vanessa ve Serena'nın akıbetlerinin, kendisi ve Alice gibi olmaması için sessiz bir dua yolladı Tanrı'ya. Ve duasının bu sefer kabul edilmesini umdu.

***

Tony daldığı garip ruh halinden gelen seslerle sıyrılabildi. Kendisi güvenlik sistemine girip çalıştırdığı asansörle buraya gelse de, bu ses olay sonrası kilitlenmiş merdivenlerin olduğu kapıdan geliyordu. Tetikte olsa da fazla kıpırdamadı. Hemen yanı başında, düzenli nefeslerle göğsü inip kalkan, kendisini yıllardır tanıyormuş gibi sarılmış kızın tekrar korkmasını istemiyordu. Kızın kulağına usulca fısıldadı.

"Gelen yardım ekibi olmalı."

Kız cevap vermese de, vücudundan bir titreme dalgası geçti ve Tony'e sardığı kollarını biraz daha sıkılaştırdı.

"Merak etme, seni annene güvenle teslim edene kadar hiçbir yere gitmiyorum."

Derken kapı mekanik bir tıslama ile açıldı. Açılmasıyla ok gibi içeri dalan Vanessa'yı fark etti Tony. Çok kısa bir süre için kadın onlara bakakaldı. Derken hızla koşup yere çöktü ve beyaz önlüğünden çıkardığı ufak enjeksiyon tabancasını kızının boynunda kullandı.

Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki, Tony olanlara ancak Serena canının yandığını belli eden ufak bir ses çıkarınca tepki verebildi. Kızın ona sarılan kollarının ağırlığı yok olurken, şaşkınca onu kendinden uzaklaştırdı ve onun göz bebeklerinin kaymaya başladığını gördü. Serena gözlerini Tony'ninkilere dikip direnmeye çalışsa da saniyeler içinde gözleri kapandı. Dehşet içinde bakışlarını kadına çevirip merakla sordu.

"Ne yaptın ona?"

"Kimyasala maruz kaldı. Bu tür laboratuvar kazaları için geliştirdiğimiz sakinleştirici de içeren bir karışım."

Kadının hızlı ve inandırma kaygısı içermeyen cevabı Tony'nin içini rahatlatmamıştı. Vanessa ellerini kendisine uzattığında hala kızı kucağında tuttuğunu hatırladı. Bunun üzerine sözlü ve biraz da sertçe isteğini yineledi kadın.

"Bay Stark, kızımı oradan çıkardığınız için size minnettarım. Ama bundan sonrasıyla ben ilgilenirim."

Tony yavaşça Serena'yı yere yatırırken suçlayıcı bakışları hala kadının üzerindeydi. O ayağa kalkarken, daha demin fark etmediği genç çocuk da Serena'nın yanına yaklaştı. Vanessa bir süre Serena'ya bakındıktan sonra ona seslendi.

"Elinle, başındaki yaraya bastır Colin."

Çocuğun bakışları bir süre tereddütle Tony ve Vanessa arasında gitti geldi. Derken yine nereden çıktığını anlayamadığı Dr. Holden elinde bir takım tıbbi malzemelerle yerde bilinçsiz yatan kızla ilgilenmeye başladı. Bu mükemmel üçlünün bakışları ile oynadığı sessiz sinemaya anlam veremeyen Tony, Andrew'in hızlı ve işini bilen müdahalesini izlerken nihayet konuşabildi.

"Demin iyiydi, biraz korkmuştu ama iyiydi."

Vanessa hızla bulunduğu yerden kalktı ve buz gibi bakışlarıyla ona cevap verme gereği hissetti.

"Onun iyiliğini benden fazla düşünemezsiniz. Çünkü o benim kızım, anladınız mı? Onu kurtardığınız için tekrar teşekkür ederim ama sizi temin ederim durum kontrolüm altında. Gönül rahatlığıyla buradan ayrılabilirsiniz."

Vanessa lafını bitirip çabucak kızının yanına dönmüştü. Tony yavaş adımlarla uzaklaşırken yerde yatan kıza baktı bir kez daha. Sanırım Vanessa ile yarım bıraktıkları sohbet, bu konuşmayla tamamlanmıştı. Her şeye rağmen hayal kırıklığıyla, içinden bir keşke geçirerek, aklı orada binadan ayrıldı.

***

Bir şeyler hatırlıyorum. Bir şeyler oluyor. Ama gerçek mi sanrı mı bilemiyorum. Birileri gelip gidiyor. Bazen sadece sesler var, bir karanlığın ya da renklerden oluşan bir bulanıklığın içinde. Anlamlandırabildiğim de oluyor, uzak bir kabile diliymişçesine yabancı olduğum da. Halbuki bir sürü dil biliyorum ben. İsviçre'de yaşadım ben, dedem de öğretti. Demek ki yeterince bilmiyormuşum.

Bazense sadece görüntü oluyor. Şanslıysam hem sesin hem görüntünün bir arada olduğu durumlar da var. Ama ben gene anlam veremiyorum olanlara. Sıcak - soğuk, karanlık - aydınlık, sessiz - gürültülü...

Ama en çok da anlamsız.

Sanırım bunun en büyük nedeni zihnimin anlamak için zaman kavramına ihtiyaç duyması. Her şeyi bir sıraya koymam lazım. Önce ya da sonra. Referans alacağım bir nokta lazım bana.

Olanlar nerede başlamıştı? Laboratuvara gitmiştim. Sonra Colin'le sinemaya gidecektik. Yok hayır, sinemaya gitmedik sanırım. Patlamış mısır yediğimizi hatırlamıyorum. Pat... la... mış. Bir şeyler patlamıştı, kediler vardı, hatırlar gibiyim. Ne alakasız şeyler ama! Heather'la ilgili bir şey de vardı ama önce miydi, sonra mıydı kestiremiyorum. Ah evet, ben bunu nasıl unuturum, Tony vardı. Babam vardı, babam oradaydı. Bana sarılmıştı ama niye böyle bir şey yaptı ki? Yoksa sonunda söyledim mi ona ? O gördüğüm rüyaydı sanki ama rüyada bana sarılmıyordu ki. Olmuyor, bir türlü sıraya koyamıyorum. Üşüyorum ve odaklanamıyorum. İşte gene uzaklaşıyorlar.

***

Sanırım odamdayım. Çünkü bu yumuşaklık hissi bana kendi yatağımı ve yastıklarımı anımsatıyor. Ama yine de rahatsız hissediyorum. Hem soğuk hem sıcak sanki. Sıcaksa neden titriyorum, soğuksa neden terliyorum anlam veremiyorum. Terli olduğumu biliyorum, çünkü bu yapış yapış hissi bilmemek mümkün değil. Sesler duyuyorum ama bu sefer gayet netler. Kapının, yürürken ayaklarının, muhtemelen bir duvar saatinin bile sesini ayırt edebiliyorum. Annemle Andrew'in de yaklaşan sesini tanıyorum ve hemen sonrasında alnımda, bileklerimde ve boynumda dokunuşlar hissediyorum. Kolumun iç kısmında hissettiğim ince bir sızı ve soğuk bir şeylerin damarlarıma dolmasıyla, dikkatim yavaşça azalmaya başlıyor. Sonra sesler uzaklaşmaya başlıyor ama mesafeden mi ne ayırt edemiyorum. Yine de annemin ağlamaklı, Andrew'ınsa iknaya uğraşan ses tonundan birkaç cümle çıkarabiliyorum.

"Ya ilaçla ateşini kontrol altında tutamazsak?"

"Colin başardı, o da başaracak. Uyanışı sorunsuz atlatacak."

"Colin'le Serena'da durum aynı değil. Bu daha farklı biliyorsun."

Uyanış mı? Birkaç seferdir uyanmaya çalışıp beceremeyişimden mi bahsediyorlar acaba? Yine de Colin ile ne alakası var?

"Onunla konuşmalısın. Bunu bilmeye hakkı var. Ya işler kötü giderse? Serena'ya da ona da haksızlık ediyorsun."

"Colin kendini kontrol edemez halde."

Benim yüzünden mi acaba diye içimi pişmanlık doldururken duyduğum yarım yamalak konuşmadan bir anlam çıkaramıyorum. Beklemediğim bir anda gözümü açabildiğimde bulanık bir görüntü beliriyor ve açık kapının girişinde Andrew'ın omzuna başını yaslayan annemi görüyorum. Birbirlerine gerçekten yakışıyorlar diye nedensiz bir düşünceye kapılırken bu seferlik hakkımı dolduruyorum ve duyularıma güle güle diyorum.

***

Sert bir yerde uzandığımın farkındayım. Oldukça soğuk bir his veriyor yattığım şey. Bir şeyler görebiliyorum bu sefer, tabii görmek denirse. Gözüme boca olmuş ışığın kesildiği anlarda Andrew'in yüzünü seçebiliyorum. Sesler boğuk boğuk. Arada tek tük kelimeler seçsem de anlayamıyorum. Anlasam da zaten cevap veremem. Hızla gözlerimi kırpıştırıp bir sinyal vermeye çabalıyorum. Işık gidiyor, Andrew görünüyor ve rahatlıyorum. En azından bir şey başardım. Andrew'in yüzü yakınlaşıyor ve ilk defa bir cümlesini baştan aşağı duyuyorum.

"Merak etme, hepimiz buradayız."

Hepimiz derken? Tony de burada mı acaba? Nereden bu fikre kapıldım bilmiyorum ama sanki olabilirmiş gibi geliyor. Derken bozuk tüplü televizyon misali toparlamaya çalıştığım bilincim gene gidiyor.

***

Karanlık var ama yanımdakini tanıyorum bu sefer. Başımda yayılmaya başlayan sıcaklıktan anlıyorum bunu. Onun sıcaklığı hiç kimseninkine benzemez. Yine, yeniden beni iyileştirmeye çalışıyor. Ama bu sefer öncekiler gibi değil. Sıcaklık alnımdan göğsüme, kollarımdan ayak parmaklarıma kadar bir seli önüne katmış gibi ilerliyor. Tanrım, ne kadar kötü durumdayım acaba? Yapma diye seslenmek istiyorum ama sesim çıkmıyor. Bu kadar çok çabalaması onun için iyi değil. Sıcaklık beni rahat bir uykunun içine çekerken, Colin'in bana sitem eden sesini duyuyorum son anda.

"Her zaman bir şekilde canını yakardın ama sence de bu sefer biraz abartmadın mı? Sanki bu kez benim de canım biraz yanmış gibi hissediyorum."

***

Bu seferki oldukça başka. Her şey o kadar farklı ve güzel ki. Odam ferah, yatağım rahat, pencerenin önündeki beyaz saçlı adamı rahatlıkla görebiliyorum ve öksürmesini gayet net bir şekilde duyuyorum. Sıcak değil, soğuk da değil. Kendimi çok iyi hissediyorum.

Bir dakika... beyaz saçlı adam mı?

Ben saniyeler içinde aklımdan rekor sayıda paranoya geçirirken, adamın yönünü benden tarafa dönmesiyle gözlerimi hayretten kocaman açıyorum. Adam yatağın kenarına yaklaşıyor ve yanıma oturuyor.

"Bakıyorum uyanmışsın, yavrum."

Ne uyanması? Yıllar önce ölmüş dedem odamda ve karşımda konuşuyor. Kesinlikle rüya görüyorum.

"Tabii ki uyandın Serena. Ama bu şu anki buluşmamızın bir rüya olduğu gerçeğini değiştirmiyor."

Aklımdakini okumasına şok oluyorum ama dediklerine daha çok hayret ediyorum.

"Ne... nasıl ama? Sen nasıl buradasın?"

"Çünkü sen istedin. Çünkü beni çok özledin."

"Evet özledim. Ama isteyince olacağını bilseydim..."

Gözlerim nemleniyor. Bana o bildik şefkat dolu gülümsemesini yollarken, bir yandan da ayağa kalkıyor.

"Nereye gidiyorsun?"

Gitmesini istemiyorum. Giderse bir daha göremem onu. Ama o yine düşüncelerimi anlayıp cevap veriyor bana.

"Merak etme, gene geleceğim ama daha anlaman gereken çok şey var. Aslında biliyorsun ama hepsi biraz vakit alacak."

Ben şaşkınca bakınırken yatağın baş ucuna doğru ilerliyor.

"Tabii ki biliyorsun, öbür taraftan dedenin gelip seninle bu konuşmayı yapmadığını bildiğin gibi."

Bir anda ortam değişiyor sanki ve geriliyorum. İçeri giren güneş ışığının azalmasıyla, sanki kuşlar bile ötüşlerini susturuyor ve onun yüzünde adını koyamadığım bir ifade beliriyor. Usulca duvara uzanıp, yıllar önce bana hediye ettiği rüya kapanını eline alıyor.

"Ama diğerlerinden önce ilk bilmen gerekeni sana söyleyeyim Serena."

Tek hamlede rüya kapanını iki eliyle kırıp pencereye doğru fırlatırken sesindeki anlamadığım tını tüylerimi ürpertiyor.

"Artık buna ihtiyacın yok!"

***

Öylesine derin bir nefes alıp yerimden doğruldum ki kendimi rüyamdan uyanıklık haline atabilmiştim. En azından öyle umuyordum. Ben nefeslerimi düzene sokarken kapı hızlıca açıldı ve annem içeri girdi.

"SERENA!"

Bana sıkıca sarıldı. Ben sudan çıkmış balık gibi bir tepki veremezken sordu.

"Nasıl hissediyorsun?"

"İyiyim galiba. Ben çok garip bir rüya gördüm anne."

Bunu derken kafamı kaldırıp yatağımın baş ucundaki rüya kapanını kontrol ettim. Oldukça sağlam bir halde, hala tek parça ve yerinde asılıydı. Annem sevinçle ve anlayışla bana bakıp tekrar sarıldı. Ben annemin sarılışına karşılık verirken, söylediklerinden 25. kareye* sıkıştırılmış mesaj misali masum ama zihnime işleyen cümlesini fark ettim.

"Ateşin çok yüksekti. Ama geçti hepsi, uyandın artık."

***

"Bugün Smithsonian Enstitüsünde bir patlama gerçekleşti. Resmi olmayan kaynaklardan alınan bilgiye göre patlamanın Medikal ve Fen Bilimleri binasında gerçekleştiği söylense de bu bilgi henüz teyit edilebilmiş değil. Patlamanın kaza mı yoksa sabotaj mı olduğu, ölü ve yaralı olup olmadığı ya da başka herhangi bir konuda resmi bir açıklama yapılmadı. Şimdilik Smithsonian'dan aktarabileceklerim ne yazık ki bu kadar."

Tony ta kapının girişinden televizyonun sesini duyabiliyordu. Bunu nasıl yapıyorlardı bilmiyordu ama her olayda olduğu gibi kana üşüşen köpek balıklarını kıskandıracak bir hızla olay yerine gelmişlerdi. Bir ara beraber vakit geçirdiklerine emin olduğu sarışın gazeteci kızın yüzü ekranda dönmeye devam etse de sesi onun tek talimatıyla kesildi.

"Sessiz"

Sesiyle beraber ekranı endişeyle izleyen Pepper ona döndü. Kadın hızla yanına gelip, tereddüt etmeden ona sarıldı.

"Tony, şükürler olsun. Kaç saatttir sana ulaşmaya çalışıyorum bir fikrin var mı?

"Demek birkaç saatte beni bu kadar özledin!" dedi Tony yavaşça onun kollarının arasından çıkıp kadına keyifsiz bir gülümseme gönderirken. Ama hiçbir şey olmamış gibi tavır takınma çabası kadını rahatlatmak için yeterli gelmedi.

"Buraya geldim, Friday'den Smithsonian'da olduğunu öğrendim ve hemen peşinden bu haberler patlak verdi. Ayrıca haberlerde bir şey söylenmese de bazı internet bloglarında senin o sırada binada olduğuna dair iddialar vardı. Neyse ki buradasın ve iyis..."

Onun son hız konuşurken aniden susmasının hayra alamet olmadığını bilirdi. Dikkatini, ellerini ağzına kapatmış bir şekilde onu izleyen Pepper'ın baktığı yere yöneltti ve onun niye bu kadar korktuğunu anladı. Pepper gömleğindeki kan lekesine bakıyordu.

***

"Aman Tanrım, Tony iyi misin? Yaralandın mı?"

Pepper eline telefonu alıp rakamları tuşlamaya başlamıştı.

"Hemen Happy'i arıyorum ve hastaneye gidiyoruz."

Adam telefonu elinden alıp koltuğa fırlattıktan sonra iki elini onun omuzlarına yerleştirerek konuştu.

"Pepper, Sakin ol. Yaralı falan değilim,tamam mı?"

Eliyle gömleğin üzerindeki kan bulaşmış kısımları göstererek işaret etti.

"Ama bu..."

"Ben iyiyim, hastaneye falan gerek yok, bu benim kanım değil."

Pepper onun iyi olmasına sevinse de ortada kötü bir şeyler olduğunu anlamak için Tony Stark olmaya gerek yoktu. Tony yutkunarak lafının devamını getirdi.

"Birine bir şey oldu ama o kişi ben değilim."

Pepper onun lafını kesmeden, korkarak dinledi. Ne olduğu konusunda en ufak bir tahmin dahi yürütemiyordu.

"Bugün oraya Vanessa'yı görmeye gittim. Artık bu meseleyi sonlandırmaya kararlıydım. Ve sonra ben onunla işe yarar bir konuşma yapamadan..."

Eliyle olay görüntülerinin dönüp durduğu sessiz televizyonu işaret etti.

"Biliyorsun işte, patlama oldu. Sonra ben yardım etmek için olay yerine gittim ve..."

Adam cümlesinin devamını getirmeyip bir eliyle alnını ovuşturmaya başladı. Başı ağrıdığı zamanlar böyle yapardı. Bunun hep elektro manyetik bir şeylerden kaynaklandığını söylese de onun düşünüp durmaktan başının ağrıdığını biliyordu. Derken Pepper'ın hiç beklemediği bir anda derince bir nefes verip nihayet konuşmaya karar verdi.

"Serena'nın kanı bu."

Açıkçası hiç beklemediği bir cevaptı ama Tony'nin dağılmış halinden bunu tahmin edemediği için kendine kızdı. "İyi mi peki?" diye sorarken alacağı cevabın olumlu olmasını umdu. Tony sanki bu soruyu beklermiş gibi taşmış bir şekilde konuşmaya başlamıştı.

"Onu çıkardım, onu o enkazın altından çıkardım. Korkmuştu, yaraları vardı ama iyiydi Pepper. Friday'le onu kontrol ettik, kan da onu sakinleştirirken bulaşmış olmalı."

Adam sevimsiz bir ama öncesinde durup üstündeki kana bir daha baktı.

"Ama sonra annesi geldi, bir şeyler verdi ona. Kızı kollarımda bayıldıktan sonra da teşekkür olarak beni oradan kibarca kovdu. En son gördüğümde kendinde değildi."

Pepper daha fazla şey sormaya niyetlense de üstüne varmadı onun. Zaten konuyu jet hızıyla değiştirip başının ağrıdığını ve duşa gireceğini söylediğinde adamın dudaklarına yumuşak ve kısa bir öpücük kondurup ona ilaç hazırlamaya koyuldu. Ama biliyordu, gerçek ne olursa olsun Tony kendini bir şekilde o kıza bağlı hissediyordu. Eğer Serena Sanders'a bir şey olursa Tony kendine bundan pay çıkaracaktı. Çünkü o böyle biriydi. Tüm dünyayı ve kendisini sorumsuz olduğuna inandırmaya çalışırken, aslında kendisinin suçu olmayan şeyleri vicdanına yük edinecek kadar sorumluluk sahibi biriydi o.

***

"Ölü ve yaralı sayısı, yaralıların durumu, kaldıkları hastaneler, itfaiye raporu... Smithsonian patlaması hakkındaki her şeyi istiyorum Friday."

"Efendim, resmi bir açık-..."

"Resmi ya da gayri resmi umurumda değil. Blog yazılarını hatta twitter dedikodularını bile istiyorum. Ben duştan çıkana kadar hazır et Friday."

Yapay zekaya talimatları verip duşa girdiğinde bugünün kısa filmini getirdi gözünün önüne. Sıcak su onu temizlese de rahatlatmaya yetmiyordu. Tony sabır sınırını tükettiğini düşünüyordu. Arabayla buraya gelene kadar Serena'nın sağlık durumunu öğrenememişti. Çünkü ne de olay yeri raporları ne de hastane kayıtlarında kızın ismi yer almıyordu. Vanessa ne yapmaya çalışıyordu? Böylesi bir yaralanmadan sonra kızını, kimseye haber vermeden eve mi götürmüştü acaba? O mükemmel üçlüden bunu beklerdi doğrusu. Kadının bugünkü tavrından sonra kapısını çalıp, hasta ziyareti bahanesiyle oraya gitse ne kadar hoş karşılanacağı belliydi. Hoş çok da umurunda değildi, bu tür nezaket klişeleri ne zaman umurunda olmuştu ki? Onun iyi olup olmadığını merak ediyordu sadece.

Suyun altından çıkıp bedeninin üstünden süzülen damlalara aldırmadan havluyu vücudunun alt kısmına sardı. Friday'in kendisi için hazırladıklarından bakalım ne çıkacaktı? Dışarı çıktığında daha demin etrafa saçtığı kıyafetlerini kıskaçlarıyla toplamaya çalışan robotu gördü. Etraftaki dağınıklığın boyutuna bakılırsa robotun pek de yol aldığı söylenemezdi.

"Biraz daha hızlı Teneke, bugün tam olarak seni eyalet hurdalığına bağışlayacak moddayım çünkü."

Bu lafıyla robot hızlanmak bir yana panikleyip anlamsızca sağa sola volta atmaya başladı. Tony ters bakışlarla sadece havluyla durmasına rağmen  robota yanaşıp, yavaş hareketlerle onun kıskaçlarında nafile yere tuttuğu gömleği almaya çalıştı. Başarısızlıkla sonuçlanan eylemi sonrası suratını assa da sonra aklına yeni bir şey gelmiş gibi durdu. Bunu nasıl düşünememişti? Sonra birden düşündüğü şeyle gözleri parlayarak robota seslendi.

"Sen elindekini bana ver, ben de sana yeni bir güncelleme yapıp bu konuyu kapatacağıma söz vereyim. Elindekinin ne kadar işime yarayacağını tahmin bile edemezsin eski dostum."

Robot, onun mümkün olamayacağını düşündüğü bir sevinçle kıskaçlarını gevşetip gömleği onun eline bırakırken Tony keyfinin yerine geldiğini ve baş ağrısının hafiflediğini hissediyordu. Artık bir başkasına, bir çift söze veya birkaç evraka ihtiyacı yoktu. Aradığı her şey elinin altındaydı şu an.

***

Tüplü Televizyon: Bir çoğunuz biliyordur ama bilmeyenler için açıklayayım. Şimdiki lcd ve incecik televizyonların aksine bunlar arkalarında renk tüplerini içeren kocaman bir kısım bulundururlar.  Zamanla renkler azalır, tüp biter ve siyah beyaz ekranla muhatap olabilirsiniz. Ama Türk usulü vurup çalıştırmaya kalktığınızda ses olsun renkler olsun bir süreliğine gelse de sonra yine kaybolur. Bu yüzden Serena gidip gelen duyularını ona benzetiyor.

25. Kare: Televizyon yayını kullanılarak insanın bilinçaltına belirli bir sloganı yerleştirmeyi amaçlar. İnsan gözü, tv izlerken saniyede 24 kareyi algılayabiliyorken, 25'inci karenin ise göz tarafından fark edilmese bile doğrudan beyne etki ettiği için bu şekilde bir bilinçaltı etkileşimi gerçekleştirir. Subliminal mesaj  verme tekniklerinden biri de budur. 

Hatta benzer bir olay Agent Carter dizisinde leviathan ajan yetiştirme kampında gizli mesaj içeren çizgi filmler izletiliyordu küçük kızlara.

Beyni "yüksek derecede ikna edici" olabileceği gibi, tahrip edici de olabilir. En bilinen örneği Fight Club da yer alandır. Ama ne siz sorun ne de ben söyleyeyim. Merak ediyorsanız bahtınıza ne çıkar söz veremem. 

***

Tekrar merhabalar. Neyse ki söz verdiğim zamanda yetiştirebildim bölümü. Geçen hafta öncekilere göre artan bir şekilde yorumlar ve okunma sayısı alınca inanılmaz mutlu oldum. Bu haftaki ve bir de finale yakın bir bölüm olmak üzere 2 bölüm yazdım o mutlulukla. Tabii daha oralara  çok var ama söylemek istediğim çok mutlu olduğum.

 2 haftadır biraz dilden dile bir anlatım kullandım ama olayı istediğim açıdan anlatabilmek ve ilerleyen bölümler için bazı şeylerin temelini atabilmek için buna mecburdum. Biraz da sizi orada hissettirebilmek istedim. Bir de bölümleri çok uzatmamak adına 2500-3000 civarı yazmaya çalışıyorum ama olunca da diğer haftaya aktaracak şekilde ayarlamaya çalışıyorum. Ama bazen de olayı yarıda kesmemek adına uzatmak zorunda kalıyorum. İyi  yanı yeni bölümün bir kısmı yazılı.

Medyada Serana var. Aklınızı artık kurcalama başlayan Colin'e ne oldu, Serena'ya da mı aynı şey oldu yoksa başka bir şey mi, kim ne halt karıştırıyor  gibi soruların  cevaplarını bir ölçüde alabileceğiniz bir flashback bölümünü yılbaşına kadar yayınlamayı planlıyorum ama bölümlerin gidişine göre değişebilir. O zamana kadar tahminlerinizi almaktan memnun olurum. 

Oy ve yorumlarınızı eksik etmezseniz ne kadar mutlu olacağımı yukarıda zaten anlattım.  Bu haftalık gevezeliğim bu kadar.  Haftaya söz vermeyeyim ama planladığım gibi olursa ufak bir sürpriz yapabilirim.

Bu haftanın   ithafı bana ardı ardına Stony texting okutan, peş peşe güncellemelerle gönlümü hoş eden MissDovey  ve tarzını ve Allison'ını pek sevdiğim ahoyahoymcavoy  için. Kaleminiz dert görmesin, ilham perilerinize  hiç bir şeycikler olmasın.

Continue Reading

You'll Also Like

220K 21.3K 24
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
11.8M 576K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
78.1K 3.4K 31
Her şey salak kardeşimin yalanıyla başladı.. Siz: Delikanlıysan konum atarsın...
163K 16.9K 31
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.