GÜVENLİ AŞK (SEVGİLİ OKUR SER...

By nadirehan

75.6K 6.4K 474

-Neyir; dedi genç kadın adeta fısıldayarak. -Ilgın; diye cevapladı o da beti benzi atmış bir şekilde. -Şi... More

TANITIM
Bölüm 1: Tanışma
Bölüm 2: Köpek
Bölüm 3: Aynı İskelenin Üstünde
Bölüm 4: Gel O Zaman!
Bölüm 5: Dost mu, Düşman mı?
Bölüm 6: Silâh Nerede?
Bölüm 7: Neyir'in Kalbi
Bölüm 8: Hoş Geldin Kalbim!
Bölüm 9: Gökteki Güneş Kadar
Bölüm 10: Arayışlar Ve Bekleyişler
Bölüm 11: Neredesin Sen Sarışın?
Bölüm 12: Yüzleşme
Bölüm 13: Gün Işığında Hesaplaşmalar

Bölüm 14: Ay Işığında Hesaplaşmalar (FİNAL)

7K 447 174
By nadirehan

Ay ve yıldızların ışıltısıyla aydınlattığı, karanlık ancak berrak bir geceydi. Ilgın, kayık yaka, asimetrik kolları dirseklerine kadar uçuşarak inen, göğsünün altından bollaşarak dizlerinin üstünde biten yine asimetrik kesimli mor renkli elbisesinin eteklerini bacaklarının arasına sıkıştırmış, aynı renkteki topuklularını çıkartarak çıplak bıraktığı ayaklarını oturduğu iskeleden sallandırmış hafif dalgalı denizde ileri-geri hareket ettiriyordu yavaş yavaş ve çok yavaş.

Gözleri suda yarattığı dairelerde, zihni gündüz yaşananlardaydı. Melek Dağıstanlı'nın herkesi derinden sarsan itiraflarının ardından her şey çok hızlı gelişmişti. Mehmet Dağıstanlı inanılmaz bir dirayet ve vakurla davranmış, oğlu-öz oğlu hakkında suç duyurusunda bulunmuş, elleriyle teslim etmişti polise. İlk andaki suçlamalar sadece kaçırılması ve alı konmasıyla sınırlı kaldığından Ilgın saatlerce emniyette emniyet müdürlüğünde ifade vermişti. Bu kadarı bile gelecek günlerin ne kadar zorlu geçeceğini gösteriyordu. Sıkıntıyla iç geçirdi genç kadın, ailesinin diğer fertlerinin uğradığı suikastlerin de suçlama ve soruşturmalara dahil edildiğinde yaşanacaklara nasıl dayanabileceğini kestirmeye çalıştı. Yüreğinin sıkıştığını, nefesinin daraldığını hissetti.

O böylesi düşünceleriyle savaş halindeyken iri yapılı uzun boylu bir erkek bedeni sırtını denize vererek yanına çöküverdi. Ensesinde biten küt kesim sarı saçlarını savurarak başını çevirdiğinde hemen dibinde bağdaş kurduğu bacaklarını kollarıyla sarmış, gözlerini kumsaldaki belirsiz bir noktaya sabitlemiş Çelik'i gördüğünde hiç şaşırmadı. Biri denize, diğeri otele doğru, yanyana ancak zıt yönlere dönmüş oturmaktaydılar şimdi.

"Beni takip ettiriyorsun." dedi sakince.

Adam kelime etmeksizin başıyla onayladı. İkisinin de atışacak hali yoktu anlaşılan. İskelenin denizden kumsala eriştiği noktada sağ tarafta başında Cemal'in bulunduğu Keskin ailesinin koruma grubu, sol tarafta ise Dağıstanlıların ekibi tetikte beklemekteydi. Sadece bir gece önce böyle bir şey hayalden öteye geçemez, rüyasında görse hayra yormazdı Ilgın. Bakışlarını tekrar durgun sulara çevirirken bu düşünceyle gülümsedi hafifçe.

"Üzgünüm," dedi genç adam fısıldarcasına, "gerçekten."

Genç kadın konuşamadı bir an, duygu dolu sesteki acı, ıstırap ve mahcubiyet yoğunluğu karşısında.

"Ben de," diye cevap verdi yumuşakça, "hem kendi adıma, hem de sizin adınıza."

Samimiyeti teselli ederken, teselli arayan hali buz gibi bakan açık mavi gözlerin üstüne çevrilmesini sağladı. Elbisenin açıkta bıraktığı yerlerdeki yeşermeye durmuş eski çürüklerin üstüne taze morlukların eklendiğini fark etti genç adam, bir yandan yüreği ezilirken diğer yandan da  içine dolan yatışamaz öfkeyle başa çıkmakta hayli zorlanıyordu  : "Canını yaktılar mı?" diye sordu  dişlerinin arasından, gayr-i ihtiyari uzun parmaklarını zedelense de çekiciliğini yitirmemiş  ince ve zarif kolda gezdirdiği sırada.

Buruk bir gülümseme dudağının kenarında asılı kaldı ve gözlerinin yaşla dolduğunu belli etmemek amacıyla başını biraz eğdi genç kadın: "Önemi yok." dedi.

"Var. Her şeyden önce bunun önemi var."

Çelik, kocaman eliyle Ilgın'ın iskelenin kenarına sıkı sıkıya yapışmış elinin üstünü kavramıştı şimdi. Beklemediği bu davranışla aklı karışan güzel sarışın: "Ruhumun acısı yanında bedenimin ki solda sıfır kalıyor inan ki..." diye fısıldadı.

"Keşke gidenleri geri getirecek gücüm olsaydı." dedi adam başparmağıyla avucunun altındaki pürüzsüz teni okşarken, "Ama yok. Ancak sana suçluların cezalarını en ağır şekilde çekmeleri için elimden geleni yapacağıma dair söz veriyorum."

"Bunlar amcan ve halan olsa bile mi?"

"Evet."

Aldığı kesin cevap üzerine bir müddet düşündü, söyleyeceklerini toparlamaya çalıştı genç kadın.

"Çok zor zamanlar bekliyor sizi. Bir yakınının suçunu bilmekle, onun cezalandırılmasını görmek arasında dağlar kadar fark vardır. Mahkemede gerçekler ortaya çıktığında, ne kadar suçlu olsalar da yüreğin onlar için atacak, aksine yok yere ölüp giden masum ailemden ve benden nefret edeceksin."

Neden elini çekemiyordu ki, yoksa o kuvvetli parmakların cenderesinden kurtulmak istemiyor muydu? Ayrıca bu yakınlık da nereden çıkmıştı şimdi?

Dile döktüğü düşüncelerinin yerini bu deli sorular alırken, aklından geçenlerden habersiz cevap verdi adam emniyetle: "Belki de... Yine de adaletin yerine gelmesi için elimden geleni yapacağım, yapacağız."

İyi de neden tutuyordu ve bir türlü bırakamıyordu sımsıkı kavradığı şu narin eli? Hem nereden çıkmıştı bu gereksiz yakınlık şimdi?

Kalbi sinsice yanındaki kalbe yanaşırken aklını dolduran sorulara cevap yetiştiremedi genç adam ya da yetiştirmek istemedi.

****

"O iskelede oturanlar, Ilgın'la Çelik miydi?" diye sordu sessiz işaretleriyle, Defne kocasına. Başbaşa güzel bir gece geçirdikleri Antalya'dan dönmüş, küçük bir kumsal gezintisinin ardından da odalarına çıkmaya niyetlenmişlerdi.

"Koruma ordusuna bakılırsa, aksini düşünemiyorum." dedi Demir muzipçe sırıtırken. 

"Sence," diye sordu sessiz güzel tekrar, asansör düğmesine basarken, "aralarında bir şey var mı?"

Adam bir an düşündü ve sonra cevap verdi seri hareketlerle: "Emin değilim. Senin arkadaşın çılgının teki, benim abimse katıksız bir buz dağı. Yine de aralarında kuvvetli bir çekim olduğu çok aşikâr. Yaşayacağız ve göreceğiz."

Başını salladı genç kadın ve aynen kocası gibi: "Yaşayacağız ve göreceğiz." dedi kendisine özgü hareketleriyle. 

Bundan sonra aralarında tuhaf bir sessizlik peydahlandı. Demir ailesinin hayatının nasıl değiştiğini düşünürken, Defne'nin aklı çocukluk arkadaşı ve kayınbiraderinde takılı kalmıştı. Asansör kaldıkları katta durdu ve seri hareketlerle odalarına geçtiler. Kapının açılmasıyla karanlık aydınlığa karışırken, genç adamın zihni başka bir meseleye kaymıştı şimdi. Tüm gece hiç konuşulmayan, özenle etrafında dolandıkları ancak asla dile dökmedikleri meseleye. Kenan Dağıstanlı'nın Defne'ye yaşattığı zor günlere yani. Demir, geçen her saat ne kadar yanlış davrandığının, karısının sözlerine kulak asmayarak ne büyük bir duyarsızlık yaptığının, bu yüzden evliliklerinin bitmesine ramak kaldığının daha fazla idrakine varıyordu. Varmasına da nasıl telâfi edeceğini bilemiyordu bir türlü,  ağzından tek bir özür kelimesi çıkmamıştı henüz. Keten gömleğinin düğmelerini açarken, gözü aynanın önünde oyalanan karısına takıldı.

Sessiz güzel, kocasının kendi içindeki savaştan habersiz, her şeyin açığa çıkmasının verdiği huzurla, boynundaki kolyeyi çıkarmaya çalışıyordu, tuvalet masasının başında. Klipsi sıkışmıştı her halde ki açamıyordu bir türlü. Boynunu eğmiş, çaresizce uğraşırken, kuvvetli bir çift el imdadına yetişti, her daim mest eden tanıdık dokunuşlarla başını kaldırdığında, iki çift göz aynada buldu birbirini. Öylece bakıştılar bir süre. Sonra, Demir kulağına eğildi karısının duymayacağını bilse de: "Özür dilerim." diye fısıldadı, "Her şey için özür dilerim."

Defne gözleri aynadaki görüntüye takılı, nefesi hızlanırken okudu adamın söylediklerini dudaklarından. Yavaşça sırtını dönerken ardındaki görüntüye, tüm gün deneyip durduğu ancak becerebileceğinden bir türlü emin olamadığı şeyi yaptı. Hafifçe parmaklarının ucunda yükseldi, iyice sokulduğu güvenli kollar arasından, o da kocasının kulağına fısıldadı: 

"Seni seviyorum."

Bir an inanamadı Demir, gerçekten duyduğuna, Defne'nin  konuştuğuna, yanyana gelen bu iki kelimenin  öpülesi dudaklarından döküldüğüne. Anlamca derindi belki de, ama o an için daha da önemlisi bunları söyleyen kadının gayreti ve cesaretiydi. İşte o zaman anladı ki, hiç bir şey için geç değildi ve aralarındaki sevgi her şeye karşın kazanmıştı. 

Sımsıkı çekti sevdiğini, aşkını, her şeyini: "Ben de seni seviyorum." diye fısıldadı "Hem de her şeyden çok."

Gözleriyle görmediğinden işitmese de kocasını, yanağından süzülen bir damla yaşın alnına değmesiyle cevabını çoktan anlamıştı kadın. Gözlerini yumdu sadece. En nihayet huzuru bulmuştu. 

*****

Dünya ne kadar büyük, kalabalık ve gürültülüydü. Ayrıca da aslında ne kadar da küçük, sessiz ve tenhaydı. Dünya şu anda tamı tamına iki kişilikti ve kesinlikle Ilgın'la Çelik'in etrafında dönüyordu. Ya da dönmüyordu. Ayrıca sabit bir yerin hareket ettiği nerede görülmüştü? Ya da Ilgın aklını kaçırıyordu.

Erkeğin çekimine tamamen kapılmış, dili de teni de lâl kesmişti genç kadının. Elini bir türlü kurtaramadığı gibi kuvvetli ellerden, gözleri de bir çift mavi göze esir düşmüştü. Ve o buz gibi bakışların gerisinde elmas parıltıları gördüğüne yemin edebilirdi. 

Yanındaki güzelin delicesine işleyen zihninin aksine kendisininki tamamen durmuş adam,  yumuşak ve dairesel hareketlerle okşadığı pürüzsüz tenin büyüsünde, gözlerini diktiği yeşil gözlerdeki orman esintilerine kapılıp gitmişti. 

İskelenin tahtaları yavaştan varlığını hissettirip, rahatsızlık vermeye başladığında, biraz toparlanan Ilgın, doğal bir hareketle zarifçe elini çekerek uzaklaşmayı ve erkeğin etkisinden bir nebze çıkmayı başardı.  Hemen yanındaki bedenin kıpırtıları, Çelik'in ihanet içindeki dikkatini kadının boynundan, göğüs dekoltesine, bacaklarından, suyun içinde minik minik çırpınan ayaklarına uzanan ufak bir gezintiye çıkarıverdi bu defa da. En nihayetinde böylesi dağılmasına, yavaş yavaş sinirlenmeye, karşısındakinin kimliğini idrak etmeye başlayan adam, zırhını yeniden kuşanıp oturduğu yerde biraz kayarak, aradaki mesafeyi açmıştı ki, gözleri sarışının ince uzun çıplak boynuna takıldı. Bu gece üstündeki mor elbiseden başka şeye ihtiyaç duymamış, hiçbir takı takmamıştı genç kadın. Ne saat, bilezik, ne kolye ya da küpe. Ve bu tercih, ilk gece kullandığı zarif mücevherlerden daha da yakışmış, daha çekici ve daha seksi yapmıştı onu. 

Tamam kabul, bunda biraz da iskele üstündeki yakınlaşmalarının, çürüklerle bezeli de olsa güzelliğini yitirmemiş bacaklarının, tek omzu davetkâr şekilde düşmüş elbisesinin etkisi vardı. Yine de sonuç değişmiyordu. Ve  Çelik, kapıldığı tüm duygu ve düşüncelerden ötürü, kendisini, hayır sarışını ya da en iyisi ikisini birden öldürmek istiyordu.  

Sessizlik uzayıp giderken, dünya giderek küçülürken. Atmosferde oksijen kalmamışken, genç kadın yavaşça kalkmaya davrandı. İkisinin de raydan çıkmak üzere olduğunu anlamıştı. Ilgın dursa Çelik, Çelik dursa Ilgın bir hamle yapacaktı ve sonuçlarını hayal dahi edemiyordu. Sudan çektiği ayaklarını tahtaların üstüne dayayarak doğrulmak üzere yan dönmüştü ki, iki gece öncesinin aksine bu kez nezaketle davranan iki güçlü kol vücudunu koltuk altlarından kavrayarak ayağa kaldırdı onu.  

Biraz öncekinden daha yakın, daha samimi ve daha tehlikeli bir pozisyondaydılar şimdi; sessiz gecenin şahitliğinde yıldızların aydınlattığı iskelenin üstünde, onlarca korumanın bakışları altında. 

"Teşekkür ederim." dedi kadın, normal tutmaya çalıştığı sesiyle.

"Önemli değil." diye fısıldadı adam, belli ki normallik endişesi içinde değildi. Zarif boyundan yukarı doğru çıkan yavaş bakışları zarif ve güzel yüzde sabitlendiğinde, hatırlayıverdi birden, neden kadının peşinden iskeleye geldiğini o gece ve:

"Bende sana ait bir şeyler var." dedi. 

Yine fısıldamıştı. 

****

Çılgın müzik notaları kulakları sağır edercesine havaya karışırken, hiçbir şey duymuyordu ve hiçbir şey umurunda değildi genç adamın. Barmen kıza bardağını doldurmasını işaret ederken, saatlerdir yaptığı gibi, bütün gün yaşananları düşünmekteydi evire çevire.

Öfke içinde bürosuna gelip, ihanetinin fotoğraflarını masasına fırlattığı zaman bile böylesi yenik hissetmemişti kendisini karısına karşı. Bu gün acı ve hüznün yanı sıra o gözlerde gördüğü kararlılık, ilk defa kaybetme korkusuyla tanıştırmıştı onu. İşlediği günahın kefareti, yaptığı hatanın bedeli gördüğü bir sene süresince, ailesinden uzak durmuş, boşanma davası açılmasına rıza göstermiş, emniyet içinde affedileceği günü beklemişti (karısı asla ondan vazgeçemezdi ki zaten). Diğer taraftan da şüpheli izleri takip etmiş, kendisine kurulan komployu en ince ayrıntısına kadar tespit etmişti. Eğer o sabah çocuklar telefon etmeseydi, Antalya dönüşü karısının kapısına dayanacak, her şeyi tek tek anlatacak, özür dileyecek, ayaklarına kapanacaktı. Ne ki, telefonda Ömer'in söyledikleri, annesinin boşanır boşanmaz evleneceğine dair uydurduğu yalan yüzünden aklını yitirmiş ve soluğu otelde almıştı.  

İyi mi yapmıştı, kötü mü cevap veremiyordu. Ancak gördüğü bir şey vardı, o da: aradan geçen süre zarfında Sude'nin ciddi anlamda değiştiğiydi. Aile fertleri önünde Kenan Dağıstanlı'nın evliliklerine kurduğu komployu ortaya çıkardıktan sonra başbaşa kaldıklarında, ikisinin kusur ve zaaflarını, evliliklerine dair acı gerçekleri eğip-bükmeden bir solukta yüzüne vurmuştu genç adamın. Üstelik de ıstırabını, özlemini ve aşkını saklamaya gerek duymadan. Genç kadın, düşünmüş, olgunlaşmış ve büyümüştü. Sağlam basıyor ve ne istediğini de gayet iyi biliyor görünüyordu. 

Enver, birden karısının boşanmaktan vaz geçmeyeceğini hissetti. Onsuzluğa, çocuklarının yokluğuna, ömrünün geri kalanında ailesinin dağılmasına sebep hatalarıyla başbaşa kalmaya dayanabilecek miydi? Fakat daha da düşündürücüsü. Mucize kabilinden barışmaları durumunda, karısının kazandığı karaktere, dirayetli duruşa ve isteklerine katlanabilecek miydi? İşte bunu hiç bilmiyordu. 

İki arada kalmıştı genç adam. Karısını, çocuklarını, ailesini geri istiyordu. Fakat zaman geçmiş, çocukları büyümüş, karısı değişmiş, hiçbir şey aynı kalmamıştı. Böyle olabileceği hiç aklına gelmemişti...

**** 

 "Bende sana ait bir şeyler var."

"Sahi mi, nedir?" diye sordu genç kadın hayretten irileşmiş yeşil gözleriyle. Ve Çelik, hiçbir mücevherin onlar kadar güzel olamayacağını düşündü, elini cebine atarken.

"İşte bunlar." diye cevapladı sarışının sorusunu ve avucunu açtı. 

  ****  

Ne tatil, ne güzel kızlar.... Hiç biri umurunda değildi Bora'nın, kaç gündür yaşadıkları, üstüne bu gün öğrendikleri nevrini döndürmüştü. Önceki gece gibi bir damın altında tıkılıp kalmak yerine, otelin kayalıklar üstüne kurulmuş barında karar kılmıştı bu sefer. Oynar kapıları itip içeri girer girmez, açık havaya karışan alkol kokusu ciğerlerini, çılgın müzik kulaklarını doldurdu. Gerçek dünya ardında kalmış, bambaşka bir tanesine adım atmıştı sanki. 

Sabah daha bismillâh demeden yumruğunu gözünün üstüne çakan adamın, dalgın dalgın içkisini yudumladığı taburelerin az ilerisinde boş bir tanesine yerleştikten sonra dirseklerini dayadığı bardan bakışlarını siparişini almak üzere bekleyen barmene çevirdi. 

"Selâm." dedi beklemediği karşılaşmanın verdiği keyifle, "Sen de mi bar-bar dolaşıyorsun?"

Hafifçe omuzlarını silkti genç kadın buna karşılık: "Saçma çalışma kuralları. Her gece başka bir bar. Ne içersin?"

"Dün gecekinden."

"Lütfen. Ben kendi halinde bir barmaid'im, data bank değil." diye cevapladı kız, aslında bal gibi hatırlasa da, "İstediğini söylersen, en azından benim için daha kolay olur."

"Votka soda." 

*****

Ilgın, bir istiridye gibi önünde açılan avcun içindekileri görmek için hafifçe başını eğdiğinde hayretle: "Ama bunlar..." diye kekeledi, gözleri bu defa mutluluktan dolmuştu. "Bunlar benim küpelerim!" 

*****  

Çocuklar çoktan uykuya dalmıştı. Onları bir kez daha kontrol ettikten sonra, kaldıkları süitteki odasına oradan da balkona geçti genç kadın. Yüksek katlarda bulunmanın getirdiği avantajla, yerleştiği rahat şezlongdan aşağıda deniz manzarasını, yukarıda yıldızlı gökyüzünü izlemeye başladı. Antalya'nın ılık nefesi solurken yüzünde, bilinci gerçek görüntülerden uzaklaşarak, o gün yaşananlara kaydı yavaşça. Sadece bir kaç saat içinde öyle çok gerçek ortaya çıkmıştı ki, hayatlarının bundan sonraki seyrini tahmin dahi edemiyordu. 

Amcası ve halası arasındaki suç ortaklığı. Amcasının, bir kadına duyduğu aşk uğruna, kurduğu tuzaklarla Keskin ailesinin çoğunun ölümüne neden olması, bu yolda çocuklarının hayatını kurtaran Ilgın'ın bile canının tehlikeye girmesi, halasının ise yine aynı aileden bir adama gönlünü kaptırıp yıllarca metres hayatı yaşaması. 

Bunlar yetmezmiş gibi, amcasının, babasını, abilerini ve hatta büyük patron dedesini bertaraf ederek, şirketi ve serveti ele geçirme plânlarının, yıllardır düşman belledikleri Keskinlerin genç CEO'su tarafından ortaya çıkarılması. 

Hepsi ama hepsi en az on gişe filmine malzeme çıkaracak gerçeklerdi. Poyraz Keskin olmasa her şeyi kaybetmelerinin an meselesi olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu. 

Ve halası, yılların üzerine yük bindirdiği vicdan azabına pes etmese, diğer 3 Keskin de toprağı boylayacaktı belki. Ayrıca da, evliliğinin nasıl bir komploya kurban gittiğini hiç bir zaman öğrenemeyecekti Sude. 

Bu gün, kocası ile arasına giren kadının, özellikle amcası tarafından parayla tutulduğunu öğrenmişti, sırf evlilikleri bozulsun diye. Nitekim, emeline ulaşmıştı da. Zira o çok yakışıklı, zengin, kibirli kocası oltaya gelmekte tereddüt dahi etmemiş, soluğu kadının kollarında almıştı. Sude'ye de aldatılmanın verdiği gurur kırıklığı ile boşanma davası kalmıştı.

Sıkıntıyla içini çekti genç kadın. Enver'in söyledikleri, acıyla kıvranan hâli, pişmanlık dolu gözleri geldi aklına bu defa da. Bir senedir özlemiyle kavrulup tutuştuğu adam, yine bir senedir hayalinde yaşadığı her şeyi yapmıştı: Af dilemiş, bir şans daha istemişti ondan. 

"Allah'ım," diye mırıldandı kendi kendisine, "ne kadar çok seviyorum onu."

Tüm sevgisine karşın, söyledikleri Enver kadar kendisini de şok etmişti. Dilinden dökülen ilk kelimeyle, aşkı değil acıları konuşmaya başlamış, onca senesini adadığı adamın yaptığı yanlışlar, haksızlıklar çıkıvermişti ortaya saklandıkları en gizli köşelerden. Ve Sude anlattıkça, yıllarca nasıl üzüldüğünü, aşağılandığını, ezildiğini fark etmişti. Aldırmadığını sandığı her şeyin aslında nasıl da canını yaktığını, onu sıfırladığını, karaktersizleştirdiğini anlamıştı. 

Aklı ısrarla en güvenli ve mantıklı seçeneği kabul ederek barışması için ısrar ederken, kalbi çığlık çığlığa haykırmış, ağlamış geri çekmişti onu.  

Geçmişi her düşündüğünde isyana gelen hücreleriyle şimdi anlıyordu ki Sude, benzer şeyleri tekrar tekrar yaşamaya gücü yoktu. Aşkı ne kadar kanatıyorsa kalbini, hatıralar da o kadar acıtıyordu. 

Bundan sonra ki ömrünü Enver'siz geçirebilecek miydi? Bilmiyordu.

Peki ya Enver'le geçirebilir miydi? İşte bunu hiç bilmiyordu. 

***** 

Sokak köpeğinin, delicesine kumsalda Ömer'i kovaladığı o gece, yakalamak için peşinden koşarken çocuğun bir tarafı çizilmesin diye tereddütsüz kulaklarından çekip kumlara fırlattığı yakut küpeleri Çelik'in kocaman avcunun ortasında pırıl pırıl parlamaktaydı şimdi. Ilgın, ince narin parmaklarını üzerilerinde gezdirse de incitmekten çekinircesine, gördüklerinin gerçekliğinden emin olamayarak küpeleri almaya cesaret edemiyordu bir türlü.

Minnet içinde yaşlarla dolu bakışlarını genç adama çevirirken: "Ama..." diye fısıldadı, sesi çıkmamakta direniyordu zira, "Sen nasıl?"

 ***** 

Tüm ışıklar geceye karışana, etraf sessizliğe bürünene kadar bir daha konuşmadılar. Adam, önceki geceden daha temkinli yudum yudum içerken, kadın da diğer müşterilerine servis yaptı. 

"Yine baş başa kaldık galiba." diye lâf attı Bora, ortam boşaldığında

Bardakları, tabakları toplayıp, barı temizlerken zarif bir baş hareketiyle onayladı genç kadın, ardından da doldurduğu iki shuttan birini yanında çerez tabağıyla birlikte adama uzattı ve: "Ee, bu gün nasıldı?" diye sordu. 

"Daha beter."

Kaşları hafifçe havalanan meraklı yüzdeki samimi ifade konuşmasını sürdürdü: "Bu gün babamın annemi aldattığını öğrendim. Evlilikleri süresince başka bir kadınla daha birlikteymiş."

Bardaki çoğu öykü böyle başlardı zaten. Başka adamlar, başka kadınlar, başka aşklar. Belki bu yüzden, belki başka yüzden, yadırgamadı İzgi.

  "Çocuğu var mıymış?"  

Hiç aklına gelmeyen bu ihtimalle soluğu tutulan Bora: "Yok." diye cevapladı. "Bildiğim kadarıyla yok. Olabilirdi de değil mi?"

Başını salladı genç kadın sessizce. Fazladan bir kâbusu  adamın sırtına yük etmenin gereği yoktu. 

"Söylesene," dedi konuyu değiştirmek üzere, "bütün gün otelde ne yapıyorsun sen? Her seferinde yüzün gözün dağılmış geliyorsun. Sürekli bir hasar var sende."

Önceki gün Defne'nin, bu sabah da Sude'nin kocasından yediği yumruklar gelince aklına gülüşünü engelleyemedi genç adam: "Anlatsam inanmazsın."

"Nelerle karşılaştığımı bilsen, asıl sen inanmazsın."

Başını geriye doğru atarak kocaman bir kahkaha daha savurdu genç adam. Bakışları pırıltılarla yanan bakışlarla karşılaştığında, nedensizce sakinleşirken, daha nedensizce iyi hissetmeye başladığını fark etti.

"Neden," diye sordu sesi kadifeleşirken, "barda çalışıyorsun?"

"En iyi yaptığım iş bu. Ve babam insanın en iyi bildiği işi yapması gerektiğini söyler."

"Neden? Yani, nasıl olabilir ki bu?"

Yıkadığı bardakları kurularken cevap verdi genç kadın: "E, ben barlarda büyüdüm."

Böylesi sıra dışı bir şeyi böylesi doğallıkla söyleyen güzelliğin karşısında, pek de tatmadığı değişik duygular arasında gidip gelirken: "Bir kadın için güç ve riskli ama." dedi Bora.

Omuzlarını silkti barmen kız, aynı muhabbete binlerce defa maruz kalmasına karşın: "Niye?" diye sormadan da edemedi.  

"Akıllısı var, delisi var. Ne bileyim, benim gibi sarhoş olup kalanı var."

"Merak etme," diye gülümserken dudaklarının kenarıyla, "her birini odasına çıkarmıyorum. Sen istisnasın."

Aksini düşünmese de duyduklarıyla rahatlayan Bora, önündeki boş bardağı almak üzere uzanan zarif eli iki avcunun arasına hapsetti ve: "Lütfen." dedi şaşkınlıkla yüzüne sabitlenen bal rengi güzel gözlere dikerken yeşil gözlerini, "Bir daha kimseyi odasına götürme. Beni bile. Tamam mı?"

"Tamam." diyebildi sadece İzgi. Kapıldığı yoğun duyguların yanı sıra, kuvvetli ellerin temasıyla bedeninde tezahür eden elektrik düşünme yetisini kaybettirmişti sanki. Neden sonra elini kurtardığında: "Bu gece sarhoş olmayacaksın yani." diyebildi sadece şaka yaptığının anlaşıldığını umarken. 

"Yok." dese de neye ne dediğinin pek farkında değildi o anda Bora. Zira, saatlerdir örneğine az rastlanır maharette içki hazırladığını izlediği ellerin, mahcupça kaçarak genç kadının belinin arkasındaki gizli bir noktaya  saklanmasına takılmıştı, gözleri, aklı, fikri, her bir hücresi. 

*****

Gözlerini gözlerine, ruhunu ruhuna katarken, kalbini de kalbine eş kılarken: "Tekini ben buldum." diye cevapladı genç adam, "Diğerini de buldurdum."

"Bunlar," dedi Ilgın hâlâ daha dokunmaktan çekinerek, sanki dokunursa havaya karışacaklarmış gibi, "Amcamın onsekizinci yaş günümde bana hediye ettiği küpeler."

O gece otel odasında sarf edilen her bir kelime zihnine kazılı: "Biliyorum." diye fısıldadı sarı saçların üstünden Çelik. Tuttuğu nefesini derince verirken, başını  kaldırıp da bakışları bakışlarına takıldığında yeniden teşekkürünü, minnetini nasıl ifade edeceğini bilemedi genç kadın. 

Yeşil gözlerdeki orman esintisi, mavi gözlerin buzulluğunda gezinirken: "Aslında daha önce vermem gerekirdi. Araya bir sürü şey girdi, aklımdan çıkmış. Biliyorsun işte. Önce ortadan kayboldun, sonra..." dedi adam, konuşan kimdi hiç fikri yoktu aslında. 

"Teşekkür ederim." diye sözünü kesti sarışın güzel, işin gerçeği dinlediği yoktu söylenenleri. Bir türlü cesaret edip de küpeleri alamamıştı eline. Kapıldığı yoğun duyguları anlamışcasına, avucunu kapayarak hafifçe geri çekti genç adam, zarif takılar avcunda saklı kalmıştı şimdi. Genç kadının hayretle soran bakışları karşısında gülümserken: "İzin ver ait oldukları yere takalım." dedi.

Ilgın uysalca başını yana yatırarak işini kolaylaştırmaya çalışırken, Çelik yumuşak bir hareketle söz dinlemez sarışın bir bukleyi itti ve ustalıkla takıverdi küpeyi. Ay ışığıyla yıkanan zerafetli boynun çekiciliğine kapılmamak için sarfettiği insan üstü gayretle çabucak diğerini de yerine yerleştirdi. İki küçük takıdan ziyade kendi kendisiyle verdiği savaş yüzünden soluk soluğa kalmış halde bir kaç adım uzaklaştı karşısındaki güzelden, eserini görmek isteyen sanatkâr misali. Genç kadınsa başını sağdan sola çevirdi, saçlarını savurdu, kulağındaki yakutları sallandırdı, erkeğin iyice fark etmesi için. 

Mor elbisenin asimetrik kolları ve etekleri, sarı saçlarıyla birlikte uçuşurken gecenin karanlığında, yakut küpeler ışıl ışıl parlıyordu kulaklarında.  Gözleri yeşil alevlere bürünmüş, kalbi yerinden fırlayacakmışcasına çarparken, Ilgın iki adım yaklaştı ve tek elini erkeğin kaslı göğsüne dayadı. Muhtemelen dünya dönmüyor ve zaman da akmıyordu artık. Ya da Çelik öyle sanıyordu. Kocaman eliyle kavradı kalbinin üstüne denk gelen daha zarifçesini, genç kadının alnını aynı noktaya yaslamasıyla, aklındaki son bir kaç kelime de uçup gitti. 

An kadar kısa durduğu yerden kaldırdığında başını genç kadın, bunun esaslı bir veda olduğunu fark etti genç adam. Anladığını belirtmek istercesine gözlerini açtı kapadı sadece ve başını eğdi yavaşça.

Bundan sonra bir şey söylemeden arkasını döndü, yürümeye başladı sarışın güzel tek elinde topukluları. İskeleden kumsala değmek üzereydi ki çıplak ayakları ardından seslendi genç adam: "Ilgın!"

Son bir görüş dileğiyle hafifçe geri döndü: "Evet?" diye sordu.

"Kendine iyi bak."

"Sen de Çelik." dedi genç kadın derince iç geçirerek yeniden yürümeye başladığında. "Sen de kendine iyi bak."

*****

Bu, o Oteldeki son görüşmeleriydi, Sevgili Okur.

Ertesi sabah Çelik, içinde büyük bir boşluk hissiyle uyandı. Kahvaltıya inmeden önce, Keskinlerin tamamının erken saatlerde otelden çıkış yaptığını ve şehirden ayrıldığını öğrendi.

Poyraz Keskin, sevdiği kadın ve iki yeğenini alarak, İstanbul'a dönmeye karar vermişti. Mücadelesini kendi kalesinde, güvendiği insanlarla sürdürecekti.  

Ilgın, bu karara itiraz etmedi. Zira zor zamanlar onları bekliyordu, bütün sırlar açığa çıkacak, her şey ortalığa dökülecekti. Muhtemelen büyük bir skandal kopacak, tüm ülkenin diline dolanacaktı. Dağıstanlı ve Keskin ailelerinin canı fena yanacak, göz yaşı akacak, kalpler kırılacaktı. Tüm bunların üstüne yeni  bir yürek sızısı eklemenin hiç gereği yoktu. Bora açısından da durum farklı değildi. Böylece her şeyi, yaşananları, yaşanmayanları ve yaşanması ihtimali bulunanları arkada bıraktılar, yüreklerini mühürlediler, zihinlerini kilitlediler, tüm anıları kör kuyulara attılar, üstüne taş bastılar.

Ah Sevgili Okur,

Antalya'da geçen zamanın izlerini silmek tabii ki de kolay olmayacaktı. İki genç hayatlarına ayrı yollarda ve ailelerinin yanında devam edecek, gün gelecek yaşananlar hayallere karışacak, güzel bir rüyadan öteye geçmeyecekti. 

Ta ki, kader duruma el koyup hınzır tesadüfler ve acımasız komplolarla onları yeniden bir araya getirene kadar! Ama bu bambaşka bir hikâye. Belki bir gün onu da yazarım. Kim bilir? 

O zamana kadar esenlikler içinde kal,

Canım Okur.

-BİTTİ-




Continue Reading

You'll Also Like

62.5K 3.7K 51
Tuğkan (not delisi) : Aslansın, kaplansın, aşkımsın. Luna Handan : Aşkın mıyım? Tuğkan (not delisi) : Şaka olsun diye.
98.4K 7.6K 33
Usulca annesinin elini bırakıp merdivenlerlere doğru giden kadın dünyadan soyutlanmışçasına kendini kaybetmişti. Çıplak ayaklarının kanamasına canını...
64.2K 4.4K 88
Kelebek misalidir aşk Anlamayana ömrü günlük Anlayana bir ömürlük... (Nazım Hikmet) * Neydi sevmek? Neydi aşk? Yıllarca sessiz sessi...
9.8K 1.2K 30
Karadeniz'de başlıyor bizim hikayemiz; çocukluk yıllarına dayanıyor sevdamızın miladı, her ne kadar çocuk da olsak, küçücük yüreğimizde sakladığımız...