NEFHA -Düzenlemede-

By yarim_ay

63.6K 2.5K 1.8K

Kaybettiklerimizi dudaklarımızın arasında buluyorduk. Ne tuhaftır, oysa ciğerlerimize karışan nefeslerdi, arz... More

Remus ve Romulus
-Giriş-
1.Bölüm "Kader Yolu"
2.Bölüm "Gölge"
3.Bölüm "Geçmişin boyası"
4. Bölüm "Şah-Mat"
5. Bölüm "Hastane"
6.Bölüm "Masumluk"
7. Bölüm "Kukla"
8.Bölüm "Soğuk"
10.Bölüm "Kıvılcım"
11.Bölüm "Kabulleniş"
Duyuru
Kartal'ın Doğuşu -Özel Bölüm-
Bilgilendirme
12.Bölüm "Şafak"
13.Bölüm "Yıldızların Gözyaşları"
9 Temmuz 2017

9.Bölüm "Heyecan"

1.1K 65 8
By yarim_ay

"Mezarlığın içindeki ölü ruhların sessizliği, notalara kan ağlatacak kadar gürültülü."

Şu anda geçmiş burnumun ucundaydı ve tehlikeyi çağırıyor, kol kola, ellerinde hançerin ucuna birikmiş cümleler ile bana doğru koşuyorlardı. Sanki güçlü ve sert elleri büyük bir bıçağı sarmıştı. Bıçaktaki kanlar parmak uçlarına bulaşıyordu ve bıçağın ucundan harflerin zehri teker teker damlıyordu duyguların parçaları ile birlikte.

Tarihe karışmış anılar mıydı bana nefretle bakan? Yoksa ölüm müydü yeri sarsan adımları atan?

Bulunduğumuz yer sallanıyordu sanki ve bunun, yanımızda delice dans eden bedenlerle alakası yoktu. Adamların bize doğru attığı her adımda katmanlar şeklinde yayılan anılar kendi ruhumda bir deprem etkisi yaratıyordu ve tehlikenin seli çarpıyordu suratıma.

Gözlerimi Arnaldo'ya çevirdim. Yüzmeyi bilmezdim ama zihnimde, mürekkebin arasında bir çok kez yüzmüştüm. Derinlikten korkmazdım ama şu anda onun gözlerinin arkasında yatan duyguların bilinmezliğinden bir gonca açıyor sanki, yaprakları nefret olan, köklerinde acı besleyen ve bu, ruhumun bir adım geri çekilmesine neden oluyordu.

"Ne?"

"Benimle gel çabuk!" diye bağırdım Arnaldo'nun kolunu çekiştirerek ama şaşkınlıkla bana bakıyordu. Gücüm ona tam yetemiyordu ve bu gidişle yakalanacaktık.

"Neler oluyor Derin?" Kolunu daha çok sertleştirdi ve onu çekmemi imkansız hale getirdi.

"Gitmemiz gerekiyor!" Boğazım yanıyordu artık ve görüş alanım gittikçe buğulanıyordu. Etraf, içi alkol ile dolu bir kadehin arkasından bakarcasına bulanıktı. Başımın ağrısı, kulaklarıma çarpan müzikle artıyordu.

"Çıkış diğer tarafta." Adamların geldiği yönü işaret edince derin bir nefes verdim.

"Hayır oradan çıkamayız!"

Saniyelik bir bakışma geçti arada ama bana saatler gibi geldi. Öyle bir bakış aramızda ilerliyordu ki, duru bir suyun üzerine atılmış kuş tüyü gibiydi. Duru suyun kıyısına ufak dalgalar çarpıyordu. Ne rüzgarın şiddeti vardı, ne de derinliğe batan bir ağırlık. Tüyün narinliği, dalgalara şefkat dağıtmıştı sanki ve bu şefkat aramızda, bakışmalarımızın cümleleri haline gelmişti.

Başını hafifçe salladı ve onun kolunda olan elimi sıkıca tutarak barın başka bir yerine doğru koşmaya başladı. Avucunun içinden benim soğuk ve çatlamış olan ellerime akan ısıyı hissediyordum. Huzurun harfleri arasında sıkışmış duygular, parmak uçlarında can bulurken bir an için notaların bile ruhumda keman sesi ile canlanacağını sandım. Parmaklarımın üzerine örtülen parmakların kabuk bağlamış yaralarını hissedebiliyordum.

Bu tuhaftı. İlk defa notaların, hayalleri kurumuş bir tuvale renk katabileceğini öğrendim. Parmaklarımda, geçmişten kalan bütün boyalar avuç içlerimde tenime gömülürken ruhumun duygularının üzerine toprak örtmüştüm ve şimdi notalar sarıyordu parmak uçlarımı; kemanın tiz sesi toprağa dökülürken toprak, diz çökmeye başlıyordu ilahi sesin kutsallığından.

Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Bu bara ilk defa geliyordum ve tek bir çıkışı olması bizi bitirirdi ama Arnaldo benim aksime daha rahattı. Kaşları çatık olduğundan bir şeyler düşündüğünü görebiliyordum ama yolu düşünüyor gibi bir hali de yoktu. Adımları hem sert, hem güçlü, hem de emindi.

Dans pistini atlattığımızda ufak sahnenin hemen yanında bir koridor vardı ve Arnaldo'nun eli, elimi daha sıkı kavrarken ıssızlığın ruhumda çatladığını ve duyguların kırmızı bir renkte boyandığını hissettim. Neden kırmızı olduğunu bilmiyorum.

O koridordan içeri girdik ve koşmaya devam ettik ama bir adam karşımıza çıktığında soluğumun kesileceğini sansam da öyle olmadı. Sadece şaşırmıştım. Korku, benliğimin ufuğunda, gökyüzü kadar uzakta bir yerlerde kitliydi.

"Efendim üzgünüm ama buraya gi..." Adamın sözünü dinlemeden Arnaldo yürümeye devam etti. Koşmuyordu ama adımları ölümün sesini yankılatıyordu. Ruhum bir adım daha geriye çekildi.

Adam arkamızdan geliyordu ama hala nazik olmaya çalışan bir ses kullanıyordu. "Efendim lütfen!" Gittikçe yükselen sesi tehdidin suyuna bandırılıyor, ardından rüzgara konulup daha çok şiddetlenmesini sağlıyordu.

"Bayım, hemen durun!" Arnaldo durdu ve omzunun üzerinden adama bir bakış attı.

Gözlerinde gördüğüm mavinin tonu...

O kadar tanıdıktı ki.

Bu öfke, nefret, sinir... Hepsi sanki boğazımdan yukarıya doğru çıkıyor, yutkunmam ile geriye dönüp ruhumu aleve veriyordu. Şaşkınlık kapımı çaldığında mavinin derinliği, kapıyı parçalara ayırdı ve şaşkınlık, üzerime vahşi bir hayvan gibi atıldı.

"Siz..."

Arnaldo adamın geri kalan sözünü dinlemeden önüne döndü ve adımlarına devam etti. Artık parmaklarım acıyordu. Eli daha çok kasılırken kemiklerim birbirine sürtüyor, derimin dahi hafiften soyulmasına neden olurdu.

Adam arkamızdan takip etmeye ve bağırmaya devam etmedi. Koridorun başında dikiliyordu ve arkasından vuran ışık, yüzüne gölge düşürüyordu. Bu yüzden nasıl bir yüz ifadesine sahip olduğunu göremiyordum.

En sonunda bir kaç uzun koridoru da arkamızda bıraktığımızda demiri paslanmış bir kapı karşıladı bizi. Arnaldo kapıyı direk açtı ve kendisini arka sokağa attı. Soğuk rüzgar ve temiz hava yüzüme direk çarparken derin nefes almayı geciktirmedim ve sırtımı duvara vererek dizlerimin dinlenmesine izin verdim.

Arnaldo'da tam karşımda duruyordu. Omuzları hızla inip kalkıyordu ama yüzünde benim kadar yorulmadığını belli eden bir duruluk vardı. Gözlerindeki renk tekrar kendi tonuna dönerken ondan gözlerimi kaçırdım. Sol elim hala onun elindeydi. Duvara doğru ilerlerken elimi çekmeye niyetlenmiştim ama Arnaldo buna engel olarak bana daha fazla yaklaşmış, elimi bırakmamıştı.

Adrenalin, vücudumda nabız gibi atıyordu ve heyecan damalarımda hız yapıyordu.

"İyi misin?" Başımla onaylamakla yetindim. Bu serin ve temiz havada yayılan oksijen bile yetmiyordu ciğerlerime.

"Derin..." Başımı kaldırıp onun gözlerine tekrardan baktım. Bir an o nefretin tonu ile karşılaşacağımı sansam da derenin suları hala dalgalanmamıştı. "O adamlar kim? Ne istiyorlar senden?"

"Emin değilim," derken tekrar gözlerimi kaçırdım. "Herhangi bir şey istiyor olabilirler. Para, acı, içki..." Derin bir nefes daha aldım ve cümleme devam ettim, "...intikam." Boğazımın düğümlendiğini hissediyordum ama nedenini bilmiyordum.

"İntikam mı?"

İntikam, bir cehennem çiçeğine benzer, alevlerin içinde nefret ile büyüyen. Ardından siyah yapraklarını kaplar öfkenin zehri ve toprak, köklerin acısı ile kururken bulunduğu yere ölümün tahtını indirir.

Bunu biliyordum çünkü intikamın yaymış olduğu kanlı parmak uçlar, zihnimin köşelerinden ruhuma doğru akıyordu.

Arnaldo'ya hiçbir cevap vermedim ve yine gözlerine bakmadım. Nefeslerim, zaman geçtikçe bir düzene girerken sükunetin zincirlerinin daha fazla duramayacağını biliyordum.

"Derin, bana bak." Ve zincirler kırıldı, sessizliğin gürültüsü sokakları terk etti.

Ona bakmadım. Yüzüm yine eğikti ve bakışlarım ayak uçlarımdaydı. Arnaldo bana biraz daha yaklaştığında nefesimi tuttum. Sırtım duvarla daha çok birleşirken kalbimin heyecandan titrediğini hissettim. Kafamı kaldırıp gözlerine baktığımda yüzünde anlam veremediğim bir ifade vardı. Duyguların suları o kadar duruydu ki, elimi uzatsam dalgalanmayacaktı ama bir yandan da o kadar derindi ki, kolumu kapıp beni içine çekecek gibiydi.

Arnaldo bir elini duvara koydu ve yüzünü benim yüzüme biraz daha yaklaştırdı. Ciğerlerim nefes için kıvranmaya başladığında ufak ve kesik nefesler almaya başladım. Yine karıncalanıyordu işte sol göğsüm. Yine kuvveti ile ruhumda deprem yaratıyordu bu kalp. Aptal şey. Bu kalp her şeye hızlanırken duyguları ayırt etmemi nasıl beklerlerdi insanlar?

Arnaldo yüzünü biraz daha yaklaştırdı. Hangi duygulara bu kadar hızlandığını bilmiyordum kalbimin. Sanki kanatlarını bir kafesin içinde çaresizce çırpan kuş gibiydi. Ne uçabiliyor, özgürlüğe kavuşabiliyordu ne de sakinleşip bir köşeye sığınıyordu. Gözü dönmüş bir kurban gibiydi. Anlam veremediğim her duygu, kuşun ayaklarının altında alev alırken kuş kaçmak için çırpınıyordu ve göğüs kafesimin altında ruhuma zarar veriyordu.

Sükunete fısıldanan kelimelerin harfleri dökülüyordu dudaklarından. Nefesine karışan cümleler yüzüme çarptığında aramızdaki sohbetin boğazıma dolandığını ve sesimi, avuç içlerinde parçalayarak sükunetin varlığını yücelttiğini hissediyordum.

"Derin..." İsmim dudaklarının arasından dökülürken yüzüme çarpan nefesi kısık ve sesi boğuktu. Dudakları burnumun biraz önüne denk geliyordu. Bir eli duvara dayalı, diğer eli ise belinin yanında, boşlukta sallanıyordu.

Yutkundum ve boynumu biraz daha yukarıya kaldırdım.

Boğuk sesine eşlik eden kesik nefesler, cümlenin devamı ile tenimde süzülmeye devam etti. "Sadece tek bir sorunun cevabını istiyorum."

Sanki bir anda vücudumdan kan çekiliyordu, özelliklede parmak uçlarımdan. Bu tuhaftı. Vücudumda bir karıncalanma ve uyuşma vardı. Sanki bedenim bana yabancı gelmeye başlıyor, ruhumu saran zırhların deri kaplaması benden uzaklaşıyordu, beni tanımıyordu; ruhumu tanımıyordu.

"Sen kimsin?"

İsim, bir insanın kişiliğini gözlerin önüne seremezdi. Ne bir bedenin kıvrımlarını, ne kalbin içerdiği duyguları ne de koca bir ömrün elinde tuttuğu anıları. İnsanların yüzlerine soyut bir mürekkep ile yazılmış bir takma kelimedir. Boyunlara geçirilen kelepçelere, kızışmış demirle yazılırdı isimler ve dudaklara kadar gelip yere döküldüğünde insanlar kelepçeyi değil, kelepçenin üzerinde alevlenen yazıyı görürlerdi.

Bana yönelttiği sorunun cevabında, kimliğin üzerinde yazılı olan isimden veya boyna geçirilip kişiye mühürlenmiş olan harflerden daha fazlasını soruyordu. Benim geçmişimi soruyordu, benim duygularımı, benim gerçekliğimi... Arnaldo benim, zırhlarla kuşatmış olduğum gizemin anahtarını soruyordu.

Dudaklarımı araladım, ne diyeceğimi bilemezken. Sadece aralamakla yetindim. Kelimeler, boğazıma oturan taşta asılı kalırken dökülemediler dudaklarımdan. Zihnim ise dökülmek için uğraşan kelimelere eşlik etmek için fazla durgun ve boştu.

Yanımızda bulunan kapının arkasından sesler gelmeye başladığında gözlerim şaşkınlık ve heyecanla açıldı. Arnaldo ağzından küfür savurup kolum tuttu ve beni çöp konteynerin yanına doğru sürükledi. Adım sesleri gittikçe gürültülü bir hal alırken bağırma sesleri de yanına eklenmişti. Kalbimin sesini dahi duyamayacağım bir gürültü ile kapı açıldığında Arnaldo sert parmakları ile tuttuğu kolumu daha çok çekiştirdi ve yere, bır bacağının üzerine düşmeme sebep oldu. Kalçam, diz kapağının bulunduğu kemiğe sert bir şekilde çarptığında ağzımdan bir inilti kaçmak üzereydi ama Arnaldo elini ağzıma kapatarak buna engel oldu ve diğer elinin işaret parmağını dudaklarına götürerek "Şşş," dedi.

Şu anda öncekinden daha tuhaf bir pozisyondaydık. Ben onun bir bacağının üzerinde otururken yüzlerimiz birbirine çok yakındı ve ağzımdaki elinin açık bıraktığı burnuma çarpıyordu kokusu. Düşerken ellerim istemsizce onun göğsüne gitmişti ve avuçlarımın altında kesik ve hızlı nefes alışverişlerini hissedebiliyordum. Soğuk havaya inat vücudu ateş gibi yanıyordu ve sanki kalbi, bedeninde deprem etkisi yaratmak ister gibi vücuduna çarpıyordu.

Kapıdan çıkan kişilerin bıçak kadar keskin seslerinde nefretin zehrini hissetim. "Nereye gitti o lanet olası kadın?" Duvarların bile sesin gürlüğünden titreyeceğini sandım.

Gözlerimi Arnaldo'nun gözlerinden çekmedim. Bir süre sadece boşluğa baktı, benim gözlerimden kaçmak için çırpınır gibi. Çırpınışı uzun sürmedi ve mavi ile kahverengi, birbirine mühürlü birer kelepçe ile bağlandı.

Zihnimde tekrar okyanusa yuvarlandığımda bu kez sular berrak ve duruydu ama aynı zamanda derin. Ayaklarım boşlukta sallanıyordu ama yukarıda kalmak için bir çaba sarf etmiyordum ve tuhaf bir şekilde suyun yüzeyinde kalabiliyordum. Ellerimi kollarıma doladım ve kendime, belki de yalnızlığıma sarıldım. Etrafta gezinen rüzgar, saçlarıma huzurun kelimelerini kazıyordu sanki.

Etrafıma bakındım. Sanki gökyüzü ile okyanus kaymıştı; okyanusun derinliği gökyüzüne, gökyüzünün sonsuzluğu okyanusa karışmıştı. Kendimi arada kalmış ufuk çizgisi gibi hissettim; sonsuz bir derinliğe sahip ruhumla. İkisi ile aynıydım aynı zamanda ikisinden farklıydım. O okyanusa aittim, aynı zamanda yabancı sularda kulaç atıyordum. Bunu umursamadım. Çıplak tenime ufak dalgaların çarpmasına izin verirken bu duygulara anlam yüklememeye çalışarak oluruna bıraktım.

"Abi sakin ol şimdi buluruz onu."

Okyanusun ortasına atılan bir ses ile sular dalgalandı ve tekrar kahverengi gözlerimin çevrelediği, tanıdığım topraklara adımımı attım.

"Onu hemen bulacaksınız. O kadın gözlerimin önünde acı ile kıvranmadan buradaki kimseye huzur yok!" Yine aynı adam nefret ile bağırdığında harflerin teker teker zihnimden düştüğünü hissettim.

Eğer bizim burada olduğumuzu anlarlarsa bu kez gerçekten ölümün gözlerinin içine bakardım ve etraf karanlığa bulanmadan hemen önce kanın rengi sarardı bedenimi. Ölümden korkmuyordum ama daha erkendi. Bedenim, onun ruhunun doğuşu için lazımdı ve daha toprağın altına girmem için zaman gelememişti.

"Lanet olsun!"

Adam ardı ardına küfrederken bir yerleri tekmeleme sesi geliyordu. Çöp kutularına tekme atmaması için dua ederken farkında olmadan kaşlarımı çattığımı hissettim. Ardından adım sesleri arttı ve kalbimin duracağını sandım. Adım seslerini ecelimin senfonisi olarak adlandırmak istesem de bir gerçek vardı, adımları ölümü çağırmıyordu. Daha sertini, daha acımasızını görmüştüm, duymuştum. Ölümün korkacağı bir gürültü, sessizliğin eşliğinde duvarlarda yankılandığında kollarımın arasındaki beden beni sahiplenici bir şekilde korumaya çalışsa da korkudan titrediğini hatırlıyorum. Ona nazaran ben, hala hissizdim ve neler olduğunu anlayamıyordum. Tam olarak hatırlayamasam da pahalı ve parlak siyah ayakkabının kaldırım taşlarında attığı adımları kesik kesik görüyordum. Bundan yaklaşık 5 yıl öncesini hatırlamaya çalışıyordum ve o günlerde hafızam daha bulanıktı. Sadece umursadıklarımı hafızama kazırdım ve umursadığım şeyler bir elin peş parmağını geçmezdi. Buna rağmen, gözlerimin önünde her geçen gün eriyişini, dün gibi hatırlıyorum. Parmaklarımın arasından kayıp gittiğinde, ruhumun onda kaldığını hatırlıyorum.

Çöp konteynerine attığı bir tekme ile Arnaldo ağzımdaki elini biraz daha bastırdı ve boğuk bir sesin çıkmasına son anda engel oldu. Çöpten bir çöp poşeti hemen yanımıza düştüğünde kalbimin boğazımda attığını hissettim. Ardından kalbimin atışlarını ve bedenimi saran bu duyguları sorguladım.

Zifiri karanlığın hakim olduğu bir boyutta, ıssızlığın koynunda boydan boya uzanıyordu ruhum. Tam da burası, zihnimin en ücra köşesiydi ve gerçekliğimin bir güneş gibi parladığı bir yerdi. Burası boştu, soğuktu ve yalnızlıkla çeviriliydi. Burası ruhuma ait ıssız bir köşeydi. Duyguların katlettiği bir kan gölünün üzerine uzanıyordu ruhum sanki. Bütün kırmızı renklerden sıyrılıp hissizliğin kucağına oturuyor, yüzünü boynuna gömerken donuk bir serinliğin kokusunu içine çekiyordu. Lakin şimdi, ait olduğum yerin görüntüsü dalgalanıyordu. Zihnim gittikçe duyguların yoğunluğundan bulanıklaşıyordu ve bu, bana tuhaf geliyordu.

Kendimi gerçekten güvende hissettiğim ve ait olduğumu düşündüğüm yere, insanlığın zehri akmaya başlıyordu tavan arasından damlarcasına. Bu düşünce bile hislerimi yıkan bir korkuyu doğurmaya yetiyordu.

Ben, Derin Yılmaz. Gittikçe insan olduğumu hissediyordum.

Benim aksime Arnaldo o kadar sakindi ki, bizi bulsalar bile bir şey yapmadan sırtlarını dönüp gideceklermiş gibi davranıyordu. Bu zihnimde mantıklı bir hal alamıyordu. Eğer korkunun kasırgası, ufak bir esintisini gözlerine üflemiyorsa neden kalbi bu kadar hızlı atıyordu?

"O kadın her ne olursa olsun, yaptıklarının cezasını çekecek." Sesi daha çok inilti şeklinde çıktı. Nefreti soluklayan adamın kalbi, damarlarına öfkenin rengini akıtırken dudaklarından kelimeler acı çeker gibi çıkıyordu.

Bir süre sessizliği ve adamın sert nefes alışverişlerini dinledikten sonra adım sesleri tekrar yankılanmaya başladı duvarlarda ama bu kez gittikçe güçsüzleşiyorlardı. En sonunda adım sesleri daha çok uzaklaşınca derin bir nefes verdik Arnaldo ile birlikte.

Arnaldo sırtını duvara daha çok yasladı ve kafasını geriye atarak gözlerini kapattı. Yüzünde huzurlu bir ifade bulunuyor derdim, eğer kaşları çatık olmasaydı. Düşüncelerin zihninin köşelerini ele geçirdiğini, tehlikenin gitmesine rağmen hala kasılan kaslarından anlayabiliyordum.

Arnaldo elini ağzımdan çektiğinde kurumuş dudaklarımı dilimle ıslattım. Arnaldo o mavi gözlerini açtı ve kaşlarını çatmayı kesmeyerek gözlerini bana çevirdiğinde gözlerimi kaçırdım ve bacağından kalkmaya çalıştım. Tam kalkacakken duyduğumuz telefon sesi ile ikimizde bir endişeye kapıldık. Duvarları dolduran gürültülü ses ile Arnaldo ağzından küfür savurdu sessizce ve kalçasını kaldırarak arka cebindeki telefonu alıp sesini kapattı. Ardından işaret parmağını dudaklarının arasına götürüp sessiz olmam gerektiğini hem bana hem de kendisine bir kez daha hatırlattı sanırım.

"Ne oldu neden durdun?" Daha gitmemişlerdi. Acaba duymuşlar mıydı? Endişe kalbimi sararken avucunun içinde sıkmaya başlıyordu ve basıncın etkisinden göğüs kafesimin arkasında patlayacağını hissediyordum.

Elimde olmadan gözlerimi yumdum ve duymamış olmaları için dua ettim. Eğer yakalanırsak kalbimi saran şey endişe değil, demir ile çevrelenmiş bir bıçak olurdu muhtemelen.

"Yok bir şey. Hadi gidelim."

Tuttuğumun farkında dahi olmadığım nefesimi geri vermeden önce biraz daha bekledim. Sanki dudaklarımın arasından nefes döküldüğü anda bizim yerimizi bulacaklardı. Adım sesleri kesildiğinde Arnaldo yüzünü biraz daha bana doğru yaklaştırdı ve aralık yerden, gidip gitmediklerine baktı. Yüzlerimiz daha da yakın olurken kalp atışının, avuçlarımın altında değişmediğini hissettim. Acaba nasıl hissediyordu? Ne düşünüyordu?

Okuduğum kitaplardaki kızlar, bu durumda nasıl tepki verirlerdi ki? Genelde erkeklerin utanma belirtisi göstermeden kızın gözlerine tutku ile baktığından bahsediyorlardı. Kızlarsa bu yakınlıktan dolayı yanaklarının kızardığını ve heyecandan kekelediklerini belirtiyordu yazar. Kızarmam mı gerekiyor? Ya da utanmam? Belki... ama nedenini anlamıyorum. Bir erkeğin kıza yakınlaşması, kızı utandırır mı?

Duygular kalbimi fethederken düşünceler zihnimde bir karmaşıklığın zirvesine tırmanıyorlardı. Hala duyguları tam olarak öğrenememiştim ya da nelere nasıl tepki vermem gerektiğini. Arnaldo'nun da bana o tür duygularla baktığını sanmıyordum çünkü kaşları hala çatıktı. Ne düşündüğünü merak etsem de bir yandan bilmememin daha iyi olduğunu hissediyordum.

Gözlerimi başka bir tarafa çevirdim ve ayağa kalktım. Pantolonumun üzerine yapışan tozları silkelerken Arnaldo'da ayağa kalkmıştı ve elindeki telefondaki tuşlara basarak kulağına götürdü.

"Ne oldu Emre?" Arnaldo'nun sesi yorgun, bıkkın ve düşünceli geliyordu. Sırtı bana dönüktü, bu yüzden nasıl bir yüz ifadesine büründüğünü bilemiyordum ama tahmin etmek çok da zor değildi. Arnaldo, eli ile alnına vurdu ve sinirle bir iniltiyi dudaklarının arasından döktü.

"Tamam, geliyoruz." Arnaldo telefonu kulağından çekmeden yürümeye başladı, bende onu takip ettim.

Olanlardan dolayı biz diğerlerini unutmuştuk bile ve muhtemelen o kafede uzun süredir bekliyorlardı.

"Tamam Emre, geliyoruz dedik uzatma. Sonra anlatırım." Telefonu kapatıp arka cebine koydu ve sert adımlarını daha hızlı atmaya başladı. Ben ise bir yandan etrafa bakıyordum, takip eden birinin olup olmadığını anlamak için ama kimse yoktu. Bu kez gerçekten de sokakta yalnızdık ve gürültü ile harmalanmış olan düşüncelerin adımlarını, duyguların katmanlar ile etrafa yayılmasını aldırmadan atıyorduk.

En sonunda arabaya vardık ve sessiz, kısa bir yolculuğun ardından kafeye vardık.

"Nerede kaldınız ya meraktan öldük." Diana gayet enerjili bir ses tonu ile cevap verirken ablam ve Aleyna, neredeyse ayakta uykuya dalacaklardı.

"Bunu sonra konuşalım olur mu?" Aleyna bir eli ağzını kapattı ve esneyerek konuştuğundan kelimelerin bazıları yutuldu. Yine de ne demek istediğini hepimiz rahatlıkla anladık. "Çok yorgunum hadi eve gidelim." Gözlerini kaşıyarak cümlesini bitirdi.

Emre ise kaşları çatık bir halde Arnaldo'ya bakıyordu. Ablam, kafasını arabanın kapısına dayamış, gözleri kapalı, bizim konuşmamızın bitmesini bekliyordu sessizce.

"Derin, bir şey mi oldu?" Diana, yanıma kadar geldi ve sağ omzumu tuttuğunda bakışlarımı ona çevirdim.

Gözlerim bir lahza Arnaldo'ya kaysa da hemen geri çektim ve başımı hayır anlamında salladım. Bir an önce eve gitmek, kıyafetlerimden kurtulup, çıplak sırtımı duvara dayayıp köşede bir yerde karanlığın beni boğmasını istiyordum.

Herkes arabalara binerken ben ve ablamda Arnaldo'nun arabasına bindik. Kelimeler kaldırım taşlarına diziliyordu sanki. Her biri yanımızdan hızla geçerken geriye bulanık bir görüntü seriliyordu gözler önüne. Sokak lambalarının ışıkları arabanın kasvetli havasına doğru yayılıyor ardından leyl'in karanlığında boğuluyordu.

Zaman bile geçip gidiyordu yanımızdan, içi titreyen ışık lambaları gibi.

Arnaldo arabayı, evimizin önüne park ettiğinde kapıyı açtım ve tam inecekken Arnaldo'nun sesini duydum. "Derin, sen dur." Ablam anlamayan gözlerle ikimize de baktığında Arnaldo "Sorun değil Selin, sen git. Geç kalmaz."

Ablamın umurunda olmadığını bilmiyordu tabii. Onun merakı, dudaktan dökülen bu cümlenin nedeniydi ve sonrasında olacaklar. Aslında, bunu bende merak ediyordum.

"Peki. Anneme senin numaranı veririm Arnaldo." Arnaldo başını salladı ve ablam bunu söyledikten sonra arabadan çıkıp kapıyı kapattı.

Arnaldo arabayı tekrar çalıştırıp yola çevirdiğinde boğazımda bir heyecanın dalgalar halinde bedenime yayıldığını ve ruhumu, bir mum gibi yaktığını hissediyordum. Alevi titreyen, yavaş yavaş eriyen, sönmek üzere olan bir mum canlanıyordu zihnimde.

Başımı cama dayadım ve gözlerimi yumdum. Sessizlik yankılanıyordu her bir parçamda. Düşüncelerimden arınmak istedim; birkaç saniye yeterdi. Ne geçmişin nefesini hissetsem ensemde, ne gelecek dikilse önümde, ne de içimde yaşasa nefesime dizilen saniyeler. Bir sükunetin melodisine kurban gitsem, saç uçlarıma tutunsa bir yangının kıvılcımları, saatlerce izlesem, yaktığım ruhun manzarasını.

Kulağıma gelen takırtı sesleri ile gözümü açtım. Sema... Ağlıyordu. Hüzne bulanan bulutların arasında soğuktan titreyerek sığınmak istedim. Sükunet boğulmuştu yağmurda ama yine de etraf o kadar sessizdi ki. Ölüm haberinin ardından verilen tepki kadar sessiz, yüreklerin attığı çığlıklar kadar gürültülü.

Bildiğim bir şey vardı ki, ardından gürültüyü çağırmayan hiçbir sessizlik yoktu bu dünyada.

Ve bende şimdi sessizliği dinliyordum, geleceğin gürültüsünü kuyudan çıkarmaya çalışan.  

Continue Reading

You'll Also Like

273K 17.6K 46
Ölen bir lider ve koltuğuna geçen varisi... En iyiler: #1 - b×b #1- gay #1- boyslove #2 - lgbt #2 - mpreg #2 - interseks #6 - bl #5- eşcinsel
62.2K 1K 39
En yakın arkadaşımın abisi mi? Beni gerçekten seviyor muydu? Peki ben ona karşı birşeyler hissediyor muydum? Uyarı: küfürlü ve +18 sahneler vardır.
21.7M 1.1M 53
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

1.7M 101K 7
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...