GÜVENLİ AŞK (SEVGİLİ OKUR SER...

By nadirehan

75.6K 6.4K 474

-Neyir; dedi genç kadın adeta fısıldayarak. -Ilgın; diye cevapladı o da beti benzi atmış bir şekilde. -Şi... More

TANITIM
Bölüm 1: Tanışma
Bölüm 2: Köpek
Bölüm 3: Aynı İskelenin Üstünde
Bölüm 4: Gel O Zaman!
Bölüm 5: Dost mu, Düşman mı?
Bölüm 6: Silâh Nerede?
Bölüm 7: Neyir'in Kalbi
Bölüm 8: Hoş Geldin Kalbim!
Bölüm 9: Gökteki Güneş Kadar
Bölüm 11: Neredesin Sen Sarışın?
Bölüm 12: Yüzleşme
Bölüm 13: Gün Işığında Hesaplaşmalar
Bölüm 14: Ay Işığında Hesaplaşmalar (FİNAL)

Bölüm 10: Arayışlar Ve Bekleyişler

4.1K 368 11
By nadirehan

Gölgede bile hüküm süren Antalya'nın boğucu ve sıcak havasından, içerinin rahatlatıcı serin atmosferine geçiş yaptığı anda, lobide cam kenarındaki ferah bölgede oturan grubu hemen seçti genç adamın keskin bakışları. Yüzlerdeki gergin ve sıkıntılı ifadeden bir gelişme olmadığını çoktan anlamıştı. 

"Çelik Dağıstanlı."

"Poyraz Keskin."

İki rakip hatta düşman şirketin CEO'su fani ömürlerinde ilk defa işte bu şekilde tanıştılar ve gayet soğukça tokalaştılar. Karşı karşıya ve ayakta durmaktaydılar.

Dağıstan Holdingin başkanı, sözü dolandırmadan, tok bir sesle: "Dedemin ve diğer aile fertlerinin hem selâmlarını, hem de iyi niyetlerini iletmek isterim öncelikle." diye konuşmaya başladı. "Ekibiniz iki gece önce büyük bir maharetle yeğenlerimin hayatını kurtardı. Duyduğumuz minneti kelimelerle ifade edebilmemiz ve ömrümüzce unutmamız mümkün değil."

Kendisinden sadece bir ya da iki yaş küçük adamın aradaki husumet ve düşmanlığa rağmen usturuplu girişi ve söyledikleri hoşuna gitmişti Keskinler Grubun Patronunun, karşısındakine benzer şekilde cevap verdi soğuk ama nezaketle: "Onlar gerekeni yapmışlar. Bildiğim kadarıyla çocuklarda bir zarar yok."

"Hayır." manasında başını salladıktan sonra devam etti Çelik: "Galiba sizin de yeğeninizle ilgili bir sorun varmış. Dedem -özellikle vurgulamıştı- talimat verdi, bizim adamlarımız da araştırıyor, ayrıca da herhangi bir yardım ya da desteğe ihtiyacınız var mı öğrenmemi istedi."

İşte bunu hiç beklemiyordu Poyraz. Aklı ikiye bölünmüş gibiydi: Bir tarafı Ilgın'ın başına bir şey geldiyse eğer baş şüphelisi bu insanların yardımını geriye çevirmekten  yanayken, diğer tarafı ise -dostunu yakın, düşmanını daha yakın tut, teklifi kabul et- diye fısıldıyordu kulağına. 

Defne ve Neyir, konuşmayı ilgiyle dinlemiş, iki adamın tepkilerini merakla izlemişlerdi. Bora ise Çelik yanlarına geldiği anda çalan telefon nedeniyle gruptan uzaklaşmış, konuşmasını bitirip döndüğünde ise son cümleyi ucundan yakalamıştı. Aklı fazlasıyla karıştığından ve biraz da telâşa kapıldığından, amcasının varlığını ve muhtemel tepkilerini bir anlığına görmezden gelerek: "Oturalım bence." deyiverdi, memnuniyetsiz bakışlar üstüne çevrilirken. 

Yeğenini oracıkta gözleriyle kesip biçmesine karşın, yine de önemli bir durum olduğunu fark ettiğinden sakince: "Lütfen." diye eliyle işaret etti Poyraz, aynı farkındalıkla diğeri de anlık bir tereddüdün ardından, özür diler gibi mahcup mahcup bakan kardeşinin karısının karşısındaki boş yere oturdu.

Az önceki boş bulunmuşluğunun aksine şimdi daha temkinli davranan yeğen amcasını muhatap alarak konuşmaya başladı bu kez: "O gece iskelede yaşananları biliyorsun, amca yani patron." 

Aldığı onayla devam etti: "Ilgın, Ömer'i kovalayan köpekte bir gariplik olduğunu düşünmüştü, ben de buradaki bir veteriner arkadaşıma götürdüm hayvanı, bazı tahliller yapmasını istedim." Durdu, derin derin nefes aldı,  "Görünen o ki haklıymış. Bir fili çıldırtacak ölçüde uyarıcı vermişler zavallıya."

O uğursuz gece otel odasında genç kadınla konuştukları aklına gelirken, Poyraz'ın şüphelerinin de doğrulandığını ister istemez kabullenmek zorunda kaldı Çelik, sabah ki sözler yine kulağında çınlarken: "Bu defa kopacak fırtına, hepimizi önüne katacak!"  

Sessizleşen ortam, Poyraz Keskin'in öksürerek söze başlamasıyla bozuldu: "Bu durumda, Ilgın'a söylediklerimi size de tekrarlayacağım. Güvenliğiniz tehlikede olabilir. Aile fertlerine dikkat edin. Koruma tedbirlerini arttırın."

"Böylesi bir tavsiyeye karşı çıkmam mümkün değil." diye cevapladı Çelik, "Ancak bu sonuca nasıl vardığınızı da öğrenmek istiyorum. Buna hakkımız var."

İki genç adam atışır ve meydan okur tarzda meselenin etrafında dönüp dururken. Bora'nın bakışları, kucağında taşıdığı kadınla asansörden çıkan bir adama kaydı. Resepsiyondaki görevli telâşla çiftin yanına koştururken, bir tür dejavu yaşayan genç adamın gözlerinin önünde sabah vakti, Demir tarafından yumruklandığı sırada aynı şekilde taşınan bir başka narin bedenin görüntüsü canlanıverdi. Baygın halde, başı kucağında olduğu adamın çenesinin altına girmiş, kuyruklu bir yıldızın üstünde muzurca kaydığı ensesini açıkta bırakan kısa küt kesimli sarı saçlar zihninde belirince, sabahtan beridir aklını kurcalayan hangi detayı atladığını idrak ediverdi birden. Öfke, hırs, telâş, ancak hepsinden önemlisi korku ve endişe tüm bedeninini istilâ ederken, cam sehpanın üstündekileri elinin tersiyle yerlere savurdu ve kendisini kaybetmişcesine ayağa fırladı: "Kahretsin!" diye kükredi, iki büyük patron çıkan gürültü yüzünden bölünen konuşmalarının kızgınlığıyla başlarını ona doğru çevirirken. 

"Allah kahretsin!"

Sinir krizi geçirircesine gür saçlarını çekiştiren koca çam yarmasını sakinleştirmek için Neyir hamle yapmışken, diğerleri de aynı anda ayağa fırladılar. Bora ise tamamen kontrolünü yitirmişti. Lobideki koltukları tekmeleyip: "Kahretsin. Piç herifler!" diye haykırırken son kertede hızını alamayarak duvara yumruğunu geçirdiğinde, amcası ensesinden yakaladığı gibi koltuklardan birine fırlatıverdi onu. Vücudunu iyice koltuğa bastırırken artık, çevreden koşup gelenlere aldırmaksızın: "Lan, oğlum bi dur!" diye haykırdı. Bu sırada, Neyir, Defne ve Çelik ne yapacaklarını bilmez halde Bora'nın başına dikilmişlerdi.

"Amca," diye titreyerek adeta hıçkırdı iri cüsseli dev.

İnlercesine çıkan sesi, diğerlerini tepeden tırnağa titretirken, çok iyi tanıdığı o korku, hatta dehşet çoktan yerleşmişti Poyraz'ın yüreğine: "Nedir? Söyle aslanım!" diye fısıldayabildi ancak iyice yüzünü yüzüne yaklaştırırken yeğeninin kulağına. 

Gözlerinden akan yaşları engellemeksizin, acıyla kasılırken yüzü, yutkundu bir kaç kez ve cevap verdi Bora: "Ilgın... Ilgın'ı kaçırdılar, Amca."

****

Yattığı yerde huzursuzca kıpırdandı genç kadın, boynu tutulmuştu, başı ağrıyordu ve boğazı kurumuştu. Gözlerini açmaya, bulunduğu yeri anlamaya çalıştı. Bu sırada duyduğu sesle kıpırdanmayı kesti, yavaş yavaş hatırlamaya başlamıştı.

"Kenan Abi ile konuştun mu?" diyordu, ön koltuktaki serseri.

"Soyadını da söyleseydin."

"Dağıstanlıı..."

"Salak herif," diyerek tek eliyle direksiyonu tutarken, diğerini yumruk yapıp yanındaki adamın kafasına geçirdi şoför mahallindeki, "ad verme demedim mi kaç kez!"

"Pardon abi..."

Ilgın, dudaklarına kadar ulaşan kahkahasını zorlukla zaptetti. Yüzyılın en dangalak adamları tarafından kaçırılmıştı. Arka koltukta ayılmaya başladığı ilk dakikada işin başındakini öğrenmişti. Bir saniye, ne demişti şu geri zekâlılar: "Kenan Dağıstanlı" mı!

Yani Mehmet ve Şükran Dağıstanlı'nın oğlu, Hasan Dağıstanlı'nın erkek kardeşi ve Çelik Dağıstanlı'nın amcası! Bu gerçek kafasına dank ederken, soluğunun tutulduğunu hissetti. Tüm şüpheler doğrulanıyordu yavaş yavaş. Uyandığını belli etmemeye gayret ederek, düşünmeyi sürdürdü. Bir plân yapmalı ve her şeyi öğrenmeliydi. Acaba nereye götürüyorlardı onu? 

"Bağlara gidiyoruz de mi?" diye sordu az önceki angut, kızın merakını anlamışcasına ve cevap yerine bir yumruk daha indi -varsa eğer- beyninin tepesine. 

Memnuniyetle gülümsedi Ilgın. Bu adamlar gerçekten salaktı, hatta salak ötesi. Ve onlarla başa çıkmakta hiç güçlük çekmeyecekti, aksine epeyce eğlenecek gibiydi. Kafasından kısa bir hesap yaptı, fazla baygın kalmamıştı her halde zira gün halen tepedeydi, Akdeniz'den Ege'ye doğru çıktıklarına göre, daha  en az 3-4 saatlik yolları vardı. Biraz dinlenmek iyi gelecekti. Yaptığı çıkarımlarla rahatlayarak, kendisini uykunun derinliklerine bıraktı. Sanki kaçırılan o değilmişcesine!

****

Antalya'daki otelde ise olayların yönü bir kez daha değişmiş, işler çığırından çıkmış, panik ve endişe hüküm sürmekteydi. İlk anın şokunu atlattıktan sonra, Poyraz, Bora ve Neyir telefonlarına sarılmıştı. Büyük Keskin, Antalya ve İstanbul'da tanıdığı emniyetçilere ulaşıp, durumu izah ederek yardım isterken, yeğeni lobideki görevlileri sorgulamaya uçmuştu, esmer güzeli asistanı ise şirketteki güvenilir adamlarla iletişime geçmiş, onları organize etmekle meşguldü. 

Çelik'in oradan uzaklaştığını, az sonra yanında erkek kardeşi, babası ve dedesiyle geri döndüğünde fark edebildiler ancak. Poyraz, dağlar gibi yürüyüşüyle, emin ve geniş adımlarıyla onlara yaklaşan en yaşlı Dağıstanlı'yı gördüğünde, dedesi mezarından kalkmış da gelmiş hissine kapıldı sadece bir anlık. Aldığı terbiye, tüm öfke, nefret ve şüphenin üstüne çıktığından, büyük-küçük aldırmaksızın yanlarına gelen adamı karşılamak üzere saygıyla ayağa kalktı. 

"Evlât," diye söze girdi, her türlü protokolü öteleyen Mehmet Dağıstanlı, "nedir durum?" bir yandan da kendisine uzatılan eli sıkıyordu güçlü kavrayışıyla.

"Kim veya kimlerin yaptığını bulmaya çalışıyoruz." diye cevapladı, genç aile reisi, ondaki samimi endişeye şaşırarak.

"Çelik," diye gürledi yaşlı adam aldığı cevap üzerine, "otel müdürüyle konuş, güvenlik görüntülerini hazırlasınlar, bir de yer ayarlasınlar bize."

"Merak etmeyin," diye araya girdi soran bakışlar üzerine Demir, abisi telefonuna sarılırken, "otelin büyük ortağı Dedem'dir."

Yeni öğrendiği gerçek canını sıkarken: "Yani," dedi Poyraz Keskin, kelimelerin ağzından çıkmasını engelleyemeden, "yeğenlerimi yağmurdan kaçırıp, doluya gönderdim."

Başka zaman, hiçbir Dağıstanlı böylesi suçlayıcı ifadenin altında kalmaz, cevabını derhal verirdi. Ancak, içinde bulundukları durum nedeniyle söylenenleri duymazdan gelmeyi tercih ederlerken, yaşlı adamın gür sesi çınladı: "Boş ver şimdi bunları evlât," diyordu gözlerini gözlerine dikmiş genç adamın, "yeğenini bulalım biz."

****

Saatler su gibi akarken, zaman durmuş gibiydi. "Öyle şey mi olur?" diye sorduğunu duyar gibiyim Sevgili Okur. Gerçek şu ki; böylesi çelişik bir durumu ancak başına gelen anlar. Neyse devam edelim biz: 

Saatler su gibi akarken, zaman durmuş gibiydi. Mehmet Dağıstanlı'nın istediği gibi oteldeki toplantı salonlarından biri tahsis edilmiş, güvenlik kayıtları derhal getirilmişti. Neyir ve Bora, diğerlerini hayran bırakacak şekilde profesyonelce işe el atmış, kısa sürede Ilgın'ın bayıltıldığı, asansörle lobiye indirildiği, otelden çıkarıldığı ve arabaya atıldığı görüntüleri yakalamıştı. Belki de onbininci kez, gözden kaçan bir ayrıntı vardır dikkatiyle, başa alıp alıp izliyorlardı. Kaçıranların eşkali, bindikleri araba ve plâkası ayan beyan ortadaydı. Genç kadını kucağında taşıyan adamın, asansörden inerken yüzünü kaplayan hain sırıtış, kanını beynine sıçratırken:

"Bu adamlar ya süper salak, ya da arkaları çok sağlam, korkmuyorlar." diye mırıldandı Çelik hırsla, Bora'nın başının üstünden bilgisayar ekranına bakarken. Hak vermekten başka bir şey yapamadı diğerleri. Onlar masa başında pür dikkat uğraşırken, Poyraz Keskin ve Mehmet Dağıstanlı cam kenarındaki tekli koltuklarda karşılıklı oturmakta, bir yerlere ulaşmaya çalışmaktaydılar. Yüksek yetkililerle konuşmaları bittiğinde sessizleşen ortamı, yaşlı adamın sesi bozdu: "Torunum, yeğeninle konuşmalarını ve senin teorilerini anlattı." 

Genç adamın öyle çok teorisi vardı ki! Bakışlarından taşan soruyu anlayan Dağıstanlı açıklama ihtiyacı duydu: "Ailemizin güvenliği hakkında."

Keskinler Grubun Başkanı, tereddütle duraksadı. Her şeyi anlatmalı mıydı? Şu ana kadar yaptığı araştırmalar ve çıkardığı sonuçlar, gerçek suçluları tam anlamıyla göstermese de, olayların dışında kalanları tespit etmesini sağlamıştı. Şu anda merakla ne söyleyeceğini bekleyen şu adam ise ne suçlu, ne de masumlar arasındaydı. Karar vermesini sağlayacak ne kanaate ne de delile sahipti. İçindeki dürtü onu anlatmaya itince karşı koymadı, kartlarını açacak ve görecekti.

"Ben," diye başladı, "yıllardır ailenizi, şirketinizi, işlerinizi ve ilişkilerinizi takip ediyorum. Eğer bunlar yaşanmasaydı, bildiklerimi kendime saklayıp, arkama yaslanır ve çöküşünüzü büyük bir keyifle izlerdim inanın."

Mehmet Dağıstanlı, duyduklarıyla müthiş öfkelenerek yumruklarını sıkarken, sakince konuşmayı başardı her nasılsa: "Fikrini değiştiren ne?" diye sordu.

"Çocuklarınızın ve yeğenimin başına gelenler. Ortak bir düşmanımız var ve iki aileyi de tehdit ediyor."

"Kim peki?"

"Bilmiyorum, ama bir fikrim var ve hiç hoşunuza gitmeyecek." dedi Poyraz ve soran bakışlar üzerine devam etti: "Bu düşman her kimse ya ailenizden ya da o kadar yakın."

Midesine yumruk yemişcesine sarsıldı yaşlı adam, yakasına yapışıp iyice bir pataklamak vardı aslında şu haddini bilmez yeni yetme patron bozuntusunu. Yine de duygularını dizginledi, sonuna kadar sabretmeli, karşısındakinin aklındakileri öğrenmeliydi. Belki böylece şu anlamsız düşmanlığı da bitirebilirdi. "Bu kanaate nereden vardın?" diye sordu, taviz vermez kuru bir sesle. 

Genç adam, huzursuzca kıpırdandı, Mehmet Dağıstanlı'nın ne kadar zorlandığını anlayabiliyordu, üstelik hak da veriyordu. Kelimelerini dikkatle seçerek, bir kez daha konuştu: "Bakın, son on yıldır Holding Genel Merkezinde, bağlı kuruluşlarında ve diğer yerlerde alınan elemanların bir kısmı gölge."

"O da ne demek?" 

"Yani, bu kişiler sizin özellikle çok güvendiğiniz yöneticilerinizin yanına yerleştiriliyorlar. Aynen bir gölge gibi onları izliyor, her türlü sırlarını, işlerini öğreniyorlar, vekâlet yoluyla yetkilerini paylaşıyorlar ve hatta kullanıyorlar. Araştırmalarım belli referansları ve ortak irtibatları bulunduğunu gösterdi. Bunlar şirket içinde gölge bir yönetim kurmuş vaziyetteler. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Mehmet Bey, yakın bir zamanda sizi ve ekibinizi alaşağı ederek, yönetimi ele geçirmeye hazırlanıyorlar."

Nasıl bir deli, hayır zırdeliydi acaba Poyraz Keskin? Yaşlı adam, öfkenin yakıcı akışını damarlarında duyumsarken: "Bunu kanıtlayacak bilgi-belge var mı?" diye sordu iyice kısılan sesiyle.

"İstemediğiniz kadar, aklınızın alamayacağı kadar. Bazı sekreterler, müdürler ve bir kaç yönetim kurulu üyesi hakkındaki dosyaların size ulaştırılmasını sağlayacağım. İncelediğinizde ne demek istediğimi gayet iyi anlayacaksınız."

Dağıstanlı, yılların verdiği tecrübeyle, genç adamın uydurmadığını, güvendiği ve bildiği şeyler olduğunu görüyordu, konuşma ilerledikçe: "Peki," diye sordu bir kez daha, "bu söylediklerinle çocukların başına gelenler arasında nasıl bir bağ kuruyorsun."

Poyraz, doğru yolda ilerlediğini anlamıştı. Sakince devam etti: "Zannımca, ailenize bir şekilde zarar vererek öncelikle dikkatinizi dağıtmaya, kişileri ve olayları takip etmenizi güçleştirmeye çalışıyorlar. E bir de suçlu gerek. Burada da aramızdaki husumetten medet umuyorlar."

"Açıkla."

"Bakın, 17 sene önce, bağlarda Bora'yı köpek kovalamıştı, sonra Ilgın'ı kaçırdılar, hatırlarsınız." Adam başıyla onayladı. "Derken suikastler ardı ardına geldi, arabalara bomba koydular, uçakları düşürdüler, abimi güpegündüz aracında taradılar. Şimdi benzer olayları size de yaşatarak, biz plânlamışız da intikam almaya çalışıyormuşuz gibi göstermeye çalışıyorlar sanki.  Basit bir intikam perdesi indirerek, arkasında iki aileyi de yok edebilirler."

"O halde Ilgın'ı neden kaçırdılar?"

Sıkıntıyla dişlerini sıktı Poyraz: "Plânda olduğunu sanmıyorum. Beklenmedik bir şey bunu gerektirdi belki de."

Masadakiler, hararetle görüntüleri inceleyip, bir yerleri arayıp dururken, iki adam karşılıklı oturdukları koltuklarda sustular bir müddet. 

"Anlattıkların, faraziyelerin, inanılır gibi değil, genç adam." dedi nihayetinde Mehmet Dağıstanlı.

Diğeri omuzlarını silkti aldırmazca: "Ben üstüme düşeni yaptım. Bildiklerimi, gördüklerimi, fikirlerimi sizinle paylaştım. Adamlarım birazdan dosyaları da getirecek. Ne yapacağınız size kalmış."

Ve Sevgili Okur; 

Yarım saat kadar sonra, üç büyük siyah klâsörü Mehmet Dağıstanlı'nın kucağına koyduğunda, Poyraz Keskin gerçekten de şeytanın tekerine kocaman bir çomak sokmuş ve herkesin kaderini değiştirecek çalımı atmış oldu. 

****

Gün geceye kavuşmuştu. Onca çabaya karşın arpa boyu ilerleyememişlerdi. Canı sıkkın, deniz kenarındaki masalardan birinde içkisini yudumlarken, içinin kavruluşunu hissetmekteydi genç adam. Esmer güzeli, narin bir beden yanındaki boş sandalyeye iliştiğinde, başını çevirmek ihtiyacı duymadı. 

"Güzel bir gece," diye mırıldandı genç kadın, bakışlarını karanlık sularda oynaşan parıltılara dikerken. 

"Bakü'ye gidecek misin?" dedi buna karşılık Poyraz, ne söylendiği ile ilgilenmeyerek.

"Şimdi mi, gerçekten mi?" diye itiraz etti Neyir, öfkesini ve üzüntüsünü aynı anda dizginlemekte zorlanırken, "Ilgın ortada yok ve bunu mu konuşacağız?"

"Konuşmasak da yok."

Genç kadın, bir şey söylemek yerine susmayı tercih etti. Zira ağzını açarsa neler döküleceğinden hiç emin değildi. 

"Gitme." dedi buna mukabil, sarışın ve yeşil gözlerinde her daim rüzgârlar esen adam. "Gitme."

"Neden?"

"Nedenini biliyorsun."

"Bilmiyorum. Kahretsin ki o geceden sonra hiç bir şey bilmiyorum Poyraz." diye öfkeyle ünledi artık Neyir. "Ne yanına yaklaştırıyorsun, ne uzaklaşmama izin veriyorsun. Ben... ben... böyle yaşayamam, yaşamak istemiyorum."

"Korktum."

"Anlamadım?"

Genç kadının şaşkın bakışlarını görmezden gelerek, içkisini yudumladı adam ve devam etti: "Korktum işte. Tüm sevdiklerim teker teker elimden alındı. Kala kala, iki yeğen ve bir asistan." durdu, başını çevirdi, gözlerini gözlerine dikti, "Ki.." diye soluklandı, "o asistanın saçının teline yanarım."

Başını hızla iki yana salladı esmer güzeli: "Lütfen," dedi yalvarırcasına, "anlayacağım dilde konuş."

"Seni de kaybedersem, sana da bir şey olursa ne yaparım diye korktum. Kahretsin Neyir! Anladın mı şimdi?"

Kelimeler düşmedi dudaklarından, bir mühür vurulurken diline genç kadının, irileşmiş kahverengi gözleri dolu dolu bakakaldı öylece. Buna mukabil daha sakin açıklamaya çalıştı adam: "İki yeğenim zaten hedefte, seni de öğrenirlerse, hayatın tehlikeye girer diye endişelendim, şaşkına döndüm. Aptalca davrandım. Senden uzak durursam, yapabilirim sandım."

İkinci bir ay doğarken gökyüzünde, etrafın ve içinin aydınlandığını hissetti kadın: "Bak," diye uyardı, "oynama sakın benimle. Gitmeyeyim diye söylüyorsan bunları, alnının çatından vururum seni. Keskin nişancıyım ben!"

Boğuk bir kahkaha attı Neyir'in kalbinin sahibi: "Ben sana aşkımı ilân etmeye çalışıyorum, sen beni vurmakla tehdit ediyorsun." dedi ve onu kollarının arasına çekti.

"Bana öyle bir şey söyle ki, sana inanayım." 

"Kalbim," dedi bunun üzerine Poyraz, "kalbimin sahibi sensin. Benimkinde değil de senin vücudunda atıyor sanki ve sadece sen yanımdayken nefes alabiliyorum ben."

Duyduklarına inanmakta güçlük çekiyordu genç kadın. "Kalbimin sahibi sensin" demişti on saniye önce ömrünce sevdiği tek adam. Aşkı duygularını önüne katarak sel gibi akıp taşarken, sımsıkı sarıldı, başını omzuna dayadı, tam bir şeyler söyleyecekti ki, bunu fark etmeyen adam ekledi sakince: "Hem zaten, gitsen de fark etmez bu saatten sonra. Zira o şirketi satın aldım ben."

"Ne yaptın?" bir duygudan diğerine delicesine savruluyordu şimdi genç kadın. Mutluluk, şaşkınlık, mutluluk, üzüntü, mutluluk, öfke, mutluluk... mutluluk, mutluluk, yine mutluluk... 

"Ne yaptın?" diye yineledi sorusunu, kahkahalarını yutarken.

"Öylece çekip gitmene izin vereceğimi mi sandın?" dedi adam, sinsi bir sırıtışla, "İnadın sayesinde, güzelim, Bakü'de de bir güvenlik şirketimiz var artık."

****

Her yer karanlıktı. Ruhu karanlık, aklı karanlık, bedeni karanlıktı. Ayrıca saatlerdir bir sandalye tepesinde oturup, bedeninin üst kısmını tamamen yasladığı ve içip içip durduğu bar da karanlıktı. Kötü hissediyordu Bora, hem de çok kötü. Nasıl böylesi kör ve tedbirsiz davranmıştı? Nasıl ellerinin arasından kaçırmıştı Ilgın'ı?

Saat iyice ilerlediğinden, otelin terasındaki mekânın içinde ve dışında pek fazla kişi kalmamıştı. Belli ki birazdan kapatacaklardı. Bu düşünceyle, boş kadehi göstererek, içtiğinin aynısından istediğini işaret etti genç adam barmene. 

Boşu gidip, dolusu gelirken: "Zor zamanlar galiba?" diyen yumuşacık bir ses kulaklarını okşadı. Hayretle başını kaldıran çam yarması, ışıl ışıl parlayan bir çift bal rengi gözle karşılaştı.

"Barmenlik yapmak için yaşın tutuyor mu senin?" dedi kaşlarını çatarak. 

"Barmaid." diye düzeltti sesin sahibi becerikli hareketlerle barın arkasındaki tezgâhı düzenlerken. "Hatırladığım kadarıyla onsekizimi epeyce geçtim." 

İçkisini yudumlarken, karşısındaki kızı süzdü açıktan açığa adam. İnce, narin bir bedeni vardı, boyu en fazla 1.60 falandı herhalde, karanlıktan seçebildiği kadarıyla kumraldı ve bal gibi bakıyordu. 

"Adın ne?" 

"İzgi." diye cevap verdi barmaid, hiç de rahatsız görünmüyordu. 

"İzgi." İçkisini yudumladı tekrar kendi ismini henüz söylememiş müşteri ve: "Zor zamanlar, gerçekten de." diye cevapladı az önceki soruyu. 

"Öyle olur bazen."

Tepesine diktikten sonra sertçe bara vurdu bardağı adam: "Her nedense, benim hayatımda çok sık oluyor." dedi dişlerinin ardından.

Yorum yapmadı kız. Tazelediği içkiyi, tepeleme dolu çerezlikle önüne sürdü: "Benden." 

Bora, başıyla teşekkür etti, sessiz bir yudum aldı, sonra ağzına bir fıstık attı. İzgi, tezgâhı silmeye, temiz bardakları dizmeye, kirlileri yıkamaya devam etti. 

****

"Ailem yetiştirme yurduna bıraktığında yedi yaşımdaydım." diye konuşmaya başladı Neyir, Poyraz'ın göğsüne sırtını, omzuna başını dayarken. Aylar sonra yine bir otel odasında aynı yataktaydılar. İkisini de uyku tutmamış, öylece kıyafetleriyle uzanmışlardı. Birbirlerine sevdalanmadan çok çok önce arkadaştılar. Şimdi de aşkın değil, ezeli dostluğun izini sürmekteydiler, bir kez daha zalim feleğin çemberinden zarar görmeden çıkmaya çalışırken. 

"O kapıdan girdiğim andan itibaren bir daha görüşmedim onlarla."

Gayet iyi biliyordu genç adam da sevdiği niye tekrarlıyordu bunları anlayamamıştı. İçinden geçeni okumuş gibi devam etti esmer: "Oysa ki iletişimi kesmediler hiç, konuşmak, görüşmek istediler. Güneydoğudan yaralanıp döndüğümde, hastanedeyken ziyaretime geldiler. Hepsini reddettim. Hâlâ daha özel günlerde, bayramda seyranda ararlar, bir şeyler gönderirler. Cevap vermem, hediyelerini de iade ederim."

İşte bunlardan hiç haberi yoktu. Kadının yüzünü hafifçe kendisine çevirirken: "Neden, güzelim?" diye sordu, "Neden böyle yapıyorsun."

"Çünkü," diye cevapladı kahverengi gözleri iyice koyulaşırken, "bir türlü affedemiyorum. Hayattayken, nefes alırken, beni anasız-babasız, ailesiz, öksüz bırakmalarını affedemiyorum. Kıracak kuru lokmalarını benden esirgemelerini affedemiyorum. Ve, inan yurt müdürünün: "her şeyde hayır vardır. Onlar seni bırakmasalar, Keskin ailesiyle yolun hiç kesişmezdi belki de" önermesi teselli etmiyor beni."

İyice sardı-sarmaladı adam, gece gibi parlayan saçlara minicik bir öpücük kondururken, bekledi devam etsin kollarındaki güzel.

"Oysa ki" diye devam etti o da, "burnumun direği sızlıyor. Özlüyorum ve çok seviyorum onları. Yine de affedemiyorum. Yapamıyorum."

Sustular. Poyraz, iyi tanırdı sevdiği kadını, daha bitirmediğinden, bunları bir maksada yönelik anlattığından emindi. Başını geriye atarak, duvara yaslarken yumdu gözlerini, ardından gelen ve kendisini derinden derine sarsacak son sözlerini dinledi esmerin:

"Eğer beni bıraksaydın. Bakü'ye gitmeme ses çıkarmasaydın, biliyorum ki seni de affedemezdim ben. Yanar küle dönerdim, yine de geri dönemezdim. O yüzden çok teşekkür ederim, kalbimin sahibi" dedi kadın başını kaldırarak yüzünü adamınkine yaklaştırarak, "gitmeme izin vermediğin için. Çok teşekkür ederim beni yine öksüz, kimsesiz bırakmadığın için."

Kelimeler kifayetsiz, konuşmak da yersizdi zaten. Sadece derin derin soludu Poyraz, Neyir'i ciğerlerine doldurdu. Sımsıkı sarıldı sonsuzcasına, yüreğindeki yeminlerle. 

****

"Ama dur." diye çemkirdi İzgi, neredeyse iki buçuk katı adamı dirseğiyle ötelerken, "Ne vardı bu kadar içecek." Bir yandan da kapıyı açmaya uğraşıyordu.

"Hatırlatırım ki," diye bedeni duvara dayalı, gözleri kapalı kelimeleri yuvarladı Bora: "Servisi sen yaptın."

"Benim işim bu." dedi kız, açılan kapıyla rahatlamıştı. "Anlamadığım," üstünden aşan iri cüsse yatağa atılırken insanüstü gayretlerle tepelenmekten  kurtulurken, söylenmeden duramadı: "derdim ne ki, bir de odana taşıyorum."

Uzandığı yerden tavan mı dönüyor, başı mı anlamaya çalışan adam cevap verdi üşenmeden peltek peltek: "Çünkü sen vicdan sahibi bir barmensin. Pardon. Neydi o? Hah, evet... Barmaid... Vicdan sahibi bir barmaidsin sen."

Elleri belinde tepesine dikildiği erkeği şöyle bir süzdü kız. Sarhoş adamlar, ne kadar yakışıklı olurlarsa olsun asla ayık kafa çekilmiyordu!

"Peki, tamam." dedi dişlerinin arasından. "Hadi sana iyi geceler. Gidiyorum artık ben, sen hoşça kal."

"İzgii..." diye seslendi Bora yattığı yerden başını az kaldırarak.

"Ne var?" dedi, arkasını dönmüş, kapıya doğru yürürken.

"Teşekkür ederim... Her şey için..."

"Önemli değil."

"İzgii..."

Durdu kız, hafifçe yan döndü: "Yine ne var? İsmimi mi ezberliyorsun?" diye terslendi, çok yorgundu. Başı, sırtı, her yeri ağrıyordu. Başlıca sebebi de yatağa serili şu çam yarmasıydı.

"Gitmesen?"

"Çüşş." diye tısladı genç kadın, iyi niyetleri uçup yerini katıksız bir öfkeye bırakırken.

"Öyle değil be." dedi yanlış anlaşıldığını her nasılsa fark eden adam, başını yastığına koyarken. "Sadece hiç yalnız kalasım yok. Birazdan sızarım zaten."

Sızlayan bedeni yorgun ayaklarıyla aklına ihanet ederken, bir anda yatağın karşısındaki koltuğa oturmuş buldu kendisini vicdan sahibi barmaid. Zira Bora'nın gözlerinde okuduğu üzüntü ve ıstırap kalbini oymuştu ve o çok yakından tanırdı bu iki kardeş duyguyu. 

"İyi bakalım." diye mırıldandı.

Yamuk ancak mutsuz bir tebessüm yerleşirken dudaklarına, nefesi düzene giren ve bilincini derin bir uykuya yollayan adamı uzaktan uzağa seyrederken oturduğu koltukta daldı gitti İzgi. 

****

BÖLÜM 11: NEREDESİN SEN SARIŞIN?

Continue Reading

You'll Also Like

AHİR By Emine Furuncu

General Fiction

96.3K 5.3K 44
Mutlu musun.?" Diye konuştu titreyen sesiyle, Islak kirpiklerimle ona bakmaya devam ettim. "Mutlusun tabi sen bir tek benim yanımda mutlu olamadın."...
48.8K 3.1K 75
"Bir kız düşünün... Henüz 17 yaşında. Bir kız düşünün... Olabileceğinden fazla olgun, fazla güçlü, fazla yıpranmış. Bir kız düşünün... Anne ve babası...
64.2K 4.4K 88
Kelebek misalidir aşk Anlamayana ömrü günlük Anlayana bir ömürlük... (Nazım Hikmet) * Neydi sevmek? Neydi aşk? Yıllarca sessiz sessi...
62.4K 3.7K 51
Tuğkan (not delisi) : Aslansın, kaplansın, aşkımsın. Luna Handan : Aşkın mıyım? Tuğkan (not delisi) : Şaka olsun diye.