AKIL HOCAM

By IlknurKanszolu

11.6K 2.7K 1.3K

Korkuyorum... Kelimelerle anlaşamamaktan, paragrafların arasında bir sağ bir sola koşmaktan çok yoruldum. Art... More

-1- Okul mu?
-2- Pervin Hoca
Terörü Lanetliyoruz!
-3- Rehber Hocası
-4- Söz Vermiştin!
-5- Babalarda Ölüyormuş!
-6- Pamuk Şeker
-7- Korku
- 9 - İlk Dersimiz

-8- Küçük Kız Çocuğu

612 56 34
By IlknurKanszolu

Zifiri karanlık bir sokak ve bardaktan boşalırcasına yağan bir yağmur...

Adım attığım yeri dahi göremezken tek hissettiğim şey kirpiklerimden elmacık kemiklerimin üstüne düşen yağmur damlalarıydı. Bir adım daha attığımda ayakkabılarımı delip geçen suyu ıslanmış çoraplarımda hissettim. Başımı ıslanmış ayakkabılarıma çevirdiğimde kulaklarıma dolan tek ses taşlı yolun üstündeki suyun karanlıktan dolayı rengini göremediğim ayakkabıma çarpma sesiydi. Bu sessizlik korkutucu olduğu gibi bir o kadar da tedirgin ediciydi. Sahi nasıl gelmiştim ben buraya?

Bir umut misali tenime değen ılık rüzgarla kollarımı birbirine bağlamış sokak aralarında yavaş ve ürkek adımlarla ilerliyordum. Belki bir ışık bulabilirdim. Korkmuyordum sadece pes etmek istemiyordum. Nasıl  olsa bu sokaklarda ilk defa kayboluyor değildim.

Yağmurun artan şiddetiyle elbiselerimden akan sular yerini büzüşmüş parmaklar ve titreyen dişlere bırakmıştı. Yürümekten karın boşluğumda hissettiğim sancıyla, ıslak çoraplarımın içinde kalmış parmaklarım yaşama dair hiç bir belirti vermezken son bir ümitle köşeyi döndüm.

Karanlığa alışmış olan gözlerim, sokağın sonundaki tek bir sokak lambasından etrafa yayılan beyaz ışık sayesinde kısılmış ve görüş alanımı bulanıklaştırmıştı. Gözlerime hücum eden ışığı yok etmek istercesine kolumla gözlerimin üstünü kapatıp tekrardan yavaşça açmaya çalıştım. Kolumun arkasından varlığını belli eden ışık artık irislerimin ona alıştığını haber verdiğinde kolumu indirdim. Yağmur yüzünden ıslanmış olan kolumun yüzümde bıraktığı su damlalarını elimle silmemle yüzümde buruşmuş olan parmaklarımın pürüzlüğünü hissettim. İstemsizce çatılan kaşlarım saniyesinde havalanırken aynı zamanda da irislerimin de kocaman açıldığını tahmin etmek pek zor olmuyordu.

Küçük bir kız çocuğu? Eğri duran sokak lambasının altında arkası dönük, direğe yaslanmış olan küçük bir kız çocuğu...

Onun burda ne işi vardı? Korkmuyor muydu yada üşümüyor muydu? Ona yaklaşmak için küçük ve olabildiğince sessiz bir adım attım. Etrafındaki nesneler ışık yüzünden net gözükse de siyahlara bürünmüş olmasını beklemiyordum. Karanlıkta kalmasından dolayı rengi belli olmasa da beline kadar uzanan saçları ve etek yada diz üstü olan fırfırlı elbisesinden su damlıyordu, üşümekten olsa gerek kollarındaki eklem yerlerinin bükülmesiyle önünde kollarını bağladığını böylelikle direğe daha çok sığındığı anlaşılıyordu. Bir adım daha atmamla sokaktaki sonu olmayan bir sessizlikte yankılanmış böylelikle her ikimizi de korkutmuştum.

Küçük kızın arkasını dönmesiyle rotasından şaşmış bir kaptan gibi başını bana çevirmişti. Yüzündeki hiçbir hat belli olmasa da bana olan kızgınlığını hissedebiliyordum. Nedense kendimi kapı dinleyip sonrada o kapının birden açılmasıyla yakalanmış gibi hissediyordum.

Kulaklarıma dolan tiz çığlık sesiyle refleks olarak ellerimle kulaklarımı kapattım. Lanet olsun, burda sağır olacağım! Neden bunu yapıyordu? Aniden arkasını dönüp koşmaya başladığında sinirle ellerimi kulaklarımdan çektim. Küçük ve yaramaz bir kız çocuğuydu işte. Ama benim kurtuluş biletim olabilecek tek kız çocuğuydu. Arkasından koşmaya başlamamla yağan yağmurun her yerimi ıslattığına bir kez daha şahit oldum. Attığım her adımda dizlerime çarpan suyun sesine arada attığı çığlıklarda eklenince benim için kulaklarımda katlanılmaz bir acı oluşuyordu.

''Dur, lütfen!'' Sesimi duyurabilmek adına kurumuş olan ses tellerimle bağırmak zorunda kaldım. Ah, hadi dur ama artık! Ben daha önce hiç yağmur altında kalmamıştım. Koştukça daha çok canım yanıyor sanki her attığım adımda küçülüyormuş gibi hissediyordum. Karın boşluğumda tekrardan varlığını hissettiren ağrı şiddetini sanki bütün vücudumdaki kemiklerimi sıkıştırarak belli etmek istiyordu. Sokakta yankılanan adım seslerine küçük kızın tiz sesi yeniden eklenince kapattığım gözlerimden dolayı kendimi ıslak zeminin üstünde buldum.

Dizlerimin üstüne düşmemle pantolonumun yırtılmış olması düşüncesiyle çıplak ayaklarımda suyu hissetmiş, önüme düşen saçlarımın gösterdiği kadarıyla parmaklarımın arsından süzülen suyu bizzat görmüştüm. Bu kız kesinlikle aptal ve yaramaz küçük bir kız çocuğundan başka bir şey değildi!  

Bir anlık sinirle yerden kalktım ve gözlerimi sokağın sonuna doğru koşan küçük kıza çevirdim. Ellerimden parmak uçlarıma, ordan da yere damlayan yağmur damlalarının tenimde hissettirdiği duygu karmaşasıyla parmaklarımı kapatıp yumruk haline getirdim. Hala umudum vardı! Bu ıssız ve ürketici sokaktan kurtulabilirdim. Sokağın sonundan dönen kızı görmemle tekrardan koşmaya başladım. Yağmur şiddetini azaltmış, yerini gökyüzünde son gözyaşları kalmış olan bulutlara bırakmıştı. Bu sessizlik belki de bir felaketin habercisiydi. Korkuyordum...

Bu sokakta bir toz bulutu olup, uçup gitmekten korkuyordum. Eğri bir sokak lambasının altında karanlığa karışmaktan korkuyordum. Umudumun tükenmesinden korkuyordum. Tek başıma kalmaktan korkuyordum. O kızı bulmalıydım! Vücudumdaki son direncimi ayaklarıma yüklendiğim de sokağın sonuna gelmiş ve çıkmazı olmayan sokağa doğru döndüm.

Nereden geldiğini bilmediğim sarı bir ışık etrafa loş ışık yaymış böylelikle sokağın sonunu kapatan duvara yaslanmış olan küçük kızı görmemi sağlamıştı. Dizlerini kendini doğru çekmiş ve etrafına kollarını bağladığı dizlerinin üstüne başını yaslamıştı.

''Seni korkutmak istememiştim küçük kız.''

Korkmaması için sessiz çıkardığım sesim pek umrumda olmamış olmalı ki yerinden bile kıpırdamaya gerek duymamıştı. Çıplak bacaklarını uzun siyah saçları örtenken titrediğini fark etmem pek uzun sürmedi. Korkmuştu! Ben korkutmuştum. Savunmasız küçük bir kız çocuğunu korkutmuştum. Adımlarımı onun olduğu yöne atıp bir adım önünde durdum. Kendini yalnız hissediyordu. Kimsesi yok muydu?

Elimi kaldırıp saçlarını yüzünün önünden çekecekken bir anda kafasını kaldırıp elimin altından kaçtı. Siyahlara bürünmüş küçük kızımızda kaçtığına göre sanırım bu sokakta yalnız başıma kaldım. Yalnızlık, belki de yanında ki salıncağın boş olduğuna sevinip ama aslında o boş salıncağa binecek bir arkadaşının olmadığını hatırlamaktır. Derin bir nefes almamla ciğerlerime kadar hissettiğim havayı geri bıraktım. Duvarın dibinde duran yerdeki küçük futbol topunun dikkatimi çekmesiyle elime aldım. Havası inmiş olan küçük futbol topunu elimde, kendi etrafında çevirdiğimde patlamış olduğunu görmemle yüzümde belli belirsiz bir gülümseme oluştu. Yalnızlık, belki de sadece karanlık bir sokaktaki kızın patlak olan futbol topunda saklıydı...

Başımı elimdeki futbol topundan kaldırdığımda karşımdaki duvar yerine az önceki küçük kızı gördüm. Garipti! Halbuki az önce burda duvar olduğuna kalıbımı basabilirdim. Karşımdaki küçük kıza doğru bir adım daha attığım da o da aynısını yapmış karanlık gözüken vücudunu hemen diz üstünde biten beyaz puantiyeli pembe elbisesi kaplamıştı. Koyu kahverengi gözleri ve bebek pudrasına bulanmış olan beyaz teni saçlarımı boyatmadan önceki halimi anımsattı. Bir adım daha atmamla tekrardan küçük kızın beni tekrarlamasıyla o da benim gibi bir adım daha attı. Sanki gittikçe küçüldüğümü ve karşımdaki küçük kızla aynı boya geldiğimi hissediyordum.

Bir elimle topu tutarken diğer elimi kaldırıp kızın saçlarına götüreceğim sırada sert cisme çarpmasıyla aniden elimi kendime çektim. Bu... bu bir aynaydı. Madem bu bir aynaydı, küçük kız neredeydi? Elimdeki topu eğilip yere koydum. Doğrulacağım sırada siyah botlarımın yerini beyaz babetlerimin aldığını görünce kaşlarımı çattım. Bakışlarımı bacaklarıma çıkardığımda kot pantolonum kaybolmuş gibi beyaz tenimi görebiliyordum. Neler oluyordu burda? Doğrulmamla aynadaki yansımada beni taklit eden küçük bir kız çocuğu duruyordu. Tekrardan elimi kaldırdım ve aynaya yaklaştığımda aynadaki küçük kızın yüzündeki çukurların oluşmasıyla gözleri arkamdaki bir yere sabitlendi. Elim havada asılı kalırken gözlerim kızın gamzelerinde takılı kalmıştı. Başımı arkama yavaşça çevirmemle bana bakan babamı beklemiyordum. Sırtıma koyduğu elleriyle bir anda itmesiyle ıssız sokağı parçalara ayrılmış camın çıkardığı ses sardı.

Ruhumun vücudumda kaybolduğunda gidecek yer bulamadığı için ciğerlerime saklanıp kalabalık yaptığı sırada bir anda gözlerimi açmamla karşımda endişeli gözleriyle beni süzen Hasan Amca'yı gördüm. Nefes alış - verişim düzene girmezken nerde olduğumu anlamaya çalışıyordum. Gözlerimi Hasan Amca'dan alıp etrafımda gezdirmemle arabanın deriden oluşan siyah koltuklarını gördüğümde elimin tekiyle alnıma vurdum. Yine kabus görmüştüm. Lanet olası şu kabusların sonu gelmek bilmeyecekti! Bir insan arabanın arka koltuğunda nasıl olurda kabus görebilirdi? Elimi kalbimin üstüne koymamla birazda olsa nefeslerimin düzene girdiğini hissedebiliyordum.

''İyi misin, kızım? Seni korkutmak istememiştim.'' Şefkatli ve tedirgin çıkan sesin kulaklarımı doldurmasıyla bakışlarımı Hasan Amca'ya çevirdim. Bunu ona ben söylemiştim. Korkutmak istemediğimi küçük kıza ben söylemiştim. Benimde sesim tedirgin çıkıyordu. Hasan Amca'nın ela gözleriyle harmanlanmış olan şefkati ve onun da korktuğunu belirten korkusu benim küçük kıza hissetiğim duyguların aynısıydı. Ama o benden kaçmıştı. Küçük kız ona yaklaşmama izin vermeden benden kaçmıştı. Oysaki aynadaki yansıma bana aitti. Her zaman uslu bir çocuk olmak için uğraşan ben, kendi benliğimden uzaklaşmıştım. Ben... ben kendimden kaçmıştım. İçimdeki küçük çocuğun topunu patlatıp umutlarını kırmış sonra da onu o karanlığa mahkum etmiştim. Ben kendi oyun arkadaşımı kendi ellerimle kaçırmıştım.

Arabanın koltuğuna yaslanıp hala bana bakmakta olan Hasan Amca'yı es geçip diğer koltuğun yanındaki kapıyı açtım ve aşağıya indim. Sabaha oranla daha sıcak olan hava sanki yazdan kalma bir havayı anımsatırken benim içimdeki kıştan kalma soğukluğu bir türlü ısıtamamış bu yüzden kollarımı bağlama gereğinde duymuştum. Kitap poşetini küçük sırt çantama koyduğum için fazlasıyla ağırlık yapmış ve şimdiden omzumun ağrımasına sebep olmuştu.

Omzumdaki ağrı bir yana başımdaki ağrı daha şiddetle öne geçerken hala kapının açılmaması da ayrı bir cabasıydı. Sonunda kapıdan gelen sesle azda olsa açılmış olan kapıyı ardına kadar açarak içeri girdim. Kapının arkasında elleri ve yüzünün bir kaç yerine un bulaşmış ve sanki cinayet işlemiş gibi ellerine bakan Meryem Teyze'yi görünce ister istemez gülümsemiş ve çatık kaşların karşısında esir alınmıştım.

''Neye gülüyorsun bakalım sen öyle?'' Meryem Teyze'nin çatık olan kaşları normal seviyesine inmiş ve onun da benim gibi gülümsediğini görmemle ellerimi yanaklarına koydum ve Hasan Amca'ya en çok yapmak isteyip de yapamadım o sıkılısı yanaklarını sıktım.

''Karşımda mutfakta un ordusuna karşı tek başına zafer kazanmaya çalışan bir ton ton teyze varda ona gülüyorum Komutanım!'' dememle konuşurken büzdüğüm dudaklarım havada asılı kalmış tekrardan çatılan kaşları görünce içimdeki baskıyı tutamamış ve kahkahayı patlatmıştım. Bir insan ne kadar tatlı olabir ki sorusunun tek cevabı şuan karşımda duruyordu.

Ellerimi ton ton yanaklardan çektim ve artık ağırlığını kaldıramayacağımı düşündüğüm çantamı yere atıp yukarı çıkan merdivenlerin ilk basamağına oturdum. Ayakkabılarımın bağcıklarını çözmeden ayağımdan çıkardım ve yan tarafımda duran pelüş terliklerimi ayağıma geçirdim. Beklenmedik bir anda kapının çalmasıyla beni izleyen Meryem Teyze benden gözlerini çekmiş dirseğiyle kapıyı açmıştı. Kapıdan karizmasını hiç bir şekilde bozmayan abim girerken Meryem Teyze'yi görmesiyle anında yelkenlerini suya düşürmüş ve kahkahayı patlatmasıyla bütün karizması yerlere kadar düşmüştü.

Meryem Teyze'nin anlamayan bakışlarına karşılık benim yaptığımın aynısını yapıp elleriyle yanaklarını sıkarken ''Sultanım haber verseydin keşke gelirken savaş mermilerini alır gelirdim. Malum her gün savaşa gitmiyoruz.'' diyerek konuşurken büzmüş olduğu dudaklarını normal haline getirmiş gülmemek için zor duruyordu. Her ne kadar abim kendisini tutsa da son cümlesinde kendimi onun yerine bırakmış Meryem Teyze'nin daha da çatılan kaşlarına bütün evi inletecek şekilde gülmüştüm. Meryem Teyze'nin anında ayağından çıkardığı ev terliğini göstermesiyle oturduğum yerden kalkıp arkamda abim olmak üzere koşarak merdivenleri çıktık.

''Buraya gelin sizi yaramaz çocuklar. Şimdi ben size savaşı gösteririm.'' Diye bağırması merdivenlerin başına kadar gelirken abimle birbirimize bakıp karnımızı tutarak güldük. Gülüyorduk çünkü Meryem Teyze'yi ne zaman böyle kızdırsak bize trip atar gönlünü almak için uğraşırken tekrardan kızdırırdık ama ne olursa olsun hiçbir zaman bize kıyamazdı. Bu yüzden Meryem Teyze'yi çok sever ve onu her şeyimiz olarak kabul ederiz. Bazen bir anne, bazen bir arkadaş, bazen de bir sırdaş...

Merdivenlerin başında kendi odamıza gitmek için ayrıldığımız abimle odamın kapasının önüne gelmemle kulpu aşağı indirip içeri girdim. Arabadaki halimden eser kalmazken artık bir şeyleri kafama takmak yerine oluruna bırakmayı tercih etmek istiyordum. Kafa dağıtmaya ihtiyacım ardı bu yüzden çalışma masamın üstünde duran CD çaların açma düğmesine basıp ilk gelen şarkıyı oynat düğmesi sayesinde odada yankılanmasına izin verdim. ''Doctor Pepper - Diplo X CL'' Şarkısının melodisi bir kulağımdan girip diğerinden çıkarken kendimi müziğin ritmine bırakmış birbirinden anlamsız hareketler yapmaya başlamıştım. Müzik dinlemeyi severdim ama yüksek ses her zaman bana engel olurdu. Bunu yenmemin tek şartı ise dans etmekti. Halbuki dans etmekten zerre kadar anlamayan ben rezil hareketlerimde de olsa kafamı başka bir şeye yormamla müziğin yüksek sesi rahatsız etmeyen bir hal olurdu. Şimdide olduğu gibi...

Ne kadar zaman geçti hiç bir fikrim yoktu. Sadece açık kalan perdelerden dakikalar önce havanın karardığını görmüştüm. Saç diplerim ve alnımdan akan boncuk boncuk terlere rağmen yine de kendimi enerjik hissetmem hayli bir şaşırtıcı hal alıyordu. Odanın içinde bazen zıplıyor bazen semazenler gibi kendi etrafımda dönüyor bazen de deli gibi kahkaha atıyordum. Bir anda kolumun sert cisme çarpmasıyla çalışma masamın üstündeki masa lambasın parçalara etrafa yayılmış ve bu gün kırdığım beşinci eşya olarak listeye geçmişti. İki saniyelik lambanın şapkasıyla süren bakışlarımız ardından omuzlarımı silkip radyonun yeni geçiş yapmış olduğu ''Daddy - Psy ft.CL'' şarkısıyla robot dansı yapmaya  başladım.

Etrafta saçlarımı savuracağım anda kapının açılmasıyla annemin tiz çığlığı kulaklarıma doldu. İşte şimdi ben bitmiştim. Acaba odama hırsız girmiş ve bende ortalığı toparlıyorum desem yırtabilir miydim? Anında gözlerim annemin her zamankinden daha koyu yeşil olan gözleriyle buluşmasıyla az önceki fikrimden de eser kalmamıştı. Kesinlikle kurtuluş yolu yoktu. Çığlığın üzerine gelen Meryem Abla ve abim, annemin arkasında kalmış biri sağ omzunun üstünden biri de sol omzunun üstünden dağıttım odaya baktıklarında gülmemek içi zor kendilerini tutukları belli oluyordu. O kadar çok mu dağınık duruyordu canım ? Hiç sanmıyorum.

''Bu dağınıklıkta ne demek oluyor Janset? Özellikle de bu kadar yüksek seste müzik dinlemek! Hemen yaptığın dağınıklığı topluyorsun ve üstünden bu iğrenç ter kokusunu da yok etmek için banyo yapacaksın. Anlaşıldı mı?'' Annemin sert ve otoriter sesine karşılık CD çalardaki müziği kapatıp başımı olumlu anlamda salladım. İşte annem ve işte annemin titizlik takıntısı.

''Elini çabuk tut seni yemek masasında bekliyor olacağız.'' demesiyle arkasını dönmüş Meryem Abla ve abimle göz göze gelmişti. Bu sefer gülmemek için ben kendimi zor tutarken askerlerimiz anneme geçmesi için yolu açmış sonrada arkalarından askerleri de komutanlarını takip etmişti. Açıkçası annem evde esir kampı gibi bir şey kurmuşta denilebilirdi.

Annemin çıktığı kapıyı kapattım ve arkamı dönmemle neredeyse verdiği tepkinin aynısını vermemek için kendimi zor tutmuştum. Yatağım dağılmış üstündeki örtüsü yerde buruş buruş olmuştu. Yastıklarım her bir köşeye eşit dağılırken sabah dolabımda olan ama ne zaman çıkardığımı bilmediğim kıyafetlerim etrafa saçılmış, makyaj masamdan firar eden rujlarım ve göz kalemlerim yerdeki yerlerini almış olarak gözüküyorlardı. Ayrıyeten kırdığım bir şişe parfümüm, iki resim çerçevem, bir masa lambam ve bir de süs eşyası olarak yatağımın başındaki komedinde duran kız figürünün parçaları etrafı dağıtmaya yetmişti de artmıştı. Herneyse bunların hepsini yemekten sonra da toparlayabilirdim. Dans etmek beni yormamış aksine acıktırmıştı.

Giysi dolabımdan çıkardığım iç çamaşırlarımı, beyaz tişörtümü ve Süngerboblu pijamamı dağılmış olan yatağımın üstüne koyup odamdan çıktım. Koridorun diğer ucundaki banyoya girip aynalı dolabın altından bornozumu çıkardım. Üstümdeki kirli kıyafetleri kirliliğe atıp duşa kabine girdim ve suyu açtım. Ne olurdu yani benimde kendi odamda bir banyo olsaydı. Çok mu şey istemiş olurdum. Annem, babamla beraber İstanbul'daki ilk yaşadıkları bu ev olan yerde sırf babamı her hatırasıyla hatırlamak için taşınmamızı istemişti. O yüzden evde İngiltere'deki evimizde bulunan her şey bulunmuyordu. Bu yüzden bende abim gibi bu banyoda banyo yapmak zorunda kalıyor sonrada yer yerim diken diken oluncaya dek odama gidip üstümü giyiniyordum.  

Suyu kapatıp duşa kabinden çıkmamla kendimi denizde şort giyip normalde çıplak gezen Tom ve Jerry gibi hissediyordum. Daha bornozumu elime almadan üşümüş ve dişlerim titremeye başlamıştı. Üstüme geçirdiğim bornozum sayesinde  azıcıkta olsa sıcaktan korunurken banyonun kapısını açtım ve birinin gelme ihtimaline karşı başımı kapıdan dışarı uzatıp koridora baktım. Koridorun bol olduğuna emin olurken banyonun kapısını kapatıp yarışmalara hazırlanan atletler edasıyla koridorun sonundaki odama koştum ve hızlıca kapıyı açıp içeri girdim. Banyodan çıkalı dakikaları geçmese de koşmamın verdiği soğuklukla neredeyse kollarıma dokunamıyordum. Yatağın üstünde beni bekleyen kıyafetlerimi elime aldım ve üzerime geçirdim. Bir teki yatağın üzerinde dururken diğer tekini de çalışma masamın üzerinden alıp varlığını hissetmediğim ayaklarıma geçirdim. Banyo yaparken bile her zaman bileğimde duran tokayı gelişi güzel ev topuzu yaptığım ıslak saçlarımın arasına geçirdim. Yarın yeni bir güne grip olarak başlamak ne kadar mantıklı bir fikirdi hiç bilmiyordum.  

Banyo faciasından sonra aşağıya inmiş ve yemek sofrasına oturarak yemeklerimizi yemiştik. Meryem Abla'nın un ordusuna karşı verdiği mücadele en iyi aşçıların yaptığı yemeklerden bile daha güzeldi. Tek sorun vardı ki dans ederken olan enerjim gitmiş ve yerine ağırlığını bırakmıştı. Öylece yemek masasında oturuyor ne kalkabiliyordum nede hareket edebiliyordum. Odama gidecek gücü bile kendimde bulamazken bu kadar çok yorulacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. Sanırım insanların yemekten sonra yorgun olmalarının sebebi de buydu. İhtiyacımız olan yemek bizi diğer ihtiyaçlarımızdan mahrum bırakması belki de bazı şeylerin aynı anda açıklamasıydı da.

''Hadi kuzum artık sende yatağına yat. Çok uykun varmış gibi görünüyor.'' Sofrayı toplayan Meryem Abla'nın konuşmasıyla gözlerimi daldığı yerden çekip ona odaklandım. Ah be tontonum bende biliyorum uykum olduğunu ama bir şurdan kalkabilsem. Annem ve abim çoktan masayı terk etmiş ve yataklarına yatmışlardı ama ben hala burda durup bir gücün beni kaldırmasını bekliyordum. Saçmalıktı, o kadar enerjim nereye gitmişti! Uyuşuk halimle sofradan kalkıp mutfaktan çıkan Meryem Abla'ya gülümsedim ve merdivenlere doğru yöneldim. Şimdi bu merdivenleri çıkmakla kim uğraşırdı. Keşke yemek için aşağıya inmeseydim. Tekrar uyuşuk halimle yavaşça merdivenleri çıkmaya başlamam bana izlediğim filmlerdeki sarhoş adamları hatırlatmıştı. Kafası güzel kavramı bu demek oluyorsa ben istemiyordum. Sadece yatağımda kıvrılıp uyumak istiyordum.

Merdivenlerin son basamağına gelmemle kapanan gözlerim ayağımın kaymasıyla son anda tutunduğum kolluklar sayesinde fal taşı gibi açılmıştı. Neredeyse ucuz atlatmıştım. Adımlarımı hızlandırıp odama girmemle dağınıklık için kendime lanet bile edebilirdim. Şuan hiçbir kuvvet beni bu dağınıklığı toplamak için uykumdan mahrum bırakamazdı. Yerdeki kırıklara basmamaya özen göstererek kendimi yatağımın üstüne attım. Bir elimi yataktan sarkıtmamla uzandığım yatak örtümü olduğu yerden çekip üstüme örttüm. Bu geceki uyuşukluğum sayesinde tarihe altın harflerle ismimi yazdırabilirdim...

Yüzüme dokunan eller sanki bulutların üstüne yatıyormuşum hissi vermesi muazzam ve aynı zamanda da  korkutucuydu. Muazzamdı çünkü bulutların pamuk gibi yumuşak ve kuşlar gibi gökyüzünde uçması inanılmaz derece güzeldi. Korkutucuydu çünkü her bulut bir gün gözyaşı dökmeye mahkumdu. O gün geldiği zaman gözyaşlarının arasından benim de süzülüp gitmem ciddi anlamda korkutucuydu ama yine de ne olursa olsun bu hissin hiç bitmemesini istiyordum. İnsanlar korkularından çabuk vazgeçemezmiş. Belki yağmur damlaların arasına karışıp süzülerek insanların beni ezmesini öylece izleyebilirdim ama babamın bana yaşattığı bu hissi hiç kimsenin yaşatamayacağını emindim. Belki de bu yüzden bunun  bir rüya olduğunu ellerin yüzüme dokunmasıyla çoktan kabullenmiştim. Oysaki babam bizi bırakıp gitti günden itibaren bu odaya Meryem Abla dışında kimse girmemişti. Sanırım en çokta bu yüzden üzülüyordum. Babamın hissettiği şeyleri sadece rüyalarımda görebiliyorken her rüyamın sonunun kabusla bitmesi çok acıydı.

''Benim meleğim neden ağlıyormuş bakalım?'' Abimin şevkat ve güvenle yuğrulmuş sesi kulaklarıma ulaşmasıyla kapalı olan gözlerimi açtım. Bu bir rüya değildi ve ben ilk kez kabus görmeden uyanmayı başarabilmiştim.

Abimin çatılan kaşları aynı zamanda benimde kaşlarımın çatılmasına sebeb olurken br elinini kaldırmış ve son anda çenemden firar eden gözyaşını tutarak baş parmağıyla silmişti. Ağladımı bile fark etmemem abimin, iki yıldan sonra ilk kez odama gelmesi yüzünden olsa gerekti. İlk kez babamın bana hissettirdiği duyguları abimin hissetirmesi ağlamam için fazlasıyla yeterli bir sebebti. Onca zaman babam bu kadar yakınımdayken onu göremem benim ahmaklığımdı. Babam bizi bırakmamıştı. Benim babam her zaman yanımda olan abimdi. Kollarımı sıkıca boynuna dolayıp köşeli yüz hattına sahip olan yanaklarına koca bir buse kondurdum.

''Bu kadar kolay kurtulamazsın Hanımefendi. Okula geç kaldın ve kalmaya da devam ediyorsun. Çabuk hazırlan. Eğer on dakika içinde arabada olmazsan, bacağından çekerek seni okula götürürüm.''  Abimin konuşmasıyla kollarımı boynunandan çektim ve kollarımı önümde bağlayarak yüzüne baktım. Ne demek on dakika? Ne demek seni bacağından çekip okula getiririm? Burda açlık oyunlarını oynuyoruz da benim mi haberim yoktu!

Yatağımın ucundan kalkan abimi gözlerimle takip ediyor ve yaptığı her hareketini aklıma kazımak istercesine dikkatle izliyordum. Odamın kapısını açıp çıkmadan önce arkasına dönmüş ve aklına yeni bir şey gelmişçesine gözlerimin içine baktı.

''Ve emin ol kimse senin tazmanya canavarlı pijamanı görmek istemez.'' diyerek açtığı kapıdan çıktı. Geri de pijamamla beni baş başa bırakmış ve kapıyı üstümüze kapatarak attığım yastığın kapıya çarpmasını sağlamıştı. Ne demek kimse tazmanya canavarın görmek istemez? Hiçte bile, onu herkes severdi.

Hızlı olmam gerekiyordu bu yüzden hızlıca yataktan kalkıp gardolobımın karşısına geçtim. Elime geçen ilk deri siyah pantolunumu elime alıdım ve üst raflarda duran düz gri tişörtümü de alarak gardolabımı kapattım. Elimdekileri yatağım üstüne atıp odamdan dışarı çıktım. Koridorun diğer ucundaki banyoya girerek lavaboda elimi yüzümü yıkadım ve gözlerimin aynaya takılan yansımasıyla topuzumdan kendilerini ayırt ederek ''Biz burdayız!'' diye bağıran saçlarımı görmemle anlık kalp krizi geçiriyordum. Bir günde olsa su saçlarım kuş yuvasından farksız olsa şükredebilirdim.

''Son beş dakika Janset!'' Abimin bağırışı kulaklarımın duvarlarını bile yıkabilecek gücü sahip olması daha fazla oyalanmamam gerektiğini bizzat söylüyordu. Banyodan çıkıp tekrar odama girmemle ikinci bir şoku daha yaşadım. Tabi ya, ben dün gece bu odayı toplamamıştım. Ama dün gece toplamamam şimdi toplayacağım anlamına gelmezdi öyle değil mi? Banyoya gitmeden önce yatağımın üstüne fırlattığım kıyafetlerimi üzerime geçirip dün akşam yere attığım kıyafetlerimin arasından kot ceketimi elime aldım ve üstüme geçirdim. Telaştan elim ayağım birbirine karışmış bir vaziyette hem cam kırıklarına basmamayı hem de hazırlanmaya çalışıyordum. Oysaki fazlandan beş dakikam daha olsaydı rahatça hazırlanabilirdim. Makyaj masamın önündeki kırılmış parfüm kırıklarına basmamak için bir kaç adım önünde durmuş ve elime aldığım eyelinerı çekebildiğim kadar ince çekmiştim. Masama bıraktığım eyelinerdan sonra toz pembe tonlarında ki rujumu elime alıp taşmamasına dikkat ederek dudağıma sürdüm.

Kulaklarıma dolan korna sesiyle yerimde sıçramam elimdeki rujun yere düşmesini sağlamıştı. Ne olurdu yani iki dakika daha bekleseydin? Sabah sabah ne bu acele... Bir anda makyaj masamda ışık gibi parlayarak gözüme giren tarağımı görmemle hızlıca elime almış ve topuz yaptığım tokamı çözdüm. Tarağımın uçlarını ince telli saçlarımın arasından kayıp gitmesi uçlarına dalgalı şekil verirken daha fazla uğraşamayacağımı anlayıp yatağın üstüne fırlattım. Eve geldiğimde kesinlikle bu odada işim çok fazla uzun sürecekti.

Odamdan çitaları bile kıskandıracak hızda çıkmam merdivenlerde de aynı performansı göstermemi sağlamıştı. Merdivenlerin sonuna gelmemle kapının yanında duran portmantonun altındaki ayakkabılarımı elime aldım. Ah, hadi ama yine mi? Bu bağcıklar nasıl çözülüyordu? Şuan bunlarla uğraşacak vaktim yoktu. Bağcıkları çözülmüş olan konverslerimi ayağıma geçirdim ve dün attığım çantamı omzuma takarak evden çıktım. Ayakkabılarımın bağcıklarına basmamak için kafamı önüme eğmiş dikkatle attığım adımlara bakıyordum. Başımın sert cisme çarpmasıyla olduğum yerde durmuş, eğdiğim kafamı kaldırarak koyu kahverengi gözlerle karşı karşıya kalmıştım.

Abimin tek dizinin üstüne çömelip bağcıklarımı özenle bağlaması sanırım bu gün yaptığı ikinci bir jesti. Bu gün benim ikinci kez kahramanım olduğunu kanıtlamasıydı. Çömeldiği dizinin üstüne koyduğu elinden destek alarak doğrulmuş sonrasında yine gözlerini gözlerimle buluşturmuştu. İşte bu kişi benim kaybettiğim sandığım babamdı.

Uzattığı eliyle elimi tuttuğunda gözlerimin içine bakan gözleri ışıldamış, sert yüz hatlarında ise ufak bir tebessüm oluşmuştu. Tuttuğu elimden beni arabaya doğru çekmesi aceleci olan tavrının karşısında hoş karşılanabilir bir hareketti. Oturmam için arabanın ön kapısını açmasını abimden beklemezken itiraz etmeme zaman vermeden oturmamı eliyle işaret etmişti. Abimin hareketine karşılık kapısını açtığı koltuğa oturmamla kapımı kapatmış daha sonrada arabanın önünden dolanıp sürücü koltuğuna da kendisi oturmuştu.

Arada kasılan yüz hatları ve bununla beraber daha çok belirgin olan elmacık kemikleri izlemem için güzel bir ziyafetti. Dikkati ve olaylar karşısında gelişen mimikleri bazen güldürse de hayranlıkla bakmamak elde değildi. Abimin başını çevirmesiyle kirli sarı tonlarında olan saçlarından bir kaç tutam alnına düşmüş ve kahverengi gözlerinin keskinliği altında yaramazlık yapan küçük çocuklar gibi utanmıştım. Gözlerimi abimden çekip yattığım yerden başka yerlere odaklamaya çalışmam en utanç verici anlarımdan biriydi.

''Ne o aşık mı oldun bana?'' Ares'in kahkahaları işkence ederken kaşlarımı çatarak bakışlarımı tekrar onda odaklamamı sağlamıştı.

''Dünyada son erkek sen mi kaldın Ares Bey?'' Kaşlarını çatma sırası Ares'e geldiğinde alnında oluşan kırışıklıktan dolayı istemsizce kıkırdamama neden olmuştu.

''Ares demeni gerektirecek kadar kızdırmadım seni Küçük Hanım. Ayrıca şimdi in arabamdan ve derse git. Ayakkabı bağcıklarına da dikkat etmeyi unutma.'' Dediğinde yattığım koltuktan kalkmış eski haline getirmek için yan tarafında kolu çekerek öne doğru çektim. Kapının kolunu kendime doğru çekerek açılmasını sağlayarak böylelikle arabadan aşağıya indim.  

''Peki, Baba!''

Gülümseme üzerine söylediğim laf abimin hoşuna gitmemiş olmalı ki tekrardan alnındaki karışıklıklar yerini almaya başlamıştı. En iyisi azar işitmeden burdan uzaklaşmaktı. Açık olan araba kapısını gelişi güzel kapatmam etrafta tok bir ses oluştururken arkamı dönerek okulun kapısından içeri girdim. Belki de Ares'e söylediğim şey saçma ve gereksizdi. Sonuçta o benim babam olmak istemeyebilirdi...

Okulun en üst katına gelmiş, omzumdaki çantanın düşen kulpunu düzelterek sınıfın kapısından içeri girdim. Etrafta ''Koray.'' ın adıyla yapılan tezahüratlar kulaklarıma ulaştığında sıramın önündeki kalabalığa gözlerimi kısarak baktım.  Bazıları sıraların üstlerine oturup ıslık öterken bazıları ise birbirlerinin omuzlarının üstünden bakmaya çalışıyorlardı. Koridordaki sesin, sınıftaki sesin yanında ninni gibi kalması benim için ayrı bir sorun oluşturmasının yanı sıra içimdeki merak duygusu daha ağır basıyordu. Cam kenarındaki birkaç kızın kendi içlerinde kıkırdaması dışında diğer birkaç kız ve neredeyse sınıftaki bütün erkeklerin sıranın önünde olması bu açıdan bakınca biraz korkutucu olabiliyordu.

Sıramın önüne gelmemle kumral saçlı kızdan müsaade etmesini isteyerek onun önüne geçtim. Kumru yerinde otururken Giray onun karşısına oturmuş ellerini birbirine kenetleyerek ''Bilek güreşi'' yapmaları şaşırmama neden olmuştu. Koray, kardeşinin tarafında olup Giray'ın arkasında dururken Pelin ve  Alpay ise Kumru'nun arkasında durmuş böylelikle taraflarını belli ediyorlardı. Her ne kadar Koray, Giray'ın omuzlarından tutarak destek verse de masaya yakın olan el Giray'ınkiydi.

Masadan çıkan tok sesler Kumru'nun zafer gülüşünü yapması bir olmuştu. Giray'ın elinden çektiği elini göğsünün üstünde kenetleyip arkasına yaslanırken rahat tavrı Pelin ve Alpay hariç herkesin sinirine dokunmuştu. Nasıl olurda Giray kaybederdi? Etraftaki sesler yuhalamaya dönmesiyle Koray'ında yüzündeki gülümseme silinmişti.

''Senin yüzünden benim paracıklarım gitti Giray.''

Koray'ın isyanını anlamasam da Giray'ın yenilmesi beni de şaşkına çevirmişti. Erkekler ellerini cebine atıp çıkardığı paraları Alpay ve Pelin'e verirken bütün bahislerin Giray'a yatırıldığını yeni anlıyordum. Saçmalıktı! Her zaman fiziksel açıdan erkeklerin daha güçlü olduklarına inanmıştım. Sonuçta ailesine ve kendisini koruyup, bakacak kişi yine aynı erkekti.

Giray'ın sıradan kalkıp gitmesiyle omzumdaki çantayı Kumru'nun önüne bırakıp ona yetişmeye çalıştım. Sınıfın kapısından çıkmasıyla omzumu daha önce bu sınıfta görmediğim birine çarpmam az da olsa canımı yakmıştı. Esmer çocuğun gözleri üzerimde olsa da şuan vaktim yeterince kısıtlıydı. Giray'a yetişmeye çalışıyordum. Daha fazla vakit kaybetmemek için esmer olan çocuğu arkamda bırakarak sınıfın kapısından çıktım.

''Giray!'' Bağırmam koridorda yankılanmasıyla bir kaç çift göz Giray'la benim aramda gidip gelmişti. Koridorun sonunda duran Giray'ın arkasına dönmesiyle ona doğru yürümeye başladım. Yüzündeki gülümseme benimde gülümsememe sebep olurken yenildiğini bir türlü kabul edemiyordum. Yanına yaklaşmamla onunla konuşacağımı anlamış olmalı ki sırtını arkasındaki duvara yasladı.

''Kumru'yu yenebileceğini biliyorum!'' Direk olarak konuya girmem yüzündeki gülümsemeyi milimde olsa solmasına neden olması inancımdan bir nebze olsun caydırmamıştı.

''Hayır, ona her zaman yenilirim.''

''Sana inanmıyorum.'' Kaşlarını çatması ortama gergin bir hava yayarken söylediğim şeyi toparlama gereği duyarak tekrar konuştum. ''Yani ... her zaman için erkeklerin daha güçlü olduklarına inanmışımdır.''  

''Haklısın, erkekler fiziksel olarak her zaman daha güçlü olabilirler ama asıl güç kafanın içindeki şeydir. Unutma ki Matmazel, kafanın içindekini kullandığın sürece bu dünyada ki en güçlü kişi sensin.'' diyerek işaret parmağını alnımın ortasına koydu. 

Anında kaşlarım çatılırken işaret parmağını kaydırarak iki kaşımın ortasına doğru kaydırmış çatmamam için baskı uygulayıp sonrada elini çekmişti.

''Aklın yanında  silah sadece oyuncak bir tabancadan ibarettir. Ben oyun oynarken tetiği çeken taraf o oldu Matmazel. Hani derler ya ' Her güçlü bir erkeğin arkasında bir kadın vardır.' diye, işte onlar bunu kastediyor. ''

Haklıydı. Erkekleri güçlü görmek kendi cinsime yaptığım haksızlıktan ibaretti. Daha önce güçlü oldukları için hiçbir zaman abimlerle güreş yapmak istemezdim. Bu yüzden sürekli hakem olup Meryem Teyze'nin oğluyla abimin yaptığı güreşleri izlerdim.

''Kumru çok akıllı bir kız.'' Dememle kafasını olumlu anlamda aşağı - yukarı salladı. 

''Kantine iniyorum. Gelmek ister misin?'' Sorduğu soru karşısında onu taklit ederek kafamı aşağı- yukarı sallamamla aynı anda gülümsedik.

Giray'la birlikte merdivenlerden inmiş böylelikle giriş kattaki çiçek kokulu kantine geldik. Sınıflara kıyasla daha az insan olmasına rağmen kantinin önündeki kuyruk uzundu. Etrafıma bakınmaya başlamamla omzumda hissettiğim elle  Benden biraz uzun olan Giray'a gözlerimi çevirdim.

''Sen boş bir masaya otur , ben şimdi geliyorum.'' Yönünü kantinin önündeki sıraya çevirdiğinde az önce gözüme kestirdiğim masaya oturdum.

İlk geldiğim günün aksine mavi düz bir örtü serilmiş üzerine ise kirlenmemesi için şeffaf bir masa  örtüsü serilmişti. Karşımdaki sandalyenin çekilmesiyle yerine giydikleri farklı renkteki kapşonlulardan anladığım kadarıyla Koray oturdu.

''Sonunda kızıl kafa uykusunu bırakıp okula gelebilmiş. Sonuçta öğlen arasına yetişmekte bir marifet öyle değil mi?'' Koray'ın manalı konuşması üzerine arkasında beliren Giray'ı görmemle bakışlarımı ona çevirdim.

''Sen ona bakma. Şuan paralarını Kumru'ya ve yandaşlarına yedirdiği için sinirli.'' Giray vişneli meyve suyunu önüme koyup elindeki karton bardakla çektiği sandalyeye oturdu. ''Kahve sevmiyordun öyle değil mi?''

''Teşekkürler.'' Diyerek gülümsemem üzerine Koray'ın göz devirmesi istem dışı hoşuma gitmişti. Okula geldiğimden beri ilk defa onu kızgın görüyordum.  Onu böylesine kızgın yapan şey ya bir kıza karşı yenilmekti yada sadece iddayı kaybetmekti. Sanırım bu da erkek gururu dediğimiz o sendromlardan bir tanesiydi.

Kantindeki konuşmamızdan sonra sınıfa çıkmış sonrada dünyanın en sıkıcı dersi olan İngilizce dersine girip başımı sıraya gömmüştüm. Gerçi hangi ders olursa olsun bana sıkıcı geliyordu ya orası ayrı bir konuydu. Belki de biraz olsun anlayabilseydim böyle olmazdı. En azından bütün ders boyunca uyumamak için kendimi tutmazdım.

''Hey sen, Kızıl kafa?'' Kalın ve bir o kadar sitem edercesine söylenen ''Kızıl kafa!'' lafıyla göz kapaklarıma inen tonlarca yükü anında güçlü bir halterciymişçesine başka bir tarafa savurdum. Dinç olduğumu belli etmek istercesine açtığım gözlerimden umut besleyerek gömdüğüm sıradan kafamı kaldırdım. Normalde köşeli yüz hatlarına sahip olması gereken yüzü kilolarından dolayı tontiş bir yapıya dönüşmüş, kıstığı gözlerinin altındaki uykusuzluktan oluşan morluklar kızmasına engel olurken üzerime diktiği gözleri Meryem Teyze'yi anımsattı. Kızması gereken yerde tatlılık abidesi olan insanlar... Nedense bu tür insanlar bana oyun hamurlarını anımsatıyordu. Sert durdukları halde yumuşacık olan insanlar gibi...

Dikleştirdiğim omuzlarımı sırada geri yaslayarak yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. Hadi ama kızarken bile bir insan nasıl böylesine sevilecek bir yüze sahip olabilirdi ki?

''Tahtaya gel ve o güzel adını bize bağışla lütfen, Küçük Hanım?'' Çattığı kaşlarının altındaki gözleri bu sefer yerini alaya bırakırken istemsizce yutkundum. Elinde tuttuğu kalemi bana uzatırken fazla erken konuştuğumu düşündüm. Kesinlikle bu hoca, Meryem Teyze olamazdı. Bu yaptığı acımasızlıktı. İstesem de yazamazdım ki?

Kumru'nun geçmem için sıradan kalkmasıyla gözlerim tahtanın önünde duran hoca ve Kumru arasında mekik dokumaya başladı. Sinirle yerimde oflayıp ayağa kalkarak Kumru'nun geçmem için açtığı yerden geçtim. Sıkıcı bir dersin, sinir bozan bir öğretmeni...

Gözlerim alayla bakan koyu kahve gözlere ulaştığında bana uzattığı siyah tahta kalemini elinden aldım. Yakından bakınca kesinlikle tatlı falan değildi. Daha çok küçükken annesiyle gezmeye çıkmış sonrada ilk gördüğü bebek arabasındaki bebeğin, elindeki oyuncakları alan tiplere benziyordu. Böyle deyince açıkçası annesini bile merak etmiştim. Bayan Hoca'nın yanımdan geçip arkamda durmasıyla bana, ölüm defterine isim yazmam için karşımda duran defteri kullanmam için yanıma ölüm meleği gelen sahne gözümün önünde canlandı. Aradaki tek fark siyah renge bürünmüş bir defter yerine karşımda beyaz koca bir tahtanın durmasıydı. Ayrıca benim ölüm meleğim, şuan başımda bekleyen daha önce ise oyun hamuruna benzettiğim sinsi bakışlı hocamdı. Ne yapacaktım ben? Sakin ol Janset, sakin...

Kalemi tahtaya yaklaştırdığımda kaşları çatmamla elim havada asılı kaldı. İsmim nasıl başlıyordu? İngilizcede küçük harflerde ''i'' harfi var mıydı yoksa o sadece büyükken mi yazılıyordu? Şimdi ben büyük harfle m başlayacaktım yoksa küçük harfle mi? Sadece adımı mı yazacaktım yoksa soyadımı  da yazmamı istemiş miydi?  Acaba cümle kurmasam ne olurdu? Beynim karışmıştı! Sinirle oflayıp gözlerimi kapattım. Elimdeki tahta kalemini tahtaya yaklaştırdığımda gözlerimi açarak hızlıca yazmaya başladım. Şuan gözlerimdeki siniri sanki karşımda ayna varmışçasına görebiliyor, vücudumdaki damarların içindeki adrenalin hormanının süzülüşünü hissedebiliyordum.

Tahtadan kalemin ucunu kaldırdığımda ne yazdığıma bile bakmadan arkamı döndüm. Sınıftaki çoğu kişi hatta neredeyse şaşkınlıkla tahtaya bakarken ne düşündüklerimi bile umrumda değildi. Çünkü biliyordum ki yanlış yazmıştım. Sol elimde duran tahta kaleminini herkes gibi tahtaya şaşkın bir şekilde bakan hocaya verip yerime geçmek için yanından geçtim.

Kumru'nun yerime geçmem için ayakta beklemesi göz devirmeme neden olurken yanından geçip yerime oturdum. Bakışlarıma tahtaya çevirdiğimde '' .yosrimed tesnaJ si eman yM'' yazan yazıyı gördüm. İlk defa doğru yazdığım için sevinirken insanların neden bu kadar şaşkınlıkla baktığını anlamamıştım. Sınıfta oluşan kahkaha tufanıyla ellerimi kulaklarıma kapattım. Hocan'ın arkasını dönmesiyle, boğazında oluşan damarlarından ve aralanan dudaklarından bağırdığını anlamıştım. Ellerimi kulaklarımdan çekmemle Kumru yanıma oturmuş gözlerini bana dikmişti. Ne olduğunu bir türlü anlayamıyordum. Doğru yazmıştım, kanıtı ise tahtada duruyordu.

''Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Bu saçmalıkta ne demek oluyor!'' Bağırdığı için tekrardan boğazında beliren damarları görmek karnımı acıktırmıştı. Şuan canım kesinlikle spagetti çekmişti.

''Sana diyorum. Şu tahtaya yazdığın saçma şeyi bize okur musun?'' Neden bu kadar abarttığını bile bilmediğim hocadan bakışlarımı çekip az önce yazdığım yazıya çevirdim. Çok basitti. Kendi yazdığım şeyi elbette ki okurdum.  

''My name is Janset Demirsoy.'' Dememle sınıfta tekrardan kısa çaplı gülüşmeler oluşmuş, ben ise gözlerimi tahtadan çekmemiştim.

''Siz çocuklar, beni deli ediyorsunuz. Bu günlük ders bu kadar.'' Diyerek öğretmenler masasından aldığı çantasıyla birlikte sınıftan çıktı. Neye bu kadar çok kızmıştı? Bu okuldaki herkes garipti.

Ön sıramdaki hareketlenmeyle Pelin arkasını dönmüş yanına ise Koray oturmuştu. Koray'ın yüzünde bir önceki teneffüsün aksine mutlu olduğunu gösteren bir gülümseme oluşurken ''Ne oldu?'' dercesine bakış atmaya çalıştım. Ya da onun gibi bir şey yaptım, pek emin değilim.

''İngilizceci'ye uyguladığın yönteme bayıldım kızım. Kelimelerin yansımış halini yazmak da nerden aklına geldi? Alpay fark edip söylemese öküzün trene baktığı gibi tahtaya bakıyordum.''

''Öyle mi yapmışım?'' Kendi kendime mırıldanmam şaşkınlığımı ortaya sererken daha fazla dikkat çekmek istemiyordum. ''Tahtaya çıkınca aklıma geldi. Birden oluşan bir şey yani.'' 

''Sonunda şu çatlak kadını kaçırmanın bir yöntemini bulduk. Helal olsun sana Kızıl Kafa!'' Demesiyle yanındaki Pelin'e dönüp el çakıştılar. O kadını kaçırdıklarına bu kadar sevinecekleri aklımın ucundan bile geçmemişti. Normalde böyle bir sıkıcı ders olduğunu için bende sevinirdim ama istem dışı ve kendi ahmaklığım yüzünden kaçtığı için pek sevinemiyordum. En azından şimdilik kimse bir şey anlamadığı için bile dua edebilirdim.

Giray, Koray'ın arkasında belirmesiyle bütün dikkatimi onda toplamış her an ağzından dökülecek kelimeleri şimdiden tartmaya başlamıştım. ''Didem Hoca odasında seni bekliyor, Matmazel.'' Diyerek göz kırptı. Her ne kadar böyle yaparak Koray'ın sinsi bakışlarına rağmen tatlı olurken tek düşünebildiğim şey neden her gün beni yanına çağırma gereğinde bulunduğuydu. ''Hadi takip et beni. ''

Kumru'nun geçmem için ayırdığı yerden geçmiş sonrada okulun ikinci katındaki en son kapının önünde durmuştuk. Buz mavisi aralarında ise laciverte doğru renk geçişi yapan kapının üstünde kartondan yapıldıkları belli olan rengarenk küçük kelebekler vardı. Kapının altından başlayan bir tane kelebek gittikçe çoğalmış bir sürü haline gelmişti. Kelebeklerin ortasına toz pembe renginde olan büyük bir kelebek koyulmuş üstüne ise güzel bir el yazısıyla yazı yazılmıştı.

''Bir dilek tut.'' Giray'ın konuşmasıyla arkamı dönüp gözlerinin içine baktım. Ne demek istiyordu? Gözlerini bir an bile arkamdaki kapıdan ayırmamış öyle bakmıştı. ''Kelebeğin üstünde öyle yazıyor.'' Demesiyle gözlerini bana çevirmişti. Kafamı olumlu anlamda sallayıp gözlerimi kaçırmamla tekrardan yüzümü kapıya çevirdim.

Aldığım derin bir nefes ciğerlerime hücuma geçmesiyle elimi kapının kulpuna koymuş yavaşça aşağıya indirerek içeri girmiştim. Kapıda tek başına bıraktığım Giray'a kapıyı örtmüş sonrada kaşlarımın çatılmasına neden olacak manzarayı görmüştüm.

''Sanırım yanlış zamanda geldim, özür dilerim.'' Gözlerimi Didem Hoca'nın karşısındaki yeşil koltukta oturan Alpay'a çevirip konuşmam onu da rahatsız etmiş olacak ki oturduğu yerde dikleşti.

''Hayır, Jansetcim. Otur lütfen şöyle.'' Diyerek Alpay'ın karşısındaki mor koltuğu işaret etti. Biran için tereddütte kalarak odanın içini süzmüş sonrada birkaç adım atarak gösterdiği yere oturmuştum. Olabildiğince Alpay'ın üstündeki yazılı tişörte bakmamaya çalışıyordum. Çünkü biliyordum. Eğer bakarsam her zaman olduğu gibi o harfler bir bir firar edecek böylelikle beni de bu dünyadan soyutlayarak başka bir evrene geçmemi sağlayacaklardı.

''Biliyorsun ki Alpaycım , Janset bu sene okulumuzu yeni geldi ve sizin sınıfınızda. Fazla uzatmak istemiyorum. Okula alışana kadar ve derslerinde zorlanmamaya başladığı zamana kadar...''

''Biliyorum Kumru ve Koray'a yaptığınız aynı şeyi yapacaksınız. Janset'e ders çalıştırmamı isteyeceksiniz.'' Didem Hoca'nın konuşmasını yarında keserek Alpay'ın konuşması beni şaşırtmış böylelikle incelediğim pudra rengi tonlarındaki duvardan gözlerimi çekerek Alpay'ın gözlerine sabitlemiştim. ''Ama bu sefer teklifinizi kabul etmiyorum. Yeterince ders çalıştırdığım kişi var.'' Demesiyle gözlerimi kısmaktan kendimi alıkoyamamıştım. Ne yani şimdi Didem Hoca'nın bahsettiği kişi Alpay mıydı? Alpay mı benim içimdeki küçük çocuğun arkadaşı olacaktı?

''Merak etme Koray ve Kumru'ya artık ders çalıştırmak zorunda değilsin. Sadece Janset'e yardımcı olmanı istiyorum.''

''Hayır. Bu sefer derslerime tek başıma çalışacağım. Yine moda kanalları izleyip onlara puan vererek matematik hesabı yaptırmak yada maç oynayarak fizik hesabı yaptırmak istemiyorum.''

Didem Hoca'nın bütün nazik davranışlarına rağmen Alpay sürekli hayır demişti. Gittikçe içimde bir umut kırıntısı bile kalmazken her ikisinin gözleri de bu sefer bana kaymıştı. Bir şey söyleyemiyordum. Ne diyebilirdim ki? Şuan mahcup durumdaydım ve bana yardım etmek bile istemiyordu. Öylesine gözlerime bakıyor sonrada sinirlerini yatıştırmak isterken daha çok sinirleniyordu. Alpay'ın ayağa kalkmasıyla anladığım kadarıyla Didem Hoca son kozunu kullanmıştı.

''Eğer Janset'e yardım etmezsen davranış notlarının hepsini düşük veririm Alpay. Ve bunu sende iyi biliyorsun ki davranış notları kötü olan bir öğrenciyi hiçbir üniversite kabul etmez. Okuldan da 60 puan alamayıp o çok hayal ettiğin okulu gidemezsin. Anlayacağın okul birinciliğin sırf bu davranışın yüzünden elden gidebilir.'' Demesiyle sanki ayakları hızlı kuruyan bir çimentonun içine girmişte sonrada kuruyup orda hapsolmuş gibiydi. Tek bir hareket dahi etmiyordu. Belki de en can alıcı yerinden vurmuştu. Sonuçta sizin onca emeğiniz hayatınıza giren bir kız yüzünden buruşturulup çöpe atılıyordu.

''Böyle bir şey için beni mi tehdit ediyorsunuz?'' Alpay'ın kızgınlık derecesi hat safhaya ulaştığını bas bas bağıran sesi beni bile ürkütürken kimseden ses çıkmıyordu. Aniden kapıyı açıp çıkmasıyla odada yayılan kapının kapandığına dair oluşan tok ses gözlerimi Didem Hoca'ya çevirmişti. Peşinden gitmem için elinle kapıyı göstermesiyle oturduğum yerden kalkıp odadan çıktım.

Bu sefer kaybetmek istemiyordum. Bu sefer karanlık sokakta tek başına kalmak zorunda olan küçük kız çocuğu olmak istemiyordum. Ben oyun arkadaşımla patlak olan topumla oynamak istiyordum. O ise önce ebelemece oynamak istiyordu. Peki, bizde o zaman önce ebelemece oynarız. Çünkü oyun arkadaşıma böylesine yakınken elinden tutamadığım için kaybetmek istemiyorum...

---- Uzun bir aradan sonra tekrar sizinle birlikteyim. Biliyorum çok fazla sizi beklettim bu yüzden bana kızanlarınız bile oldu. Attığınız mesajlar beni çok mutlu etti ama elimden bu kadar hızlı olmak geldi. Okul açıldığından beri sürekli hastanelerdeydim. Birde okulu hesaba katınca boş zamanım neredeyse yok gibi. Herneyse bölümleri ara arada olsa atmaya çalışacağım. Umarım beğenirsiniz. Lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin. Unutmayın ki beni tek sevindiren şey o tatlı yorumlarınızı okumak. İyi okumalar.



Continue Reading

You'll Also Like

208K 7.6K 27
"Mirza saçmalıyosun! Duyuyo musun beni?! Aç şu kapıyı! Aç dedim! Mirza! Sana diyorum! Aç şu kapıyı!" Bir yandan boğazım yırtılırcasına bağırıyor, bir...
143K 8.9K 21
Açelya hiç hatırlamasa da henüz 5 yaşındayken ailesinin düşmanları tarafından kaçırılmış ve gözlerini bir yetimhanenin revirinde açmıştı. Ailesi sen...
459K 23.8K 25
Not: Kitapta +18 unsurlar mevcuttur.. Kına yakmak kendini adamaktır ; Bir gelinlerle damatlara yakarlar ; kendilerini birbirlerine adasınlar diye. B...
1M 45.4K 58
(Bu isimle yazılmış ilk kitaptır.) Girdiği depresyon sonucu gittiği bir barda birlikte olduğu adamdan hamile kalan Hira, hayatında bir çocuğa yer ver...