GÜVENLİ AŞK (SEVGİLİ OKUR SER...

By nadirehan

75.6K 6.4K 474

-Neyir; dedi genç kadın adeta fısıldayarak. -Ilgın; diye cevapladı o da beti benzi atmış bir şekilde. -Şi... More

TANITIM
Bölüm 1: Tanışma
Bölüm 2: Köpek
Bölüm 4: Gel O Zaman!
Bölüm 5: Dost mu, Düşman mı?
Bölüm 6: Silâh Nerede?
Bölüm 7: Neyir'in Kalbi
Bölüm 8: Hoş Geldin Kalbim!
Bölüm 9: Gökteki Güneş Kadar
Bölüm 10: Arayışlar Ve Bekleyişler
Bölüm 11: Neredesin Sen Sarışın?
Bölüm 12: Yüzleşme
Bölüm 13: Gün Işığında Hesaplaşmalar
Bölüm 14: Ay Işığında Hesaplaşmalar (FİNAL)

Bölüm 3: Aynı İskelenin Üstünde

4.7K 492 21
By nadirehan

Küçük oğlan gölgelerine sığındığı yeşil bitkinin arkasında kız kardeşinin de aralarında bulunduğu arkadaşlarını gözetliyordu keyifle. Saklambaç oynuyorlardı ve bulamadıkları bir tek o kalmıştı. Ah, kesinlikle kazanmıştı! Kahkahalarını zapt etmekte zorlanırken bir fısıltı duydu: "Yakala!"

Ardından gelen ürpertici sesle başını çevirdiğinde, deli gibi havlayan bir sokak köpeğinin son sürat üstüne geldiğini gördü. Korku tüm vücudunu ele geçirirken, ayakları beyninden bağımsız hareketlendi ve kaçmaya başladı. 

Doğum günü yemeğinin verildiği restorantın hemen yakınındaki parkta salıncakların önünde toplanmış bir grup çocuk, pes ederek çağırmayı kararlaştırmışlardı ki, arkadaşları ortalarına dalıverdi peşindeki köpekle birlikte! Ve onlar da bu garip grubu kovalamaya koyuldular. 

Ömer zayıf, çevik, ayrıca hızlı koşan zeki bir çocuktu. Köpeğin kendisini yakalamakta ve hatta mümkünse parçalamaktaki ısrarını anladığında, yönünü plâja çevirmiş, denize atlarsa kurtulabileceğini düşünmüştü. Diğer taraftan, peşindeki hayvanın cılız, bakımsız ve hastalıklı hâli ilk anda arayı açmasını kolaylaştırsa da dakikalardır sarf ettiği efor, küçük bedenine ağır gelmiş, hızını düşürmüştü. Yine de kumsalı geçip iskelenin başına varmıştı. Dört ayaklı canavar giderek yaklaşırken denize ulaşma ümidini yitirmek üzereydi ki,  kırmızı elbisesinin eteklerini savura savura adeta uçarak karşıdan gelen uzun bacaklı sarışını fark etti.

Oynak tahtalara aynı anda ayak bastılar ve genç kadın elini tuttu çocuğun. Şimdi birlikte koşuyorlardı!

****

"Ateş et!" diye haykırdı Bora, "Neyir, ateş et!"

Aldığı bu komutla korku ve tereddütleri bir anda uçan esmer güzeli arka arkaya iki defa asıldı tetiğe. Ilgın'la Ömer iskelenin diğer ucuna erişmek üzereyken, köpek kalçasına yediği kurşunlarla kumsalın iskeleyle buluştuğu noktaya yığılıverdi. 

Köpeğin sesi ile hareketinin arkalarından eksildiğini fark etse de genç kadın, artık hızlarını kesmeleri mümkün değildi. Kollarından kavradığı küçük çocukla suya düşerken: "Korkma sakın..." diye fısıldayabildi ancak.

Mavi gözleri yeşil yeşil bakan gözlerle buluştuğunda güçlü bir güven duygusuyla sarmalandığını hissetti çocuk, nefesi tuzlu suya karışırken. 

Suya daldıkları sırada, dakikalardır onları takip eden gruptan kopan Ömür yığılmış kalmış köpeğin üstünden korku dolu bir çığlıkla aşarak, denize doğru koşmaya devam etti. Hiç bir şey düşündüğü yoktu, bildiği onun da ağbisinin peşinden gitmesi gerektiğiydi.  İskeleden atlamak üzereydi ki bir çift güçlü kol kucaklayıverdi onu: "Dur bakalım küçük hanım, nereye?" diyordu bir yandan da. Bora son saniyede yakalamıştı küçük kızı.

Bazen, Sevgili Okur, birileri dokunur hayatına teklifsizce, karşılık beklemeden en zor anında. Belki de hatırlamazsın sonraki yıllarda ne ismini ne de yüzünü. Ancak bıraktığı iz, saklansa bile hafızanın derinliklerine, esasen asla silinmez, arayışlarının, tercihlerinin, iyiliklerinin temelini oluşturur ve ömür boyu eşlik eder sana. İşte o gece Ilgın ve Bora, Ömer ile Ömür'ü böylesi bir dokunuşla kurtardılar, belki bilerek, belki bilmeyerek.

Çelik ve Demir kardeşler, koşarak çıktıkları iskelenin ortasında, Sude çöküp kaldığı kumların üstünde yetişemeden hiç bir şeye ancak tanıklık edebildiler, Ilgın'ın Ömer'le birlikte denize atlamasına ve Bora'nın Ömür'ü suya düşmeden yakalamasına. 

****

Ilgın atlayış esnasında olabildiğince yukarıda tutmaya çalışmıştı küçüğü. Allah'tan ki çocuk yüzme biliyordu ve her nasılsa fazla bir panik yapmamıştı da bir kaç çırpınış sonrası, genizlerine kaçan tuzlu su yanlarına kâr kalarak, merdivenlere yüzmeyi başarmışlardı. Genç kadın gösterdiği çaba yüzünden ilk sefer denizin dibini boyladığında kumlara, ikinci sefer kucağına aldığı çocukla basamakları tırmanırken demir trabzana kolunu sürtse de, bu kadarına şükrederek tahtaların üstüne attı kendisini en sonunda birileri Ömer'i elinden çekip alırken. 

İskelenin üstü bir anda ana-baba gününe dönmüştü. Sude ve ağbileri, iki küçüğün etrafını sarmış, hem bir zarar görüp görmediklerini, hem de başlarına gelenleri anlamaya çalışıyorlardı. Dağıstanlı ailesinin diğer fertleri de onlara katıldıklarında kıpırdayacak yer kalmamıştı neredeyse. Ilgın, bu kargaşadan bir an evvel kurtulmak istemesine karşın, tüm gücü neredeyse tükendiğinden ve nefesini henüz istediği gibi düzenleyemediğinden, ancak geri geri sürünerek sırtını iskeleyi aydınlatmakta ay ışığı ile işbirliği yapan lâmbanın direğine dayamış, önünde sergilenen festivali izliyordu sessiz sessiz. Devam eden kargaşadan kurtulma çaresini henüz bulamamış başka bir bedenin daha yanına çöktüğünü fark eden genç kadın başını çevirdiğinde gördüklerine inanamayarak: "Bora?" dedi, "Ne işin var burada?"

"Patron gönderdi." 

Ah tabii ya amcaları ya da patronları ya da İstanbul'daki adam, Neyir'le ikisini burada yalnız bırakacak değildi ya! Nasıl da atlamıştı bunu. Oysa ki rahatlığından anlaması gerekirdi.

"Bizi takip etmek için mi geldin sen?" diye tısladı dişlerinin arasından, cevabını adı gibi bilse de.

Başını sallamakla yetindi kuzeni. Ancak konuşmadan da duramadı: "Fakat kızım var ya, resmen belâ mıknatısı gibisin. Daha gelir gelmez ne işler açtın başına. Yemin ederim adam ne söylese haklı... Ne işiniz var sizin Çelik Dağıstanlı'nın masasında... Nasıl açıklayacaksın bunu amcama?"

Sarışın, içten içe hak vermekle birlikte yine de kuzenine ters ters baktı. Öbürü umursamadı bile. Onlar bu şekilde konuşup, dinlenmeye çalışırken, en büyük Dağıstanlı'nın talimatı üzerine iskele boşalmış, geride bir tek Çelik Dağıstanlı kalmıştı. 

"O köpek," diye konuyu değiştirdi Ilgın aniden, "çıldırmıştı sanki."

"Yani?"

"Belki de ilâç falan vermişlerdir..."

"Niye yapsınlar ki bunu?" Kaşlarını çatmış ciddi ciddi düşünüyordu adam, genelde haklı çıkardı kuzeni bu tür şüphelerinde.

"Bilmem... Bir baksan?"

"Tamam... Bakarım..." 

"Boraa." dedi kız başını omzuna yaslarken.

"Nee..."

"Kendine birini bul, düş yakamızdan..." 

"Sizden fırsat kalıyor mu kızım" diye cevapladı yakışıklı iç geçirerek, masada bıraktığı güzel aklına yeni yeni düşerken. 

Dünyadan kopmuş, sırtlarını direğe dayamış öylece oturan ikilinin konuşmalarını kelimesi kelimesine duyan genç adam sakin adımlarla iyice yaklaşarak tepelerine dikildi ve dikkat çekmek için öksürdü bir iki kez. 

"Teşekkür ederim," diye söze girdi nezaketle, içinde köpüren merak dalgalarını ustaca bastırarak, "Ailem ve ben size minnettarız. Çocuklarımızın hayatını kurtardınız."

"Önemli değil..." dedi sarışın, nefesini yeni yeni buluyordu. Şu anda istediği tek şey gecenin başındakiyle aynıydı: Bir an önce buradan gitmek!

Ancak tabii ki de mümkün değildi. Zira, herkes aksine inansa da: "Kim olsa aynı şeyi yapardı," diye yarım ağız konuşmaya katılan kuzeni, elinden tutarak kendisiyle aynı anda onu da ayağa kaldırmıştı, yanı başlarındaki yabancıdan tamamen soyutlanmış şekilde. Genç kadın gayet iyi tanıdığı yüz ifadesinden başına gelecekleri sezmiş,  birazdan uğrayacağı muameleyi bu soğuk ve ukala adamın görmesini asla istemediğinden, kaçmak maksadıyla bir kaç adım atmıştı ki, Bora arkasından gürledi: "Ya buraya gelirsin, ya da hastaneye gideriz!"

Ilgın bulunduğu yerde çivilenip kalırken, diğeri hemen dibinde bitiverdi. Bir yere gitmemeye, dahası peşlerini bırakmamaya kesinlikle niyetli Çelik ise az gerilerinde durmuş onları izliyordu. Ne garip "tip"lerdi bunlar! Üstelik bir değil iki can borçlanmışlardı! 

"Bundan hoşlanmadığını biliyorum, ancak bakmam gerek." diye ikna etmeye çalışıyordu bu sırada Bora kuzenini, itina ve maharetle bedenini baştan aşağı kontrol ederken yumuşak dokunuşlarıyla. Elleri kaburgalarına değdiğinde irkilen genç kadın: "Geçen defa düştüğümde incinmişti, yeni bir şey yok." diye açıkladı. Gecenin bu saatinde herhangi bir hastanenin acilinde sabahlamak istemiyordu zira. 

"Dizlerin önemli değil de kolun fena sıyrılmış, nasıl yaptın?" 

"Önce denizde, sonra da merdivenlerde sürttüm."

"Tetanoz aşın var mıydı senin?" 

Derin derin iç geçirdi Ilgın, iyice bunalmıştı: "Ocak başı yaptırdım. Kafadan iki buçuk senesi var."

"Kötü yaralanmışsın."

"Bana bak Bora, kedi kıçını görmüş yara sanmış. Gerekirse oturur kendi dikişimi kendim atar, yine de hastaneye falan gitmem. Demirden korkan, trene binmez!" diye patladı sonunda genç kadın. 

"Tamam kızım, ne bağırıyorsun!" dedi diğeri muzipçe, bir yandan da kafatasını yokluyordu.

"Ya bırak. Bir şeyim yok işte!" diye silkelenerek kurtuldu ve uzaklaştı Ilgın. Biraz daha çemkirecekti ki, Bora'nın omzunun üstünden artık iyice aşinası olduğu soğuk mavi gözlerin sahibi yüzle karşılaştı. Merak, şaşkınlık ve hatta endişe. Hepsini aynı anda okudu kız. Hayal mi görüyordu yoksa gülmüş müydü o nemrut? Sinirle gözlerini takıldığı yerden çekti ve kuzenine çevirdi, fakat o an aklına gelenle, söyleyeceklerinin mahiyeti tamamen değişiverdi: "Esmer!" dedi endişeyle, "Bora, esmer nerede?"

"Meraklanma. O iyi..." dese de: "Sanırım..." diye devam etti tereddütle genç adam.

"Ne demek sanırım!"

"Yahu, sağlam iki atışla, köpeği indirdi işte. Gayet iyi görünüyordu. Ancak yanına gidemeden, o küçük kızı yakalamam gerekti."

"E, nerede şimdi?" diye sordu Ilgın, gerçekten de merak etmişti arkadaşını. "Onu bulmalıyız!"

"Sen değil, ben bulurum."

"Ne duruyorsun gitsene!" 

Aslında Neyir'in de kontrolden geçmesi gerekiyordu. Fakat Ilgın'ı da bırakmaya gönül razı gelmiyordu, böylesi hırpalanmış haldeyken. Ne yapacağını bilmez bocalayıp dururken arkadan yükselen sesle irkildi kuzenler. Çelik Dağıstanlı'nın varlığını tamamen unutmuşlardı.

"Siz gidin, Neyir Hanım'a bakın. Ben Ilgın Hanım'la ilgilenirim." diyordu genç adam itiraz kabul etmez şekilde. Neler döndüğünü öğrenmeye kesin kararlıydı ve en iyi yolunun da, tüm olayların odağındaki bu çatlak kadına yakın durmaktan geçtiğine kanaat getirmişti. 

Bir anlığına tereddüt geçiren Bora, parçalara ayrılamayacağına, aynı anda hem Ilgın'la ilgilenip, hem de Neyir'i arayamayacağına, köpeğe bakamayacağına göre biraz yardım almakta sakınca bulunmadığına karar verdi hemen akabinde. Battı balık yan giderdi nasılsa. Öyle de böyle de fena hesap soracaktı amcası, bari iş görülsündü. "Anlaştık" diye kısaca onayladı öneriyi ve plâja yöneldi.

"Bora," diye seslendi ardından mahzunca bu sırada genç kadın, "topuklularımı da bul lütfen."

Hızlanan adımlarla uzaklaşan kocaman bir kahkaha gökyüzüne yükselirken, Çelik hayretle bakıyordu yanındaki sarışına.



Bölüm 4: Gel O Zaman!

Continue Reading

You'll Also Like

66.3K 8.3K 86
Yalan.... Yalan söylemenin en büyük sebebi korkaklıktır. Peki gerçekten de en büyük sebep korkaklık mıydı? Begüm ve Doruk #yalancı 1. sırada (10.06...
11.8K 1.7K 50
Garsonun getirdiği bir notla nikâh masasında terk edilen güzel gelin, tüm erkeklerden intikam almaya yemin etti. Kapak tasarımı: @zehrihan_
13.8K 841 47
Kırıldım, Sevdiğim adam beni paramparça etti dedi kadın.. Adam korkuyorum diye cevap verdi.. Bütün sevdiklerimi kaybettim. Bir kırgın kadın bir korka...
48.9K 3.1K 75
"Bir kız düşünün... Henüz 17 yaşında. Bir kız düşünün... Olabileceğinden fazla olgun, fazla güçlü, fazla yıpranmış. Bir kız düşünün... Anne ve babası...