Not: Üçüncü Göz düzenli olarak dört günde bir yayımlanacaktır.
Özet: Lobsang'ın değişik güçleri Mert'i şaşırtır. Geçidi kapatma konusunda yardım etmek isteyen Lobsang, geçidi kapatmayı başarır. Fakat bedeni ortadan kaybolmuştur. Asfanit'te Lobsang'la karşılaşan Mert, çocuğun ölmediğini öğrenir. Mert, Kang Ho'dan kızıyla evlenmek için onay ister ve onayı alır.
*** Yeni Bölüm ***
Lobsang'ın kayboluşunun ve hissettiğim kötülüğün üzerinden bir hafta geçmişti. Asfanit'e defalarca gitmeme rağmen, bir daha Lobsang'ı görmedim. Tenzin'e kötü haberi vermek zorundaydım. Onu bana emanet etmişti ama ben bir çocuğa sahip çıkamamıştım.
Tapınağı düşünüp geçiş yaptım. Tenzin'i odasında düşünceli bir şekilde buldum.
"Selam dostum."
"Selam Mert, hoş geldin" dedikten sonra bana dikkatle bakmaya başladı. "Sen de bir farklılık var."
Tenzin auramı görebiliyordu. Lobsang'ı kaybettiğim için duyduğum suçluluğu seziyor olabilirdi.
"Aslında ben de sana kötü haber vermeye gelmiştim. Lobsang kayboldu."
"Lobsang mı? O kim?"
Tenzin bana Lobsang'ı tanımadığını söylediğinde şaşırmıştım. Şaka olamayacak kadar ciddi bir ifade ile sormuştu.
"Sen ciddi misin? Bir hafta önce bizi sen tanıştırmıştın."
"Üzgünüm Mert, kafam karıştı. Tanımadığım birisiyle seni nasıl tanıştırmış olabilirim?"
"Tenzin! Lobsang'ı nasıl hatırlamazsın. 12 yaşında çift cinsiyetli ve olağanüstü güçleri olan çocuk."
Tenzin bana üzgün bir şekilde bakmaya başladı. "Mert sanırım büyük bir stres altındasın. Üstelik auran kararmış."
Garip konuşmaya devam edemeyecek kadar canım sıkılmıştı. Yine delirdiğimi düşünüyordum. Aklım karmakarışık olmuştu. Veda bile etmeden oradan ayrıldım. Doğruca Yu-Mi'yi bulmak için Kang Ho'nun binasına geçtim.
Sekreter Park beni görünce kibarca durdurdu. "Üzgünüm Kang Ho Ssi müsait değil efendim."
"Yu-Mi burada mı?"
"Hayır Mert Ssi. İsterseniz kendisini aradığınızı söyleyeyim."
"Gerek yok" dedim. Koltuğa oturup, telefonumdan Yu-Mi'nin numarasını aradım. Tam cevap vermişti ki Kang Ho'nun kapısı açıldı. İçeriden Dr Jung ile birlikte Kang Ho çıktı. Aniden sinirim tepeme çıkmıştı.
Bu katilin rahatlıkla Güney Kore'de dolaşması nasıl mümkün oluyordu? Ayağa fırlayıp Jung'ın yakasına yapıştım.
"Sakin olun Mert Ssi" diyen Kang Ho araya girip beni engelleme çalıştı.
"Bu katili mi savunuyorsunuz" diye bağırdım. "Do Hyun'u ne çabuk unuttunuz. Çabuk ajanları çağırın."
Jung benden kurtulmaya bile çalışmıyordu. Sadece gülümsüyordu.
"Sırıtma katil. Suçların cezasız kalmayacak."
Ajanlar koşup geldiğinde rahatladım. En azından kaçma şansı olmayacaktı. Yanımıza ulaşan ajan ellerimi Jung'ın üzerinden çekti.
"Lütfen sakin olun Mert Ssi. Dr Jung'ı rahat bırakın."
"Siz de mi onun tarafındasınız" diye ajana şaşkınlık içinde bağırdım.
"Kendisi dokunulmazlık anlaşması imzaladı. Başbakanın emriyle ülkemizde özgürce dolaşabiliyor."
Başbakanın böyle bir şey yapmasına anlam verememiştim. Jung'ı orada bırakıp Başbakanla görüşmeye karar verdim. Daha önceki samimiyetimize binaen kendisini aradım. Özel kalemi müsait olunca bana haber vereceğini söyledi.
Şu anda burada kalmam mümkün değildi. Aksi halde Jung'ı fena bir şekilde dövebilirdim. Sinirle oradan ayrılırken Yu-Mi ile karşılaştım. Sekreter Park aramış olmalıydı. Yakında olduğu için şanslıydım. Ancak Yu-Mi ile konuşursam sakinleşebilirdim.
Babası Yu-Mi'ye Korece bir şeyler söyledi. Anladığım kadarıyla beni götürmesini ve sakinleştirmesini istiyordu. Zaten ben de bunu istiyordum. Yu-Mi koluma girip beni binadan çıkarırken direnmedim.
"Buna inanabiliyor musun? Başbakan Do Hyun'un katiline dokunulmazlık vermiş."
"Ben de duyunca şok oldum Mert ama bir sebebi olmalı."
Bir yere oturana kadar konuşmadık. Yu-Mi ikimize kahve söyledi. "Aslında ben de seni arıyordum" dedim.
"Ne için?"
"Lobsang ile ilgili garip bir şeyler oluyor."
"Lobsang kim?"
Yu-Mi de hatırlamıyordu. İyice aklımı kaybettiğimden şüphelenmeye başladım.
"Tenzin de, sen de onu hatırlamıyorsunuz ama ben çok net hatırlıyorum. Sizi bir hafta önce tanıştırdım. Geçidi kapatmama yardım ederken ortadan kayboldu."
"Belki de hiç var olmadı" dedi Yu-Mi.
"Sence ben delirdim mi?"
"Hayır, onu demek istemedim. Fakat bazen senin olmayan şeyler görmen bana garip gelmiyor. Bizim göremediğimiz yaratıkları görebiliyorsun."
Haklıydı. Kâbuslar Kraliçesi, cinler ve ölmüş insanların ruhları ile konuşuyordum. Fakat Lobsang insandı ve onu kesinlikle görmüşlerdi.
Lobsang ile ilgili konuyu şimdilik bırakmaya karar verdim. İnsanların delirdiğimi düşünmesini istemiyordum. Yu-Mi ile havadan sudan konuşup biraz gerginliğimi azalttım. Ona Türkiye'ye gidip ailemle tanışmak ister mi diye sordum.
"Çok isterim Mert. Fakat onlar beni kabul ederler mi?"
"Edecekler canım merak etme. Fakat bir sorun çıkabilir."
"Ne gibi?"
"Dinimizde Müslüman olmayan bir kadınla evlenmek ile ilgili bazı kurallar var. Senin Budist olman bizim evlenmemize engel."
"Benden dinimi değiştirmemi mi istiyorsun?"
"Evet canım."
Yu-Mi'nin yüzü asılmıştı. Atalarının dinini terk etmesini istemekle onu şaşırtmıştım.
"Tek yol bu mu? Değiştirmezsem benimle evlenmez misin?"
"Evlenemem canım. Dinimizin bu konuda hükümleri var. Fakat şöyle bir şey önerebilirim. Sana dinimizin kutsal kitabının İngilizcesini getireyim. Önce bir oku. Sonra bana kararını söyle. Ben de kararına saygı göstereceğim."
"Peki, okumaktan zarar gelmez. Ezbere din değiştirmek olmaz."
En azından bir şansım olacaktı. İnanıyordum ki Kuran-ı Kerim'i tarafsız gözle okuyan birinin ondan etkilenmemesi mümkün değildi. Eğer kaderimde Yu-Mi ile evlenmek varsa, Allah onun kalbine hidayet verirdi.
Kahvelerimiz bittikten sonra kitapçıları dolaştık. Sonunda İngilizce Kuran-ı Kerim bulunca, satın alıp Yu-Mi'ye hediye ettim. Okumaya söz vererek bana veda etti.
Ben de otel odama döndüm. Bir kez daha Asfanit'e gidip Lobsang'ı bekleyecektim. Orada zaman geçmediği için gerekirse sonsuza kadar bekleyebileceğimi düşündüm.
Yatağa uzanıp astral çıkış yaptım ve Asfanit'e geçtim. Kendime bir oda oluşturup koltuğa oturdum.
Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum ama yanımda Lobsang belirince beklediğime değdiğini düşündüm.
"Hiç gelmeyeceğini düşünüyordum."
"Böyle düşünsen beklemezdin" diye cevap verdi.
"Seni benden başka kimse hatırlamıyor. Neden?"
"Çünkü ben zamanda kayboldum. Ara boyutta sıkıştım. Tanıştığım insanlar için onların zamanında hiç var olmadım."
"Kafam karıştı. Peki ben seni nasıl hatırlıyorum?"
"Çünkü sen ve ben benzeriz."
"Bunu sürekli söylüyorsun ama anlayamıyorum."
"Bir gün anlayacaksın. Gelecekte yine karşılaşacağız."
"Ne demek istiyorsun" dedim panikle. Sanki şimdiki zamanda bir daha görüşmeyecekmişiz gibi konuşuyordu."
"Daha fazlasını açıklayamam. Seni seviyorum" diyerek bana sarıldı ve ardından kayboldu.
Kalbimde büyük bir acı hissettim. Sanki bir parçamı kaybetmiş gibiydim. Odamdaki bedenime döndüğümde aralıksız olarak ağlamaya başladım. Sakinleşene kadar göz pınarlarım kurumuş olmalıydı. Bir kez daha sevdiğim birisini kaybetmiştim.
Kang Ho cihazını yeniden yaptığında, Hacı Anne'den cihazı koruma görevini bırakmak için izin isteyecektim. Artık sakin bir hayat sürmek istiyordum. Yu-Mi ile evlenmek ve Lobsang gibi güzel bir çocuğa sahip olmayı hayal ediyordum.
Jung'ın rahat durmayacağını biliyordum. Bu yüzden o bir şeylere kalkışmadan önce Ji Won'u ziyaret edip, Jung'a karşı neler yapabileceğimi öğrenmek istiyordum.
Telefonum çaldığında bakmadan açtım.
"Mert Ssi, Başbakanın makamından arıyorum. Sizi iki saat sonra göreceğini söyledi."
"Teşekkürler, orada olacağım" dedim. Başbakanın gerekçesi ne olursa olsun bir katili bırakması doğru değildi. Bunu kendisine çok net ifade etmeye karar verdim.
-DEVAM EDECEK-
Yayımlanma tarihi: 18.03.2016
Kelime sayısı:1004