Not: Son bölümdeki olayı, Mert'in Kang Ho ile ilk karşılaştığında gördüğü görü zannedenler çoğunlukta. Hatırlayacağınız gibi o görüde Dr.Jung da vardı.
Özet: Mert Yu-Mi ile buluşur. Konuşurlarken daha önce babasının hafızasını kazanmasına yardımcı olduğunu öğrenir. Aynı yöntemle kendisinin de düzeleceğini düşünür. Arif'i bulamaz yerine Cemile'den yardım ister. Hafızasını geri kazanınca Kang Ho'yu ziyarete gider. Kang Ho silah çıkarınca Yu-Mi Mert'i korumak için öne atılır ve vurulur.
*** Yeni Bölüm ***
Yu-Mi hızla atılıp önüme geçti. Kurşun bana ulaşmadan Yu-Mi'ye saplanmıştı. Adam elindeki silahı atıp hızla kızına doğru koştu. Kanlar içindeki kızı kucağına alıp ağlamaya başladı.
Ben hâlâ donmuş bir vaziyette ayakta dikiliyordum.
Kang Ho benimle tokalaşıyordu.
"Hoş geldiniz Mert Ssi. Kazadan sonra hafızanızı kaybettiğiniz doğru mu?"
"Evet ama ..." diye başladığım cümlem yarıda kesildi. Biraz önce gördüğüm şeyin bir görü olduğunu yeni anlıyordum. Yan tarafıma döndüğümde, Yu-Mi'nin bana gülümsediğini gördüm.
"Bir sorun mu var?" diye soran Kang Ho'ya döndüm. "Evet bir sorun var. Neden ölmemi istiyorsunuz?" diye sordum.
Yu-Mi beni kolumdan çekerek, "ne demek istiyorsun Mert? Babam seni neden öldürmek istesin ki?" dedi.
"Ben de bunu merak ediyorum Yu-Mi" diyerek adama baktım. Üzerinde silah olduğunu biliyordum. Hızla arkasına geçtim ve belindeki silahı almak için ceketini kaldırdım. Fakat silah yoktu ve ben kendimi aptal gibi hissediyordum.
Yu-Mi ve Kang Ho'nun bana delirmişim gibi bakması işleri kolaylaştırmıyordu.
"Ben-ben özür dilerim. Sanırım, henüz tam olarak iyileşmemişim" diyerek otel odama geçiş yaptım.
Yu-Mi'yi orada bıraktığım için üzgündüm ama olanları anlayana kadar ona bir açıklama yapamazdım. Görüm beni yanıltmıştı. Hayal gücüme dayalı bir görüyü gerçek zannetme hatasına düşmüştüm. Zihnin henüz kendini toparlayamamış olmalıydı.
Kang Ho'nun beni öldürmek için ne gibi bir sebebi olduğunu düşündüysem de bir şey aklıma gelmedi. Üstelik olmayan bir silah hayal edip Yu-Mi'yi vurduğunu görmüştüm. Yu-Mi'nin, benim için öleceği kehanetini banyodaki aynada gördüğümden beri, o olayı düşünmemiştim.
Fakat görümde, Yu-Mi'nin beni korumak için merminin önüne atılması çok gerçekçi gelmişti. Teykel serbest olsa, onun bir oyunu olacağını düşünürdüm ama son savaşında yakalanıp hapsedilmişti. Kâbuslar Kraliçesi de olamazdı, onun da hapsedildiğini biliyordum.
Başka kim olabilirdi?
Kang Ho'ya karşı büyük bir kabahat işlemiştim. Yanına gidip özür dilemeliydim. Gerçekten görümdeki gibi cihazın planları sayesinde yenisini yapabileceğine inanıyor muydu?
Yu-Mi'yi arayıp nerede olduğunu sormaya karar verdim. Önce onunla konuşup özür dilemeliydim. Telefon çalıyordu ama Yu-Mi'den cevap yoktu. Bana kızgın olabileceğini düşündüm. Sonra konuşmaya karar verip yatağıma uzandım.
Biraz uyumak istiyordum. Huzursuz bir uyku bile olsa, gerçeklerden kaçmak için razıydım. Gözlerimi kapatıp beklemeye başladım. Sanki uykunun aniden gelip beni içine almasını görmek istiyordum. Fakat gelen giden yoktu.
Uzun bir süre sonra gözlerimi açmaya karar verdim. Uyuyamayacağımı anladığıma göre belki başka bir şeyler yapardım. Yataktan doğrulduğumda Teykel'i karşımda buldum. Bana şeytani bir sırıtışla bakıyordu.
"Beni görmeyi ummuyordun değil mi insan?"
"Sen hapsedilmiştin" dedim şaşkınlıkla.
"Hiçbir hapishane beni sonsuza kadar tutamaz. Şimdi eski hesapları kapatma zamanı" dedikten sonra eliyle bir işaret yaptı. Yanında dört tane cin daha belirdi. Yu-Mi'yi aralarına almışlardı.
"Yu-Mi!"
"Merak etme yaşıyor, şimdilik. Onu karım yapacağımı söylemiştim. Son bir defa görüşüp vedalaşın."
"Yu-Mi iyi misin?" diye aptalca bir soru sordum. Kız korkudan etrafa deli gibi bakışlar atıyordu. Hangi insan böyle bir durumda mantıklı kalabilirdi ki?
"Mert kurtar beni, bu şeylerden korkuyorum."
"Şeyler mi? Seni eğitmem gerekecek insan" diyen Teykel, sert bir şekilde kıza vurdu. Yu-Mi acıyla inlerken cin keyifle gülüyordu. Üzerine atlamak için yerimden fırlamak istedim ama ayaklarım yere yapışmış gibiydi.
Hareket edemiyordum. Aklıma korunma duası geldi. Hatırlamaya çalışarak birkaç kelime mırıldandım ama ağzımdan dua yerine tavuk gıdaklaması benzeri sesler çıktı.
Teykel göbeğini tutmuş katıla katıla gülüyordu. İşin enteresan tarafı, Yu-Mi de Teykel'e katılmış bir şekilde kahkaha atıyordu. Bütün bu delice şeyler çok saçma geliyordu. Bir an kâbus görüyor olabileceğim aklıma geldi.
"Kâbuslar Kraliçesi! Bunu yapan sen misin?" diye bağırdım. Tutsak olması gerektiğini biliyordum ama böyle bir kâbusu ondan başkası oluşturamazdı.
"Biraz geç oldu ama sonunda anladın" dedi karşıma çıkarak.
"Sen nasıl serbest kalabildin?"
"Her yaratılanın, bir yaratılma sebebi vardır. Benim sebebim de insanlara kâbus gördürmek. Bu yüzden beni fazla tutamadılar."
"Yine bana musallat olmaya karar verdiğine göre akıllanmamışsın."
"Merak etme bu sadece geri döndüğümü bilmen için bir uyarıydı. Sen bana karışma, ben de sana ve ailene karışmayayım."
Ailemden bahsedince aklıma babam geldi. "Anlaşmamız bitti, astral seyahate çıkacağım ve sen buna engel olamazsın."
"Sorun değil. O zamanlar Teykel'in isteği üzerine böyle bir anlaşma yapmıştık."
Teykel'in beni aradan çıkarmak için Kâbuslar Kraliçesi'ni kullanması mantıklıydı. Şimdi anlaşma ortadan kalktığına göre, ailem için endişe etmeden astral seyahat yapabilecektim.
"Hoşça kal yakışıklı" diyen Kraliçe kayboldu, ben de uykudan uyandım. Teykel'in gerçekten serbest kalmadığını anlayınca çok rahatlamıştım. Artık uyumak istemiyordum.
Aklıma Tenzin geldi. Tapınağa geçiş yapıp dostumu ziyaret etmeye karar verdim.
Birkaç öğrenci benim avluda belirdiğimi görünce, artık alıştıkları için yanıma gelip selam verdiler. Tenzin beni görünce bana doğru gelmeye başladı.
"Selam dostum, ne güzel bir sürpriz."
"Selam Tenzin. Seni özledim, uzun zamandır görüşmüyorduk."
"Aslında ben de seni görmek istiyordum. Yeni bir öğrencim var ve olağanüstü olduğunu söyleyebilirim. Sizin tanışmanızı istiyorum."
"Elbette" diyerek yolu göstermesini bekledim. Yeni öğrencilerin eğitim aldığı salona gelince, Tenzin eğitmeni yanına çağırıp bahsettiği öğrenciyi yollamasını istedi.
"Öğrencim gelmeden önce söylemem lazım Mert, bu gelen genç bir Hermafrodit."
"O ne demek bilmiyorum dostum."
"Hem kadın hem erkek cinsiyet organlarını barındıranlara denir."
İlk defa böyle bir şey duyuyordum. Açıkçası tam anlamamıştım. "Yani bu öğrencin hem kız, hem erkek mi?"
"Onun gibi bir şey. Biliyorsun biz kızları eğitmiyoruz ama onu reddedemedim. Buda onu kutsamış ve çok güzel yetenekler vermiş."
Öğrenci yaklaşırken kazınmış kafasına rağmen, kız mı erkek mi olduğuna karar verememiştim. Hem güzel yüzlü, hem de güleçti.
"İngilizce bilmez, o yüzden ben tercüme edeceğim."
"Gerek yok" dedi öğrenci İngilizce.
"Fakat sen İngilizce bilmiyordun?" diye şaşırdı Tenzin.
"Daha önce ihtiyacım olmamıştı" dedi. Aklıma Arif gelmişti. İhtiyacı olduğunda Korece konuşmaya başlamıştı. Bu çocuk kesinlikle özeldi.
"Adın ne?"
"Adım Lobsang. 5.Dalai Lama'nın reenkarnasyonunun adını vermişler."
"Memnun oldum Lobsang, benim adım Mert."
Çocuk bana uzun uzun baktıktan sonra, "birbirimize benziyoruz" dedi. Bahsettiği benzerliğin fiziksel olmadığını hissettim.
"Yalnız olmadığımı bilmek güzel" dedi. Fakat bu sözleri söylerken dudakları oynamamıştı. Telepati yeteneği vardı.
"Tenzin, bu genci eğitebileceğini sanmıyorum" dedim.
"Ne demek istedin?"
"O sizin ulaşmak istediğiniz noktaya sizden önce varmış. Eğer kabul ederse, benimle gelmesini istiyorum" dedim.
Tenzin şaşırmıştı. Bir Lobsang'a baktı, bir bana baktı. "Karar ona ait" dedi.
"Olur" dedi çocuk. "Eşyam yok, ailem yok. Hemen gidebiliriz" dedi.
Tenzin'e gülümseyip sarıldı. "Teşekkürler üstadım, artık yalnız olmayacağım" dedi. "Giderken veda niyetine bir hediye" diyerek kollarını açtı ve kendi etrafında bir tur attı. Çevremizdeki tüm çiçekler ve ağaçlar, çiçek açarak ortama güzel kokular saldı.
Böyle bir şeyin mümkün olabileceğini bile bilmiyordum. Lobsang'a şaşkınlıkla bakarken elimi tuttu.
"Artık gidebiliriz" dedi.
-DEVAM EDECEK-
Yayımlanma tarihi:23.02.2016
Kelime sayısı: 1076