H4N // sekai

By hunfornini

650K 52.2K 31.5K

Hun for Nini Biliyorum sen de üzüldün ama ben bittim artık, mahvoldum. Beni sen mahvettin demiyorum ama mahvo... More

0 - Düğünümsü (?)
1 - Tanışma Kavuşma Evlilik Teklifi
2 - Peynir ile Yenen Akıl ve Fikir
3 - Bir Sen Bir Ben Bir de Mont
4 - Sehun Kim ki Zaten?
5 - Senin Benimle Zorun Ne Sevgilim?
6 - Ateş Oku vs Kayan Yıldız
7 - Sakin Değilim Çünkü Neden Olayım?
8 - Çok Güzelsin
9 - Seksen Yedi Ay Taksit
10 - Derpresyon
11- Yarın Görüşürüz
12- Gergedan
13 - Düğün
14 - Şampanyalar ve Şarkılar
15 - Ev
16 - Acı
17 - Fred'in Ölümü
18 - Bozar mı Sandın Acılar?
19 - Hoşuna mı Gidiyor? Beni Deli Ediyor
20 - Parmak Uçlarında Yüksel
21 - Acımasız Olma Şimdi Bu Kadar
22- İlginç Yöntemler
23 - Gerçekten İyi mi Geceler?
24 - Kasırga
25 - Akşamlar Böyle Biter
26 - Neden Ağlıyorsun?
27 - Doğum Günün Kutlu Olsun
28 - Beyaz Öküz
29 - Ecel
31 - Nefes Alamıyorum
32 - Geceyi Güneş Siler Beni Senin Hasretin
33- Kuşları Anladım da Senin Kanatların Yok Nasıl Uçtun da Gittin
34 - Seni Sevmeyi Ağır Ödüyorum
35 - Gel Benim İçin Değil Yemin Ederim Değil
36 - Bu Akşam Ayrı Bir Hoşsun Sanırım Sarhoşsun
Final - Bitti mi Hikayemiz?
- Savaş(M)a Seviş

30 - Git. Git. Git..(me)

21K 1.4K 994
By hunfornini

Bölüm Şarkısı : Sezen Aksu - Git

Bir sorun olduğunu ya da şöyle demek daha uygun olacaktır; her şeyin bir çeşit kandırmaca, her mutluluğun birkaç katı acı, düzeltilmeyecek ve asla geri döndürülemeyecek şeyler olduğunu o sabah fark ettim. Aynı zamanda uzun zamandır ağlamadığımı ve bunun sebebinin ortada ağlanacak bir şey olmaması değil de ağlamak istemememden kaynaklı olduğunu da. Ortada ağlamamı gerektirecek binlerce sebep vardı, özellikle o sabah, ağlamam gerekliydi. Ama ben ağlamam gereken hiçbir yerde ağlamadığım için kupkuru gözlerle önümdeki boşluğa bakıyor ve kelimeleri aklımda bir araya getirmeye çalışarak mantıklı bir şeyler söylemek için uğraşıyordum.

Ve bu uğraş ağzımı birkaç defa açıp tekrar kapatmam dışında hiçbir sonuç vermiyordu. Dışarıdan nasıl göründüğümü bilmiyordum fakat içim tamamen perişan haldeydi. İçimde dönüp duran her bir duygu beni mahvediyordu, düşünüp durmaktan kendimi alamıyordum. Aklım koca bir düşünceler havuzuydu ve ben orada boğuluyordum. Kötü olan her anımı 'işte bu en kötüsü' diye adlandırmamın cezasını çekiyor gibiydim çünkü o an daha önceki kötü anlarımı ezip geçiyordu.

"Lütfen." dedim sonunda, onca düşünceye rağmen ağzımdan çıkan tek şey bu çelimsiz yalvarış olmuştu. Her şey o kadar çok üst üste gelmişti ki kendimi yorgun hissediyordum. Belki de konuşmama engel olan şey buydu.

"Sehun..." Jongin'in sesini duymak gözlerimi boşluktan çekmeme neden oldu, ona döndüğümde üzerimde olan gözleri karşıladı beni. İyi görünmüyordu, o an kesinlikle iyi görünmüyordu. "Yapamayız," dedi kısık bir sesle. "biliyorsun."

"Jongin," derin bir nefes alıp bir kere daha aklımdaki düşünceleri toparlamaya çalıştım. "Lütfen bizimle kalmasına izin vermelisin. Bunu benden bekleme, onu bırakamam."

Ve ona verdiğim sözü bir kere daha tutmamazlık edemezdim, bunu Jongin'e söylemedim. Onun yerine kahrolmaya devam ederek Jongin'in bir şeyler söylemesini, beni onaylamasını ya da bir şekilde beni teselli etmesini bekledim. Bunların hiçbiri olmadı, Jongin önce derin bir nefes aldı ardından kafasını hayır dercesine iki yana sallayıp gözlerini gözlerimin içine dikti.

"Taemin bizimle kalamaz Sehun."

Taemin'in annesini kaybetmek onun nerede kalacağıyla ilgili soruları da beraberinde getirmişti. Aslında en başından benimle kalacağına, onu büyütebileceğime emindim. Fakat o sabah dediğim gibi sorun olmadığını düşündüğüm her şeyin aslında kocaman bir sorun olduğunu fark ettim. Jongin'in de Taemin'i kabul edeceğine o kadar çok emindim ki o sabah nöbetten eve dönerken yanına getirdiği iki sosyal hizmetler görevlisi tüm düşüncelerimde yanıldığımı göstermişti. Her şey kesinleşmişti, Taemin'i götüreceklerdi ve ben bunu ancak o sabah öğreniyordum.

Aslında önünde sonunda böyle bir şey olacağı barizdi fakat Taemin'in bizimle kalacağı fikrini öylesine benimsemiştim ki onu almaya geleceklerini hiçbir zaman düşünmemiştim. Bir süre bizimle kalır ardından da evlatlık işlemlerini başlatırız diyordum kendi kendime, onunla olmaya alışmıştım ve o da bizimle olmayı seviyordu. İkimizin de ona bakmak için yeterli maddi kaynağı vardı, üstelik Jongin nüfuzlu bir doktor olduğu için bu çok daha kolay olacaktı. Tüm bunlar düşündüğüm şeylerdi, o sabah olansa Taemin'i almak için iki hiç tanımadığım insanın evime gelmesiydi. Üstelik Jongin onları durdurmak için hiçbir şey yapmıyordu ve ben bu düşünceyle çıldırmak üzereydim.

"Hayır." dedim inkar etmeye çalışarak, içimde çığlık atmak gibi anlamsız bir istek vardı. "Onu gönderemem, onu hiç bilmediği bir yere tamamen yapayalnız kalsın diye gönderemem."

"Yalnız olmayacak Sehun." Jongin'in ters çıkan sesi içimdeki yangını iyice körükledi, kafamı ellerimin arasına gömüp bir şekilde bir yol bulabilmek için kendimi zorladım. "Orada onun gibi bir sürü çocuk olacak, ona bakacaklar, ona bizden daha iyi bakacaklar."

"Hayır, yapamayız." derken sesimdeki çaresizliği ben bile hissetmiştim. Kafamı kaldırıp ellerimi dizime yerleştirdim. O kadar gergindim ki dizimi sallayıp duruyordum, "Hayır, hayır, hayır. Anlamıyorsun." gözlerimi Jongin'e çevirdim tekrar, bu defa kafasını önüne eğmiş olan oydu. "Bizden başka hiç kimsesi yok, anlamıyorsun, zaten tüm ailesini kaybetti, ona yeni bir aile olabiliriz Jongin. Lütfen, sadece izin ver, onu alabileceğini biliyorum. Hiç kimse bir ailesi olmadan yeterince iyi büyüyemez."

Çaresizliğin yanında getirdiği şeylerden biri de koca bir panik dalgasıydı. Yerimde duramıyor ve sürekli hareket etmek istiyordum, sanki böylesi çok daha kolay olacaktı, ben hızlı hareket ettikçe zaman da hızlı ilerleyecek ve bu çıkmazdan çıkacaktım. Elbetteki öyle olmuyordu, bunun bilincindeydim. Yine de kendime engel olamıyor, sürekli kıpırdayıp durmaktan kendimi alamıyordum. Ayağa kalkıp odanın içinde öylesine hızlı adımlar atarken bunun bir an önce bitmesini istedim, Jongin'in beni bu çıkmazdan tutup çıkarmasını.

"Onun için iyi bir aile olacağımızı düşünme Sehun." Jongin'in sesi oldukça bezmiş çıkıyordu, ona dönüp koca bir yumruk savurma isteği doldurdu içimi.

"Elbette iyi bir aile oluruz." dedim bağırarak, kendime engel olamamıştım. "Onu seviyoruz, onu merak ediyoruz, onunla ilgileniyoruz. Jongin bunu yapabiliriz."

"Yapamayız." sesi o kadar keskin çıkmıştı ki duraksadım. "İkimiz de tüm gün işteyiz, akşam döndüğümüzde nefes alamayacak kadar yorgun oluyoruz, ya ikimiz de aynı gün nöbette olursak o zaman ne yapacağız."

"Xiumin bakabilir." bir an nefesimi tutup Jongin'den bir tepki vermesini bekledim, bezmiş bir ifadeyle tekrar kafasını iki yana salladı.

"Jongin, lütfen." dedim bir kere daha, "Ciddiyim, Xiumin'den ona bakmasını isteyebiliriz. Biz yokken o bakar, biz geldiğimizde ise ben hallederim. Söz veriyorum, seni rahatsız etmemesi için elimden gelen her şeyi yaparım."

"Xiumin'den bunu yapmasını mı isteyeceksin? Kendi hayatı ne olacak peki?"

"Tamam." dedim yeni bir fikir düşünmeye çalışarak. "O zaman bakıcı tutarız, biz işteyken bizim için ona bakar, yeterince iyi birini buluruz ve.."

Jongin elini kaldırıp susmamı sağladı, nefessiz kaldığımı fark ettim. "Onu bir bakıcıya bırakıp gidecek miyiz? Sehun bunun gideceği yerden ne farkı var? Bak koruyucu ailesi olabiliriz, hafta sonları onu alırız. Onun dışında Taemin'i tamamen almamız imkansız anla artık!"

"Onu bırakamam." dedim bağırarak, artık sınıra dayanmış gibi hissediyordum. "Jongin onu bırakamam sen de bunu anla artık, onun için iyi bir aile olabilecekken onu bırakamam."

Jongin bağırmamdan rahatsız olmuş gibi kaşlarını çattı, eskiden yüzünden asla eksik olmayan sert ifadesi tekrar yerine oturmuş. "Ona iyi bir aile olabileceğimizi mi düşünüyorsun?" dedi ters bir ifadeyle. "Ona bakabileceğimizi mi düşünüyorsun? Sehun biz daha kendimize bakamıyoruz! Sadece bir hafta bir şekilde normal davrandık diye bunun sonsuza kadar süreceğini düşünemezsin, hala aşmamız gereken sorunlar var ve bunu yaparken kendimizle birlikte onu da yıpratamayız. Anlamıyorsun Sehun, ona iyi bir aile olamayız çünkü biz bir hala bir çift, bir aile olamadık."

Jongin her ne kadar haklı da olsa aklım bunu inkar etmek istiyordu, hiçbir sebep Taemin'i bırakmam için yeterli değildi. Onu tek başına, tamamen savunmasız bir şekilde bırakamazdım. Bunun yerine içime kızgın bir demir çubuk sokmayı tercih ederdim.

"Bu sorun olmaz." dedim, bu defa sesim içimdeki tüm karmaşaya ters bir şekilde durgun çıkmıştı. "Halledebiliriz, bizimle olması yeter."

"Bir aileye sahip olması demek harika bir hayat yaşayacağı anlamına gelmiyor Sehun, sırf bir ailesi olacak diye onu berbat bir tanesine mahkum bırakamazsın. Bunun nasıl hissettirdiğini bilmiyorsun!"

Birkaç adımda Jongin'in yanına ulaşıp gözlerinin içine baktım. Bana inanmasına ihtiyacım vardı. Taemin'e bakabilirdim, buna inanıyordum, o da bana inanmalıydı.

"Onun için elimden gelen her şeyi yapacağımı biliyorsun." dedim fısıldayarak, neden fısıldadığımı bile bilmiyordum, yüksek sesle konuştuğum an Jongin tamamen konuşmayı bitirecekti sanki. "Sadece izin ver, Jongin lütfen."

"Hayır!"

Sesi o kadar keskin çıkmıştı ki bir bıçak olsaydı tüm bedenimi paramparça edebilirdi, boğazıma kadar gelen inlemeyi yutup gözlerimi kapatmamak için büyük bir uğraş verdim, acının tüm yansımalarını bedenim açığa çıkarmak üzereydi.

"Neden?" dedim bağırmama engel olamayarak, ani değişimlerimden bir anda korktuğumu hissettim ve bu korku Taemin'i kaybetmenin korkusuyla muhteşem bir uyum yakaladı. "Nesi bu kadar zor, neden bir kere olsun tamam demiyorsun. Neden her seferinde beni mahvetmenin bir yolunu buluyorsun?"

Cümlem biter bitmez Jongin'in yüzündeki kızgın ifadeyi fark ettim. İkimiz de bir anda tamamen kendimizden geçmiş gibiydik. Kavga her saniye daha da alevlenme potansiyeline sahipti ve biz bu yetmezmiş gibi onu körükleyip duruyordu.

"Çünkü elinden gelen hiçbir şey onun için yeterli değil!" dedi ellerini sinirle saçlarından geçirip, ateş saçan gözlerini birkaç saniyeliğine başka yere çevirip ardından tekrar bana döndü. "O kadar inatçısın ki hala anlamamakta ısrar ediyorsun, ona bakacak kadar iyi değiliz. Daha dört yaşında ve bundan çok daha fazlasına ihtiyaç duyuyor, tanrı aşkına yemek yapmayı bile bilmiyoruz biz, her gün pizza yedirerek mi çocuğu büyüteceğiz, hafta sonları yataktan çıkamıyoruz ikimiz de. Sadece birkaç hafta bunu yapmaya mecbur kaldın diye tüm hayatını değiştiremezsin." alaycı bir gülümse bırakıp kafasını iki yana salladı. "Sırf öpüşeceğiz diye korkan çocuğu odasına geri yolladın nasıl izin vermemi bekliyorsun benden?"

Jongin'in dediği her şey yüzüme koca bir yumruk yemişim gibi hissetmeme neden oldu, sebebini tam olarak kestiremiyordum. Belki sesindeki keskinlik, belki bağırarak değil de hafif tıslayarak konuşması belki de inatla kabul etmediğim haklılığı. Tüm bunlar alt üst olmama neden olmuştu ve tam da o an fark etmiştim ki Taemin'i göndermek yerine içime sokmayı tercih ettiğim kızgın demir çubuğu Jongin çoktan eline almıştı.

"Biz elimizden gelen her şeyi yaptık." dedi Jongin son sözü söylediğini belirten bir ağırlıkla, hala nedendir bilinmez kabullenmek gelmiyordu içimden. Bugüne dek bu evlilikte Jongin ne dediyse o olmuştu ve böyle bir konuda da olayı ona devretmek istemiyordum.

"Onu alacağız." dedim inatçı bir sesle, "Onu alıp biz büyüteceğiz. Bugüne dek seni yeterince dinledim Jongin, bu tek taraflı bir evlilik değil bu defa benim dediğim olacak. "

Ses tonum gittikçe yükseliyordu, kendime engel olamıyordum. Bu gidişle içerideki sosyal hizmetler görevlilerinin biz istesek bize Taemin'i bize vermeyeceklerine emindim. Benim bağırmamla birlikte Jongin de küplere binmiş gibiydi, işaret parmağını bana doğrultup en az benim kadar yüksek bir ton ile "Bunu yapamazsın." dedi.

Sinirle birkaç adım atıp Jongin'den uzaklaştım. Tekrar ona döndüğümde ters bir ifadeyle yüzüme bakıyordu. "Yapabilirim." dedim bağırarak. "Göreceksin!"

"En başından kabul etmiştin Sehun, sözleşmede yazan maddeyi hatırla, onu alamazsın!"

O an binlerce iğnenin aynı anda bedenime batması ve tüm derimin ağır ağır etimden ayrılması gibi birbirine tamamen zıt acıları bir defada hissettim. Ağzım şaşkınlıkla aralandı, avaz avaz bağırmak ve oraya yığılıp kalmak arasında bir noktada sıkışıp kaldım. Ellerim istemsizce yumruk halini aldı, boğazımdan kısık bir inleme koptu. Hayret ederek kafamı iki yana salladı.

"Sehun." Jongin'in kısık çıkan sesi midemin alt üst olmasına neden oldu, ona bakmayı kesip gözlerimi başka bir tarafa çevirdim.

"Haklısın." dedim, yaşadığım şok sesime vuruyordu. "Sadece birkaç hafta bir şeyler düzeldi her şeyin yoluna gireceğini zannediyorum ne kadar da aptalım."

Jongin'in odanın içinde yankılanan adım seslerini duyduğumda kafamı kaldırdım, tam elini uzatıp koluma dokunacakken durdurdum onu.

"Sakın!" dedim birkaç adım geri atıp. "Sakın bana dokunma Jongin, sana inanamıyorum."

"Sehun, lütfen anlamaya çalış, öyle demek istemediğimi biliyorsun."

O güne dek ne olursa olsun Jongin ile bir şeyleri elbet bir gün aşabiliriz diye düşünmüştüm. Jongin'in dediği şey de tam buydu, bana gelip bir şeyleri aşmamız gerektiğini dolaylı da olsa söyleyen oydu ve şimdi olayı daha da çıkmaza sokuyordu. Bunun sonucu olarak belki de ilk defa hiçbir şeyin düzelmeyeceğini, hiçbir şeyi doğru dürüst aşamayacağımızı düşünüyordum. Jongin'in bir şeyleri telafi etme anlayışı her şeyi daha da bok etmekse kesinlikle başarılıydı.

"Sehun, üzgünüm lütfen."

Jongin bir kere daha bana uzandığında kendimi tamamen çekip kapıya doğru ilerledim. "Hayır." dedim giderken, "üzgün olmanı gerektirecek bir şey yok, sen her zaman böyleydin sadece bunu unutup duran benim. Üzgün olma."

Tam kapıdan çıkacakken son kez dönüp ona baktım, yüzünde pişmanlığın izleri vardı fakat o kadar kızgındım ki bunu görmezden gelmeyi tercih ettim. "Sadece anla," dedi ona baktığımı görünce. "Taemin'i almak bizim için bir hata olacak."

Taemin'i büyütmenin benim için bir hata olacağını hiçbir zaman düşünmemiştim fakat bir yerde Jongin haklıydı, hiçbir zaman onun için yeterince iyi bir aile olamayacaktık. Biraz da canımı yakan şey buydu, yeterince iyi olamamak.

"Biliyor musun?" gözlerimi Jongin'den çekip başka bir noktaya baktım. "Şimdiye kadar ki en büyük hatam sensin Kai ve her gün bunun bedelini ödüyorum."

Ve başka bir şey söylemeden odadan çıktım, geride sadece hala havada asılı kalan kelimelerim ve Jongin'in diğer ismini kullanmamın yarattığı ağırlık kaldı.

..........

"Gitmek zorunda mıyım?"

Sesindeki isteksizlik her şeyi çok daha fazla zorlaştırıyordu, ona hiçbir şey açıklamak istememiştim. Belki de bu yüzden benden nefret edecekti ama bunu kaldırabileceğimi zannetmiyordum. Peluş oyuncaklarından birini sırt çantasına yerleştirirken evet dercesine kafamı salladım.

"Peki sen gelecek misin?"

Belki de ilk defa Taemin'in sorularına katlanamadığımı hissediyordum, sesini duymak her an tüm duvarlarımın yıkılmasına sebep olabilirdi.

"Bilmiyorum." dedim ona dönmeden, eşyalarını toparlarken o da beni izliyordu.

"Peki Joygin de gelecek mi?"

Elimdeki tişörtü çantasına yerleştirmek yerine yatağın üzerine bırakıp birkaç saniye kendime gelmeyi bekledim, Taemin'e döndüğümde merakla yüzüme bakıyordu. Bakışlarına daha fazla katlanamayacaktım, bu yüzden tişörtleri tekrar elime aldım.

"Hayır." dedim zorlukla. "Jongin gelmeyecek."

"Ya Joygin'i özlersem pek?"

"Taemin bilmiyorum, sadece soru sorma artık olur mu?"

Burnumu çekip önümdeki tişörtleri katlamaya koyuldum, bunların ona gittiği yerde yetip yetmeyeceğini düşündüm. Acaba kış geldiğinde ne yapacaktı, nerede uyuyacaktı, ilaçlarını düzenli olarak kullanabilecek miydi, tekrar canı acır mıydı, korkacak mıydı? Tüm bunlar çıldırmanın eşiğine gelmem için yeterli şeylerdi.

"Orada uslu duracağım." Bazı anlar Taemin'i susturmak tamamen imkansız olurdu, böyle anlarda onunla olmaktan iki katı daha fazla zevk alırdım. Tek istediğim saatlerce bir şeylerden bahsetmesi olurdu. O an ise dedikleri sadece daha fazla üzülmeme sebep oluyordu.

"Uslu durursam beni tekrar geri alır mısın?"

"Taemin." dedim ağlamaklı bir sesle, kendime engel olamamıştım.

"Yaramazlık yaptığım için mi beni gönderiyorsun?" diye sorduğunda elimdeki kıyafetleri bırakıp onun yanına gittim, eğilip yüzüyle aynı hizaya geldiğimde masum gözlerindeki kırgın ifade karşıladı beni.

"Gideceğin yerde daha iyi olacaksın tamam mı? Ve ben her zaman seni görmeye geleceğim ve her gün seni arayacağım."

"Minnie ve Joygin de gelsin." kollarımı açtığımda Taemin vakit kaybetmeden arasına girip kollarını boynuma doladı, peluş ayıcığı bir elinden sarkıyor ve sırtıma değiyordu. Kullandığımız bebek şampuanın kokusu burnumu doldurdu ve aynı anda burnumda kocaman bir sızı hissettim. Sulanan gözlerimi Taemin'e belli etmemek için biraz daha o pozisyonda bekledim.

"Dinle." dedim geri çekilirken. "Minnie gelecek, ama Jongin gelmeyebilir tamam mı? O gelmediği zaman üzülmeyeceğine söz ver."

"Joygin beni sevmiyor öyle değil mi?" Taemin, bu durumdan şikayetçiymiş gibi değil de sanki her şeyin farkındaymış gibi konuşmuştu. Ne tepki vereceğimi bilemediğim için tek yapabildiğim öylece ona bakmaktı. "Ama ben onu seviyorum Sevun. Bazen o geceleri gelmediği zaman onu özlüyorum, eğer beni görmeye gelmezse üzülürüm."

"Bebeğim.." dedim ellerimi saçlarına geçirip, boğazımdaki yumrudan kurtulamıyordum.

"Bunun adını Sevun koydum." elindeki ayıcığı kaldırıp gösterdi. "geceleri bizimle uyuduğu için senin gibi kokuyor, eğer orada seni özlersem buna sarılacağım."

Kafamı sallayıp onaylamaya çalıştım, ne diyeceğimi bilmiyordum. Herkes içeride Taemin'i hazırlamamı bekliyordu, hemen alıp gideceklerdi, gidecek ve hiç bilmediğim bir yerde belki iyi belki kötü bir hayata başlayacaktı. Bunu kabullendiğime, onu böyle kendi ellerimle göndereceğime inanamıyordum. Biraz daha ona bakıp tekrar ayaklandım, son birkaç parça eşyasını da çantasına yerleştirirken sessizce beni izledi.

Ve ondan sonra gerçekleşen her şey tamamen bu sessizlik eşliğinde gerçekleşti, üzerini değiştirip saçlarını düzeltmeye çalıştım, ayaklandığımda eli elimi sıkı sıkıya tuttu. Sanki hiç bırakmak istemiyor gibiydi. Oturma odasına gittiğimizde, içerideki adamlara hazır olduğunu söylediğimde, onlar da gitmek için ayaklandıklarında Taemin elimi bırakmadı. Sonunda dış kapının önüne geldiğimizde eğilip bir kere daha onunla aynı hizaya geldim. Adamlar kapıyı açıp çıkmışlardı, Jongin birkaç adım gerimizde duruyordu. Bense ağlamamaya çalışarak Taemin'e bakıyordum.

"Geleceğim tamam mı?" dedim mırıldanarak, Taemin isteksizce kafasını salladı. Gözlerini birkaç saniye kaldırıp arkamızda duran Jongin'e dikti ve hemen ardından tekrar bana döndü.

"Teşekkür ederim." öyle mırıldanarak söylemişti ki normalde olsa duyabilmek için büyük bir uğraş vermem gerekebilirdi ama o an kesinlikle dediği şeyi anlamıştım.

"Biliyor musun bazen geceleri uykunda konuşuyorsun."

Taemin dediğim şeyle gözlerini kocaman açıp yüzüme baktı, ilgisini çekmek her zaman böylesine kolaydı işte. Daha fazla açıklama yapmamı istediğini biliyordum, hemen arkasında duran adamlar sabırsızlanmaya başlamışlardı fakat umursamadım.

"Evet." dedim kafamı sallayarak. "Bazen uykundayken puding yemek istediğini söylüyorsun, bazen de 'Sevun, seni çok seviyorum, kocaman' diyorsun."

Burnumdaki sızıyı görmezden gelip gülmeye çalıştım, Taemin kafasını önüne eğmişti, sonunda bana baktığında gözlerinin dolu dolu olduğunu fark ettim. Bu onu ilk gördüğüm geceyi hatırlamama neden oldu, o zaman da ağlıyordu. Onu ağlarken görmek alt üst olmama sebep olmuştu, bir daha hiçbir zaman ağlamaması için elimden gelen her şeyi yapacağıma kendi kendime yemin etmiştim. Şimdiyse ağlamasının sebebi bendim, onu bırakmamalıydım.

"Seni seviyorum Sevun." dedi kollarmın arasına sığınırken, sesi boğuk çıkıyordu. "Kocaman."

Kafasını hafifçe kaldırıp dudaklarını kulağımın hizasına getirdi. "Korkma olur mu?" dedi fısıldayarak. "Minnie ve Joygin dediler ki onlar bizimle oldukları sürece beyaz öküz hiçbir zaman yanımıza gelemezlermiş. Joygin ve Minnie her zaman senin yanındalar, beyaz öküz hiçbir zaman yanına gelemez."

"Peki sen ne yapacaksın?" diye sordum, birkaç damla omzumda küçük ıslaklıklar bıraktı.

"Merak etme." dedi geri çekilirken, ayıcığını kaldırıp gözüme sokarak salladı. "Sevun her zaman benim yanımda olacak."

.........

.........

Her şey aslında son derece berbat bir haldeyken hayatımın bu kadar hızlı bir şekilde normal haline döneceğini tahmin edemezdim. Tek istediğim evde kalmak ve içimdeki acıya alışana dek kendi kabuğuma saklanmaktı. Fakat bunu yapamazdım. Kendimi saatlerce içmiş gibi hissediyordum, tüm bedenim uyuşmuştu, araba karanlık gecede ilerlerken kıpırdayamayacak kadar halsiz durumdaydım. Sanki son bir hafta boyunca olup biten her şey oldukça rahatsız edici bir rüya gibiydi ve şimdi o rüyadan uyanmama rağmen hala aynı şeyleri hissetmeye devam ediyordum. Olup bitenler uzak; hisler ise çok yakındı. Taemin'i henüz bu sabah göndermiş olsam da bu seneler önce olmuş gibiydi, yine de içimdeki ağlama isteğine engel olamıyordum.

Bir yandan ise kızgındım. Jongin'e, Taemin'in ellerimden kayıp gitmesine sebep olmasına, bir kere daha kandırılmışım gibi hissettirmesine, bu kadar fazla acıyla beni bırakmasına kızgındım. Son günlerde onun iyi hallerine o kadar çok alışmıştım ki o sabah beni hayal kırıklığına uğratması tamamen alt üst olmama sebep olmuştu. Normalde nasıl olduğumuzu hatırlamıştım. Bir kere daha iki yabancıymışız gibi hissediyordum ve bu beni delirtiyordu. Sıkışıp kaldığım döngünün sonuçlarıyla uğraşıp duruyordum. Birbirimize gülümseyip normal şeylerden konuştuğumuz zamanların 'normal' olarak nitelendirilen zamanlara girmediğini bilmek canımı acıtıyordu. Bizim normalimiz buydu, saatlerce yan yana durup birbirimizle tek kelime konuşmamak, birbirimizin yüzüne bile bakmamaktı. O gün, ona 'Kai' dememden sonra ilk defa akşamüzeri konuşmuştuk. Tüm gün boyunca Taemin'in gitmesiyle ilgili tek kelime bile etmemişti.

"Tao'nun davetine gitmeliyiz." demişti sadece, beklediğim binlerce şey vardı fakat o bunu söylemeyi tercih etmişti.

Ve işte yoldaydık. Tao, Jongin'in konuştuğu tek aile üyesiydi. Bazen Jongin'in onunla telefonda konuştuğunu duyardım, sürekli iletişim halinde olduklarını biliyordum fakat düğünden sonra onunla bir kere bile karşılaşma fırsatı bulabilmiş değildim. Bu yüzden günler önce bizi evine yemeğe çağırdığında bunu hemen kabul etmiştim, hatta bunun harika geçeceğine inanıyordum. Taemin de bizimle birlikte gelecekti ve çok güzel bir aile yemeği yiyecektik.

Şimdiyse büyük bir sessizlik eşliğinde Tao'nun evine doğru ilerliyorduk, Taemin bizimle olsaydı soracağı soruların eksikliğini yaşıyordum. Elimde olan bir şey değildi. Kolay alıştığım her iyi şey geride koca bir boşluk bırakarak ortadan kayboluyorlardı.

Araba durduğunda bakışlarımı tüm yolculuk boyunca kilitlediğim noktadan ayırıp geldiğimiz yere baktım. Bir apartmanın otoparkında duruyorduk, etraf son model arabalarla çevriliydi. Tek kelime etmeden emniyet kemerimi çözüp arabadan indiğimde Jongin de beni takip etti. O an elimiz boş geldiğimizi fark ettim fakat umursamadım, sonuçta Jongin'in kuzeniydi.

Dairenin önüne geldiğimizde hala sessizliğimizi koruyorduk, o kapının zilini çalarken sadece birkaç saniyeliğine dönüp ona baktım. Jongin'in yüz ifadesi her zamankinden farklıydı. Oldukça donuk duruyordu, bileklerini tutup kessen hiçbir tepki vermeyecek gibiydi. Gözlerine eşlik eden hüzün yerini kocaman bir boşluğa bırakmıştı. Kapının açılmasını beklerken ona baktığımı fark etmiş olsa bile dönüp yüzüme bakmadı. Kendi boşluğuyla bir sorunu yok gibiydi. Bu görüntü biraz daha sersemlememe neden olmuştu.

Kapıyı küçük bir gülümseme eşliğinde Tao açtı, hemen ardından erkek arkadaşı Kris geldi. Bizim yaşadığımız binlerce sorunun aksine tamamen tasasız iki insan gibi duruyorlardı. Kendimi zorlayarak gülümsemeye çalıştım, benim aksime Jongin tamamen ifadesiz duruyordu.

"Hoşgeldiniz." dedi Tao geriye çekilirken, Jongin'le kuzen olmalarına rağmen hafif esmer tenleri dışında hiçbir benzer yanları yoktu. Küçük bir selamlaşma faslı yaşandı, hemen ardından hepimiz salona doğru ilerledik. Jongin oldukça rahat göründüğü için ortama yabancı tek kişinin ben olduğumu anladım.

Tao ve Kris'in beraber yaşadıklarını daha önceden biliyordum. Evleri bizim evin tamamen tersi bir şekilde dizayn edilmişti. Kahverengi tonları ağırlıktaydı. Her şey oldukça eski gibi duruyordu ve bir şekilde bakarken tüm mobilyaların aslında yepyeni olduğunu anlayabiliyordum. Kendi evimi de seviyordum fakat bir anda orası gözüme oldukça sıcak görünmüştü, belki de sebebi içinde gerçek bir sevginin yaşandığını fark etmemdi.

Gecenin bir şekilde katlanılabilir olması için kafamı dağıtmam gerekliydi bu yüzden en küçük noktaya kadar tüm evi incelemiştim ve evde dikkatimi çeken bir diğer şeyse her tarafta Kris ve Tao'nun birlikte çekindikleri fotoğraflarının bulunmasıydı. Her fotoğrafta gülüyor ya da birbirlerini öpüyorlardı ki bu da içimi yakan güzel bir görüntüydü, Jongin'le hiçbir zaman böyle şeyler yapamayacağımızı biliyordum.

"Burada New York'taydık." dedi Tao baktığım fotoğraflarından birini gösterip. Kris, Tao'nun kafasını kolunun altına almış sıkıştırıyordu ve Tao kafasını zorlukla kaldırıp kameraya gülümsemişti. İstemsiz olarak gülümsediğimi fark ettim.

"Ve bu da sizin düğününüz, hep beraber mihraptayken."

Gösterdiği fotoğrafa gözlerimi çevirdiğimde tüm gün boyunca hissettiğim sızı bir kere daha bedenimi yokladı. Fotoğraf o güne dek gördüğüm en güzel şeylerden biriydi. Jongin'le karşılıklı birbirimize bakıyorduk, tam karşıdan çekildiği için ikimiz de yan profilden çıkmıştık. Jongin'in tarafında Tao ve Kris duruyordu, benim tarafımda ise bizimkiler dizilmişti. Fotoğraf o ana dönüp sonsuza dek orada kalmak istememe neden oluyordu, her şey sadece o anda gerçekti. Kalanlar tamamen yanılgılardan ibaretmiş gibi geliyordu.

"Mükemmel bir düğündü." dedi Tao, o da benim gibi gözlerini kısmış fotoğrafa bakıyordu. Benim için de öyle olduğunu söylemek istesem de içimden konuşmak gelmemişti. Bu yüzden kafamı sallamakla yetindim.

"Bu fotoğrafın başka bir kopyası var mı?" diye sorduğumda Tao kafasını iki yana salladı.

"Ama istersen çoğaltabiliriz." dedi, tok bir sesi vardı. Oldukça sakin biri gibi duruyordu, düğün gecesi etrafta dağıtan kişi o değil gibiydi. Bakışları sertti, gülümsediğinde yüz hatları az da olsa yumuşayabiliyordu. Jongin'le kavruk tenleri dışında bir de bu benzerlikleri vardı. İkisi de durgun insanlardı.

"Yemeği hazırlamamda bana biraz yardım edebilir misin?"

Tao sorduğunda yapabileceğim tek şeyi yapıp kafamı salladım. Jongin salondaki koltuklardan birine kurulmuş boşluğa bakıyordu. Kris ise müzik çaların önündeydi. Tao'nun arkasından mutfağa doğru ilerlerken Jongin'e kısa bir bakış attım fakat fark etmedi, bu normal olduğu için umursamamayı tercih ettim. Yine de canımın yanmasına engel değildi.

Bizim evin aksine mutfak salondan ayrıydı, içeriye girdiğimizde her şeyin hazır olduğunu fark ettim. Tao ise sanki bunu fark etmemen için öylesine bir şeylerle uğraşmaya başladı. Ne yapacağımı bilmiyordum bu yüzden öylece ayakta dikildim, sonunda tam konuşacaktım ki Tao bana döndü.

"Bir sorun mu var?" dedi keskin bakışlarını üzerime dikip, sesi öylesine soğuktu ki rahatsız edici bir ürperti omurgamdan bedenime doğru yayıldı. "Jongin iyi görünmüyor."

O güne dek hiç kimsenin benim iyi görünmediğimi fark etmediğini düşündüm. Acaba o an ben nasıl görünüyordum? İçimde kopan fırtınaları dışarıya yansıtmamak konusunda bu kadar iyi miydim? Tüm bu sorular aklımı işgal ediyordu ki Tao "Yanlış anlama." diye mırıldandı. Dediği şeyin ağırlığını fark etmiş olacak ki mahçup bir ifadeye bürünmüştü.

"Bak," dedi sanki birisi gelecekmiş gibi kapıya bakarak. "Jongin, şimdiye dek pek de iyi zamanlar geçirmedi."

Şaşkınlıkla ona bakmaktan kendimi alamadım. Jongin'in her zaman yıpranmış bir hali vardı, bir şeyler yaşadığından emindim, bir şeyler olmuştu çünkü Jongin ortada hiçbir şey yokken öylesine depresifleşecek insanlardan değildi. Bunun da farkındaydım. Yine de o güne dek bunu öğrenmek için belirli bir atakta bulunmamıştım, Jongin'in yanına yaklaşırken bile iki defa düşünürken bunu öyle pat diye öğrenmem imkansızdı.

"Neler olduğunu bilmiyorum." dedim açık sözlülükle, Jongin'i tanımıyordum ve aksi için rol yapacak halim yoktu.

"Sana asla anlatmaz." diye mırıldandığında elbette diye düşündüm, bunu biliyordum. Onun hakkında bir şeyler bilecek kadar değerli biri değildim fakat Tao bir kere daha konuşarak düşüncelerimin birbirine girmesine neden oldu.

"Aslında kimseye anlatmaz, konuşmaktan yana değildir genelde. Ben de sadece bunca zamandır onunla olduğum için biliyorum."

Tao mutfak masasının önündeki sandalyelerden birini çekip oturdu, bana da karşısındaki boş alanı gösterdiğinde başta biraz tereddüt ettim, ardından yapabileceğim başka bir şey olmadığı için ben de karşısına oturdum. Jongin'in içeride ne yaptığını düşündüm, acaba yokluğumun farkında mıydı.

"Jongin'in annesiyle tanıştın mı?" dedi Tao kısık bir sesle, hafifçe öne doğru eğilmişti. Kafamı sallayarak onu onayladım.

"Yengem," alaycı bir gülümseme bıraktı. "Yani eski yengem, amcamla uzun zamandır ayrılar, pek iyi bir insan değildi. Bazen Jongin'in hala bunu atlatamadığını düşünürüm, ortada perişan olan oydu."

Tao bir kere daha gözlerini kapıya dikip tekrar bana baktı. "Jongin'in sana bunu asla anlatmayacağını biliyorum ama bence bilmeye hakkın var, sadece üstten anlatacağım. Amcam ve Jongin'in annesi büyük bir aşk evliliği yapmışlar. Annesi amcama deliler gibi aşıkmış ve yılllar geçtikçe bu aşk körelmeye başlamış. Bir yerden sonra amcam onun için yetersiz gelmiş, tüm ailesi doktor olunca amcamın o sektöre dahil olmamasını falan kaldıramamış. Sonuç olarak aşk bitmiş ve bir gün amcam onu şimdiki kocasıyla basmış, tabii bu sırada Jongin de yanındaymış."

Tao o kadar üstten anlatmıştı ki bir anda kendimi işin içinde neler olduğunu merak ederken buldum, tam olarak neler döndüğünü az da olsa anlamıştım fakat ayrıntılar oldukça eksikti. Yine de üstelemedim, Tao da omuz silkip bacak bacak üst üste attı.

"Tabii ondan sonra o büyük aşk evliliğinden geriye boşanma davaları falan kaldı. Amcam yengeme inat olsun diye Jongin'i de alıp Amerika'ya gitmiş o dönem, bir sene sonra ise ona daha fazla bakmak istemediği için onu annesine geri yollamış. Arada kaynayan yine Jongin oldu yani, büyüyene dek annesinin bir kere bile Jongin'le ilgilendiğini görmedim. İnan bana hiçbir şekilde, bazen günlerce benimle kalırdı ve annesi fark etmezdi bile. Bu yüzden Jongin ona hala kızgın, annesini affedemiyor."

"Annesi de ona kızgın." dedim mırıldanarak, Tao dediğim şeye kafasını sallayıp homurdandı.

"Annesinin tek derdi daha fazla ün." dedi gözlerini devirerek. "Jongin onların yolunda ilerleyip ünlü bir doktor olunca bir anda kıymete bindi ve annesi onun hayatına dahil olmak için her yolu denemeye başladı. Şimdi Jongin onun hastanesinde değil de öylesine bir devlet hastanesinde çalışıyor diye rezil olduğunu düşünüyor."

Annesinin bizim evde Jongin'e beni bir kere daha rezil edemezsin dediği anı düşündüm, ardından Jongin'in annesine duyduğu salt nefreti. Sebebini ancak anlayabiliyordum. Aslında tüm bunları Jongin'den duymayı isterdim, bana rahat rahat anlatabilmesini. Belki de aramız biraz daha böyle ilerleseydi belki de bana her şeyi anlatabilirdi fakat ikimiz de o sabah her şeyi mahvetmiştik. Bu yüzden duyduklarımın şaşkınlığıyla öylece kalakalmak dışında elimden hiçbir şey gelmiyordu.

"Bu yüzden." dedi Tao yerinden kalkarken, "Jongin'in iyi olmasını istiyorum, gerçek bir ailesi yoktu bu yüzden kendine gerçek bir aile kurması gerek. Onu böyle görmek istemiyorum artık."

....

Yemek Tao ve Kris'in ara sıra sohbet girişimleri dışında tamamen sessiz geçmişti. Jongin'in bir ara Tao'ya kapa çeneni bakışı attığını fark etmiş ve önüme dönmüştüm. Bir yandan Jongin'in ailesi, bir yandan Taemin'in düşünceleri omuzlarımın çökmesine neden oluyordu. Taemin'i zaten aklımdan atamıyordum, yokluğunu düşünmek saatlerce ağlamak istememe neden oluyordu. Acaba iyi miydi, yemek yemiş miydi, soru sorabileceği kadar yakın olabileceği birileri var mıydı, işin en saçma ayrıntısını bile düşünmekten kendimi alamıyordum. Ve tüm bunlar yetmezmiş gibi işin içine bir de Tao'nun dedikleri girmişti, kafama koca bir bowling topu yesem ancak bu kadar berbat halde olabilirdim.

Kendimi ortamdan soyutlamak ve bir şeylerden konuşup kafamın dağılmasını sağlamak arasında gidip gelirken akşam yemeği çoktan son bulmuştu. Doğrusu yediğim şeyden hiçbir şey anlamayacak durumdaydım. Yapabildiğim tek şey birkaç bardak şarabı ardı ardına içmekti, böylelikle kafamın dağılabileceğini düşünüyordum. Olan şey ise iyice kendi karanlığıma gömülmekti. Şarap hiçbir şeye çözüm değildi, aslında o an hiçbir şey içinde bulunduğum duruma çare olamayacaktı. Zaman geçip giderken ona ayak uydurmak ne kadar yorgun olursam olayım bunu yapmak zorundaydım.

Ellerimi yıkayacağım diye girdiğim banyodan yarım saat boyunca çıkmamıştım, klozetin üzerine oturup duvara boş boş bakmak bile içerideki gergin ortamdan çok daha iyiydi. Sonunda daha fazla orada duramayacağımı anladığımda ayaklanıp banyonun kapısını açtım. Salona dönmemek için yavaş hareket ediyordum, koridor oldukça uzundu, karşılıklı kapılar bulunuyordu. Koridorda yürürken duvarlara asılı tablolara hatta halı desenine bile bakmıştım (tozlu gibi duran fakat üstünde tek bir toz tanesi bile bulundurmayan klasik motifli bir İran halısıydı). Duvarlarda tuğla desenlerı vardı. Ev gerçekten güzel görünüyordu.

Birkaç yavaş adım daha attıktan sonra nedense bir an duraksama ihtiyacı hissettim, ileride hafif aralık olan kapı dikkatimi çekti. Elim duvarın üzerinde asılı bir süre bekledim, içeriden gelen konuşma seslerini belli belirsiz seçebiliyordum. Birkaç adım daha attım, Tao ve Kris'in hararetli bir konuşmanın ortasında olduklarını düşünüyordum fakat biraz daha ilerlediğimde Tao'nun yanından gelen sesin Jongin'e ait olduğunu fark ettim.

Eğer Kris olsaydı basıp giderdim, orada birkaç saniyelik tereddüt yaşamam bile anlamsız olurdu fakat söz konusu Jongin'ken bunu öylesine kolay yapamıyordum. Bu yüzden adımlarımı tamamen sonlandırıp içerideki konuşmayı dinlemeye koyuldum.

"Bilmiyorum." dedi Jongin, sesi acı çekiyormuş gibi çıkıyordu. "Onu bir türlü aklımdan atamıyorum, bu beni delirtiyor."

"Zorundasın Jongin!" Tao ise oldukça sert bir tonla konuşmuştu, istemsizce kaşlarımı çatıp kapıya daha da yaklaştım. "Yeni bir hayatın var artık, onu aklından atıp o hayatına bir şekilde tutunmak zorundasın!"

Jongin'in bir şeyler söylemesini beklesem de sessizliğini korudu. Kalbimin gürültüsü koca koridorda yankılanıyor gibiydi, hızlanan nefeslerime söz geçirmeye ve sakinleşmeye çalıştım. Duyduğum şey tek bir anlam ifade ediyordu o an.

"Onu seviyor musun?" küçük bir aranın ardından konuşan tekrar Tao olmuştu, nefesimi tutarak Jongin'in cevap vermesini bekledim. Kimden bahsettikleri konusunda en ufak bir fikrim bile yoktu.

"Cevap ver." diye üsteledi Tao, "Sehun'u seviyor musun?"

Yine küçük bir duraksama yaşandı, Jongin'in buna olumsuz bir cevap vereceğini düşündüm fakat sakız gibi uzayan bir sessizlik yayılmıştı havaya. Sonunda kısık oldukça kısık bir sesle mırıldandı.

"Evet." dedi, aynı zamanda sesinin titrediğini de fark etmiştim. "Evet, onu seviyorum."

"O zaman rahatla Jongin, korktuğun başına geldi işte, bundan sonra bunu değiştiremeyeceksin sadece onu aklından atıp mutlu olmaya bak."

"Zitao deniyorum, yemin ederim ki deniyorum ama her şeyi mahvediyorum. Minjee bir türlü aklımdan çıkmıyor. Sehun bu sabah onun için büyük bir hata olduğumu söyledi, haksız değil, kesinlikle haksız değil. Her şeyi mahvedip durmak dışında yapabildiğim hiçbir şey yok."

Herhangi bir ses çıkarmamak için elimle ağzımı kapatma ihtiyacı duydum, duyduklarım aklımda yankılanıp duruyorlardı. Ayakta duramayacağımı fark ettiğimde kendimi duvara iyice yasladım.

"Toparlan." dedi Tao bu defa daha yumuşak bir sesle. "Hiçbir şey olmayacak, sen de toparlanacaksın, her şey yoluna girecek. Sehun seni seviyor. Bunu biliyoruz."

"Bu sonsuza dek sürmeyecek Tao, bildiğim tek şey bu."

Sesler kesildiğinde kendimi toparlamaya çalışıp salona doğru ilerledim, Kris ortalıkta görünmüyordu. Bense kendimi berbat hissediyordum. Duyduklarım otoban dolusu gürültüyle birlikte aklımın içinde dönüp duruyorlardı. Elimi kalbime koyup sakinleşmemi bekledim, aklımdakilere bir anlam yüklemeye ya da ortada dönüp duranların ne anlama geldiğini çözmeye çalıştım. Bir anda korku ve panik karnımda büyük bir ağrının oluşmasına neden oldu, olduğum noktada iki büklüm olmamak için kendimi zor tutuyordum.

Salona girmemden yaklaşık bir dakika sonra Tao ve Jongin de içeriye girdiler. Gözlerimi doğrudan Jongin'in yüzüne diktim. Bana bakarken yüz ifadesi daha da karamsar bir hal aldı, elimi karnıma götürüp derin bir nefes aldım ve yüzümü başka bir tarafa çevirdim.

"İyi misin?" Jongin'in yanıma geldiğini ancak birkaç saniye sonra fark edebildim, birkaç adım atıp ondan uzaklaşırken karnımı tutmaya devam ediyordum. Tao'ya baktığımda onun da yüzünde endişeli bir bakış oluştuğunu gördüm.

"İyi değilim." diye mırıldandım ağzımın içinde, "eve gidebilir miyiz?"

"Acaba yemekler mi dokundu?"

Kris'in endişeli çıkan sesine karşılık sadece kafamı sallamakla yetindim. Bir an önce buradan çıkıp gitmek istiyordum, ilk geldiğimde sıcacık bir yuva olarak gözüme görünen ev bir anda sahip olamadığım her şey modunu almış ve beni boğmaya başlamıştı. Aynı anda binlerce duyguyla başa çıkmaya çalışıyordum ve birinden kurtulabilmek için o evden çıkmam gerekliydi.

"İlerde tekrar görüşürüz tamam mı?" dedi Tao endişeli bir gülümsemeyle, bu defa hiçbir tepki vermedim. Sesini duymak az önce duyduklarımın etkisini artırmaktan başka bir işe yaramıyordu. Jongin'le evden çıktığımızda bile kendimi berbat hissediyordum. Bu onun sevgisini asla kazanamayacağımı düşündüğüm anlardaki gibi bir şey değildi ya da Jongin bana ne kadar aptal olduğumu bağırdığı zamanlarda hissettiğim şeyi hissetmiyordum. Bu çok daha başkaydı, şimdiye dek sahip olmadığımı düşündüğüm şeye sahiptim fakat beklediğimin aksine bu hiçbir şeyi değiştirmeyecekti, işte bunun acımasızlığıyla uğraşmaya çalışıyordum.

Otoparkın içinde arabaya doğru ilerlerken Jongin'in belime dolanan ve bana destek olan kolunu hissettim, sendeliyor ya da düzgün adım atamıyor -o an farkında olamayacak bir haldeydim- olmalıydım. Onun dokunuşu her zaman olduğu gibi tüm bedenimin büyük bir şok dalgasına maruz kalmasına neden oldu, yapabileceğim tek şeyi yapıp ondan ve dokunuşundan kurtulup birkaç adım ötesinde yürümeye başladım. İçimde büyük bir basınç fazlalığı vardı ve ben de sanki patlamak üzereydim. Arabaya vardığımızda Jongin'in kilidi açmasını bekledim, sonunda arabaya girdiğimde tek yapabildiğim yerime gömülmekti, tüm yol boyunca pozisyonumu bozmayacağımı düşünerek olduğum noktaya iyice gömüldüm.

Yolun ilk yarısı oldukça sessiz geçti, dışarıyı izlemek yerine gözlerimi kapatıp cama yaslamayı tercih ettim. Elim kapı kulpunu sıkı sıkıya tutmuştu, kendimi arabadan dışarıya atmak istiyordum. Endişe verici olansa bunu araba hareket halindeyken istiyor oluşumdu. Daha fazla kendime ve aklımdaki düşüncelere katlanamayacaktım.

Bahsettikleri şey neydi? Minjee dedikleri kız kimdi ve Jongin neden onu aklından atamıyordu. Tüm bu düşünceler beynimi kemirip tahrip ediyorlardı sanki, aklımda notadan anlamayan koca bir senfoni orkestrası vardı ve ben o gürültüyle baş etmeye çalışıyordum. Tüm düşüncelerim tek bir kapıya çıkıyordu, Jongin'in aklında birisi vardı ve onun yüzünden bunca zamandır bana yaklaşamamıştı. Beni sevmesi bile kazara olmuş bir şeydi, kendi hikayeme tamamen tesadüfen dahil olmuş biriydim. Jongin bana koca bir oyun oynuyormuş gibi hissediyordum.

"İyi misin?" Jongin'in sesini duyduğumda gözlerimi araladım, endişesi bile sahte geliyordu, aynı anda aklım yeterince karışık değilmiş gibi günlerdir en derinde sakladığım düşünce de gün yüzüne çıktı. Günler önce falcının dediği şeyi hatırladım, aranızda dişi bir duvar var demişti. Jongin'in aklında o kız vardı, bundan artık emindim.

"Durdur arabayı." dedim yerimden doğrulup, Jongin anlam verememiş gibi yüzüme bakıp tekrar yola döndü, tam bir şey söyleyecekti ki tekrar "Arabayı durdur Jongin." dedim.

Arabayı yolun kenarına çekene dek bekledim, sonunda durdurup üzerimizdeki ışığı açtı ve tamamen bana döndü. Ona baktığımda tüm bunlara anlam veremediğini fark ettim.

"Yüzüğünü ver." dedim elimi ona doğru uzatıp, sesimin sakinliği beni bile şaşırtmıştı ve bunun böyle sürmeyeceğini biliyordum. Her an patlayabilirdim.

"Sehun ne diyorsun?"

Derin bir nefes alıp üfleyerek geri verdim. "Yüzüğü ver Jongin." dedim bu defa daha sert bir sesle, Jongin'in şaşırdığının farkındaydım. Sabrım gittikçe tükeniyordu, bir süre daha öylece yüzüme baktığında artık sınırda olduğumu biliyordum.

"Sana şu lanet yüzüğü ver dedim!"

Çığlığım arabanın içinde yankılanmıştı, ellerimin yumruk halini aldığını fark ettim. Sonunda diye düşündüm, patladığım nokta tam olarak buydu. Jongin bağırmamdan ürkmüş olsa da çaktırmamıştı, hızla parmağında duran yüzüğü çıkartıp bana uzattı.

Bir yüzük, yüzüğün içine bak. Falcının dediğini hatırlarken yüzüğü elimin içinde çevirdim. Üstümüzdeki ışık loş olsa da içini az çok seçebiliyordum. Sonunda biraz daha havaya kaldırdığımda içinde yazanı zor da olsa okuyabildim.

~ 0405 Kim Oh Sehun/Jongin ~

"Bu ne?" dedim tekrar Jongin'e dönüp, yüzük hala elimdeydi. Jongin kafasını yana doğru eğip acı dolu bir ifadeyle yüzüme baktı.

"Jongin bu ne?" diye bağırdığım bu defa, "Ne yaptığını zannediyorsun? Bu da oynadığın oyunun bir parçası mı?"

Yüzüğü arabanın içine bir yere fırlatıp kafamı başka bir tarafa çevirdim, canımı acıtan binlerce şey vardı. Tekrar Jongin'e döndüğümde hala aynı pozisyonda olduğunu gördüm.

"Aklında başka birisi var öyle değil mi?" dedim yüzümü buruşturup, öfkem gittikçe alevleniyordu. "Bunca zamandır beni kandırıp durdun, bunca zamandır aklında bir başkası vardı. Ne kadar aptalım Tanrım, Jongin aylardır köpek gibi peşinde dolaşıyorum ne kadar da aptalım."

"Sehun, hayır!"

"Ne hayır! Jongin tanrı aşkına ne hayırı, duydum. Tao'yla tüm konuşmalarınızı duydum. Onu aklından atamadığını söyledin!"

İkimiz de tamamen birbirimize dönmüştük, arabadaki ısı bir anda beş derece artmıştı sanki. Bağıra bağıra söylediğim her kelime yankılanıp kulağıma ulaşıyordu.

"Yanlış anlıyorsun!" dedi Jongin, kafasını iki yana salladı. Bir eli hala direksiyonun üzerindeydi. "Sadece yanlış anlıyorsun, aklımda birisi yok, sandığın şekilde değil."

Bir de pişkin bir şekilde inkar etmesi sinirlerimin iyice bozulmasına neden oldu. Birkaç saniye bekledim, o kısacık sürede aklım birazdan yapacağım şeyi düşünmeyi kesinlikle reddetmişti. Yerimden hafifçe doğrulup Jongin'in üzerine eğilirken hala sinirle soluyordum. Sonunda dudaklarım onun dudaklarını kapladığında bedenime elektrik verilmiş gibi hissettim. Aynı zamanda hala elektrik yüklüyken suyun içine girmişim gibi. Dudaklarımın altındaki hareketsiz dudakları biraz daha çekiştirdim. O güne dek yapmayı istediğim şeyi yapıp çaresizce öptüm Jongin'i. Bir daha güneşin doğuşunu görmeyecekmiş gibi, bir daha nefes almayacakmış gibi, bir daha gülmeyecek yaşamanın tadını bir daha almayacakmış gibi öptüm. O ise hiçbir şekilde karşılık vermedi. Sonunda geri çekilip gözlerimi açtığımda Jongin'in şoka uğramış ifadesini gördüm. Gözyaşlarım gözümü yakmaya başlamıştı bile, yine de kendimi engel olup yerime geri oturdum.

"Yanlış anlıyorum." dedim onun dediği şeyi tekrar edip, öpüşüme karşılık bile vermemişti ve kalkıp bana aklında bir başkasının olmadığını söylüyordu.

"Sehun.." Jongin'in çaresiz sesiyle gözlerimi sıkı sıkıya kapattım, ardından tekrar eski pozisyonuma dönüp Jongin'e sırtımı döndüm. Konuşma bitmişti, anlamam gereken her şeyi anlamıştım. Jongin de bunu fark etmiş olacak ki başka bir şey söylemedi, eve dönüş yolunda, eve girerken ve odalarımıza ayrılırken ikimiz de sessiz kaldık. Çünkü konuşacak hiçbir şey yoktu.

...

Koca bir boşluk. Odama girdiğimde hissettiğim ilk şey bu oldu. Ardından sanki boşluğu dolduracak kişi odanın içinde bir yerdeymiş gibi etrafıma bakındım. Hiçbir yerde yoktu, Taemin sanki oraya hiç uğramamış gibi çekip gitmiş ve geriye kocaman bir boşluk bırakmıştı. Bir gecede elimdeki her şeyi kaybetmiş gibi hissediyordum. Yaşama tutunduğum ne var ne yoksa ellerimden kaymıştı sanki.

Yatağın üzerine oturup bir süre boş boş etrafa bakındım. Taemin'in gidişinin acısı o an çok daha fazla hissedilir olmuştu, sanki geri dönmek için yalnız kalmamı bekliyordu. Koca bir yalnızlıkla baş etmek zorundaydım, her şey ellerimden kayıp gidiyordu ve ben onları tutamıyordum. Tek yapabildiğim kendi kaybedişimi boş gözlerle izlemekti. Yatağa kıvrılıp kollarımı kendime doladım. Aynı anda tüm gün boyunca içime akıttığım göz yaşlarım da gün yüzüne çıktı. Ne kadar sesli olduğunu umursamadan ağlamaya başladığımda son gardımı da indirdiğimi ve tamamen kaybettiğimi biliyordum.

Taemin'in yastığını alıp ona sarılırken ağlamaya devam ettim. Gürültülü hıçkırıklarım umrumda değildi, Jongin'in beni duyması umrumda değildi sadece ağlamak istiyordum. İçimdeki her şeyin dışarı akmasına ihtiyacım vardı, güçlüymüş gibi durmaktan bağırıp çağırmaktan yorulmuştum. Güçlü değildim ve öyle görünmek istemiyordum. Bu kadar kaybetmişken güçlü görünmeye ihtiyacım yoktu.

O pozisyonda ne kadar durduğumu bilmiyordum, fazla etmemişti, hala ağlamaya devam ediyordum. Odamın kapısı açıldığında kendimi durdurma ihtiyacı hissetmedim, gelenin kim olduğunu bildiğim için kafamı kaldırıp bakma ihtiyacı dahi duymadım. Sadece "Git." dedim hıçkırıklarımın arasından.

Jongin'in beni dinlemeyeceğini biliyordum, adımları yatağa ulaştığında kendimi iyice topladım. Önce yatağın üzerindeki ağırlığını ardından hemen arkama yerleşen bedenini hissettim. Yatağın kenarında topladığım bedenimi hiç zorlanmadan kendine doğru çekti, sırtım göğsüne yapışırken ondan kaçmak istedim ama bunu yapacak gücüm yoktu.

"Git." dedim bir kere daha, "Git Jongin, sadece git!"

"Gitmiyorum." altımdan geçirdiği koluyla belime sarıldı. Üstteki eli saçlarıma ulaştı, saçlarımı okşamaya başladığında daha fazla ağlamaya başladım. Bedenim sarsılıyordu, hıçkırıklarım odanın içinde yankılanıyordu fakat tüm bunlar Jongin'in umrunda değil gibiydi. Beni kendine biraz daha yaklaştırıp "Özür dilerim." dedi, "her şey için Sehun, çok üzgünüm."

Bunun ardından ikimiz de başka bir şey söylemedik. Ona doğru dönüp kafamı göğsüne gömdüm. Ben onun tişörtünü sıkarak ağlamaya devam ederken o da hafif hafif sırtımı okşadı. Jongin o an bana iyi geliyordu, bunun farkındaydım ve bu daha da fazla ağlamak istememe neden oluyordu. Ben de öyle yaptım, aldığım yaraların başka türlü geçeceği yoktu ve Jongin'in kollarında olmak her zaman yaşadığım bir şey değildi. Ona ne kadar kızgın olsam da bunu sevmekten kendimi alamıyordum. O her zaman hem yarabandım hem de yaramdı, hem beni oradan oraya savuran bir kasırga hem de içimi ısıtan bir kış güneşiydi. Jongin benim çaresizliğimdi ve ben o çaresizlikle onun kollarında sabaha kadar ağlamaya devam ettim.

Continue Reading

You'll Also Like

362K 32.7K 46
Yoongi: Herkese böyle ayrı ayrı özelden mesaj atar mısın başkan? Esha: Sadece, okulu ekenlere, sınıfta kalma ihtimali yüksek olanlara, devamsızlıklar...
3M 200K 38
[Tamamlandı] Tüm mahallelinin sevdiği tek kişiydi, onun sevdiği tek kişiyse bendim.
3.8M 384K 193
[TAMAMLANDI] Bölümler kısadır. Bu kitaba başlamak için No:31 kitabında "K-A" bölümlerini okumanız yeterli... "Kerem," dedi ardından herkesin yüzünd...