24 - Kasırga

18.5K 1.3K 1K
                                    

Bölüm Şarkısı: Pera - Sensiz Ben
Medyadaki odaya bakiyoruz

Gerçek anlamda nefret ettiğim şeyler vardı, elimde olsa bir daha yaşamamak, duymamak için sol kolumu bile verebileceğim şeyler. Mesela elektriklerin gitmesinden nefret ediyordum, karanlıkta oturmaktan, şarjım bitecek korkusuyla telefonumla oyalanamamaktan ölesiye nefret ediyordum. Soğuk havalarda tüm bedenimi ısıtıp burnumu ve parmak uçlarımı ısıtmamaktan da öyle, bir fincan sıcak çikolataya o kadar para bayılıp sıcak çikolatanın soğuk gelmesi beni çıldırıtıyordu. Tam taramanın sonuna gelmişken preparatın kayması ya da bir anda odağı şaşırıp işe tekrar baştan başlamak sinirlerimi alt üst ediyordu. Daha basit şeyler de vardı. Aldığım kitabın birinci baskı olmaması, saçlarımın sürekli uzayıp durması, tam duş alırken bir anda sıcak su yerine anlam veremediğim bir şekilde soğuk suyun akması, alarm, her türlü alarm, zil sesi, kapı sesi, mikrodalgadan çıkan o kulaklarımı koparmak istememe neden olacak kadar iğrenç ses, hepsinden nefret ediyordum. Yine de bunlara engel olamayacağımın elbette farkındaydım. Ses çıkarmadan çalışan mikrodalga çıktıysa bile benim haberim yoktu. Onun dışında alarm olmadan sabahları erken uyanamaz ve sabahları erken uyanamazsam işe gidemezdim. Kapı her zaman çalardı, telefonuma gelen mesajların hepsi operatör mesajları olurdu ve ciddiyim nasıl engelleyeceğimi bilmiyordum. Saçlarımın uzamasını durduramazdım, aldığım kitap birinci baskı değil diye onu geri veremezdim. Elektriklerin gitmesi elimde olan bir şey değildi, burnumun üşümemesi için onu koparıp atmam falan gerekiyordu. Gerçek anlamda nefret ettiğim şeyler vardı. Ama bahsetmeye çalıştığım şey bunları durduramazdım, basit ya da değil, hayat böyledir çünkü, durduramadığınız şeyler sinirlerinizi bozar durur, istemsizdir bu, elinizde değildir.

Jongin ile ilgili olan her şey aynen böyleydi. Beni deli gibi sinirlendiriyor, bazen hüzünlendiriyor hatta ve hatta ağzıma sıçıyordu fakat ben buna engel olamıyordum. Durdurabilmem imkan dahilinde bile değildi işte bu yüzden sinirlenmek ve efkarlanmak arasında gidip gidip geliyordum. Şöyle anlatayım; sabahları saat altıda kalkmayı elbette durdurabilirdim, bundan nefret ediyordum ve evet, istediğim an bunu sonlandırabilirdim. İşi bırakır ve altıda kalkmazdım. Fakat bunun doğuracağı sonuçlarla da başa çıkmayı kabul edeceğim anlamına geliyordu bu. İşsizlik gibi, parasız kalmak gibi. Jongin ile olan durumum da aynen böyleydi. Evet Jongin'den istediğim an boşanabilirdim, onu bırakıp giderdim ne kadar artistlik taslarsa taslasın buna engel olamazdı, onu terk edebilirdim. Bense bunu yapmıyordum çünkü sonuçların ne olacağını çok iyi biliyordum. Jongin'siz kalmak beni öldürürdü. Jongin'le olmak da beni öldürüyordu. Benim yaptığım şey ölüm biçimimi belirlemekti. Bazı ölümler diğerlerine göre daha önemliydi. Zaten öleceksem Jongin'in ellerinden olmasını tercih ederdim.

Yine de, durup durup parlamaya bayılıyor değilim fakat, Jongin beni çıldırtıyordu. O sabah ince pikenin altına saklanmış ağlıyordum. Ciddi ciddi ağlıyordum, hıçkırıklarımı içime ata ata, sessizce, burnum Niagara misali şarıl şarıl akarken ağlıyordum. Her zaman gerçek ağlamanın da bu olduğunu düşünmüşümdür. Ağlamak dışında yapabileceğim hiçbir şeyin olmadığının da farkındaydım üstelik. Kalkıp Jongin'e odaya kamera yerleştirdiğimi söylemezdim, gördüklerimin ne anlama geldiğini soramazdım, neden böyle yaptığını öğrenme gibi bir şansım yoktu çünkü Jongin'in tüm bunları açıklamak gibi bir niyeti olsaydı şimdiye dek defalarca ettiğimiz kavgaların birinde zaten söylerdi. Yani amacını öğrenemezdim. Zaten bu yüzden de ağladığım söylenemezdi. Ağlıyordum çünkü çaresizdim, kızgındım, kafam allak bullak olmuştu. Aynı anda binlerce şey düşünüyor ve sorguluyordum.

Ben de akışına bırakıp ağlarken düşünmeye devam ettim, sanki aylardır bunu yapmıyormuşum gibi düşünmeye ihtiyaç duyuyordum. Seneler önce hemen yan dairemizde oturan komşumuzu düşündüm. Yaklaşık bir buçuk yaşlarında falan ikizleri vardı, bazen derslerimi bitirdiğimde onları sevmeye giderdim. Bir keresinde yine onları sevmeye gittiğim de ikisinin de uykuda olduğunu gördüm, melek gibi görünüyorlardı, sakin ve huzurluydular, o kadar güzellerdi ki dokunmaya bile kıyamamıştım. Komşumuza bebeklerin uyurken melek gibi göründüklerini söylediğimde bana dönüp, o yorgun sesiyle "Tabii ya." demişti. "Ve inan bana sadece uyurken böyleler."

H4N // sekaiWhere stories live. Discover now