H4N // sekai

Od hunfornini

649K 52.1K 31.4K

Hun for Nini Biliyorum sen de üzüldün ama ben bittim artık, mahvoldum. Beni sen mahvettin demiyorum ama mahvo... Více

0 - Düğünümsü (?)
1 - Tanışma Kavuşma Evlilik Teklifi
2 - Peynir ile Yenen Akıl ve Fikir
3 - Bir Sen Bir Ben Bir de Mont
4 - Sehun Kim ki Zaten?
5 - Senin Benimle Zorun Ne Sevgilim?
6 - Ateş Oku vs Kayan Yıldız
7 - Sakin Değilim Çünkü Neden Olayım?
8 - Çok Güzelsin
9 - Seksen Yedi Ay Taksit
10 - Derpresyon
11- Yarın Görüşürüz
12- Gergedan
13 - Düğün
14 - Şampanyalar ve Şarkılar
15 - Ev
16 - Acı
17 - Fred'in Ölümü
18 - Bozar mı Sandın Acılar?
19 - Hoşuna mı Gidiyor? Beni Deli Ediyor
20 - Parmak Uçlarında Yüksel
21 - Acımasız Olma Şimdi Bu Kadar
22- İlginç Yöntemler
23 - Gerçekten İyi mi Geceler?
24 - Kasırga
25 - Akşamlar Böyle Biter
26 - Neden Ağlıyorsun?
27 - Doğum Günün Kutlu Olsun
28 - Beyaz Öküz
30 - Git. Git. Git..(me)
31 - Nefes Alamıyorum
32 - Geceyi Güneş Siler Beni Senin Hasretin
33- Kuşları Anladım da Senin Kanatların Yok Nasıl Uçtun da Gittin
34 - Seni Sevmeyi Ağır Ödüyorum
35 - Gel Benim İçin Değil Yemin Ederim Değil
36 - Bu Akşam Ayrı Bir Hoşsun Sanırım Sarhoşsun
Final - Bitti mi Hikayemiz?
- Savaş(M)a Seviş

29 - Ecel

15.3K 1.3K 1.3K
Od hunfornini

"Burnunu ısırabilir miyim?"

Burnunu tuttuğumda Taemin'in yüzünü bir kere daha buruşturması biraz daha fazla gülmeme neden oldu, kafasını iki yana sallayarak burnunu tuttuğum elimden kurtulmaya çalıştı. Kucağımdan kaçmak için en ufak bir hamlede bile bulunmaması onu daha da fazla sıkıştırmak istememe neden oluyordu. Sonunda elimi geri çektiğimde yüzünü biraz daha buruşturup dudaklarını büzdü.

"Hayır." derken ses tonu ne kadar kızgın çıkabilirse o kadar kızgın çıkmıştı, ne kadar sinirli durmaya çalışsa da eğlendiğini biliyordum.

"Ama istiyorum." dedim tekrar elimi kaldırıp, anında kafasını karnıma gömüp burnunu saklamaya çalıştı.

"Hayır dedim Sevun!" kafasını biraz daha eğdi, elleriyle burnunu kapattığı için sesi boğuk çıkıyordu. "Burnum bana lazım, git Joygin'in burnunu ısır."

Kollarından tutup onu doğrulttum, kaşlarını kaldırıp yüzüme baktı, sanki her an tekrar burnundan tutacakmışım gibi hafifçe kendini geri çekmişti.

"Eğer Jongin'in burnunu ısırırsam bana ne yapar biliyor musun?"

Taemin sonunda kendini geri çekmeyip rahatça oturduğunda sordum, sorgulayan bakışlarını yüzüme dikip bekledi.

"Beni beyaz öküzlere verir."

"İyi de.." hafifçe kaşlarını çattı, bir yandan da eliyle üzerimdeki gömleği buruşturup duruyordu. "Beyaz öküz diye bir şey yok ki."

"Ne demek yok?"

Doğrusunu söylemek gerekirse demek istediğim şey madem beyaz öküz diye bir şey yok neden o gece tam Jongin ile öpüşürken ikimizin de ödünü kopardındı fakat küçücük çocuğa elbette bunu diyemezdim. Bu yüzden ben de onun yaptığını yapıp kaşlarımı çattım ve cevap vermesini bekledim.

"Evet yok." dedi bilmiş bir havayla, "Joygin olmadığını söyledi. Minnie de dedi. Korkmana gerek yok artık, rahatlayabilirsin."

"Ben de demiştim bana inanmıyor musun?"

Bir anda anlamsız bir şekilde fazlasıyla alınmıştım, uzun zamandır beni sevdiğini açık açık gösteren tek kişi Taemin'di ve o da bana inanmamıştı. Ne ara böylesine aptal bir duygusala dönüştüğüm bir yana o an Taemin'in bana inanmamasına daha fazla üzülmüştüm. Bir de sırf bana inanmadığı için Jongin ile ilk ciddi yakınlaşmamızı bozmuş olması vardı. Tabii bu bayağı küçük bir etkendi, yani hadi ama, sonuçta Jongin'le öpüşmemiz bozulmuştu, nesini takacaktım ki?

"Sevun?"

Taemin adımı seslendiğinde kafamı kaldırıp ona baktım, işten henüz gelmiştik ve gelir gelmez üstümü bile çıkartmadan Taemin'le koltuğa kurulmuştum. Dizlerime oturduğu için yüzünü doğrudan görebiliyordum, dudaklarında asılı kalmış masum bir gülümseme vardı.

"Seni çoook seviyorum Sevun." kollarını iki yana açtığında gülümsememe engel olamadım, bunu gören Taemin biraz daha kollarını açtı. "Çok, kocaman!"

"Ben de seni çok seviyorum bebeğim." dedim onu kollarımın arasına alırken, "Çok, kocaman!"

"Beni bırakmayacaksın öyle değil mi Sevun?"

"Hayır." dedim kesin bir dille, "Seni hiçbir zaman bırakmayacağım."

"Annem de beni bırakıp gitti, sen gitme tamam mı?"

Mırıldanarak konuşması içimde bir şeylerin parçalanmasına neden oldu. Annesinin durumunda hala bir değişlik yoktu, her gün düzenli olarak onu kontrol etmeye gidiyordum. Jongin uğraştıklarını söylüyordu ve elimizden gelen tek şey beklemekti. Kafamı Taemin'in saçlarına gömüp derin bir nefes aldım böyle ağır bir şey yaşamayı hak etmiyordu.

"Annen seni bırakıp gitmedi bebeğim." kafasını kaldırıp gözlerine baktım. "geri dönecek, sana söz veriyorum tamam mı geri dönecek."

"Babam da geri dönecekti, ama hala gelmedi."

O an keşke bilebilseydim diye düşündüm, tonlarca kitap okumuştum. Üniversitedeyken sayfalarca not ezberlemiştim. Hiçbiri o an ne yapacağımı bana anlatmıyordu, hiçbiri bana yardımcı olmuyordu. Babasını kaybetmiş ve annesini de kaybetmek üzere olan bir çocuğu nasıl teselli edebileceğimi biliyordum. Bir insan hayatı boyunca birkaç defa çuvallayabilirdi, bense en büyük çuvallamamı yaşıyordum.

"Biliyor musun?" diye sordum Taemin'e, her zamanki gibi bakışları üzerimden ayrılmamıştı, ellerinden biri hala gömleğimdeydi. "Bazen bir şeyleri kaybedebiliriz, bu çok büyük bir şey olabilir. Bir babanın varlığı, bir annenin sıcaklığı. Bazı insanlar bundan tamamen mahrum olur, kaybedecek kadar bile sahip olamaz. Bazense tüm bu kaybettiklerimizin yerini doldurabiliriz. Evet, o boşluğa tam olarak uymaz fakat en azından o boşluğa bir şeyleri tıkıştırıp kendimizi avutabiliriz."

Taemin gözlerini yüzümden bir saniye bile ayırmadan yüzüme bakıyordu, saçmaladığımı düşünüyordum, hatta gerçekten saçmalıyordum. Bu yüzden doğrudan konuya geçiş yapacaktım.

"Biliyor musun Taemin," dedim ellerimle saçlarını geriye doğru tarayıp. "Her zaman senin gibi bir oğlumun olmasını istemişimdir. Eğer istersen senin için o boşluğa girebilirim. Baba olmak için çok gencim biliyorum ama sanırım senin için bir istisna yapacağım."

"Annemle mi evleneceksin?" Taemin gözlerini kocaman açtığında panikle kafamı iki yana salladım.

"Hayıııır." dedim uzatarak, "Ben zaten Joygin'le, yani aman, Jongin'le evliyim biliyorsun. Sadece ikimiz de senin baban olabiliriz, istersen tabii, bize baba diyebilirsin. Biz seni hiçbir zaman bırakmayacağız."

O an için Jongin adına da konuşuyor olmam hiç umrumda değildi, böyle bir konuda Jongin'in sorun çıkartacağını düşünmüyordum. Söz konusu Taemin olduğunda, ne kadar belli etmese de, o da en az benim kadar hassastı. Her öğle yemeğinde Xiumin'i arayıp Taemin'in nasıl olduğunu sormayı huy haline getirmiştim ve ben Xiumin'le konuşurken Jongin de pür dikkat beni dinliyordu. Nöbete kaldığı bazı gecelerde ise beni arayıp ikimizin de nasıl olduğunu soruyordu. Bunlar değişen şeylerden sadece birkaçıydı.

Dediğim şeyden sonra Taemin derin düşüncelere dalmış gibi kafasını önüne eğdi, bir süre sessizlik içinde oturmaya devam ettik. Sessizliği bozan şey ise teras kapısının açılması ve Xiumin'in tekrar salona girmesiydi. Biz işteyken Taemin'e baktığı için gününün yarısını burada geçiriyordu, biz geldikten sonra da telefonla konuşması gerektiğini söyleyerek terasa gitmiş ve son bir saattir oradan çıkmamıştı. Büyük ihtimal Luhan ile konuşuyordur diyerek pek fazla umursamamıştım.

"Ben gidiyorum."

Xiumin salonun ortasında durup telefonunu arka cebine yerleştirdi, yorgun gibi bir hali vardı. Her zaman dağınık duran saçları bu defa tamamen iç içe girmişti, gözlerinin altında morluklar vardı. Ona baktığımı fark ettiğinde gözlerime bakıp hemen ardından kafasıyla koridoru gösterdi, her gün görüşsek de son günlerde fazla konuşamıyorduk ve bu durum canımı sıkıyordu. Taemin'i kucağımdan indirip kanepeye oturturken Xiumin'e bakmaya devam ediyordum.

"Gidiyor musun Minnie?"

Taemin Xiumin'e bakarken gözlerini kocaman açmış ve kafasını yana eğmişti, Xiumin gözlerini ona çevirip yorgun bir gülümse takındı.

"Gidiyorum kedi." dedi olduğu noktadan el sallayarak, "uslu dur tamam mı?"

Taemin hevesle kafasını salladı, ona dönüp "Birazdan geleceğim." dedim ve Xiumin'in arkasından koridora doğru ilerleyeme başladım. Sonunda dış kapıya vardığımızda sırtını kapının yanındaki duvara dayayıp derin bir nefes aldı.

"Taemin seni çok yoruyor olmalı." dedim mahçup bir ifadeyle, bir süre tek yaptığım tepki vermesini beklemekti. Sonunda kafasını iki yana salladı.

"Onunla alakası yok." dedi gözlerini açmaya çalışarak. "Dün çok büyük bir parti vardı, kafamı hissetmiyorum bile, sabaha kadar uyumadım."

Kaşlarımı kaldırıp ona baktım, o ise bunu fark etmeden tekrar gözlerini kapatıp kafasını duvarda dinlendirmeye devam etti.

"Neredeydi bu çok büyük parti." derken 'çok büyük' kısmını özellikle bastırmıştım, Xiumin umursamaz bir tavırla omuz silkti.

"Bizim kafedeydi, ama bir ara caddeye de çıktığımıza yemin edebilirim."

"Anladım." dedim mırıldanarak, ellerimi kotumun cebine koyup bir süre Xiumin'in alındığımı anlamasını bekledim. Sonunda gözlerini açıp yüzüme baktığında kaşlarını çattı.

"Ne?" dedi bağırarak, "Seni hepimiz en az yirmi kere aradık, açmayan sendin."

"Aradınız mı?"

"Elbette aradık." dedi Xiumin kızarak, "bize dönmedin diye seni fena halde dövmeyi de planladık fakat bir yerden sonra herkes fazlasıyla sarhoş olduğu için planımız ilerlemedi."

Şaşkınlıkla Xiumin'e baktım, oldukça ciddi görünüyordu ve elbette, bu olabilirdi. Son günlerde telefonumla yaptığım tek şey Xiumin'i aramaktı ki bunu da hızlı aramadan hallediyordum. Ne kimin aradığına bakıyor ne de gelen mesajları okuyordum. Son zamanlarda, bu son zamanlar Jongin ile evlendiğim günden itibaren başlıyordu, her şeyden uzaklaşmış gibiydim. Arkadaşlarımın neler yaptıklarını bile bilmiyordum, Baekhyun'la en son ne zaman konuştuğumu dahi hatırlamıyordum ve bu dehşete düşmeme neden oluyordu.

"Senden bir şey isteyeceğim."

Xiumin dalgınlığımdan sıyrılmamı sağlayıp hafifçe bana doğru yaklaştı, kafasını yatak odasının kapısına doğru çevirdiğinde Jongin'in gelip gelmediğine baktığını anlattım. O taraftan birkaç tıkırtı geliyordu fakat Jongin ortalarda görünmüyordu, Xiumin de buna emin olup tekrar bana döndü.

"Benimle bir yere gelmen lazım." dedi fısıldayarak, gizli iş üstündeki ajanlar gibi davranması oldukça ilginçti. Sessizliğimi koruyarak devam etmesini bekledim, aslında hiçbir şekilde yerimden kıpırdayasım yoktu fakat nereye gideceğini merak ettiğim için bir şey söylememiştim.

"Dinle, bunun aramızda kalması lazım." onay beklercesine yüzüme baktığında kafamı salladım, zaten uzun zamandır bizimkilerden kimseyle konuşmadığım için aramızda kalmaması imkansızdı. "Bak, uzun zamandır şehre gelmesi için beklediğim bir kahin var."

"Bir kahin?" dedim sorgularcasına, Xiumin kafasını sallayıp devam etti.

"Her şeyi biliyormuş Sehun, çok ciddiyim. Yarın tekrar şehir dışında çıkacakmış, bu gece son fırsatım ve senin de benimle gelmen lazım."

"Bir kahin?" dedim tekrar, inanamıyordum ve bu her dakika sorgulamak istememe neden oluyordu. "Bir falcıdan bahsediyorsun yani? Xiumin, dostum inan bana bu çok homoca."

Elimi omzuma yerleştirip söylediğimde gözlerini devirmekle yetindi.

"İnan bana en büyük homoluğu aylar önce Luhan'ın altına yatarak yaptım Sehun, şimdi benim yerime bunu kim yapıyor öğrenmem lazım."

"Tanrım sen ciddi misin?" gözlerimi kocaman açtığımda Xiumin kafasını salladı, böyle bir şeyin olmasına ihtimal dahi vermiyordum fakat o buna inanıyor gibiydi. Sorgulamamam gerektiğini düşünüp sessiz kaldım, ne dersem diyeyim böyle bir durumda boştu.

"Geliyor musun gelmiyor musun?" diye sordu tekrar, bunu düşündüm. Aslında normal bir zamanda olsaydık gitmek isteyebilirdim fakat o an için birkaç sorun vardı. Mesela yorgundum, ya da Jongin'in Taemin'e bakmayı kabul etmeme ihtimali vardı, ve en büyük sorun fazla param yoktu. Tabii tüm bunlar Xiumin'in beklentiyle yüzüme baktığı gerçeğini değiştirmiyordu, zaten onları uzun zamandır boşladığım için bir yandan da gitmek istiyordum.

"Pekala." dedim pes etmiş bir şekilde, "ama önce Taemin'e bakıp bakmayacağını Jongin'e sormam lazım."

Xiumin gülümseyerek kafasını salladığında güç toplayabilmek için derin bir nefes aldım, o tekrar salona Taemin'in yanına giderken ben de adımlarımı yatak odasına yönlendirdim. Attığım her adımda nedense biraz daha kasılıyordum, Jongin'le her ne kadar artık iyi anlaşsak da bazı şeyler değişmiyordu, hala ara sıra onun yanındayken ya da onun yanına gidecekken kendimi gerilmekten alamıyordum.

Bazı şeyler ise beni şaşırtacak derecede hızla değişiyordu. Yatak odasına girdiğimde Jongin'in bana dönmesi ve kafasını çevirmek yerine gözlerini birkaç saniye üzerimde tutması gibi, benim de ona baktığımı fark ettiğinde küçük belli belirsiz bir gülümseme takınması gibi. Artık yanımdayken biraz daha rahattı, ya da bana bağırmıyordu. Bazen kasıldığını ya da çenesinin titrediğini fark ediyordum, boynundaki damarlar belirginleşiyordu. Böyle anlarda ne yaptığımı ya da Jongin'in aklına ne geldiğini bilmiyordum fakat o anlarda bile eskisi gibi tepkisini göstermiyordu, hatta bunu saklamak için özel bir çaba sarf ettiğinin de farkındaydım. Onun aksine bense bu tür anlarda ne yapacağımı tamamen şaşırıyordum, bu alışmam gereken yeni bir durum gibiydi. Hem güzeldi hem de sersemlememe neden oluyordu, ne yapacağımı kesinlikle bilmiyordum.

Yine de bu ne yapacağımı bilemez hallerimi elimden geldiğince gizleyebilmek için uğraşıyordum. Yatak odasına girerken adımlarımı olabildiğince yavaşlattım, elimi saçıma atıp hafifçe geriye doğru taradım onları ve odanın ortasına doğru ilerlemeye başladım. Bu sırada Jongin sabah üzerimden çıkartıp yere fırlattığım tişörtü eline aldı, yatağın üzerinde koca bir çamaşır yığını vardı.

"Yıkanması gereken kıyafetlerin varsa bırak." dedi yığına baktığımı fark edince, elindeki tişörtü de onların üzerine fırlattı. "Çamaşırları yıkamamızın vakti gelmişti."

Taemin geldiğinde misafir odasında fazla yer olmadığı için kıyafetlerimi tekrar Jongin'in odasına taşımıştım, koskoca evin içinde göçebe hayatı yaşayıp duruyordum. Kıyafetlerimi değiştirdiğim yer yatak odasıydı ve anlaşılan Jongin tüm kirlilerimi açığa çıkarmıştı.

"Üzerimi değiştirmem lazım." dedim gömleğime bakarak, Taemin sayesinde kırış kırış olmuştu. Jongin eğilip yatağın altından da birkaç parça kıyafet çıkardı ve doğal olarak onlar da bana aitti.

"Odaya klima taktırmalıyız." Jongin konuştuğunda gözlerimi diktiğimin komidinin üstünden çekip ona baktım, dalgın bir şekilde söylemişti, hala odanın içinde dolanmaya devam ediyordu. "Havalar gittikçe ısınmaya başladı, yakında burada uyuyamayacağız."

"Daha önce yazları nasıl uyuyordun ki?" diye sordum aslında orada birlikte uyumadığımızı es geçerek, sözde odaya Xiumin'le dışarıya çıkacağımızı söylemek için gelmiştim fakat konuya girmek yerine Jongin'e odaklanmayı tercih ediyordum o an. Daha fazla oyalanmamam gerektiğini düşünüp üzerimdeki gömleğin düğmelerini çözmeye başladım.

"Aslında," Jongin mırıldanarak söylediğinde devam etmesini beklemeden giysi odasına girip birkaç parça kıyafet aldım ve odaya geri döndüm. Jongin tüm kirlileri bir sepete yerleştirmişti.

"Daha önce burada yaşamıyordum." dedi, gömleğimi tam üzerimden çıkartacakken birkaç saniye duraksadım.

"Evlendikten sonra senin evinde yaşayacaktık?" dedim sorgularcasına, Jongin önemli bir şey değilmiş gibi sadece omuz silkmekle yetindi. Gömleğimi de çıkartıp kıyafetlerin üzerine attım.

"Evlendikten sonra yeni bir eve çıkmamızın daha iyi olacağını düşündüm sadece."

Üzerime aldığım tişörtü geçirirken bunun aslında ne kadar da güzel bir şey olduğunu düşündüm. Jongin'in evinde değil de ikimize de ait olan yeni bir evde olmak güzel hissettiriyordu, gerçekten oraya aitmişim gibi.

"Ben düğün hazırlıkları yaparken bununla mı uğraşıyordun?" diye sordum, Jongin bir kere daha omuz silkti. Önemsiz bir şey gibi davransa da ikimiz de bunun aslında ne kadar önemli olduğunu biliyorduk. Bir olmaktı bu, Jongin ile olmaktı. Bize ait olan yeni bir yerde yeni bir hayat demekti.

"Ve klimayı unutmuşum." Jongin söylediğinde yüzümde buruk bir gülümseme belirdi, ona koşup delicesine sarılmak istiyordum o an ve yapmayacağımı biliyordum. Bu yüzden üstümü değiştirmeye devam ettim, sonunda işim bittiğinde komidinin üzerinde duran telefonuma ve cüzdanıma doğru ilerledim.

"Xiumin'le birkaç işimiz var." dedim cüzdanımı elime alırken, "Taemin'e bakar mısın?"

Jongin koca sepeti eline alıp banyoya doğru ilerlerken onayladığını belirten bir şeyler söyledi. Rahat bir nefes verip elimdeki cüzdana döndüm, Taemin sorunu tamamdı fakat hala paramın olmadığı gibi bir gerçek vardı. O ay paramın yarısından fazlasını Taemin'in masrafları için harcamıştım, sonuç olarak en son üniversite zamanında hissettiğim 'ben bu ayı nasıl bitireceğim' kaygısı bir kere daha baş göstermişti. Cüzdanımı açıp içine baktığımda gerçekten de evden çıkmamam gerektiğini açık açık söyleyen bir manzarayla karşılamıştım.

Jongin'in tekrar odaya girdiğini fark ettiğimde cüzdanımı kapatıp tekrar telefonumun yanına koydum, elimle burun kemerimi sıkıp yüzümü Jongin'e çevirdim.

"Biraz başım ağırıyor." dedim gözlerimi kısıp. "Sanırım gitmesem daha iyi olacak."

Jongin ellerini belime yerleştirip yüzüme baktı. İkimiz de odanın başka köşelerinde duruyorduk, buna rağmen bana bakarken sanki içimi görüyormuş gibi hissediyordum. Bu Jongin bana bakarken her zaman hissettiğim bir şeydi, sanki o an aklımdaki her şeyi okuyor gibiydi. Daha fazla buna maruz kalmamak için telefonumu da alıp adımlarımı kapıya doğru yönlendirdim.

"Sehun." Jongin'in adımı söylemesi bir kere daha içimde bir şeylerin titremesine neden oldu, adımlarımı sonlandırıp ona döndüm. Bir süre şaşkınca ona baktım, Jongin ise benim aksime kesin bir ifade takınmıştı. Birkaç adım atıp yatağın kendi tarafında olan komidinin çekmesini açtı ve içinden kendi cüzdanını çıkardı, o an yerin dibine girmeyi bile tercih edecek durumdaydım.

"Benim kartımı al." dedi cüzdanından bir tane kart seçip bana uzattığında ne yapacağımı bilmeden bir süre bekledim. "Lazım olabilir."

O kadar kesin konuşuyordu ki bu aklımın iyice uyuşmasına neden oluyordu, bir süre Jongin'in elindeki karta baktıktan sonra tekrar yüzüne döndüm. Tamamen sıradan bir olaydan bahsediyor gibiydi.

"Hayır." dedim onun aksine kararsız bir tavırla. "Ben.." duraksayıp ne diyeceğimi düşündüm. "..senden bir şey beklememem gerektiğini biliyorum, bir evlilik sözleşmesi imzaladık Jongin, bana karşı hiçbir zorunluluğun yok."

Bir adım geriye attığımda Jongin aynı ifadeyle yüzüme bakmaya devam ediyordu, kaşlarını çok hafif çatmıştı, dudaklarını birbirine bastırmıştı ve kart elinden sarkıyordu. Ben sustuktan sonra o da bana doğru bir adım atıp aramızdaki mesafeyi kapattı.

"Telafi etmeme izin ver." dedi mırıldanarak, "bizim için zorlaştırmamaya çalışıyorum, sen de bana izin ver, telafi etmem lazım, bunun gerçek olması lazım, bu evliliğin gerçek olduğunu hissetmem lazım sen de bana izin ver olur mu?"

Bitirdiğinde bir süre düşündüm, dediği şey nefesimi kesmişti. Kafamı sallayıp onu onayladım, aynı anda yüzünde küçük bir gülümseme oluştu. O an ona karşı gelmem imkansızdı, hayır diyemezdim. Öylesine içten, öylesine isteyerek söylemişti ki bunu hayır demem imkansızdı. Zaten bugüne kadar istediğim şey de tam olarak buydu. Jongin onayladığımı gördüğünde gülümsemesini daha da büyüttü. Bir adım daha yaklaşıp kartı arka cebime yerleştirdi.

"Şifresi evlilik yıldönümümüz." dedi kulağıma fısıldayarak, tüm bedenimin bir anda ürperdi, kalbim delicesine çarpmaya başladı. "Sakın geç kalma olur mu hayatım?"

Hemen ardından çenemin biraz altına dudaklarını bastırdı, tüm iç organlarımın yer değiştirdiğini hissettim. Yere kapaklanacağımı düşündüm fakat ayaklarım hiç olmadığı kadar sağlam basıyordu yere. Jongin yanımdan ayrılıp salona giderken tuttuğum nefesimi bıraktım ve bir süre daha orada bekledim. Gerçek bir çift gibi hissettiriyordu, tamamen gerçek gibi.

......

......

Xiumin beni öyle bir semte getirmişti ki biz dönene kadar arabanın en ufak bir parçasının bile kalacağından şüpheliydim, yine de ses çıkarmamaya kararlıydım. Xiumin tüm yol boyunca tabiri caizse duygu sömürüsü yapmış, onları ne kadar ihmal ettiğimi söyleyip durmuştu. Haksız olduğunu söyleyemezdim, kesinlikle haksız değildi. Yine de kendimi homurdanıp durmaktan alamıyordum. Buna da kafa diyorduk.

Kahin dedikleri kişi, bir apartmanın bodrum katını kendine mesken tutmuş biriydi. Hala Xiumin'in olayı abarttığını düşünüyordum, sahtekarın teki olduğuna emindim. Bu yüzden her adımda titreyen Xiumin'inin aksine son derece sakin ilerliyordum. Eski yıkık dökük apartmana girip hemen ardından bodrum katına inerken de bu sakinliğim devam ediyordu, hatta randevumuzu alırken hafiften uykumun geldiğini hissediyordum. Xiumin'in falcının yanına girmesi ise uyumam için bir fırsat gibiydi.

Fakat belki ortamdan belki de ortamdaki garip kokudan bir anda ben de gerilmeye başladığımı hissetmiştim, değişim o kadar aniydi ki şaşırmaktan kendimi alamıyordum. İçinde bulunduğum oda sadece birkaç mumla aydınlatılıyordu, tavandan sarkan tüller odaya oldukça mistik bir hava katmıştı, her taraf fazlasıyla dumanlıydı. Bir minderin üzerine kurulmuş Xiumin'in çıkmasını beklerken içeride neler döndüğünü merak etmeye başlamıştım. Benim gibi bekleyen birkaç kişi daha vardı fakat herkes kendi sessizliğinden birer kalkan oluşturmuş gibiydi.

Bir süre daha Xiumin'in çıkması bekledim, o sırada tek yaptığım düşünüp durmaktı. Sonunda Xiumin çıktığında doğrudan yüzüne baktım, tüm o karanlık ortama rağmen yüzünün bembeyaz olduğunun farkındaydım. Bir şey dememe fırsat vermeden eliyle beni çağırıp içeriye girmemi söyledi. Her ne kadar kalıp onunla konuşmak istesem de bir yanım içeriye girmek için yanıp tutuşuyordu, bu yüzden gerginliğimi dizginlemeye çalışarak adımlarımı siyah kadife bir perdenin ardında kalan odaya doğru attım.

Oda mümkünmüş gibi dışarıdan daha da karanlık gelmişti gözüme. Kendimi sakinleştirmeye çalışarak derin bir nefes aldım, belki de işi mizaha vurmalıyım diye düşünüp yerde oturmuş kahine diktim gözlerimi.

"Profesör Trelawney?" dedim birkaç adım daha atıp, aynı anda yerde oturan kahin yüzüme baktı.

Bu bakışla birlikte şaşkınlığım daha da fazla artmıştı, yaşlı bir kadın ya da bir adam bekliyordum. Karşımda oturan kız ise en fazla on sekiz yaşında duruyordu. Uzun siyah saçlarını at kuyruğu yapmıştı, çok yoğun bir göz makyajı vardı. Bakışları o kadar boştu ki ilk bakışla ölü olduğu bile düşünülebilirdi.

"Bu espriyi yapan kaçıncı kişi olduğunu duysan şaşırırsın." dedi ters bir tavırla, ses tonu gerginliğimi daha da artırmıştı, ölüm soğukluğu kulaklarıma dolmuş gibi hissetmiştim. Yutkunmaktan kendimi alamayıp karşısındaki boş alana oturdum. O kadar karanlıktı ki yüzü dışında hiçbir şeyi seçemiyordum.

"Ne öğrenmek istiyorsun?"

Sorusunu ancak birkaç saniye sonra algılayabildim, öylesine küçüktü ki gerçekten bir şeyler söyleyebileceğinden şüpheliydim. Biraz düşünme izni verdim kendime, ne öğrenmek istiyordum? Aslında aklımda tonlarca soru vardı fakat hepsi açık açık söylenmeye uygun şeyler değillerdi, fazla küçük düşürücüydü sanki aklımdaki soruları dile getirmek. Kalkıp da Jongin'in derdinin ne olduğunu soramazdım.

İşte bu kararsızlık yüzünden "Neden böyle?" diye sordum. Bir kahinse her şeyi bilmesi gerekiyordu, neyden bahsettiğimi de bilmeliydi. Gözlerimin tam içine bakıp sanki cevabı orada görüyormuş gibi bir süre bekledi.

"Acı senin kaderinde var." dedi hemen ardından, ses tonu soğuktu. "Acı çekmeden acı çeken bir ruhu anlaman imkansız, onun nasıl hissettiğini bilmeden onu anlayamazsın Sehun."

Bir kere daha içimi büyük bir ürperti kapladı, ismimi söylemediğime emindim ve biliyordu. Belki de Xiumin söyledi diye düşündüm, içerdeyken benden bahsetmiş olabilirdi. Genç kız düşüncelerimi anlamış gibi hafifçe gülümsedi, boş yüzünde gülümsemesi çok eğreti duruyordu. Kafamı başka bir tarafa çevirmemek için kendimi zor tutuyordum. Sonunda kafasını çeviren o oldu, gözlerini önümüzdeki masaya dikti, üstünde ne olduğunu göremiyordum fakat o sanki tüm cevaplar oradaymış gibi bakıp duruyordu.

"Dikkatini toparla, çok dağınıksın, görmüyorsun. Gözlerin baktığın hiçbir şeyi görmüyor, kulakların duymuyor. Her şeyi es geçiyorsun, kolaya kaçma. İmgeleri takıp et, bir yüzük, yüzüğün içine bak."

O kadar dağınık konuşuyordu ki dediği şeyleri zorlukla takip ediyordum, kafasını kaldırıp yüzüme baktığında deli gözleriyle karşılaştım, kalbimin biraz daha hızlanmasına neden oldu bu.

"Kalbin çok büyük Sehun." dedi kafasını hafifçe yana eğerek. "Kalbin çok büyük, özellikle son zamanlarda, ama ne var biliyor musun?"

Deli gözlerine dudaklarındaki deli gülümseme eşlik etti, diyeceği şeyden keyif alıyormuş gibi bir hali vardı.

"Senin anlayacağın dilden anlatayım, o herkesi sığdırdığın koca kalbinin etrafında siyah bir köpek dolaşıp duruyor. Ecel görüyorum Sehun, ecelin getirdiği ayrılığı görüyorum. Ölüm yanıbaşında."

Tüm bedenimi titreme kapladı, nereye koyacağımı bilemediğim ellerimi kucağımda birleştirdim. Kalkıp gitmem gerektiğini düşündüm, orada daha fazla durmamalıydım. Sahtekarın tekiydi belli ki. Ama yine de oturmaya devam ettim, tüm bedenim buz tutmuştu ve ne yapacağımı bilemiyordum.

"Neden böyle olduğunu sormuştun değil mi?" bir kere daha kafasını masaya eğdi, birkaç saniye gözlerini kapatıp tekrar açtı ve kafasını kaldırmadan konuşmaya devam etti. "Çünkü, sandığın kadar mükemmel değilsin Sehun. Aranızdaki bedeni görmüyorsun, sana gelmesine engel olan o bedeni göremiyorsun. Sana gelmek için attığı her adımda o bedene takılığ tökezliyor, dişi bir duvar, aldığın her nefeste senin de tıpkı o beden gibi olduğunu zannediyor. Bunun onu nasıl da hırçınlaştırdığının farkında değilsin. Aranızda dişi bir beden var, ondan kurtulmadığın sürece hiçbir şeyi yoluna sokamayacaksın."

Bu defa başka bir şey demesini bekleyemeyeceğimi biliyordum. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi, karanlık o kadar büyümüştü ki içinde boğulacağımı düşünüyordum. Hızla oturduğum yerden doğruldum, başım dönüyor ve midem bulanıyordu. Ecel ve dişi bir duvar, tüm bunların ne anlama geldiğini elbette biliyordum. Bir yanım bu küçük sahtekara inanmamam gerektiğini söylüyordu bir yanım ise delicesine korkuyordu. İnanmamalıydım, Jongin'in aklında bir başkası yoktu ve hiç kimse ölmeyecekti. Bunu biliyordum, defalarca tekrar edersem inanabilirdim. Bu kesin olan şeydi. Adımlarımı çıkışa doğru yönlendirirken son kez kızın sesini duydum.

"İmgeleri takip et Oh Sehun!" dedi, "Şimdiye kadar attığın her adımı tekrar at ve imgeleri takip et."

......

.....

Eve dönüş yolu ikimiz için de oldukça sessiz geçmişti. Oradan çıkmış olmamıza rağmen hala nefes alamadığımı hissediyordum. Sonunda Xiumin'in isteği üzerine arabayı eski evimin önünde durduğumda kafamı direksiyona seri bir şekilde vurmamak için kendimi zor tuttum.

"Sahtekarın tekiydi." dedim Xiumin'e dönerek, çıktığımız andan beri transa girmiş gibiydi, kafasını iki yana salladı. O kadar kesin bakıyordu ki çığlık atmamak için kendimi zor tutuyordum.

"Hayır." dedi kafasını çevirip arabanın kapısını açarken. "Hayır, değildi."

Ve başka bir şey demeden arabadan inip eve doğru ilerledi, onun peşinden gitmek istiyordum. Kendimi küçük odama kapatıp günlerce çıkmamak istiyordum fakat yapamazdım. Küçük bir çocuk değildim artık, evlenmiştim, sorumluluklarım vardı. Onlarla başa çıkmalıydım bunu biliyordum. Ama tüm bedenim o an isyan ediyordu, her şeyden kaçıp gitmek istiyordum, boğuluyordum. Duyduklarımın ağırlığı beni mahvediyordu.

Eve nasıl gittiğimi bile anlamamıştım, tüm yol boyunca aklım allak bullak durumdaydı. Sonunda kararımı vermiştim, inanmayacaktım. O kızın dediği hiçbir şeye inanamazdım. Hayatım iyiydi, Jongin'le aram iyiydi, aramızda başkasının olmasına imkan yoktu. Her şeyi çözüyorduk ve o kız sahtekarın tekiydi. Bir de ecelden bahsediyordu, kendimi korkutmayı bırakmalıydım, kimse ölmeyecekti.

Evin şifresini girip içeriye girmem, sessizliği bozan kapı sesi, evdeki karanlık, her şey midemi alt üst etmeye yetiyordu. Kendimi bir anda paramparça olmuş gibi hissediyordum. Bildiğim tek şey kafamdaki tüm düşünceleri belirli bir düzene sokmam gerektiğiydi. Kızın dediği her şeyi orada düşünecektim.

Kapının önünde yere çöküp kollarımı karnıma doğru çektiğim dizlerime doladım. İmgeler, sıçtığımın imgeleri diye düşündüm. Bana dediği şeyler karmakarışıktı. Jongin'le aramızda olan beden de neyin nesiydi? Bana gelmesine engel olan kimdi? Bunlar gerçek olamazdı, bunların gerçek olduğunu kabul etmiyordum. Aklım tüm olan bitenleri reddediyordu.

Kafamı kaldırıp derin bir nefes aldım, duyduğum her şeyi unutacaktım, tek çare buydu. Oldukça uzun bir süre daha orada oturduktan sonra kendimi toparlamaya çalışıp ayağa kalktım ve karanlık koridorda gözlerimi gezdirdim. Saat epey geçti, Taemin'in uyuduğuna emindim. Evden hiçbir ses gelmemesi Jongin'in de uyuduğunu gösteriyordu. Belki de ben de uyumalıydım. Kendime gelmemi sağlayacak tek şey iyi bir uykuydu.

Yatak odasına doğru ağır adımlarla ilerlemeye başladım, sonunda kapıya vardığımda gördüğüm ilk şey koca yatağın ortasında tek başına uyuyan Taemin'di. Jongin'in onu yatak odasında uyutmasını beklemediğim için biraz şaşırmıştım. Gereksiz yere uzayan şaşkınlığımı üzerimden attığımda ise gözlerim odanın içinde Jongin'i aramaya başlamıştı.

Jongin tekli koltukta gözleri tamamen açık bir şekilde oturuyordu, kafasını eline yaslamıştı. Gözleri Taemin'in üzerindeydi, orada olduğumun bile farkında değil gibiydi. Bir şeyler olduğunun farkındaydım, odaya girdiğim andan itibaren en ufak bir hareketlilik olmasa da bir şeyler olduğunu fark etmiştim.

Odaya doğru küçük bir attığımda sonunda Jongin sakin bir hareketle kafasını kaldırıp yüzüme baktı, ne yapacağımı bilmiyordum. Bir süre öylece bekledim. Jongin'in yüzünde anlam veremediğim bir şey vardı, her zamanki hüznünden farklı bir hüzün oturmuştu gözlerimi. Ona olan bakışlarımı bir süre karşılık verip ardından acı çekiyormuş gibi yüzünü buruştururak kafasını tekrar Taemin'e çevirdi. Bense göğsümdeki ağırlıkla bir süre daha orada bekledim.

Jongin birkaç dakika daha oturup ardından ayağa kalktı, yanına gidip ben de onun gibi ayakta dikilerek Taemin'e baktım.

"Annesini kaybettik." dedi Jongin, hiç beklememiş ve tereddüt etmemişti, sesi toktu. Bunu daha önce kaç defa söylemek zorunda kaldığını düşündüm, o an neler hissettiğini düşündüm.

Ve tüm bunlar düşündüğüm şeylerden sadece birkaç tanesiydi. Aklım bana en büyük oyununu oynuyordu o an. Bir yandan derin derin soluyor bir yandan da nefes alamadığımı düşünüyordum. Söz verrmiştim dedim kendi kendime, annesinin döneceğini söylemiştim, bunu neden dediğimi bile bilmiyordum. Sadece söz vermiştim işte.

Burnumdaki sızlamaya rağmen ağlayamıyordum, bir süre daha ayakta öylece bekledim. Jongin yanımdaydı. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilmiyordum. Biraz daha bekledikten sonra yataktaki küçük bedenin hafifçe kıpırdamaya başladığını fark ettim, bu üzerimdeki kıyafetleri umursamadan yatağa tırmanmama neden oldu. Taemin'in yanına geçip onu kollarımın arasına aldım. Küçük yüzünde oldukça büyük duran gözlerini aralayıp yüzüme baktı, aynı anda dudaklarında küçük bir gülümseme belirdi.

"Geldin mi baba?" diye sordu uykulu bir sesle, cevabımı beklemeden tekrar uykuya dalmıştı bile. O an aklımda binlerce düşünce vardı, kendimi ölecek gibi hissediyordum. Yine de tüm o düşünceler arasından en baskın olanını seçmeyi başarabilmiştim. Kız sahtekar falan değildi, söylediği her şey doğruydu, ecel gelmişti ve diğer tüm o şeyler beni mahvetmek ve acı çeken bir ruha sahip olmam için yakında hayatıma dahil olacaktı.













.....

Ben nedense bu bölümü hiç beğenmedim neden acaba bilmiyorum üşüyorum da zaten hof bu ne beeeeğğ

Pokračovat ve čtení

Mohlo by se ti líbit

48.7K 5.3K 66
- Tamamlandı - Yıllardır karşılıksız aşkını içinde yaşayan Tae, bir gün Jin'in öleceğini bilemezdi.
106K 11.2K 37
jungkook, ünlü balerin jimin'in gerçek benliğini gören tek insandı. tw - yeme bozukluğu, şiddet texting, düzyazı - 2022 for duygu <3
9.4K 1.1K 21
Ailesinden ona kalan ev için küçük bir kasabaya gelen Jungkook, evde zaten birinin olduğunu öğrenir. Daha da ilginç olan bu kişinin ailesi hakkında ç...
707K 60.5K 72
taejin jikook sope namjoon, solidarity adlı grubu kurar.