The Good Girl's Bad Boys: The...

By badboysofgoodgirl

862K 74.3K 30.8K

"Aslında oldukça basit," dedi Bennett. "Sen bizim iyi kızımız olacaksın," Declan başladı. Jordan gülümsedi, "... More

İyi Kızın Kötü Çocukları
Prolog
Birinci Bölüm: Sana Beni Yalnız Bırak Dedim
İkinci Bölüm: Starbucks Anlaşması
Üçüncü Bölüm: Sizce De Bir Şey Unutmadık Mı?
Dördüncü Bölüm: İneği Kim Davet Etti?
Beşinci Bölüm: Birimiz Hepimiz Hepimiz Birimiz İçin
Altıncı Bölüm: Birinci Vuruş, İkinci Vuruş
Yedinci Bölüm: Üçüncü Vuruş, Oyun Dışısın
Sekizinci Bölüm: Hayır, Ben Nomi Değilim
Dokuzuncu Bölüm: Çünkü Senin Erkek Arkadaşın Benim, Nomi
Onuncu Bölüm: S'nin İkinci Kuvveti
On Birinci Bölüm: Tabi Seni Kaçırmadığımız Sürece
On İkinci Bölüm: Sanırım Altıma Kaçıracağım
On Üçüncü Bölüm: Hiç Sözü Geçmedi
On Dördüncü Bölüm: Sadece Gider Misiniz Çocuklar?
On Beşinci Bölüm: Sizdeyiz Gena ve Roger
On Altıncı Bölüm: Çok Özür Dileriz
On Yedinci Bölüm: Bana Bunun Sözünü Verebilir Misiniz?
On Sekizinci Bölüm: Şu Kısa Boylu Adam Değil Miydi O?
On Dokuzuncu Bölüm: Bunlar Jennett, Beclan ve Dordan
Yirminci Bölüm: Peşimize Takıldılar
Yirmi Birinci Bölüm: Onu Sorguya Çekiyorum, Hadi Ama
Yirmi İkinci Bölüm: Ne Kadar İyiyiz?
Yirmi Üçüncü Bölüm: Bazen De Kapıya Çarpmaktan
Yirmi Dördüncü Bölüm: Ta-tamamen Sizinler
Yirmi Beşinci Bölüm: Evet De, Naomi
Yirmi Altıncı Bölüm: Sandığından Daha Yakın Bir Yerden
Yirmi Yedinci Bölüm: Ama Eğer Onu Kırarsa...
Yirmi Sekizinci Bölüm: Daha Kötüsünü Duymuştum
Yirmi Dokuzucu Bölüm: Daha Ziyade Rahatsız Oldum
Otuzuncu Bölüm: Derin Bir Nefes Al..
Otuz Birinci Bölüm: Abartma İstersen
Otuz İkinci Bölüm: Bunun Modası Geçti
Otuz Üçüncü Bölüm: Düşün, Naomi, Düşün
Otuz Dördüncü Bölüm: Nefesin Kokuyor
Otuz Beşinci Bölüm: Nasıl Aşağı İneceğiz?
Otuz Altıncı Bölüm: Eğer Bu Plan İşe Yaramazsa Ölmeye Mi Hazır Mıyım?
Otuz Yedinci Bölüm: Sana Söylemem Gereken Bir Şey Var
Otuz Sekizinci Bölüm: Uçak Geliyoooor
Otuz Dokuzuncu Bölüm: Bekle, O Spor Çantasındaki De Ne?
Kırkıncı Bölüm: On Bir Yıldır, Koskoca On Bir Yıldır
Kırk Birinci Bölüm: Ya Da Öpüşmek Üzere
Kırk İkinci Bölüm: Ah, Şey... Benim Ejderha Saçlarım Var Da
Hepsini Yönetmek İçin Tek Hikaye
Kırk Dördüncü Bölüm: Jordan'ın Önünde Eğileceksin
Kırk Beşinci Bölüm: Şah-mat
Kırk Altıncı Bölüm: Ben Tayt Giymem
Kırk Yedinci Bölüm: Adın Ne Değeri Var?
Kırk Sekizinci Bölüm: Hayır, Bana Vur
Bir Çevirmen Notu
Kırk Dokuzuncu Bölüm: Oh Be, Ne Rahat
Ellinci Bölüm: B-ben Artık Buna Dayanamıyorum
Elli Birinci Bölüm: Ağlamak İstemiyorum
Elli İkinci Bölüm: Bir Yalan Daha Söyleme
Elli Üçüncü Bölüm: Evet, Tam Olarak Burnuna
Elli Dördüncü Bölüm: Roma Bir Günde İnşa Edilmedi
Elli Beşinci Bölüm: Merhaba, Benim Adım...
Elli Altıncı Bölüm: Aşk Kuşu Mu? Daha Ziyade Dayak Kuşu
Elli Yedinci Bölüm: Nazar Etme!
Elli Sekizinci Bölüm: Nasıl Bambi Bakışlarla
Elli Dokuzuncu Bölüm: Cinsiyetçi Olma!
Altmışıncı Bölüm: Sen De Değilsin
Altmış Birinci Bölüm: Kendimizi Ele Mi Vereceğiz?
Altmış İkinci Bölüm: Tamam, Gözlerini Kapat
Altmış Üçüncü Bölüm: Öyleydi
Altmış Dördüncü Bölüm: Sen Bir Zorbasın
Altmış Beşinci Bölüm: Sincaplarla İlgili Bir Şey
Altmış Altıncı Bölüm: Bunun İçin Seni Suçlayamam
Altmış Yedinci Bölüm: Bu Akışı Bozar
Altmış Sekizinci Bölüm: Durduran Mı Var?
Altmış Dokuzuncu Bölüm: Hala Bunun Gerçekten-
TGGBB2'den Alıntı - Veda&Teşekkür
TGGBB2 ÇIKTI!

Kırk Üçüncü Bölüm: Ama En İyisi Yemek

10.1K 835 199
By badboysofgoodgirl

"Burada. Görebiliyorum. Bana bakıyor."

Gözlerimi kıstım ve yumruklarımı sıktım. Alayla bana sırıtıyordu. Benimle aynı odada kaldığına göre cesaretli olmalıydı. Hele bana o dokuz on bölüm önce yaptığı şeyden sonra nasıl da burada olmaya cürret edebiliyordu?

"Eski düşmanım," diye yavaşça kükredim, gözlerim ona yakınlaşıyordu. "Meyve suyu."

Orada, masanın üstünde etrafı cipsler, kolalar ve biralarla sarılmış bir şekilde oturuyordu. 

"Meyve suyuna kin tutmamalısın, o böyle yapmak istemezdi."

Ona baktım, "Neden onu savunuyorsun?"

Omuz silkti, "Çünkü o masum. Kötü bir insan tarafından içine alkol katılması onun suçu değil."

"Ama yine de.."

"Sadece görmezden gel," dedi Parker. "Bu sefer onun alkollü olacağını bildiğinden aynı hatayı yapmazsın."

"Evet, haklısın."

Parker odanın içinde göz gezdirdi. "Seni başka bir partiye getirdiğim için üzgünüm, burası olmak istediğim son yer."

"Sorun değil Parker."

"Onlara partiye katılacağıma söz vermiştim," dedi odanın içinde hala gözlerini gezdirirken. Sanki odanın içinde birisini arıyor gibiydi ama bunun zor olacağını biliyordum çünkü odadaki neon ışıklandırmalar hariç karanlıktı. "Sadece on dakika durup sonra dışarı yemek yemeye gideriz, uyar mı?"

Gözlerimi kıprıştırdım, "Affedersin sadece yemek kısmını duyduktan sonra bir an transa geçtim."

Elimi tutan eli sıkılaştı, "Bir saniye bile yanımdan ayrılmıyorsun."

Başımı iki yana salladım. "Sen birilerini selamlarken peşine takılmak, benim anlamayacağım şakalarını dinlemek ve içecekleri reddetmek, iyiyim tabii."

Parker kaşlarını çattı. "Seni bırakmıyorum Naomi, bu şıklarda yok bile."

Sızlandıktan sonra alayla, "Ama baba..." dedim.

"Aması yok."

"Parker cidden, sadece on dakika. On dakikada hiç kötü bir şey yapamam ya."

"Meyve suyuyla sarhoş olman kaç dakikanı aldı?" Diye sordu.

"On dakika," diye itiraf ettim.

"Peki o zaman şuna ne dersin? Ben bu gözlerden uzak köşede senin gelmeni bekleyeceğim."

"İkimiz de biliyoruz ki benim gelmemi bu gözlerden uzak köşede beklemeyeceksin," dedi ve ben karşı çıkmadan devam etti. "Naomi, ne kadar tartışırsak o kadar fazla vakit kaybederiz. Ve gerçekten şimdiden gidip bir şeyler yemek istiyorum."

"Ben de, ama yine de..."

Parker bana yaklaştı ve kulağıma bir şey fısıldadı. Yanaklarım ısınarak gözlerim irileşti.

"Şimdi benimle gelecek misin?" Diye sordu.

Başımı sallayarak onayladım.

Başımı okşadı, "Uslu kız. Hadi gidelim," dedi ve dans eden sarhoşların oluşturduğu kalabalıkta beni çekmeye başladı.

"Sonra ben de ona dedim ki-" Çok Parker'ı gördüğü gibi durdu.

"Parker!" Diye hep birlikte aynı anda selamladılar. Bazılarıyla el sıkıştı, bazılarıyla kafalarını tokuşturdu.

"Naber adamım?"

"Burada olman çok güzel."

"Sayende maç kazandık!"

Maçtan konuşmaya devam ettiler. Bu Parker'ın maçtan konuştuğu dördüncü gruptu. İlk başta umursamamıştım ama sonra birkaç sarhoş kız erkek arkadaşıma yanaşmaya çalıştığında gitmek için dakikaları saymaya başladım. İkinci katta olmamıza rağmen yüksek müzik burada yankı yapıyordu ve bas zemini titretiyordu. Tırabzanlara yaslandım ve aşağıda dans eden sarhoşlarla dolu dans pistine baktım. Gözlerim dans pistinden ayrıldıktan sonra beer pong oynayan çocuklara takıldı. Beer pongda acaba ayıkken de o kadar iyi olur muydum merak ediyordum. Buna şüpheliydim çünkü ayık beynim bana mümkün olmayacağını, işe yaramayacağını söyleyip duracaktı. 

Aptal beyin.

Konuşan çocuklara- ah hayır, pardon, an itibariyle öpüşen çocuklara baktım. Diğerlerinin eli uyuşturuculardaydı ve bulutlara çıkıyorlardı. İki kişi kavga ediyordu ve diğerleri bunu durdurmak yerine tezahürat yapıyorlardı. Tamamen kaostu. O zaman fark ettim ki bir lise partisi boktan dünyayı anımsatıyordu. Bir lise partisinin bu boktan dünyadan tek farkı daha küçük olmasıydı. Nüfus kirliliği yapan aptal, sarhoş lise ergenleriyle doluydu. İşte, ev dediğimiz gezegenin gerçekliği buydu. 

Gözüme bir şey çarptığında çocuklar olup olmadığını görmek için yeniden oraya baktım. Evet onlardı, Bennett, Jordan ve Declan. Kız arkadaşları da oradaydı. Ama olay şu ki, kavga ediyorlardı. Kızlar ve erkekler gruplaşması şeklindeydi ve hepsi kavganın içindeydi. Elleri hararetle havaya kalkıp bir şeyler anlatıyorlar, gözleri birbirine ölümcül bakışlar atıyor ve dişler sıkılıyordu. İnsanlar yavaş yavaş fark etmeye başladı çünkü müzikten daha sesli bir hal almıştı. Üç popüler çift neden bir partinin ortasında kavga ederdi ki? Ve ben niye burada böylece dikiliyordum? Neler olduğunu öğrenmeye gitmeliydim.

Ama birden birisi beni ileri doğru itti ve öne doğru sendeledim, karnım tırabzanlara çarpmıştı. Kimin yaptığını görmek için arkamı döndüğümde Raymond ile burun buruna geldim. Raymond üstündeki futbol formasını çıkartmıştı ama yine de o zamanki kadar sinirli görünüyordu. Muhtemelen kırmızı kart alıp oyundan çıktığı ve ortamı Parker'a bırakmış olduğu için hala sinirliydi. Parker demişken...

Tekrar kafamı çevirdim ki biraz önce Parker'ın konuştuğu grubun arasında onu göreyim, ancak göremedim. Neredeydi? Beni öylece bırakmış mıydı? Yine tırabzandan aşağı baktığımda onu Raymond ile dans pistinde yürüyüp geçerken gördüm. Raymond ile ne yapıyor olabilirdi ki? Nereye gidiyorlardı? Merdivenlerden inip aşağı kata geldim. Bu sırada kızlar ve çocukların kavgasının bittiğini gördüğümde hayal kırıklığına uğradım. Ama yine de eski hallerine dönmemişlerdi, çocuklar kapının orada bir şeyler konuşuyorlardı ve kızlar da aynı anda biralarından yudum alarak bir şeyler fısıldaşıyorlardı. Daha sonra çocuklara bu tartışmanın niye olduğunu sormayı hatırlamam gerekiyordu. Ama şimdi Parker'ı bulmalıydım.

Onların adımlarını takip ederek pistten geçtim, pistin çıkışına gidene kadar itildim, kakıldım ve neredeyse tekmelendim. Bu tıpkı zorbalık gördüğüm zamanlardaki hisse benziyordu. Ama bunları atlattıktan sonra şimdi tamamen Parker'ın izini kaybetmiştim. O sırada iki kişinin kavga sesini duydum, yüksek sesli bir kavgaydı. İkisi olmalıydı.

Sesi takip ettiğimde mutfağa ulaşmıştım. Onları bölmek istemeyerek -çünkü bu kaba olurdu- yavaşça mutfağın kapısını açtım ve dinlemeye çalıştım.

"Yapmam."

"Hadi O'Neil, bırak artık şu rol yapma olayını."

"Kes sesini."

"İnsanlar cidden üzülmeden durmalısın."

"İnsanlar derken Naomi'yi mi kastediyorsun?"

"Başka kim olabilir? Hem sevinmen lazım değil mi?"

"Hayır."

Uzun bir sessizlik oldu. "İnanamıyorum. Gerçekten ona aşık mı-"

Bir sarhoş daha fazla içki alabilmek için mutfağa girecekken bana çarptı ve ben de onunla birlikte içeri itildim. O dolaba doğru ilerleyip işine baktı.

Parker gözlerini kıprıştırdı, "Naomi?"

Rahatlayarak nefesimi bıraktım. "Her yerde seni arıyorum. Beni öylece bırakıp gittin."

"Üzgünüm Naomi," dedi. "Gelecektim...bundan sonra." Son kelimesine gülen Raymond'a bir bakış attı.

"Bir şeyi mi böldüm?"

"Yok, hayır," dedi Parker Raymond'a söz hakkı vermeden. "Ben de şimdi çıkıyordum."

"Çıkıyor muydun?" Diye sordu Raymond bir yudum bira içtikten sonra.

Parker ona gözlerini kısarak baktı. "Evet çıkıyordum. Hadi Naomi, buradan çıkalım," dedi elimi tutarak. "Burada boğuluyor gibi hissediyorum."

Bunu hisseden tek o değildi.

-

"Bir sorun mu var Parker?" Diye sordum pizzamdan bir ısırık alarak.

Başını iki yana salladı.

"Pizzayla ilgili bir sorun mu var?"

Bana baktı, "Ne alaka ki?"

"Kırmızı biberle dolduruyorsun da."

Parker kafasını çevirdiğinde eliyle iki saattir salladığı kırmızı biberlikteki biberi pizzasına doldurduğunu fark etti. 

"Ah özür dilerim."

"Pizzadan mı?"

"Ah hayır, bilerek yaptım." Dedi Parker. "Kırmızı biberi severim."

"Parker dur-"

Ben onu durduramadan bir ısırık aldı. Yüzü biberin rengine dönerken korku filmi izler gibi onun donup kalmasını izledim. Pizzasını tabağa düşürdü ve elini kendisine pervane yapmaya başladı. 

"Su," diye yalvardı, bir köpek gibi hızlı hızlı soluyarak.

Yan masadan izin istemeden bir şişe su aldı ve son yudumuna kadar hızla içti. 

"Ağzındaki acıyı değiştirmez ki su," dedim.

Yüzündeki ifadeye bakılırsa bunu zaten biliyordu. 

"Meyve suyu!" Diye bağırdı.

Benim sipariş ettiğim limonataya kaydı gözleri ve sonra alıp saniyeler içinde bitirdi.

"Bu sadece tat alma tomurcuklarını canlandırır."

"Süt, ihtiyacın olan süt" Dedim. "Mutfağa-"

Cümlemi bitirememiştim çünkü o çoktan mutfağa doğru koşmaya başlamıştı. Mutfaktaki aşçıların bağırışları şu an bütün restoran tarafından duyulabiliyordu. Yemek yiyenler bana baktı ve ben sadece öyle durup gergince gülümsedim. 

Sonra geri yerime oturdum ve birkaç dakikanın ardından Parker üzerinde restoranın logosu olan başka bir tişörtle geldi. Muhtemelen tişörtünü ıslatmıştı ve değiştirmek zorunda kalmıştı. Masaya, tam karşıma oturduğunda birisi bir şişe su bıraktı ve Parker'ın sırtını sıvazladı.

"Teşekkürler," dedikten sonra bana döndü. "Ne diyordun?"

Kıkırdamamı engelleyemedim, sonra kahkahaya dönüştü. İlk başta Parker da kafası karışmış baksa da sonra gülmeye başladı. Sonra öksürdü ve durdu.


"Affedersin," dedim. "Gülmemeliydim."

Parker gülümsedi. "Sorun değil, ben de olsam gülerdim. Hemen bir ısırık almam benim aptallığımdı."

Biberle kapladığı pizzasına baktı.

"Sanırım pizzaya olan iştahım gitti."

"Ya da kırmızı bibere," dedim.

"Evet ona da," diye onayladı ve pizzaya uzun uzun baktı. Sonra bana baktı ve karşımdan elimi tutup kaldırdı, "Hadi-"

"Bekle, son lokma," dedim ve son ısırığı alıp çiğnedim ve yuttum. Pizzayı bitirmeden gitmek zalimliktir.

"-çıkalım buradan," diye cümlesini bitirdi Parker.

Çenemi elime, dirseğimi de masaya yasladım. "Buradan çıkalım mı? O'Neil, ne zaman okula adım atsam aynısını düşünüyorum."

Başını iki yana salladı, "Ne yazık ki sadece buradan çıkıyoruz."

"O zaman yolu göster."

-

"Sana yolu göstermeni söyledim, biliyorum ama böyle gözlerimi bağlamak zorunda mıydın?"

"Ama bu olayları daha eğlenceli hale getiriyor," dedi Parker'ın sesi.

Parker eliyle çekerek beni yönetirken ben gözlerim bağlı bir şekilde ilerliyordum. Elini iyice sıktım, eli elimdeyken güvende hissediyordum.

"Hala gelmedik mi?" Diye sızlandım.

"Neredeyse geldik, taş var dikkat et."

Taşa çarpmamak için rastgele zıpladım ve üstünden atladım. Sonra Parker'ın güldüğünü duydum.

"Ne? Ne oldu?" Diye sordum. Sonra kaşlarımı çattım, "Orada hiç taş falan yoktu değil mi?"

"H-hayır," dedi Parker gülerek.

Gözlerimi bağlamasına rağmen alttan gözlerimi devirdim. 

"Tamam, geldik işte."

"Gerçekten mi?"

Parker'ın arkama geçip bir elini belime sarıp diğeriyle gözümdeki bağı açmasını hissettim. Sonra bağ yere düştü ve yeniden görebildim.

"Gerçekten."

Ve sonra gördüğüm manzara beni gülümsetti.

Valley Parkı'ydı.

Bu parkta bir sürü anım vardı, bazıları sarhoşken aklıma bile gelmemişti. Çocukluğumda henüz zorbalık görmediğim zamanlar yaptığım kumdan kaleler, oyun parkında oynadığım oyunlar, kaydırağın altına saklanıp kitap okuduğum zamanlar ve salıncakta sallandığım zamanlar. Sonra bir de zorbalık gördüğüm zamanlar vardı, yaptığım kumdan kaleler yıkılırdı. Yakalamasınlar diye yorgunluktan ölene kadar koşmalarım, daha fazla sallamasınlar diye yalvarmalarım çığlıklar atmalarım çünkü yükseklikten korkum oluşuyordu ve bir süre salıncaklara bile yaklaşamamıştım. 

Ama bu eski anılar yenileri sayesinde silinmişti. Parker ile olan yenileri sayesinde. 

"Hadi," dedi Parker sırıtarak. Sonra ayakkabılarını çıkarttı ve salıncaklara doğru koşmaya başladı.

Ben de gülümseyerek aynısını yaptım ve arkasından koştum.

Küçükkenki anılarımı sanki yeniden Parker ile yazıyor gibiydim. O anılar yavaşça yok oluyordu. Tabi ki derin bir yara izi gibi her zaman orada olacaklardı. Ve bu yaralar yok olmasa da ya kapatıcı sürer ya da kazak giyer ben kapatırdım. Demek istediğim, evet anılar her zaman kalacak, özellikle kötü olanlar. Ama bu onları hatırlamak zorunda olduğum anlamına gelmiyor. Onları unutmak kolay olmayacaktı ama yeni, güzel olanları yazmak işe yarayacaktı. Ve şimdi de bunu yapıyordum. Yeni anılar yazıyordum.

Kumdan kaleler yaptık, yakalanbaç oynadık, salıncakta sallandık ve saklanbaç oynadık. Beni bulamayacağını bildiğim için kaydırağın altına sakladım ve sırtımı kaydırağın arkasına dayadım.

"Adamım, saklanbaç zor. Birisinin diğerini bulması uzun zaman alır."

Parker'ı yanıma gelmiş oturduğunu gördüğümde şaşırdım.

"Par-"

"Şşş," dedi parmağını dudağıma bastırarak etrafa bakarken. "Duyabilir bizi."

İkimiz de aynı anda kahkahayı basmadan önce bir süre sessiz kalmıştık.

"Sana bir şey göstermek istiyorum."

Oyun alanından çıktık ve parkın içinde ilerlemeye başladık. Beraber yürürken birer ellerimiz birbirini tutuyor, diğerlerindeyse giymeye üşendiğimiz ayakkabılarımız vardı. Ve sonunda gelmiştik.

Parkın tam ortasındaki çeşmeydi. Çeşmenin betondan büyük basamakları ve büyük bir deposu vardı, deponun yüksekliğine bakılırsa su oldukça derinden geliyordu, neredeyse belime kadar uzanıyordu. Su en tepesinden ve üç basamaktan fışkırıyordu. Bütün bu yerler sokak lambalarıyla aydınlanıyordu. Gerçekten çok güzeldi, küçük bir çocukken ailemle de geldiğimde dakikalarca izlerdim. Bir dilek dilerdim, ki hiç bir zaman gerçekleşmezdi. 

Parker ile çeşmenin birkaç basamağını çıktık. İkimiz de basamağın kenarına ayakkabılarımızı koyduk. Çeşmenin mimarisini inceliyordum ve gerçekten çok emekli yapıldığını görebiliyordum, yapan mimar gerçekten gurur duyuyor olmalıydı. Parker'a baktığımda elinde iki tane yirmi beş sent tutuyordu.

"Bir dilek dile."

"Yapmasam olmaz mı?" Diye sordum çeşmeye dönüp. "Zaten hiç gerçekleşmiyorlar."

"Öyle olsa bile bu insanları durduramaz. Çünkü insanlar dilekleri hakkında düşünmeyi ve umut bağlamayı sever." Bana elindeki bozuk paralardan birisini uzattı, "Biz de aynısını yapalım."

Bozuk parayı aldıktan sonra, ikimiz de arkamızı çeşmeye döndük ve gözlerimizi kapatmadan önce son bir kez birbirimize baktık. Dileğimi düşündükten sonra omzumun üstünden çeşmeye attım ve suya çarpış sesini duydum, hemen peşinden Parker'ınki de geldi. Solumda Parker ile çeşmenin deposunun üzerine oturduk.

"Ne diledin?"

"Eğer dileğini birisine söylersen gerçekleşmez."

Bir kaşını kaldırdı. "Dileklere inanmadığını sanıyordum."

"Hayır sadece artık yapmayı tercih etmiyorum." Diye düzelttim.

Parker hiçbir şey söylemedi ve aramızda uzun bir sessizlik oluştu.

"Raymond ile ne konuşuyordun?"

Parker gözlerini kıprıştırdı. "Ne?"

"Partide ikiniz bir şey konuşuyordunuz ve-"

"Endişelenecek bir şey yok Naomi, hiçbir şey yoktu."

Ona gözlerimi kısarak baktım. "Aynı odada bile olamazsınız ama siz birbirinizin boğazına sarılmadan sadece konuşuyordunuz."

Başını iki yana salladı, "Sadece kırmızı kart aldığı için sinirliydi."

"Gerçekten mi?"

"İkimiz de biliyoruz ki evet. Bu onu kızdırmak için fazlasıyla yeterli."

"Evet biliyorum," ona baktığımda o bakışlarımdan kaçmak için uzağa bakıyordu. "Bana her şeyi söylersin değil mi?"

"Evet."

"O zaman bana söylemediğin şey ne?" Diye sordum omuzundan tutarak bana dönmesini sağlayıp. "O zaman ne konuşuyordunuz? Benden ne saklıyorsun? Parker sadece-"

-beni öptü. Evet, tıpkı iki bölüm önceki gibi. Ama ben onu ittim ve kötü kötü baktım.

"Konuyu değiştirmek için beni mi öpüyorsun?" Diye sordum inanamayarak.

"Şey, evet," dedi. "Bir de öpmek için tabi."

"Bundan kaçabileceğini sanma," dedim yavaşça göğsüne vurarak.

"En azından bir anlığına."

"Bunu daha sonra yeniden konuşacağız, genç adam."

"Yeniden mi?" Diye sordu. "Başka zaman mı?"

"Evet, başka bir zaman," dedim yüzümde bir sırıtış oluşurken. "Şimdi değil."

Bununla birlikte onu yakasından tutup çektim ve öpmeye başladım. İlk başta şaşkınlığına gelse de kısa sürede ayak uydurdu ve o da öpmeye başladı. Yanaklarımın yanmaya başladığını hissediyordum. O belimden tutup beni kendisine çektiğinde ben de kollarımı boynuna sardım. Parker beni duvara yaslayıp daha sert öpmek ister gibi öpüyordu. İkimiz de deponun kenarına çok yakındık ve biz herhangi bir şey yapamadan dengemizi koruyamayıp suya düştük. Ve o sırada sadece şunu diyebildik:

"Ah hayır."

İkimiz de suya düşünce suda büyük bir gürültü oldu. Mimarisinden zannettiğimden daha da derindi. Üstümüz başka insanların dileklerini sembolize eden bozuk paralarla kaplıydı. İkimiz de su yüzeyine çıktık ve derin bir nefes aldık. Birbirimize bakarak kahkaha atmaya başladık. Yavaşça birbirimize yakılaşmaya başladık ama o sırada fark ettiğim şeyle gözlerim irileşti ve elimle başıma vurdum.

Bana soru sorarcasına baktı, "Ne? Ne oldu?"

"Telefonlarımız."

-

Parker telefonuna eliyle vurarak salladı. 

"Ölmüş bu." Bana döndü, "Seninki?"

"Aynı," dedim nefesimi bırakarak. "Neden su geçirmez değilseler sanki."

"Aynısını kendimiz için de demeliyiz," dedi ıslak kıyafetlerimize bakarak.

İkimiz de güldük.

"Eğer telefonlarımızı pirince koyarsak işe yarayacağını duymuştum."

"Gerçekten mi? Yemeklerin yemekten başka bir sürü işlevi daha var," dedim.

"Ama en iyisi yemek."

"Evet, tabi ki."

Parker ile birlikte çimlerin üzerinde uzanıyor ve gökyüzüne bakıyorduk. Tüm o çeşme felaketinden sonra, ceplerimizi bozuk paralarla doldurup çıkmıştık. Sonra onları geri ait oldukları yere atmaya karar vermiştik. Parker arabasından bir battaniye getirmişti ve üzerinde yatmıştık. Kıyafetlerimiz eve gidebilecek kadar kuruyana kadar burada duracaktık. Tabi tamamen kurumasını beklersek ertesi sabaha kadar beklememiz gerekirdi.

Uzun bir süre yıldızlara bakarak hiç konuşmadık. Belki de öpüştüğümüz için ikimiz de birbirimize bakmaya utanıyorduk. Normalde bir şehirde, ışıklandırmalar çok parlak olduğundan yıldızları göremezdiniz ama nedendir bilinmez, bu parkta birkaç yıldız görebiliyorduk. Bir şey gözüme çarptığında, Parker'ın elini uzatıp gökyüzünden bir şey yakalamaya çalıştığını gördüm. Sonra nefesini bıraktı ve kolu yere düştü.

Ona baktım, "O neydi?"

Başını bana çevirdi, "Ne neydi?"

"Yaptığın şey," dedim ve elimi uzatıp gökyüzünden bir şey yakalıyor gibi yaptım. "Neydi bu?"

Parker gülerek uzağa baktı. "Hiçbir şey, aptalcaydı."

"Aptalca bir sürü şey gördüm," Naomi şu an Declan ve Jordan'ı düşünme, "-dene."

Başını iki yana salladı. "Hayır."

Yuvarlanarak ona yaklaştım ve gözlerine baktım.

"Lütfen," diye yalvardım.

Nefesini bıraktı ve ıslak saçımı bir parmağına dolayarak oynadı. "Bu yüze hayır diyemiyorum ki."

"O zaman evet de."

Gözlerini kapattı. "Hayır."

"Ne? Neden?"

"Bu yüze hayır diyemiyorum dedim, bu yüzden gözlerimi kapatıyorum ve yüzünü görmüyorum."

"Gözlerini aç."

"Açtırtamazsın ki," dedi.

"Parker bak, yıldız kayıyor."

"Yalancı."

"Üstünde bir böcek var! Sanırım zehirli!"

"Cidden mi? Ne çeşit bir böcek?"

Hiçbir şey söylemedim.

"Bir böcek adı mı uyduramıyorsun yoksa fikirlerin mi bitti?"

"Bir fikrim var."

"Oh? Neymi-"

Onu öptüğümde gözleri keskince açıldı. Ama kısa kesmek zorundaydım yoksa duramazdık. Ve niye yaptığını bilmek istiyordum.

"Tutkulu, buna bayıldım," dedi burnumu sıkarak.

"Ee, ne yaptın biraz önce?" Diye sordum kafamı göğsüne koyarak.

Omuz silkti. "Bilmem. Sadece bunu ne zaman yıldızları görsem yaparım. Küçükken evin arka bahçesinde çok yapardım."

"Sebebi..." diye bastırdım.

"Gökyüzüne ulaşmaya ve yıldızlara dokunmaya ve belki de birkaç tane yakalamaya çalışırdım."

"Ama bu yıldızların-"

"-milyar yıl uzakta, biliyorum," dedi. "Bunu ikinci sınıfta öğrenmiştim." Parker iç çekti. "İnsanlar elinden gelenin en iyisini yap, gökyüzüne yıldızlara ulaş dediğini biliyorsun değil mi?"

"Evet ama gökyüzü sınır."

"Öyle mi?" Dedi gökyüzüne dönerek. "Gerçekten öyle mi? Gökyüzünün de ötesine, aya gitmedik mi, ki ay da sahte zaten. İnsanlar sınır gökyüzü dediğinde, gökyüzüne gidebildiğin kadar gidebilirsin demek istiyorlar, ama ayrıca bir sınır olduğunu söylüyorlar."

"O zaman gökyüzünün ötesinde ne olabilir?"

"Bu orada değil," dedi gökyüzünü göstererek. Gözleri yıldızlar gibi parlıyordu. "Burada-" şakağına dokundu.

Başımı sallayarak anladığımı ifade ettim. "Fiziksel sınır değil, zihinsel. Kendisine sınır koyan bizleriz. Ve sınırı geçmenin tek yolu kafamızdaki sınırları geçebilmek."

"Evet," dedi Parker gülümseyerek başıma dokundu. "Burada."

"Bir tane de burada var," dedim. Göğsüne, tam kalbinin üstüne dokunarak.

"Öyle mi?"

"İnsanlar böyle düşünmeyi seviyor, yani kalbimizde sınır var, nasıl-"

"-kanı damarlarımıza pompalayacağı ile ilgili mi?"

Güldüm, "Hayır, aşk. Kalbimizin nasıl aşık olacağında sınır var."

"Nasıl?"

"Bilmiyorum," dedim göğsünün üzerine parmağımla hayali bir kalp çizerek. "Ya insanlar bizim birisini çok sevdiğimize şüphe ediyor ya da biz. Birisini dünyadaki her şeyden çok sevdiğimizde, ve sonra bittiğinde kafası karışmış bir şekilde nasıl birini bu kadar sevmene rağmen işe yaramadığını düşünüyorsun. Yetişkinler gençlere aşkın ne olduğunu bilmek için çok küçük olduğunu söylediklerinde belki de gerçek olan aşktan şüphe etmelerini sağlıyorlar ve belki de yok ediyorlar. Biz aşkı sınırlandırıyoruz-" dedim kalbime dokunarak. "-ki çok daha fazla sevebilecekken."

Parker saçımı arkaya itti. "Sence bizim aşkımızda bir sınır var mı?"

Yanaklarım ısındı. "Ben.. şey-"

Gülümsedi. "Bence yok."

Kafasını bana doğru uzattı ve boynumdan tutarak beni kendisine yakınlaştırdı. Nefesimin bir anlık kesildiğini hissettim, ikimizin de kalbinin hızlı bir ritimde attığını hissediyordum. Öpüştüğümüzde, yavaş ve güzeldi. Sanki zaman durmuştu ve dünyadaki tüm zamana sahiptik. 

Ne yazık ki elinde sonunda nefes almamız gerekecekti. Ve bir de eve gitmemiz. Arabada tekrar öpüştük. Evimin önünde arabada tekrar öpüştük. Evin önünde tekrar öpüştük. Şimdi öpüşmekte özgürken neden şansımızı kullanmayalım? Bizi yakalayacak da kimse yoktu. Parker arabasını sürmeye başladığında caddede köşeyi dönene kadar onu izledim.

Gece saat ondu, umarım annemler uyumuştur. Yarına kadar bu gece hakkında sorularıyla uğraşmak istemiyordum. Şimdi sadece uyumak istiyordum. Kapıyı anahtarımla açtıktan sonra girip arkamdan yavaşça kapattım. Ayakkabılarımı çıkartırken esniyordum bile. Tam sıcacık yatağıma ulaşmayı hayal edip yürürken-

"Biz de seni bekliyorduk."

"Ah, şaka mı yapıyorsunuz?"









Continue Reading

You'll Also Like

198K 24K 180
Bir Efsanenin Doğuşu 7 BÜYÜK GÜÇ serisinin ilk kitabı KARANLIĞIN YÜKSELİŞİ sizi bekliyor. ~~~~~~~~~~ İnsanlar gariptir. Onlar...
3.7M 61.7K 19
[Bir ömür uçsam ufkun ötesine, Bazen yalnız bazen birlikte] *Olamayan Hayalin Karekteri bu kitap senin için. "Aynı yeryüzünde değil,aynı gökyüzündeyi...
11.5K 1.6K 3
"Aslında komik çocuksun." Karizmatik bir şekilde gülümsedim. "Ama biraz aptalsın." Operatöre Bağlanıyorsunuz evreninden yan kitaptır. Seriden bağı...
72.2K 14.3K 24
Nijerya' da 10 Türk subayı kaçırılıyor ve fidye isteniyor. Siz olsanız ne yapardınız? onlara fidye mi gönderirdiniz yoksa dünyanın en tehlikeli aske...