H4N // sekai

By hunfornini

649K 52.1K 31.4K

Hun for Nini Biliyorum sen de üzüldün ama ben bittim artık, mahvoldum. Beni sen mahvettin demiyorum ama mahvo... More

0 - Düğünümsü (?)
1 - Tanışma Kavuşma Evlilik Teklifi
2 - Peynir ile Yenen Akıl ve Fikir
3 - Bir Sen Bir Ben Bir de Mont
4 - Sehun Kim ki Zaten?
5 - Senin Benimle Zorun Ne Sevgilim?
6 - Ateş Oku vs Kayan Yıldız
7 - Sakin Değilim Çünkü Neden Olayım?
8 - Çok Güzelsin
9 - Seksen Yedi Ay Taksit
10 - Derpresyon
11- Yarın Görüşürüz
12- Gergedan
13 - Düğün
14 - Şampanyalar ve Şarkılar
15 - Ev
17 - Fred'in Ölümü
18 - Bozar mı Sandın Acılar?
19 - Hoşuna mı Gidiyor? Beni Deli Ediyor
20 - Parmak Uçlarında Yüksel
21 - Acımasız Olma Şimdi Bu Kadar
22- İlginç Yöntemler
23 - Gerçekten İyi mi Geceler?
24 - Kasırga
25 - Akşamlar Böyle Biter
26 - Neden Ağlıyorsun?
27 - Doğum Günün Kutlu Olsun
28 - Beyaz Öküz
29 - Ecel
30 - Git. Git. Git..(me)
31 - Nefes Alamıyorum
32 - Geceyi Güneş Siler Beni Senin Hasretin
33- Kuşları Anladım da Senin Kanatların Yok Nasıl Uçtun da Gittin
34 - Seni Sevmeyi Ağır Ödüyorum
35 - Gel Benim İçin Değil Yemin Ederim Değil
36 - Bu Akşam Ayrı Bir Hoşsun Sanırım Sarhoşsun
Final - Bitti mi Hikayemiz?
- Savaş(M)a Seviş

16 - Acı

13.2K 1.2K 437
By hunfornini

Günlerden pazardı ve havada inanılmaz bir kasvet vardı. Jongin gittikten sonra yığıldığım yerden hala kalkamamıştım. Kalkıp ne yapacağımı bilmiyordum, kalktığım an neyin değişeceğini bilmiyordum. Etrafım beni her saniye daha da karanlığa gömen kara bulutlarla çevriliydi sanki, bunun depresyon olduğuna adım gibi emindim. Gözlerim tek bir noktaya kilitlenmişti, bedenim içinde ruh yokmuş gibi çökmüştü yine de biliyordum ki asıl çökmüş olan ruhumdu. Göğsümdeki sıkışmaya engel olamıyordum, düğünden önceki hafta da böyleydim. Senelerini küçük karanlık bir hücrede geçiren bir mahkumun gün yüzüne çıkması gibi gelmeye başlamıştı düğünüm, o aydınlığı görmüş ne kadar güzel olduğunu öğrenmiş ve tekrar hücreme dönmüştüm. Şimdi her şey çok daha kötüydü.

Aklımın içinde büyük bir karmaşa vardı. Keşke bu kadar zor olmasaydı diye düşündüğüm anlardan birindeydim. Keşke bu kadar karanlık olmasaydı, keşke bu kadar acı vermeseydi, keşke nefes alabilseydim. Bunların hepsi bir salise süreyle aklımdan geçip giden isteklerdi, bunlardan binlercesine sahiptim. Keşke Jongin'den vazgeçebilseydim, keşke ondan vazgeçmem gerekmeseydi, keşke daha iyi, her açıdan daha iyi olabilseydim böylelikle belki de Jongin beni birazcık da olsa görebilirdi.

Bununla nasıl başa çıkacağımı bilmediğim için bir süre daha oturmaya devam ettim. O kara bulutları üzerimden söküp atamayacağımı biliyordum. Bunu deneyemezdim bile. İnsanların depresyon haliyle ilgili ne düşündüklerini bilirsiniz, istemekle ilgili bir şey olduğunu zannederler. İstemekle alakası olmadığını ben biliyorum, bu kadar acı çekmeyi istemiyorum çünkü. Elimde olsa beni uçurumun kenarına sürükleyen her bir duyguyu içimden söküp atarım. Elimde olsa boğazıma dizilmiş her şeyin beni her geçen saniye daha da öldürmesine engel olurum. Elimde olsa Jongin'i sevmem, gerçekten sevmem, sorun onu sevmeyi bile seviyor oluşum; bunların hiçbiri benim elimde değil. Jongin'i içimden söküp atamıyorum mesela. Onu isteyerek sevmedim, ona isteyerek aşık olmadım durum bu haldeyken nasıl isteyerek onu sevmeyi bırakabilirim ki? Depresyon da böyle bir şey işte. Bir havuza isteyerek girer, yüzer ve ardından kendi isteğinizle o havuzdan çıkarsınız; istemek budur. Depresyon ise bir denizin en sığ noktasına düşüp yüzmeyi bilmemektir. Ne kadar çırpınırsanız çırpının boğulmaktan kurtulamazsın.

Üşüdüğümü hissediyordum, altındaki zeminin ağırlığımı kaldıramayıp birazdan çökeceğini hissediyordum, duvarların etrafımda döndüğünü hissediyordum. Bir kere daha göğsümün tam ortasına bir sancı saplandığında kendimi ayağa kalkmak için zorladım, biraz daha orada kalırsam çıldırabilirdim. Ayağa kalkabilmem için bir yerlerden destek almam gerekliydi fakat duvarlar hem beni boğacak kadar yakınımda hem de onlara dokunamayacağım kadar uzağımda kalıyordu. Avuç içlerimi altımdaki zemine bastırıp yerden destek alarak doğrulabildim ancak. Olduğum yere o kadar yabancıydım ki nereye gitmem gerektiğini bilmiyordum. Jongin eşyalarımı nereye koydu en ufak bir fikrim bile yoktu, doğrusu o günden sonra ne yapacağım konusunda bile herhangi bir fikrim yoktu.

Önce banyoyu bulup hala üzerimde duran damatlığı çıkardım ve hızlı bir duş aldım. Duşun hemen ardından Jongin'in eşyalarımı nereye koyduğunu aramaya başladım, ilginç bir şekilde onun odasındaydı ve açılmayı bekliyorlardı. O an bunu yapabilecek halde olmadığım için içinden hızla birkaç parça çıkartıp üzerime geçirdikten sonra tekrar salona döndüm. Geceyi geçirdiğim kanepeye uzandım, eve bakmak istemiyordum çünkü etrafımdaki karanlık o kadar sarmıştı ki beni baktığım noktaları gözlerimin algılamayacağına emindim. Bu yüzden televizyonu da açmadım. Telefonumun nerede olduğunu bile bilmiyordum. İçimden hiçbir şey gelmiyordu ben de hiçbir şey yapmadım. Saatlerin ilerlemesinden mi yoksa benim karanlığımın etkisinden mi bilmem hava da karardı. Jongin havanın kararmasından çok sonra geldi. Orada ne aradığımı sormasını beklemedim, evliliğimizin ilk gününde nerede olduğunu açıklamasını beklemedim; o da bunların hiçbirini yapmadı zaten. Sanki orada hiç yokmuşum gibi salona girdi, mutfağa gidip sessizce bir şeyler yaptı ve tekrar salondan çıkıp odasına döndü. Öylece uzanmaya devam ettim. O gece orada uyudum. Ertesi sabah uyandığımda Jongin evde değildi.

O gün daha iyi değildim, karanlık küçülmemişti, acı dinmemişti fakat bunlara rağmen biraz daha düşünebilir haldeydim. Buna sanırım alışmak deniyordu. Jongin'in evde olmadığını fark etmek beni şaşırtmamıştı. Nerede olduğuna dair en ufak bir fikrim bile yoktu ve garip bir şekilde merak etmiyordum. Derin bir nefes alıp mutfağa doğru ilerledim ve dünden beri hiçbir şey girmemiş mideme zor da olsa bir şeyler sokmaya çalıştım. Yutkunmaya çalıştığım her lokma boğazımda düğümleniyor gibiydi. Pes ettim, her şeyi olduğu gibi bırakıp Jongin'in odasına yöneldim. Açılmayı bekleyen eşyalarım vardı, tamamen yabancısı olduğum bu evin bir noktasına kendimden bir şeyler bırakmak zorundaydım. Jongin'in odasına girdiğimde derin bir nefes alıp odaya sinmiş kokusunu içime çektim, ciğerlerime oksijen değilde ateş parçaları göndermişim gibi hissettiriyordu. Umursamadım. Buna da alışkanlık diyorduk. Diğer evdeki tüm eşyalarımı getirdiğim için bayağı işim vardı ve bir an önce halledip tekrar uyumaya dönmeliydim.

Jongin'in yatak odası ya da artık ikimize ait olduğu için bizim odamız evdeki en ferah alandı. Jongin'in titiz bir kişiliğe sahip olduğu odadan anlaşılabiliyordu. Odanın çok güzel bir manzarası vardı, Jongin'le burada uyuyacağımız düşüncesi bile çok uzak bir ihtimal gibi geliyordu nedense. Evet evliydik fakat konuşmaktan bile uzaktık. Birbirimize uzaktık, en çok da bu incitiyordu canımı. Düşünceler yakamı bırakmıyordu.

Ne kadar hızlı davranırsam o kadar çabuk eski yerime dönerim diye düşünüp hareketlerimi hızlandırdım. Odanın içinde bir dolap göremediğim için eşyalarımı nereye yerleştireceğim konusunda en ufak bir fikrim yoktu, sonunda yatağın hemen yanında duran kapıyı açtığımda karşıma en az içinde bulunduğum oda kadar büyük bir giysi odası çıktı. Çok az bir kısmı boş olduğu için Jongin'in orayı benim için ayırdığını düşünüp eşyalarımı oraya yerleştirmeye başladım. Gözüme fazla gelen kıyafetlerim giysi odasının büyüklüğünü gördükten sonra fazlasıyla az gelmeye başlamıştı. Buna rağmen tüm valizlerimi boşaltıp valizleri de ortadan kaldırmam yaklaşık üç saat sürdü. Kalan bazı eşyalarımı da banyoya yerleştirdim, Jongin'in diş fırçasının hemen yanına kendi fırçamı koydum, bunun beni mutlu etmesi gerekiyordu fakat o an için sadece acıyı hissediyordum. Daha fazla hissetmek istemedim. Odaya dönüp tekrar kanepenin üstüne oturdum ve bunun geçmesini bekledim. Ne kadar uyumam gerektiği umrumda değildi, tek istediğim bu acının bir an önce geçmesiydi.

O gece de hiçbir şey değişmedi. Jongin yine çok geç geldi, yine beni görmedi. Bense onu gördüğüm için istemsizce şükrettim. O mutfaktan çıkıp odasına giderken sadece arkasından baktım. Neden orada uyuduğumu sormadı, nasıl olduğumu umursamadı. Bu defa sabaha kadar uyuyamadım, göğsümdeki sıkışma uyumama bile engeldi.

Ve sabah olduğunda hiçbir şey değişmedi. Sadece bu defa Jongin çıkarken kapanan kapının sesini duydum.

O sabah kendimi çok yalnız hissettiğimin farkına vardım. Son iki gündür hiç kimseyle konuşmamış, kimseye nasıl hissettiğimi anlatmamıştım. Televizyonu bile açmamıştım. Duyduğum tek ses açılan ve kapanan kapının sesiydi. Onu da günde sadece iki defa duyabiliyordum. İçimdekileri kimseye anlatamamak berbat bir duyguydu. İstemediğim için değildi bu, Baekhyun'a ya da Xiumin'e saatlerce Jongin'in son iki gündür üzerimde nasıl bir etki bıraktığını anlatmak istiyordum fakat bunu yapamazdım. Anlatamazdım. İçimden geçenleri hiçbir sözcük grubu tam olarak yansıtamazdı. Kendi acımda beni kurtaracak hiç kimse olmadan boğuluyordum. İşin kötü tarafı saatler geçtikçe içimdeki çırpınma isteği köreliyordu. Olağan olan buymuş gibi davranıyordum.

Sorunu kendimde aramak o an mantıklı gelen tek şeydi. Her şeyi en başından ele aldım. Jongin'i gördüğüm ilk gün ona aşık olmuştum o ise benimle aynı hisleri hiçbir zaman paylaşmamıştı. Jongin evlenelim dediğinde hemen kabul etmiştim, evlilik sözleşmesini elime sıkıştırdığında imzalamıştım, sesimi kesmemi söylediğinde kesmiştim, kafasını şişirdiğimi anladığım an bunu yaptığım için kendimi suçlamıştım. Jongin için her şeyi ama her şeyi yapmaya hazırdım, o ise hala beni görmüyordu. Nerede hata yapıyordum? Bu normal değildi, Jongin'in hala inatla beni yok sayması normal değildi. Bir şekilde bir yerde hata yapıyor olmalıydım. Yeterince iyi değildim, yeterince iyi görünmüyordum, çok fazla konuşuyordum, çok fazla mı onun üzerine düşüyordum? Bendeki sorun neydi de Jongin hala beni sevemiyordu? Aklımda dönüp duran düşüncelerin işte bunlardı ve ben onlardan kurtulamıyordum.

Her şeyin düğün gecesinde takılı kalmasını tercih ederdim. O gece ne değişmişti, Jongin bendeki neyi fark etmişti bilmiyordum fakat her şey çok daha iyiydi. Aklım allak bullaktı. Hala Jongin'in boynuma kondurduğu öpücüğün sızısını boynumda hissedebiliyordum fakat onun kollarında olmanın nasıl hissettirdiğini hatırlayamıyordum. Keşke bir şekilde o geceye dönme gibi bir şansım olsaydı.

Son birkaç gündür artık bir diğer yarısı haline geldiğim koltuktan kalkıp televizyonu açtım. Sessizlik inanılmaz derece ağır gelmeye başlamıştı. Hava bir kere daha kararmıştı, akşam sona ermiş ve gece çökmüştü. Jongin hala yoktu, ne zaman geleceğini merak ediyordum fakat bu merakı gidermek için elimden hiçbir şey gelmiyordu. Ben de gözlerimi ekranda oynayan iğrenç programa dikip saatlerin geçmesini bekliyordum.

Sonunda kapının açılma sesi geldiğinde gözlerimi televizyondan ayırmadım. Jongin'e dönüp bakmak ne kadar çok istesem de acıtıyordu. Gözlerimi ekrana kilitleyip adım seslerini dinledim. Yavaş yavaş salona doğru gelen adımlar salonu geçip mutfağa ilerledi, gözlerim ekranda olsa da kulaklarım ne yaptığını anlayabilmek için Jongin'deydi.

Buz dolabının açılan ve ardından kapanan kapağı, dolabın içinden alınan bardak, bardağa doldurulan sıvı tüm bunları dinledim. Jongin birkaç saniye sonra bardağı muslukta duruladı ve bulaşık makinesini açıp içine yerleştirdi. Bundan sonra olanları biliyordum; odasına gidecek, uyuyacak ve ardından sabah tekrar çıkıp gidecekti. Fakat böyle olmadı. Jongin'in adımları kanepeye doğru ilerlediğinde nefesimi tuttum. Her ne kadar bedenim kasılsa da herhangi bir tepki vermedim. Böylelikle o da gelip biraz ilerime oturdu.

Sanki birkaç gece önce beni korumak için yemin eden adam o değil gibiydi. Birkaç ay önce beraber uyuduğum adam, her öğlen aynı masaya oturduğum adam, bana beni asla bırakmayacağını söyleyen adam o değildi sanki. Son birkaç gün içinde o kadar çok değişmişti ki inanamıyordum. Birbirimizle konuşmaktan bile uzaktaydık. Evet aramızda hep bir duvar vardı ve ben evlendikten sonra o duvarı yıkacağımıza inanıyordum. Jongin'in yaptığı şey ise o duvara birkaç tuğla daha eklemek olmuştu. Bu canımı o kadar çok acıtıyordu ki artık dayanamayacağımı düşünmeye başlamıştım.

Gözlerimi televizyondan çekip ona baktım. Nasıl olsa beni fark etmeyecekti, nasıl olsa beni görmüyordu. Gözlerini televizyona kilitlemiş olsa da bakışları boştu. Kafasını kanepenin sırt kısmına dayamıştı. Saçları gözlerinin üzerine düşüyordu. Yorgun gibiydi fakat biliyordum ki işe gitmiyordu yani yorgun olmasını gerektirecek hiçbir şey yoktu. Gözlerinin altı şişmişti, yüzünde çok sert bir ifade vardı. Gözlerim istemsizce ellerine kaydı, yüzük hala parmağındaydı fakat o da yorulmuş gibi soluktu.

Onunla bir şeyler olabilmeyi her şeyden çok isterdim, ona tam olarak nasıl biri olduğumu göstermeyi isterdim, onunla bir olabilmeyi isterdim. Elimde olan ise aramızdaki kilometrelerce mesafeydi, ona yakınlaşamıyordum. Onu tanıyamıyordum, onu bilmiyordum. Sadece uzaktan bakabiliyordum, gözlerimi açık tutacak gücü kendimde bulamayana dek ona bakabilirdim. O da beni hiç fark etmezdi, bu hayatın bir kuralı gibiydi. Ben onu beklerdim o ise beklediğimden bile habersizdi, gelmezdi.

Onunla konuşacak cesareti arıyordum kendimde. Bir şey mi yapmıştım? Bir hatam mı vardı? Neden düğün gecesi iyiyken artık benimle konuşmuyordu. Sorun bende olmalıydı, o an için başka hiçbir şey düşünemiyordum. Cümlelerim içimde patlarken ona bakmayı sürdürdüm. Kafasını yasladığı yerden hala ayırmamıştı, gözleri kapandı kapanacak gibiydi. Uykulu olduğunu ve oracıkta uyuyamayacağını biliyordum, yine de içimden kalkıp yatağına gitmesini söylemek gelmiyordu. Bir süre daha öyleyece oturmaya devam ettik. O boşluğa bense ona bakmayı sürdürdüm. O kadar güzel görünüyordu ki gözlerimi ondan alamıyordum. Gözleri tamamen kapandığında kanepede biraz daha kıpırdanıp ona yaklaştım. Düzenli alıp verdiği nefesler uyuduğunu gösteriyordu. Biraz daha bekledim.

"Bir şey mi yaptım?" diye fısıldadım karanlığa doğru, artık duymayacağını bilmenin rahatlığı konuşmamı kolaylaştırıyordu. "Bana kızgın mısın Jongin? Neden bana böyle davranıyorsun, neden konuşmuyorsun. Seninle konuşmaya bu kadar çok ihtiyacım varken neden benimle konuşmuyorsun?"

Ellerimi kafamın altına koyup ben de kanepeye yaslandım. Kendimi dizginlemezsem yüzüne dokunup onu uyandırabilirdim.

"Sana kendimi taşıttığım için bana kızgın olmalısın. Çok konuştuğum için ya da. Yüzüme bakacağını bilsem inan bana bir daha hiç konuşmam Jongin. Hem de hiç."

Boğazımda büyük bir yumru vardı, onunla asla bir olamayacaktım. Asla öylesine bir anda beni düşünmeyecekti. Üzüldüğümü görmeyecekti, gözlerinin önünde paramparça olacaktım ve o bunu görmeyecekti. Ona iyiyim diyecektim, o da inanacaktı. Bu kadar uzak olmamalıydık birbirimize.

"Hayalimdeki balayı böyle değildi." dedim, devam etme ihtiyacı duyuyordum. Onunla konuşmam gerekliydi. "Hayalimdeki hiçbir şey böyle değildi, seninle uyuyacağımı düşündüm. Bana yine sarılacağını düşündüm, beni asla bırakmayacağını düşündüm. Beni bırakıyorsun Jongin."

Ve ben düşüyordum. Ellerimi kafamın altından çıkartıp ona doğru uzattım, öylesine ihtiyacım vardı ki onu hissetmeye uyanıp uyanmayacağı falan umrumda bile değildi. Ellerim önce saçlarına kaydı, ardından parmak uçlarım alnına değdi. Kirpiklerine dokundum, bunun nasıl hissettirdiğini aklıma kazıdım.

"Çok yüzsüzüm öyle değil mi? Hala seninle konuşmak istiyorum, hala seninle olmak istiyorum senin bunu istemediğini bile bile. Hala ellerim senin tenini istiyor. Sana son bir kere sarılamadan böyle olmamızı kaldıramıyorum. Sen bana bir kere gülsen ben her şeyi unutmaya hazırım Jongin. Bu yüzden mi kaybediyorum? Bu kadar çok sevdiğim için mi?"

Omuzlarımda binlerce yük vardı sanki. Konuşmayı kestim, elimi Jongin'in yüzünden çektim. Bir süre daha oturup onu izlemenin tadını çıkardım. En sonunda her ne kadar istemesem de orada uyumaması gerektiğine karar verip onu uyandırdım ve odasına gitmesini söyledim. Uyanıp şaşkınca etrafına bakarken hiçbir şey söylemedi, kalkarken ve salondan çıkarken hiçbir şey söylemedi. Bu defa bekledim, belki de bu yüzden bu defa her zamankinden çok daha fazla acıdı canım. Bu acıyla gözlerimi kapatıp bu acıyla uyudum. Ertesi sabah uyandığımda Jongin'in yatağındaydım.

Continue Reading

You'll Also Like

70K 5.3K 37
sadece erkeklerin olduğu bir üniversitede gay yönelimin odağı ve tüm dikkati üzerine çeken Jungkook, bu durumdan sıkılan ve onu bu rahatsızlıktan ko...
1.3K 130 5
"Kupa Yedilisi derler genelde, fiyakalı isim olduğunu kabul etmek gerekir. Bilirsin, kupa iskambilde asilleri temsil eder. Onların her biri de üniver...
9.4K 1.1K 21
Ailesinden ona kalan ev için küçük bir kasabaya gelen Jungkook, evde zaten birinin olduğunu öğrenir. Daha da ilginç olan bu kişinin ailesi hakkında ç...
17.6K 1.9K 20
‎bu şehir sahte ama sen buradaki tek gerçek şeysin ❧250822