Bu bölüm kısa, farkındayım. Yarım saatim vardı ancak bu kadar karalayabildim, beklemede kalın. Hepinizi çokça seviyorum.:)
-
Sözün bittiği dakikaları yaşıyordum, duyduğum cümleler sonucunda tenim, kaskatı kesilmişti. Adrian, yanıma doğru koştu ve yere yığılmak üzere olan bedenimi, güçlü kollarının arasına aldı. Bir çeşit şaka mıydı?
Gözlerim, Nina'ya doğru kaydığında onunda, benden farksız olduğunu gördüm.
"Kaçman için bir dakikan var, yoksa seni büyük bir zevkle öldüreceğim."diye tısladı Adrian, dişlerinin arasından.
"Yapma, bırak kalsın. Öğreneceklerimiz var."diye fısıldadığımda, adam gülmeye başladı. Tanrım, komik bir şey mi vardı?
"Sadece şaka yapıyorum, ikiniz fazla benziyorsunuz da. Sizi denemek güzel olur diye düşündüm, nasıl da geldiniz oyunuma."dedi ve kahkahalara boğuldu.
Adrian, adama doğru ilerlerken onu durdurdum ve yumruk yaptığım ellerimi, adamın gülüşüne geçirdim.
"Piç herif, kalbime iniyordu!"diye bağırdım. Kanlı dişlerinin arasından alaycı bir gülümseme bahşetti.
"Tanrım, söylenildiği kadar sertsin. Çılgın kedicik seni, hani patilerin?"
"Ne söylüyor lan bu?"diye bağırdı Adrian.
"Hiç, sadece sizi uyarmaya geldim. Okulu koruyan bariyerler, kötülüğe yeteri kadar dayanmaz. Bir an önce hazır olun çünkü bizim için gelecekler."
"Ben hazırım,"dedi Tyson gülerek.
"Evet, o hazır. O kaslarla üçüncü dünya savaşını bile başlatabilir."dedi Destiny, hayran bir şekilde.
"Hey, bende hazırım."dedikten sonra üzerini çıkarttı Damien. Adrian, elleriyle gözlerimi kapattı.
"Siktiğimin tişörtünü sadece yatak odanda çıkart."dedi Adrian, her bir cümlesine vurgu yaparak.
"Sana özel bir şov yapabilirim, Castelain."diye mırıldandı Damien, kışkırtıcı bir sesle birlikte.
"Yürü küçük yıldız, gidiyoruz. Yoksa katil olacağım."
"Küçük yıldız mı? Büyük meme, büyük dudak, büyük kalça varken sadece küçük yıldız mı? Tanrım, romantiklikten ölüyorsunuz!"dedi Damien.
"Kes sesini Damien,"dedim ve Adrian'ın ellerini çekerek çıkışa doğru ilerlemeye başladım.
"Gidelim Adrian."
Adrian, sert ve hızlı adımlarla beni takip etti. Dışarıya çıkana kadar arkama bile dönüp bakmadım. Tanrım, sinirlerim gerçekten bozulmuştu. Böyle bir şeyin şakası bile yapılmazdı.
Dışarı çıkar çıkmaz bedenimi, toprağın üzerine attım. Çimenlerin kokusunu, içime çekerek sakinleşmeyi denedim. Adrian, tam yanıma uzandı. Parmakları, bileğimi kavradı ve usulca okşamaya başladı.
"Kafasını götüne sokmalıydım,"diye mırıldandı. Yüzümü, ona doğru çevirdim.
Yüzünü, parmaklarımın arasına alıp kirli sakallarını okşamaya başladım. Teni, huzur kokuyordu. Kafamı, göğsüne koyduktan sonra parmaklarımı, göğsünün üzerinde gezdirmeye başladım.
"Sana sarılınca iyi oluyorum."
"O zaman bana sonsuza kadar sarılabilirsin, küçük yıldızım."
"Sonsuzluk çok uzun bir zaman,"diye mırıldandım.
"Sonsuzluk, tam da ihtiyacımız olan zaman."
Yıldız kümeleri, karanlığımızı aydınlatırken zaman durmuş gibi hissediyordum.
"Sanki başka bir evrene geçmişiz gibi, sadece ikimizin olduğu."
"Biz buraya ait değiliz Astrid, sen bana aitsin. Benim gezegenimi aydınlatmak için varsın, bu gezegende olmamız en başından beri yanlış."
"Yaradılışımız yanlış ama seninleyken, her şey doğru gibi geliyor."dedim ve gözlerimi kapattım.
"Bir gün, her şeyi ve herkesi arkamızda bırakacağız. Sadece ikimizin olduğu bir yerde yaşayacağız ve ben katil olmaktan kurtulacağım, bu evrene fazlasın küçük yıldızım."
"Seni seviyorum."diye mırıldandım gülmeye çalışarak.
"Sanırsam,"dedikten sonra derin bir nefes aldı.
"Sanırsam, senin aydınlığında yok olmak üzereyim. Işığına kapıldım, küçük yıldız. Gülümsemende ki ışığa," dedi ve saçıma küçük bir öpücük kondurdu.
Bir gün, tüm bunlardan uzakta yaşayacaktık. Sadece ikimize ait olan bir yerde, tek tesellim buydu. Çünkü insanları tanıdıkça, kalplerinde ki çirkinlikleri görüyordunuz. Gün geçtikçe iğrenerek baktığınız o çirkin kalplerden birine sahip oluyordunuz ve ruhunuzun güzelliğini de, kaybediyordunuz.
İnsanlar, ihanet etmeyi seviyordu. İnsanlar, birbirlerini sevmek yerine ihaneti sevmeyi seçmiştiler. İşte bu yüzden güzel yaratılışımız, çirkinliğe hapis oluyordu.
"Düşünme, uyu."dedi Adrian gülerek.
"Neden?"
"Çünkü uyuduğunda sana acı çektirecek düşüncelerle boğuşmuyorsun, uyuyunca geçiyor."
"Peki ya sen?"
"Ben uyuyunca da geçmiyor, sadece sen yanımdayken geçiyor.Şimdi, uyu."
-
Bir çift mavi göz gördüm, sonrasında kanla kaplanmış bedenler. Arkasından korkutucu bir fon müziği eşlik etti, görüntülere. Bir beden gördüm, kalbinden vurulan. Şiddetli bir şimşeğin gürültüsü yayıldı karanlığa.
Sonrasındaysa kendimi gördüm, tanımadığım bir adamın arkasındaydım. Kalbim, bedenimden sökülmüştü fakat hâlâ ayaktaydım.
"Öleceksiniz, kalbinizden yaralanarak."dedi yabancısı olduğum bir ses.
"Ne, anlayamıyorum."
"Anlayacaksın."
Ter içinde uyandığımda yanımda Adrian yoktu, onun boşluğu daha fazla korkmama sebebiyet vermişti. Bu rüyada ne sikimdi böyle?
Yanan vücudumla banyoya girdim ve soğuk suyun, bedenime yayılmasına izin verdim.
-
Aradan iki saat geçmişti ve Adrian, hâlâ gelmemişti. Hızlı bir şekilde dışarıya çıktıktan sonra koridorda gezinmeye başladım. Destiny'nin odasından gelen sesler, kalbimin sıkışmasına sebep oldu.
"Daha hızlı Adrian,"
Sert bir şekilde kapıyı çaldığımda, altında sadece bir havlu olan Adrian ve arkasında tamamen çıplak duran Destiny ile karşı karşıya geldim.
Gözlerim, ter içinde kalmış vücutlarına ve dağılmış saçlarına kaydı. Tenim, neşter eşliğinde kesilmiş gibiydi. Dudaklarımı, kalbimin kırık parçalarından gelen kan damlaları işgal etmişti.
Boğazıma prangalar vurulmuştu, nefes alamıyordum.
"Bir şey mi oldu?"dedi Adrian, umursamazca.
"Bu ne hâl?"dedim güçlükle.
"Sevişiyorduk, böldün. Diyecek bir şeyin yoksa, uza."dedi Destiny.
Ona bakamıyordum bile, tek bir duygu kırıntısına muhtaç bir şekilde Adrian'a bakıyordum. Sevişiyorduk, cümlesi kalbimin parçalanmış kıyılarında yankılanırken gözlerime yaşlar hücum etti.
"Adrian, sen...nasıl yapabildin? Beni sevdiğini sanıyordum, ne...neden?"diye sordum güçlükle.
"İnandın mı gerçekten, üzgünüm. Andreas'ı kıskanmıştım, onun seninle işi tamamen bittiğinde benimde hevesim geçti. Emin olmak için bugün onunla konuştum ve bitti."dedi gülerek.
"Yalan söylüyorsun."
"Yalan söyleyeceğim kadar değerli misin?"
Gözlerimden akan yaşları sildim ve Adrian'a doğru baktım.
"Senin yangınını taşıyan kalbimi,başka bir kadının teninde söndürdün. Şimdi, herkes gibisin. Belki onlardan çok daha kötüsün, çok daha iğrençsin."
"Bak," diye konuşmaya başladığı an, yanağına sağlam bir tokat attım. Arkasından Destiny'nin burnuna, yumruğumu yedirdim.
"Konuşma, yalanlarını daha fazla dinleyemeyeceğim. Sen bu gece sadece beni değil, bize dair tüm umutlarımı da öldürdün. Ve en kötüsü ne, biliyor musun?"
"Ben elbet nefes almaya devam ederim, yaşarım. Fakat parçalanan umutlar, nefes alamazlar, yaşayamazlar. Kırıldıkları kadarıyla kalırlar."dedim ve hızlı bir şekilde oradan ayrıldım.
Ve artık, uyusam da geçmeyecekti. Çünkü az önce hayatımın, en güzel rüyasından uyandırılmıştım, kâbusa dönüşen bir rüyadan.
Yıllarımı verdiğim aşk, başka bir kadının teninde harcanmıştı.
Huzur kokan teni artık kan kokuyordu, ruhuma kadar kanamıştım, onun sayesinde. Umarım o koku, yıllar boyunca ellerinde kalırdı.
Şüphesiz ki en acımasız katiller, kalpleri katledenlerdi.