The Good Girl's Bad Boys: The...

By badboysofgoodgirl

862K 74.3K 30.8K

"Aslında oldukça basit," dedi Bennett. "Sen bizim iyi kızımız olacaksın," Declan başladı. Jordan gülümsedi, "... More

İyi Kızın Kötü Çocukları
Prolog
Birinci Bölüm: Sana Beni Yalnız Bırak Dedim
İkinci Bölüm: Starbucks Anlaşması
Üçüncü Bölüm: Sizce De Bir Şey Unutmadık Mı?
Dördüncü Bölüm: İneği Kim Davet Etti?
Beşinci Bölüm: Birimiz Hepimiz Hepimiz Birimiz İçin
Altıncı Bölüm: Birinci Vuruş, İkinci Vuruş
Yedinci Bölüm: Üçüncü Vuruş, Oyun Dışısın
Sekizinci Bölüm: Hayır, Ben Nomi Değilim
Dokuzuncu Bölüm: Çünkü Senin Erkek Arkadaşın Benim, Nomi
Onuncu Bölüm: S'nin İkinci Kuvveti
On Birinci Bölüm: Tabi Seni Kaçırmadığımız Sürece
On İkinci Bölüm: Sanırım Altıma Kaçıracağım
On Üçüncü Bölüm: Hiç Sözü Geçmedi
On Dördüncü Bölüm: Sadece Gider Misiniz Çocuklar?
On Beşinci Bölüm: Sizdeyiz Gena ve Roger
On Altıncı Bölüm: Çok Özür Dileriz
On Yedinci Bölüm: Bana Bunun Sözünü Verebilir Misiniz?
On Sekizinci Bölüm: Şu Kısa Boylu Adam Değil Miydi O?
On Dokuzuncu Bölüm: Bunlar Jennett, Beclan ve Dordan
Yirminci Bölüm: Peşimize Takıldılar
Yirmi Birinci Bölüm: Onu Sorguya Çekiyorum, Hadi Ama
Yirmi İkinci Bölüm: Ne Kadar İyiyiz?
Yirmi Üçüncü Bölüm: Bazen De Kapıya Çarpmaktan
Yirmi Dördüncü Bölüm: Ta-tamamen Sizinler
Yirmi Beşinci Bölüm: Evet De, Naomi
Yirmi Yedinci Bölüm: Ama Eğer Onu Kırarsa...
Yirmi Sekizinci Bölüm: Daha Kötüsünü Duymuştum
Yirmi Dokuzucu Bölüm: Daha Ziyade Rahatsız Oldum
Otuzuncu Bölüm: Derin Bir Nefes Al..
Otuz Birinci Bölüm: Abartma İstersen
Otuz İkinci Bölüm: Bunun Modası Geçti
Otuz Üçüncü Bölüm: Düşün, Naomi, Düşün
Otuz Dördüncü Bölüm: Nefesin Kokuyor
Otuz Beşinci Bölüm: Nasıl Aşağı İneceğiz?
Otuz Altıncı Bölüm: Eğer Bu Plan İşe Yaramazsa Ölmeye Mi Hazır Mıyım?
Otuz Yedinci Bölüm: Sana Söylemem Gereken Bir Şey Var
Otuz Sekizinci Bölüm: Uçak Geliyoooor
Otuz Dokuzuncu Bölüm: Bekle, O Spor Çantasındaki De Ne?
Kırkıncı Bölüm: On Bir Yıldır, Koskoca On Bir Yıldır
Kırk Birinci Bölüm: Ya Da Öpüşmek Üzere
Kırk İkinci Bölüm: Ah, Şey... Benim Ejderha Saçlarım Var Da
Kırk Üçüncü Bölüm: Ama En İyisi Yemek
Hepsini Yönetmek İçin Tek Hikaye
Kırk Dördüncü Bölüm: Jordan'ın Önünde Eğileceksin
Kırk Beşinci Bölüm: Şah-mat
Kırk Altıncı Bölüm: Ben Tayt Giymem
Kırk Yedinci Bölüm: Adın Ne Değeri Var?
Kırk Sekizinci Bölüm: Hayır, Bana Vur
Bir Çevirmen Notu
Kırk Dokuzuncu Bölüm: Oh Be, Ne Rahat
Ellinci Bölüm: B-ben Artık Buna Dayanamıyorum
Elli Birinci Bölüm: Ağlamak İstemiyorum
Elli İkinci Bölüm: Bir Yalan Daha Söyleme
Elli Üçüncü Bölüm: Evet, Tam Olarak Burnuna
Elli Dördüncü Bölüm: Roma Bir Günde İnşa Edilmedi
Elli Beşinci Bölüm: Merhaba, Benim Adım...
Elli Altıncı Bölüm: Aşk Kuşu Mu? Daha Ziyade Dayak Kuşu
Elli Yedinci Bölüm: Nazar Etme!
Elli Sekizinci Bölüm: Nasıl Bambi Bakışlarla
Elli Dokuzuncu Bölüm: Cinsiyetçi Olma!
Altmışıncı Bölüm: Sen De Değilsin
Altmış Birinci Bölüm: Kendimizi Ele Mi Vereceğiz?
Altmış İkinci Bölüm: Tamam, Gözlerini Kapat
Altmış Üçüncü Bölüm: Öyleydi
Altmış Dördüncü Bölüm: Sen Bir Zorbasın
Altmış Beşinci Bölüm: Sincaplarla İlgili Bir Şey
Altmış Altıncı Bölüm: Bunun İçin Seni Suçlayamam
Altmış Yedinci Bölüm: Bu Akışı Bozar
Altmış Sekizinci Bölüm: Durduran Mı Var?
Altmış Dokuzuncu Bölüm: Hala Bunun Gerçekten-
TGGBB2'den Alıntı - Veda&Teşekkür
TGGBB2 ÇIKTI!

Yirmi Altıncı Bölüm: Sandığından Daha Yakın Bir Yerden

10.3K 987 543
By badboysofgoodgirl

Sakinleşmeye çalışarak gülmeyi kestim. "Bekle, bekle. Benim kolamı Red Bull ile değiştirdiğiniz zamanı hatırlıyor musun?"

Parker güldü, "Evet, hatırlıyorum. Senin de yaptığın gibi otomattan kola aldık ve şişesini Red Bull ile doldurduk. Sonra sen bakmıyorken, sanırım Blake'ti, kolaları değiştirdi." dedikten sonra hamburgerinden bir ısırık aldı.

Onunla ben de güldüm. "Bütün gün yerimde duramıyordum. Olduğum yerde resmen sallanıyordum. Kalemi bile doğru düzgün tutamıyordum."

Parker ve ben, okuldan insanların genelde gelmediği okula birkaç blok uzaktaki sokak arası hamburgercisindeydik. Son istediğimiz şey insanların takımdan biriyle bir ineğin birlikte sosyalleştiğini yanlış anlamasıydı. Yani tamam kitaplarda filmlerde birbirilerinden gerçekten hoşlanmaları mümkündü ama gerçek hayatta yaşıyorduk. Bu yüzden buranın kapalı köşesinde oturuyorduk. İlk başta kısık sesle konuşup hiç dikkat çekmemeyi planlamıştık ama konuşmaya başladığımız anda bu unutuldu gitti. Sürekli kahkahalara boğulduk ve bu birkaç kafanın bize dönmesine sebep oldu ama görmezden geldik.

Bana yıllarca zorbalık yapmış birine göre aslında oldukça kibar birisiydi. Beni güldürmek için hep elinden geleni yaptı ki başardı da. Konuştuğumda hep onu hala ders çalıştırıyormuşum ve o açıklamamı dinliyor gibi dikkatle dinledi. Ve şimdi dürüst olmak gerekirse artık onu tatlı buluyordum. Kahverengiye dönük ben-yataktan-kalktım saçları, mavi gözlerine düşen saç tutamları falan. Ama şimdi daha dikkatli bakıyordum da mavi gözlerinde yeşil ağlar vardı ve deniz yeşiline benziyordu. Ve o çekici gülüşü-

Durdum. Ben ne yapıyordum? Onu gerçekten süzüyor muydum? Ya da inceliyor muydum? Tamam ona da söylediğim gibi affetmiştim. Ama bizim bir geçmişimiz vardı: Zorba ve kurbanı. Ona karşı hala tedbirli davranıyordum ama o bunu dert ediyor gibi görünmüyordu. Ama o geçmişimizi düşünmeyerek benimle sanki eski arkadaşlarmışız gibi konuşuyordu. Belki ona onu affettiğimi söylediğimden artık suçluluk duymuyordu. Ve bence duymasına da gerek yoktu. Bu bizi ortak noktamız hakkında konuşmaktan alı koyamazdı: Onun yaptığı ve benim ağına düştüğüm şakalar.

"Hatırladım, sanırım." dedim düşünmeyi keserek. "Sanırım ilk ya da ikinci yıl falandı. Dolabımı açtığımda boya ateşi açılmıştı resmen."

"İkinci yıldı," dedi hatırlayarak. "Çocuklar paintball silahı kiralamıştı. Sonra sen dolabı açtığında ateş etmesini ayarlamak için birkaç ineği ayarttık. Ve açtığında otomatik olarak öyle olmuştu. Bunun için de üzgünüm."

Onu elimle geçiştirdim, "Sorun değil. O tişört hala duruyor. Hatta zaman zaman giyiyorum. Böyle paintball havası veriyor." ikimiz de beraber güldük.

"Peki birinci sınıfta birisi sandalyene fıstık ezmesi sürdüğünde?" Parker sordu.

Önce hatırlayarak suratımı ekşittim ama sonra güldüm. "Çok utanç vericiydi. Bir sonraki derse gidip oturana kadar fark etmemiştim. Sonra vıcık vıcık sesini duyduğumda... Altıma doldurmuş gibi görünüyordum." dedim Parker'a yalandan kızgın bir bakış atarken.

Parker savunur gibi ellerini havaya kaldırdı. "Hey, hey, Kaleb'in fikriydi. Yemin ederim."

Kafamı salladım ve içeceğimden bir yudum aldım. "Peki beden eğitimi eşofmanıma kaşıntı veren ilaç koymak kimin fikriydi?"

Parker düşünmek için durdu, düşünürken kızartmalarından yiyordu. "Sanırım Paul, ya da onun kız arkadaşı Bella'nın fikriydi. Ama eminim ki koyan kişi Bella'ydı."

"Evet, bence de oydu." dedim düşünürken. "Öğretmenlerden birisine şifreyi unuttuğunu söyleyerek dolabını açtırdığını hatırlıyorum. Ama o zaman o dolabın benim dolabım olduğunu bilmiyordum. Tişörtü üstüme geçirdiğimde kendimi kaşımayı kesemiyordum. Vücudumun her yerinde kaşıntı vardı. Tişörtümü değiştirmek istediğimde diğer tişörte daha fazla ilaç sürdüler. Bütün gün deli gömleği giyip kaşıntı kremiyle kaplı dolaştım," güldüm. "Neyse ki okuldan erken ayrılabildim ve bir hafta gelmedim."

Parker içeceğinin pipetiyle oynuyordu. "Evet, sanırım onun için bir kutlama partisi vermişlerdi."

Hamburgerimden bir ısırık aldıktan sonra çiğnedim. "Eğlenceli miydi?" diye sordum.

Omuz silkti, "Başta evet, sonra sıkıcılaştı ve erken ayrıldım."

"Cidden mi?" dedim inanamayarak. "Parker O'neil ya da daha bilindik adıyla Partici Parker bir partide sıkıldı mı? İnanmam."

"İnan ya da inanma. Sıradanlaştı ve o gece parti modunda değildim."

Hiçbir şey söylemedim ve hamburgerimi yemeye devam ettim. Parker yemek yemeyi kesti ve sadece kolasını içerek beni izlemeye başladı. Ben de yemeyi kestim.

"Neden öyle bakıyorsun?" diye sordum. "Yüzümde bir şey mi var?"

Gözlerini içeceğine indirirken başını iki yana salladı. "Hayır, bir şey yok."

"Emin misin?" diye sorarken bir mendil almaya uzandım ama Parker bileğimi tutarak beni durdurdu.

"Evet eminim."

"Ah," dedim yanaklarım aniden ısınırken. "Tamam."

"S-sadece.." Parker ne diyeceğini düşünmek için durdu. "Daha önce böyle hamburger yiyen kız görmemiştim."
"
"Ne? Double hamburger, ekstra peynir ve soğan halkaları mı? Nefesimin soğan koktuğunu hissetmedim, hepsi bu."

Güldü, "Hayır, hayır öyle değil. Daha öncec yemekte takıldığım kızlardan falan, kızların menüsünün salata ve sudan ibaret olduğunu sanmıştım."

Homurdandım. "Evet tabi. Açlıktan ölmek istiyorsan öyle. Böyle kızları anlamıyorum. Yani fizikleri için kilolarına dikkat etmelerini. Başka ülkelerde açlıktan ölen insanlar varken onlar keyfi olarak aç kalıyor."

Parker hiçbir şey demedi ve dinlemeye devam etti.

"Yapmak istediğim," dedim ve sır verecek gibi ona yaklaştım. "Alışveriş merkezlerinde yemek yerlerine gidip bir sürü pizza, hamburger, kola alacağım. Sonra sadece salata yiyen kızların yanına oturacağım. Ve yemeye başlayacağım." Aklıma gelen anıya karşı gülümsedim. "Tabi ki bana hepsini yerken ne kadar iğrenç olduğumu söyleyecekler. Ama asıl duyduğum dediklerinden ziyade midelerinden gelen gurultular olacak."

İkimiz de kahkahayı bastık.

"Diğer kızlar gibi değilsin." dedi Parker bana.

"Bu iyi bir şey mi?" diye sordum.

Düşündü, sonra bir gülümseme yüzünde yayıldı. "Evet, öyle."

"Aslında sen de diğer takım arkadaşların gibi değilsin." dedim.

"Bunu bir iltifat olarak mı almalıyım?" diye umutla sordu.

İyice düşünürken parmağımla çenemde ritim tuttum. Sonra ona döndüm ve gülümsedim. "Evet, kesinlikle öyle." İkimiz de gülümsedik.

"Bana kendinden bahsetsene," dedi.

Tek kaşımı kaldırdım, "Parker, bana yıllardır zorbalık ediyorsun. Benim hakkımda bir şey bilmediğini söyleme."

Yarısını yediği hamburgerine baktı. "Bilmiyorum," diye itiraf etti. "Yani birkaç şey biliyorum ama yeterli değil. Bunu yıllardır yapıyorum ama senin hakkında çok az şey biliyorum. Senden tam olarak nefret edecek kadar, zorbalık edecek kadar seni tanımıyorum. Buna inanır mısın?" Parker başını iki yana salladı, "Buna kendim bile inanamıyorum, bu çok saçma."

Buna ben de inanamıyordum. Yıllarca o ve takımdaki diğerleri bana zorbalık etmişti. Ve benim hakkımda en ufak bir şeyi bile bilmiyorlardı. Benim hikayemi, hayatımı, hiçbir şeyi bilmiyorlardı. Ve düşünüyordum da, Raymond'ın kendi en yakın arkadaşları bile benim hakkımda hiçbir şey bilmiyorken, okuldaki diğerleri? Onlar biliyor muydu bari? Bana zorbalık ediyor, görmezden geliyor, itip kakıyorlardı ve buna rağmen en sevdiğim rengi bile bilmiyorlar mıydı?

"İnek olduğunu biliyorum," dedi Parker. "Tam A'lık öğrencisin, zorbalık için kolay hedefsin ve Raymond cesaretinden nefret ediyor."

Gülümsedim, "Doğru."

"Bana kendinden başka şeyler söylesene o zaman." diye sordu, sonunda tekrar bana bakarak.

Bir süre düşündüm. "Gelecek yıl, martın on dördünde on sekiz oluyorum. Tek çocuğum ama bir ağabeyim olmasını isterdim."

"Neden bir ağabeyin olmasını isterdin?" diye sordu Parker.

Omuz silktim. "Sanırım beni koruyacak birisinin olmasını isterdim." Şimdi düşününce, zaten üç tane ağabeyim vardı.

Anlarcasına kafasını salladı.

"En sevdiğim renk mor, neden bilmiyorum ama turuncudan nefret ederim. En sevdiğim müzik grubu falan yok ama rock, punk, pop gibi tarzları severim. En sevdiğim kitap ya da yazar falan da yok ama komedi kitaplarını ve romanları severim. Aslında bütün türleri, macera, fantastik, bilim kurgu falan. Köpekleri severim ve çiçeklere alerjim var."

"Çiçeklere mi alerjin var?" Parker sordu.

"Evet, kimse bilmez, Raymond bile. Bilse her yeri çiçekle doldururdu ve biber çuvalında gibi hapşurur dururdum-" Parker güldü, "-Ve aslında iyi de olurdu, yani bana zorbalık yapan birinin çiçek vermesi ne büyük şans."

"Evet, doğru."

"Senin sıran." dedim.

"Tamam," dedi ve dramatikçe boğazını temizleyip hayali kravatını düzelttiğinde güldüm. "Doğum günüm çoktan geçti yazın-"

"Geçmiş doğum günün kutlu olsun o zaman," dedim onun sözünü keserek.

"Ah, teşekkürler." Dedikten sonra devam etti. "Üniversitede okuyan Paris adında bir ağabeyim var. En sevdiğim renk mavi ama ben turuncuyu severim senin aksine. Ben de köpek severim, bunu onun yerine say. Metal rock dinlerim. Kimseye söyleme ama country de dinliyorum."

İnanamayarak elimle ağzımı kapattım. "Hadi canım!"

Onaylayarak başını salladı. "Evet. Babam saatlerce country şarkısı dinlerdi, tek dinlediği oydu. İlk başta nefret ederdim ama sonra alıştım ve gerçekten sevmeye başladım." Anısına karşı gülümsedi. "Kitap okumam ama edebiyatta yedinci sınıfta The Outsiders okuduğumu hatırlıyorum. Gerçekten okumuştum ve güzeldi. En sevdiğim söz de-"

"'Stay gold, Ponyboy'"* Aynı anda söyledikten sonra güldük.

"Bana başka kimsenin bilmediği bir anını anlat," dedim. "Ben de sana anlatacağım."

"Tamam, düşüneyim." Dedi Parker ve hatırlamaya çalıştı. Sonra yüzü aydınlandığına göre hatırlamıştı. "Kimse bunu bilmiyor. Şeyden birkaç ay öncesiydi.. babamın... gidişinden." sesi yavaşça kısıldı ve bana utanarak baktı. "Affedersin, Naomi. Sana bundan hiç bahsetmemiştim."

"Baban gitti mi?" diye fısıltıyla sordum.

Kafasını salladı, sesi heyecanını kaybetmiş üzgündü. "Evet. Ağabeyime dokuz yaşında arabayı verip gitmişti. Ben de altı yaşındaydım. Sadece gitti, annemi de bırakarak."

"Parker.. çok üzgünüm."

Parker başını iki yana salladı. "Çok uzun zaman önceydi, sorun değil. Üzgün olma."

"Hayır, gerçekten. Nasıl bir his olduğunu iyi biliyorum." diye itiraf ettim.

"Gerçekten mi? Nasıl?"

"Beni de en yakın arkadaşım altı yaşındayken bıraktı, sadece gitti." dedim. Sesim güçsüzdü.

"Bir arkadaşın mı-" Kendini tuttu ve yanakları pembeleşti. "Afedersin, Naomi, öyle söyle-"

Kıkırdadım. "Hayır, sorun değil. Okulun en yalnız insanının arkadaşı olduğunu öğrensem ben de şaşırırdım."

"Nasıl bir kızdı?" diye sordu Parker.

"Erkekti aslında," diye düzelttim. "Ve asla unutamayacağım en iyi arkadaşımdı. Eğlenceliydi, yüzünde her zaman yaramaz bir gülüş vardı. Her zaman beni güldürmek için aptalca şeyler yapardı. Her zaman tuhaf yalanlar söylerdi. Kimse inanmazdı ama ben inanırdım. Bazen beni etkilemek için yaptığını düşünürdüm. Ve çok tatlıydı, bana kurabiyesinin hep yarısını bana verirdi, oyunları kazanmama izin verirdi..." sesim yavaşça kısılırken uzağa baktım. "Ama çok çok öncedendi. Dış görünüşünü bile hatırlamıyorum." Tekrar Parker'a baktım. "Böldüğüm için affedersin. Devam et sen."

"Hayır sorun değil." dedi gülümseyerek. "Neyse, ben altı yaşında, birinci sınıftaydım. Bir oyuncak ayım vardı-" bunu itiraf ettiği için yüzünü buruşturdu, ama sonra devam etti. "-annem ve babam onu bana gerçekten çok küçükken almışlardı ve onu hiç bırakmamıştım. Ona TD adını vermiştim, kısaltma işte." güldüm. "Neyse, bütün gün parkta oynadıktan sonra çok yoruldum ve uyuya kaldım. Ve uyandığımda yatağımdaydım. Olay şuydu ki, TD yoktu."

"Ne?" diye ciddiyetle sordum ve Parker'ın benim ciddiyetime gülmesini görmezden geldim.

"Evet, muhtemelen yanlışlıkla parkta bırakmıştım ve annemler de almamış." diye açıkladı. "Annemlere söylediğimde de ertesi gün gidip bakabileceğimizi söylediler. Söylemekten nefret ederim ama sinir krizi geçirip saatlerce ağladım. Ve ağabeyimse hiç yardımcı olmuyordu aksine bana zırlayan bebek falan diyordu. Annemler de bizden bıkıp erkenden odalarımıza yolladılar. O olmadan uyuyamazdım." Derin bir nefes aldı. "Ve ben de her altı yaşındakinin yapacağını yaptım."

"Neymiş?" diye sordum.

"Merdivenlerden sürünerek indim, sonra montumu ve ayakkabılarımı giyip evden çıktım." dedi. O sırada şaşkınlıktan ağzım açılmıştı ki, bu onu da güldürdü. "Ve düşündüğüm kadar kolay değildi. Daha önce parka gittiğimizde hiç etrafı incelememiştim. TD ile oynamakla çok meşgulmüşüm. Bu yüzden saatlerce sokaklarda gezinerek onun adını seslendim. Sonunda vazgeçtim ve eve geri dönmek istedim. Sonra kaldırıma oturdum ve ağlamaya başladım."

"Sonra ne oldu?"

"Bir ses bana, 'Neden ağlıyorsun, evlat?' diye sordu." Sesini de kalınlaştırıp taklit ediyordu. "Yukarı baktım ve hayatımda gördüğüm en büyük adamı gördüm. Yanında iki arkadaşı daha vardı, birisi uzun ve inceydi, diğeriyse kısa ve kiloluydu. Giyimlerinden dolayı çete üyeleri olduklarını daha yeni yeni kavrıyorum-" çeteli cümleye karşılık ifadem değişse de o fark etmedi ve devam etti. "-o bana bunu sorduğunda burnumu çektim ve göz yaşlarımı silerek ona olayı anlattım. Arkadaşlarıyla bakıştıktan sonra bana parkın adını söyledi ve ben de Valley Parkı dedim."

Ona bir bakış attım. "Valley Parkı mı? Buraya birkaç sokak ötede, yürüyüp gidebilirdin."

"İşte o da aynısını söyledi." dedi gülerek. "Sonra elimi tuttu ve beraber parka yürümeye başladık. Ben onun sadece bir parmağını tutabiliyordum. Ben ona hep Ayı dedim, hem arkadaşları hem de o güldüler. Parka gittiğimizde hemen oyun alanına koştum ve TD'yi paten yolunun altında buldum. Onlara döndüğümde TD'yi onlarla tanıştırdım ve sonra da TD'ye yeni ayı arkadaşlar edindiğimi söyledim. Sonra beni eve getirdiler, birkaç denemede bulduk. Onlara teker teker sarıldığımda şaşırdılar. TD ve ben onlara el salladığımızda onlar da bize salladı. Yatağıma geri döndüm ve TD kollarımın arasındayken sakince uyuduk."

Bitirdikten sonra rahatlayarak nefes verdi. "Vay be, yıllardır bu anıyı içimde tutuyordum,dışarı çıkarmak güzelmiş."

"Gerçekten vay be," dedim. "Bu iyi bir hikaye."

Parker güldü. "Sağ ol. Tamam, şimdi senin sıran. Bana bir anını anlat."

Güldüm. "Bunu geçemem."

"Bence de." diye itiraf ettiğinde ona kötü bir bakış attım. "Ama bir dene."

Bir süre düşündüm. "Bir keresinde-"

Daha fazla devam edemedim çünkü birden ileriye doğru çekildim ve omzum kavrandı ve aşağı çekildim. Sandalyeme iyice gömüldüğümde gözlerindeki paniği görebiliyordum. Nefesinin altından bir küfür mırıldandı.

"Ne? Ne oldu?"  Ona fısıldayarak sordum.

"Takımdan çocuklar," diye fısıldadı.

"Ne?" diye sordum gözlerim irileşerek.

Sandalyenin kenarından etrafıma baktım ve haklı olduğunu gördüm. Takımdan beş ya da altı kişi içeriye girmişti. Sadece bu da değildi. O kadar kişi arasında, gelenlerden birisi Raymond'dı.

"Onların burayı sevmediğini sanıyordum." diye kendi kendine mırıldandı Parker.

Ona bir deliymişçesine baktım. "Burası ucuz fiyatları olan ve okula yakın olan bir yer. Neden burayı sevmesinler?" Parker cevap olarak belli bellirsiz omuz silkti.

"Bizi görmelerine izin veremeyiz." dedim, sadece benim için değil onun için de böyle olmalıydı. Başını sallayarak onayladı.

"Buradan çaktırmadan kaçmalıyız."

"Ama çıkabileceğimiz başka bir çıkış yok ki." dedim, çoktan burayı incelemiştim.

Gözlerini kapattı ve düşündü. Sonunda, "O zaman ön kapıdan çıkacağız." dedi.

"Ne? Ama bu intihar olur!"

"Şşşş," dedi ve tam gözlerimin içine bakarak üç kelime fısıldadı. "Bana güveniyor musun?"

Bir saniye tereddüt ettikten sonra başımı salladım, "Güveniyorum."

Son kez başını salladı. "Tamam o zaman." diyerek takım ceketini çıkarttı ve içindeki sade mavi tişörtle kaldı. "Bunu giyin, kapişonunu da tak." diyerek bana uzattı.

Dediğini yaptım. Ceketi giydim, bana iki beden kadar büyük olmuştu ama çok rahattı. Hala sıcaktı ve parfüm- Kes Naomi. Kendine gel! Sonra kapişonu kafama geçirdim, kahverengi saçlarım ve gözlerim böylece kapanmıştı. Parker'a hazır olduğumu belli eden bir işaret verdm ve o da aynısını yaptı. Parker elini cebine attı ve cüzdanını çıkarttı. Yirmi doları masaya bıraktı. Sonra yanıma geldi ve kolunu omzuma dolayarak beni sıkıca sardı.

Hızla kapıya doğru yürümeye başladık, gözlerimiz yerdeydi ve dikkat çekmeyelim diye elimizden geleni yapıyorduk. Diğerleri kasanın yakınında sipariş veriyorlardı. Ve onlar kapıya olması gerekenden çok daha yakındılar. Tam kapıya gelmiştik ki-

"Hey, O'neil!"

Yakalandığımızı anlayarak iç çektim. Ama Parker kapıyı iterek açtı ve beni dışarı çıkartıp kapıyı kapattı. Sonra arkadaşlarının yanına giderek onları selamladı. Donup kaldım, zihnim yavaşça olanları idrak ediyordu. İçerisi dışarıdan görülebiliyordu, o halde içeriden de dışarısı- Ama neyse ki hala yüzümü saklıyordum. Kapıyı hafif aralık yaptım ve böylece konuşulanları duyabiliyordum. Parker arkadaşlarını selamlarken, ellerini sıkıyor ve yarı sarılıyordu.

"Hey, çocuklar," dedi sakince Parker. "Buraya geldiğinizi bilmiyordum."

"Evet, ama buraya hiç şans vermedik ve bu yüzden denemeye karar verdik." diye cevapladı birisi. Gözlerimi devirme isteğimi tuttum, ne güzel zamanlama ama.

"Parker, antremanda neredeydin?" diye sordu birisi, "Adamım, koç seni öldürecek."

Parker omuz silkti, "Bugün katılmamaya karar verdim. Yapmam gereken ödevlerim var." diye kolayca arkadaşlarına yalan söyledi.

"Parker O'neil gerçekten ödev yapmak için antremanlara mı katılmıyor?" diye sordu bir başkası. "Sen kimsin ve Parker'a ne yaptın?" Hepsi kahkahayı patlattı.

"Hey," dedi Raymond gülmeyi keserek. "Şuradaki piliç de kim? Senin ceketin değil mi o?"

Bütün gözler bana döndü. Geri yapışarak yere baktım ve hemen kapişonu kafama iyice çektim ve yüzümü örttüm. Bakışlarının ağırlığını üzerimde hissediyordum. Kafamı kaldırdığımda iğrenmiş bakışlar görmeyi beklerken sırıtışlar gördüm. Beni süzdüklerini hissedebiliyordum. Yanaklarım ısınmaya başladı. Ama bunun sebebi giydiğim kat kat kıyafetler değildi. Şimdi bütün gözler Parker'a dönmüştü.

"Parker'ın çıktığı mı var?" Raymond gülerek sordu Parker'a bakarak.

"Hey, şekerim gel de bir merhaba de," dedi bir başkası, sanki köpek çağırır gibi ıslık çalarak.

"Kes şunu," diye bağırdı Parker.

Parker hariç hepsi güldü.

"Ah, Parker birisinden özel ders alıyor." dedi birisi. "Şuna da bakın."

"Hadi ama, neden kızını bizle tanıştımıyorsun? Söz, ısırmayız." dedi Raymond.

Yalancı, diye düşündüm.

"Üç adım ötendeki kızlar senden uzaklaşmak için dağın tepesine kaçabilecekken, neden öyle bir şey yapayım ki?" Bu lafı arkadaşlarından bir, "Oooh." aldı.

"Oldukça da güzel," dedi Raymond süzerek. "Onu nereden buldun?"

Parker gözlerini kıstı, "Sandığından daha yakın bir yerden."

Raymond ona kötü bir bakış attıktan sonra geri bana döndü. Bakışı beni üzerimdeki ceket kadar kırmızı etti. "Şimdi düşününce oldukça da yakın göründü, seni daha önce görmüş müydüm?"

"Hiç sanmıyorum," benim yerime Parker cevapladı. "Bir kızın seni iki kez görmek isteyeceğini sanmıyorum."

Bunun gerçek olmasına karşılık kıkırdadığımında tekrar dikkatlerini çekmiştim.

"Hey, mizah anlayışı da varmış. Tam sana mükemmel uyacak kızı bulmuşsun Parker."

"Evet, senin ilişkinin bir şakadan ibaret olduğunu düşünecek birisi."

Parker güldü. "Bakın kim bunu söylüyor. Senin bütün aşk hayatın bir şakadan ibaret. Ah bekle, bir aşk hayatın yok ki!"

Tekrar diğerlerinden "Oooh," sesleri yükseldi.

Raymond tekrar bana baktı. "Hey, senin gibi tatlı başka arkadaşların da var mı?"

Tekrar sırıttım ama hiçbir şey söylemedim.

"Hadi ama, çıkar şu kapişonu." İçlerinden birisi dedi. Ardından hepsi bağırışarak ve ıslık çalarak onayladılar. "Erkek arkadaşının sana dedik ettirmesine izin verme."

Belli belirsiz kafamı kaldırarak Parker'a baktım. Yüzündeki sırıtışı gördüğüm için rahatlamıştım. Kafasını sallayarak bana onay verdi. Yüzümde bir gülümseme oluştu. Geri içeri girdim. Sonra kolumu kaldırdım ve parmaklarımı kapişonumun ucuna geçirdim. Sonra yavaşça çekerek arkaya düşmesine izin verdim.

Raymond güldü, "Evet, hadi o tatlı yüzünü göre-"

Kahverengi saçlarımı salladıktan sonra gözlüklerimi düzelttim. Yüzümün tam ortasındaki büyük bir sırıtışla kollarımı gururla göğsümde birleştirdim. Gözlerindeki ifade paha biçilemezdi. Genişlemiş gözler, açık kalmış ağızlar, şaşkın suratlar. Parker, aralarında gülen tek kişiydi.

"Bu tatlı yüzü mü kastettin, Raymond?" diye masumca sorduktan sonra sırıttım.

Raymond cevap bulamadan önce Parker bana doğru yürüdü. Kolunu omzuma dolayarak beni kendisine çekti. Bu hareketi yüzünden yanaklarımda bir ısınma hissediyordum ama onun yanında rahat bir şekilde dimdik durdum. Arkamızı döndük, geçmemiz için kapıyı açtı. Sonra durduk ve omuzlarımızın üstünden onlara baktık.

"Sana sandığından daha yakın birisi olduğunu söylemiştim."

-

Kahkahayı patlattık.

"Yüzlerindeki ifadeler paha biçilemezdi!" diye bağırdı Parker.

"Aynen!" diye ona katılırken gözlerimden akan yaşları sildim.

"Söylediğin de çok zekiceydi!" dedi.

"'Bu tatlı yüzü mü kastettin, Raymond?'" İkimiz de aynı anda benim deyişimi taklit ettik.

"Asıl senin sonda söylediğin çok zekiceydi!"

"'Sana sandığından daha yakın birisi olduğunu söylemiştim.'" Yine ikimiz de aynı anda Parker'ın deyişini taklit ettik.

Birbirimize beşlik çaktık. Sonunda sakinleştiğimizde koltuklarımıza sindik ve Parker yola döndü, kendi kendine gülüyordu.

"Ne?" diye sordum.

Başını iki yana salladı. "Hiç. Sadece... daha önce bu kadar eğlenmemiştim."

Tek kaşımı havaya kaldırdım. "Cidden mi? Bu kelimeler Partici Parker'ın ağzından mı çıkıyor? İnanmam."

"Ciddiyim." diye karşılık verdi. "Daha önce hiç böyle fazla gülmedim, hele bir kızla."

"Öyle mi? Bir kızla?"

"Şey," dedi ve, 'sen benim ne dediğimi anladın' bakışı attı ve omuz silkti. Güldüm, kesinlikle ne demek istediğini anlamıştım.

Kısa sürede benim yol tarifi yapmamla eve geldik. Parker arabasını evin karşısına park etti. Saat tam yediydi ve bizimkiler beni bu saatten daha da erken bekliyorlardı. Onlara çoktan yemeği arkadaşımla yiyeceğimi söylemiştim ve onlar da izin vermişti. Ama onlara bu kadar gecikeceğimi söylememiştim. Eve baktığımda bütün ışıkları sönüktü. Belki beni beklemek yerine erkende yatmaya karar vermişlerdi.

Parker'a baktım. "İşte burası benim son durağım." dedim.

"Seninle eve kadar-"

"Hayır, gerek yok Parker. Sanırım kendi başıma ve kadar yürüyebilirim."

"Hey, ne derler bilirsin-"

"-kibarlık ölmedi ya," İkimiz de aynı anda kahkahayı patlattık.

"Bugün eğlenceliydi, Naomi." dedi koltuğuna yaslanarak. "Bunu tekrarlayalım."

"Cidden mi?" diye sordum kaşımı kaldırarak.

Başını ciddi şekilde sallayarak onayladı. "Evet, cidden. Ve nasılsa, bizi birlikte gördüler. Artık beraber takılmada özgürüz, değil mi?"

Gülümseyerek kafamı salladım. "Evet, doğru."

"Tamam o zaman, sonra görüşürüz, Naomi. İyi geceler."

"İyi geceler, Parker."

Arabadan çıktım ve eve doğru ilerlemeye başladım. Arkamı döndüğümde arabanın camını açıp bir elini sarkıtmış el sallayan Parker'a el salladım. Ve arabayı sürmeye başladı. Ve o an hala onun ceketinin üzerimde olduğunu fark ettim.

"Parker, bekle! Ceketin!" diye bağırdım ceketi çıkartırken.

Kafasını  camdan çıkarttı, "Kalsın!" diye bağırdı. "Sende iyi duruyor!"

Parker'ın arabası köşeyi dönerek uzaklaştı. Bu iyiydi çünkü yanağımdaki kırmızılığı görmüyordu. Eve yürüdüm ve cebimde anahtarları aradıktan sonra bulup  kapıyı açtım.

Her yer karanlıktı, bütün ışıklar kapalıydı. Ayakkabılarımı çıkarttım ve çantamı kapının önüne astım. Elim duvarda ışığın düğmesini arıyordu. Sonunda bulabildiğimde bastım ve ışığı açtım. O an, arkamda, parkelerden bir gıcırtı sesi duydum, ve neredeyse çığlığı basıyordum.

"Biz de seni bekliyorduk."

Continue Reading

You'll Also Like

87.7K 3.8K 60
Bugün güzel bir kız gördüm [Tamamlandı] @memelords
17.1K 1.4K 26
Watty Awards Keşfedilmemiş Cevherler'15 En İyi Mizah Hikayesi Ana karakterken bile ana karakterliği beceremeyen İlkem, geniş sülalesi, en yakın arkad...
260K 11.3K 68
Min-Hee S.M e katildigi andan itibaren belkide hayati tamamen degisti. Stajyer olmayi ve Hayallerine bi Adim daha yaklasirken birde Asik oldu.. Min-H...
472K 43.3K 103
👑ÖLÜMSÜZ KRAL 👑 🌟Kitap 1: Santara'nın Çırakları🌟 Dünya büyük bir savaş içerisindeydi. Orklar, elfler, cüceler, goblinler, devler ve insanlar aynı...