The Good Girl's Bad Boys: The...

By badboysofgoodgirl

862K 74.3K 30.8K

"Aslında oldukça basit," dedi Bennett. "Sen bizim iyi kızımız olacaksın," Declan başladı. Jordan gülümsedi, "... More

İyi Kızın Kötü Çocukları
Prolog
Birinci Bölüm: Sana Beni Yalnız Bırak Dedim
İkinci Bölüm: Starbucks Anlaşması
Üçüncü Bölüm: Sizce De Bir Şey Unutmadık Mı?
Dördüncü Bölüm: İneği Kim Davet Etti?
Beşinci Bölüm: Birimiz Hepimiz Hepimiz Birimiz İçin
Altıncı Bölüm: Birinci Vuruş, İkinci Vuruş
Yedinci Bölüm: Üçüncü Vuruş, Oyun Dışısın
Sekizinci Bölüm: Hayır, Ben Nomi Değilim
Dokuzuncu Bölüm: Çünkü Senin Erkek Arkadaşın Benim, Nomi
Onuncu Bölüm: S'nin İkinci Kuvveti
On Birinci Bölüm: Tabi Seni Kaçırmadığımız Sürece
On İkinci Bölüm: Sanırım Altıma Kaçıracağım
On Üçüncü Bölüm: Hiç Sözü Geçmedi
On Dördüncü Bölüm: Sadece Gider Misiniz Çocuklar?
On Beşinci Bölüm: Sizdeyiz Gena ve Roger
On Altıncı Bölüm: Çok Özür Dileriz
On Yedinci Bölüm: Bana Bunun Sözünü Verebilir Misiniz?
On Sekizinci Bölüm: Şu Kısa Boylu Adam Değil Miydi O?
On Dokuzuncu Bölüm: Bunlar Jennett, Beclan ve Dordan
Yirminci Bölüm: Peşimize Takıldılar
Yirmi Birinci Bölüm: Onu Sorguya Çekiyorum, Hadi Ama
Yirmi İkinci Bölüm: Ne Kadar İyiyiz?
Yirmi Dördüncü Bölüm: Ta-tamamen Sizinler
Yirmi Beşinci Bölüm: Evet De, Naomi
Yirmi Altıncı Bölüm: Sandığından Daha Yakın Bir Yerden
Yirmi Yedinci Bölüm: Ama Eğer Onu Kırarsa...
Yirmi Sekizinci Bölüm: Daha Kötüsünü Duymuştum
Yirmi Dokuzucu Bölüm: Daha Ziyade Rahatsız Oldum
Otuzuncu Bölüm: Derin Bir Nefes Al..
Otuz Birinci Bölüm: Abartma İstersen
Otuz İkinci Bölüm: Bunun Modası Geçti
Otuz Üçüncü Bölüm: Düşün, Naomi, Düşün
Otuz Dördüncü Bölüm: Nefesin Kokuyor
Otuz Beşinci Bölüm: Nasıl Aşağı İneceğiz?
Otuz Altıncı Bölüm: Eğer Bu Plan İşe Yaramazsa Ölmeye Mi Hazır Mıyım?
Otuz Yedinci Bölüm: Sana Söylemem Gereken Bir Şey Var
Otuz Sekizinci Bölüm: Uçak Geliyoooor
Otuz Dokuzuncu Bölüm: Bekle, O Spor Çantasındaki De Ne?
Kırkıncı Bölüm: On Bir Yıldır, Koskoca On Bir Yıldır
Kırk Birinci Bölüm: Ya Da Öpüşmek Üzere
Kırk İkinci Bölüm: Ah, Şey... Benim Ejderha Saçlarım Var Da
Kırk Üçüncü Bölüm: Ama En İyisi Yemek
Hepsini Yönetmek İçin Tek Hikaye
Kırk Dördüncü Bölüm: Jordan'ın Önünde Eğileceksin
Kırk Beşinci Bölüm: Şah-mat
Kırk Altıncı Bölüm: Ben Tayt Giymem
Kırk Yedinci Bölüm: Adın Ne Değeri Var?
Kırk Sekizinci Bölüm: Hayır, Bana Vur
Bir Çevirmen Notu
Kırk Dokuzuncu Bölüm: Oh Be, Ne Rahat
Ellinci Bölüm: B-ben Artık Buna Dayanamıyorum
Elli Birinci Bölüm: Ağlamak İstemiyorum
Elli İkinci Bölüm: Bir Yalan Daha Söyleme
Elli Üçüncü Bölüm: Evet, Tam Olarak Burnuna
Elli Dördüncü Bölüm: Roma Bir Günde İnşa Edilmedi
Elli Beşinci Bölüm: Merhaba, Benim Adım...
Elli Altıncı Bölüm: Aşk Kuşu Mu? Daha Ziyade Dayak Kuşu
Elli Yedinci Bölüm: Nazar Etme!
Elli Sekizinci Bölüm: Nasıl Bambi Bakışlarla
Elli Dokuzuncu Bölüm: Cinsiyetçi Olma!
Altmışıncı Bölüm: Sen De Değilsin
Altmış Birinci Bölüm: Kendimizi Ele Mi Vereceğiz?
Altmış İkinci Bölüm: Tamam, Gözlerini Kapat
Altmış Üçüncü Bölüm: Öyleydi
Altmış Dördüncü Bölüm: Sen Bir Zorbasın
Altmış Beşinci Bölüm: Sincaplarla İlgili Bir Şey
Altmış Altıncı Bölüm: Bunun İçin Seni Suçlayamam
Altmış Yedinci Bölüm: Bu Akışı Bozar
Altmış Sekizinci Bölüm: Durduran Mı Var?
Altmış Dokuzuncu Bölüm: Hala Bunun Gerçekten-
TGGBB2'den Alıntı - Veda&Teşekkür
TGGBB2 ÇIKTI!

Yirmi Üçüncü Bölüm: Bazen De Kapıya Çarpmaktan

11.9K 1K 433
By badboysofgoodgirl

"Hepiniz sayfa üç yüz on dördü açın, yeni konumuz Diverjans Teoremi," dedi Bay Roberts konunun adını tahtaya yazarak.

Bay Roberts kafasının ortasında keli olan seyrek saçlı otuzlu yaşların sonunda tuhaf bir adamdı. Sandalyesine döndükten sonra kravatını düzeltti ve yerinde kıpırdandı. Gözlükleriyle uğraştıktan sonra mendille silerek geri taktı. Herkes sıkılarak sayfayı açmak için kitaplarını çıkarttı. Sınıftaki tek ses kağıt çevirme sesiydi.

Esnemememi engelleyemedikten sonra masaya dirseğimi yaslayarak kafamı avcuma dayadım. Bu sınıfta onaylanmış bir inek olmama rağmen sıkıntıdan can çekişmemi engelleyemiyordum. Ders çalışmak için yaşayan birisi olmama rağmen ben de bazen sıkılabiliyordum. Bay Roberts kafasını kitaptan kaldırdı ve boğazını temizledi.

"Evet..." dedi ve baktığı kişinin adını hatırlamaya çalıştı, "Parkins?"

"Yaklaştın," dedi, "Adım Parker."

Herkes öğretmenin bakışını takip ederek yüzünde sıkılmış ifadeyle parmağını kaldıran kişiyi gördü. Kim olduğunu biliyordum. O, Parker O'neil'dı. Futbol takımındandı. Kısa kahverengi saçlarındaki doğal açık renk tutamlar, parlak mavi gözleri ve çekici gülüşüyle birçok kızın hoşlandığı tipte birisiydi. Diğer bütün futbol takımındakiler gibi uzun ve oldukça kaslıydı. Okul takımında olduğunu göstermek ve unutturmamak için her gün okul takımının hırkasını giyerdi. Oldukça popülerdi ki bu şaşırtıcı olmamalı. Derslerle ilgilenmenin yerine şakalar yapar, insanları güldürürdü. Aslında sınıfta hiç parmak kaldırmazdı. Bu yüzden şu an parmağını kaldırıyor olması bir ilkti.

Bay Roberts başını iki yana salladı, "Afedersin, Parkins-"

"Parker," tekrar düzeltti.

"Parker," diye öğretmen tekrarladı, "Bir sorun mu var?"

"Evet, konumuz olan deterjan teoremi hakkında." dedi Parker.

Herkes hatasına karşı güldü. Öyle ki ben bile gülmüştüm. Ama belli ki Bay Roberts'ın jetonu hala düşmemişti ve öncesinden daha kafası karışmış bir ifadeyle bakıyordu.

Bay Roberts'ın kaşları çatıldı, "Diverjans Teoremi olacaktı. Ve sorun nedir?"

"Aslında benim de kendi teorim var." dedi Parker.

"Teori fende olur, teorem matematikte. Ama içimden bir ses bunun bir şeyi değiştirmeyeceğini söylü-"

"Hayır, değiştirmeyecek!"

İç çekti, "Söyle o halde Parkins-"

"Parker."

"Doğru, Parker. Söyle de matematik dersinde olsak da teorini duyalım." dedi oldukça sabırlı bir şekilde.

"Teorim şu ki, ne kadar konu dışına çıkarsak dersi o kadar kaynatabiliriz." dedi Parker yüzünde bir sırıtışla.

Sınıftan birkaç kahkaha yükseldi. Diğerlerinin de yüzünde eğlenen bir ifade vardı. Herkes zamanının matematik yerine şakayla harcanması fikrini beğenmişti.

Bay Roberts'ın yüzü asıldı, "Peki bu teorin doğru muymuş?"

Gerçekten Bay Roberts'ın yaptığı işe yaramıyordu. Parker cidden dersi kaynatıyordu ve böylece derse devam edemiyorduk. Ve o da bunu engelleyemiyordu. Sadece arkama yaslandım ve konuşmalarını izledim.

"Aslında," dedi Parker hayali bir kalem çıkartıp not alıyor gibi yaptı. "Aslına bakarsak, derse gireli birkaç dakika geçti ama biz hala derse başlamadık... o halde, evet, teorim doğruymuş."

Bay Roberts bir şey söylemek için ağzını açtı ama geri kapadı. Sonunda tuzağa düştüğünü anlaması biraz zamanını almıştı.

Yenilgiyi kabullenerek iç çekti, "Aferin Bay O'neil," sonunda Parker düzeltmeden tam adını hatırlayabilmişti. "Dersin-" saatine baktı, "-yedi dakikasını kaynattın."

Parker'ın yüzü düştü, "Kahretsin, yeni bir rekora gidiyordum."

Parker bunu her gün yapardı, bazen sorduğu sorularla konu dışına çıkmayı başarırdı. Hatta bir keresinde konu fonksiyonlardan çıkmış, sınıftakilerin birbirine yo mamma* şakaları yapmaya kadar gitmişti. Bir keresinde de konu bana gelmişti. Onların bana yaptıkları şakaları, taktıkları lakapları ve nasıl bana vurduklarını dinlemek tuhaftı. Eğer Bay Roberts dersi kaynatmaya çalıştığını fark ederse birkaç dakika anca sürerdi ama diğer zamanlarda dersin tamamını kaynatıyordu. Bir keresindeyse konuya o kadar odaklanmıştılar ki ben hariç kimse zil sesinin farkına varmamıştı. Herkes uzaylı istilaları hakkında konuşmakla meşgulken ben gitmiştim.

Bay Roberts sayfayı çevirdi. "Konumuz Bay O'neil tarafından dağıtıldığına göre, başka bir konuya geçelim."

Bundan hoşlanmayan tek bendim çünkü ben çoktan o konuya çalışmıştım. Herkes kıkırdadı, ama hiçbir şey söylemedi.

"Herkes sayfa altı yüz on sekizi açsın. Sıkıştırma Teoremi hakkında konuşacağız-" durdu ve iç çekerek Parker'ın şimdiden kaldırdığı eline baktı.

"Evet Parker? Bu konuyla ilgili bir yorumun var mı?"

"Olmalı mı?" Parker sordu.

İç çekti, "Hayır olmasa da olur. Şuna ne dersiniz? Size çalışma kağıdı dağıtacağım ve bitirdikten sonra serbestsiniz."

Bütün sınıftan sevinç sesleri yükselirken, kendi sınıfında kimse tarafından takılmamasına rağmen bu tabloya gülümseyen Bay Roberts'a baktım. Sonra bir demet kağıt aldı ve her sıraya vermeye başladı. Arkadaşlarının beşlik çaktığı ya da sırtını sıvazladığı Parker'a baktım. Sonra gözlerimiz birleşti ve göz kırptı. Ne yapmaya çalıştığını anlamamış şaşkın şaşkın kalmıştım.

Ama ben daha bunu sorgulayamadan birinin boğazını temizlediğini duydum. Önüme baktım ve bana uzatılmış bir çalışma kağıdı gördüm. İkiye bölmemişlerdi, parçalamamışlardı ya da bana vermeyi atlamamışlardı. Bunun yerine sadece kağıdı uzatıyordu. Ve ben de almak yerine sanki patlamayı bekleyen bir bombaymış gibi baktım.

"Şey.. bu sadece çalışma kağıdı," dedi çocuk. "Isırmaz."

"Evet ama tutan kişi ısırabilir." sadece kendimin duyabileceği şekilde mırıldandım. Ama kağıdı aldım ve çözmeye başladım.

Çoktan yarısına kadar gelmiştim çünkü geçen hafta işlediklerimiz hakkındaydı. Ve tam yeni bir soruya geçerken bir şey duydum.

"Afedersin, geçeyim bir. Hey? Yerleri değişsek? Sağ ol."

Birisinin yanımdaki yere oturduğunu ve rahatlayarak nefesini bıraktığını duydum. İlk başta görmezden gelmeyi ve ödevime devam etmeyi düşündüm ama birisinin üzerimde bakışlarını hissediyordum. Merakım galip geldi ve yanıma döndüğümde bana bakanın Parker olduğunu gördüm.

"Yardımcı olabilir miyim?" diye kuru bir şekilde sordum.

"Evet," dedi gergince, hatta utanmış bile diyebilirdim. Sonra açıkladı, "Çalışma kağıdı için yardım lazım, sence yardım edebilir misin?"

Tek kaşımın kalkmasına engel olamadım. Bu çocuk Raymond'ın arkadaşlarındandı. Ve düşmanımın dostu düşmanımdır. O da bana vurmuştu zamanında. Ama şimdi düşünürsek o daha hafif vurmuştu.

Kollarımı göğsümde bağladım ve eğlenerek ona baktım, "Yani benim sana yardım etmemi mi istiyorsun?"

Umutsuzca omuz silkti, "Oldukça."

"Neden o kadar kişinin içinde ben?"

"Çünkü okuldaki en zeki kız sensin."

Neden böyle sordum bilmiyordum. Bana nasıl cevap vereceğini bilmiyordum ama yine de sordum. Ve şimdi sorduğumu sormamış gibi yapamazdım.

Kızardım.

Evet, ben Naomi Lorraine, zaten bildiğim bir şeyin okulun popülerlerinden, sadece futbol takımının forveti değil ayrıca Raymond'ın arkadaşı olan birinden duyduğum için kızarmıştım. Yani, bunu zaten biliyordum. Benim gibi inek ama aksine daha popüler olanlar hariç okulda yüksek notlar almak için uğraşan tek ben vardım. Okul için normal bir inekten çok daha fazla çalışıyordum, ben bir... süper inektim. Yine de bunu bilsem de buna kızarmıştım. Ve sadece yanaklarımda ufak pembelikler değil utançtan kıpkırmızı kesilmiştim, yüzüm eriyordu sanki.

Kızarmanın etkisinden çıkmak için bir sırıtışla kapladım. "Evet, bilirsin, okulda birkaç kereden fazla zorbalık ettiğin bir inekten."

Bütün sınıf, "Ooooh." dedi. Evet, cidden bunu yaptılar. Genelde karşılık verdiğimde, hatta çok iyi karşılıklar verdiğimde bile sınıftakiler sadece tip tip bakarlardı ve karşılık verdiğim kişi de beni döverdi. Ama ne sınıftakiler ne de Parker bunu yapmadı. Bunun yerine Parker burukça gülümsedi.

Ensesini kaşıdı, "Evet... yaptım.. yapmadım. ben.." iç çekti, "özür dilerim."

Paralel evrende falan mı uyanmıştım ben?

"Ama lütfen Naomi-" ilk defa bana alışığı olduğum lakaplardan takmadığını bir yere not etmeli, "-gerçekten yardıma ihtiyacım var. Bu gerzekler de hiçbir şey bilmiyor."

Arkadaşları buna karşı gelerek konuşmaya başladığında Parker'ın bir bakışı onları susturmaya yetmişti. Aslında ne kadar aptal olduklarını kendileri de biliyordu.

"Ve gerçekten gerçekten çok ihtiyacım var. Bay Roberts'a sor."

Bütün gözler Bay Roberts'a dönmüştü. Gergince gözlüklerini burnunun yukarısına itti. "Parker'ın okulun daha ilk haftalarında olmasına rağmen D'den F'e geçmek üzere olan notlarına bakarsak, evet, gerçekten yardıma ihtiyacı var."

"Gördün mü?" Parker gurur duyarak sordu, aslında gurur duyacak hiçbir şey yoktu. "Yardıma ihtiyacım var. Yani ne diyorsun? Zekiliğinle bir aptal erkeğe yardım edecek misin? Hem belki zekiliğin bana da geçer."

Arkadaşlarından birisi homurdandı, "Onu zekileştirmek için kendinden geçirmekten çok daha fazlası gerekir." Sonra durdu ve kaşları çatıldı. "Söylemeden önce zihnimde daha mantıklıydı."

İç çekerek çalışma kağıdıma döndüm, soruyu cevapladıktan sonra yeni bir taneye geçtim. "O zaman beni rahat bıraksan?"

"Hadi ama," dedi Parker. "Neden bunun" kendisini gösterdi, "Seni rahat bırakmasını istiyorsun?"

"Çünkü bu," derken Parker'ı gösterdim. "Sonrasında beni çok kötü pataklayabilir."

"Dokunaklıydı," diye itiraf etti. "O zaman bir anlaşma yapalım."

"Yapacak daha iyi bir şeyim yok gibi görünüyor," derken zor bir soruyu çözdüm. "Ah bekle varmış. Çalışma kağıdımı yapıyorum."

"Bu çalışma kağıdını gözlerin kapalı ellerin arkanda bağlanmış halde yapabileceğini ikimiz de biliyoruz." diye basitçe söyledi.

"Evet, haklısın." derken başka bir soruya geçmek yerine ona baktım. "Ama seninle konuşmak yerine ödev yapmayı tercih ettiğimi ikimiz de biliyoruz."

Sınıftan başka bir 'Ohhh' sesi daha yükseldi.

"Sen Lorraine, zirvedesin," dedi Parker sırıtarak, ona laf soktuğum gerçeğini görmezden gelmişti.

"Vay, teşekkürler."

"Eğer bana yardım etmek istemiyorsan, şuna ne dersin?" diye önerdi.

"Dinliyorum." dedim. Tamam yalandı, yarı dinliyordum ve çalışma kağıdımın son sorusunu çözüyordum. Ama bunu bilmesine gerek yoktu.

"Yok, dinlemiyorsun." dedi.

Çünkü çoktan biliyordu.

"Tamam.... şimdi... dinli...yorum." dedim ve zaferle kağıdımı sıranın üzerine attım. Çalışma kağıdıma uzun uzun bakan Parker'a döndüm.

"Seninkini geçirmeme izin vermeyeceksin gibi mi algılayayım?" diye sordu.

"Beni yumruklarınla tehdit etmediğini göze alırsak cevabım... hayır."

"Eğer seni yumruklarımla tehdit etseydim...." diye sordu.

"Cevabım yine hayır olurdu." diye açıkça söyledim.

"Ben de böyle demeni umuyordum," dedi sırıtarak. Ne demek istemişti şimdi bu?

"Eğer çalışma kağıdında yardıma ihtiyacı olan birine yardım etmeyeceksen, bunun yerine bana özel ders vermeye ne dersin?"

Gözlerimi kıprıştırdım. "Bekle. Ne?"

"Bana ders ver." diye tekrarladı. "Bana matematikte özel ders ver."

"Ben, şey-"

"Aptal değilimdir, yani sorun buysa." dedi, "Yemin ederim elimden geleni yaparım, özel derse ihtiyacım var."

"Gerçekten ihtiyacı var." diye Bay Roberts konuşmaya daldı.

"Ben..."

"Parasını veririm." diye önerdi.

Dik dik baktım, "Senin paranı istemem."

"O zaman düzelteyim, yemek alarak öderim."

Kelimenin güzelliğine karşı zihnimde beyaz bayrak açıldı, "Yemek mi?"

Yüzü düştü, "Evet, haklısın. Sen bir kızsın eğer kıyafet falan istersen o da olur-"

"Yok, yemek olur." dedim.

Sonra ne dediğimi düşündüm. Ne diyordum? Gerçekten Raymond'ın arkadaşlarından birine ve aynı zamanda bana zorbalık edenlerden birine özel ders vermeye hevesli miydim? Dövüldüğümde yanlarında olduğu zamanları hatırladım, ben savunmasızken attığı yumrukları, bana taktığı lakapları ve arkadaşlarıyla gülüşmelerini hatırladım. Ve gerçekten ona.. yemek için özel ders mi verecektim?

Evet, evet öyle yapacaktım.

Yani tamam, belki tımarhaneye falan kapatılamalıydım. Çoğu sınıf arkadaşlarım gittiğimi gördüklerine sevinirlerdi. Ama birincisi, açtım ve yemek yemeyi severdim. Yani cidden, bedava yemektenn bahsediyorduk. Bedava yemek. Daha fazlasına gerek mi var? Ve ikincisi, herkesin üzerinde -sanki noel baba istek listesini erkenden gözden geçirmiş ve herkes daha iyi olmaya başlamış gibi- bu kibarlık varken bunu yapmam iyi olacaktı. Onun ününü batırdıktan sonra bana her türlü vurma hakkın olan David Shancez'e bir şişe su aldırabildiysem, neden Parker O'Neil bana yemek alamasın?

Parker gülümsedi, "Harika. O zaman öğle yemeğinde buluşuruz."

Doğrusu öğlen yemeği olmasını beklemiyordum. Daha ziyade birkaç paket cips alıp suratıma fırlatmasını bekliyordum. Ya da 'İşte, ders için teşekkürler' demesini falan.

"Evet, öğlen yemeği iyi olabilir."

Bize dersin bittiğini söyleyen okul zili çaldı. Herkes bitirilmemiş çalışma kağıtlarını kaldırırken ben de bitirdiğim çalışma kağıdımı ve kalemimi çantama attım. Sıradan kalkarak gitmek için kapıya yöneldim.

Parker kapının önüne geçip gülümseyerek beni durdurdu. "Biliyorsun, şey, yumruklarımla seni tehdit etmek konusunda ciddi değildim, şaka yapıyordum."

Ona rahatlatıcı bir gülümseme verdim ama aklımın bir ucunda düşünmeyi kesemiyordum, evet ciddiydin.

-

"Sadece, tuhaf görünüyor," diye itiraf ettim elimdeki kalemle oynayarak. "Yani.. güzel bir tuhaflık ama yine de tuhaf."

"Nereye gittiğini anlıyorum," dedi okulun hemşiresi, Bayan Matthews. "Buraya bandaj ya da buz için değilde sadece öylesine gelmiş olman tuhaf."

"Havuzun içine koşmaktan hep," diye hatırlattım.

Gözlerini devirdi, "Tabi hep havuzun içine koşmaktan."

"Bazen de kapıya çarpmaktan bir de."

Bayan Matthews başını iki yana sallayarak sadece ufak bir kıkırtıyla cevap verdi. Sonra rafları düzenlemeye geri döndü.

Okuldaki en kibar insandı -çarşamba günleri çalışmayan yemekhane çalışanı bayanı saymazsak-. Şimdi bir de Üç Silahşörler vardı. O yüzden tekrarlayayım. Okulda çalışan en kibar insandı -çarşamba günleri çalışmayan yemekhane çalışanı bayanı saymazsak. Ama ikisi arasında ortak olmayan bir nokta, Bayan Matthews benim zorbalık gördüğüme dair hiçbir şey bilmiyordu. Tabi, hala havuzun içine koştuğumu ya da görünmez kapıya çarptığıma inandığına şüpheliydim.

Bayan Matthews herkesin isteyeceği cinsten bir büyükanneydi. Yani tamam baba tarafından büyük anne en az yaptığı turtalar kadar tatlıydı. Ama Bayan Matthews benim ikinci büyük annem gibiydi. Altmışlı yaşların sonunda olmasına rağmen iyimser ve neşeli olmayı bırakmıyordu. Griye dönen kısa dalgalı kahverengi saçları yaşını belli ediyordu. Belli belirsiz benden kısaydı, ben zaten çocuklarla karşılaştırıldığımda ortalamadan daha da kısa kalıyordum. Bir şeyler okumadığı zamanlar bir iple boynundan asılan küçük yuvarlak gözlükleri vardı. Ve her zaman sıcak bir gülümseyişi vardı.

"Yardım istemediğine emin misin?" diye emin olamayarak sordum. "Sonuçta seçmeli dersimdeyim."

Eliyle beni geçiştirdi, "Gerek yok, tatlım. Öyle görünmüyor olabilir ama çalışıyor." kolunu kastettikten sonra şakayla karışık esnetti. Buna karşılık sadece gözlerimi devirdim.

"Çocuklarınız nasıl, Bayan Matthews?" konuyu değiştirmek isteyerek sordum.

"Ah, iyiler." diye cevapladı. "Oğlum iyi, kızım da sorununda bir bebek sahibi olacak-" rahatlayarak iç çekti, "-torunlarımı göremeden öleceğim diye endişelenmeye başlamıştım."

"Böyle demeyin," dedim. "Az önce de dediğiniz gibi hala bir şeyler yapabiliyorsunuz."

Güldü, "Evet öyle." Bayan Matthews bana uzunca baktı. "Bildiğin gibi Naomi, teklifim hala duruyor."

"Ve bildiğiniz gibi cevabım hala duruyor, hayır."

"Ama yeğenim çok tatlı bir çocuktur," diye karşı çıktı. "Kardeşimin oğlu onu çok iyi yetiştirdi, tıpkı bizim ailemizin onu yetiştirdiği gibi. Akıllı, komik ve çok tatlıdır. Sadece ona bir şans ver."

"Üzgünüm Bayan Matthews, ama reddedeceğim," dedikten sonra ekledim, "bir kez daha."

Derin bir nefes çekti, "Senden vaz geçmeyeceğim Naomi. Yapacağım son şey olsa da sizin çıktığınızı göreceğim."

"Ben olsam bu kadar iddialı olmazdım," diye mırıldandım.

Aslında olay benim onunla çıkmak istememem değildi. Bayan Matthews'un onun hakkında anlattığına göre, oldukça havalı ve tatlıydı. Benim yaşlarımda, mizahta zirve yapmış birisiydi, okumayı falan da severdi, okulumdaki playboylarla karşılaştırıldığında oldukça da edepliydi. Ama mesele benim onla çıkmak istememem değildi, onun benimle çıkmasını istemiyordum. İstediğim son şey Bayan Matthews'un altın yeğeninin görücü usulü çıktığı kişinin İnek Naomi olduğunu fark edip kaçmasını öğrendiğinde kalbinin kırılmasıydı. O zaman neden kabul edip başıma bela alayım ki? Bu yüzden en iyisi her seçmeli derste bana gelen bu öneriyi reddetmekti.

"O zaman teklifimi bir kez daha reddettiğin için," dedi Bayan Matthews. "Git ve ofisimi temizle, tamam mı?"

"Sonunda," dedim sandalyemden kalkıp biraz yalpalarken. "Gerçekten yapabileceğim bir iş."

Başını iki yana salladı, "Çoğunlukla çocukalar yardım etmekten şikayetçi olur. Böyle olmadığına sevindim."

Gülümsedim, "Ben de."

Ofise doğru ilerledim ve çalışmaya gittim. Süpürüp tozunu aldım, masayı düzenledim. Son birkaç şeyi dosyalarken zil çaldı. Nefesimi bırakarak sandalyeden kalktım, dışarı doğru yürürken gördüğüm şeyle duraksadım. Bayan Matthews.

Yanında da bir adet gülümseyen Parker.

Bayan Matthews sanki daha önce hiç futbol oyuncusu görmemiş gibi Parker'ı süzüyordu. Onu suçlayamazdım çünkü buraya futbol oyuncuları sadece sahada yaralandıkları zaman gelirlerdi. Bu yüzden neden burada olduğunu merak ediyordu. Ben de.

"Burada ne işin var?" sitem eder gibi sordum.

Gülüşü genişledi, "Sana öğlen yemeği ısmarlayacağımı söylemiştim ve şu an öğlen yemeği vakti."

"Evet, bunu anladım ama yemekhanede buluşuruz falan sanmıştım. Beni beklemeni ve birlikte gitmemizi değil."

"Ee, ne derler bilirsin, kibarlık ölmedi ya."

Sana göre ölse daha iyiydi tabi. Tabi bunu ona söylemedim. Yaşamayı seviyordum, sağ olun.

"Futbol takımından arkadaşın olduğunu bilmiyordum." Bayan Matthews şüpheyle söyledi.

Arkadaş kelimesinde takıldım. Benim sadece üç arkadaşım vardı ve hiçbiri asla futbol takımında olamazdı. Tabi Declan hariç. Ama siz ne dediğimi anladınız. Asla onlar gibi olmazlardı.

"Sadece.. tanıdığız." dedim kelimeyi doğru seçmeye özen göstererek.

"O zaman daha iyi tanıdıklar olsak iyi olur," Parker gülümsedi, "Şimdi, haydi, yemekhaneye gidelim.1

"Um, peki." Çantamı alarak Bayan Matthews'a baktım. "Yarın görüşürüz."

"Umarım," dedikten sonra rahatlatıcı bir şekilde gülümsedi.

Zorla da olsa gülümsedim, "Umarım."

Parker kolunu omzuma doladığında elektrik çarpmış hissi bedenime yayıldı. Kendime, kolunun omzumda olduğunu, omzuma dolandığını söylemeyi kesemiyordum. Bu fikri beynimden silemiyordum. Sanırım paniklemiştim. Bunu ya bilinmez bir sebepten yapıyordu ya da kolumdan tutup beni ters takla falan attıracaktı. Daha ziyade ikincisi gibiydi.

Revirden çıkıp ikinci bir sürpriz ile karşılaştık. Aslında ben zaten bunun olacağını biliyordum, beni hep alırlardı ve bu şaşırtıcı olmamıştı. Ama yine de sürprizdi.

Bunlar çocuklardı.

Üçü de revirin dışında bekliyorlardı. Bennett dolaplara yaslanmıştı, Jordan yerde volta atıyordu, Declan kapının yanında telefonuyla uğraşıyordu. Bana baktıklarında hemen yüzlerinde gülümsemeler belirdi. Ama sonra yanımdakini gördüklerinde gülümsemeleri çatık kaşlara dönüştü.

"Sen de kimsin?"

"Burada ne işin var?"

"Kolun neden Naomi'nin omzunda? Bekle, neden soruyorsam? Bana gerek kalmadan hemen o kolunu çek!"

"Whoa, whoa, whoa," dedi Parker kolunu omzumdan çekip kendini savunmak için önüne alırken. "Kötü bir şey yapmıyordum, valla."

"Kötü bir şey yapmıyordu," dedim. Nedense onu savunmuştum.

Çocukların yüzündeki karışık ifadeye bakılırsa, aynı şeyi merak ediyorlardı.

"Bana öğlen yemeği ısmarlayacak." dedim.

"Bu çocuk mu?" Declan Parker'ın önüne sanki onunla boy ölçüşür gibi gelerek söyledi.

Onun için üzülmeden edemedim. O bir futbolcuydu, ama onun yanında Declan bir boksördü. Declan öyle vücut geliştirenler gibi falan da değildi ama siz anladınız. Parker Declan'la karşılaştırıldığındaysa cüce gibiydi. Declan üstünü düzeltirken Parker'a kötü bakışlar atıyordu. Parker'ın alnından yuvarlanan ter damlacıklarını görebiliyordum.

"Neden sana öğlen yemeği ısmarlamak istiyormuş?" diye sordu Jordan Parker'ın yanına gelip.

Tamam şu an Parker'ın gözünü korkutma zamanıydı. Jordan Declan gibi spor tutkunu olmadığından onun gibi kaslı değildi. Ama göz korkutacak kadar uzundu. Genelde Jordan Parker gibi çok espri yapan ve gülen biriydi. Ama istediğinde, muhtemelen Declan'dan öğrendiği şu meşhur bakışlarla birisinin altına kaçırmasını sağlayabilirdi. Genelde parlak ve neşeli yeşil gözleri korkutuculuğun eşliğinde karanlıktı. Onun o yaramaz gülümsemeleriyle karşılaştırıldığında tuhaf duracak şekilde kaşlarını çatmıştı.

"Ona matematik dersi veriyorum. O da bana yemek alarak teşekkür ediyor." Parker'ın yerine cevapladım çünkü o şu an ya altına etmek üzere ya da kaçmak üzere gibiydi.

"Ah, gerçekten mi?" Bennett dahil oldu.

Parker'a doğru yavaş biçimde yürüdü. Bennett genelde hafif eğik dururdu, ama şimdi dimdik duruyordu ve diğer ikisinden de oldukça uzundu. Korkuyla titreyen Parker'a bakıyordu. Bennett her zamanki havalı halindeydi ama mavi gözleri keskinleşmiş ve Parker'a oklar fırlatıyordu.

"O zaman bize de yemek ısmarlamayı sorun etmezsin herhalde?" diye tek kaşı kalkık halde Parker'a sordu.

Hemen kafasını iki yana salladı, "Ha-hayır, size yemek ısmarlamaktan memnun olurum."

Üçü de hemen geriledi, yüzlerinde aynı eğlenen gülümsemeler vardı. Başımı iki yana salladım, bazen çocuklar gerçekten korkutucu oluyordu. Onların tarafından olduğuma memnundum.

"O zaman, yolu göster."

*Yo mamma: Yabancılarda karşınızdaki kişiye annesini kullanarak küfürlü şakalar yapmak.


Continue Reading

You'll Also Like

472K 43.3K 103
👑ÖLÜMSÜZ KRAL 👑 🌟Kitap 1: Santara'nın Çırakları🌟 Dünya büyük bir savaş içerisindeydi. Orklar, elfler, cüceler, goblinler, devler ve insanlar aynı...
10.8K 3.7K 44
Olaylar altı aydır cinayet işleyen bir seri katil ve onu bulmaya çalışan sıra dışı, yetenekli, korkusuz bir amir arasında geçiyor. Başta normal bir s...
25.9K 983 27
bu sefer karışan bebekler bir değil ikiyse ikizler doğum da karıştıysa ? merak ediyorsan ikizlerin eğlenceli mizah dolu maceralarını okumak istiyor...
17.1K 1.4K 26
Watty Awards Keşfedilmemiş Cevherler'15 En İyi Mizah Hikayesi Ana karakterken bile ana karakterliği beceremeyen İlkem, geniş sülalesi, en yakın arkad...