Summer Falter ★ [ÇEVİRİ]

By minnikiniz

204K 15.8K 7.6K

Summer Falter Yazar : zuzuzu Çeviri : minnikiniz TANITIM Kyungsoo hem en iyisini hem de en kötüsünü bir arada... More

1
2
3 [M]
4
5
6
7
8
9
10
11
12 [M]
13
14 [M]
15
16
17
18
19 [M]
21
22 - FİNAL 1/2
22- FİNAL 2/2 [M]

20

9.1K 643 555
By minnikiniz


Summer Falter

Yazar: zuzuzu

Çeviri: minnikiniz

20. BÖLÜM

Bir ay geçmişti ve Kyungsoo'nun o günden beri Jongin'den kaçmadığı doğruydu fakat genç olana ayırdığı sınırlı vakit ise apayrı bir hikâyeydi. Jongin ne zaman yurda gelip onu ziyaret etse yalnızca basit bir 'selam' der, birazcık gülümser, azıcık konuşur ve sonra onu eve gönderirdi. Aslında Kyungsoo ona hiç soğuk davranmamasına rağmen çok sinir bir durumdu. Yalnızca ilişkilerini normal bir seviyede tutmaya çalışıyordu. Arkadaş değillerdi ama sevgili de değillerdi. Sanki Kyungsoo olma ihtimallerinin ilerleyişini bekletiyormuş da o adı konulmamış malum sıfata yapışıp kalmış gibiydiler.

Berbattı.

Fakat Jongin'in duyguları biraz olsun azalmamıştı. Kyungsoo'yu, yüreğinin delice sızlamasına sebep olacak şekilde istiyordu. Bu konuda hindi gibi düşünmediğini söylemeyin, çünkü bunu anladığı an emin hissetmesine rağmen düşünmüştü. Kyungsoo'nun sözlerini kafasında tekrarlayarak geceler harcamıştı; kafası karışmışmış, eski sevgilisi ve Kyungsoo'nun benzerlikleriyle kendini kandırıyormuşmuş, fakat en büyük farkı cinsiyet yaratmaz mıydı? Adı gibi emin olduğu şeyler vardı ve Jongin, kadınlardan hoşlandığından her zaman emin olmuştu ancak Kyungsoo bir istisna hissetmesine neden oluyordu. Ne zaman gay olduğunu düşünse vahim bir şekilde korkardı çünkü hâlen erkeklere karşı bir ilgisi yoktu ve tüm bu düşünceler hâlâ midesini bulandırıyordu fakat Kyungsoo, sahip olabilmesinin imkânsız olduğu ama aslında içinde var olan arzuları meydana çıkarıyordu.

Tanıştıkları zaman Kyungsoo'nun Kyungsoon'a olan benzerliği yüzünden ona kin gütmüş ancak kini bile yüreğinin tam tersi duygular hissetmesine engel olamamıştı. O zamanlar gerçekten hissettiği en büyük duyguyu örtbas eden, iğne gibi batan anılardan yükselen bir nefret duygusuydu. Bu hilesi onun inkâr tasavvuru olmuş ama yine de bedeniyle yüreği, Kyungsoo'nun yakınlığının içinde sersemlemişti. Kyungsoo'nun varlığına sinir bozucu bir şeymiş gibi davranmış ama Kyungsoo ne zaman etrafında olmasa huysuzlaşmıştı.

Farkına varmadan ona çekilmiş ve geri dönmeye de asla muvaffak olamamıştı.

Sebebini sormaya devam etmiş ancak asla geri çekilmemişti.

Bu durum hakkında hissettiklerini tarif edemiyordu. Kalbinin atış şekli, inanılmaz bir yeniden doğuştu. Kyungsoo'nun aşkına düştüğünü hissettiği zaman hiçbir tereddüt, hiçbir korku hissedememişti. Atması gerektiği hâlde, bir kez olsun geri adım atmamıştı. Yeniden bu tarz bir duygu hissetmekten korkmalı ve dikkatli olmalıydı ancak yüreğinin içinde, o malum adam için yoğun bir istek vardı.

Erimiş çikolata gibi sesi, hassas bir bedeni, yumuşacık bakışları ve baştan çıkarıcı dudakları olan adam.

Adı, Do Kyungsoo olan adam.

Jongin, dalgınlığında iç çekti. Bir kanepenin üzerinde kamburca oturuyor, bilinçsizce parmakları ile alt dudağını çimdikliyor ve boşluğa bakıyordu. Her zamanki gibi TAORIS'teydi, arkadaşlarına uymaya çalışıyordu fakat dikkatini veremiyordu. Barın açılmasına daha altı saat vardı ve ortalıkta aylaklık ediyorlardı. Sehun, karşısında yargılayan gözlerle ona bakıyordu. Kavatın yanındaki Chanyeol'dü ve tam da onun gibi bir ineğe yakışır şekilde, tamamen odaklanmış vaziyette tüyler ürpertici kalın bir kitap okuyordu. Yifan ve Tao bar taburesine oturmuş, her zamanki gibi cilveleşiyorlardı. Diğerleri ortalıkta görünmüyordu.

"İstesem tam şu an sana bıçağı takabilirim ve sen Hakk'ın rahmetine kavuştuğunun farkına bile varmazsın." Sehun, nihayet yüzündeki boş ifadeye rağmen konuştu.

Jongin başını kaldırdı. Duymuştu. Az çok.

"Yine ne istiyorsun." Jongin duygusuz bir tonla sordu.

"Seni en son bu vaziyette gördüğümde şu tek gecelik ilişki yaşadığın kızı arıyordun." dedi Sehun.

O hatıradan ötürü, Jongin'in bakışlarında belirgin bir titreme vardı. Yüreği hoplamıştı ancak artık o kadar da acımıyordu. O kız, son zamanlarda aklından geçmiyordu bile. Hâlen, onu artık sevmemeyi öğrendiğini söyleyememesine rağmen, kalbinin acımaması onu şaşırtmıştı. Çoğu insanın daima başka bir seçeneğimiz olduğunu söylemesine rağmen, kontrol altına almanın çok zor olduğu bazı şeyler vardı. Kalbi kırılmış olmak, asla bir seçenek değildi ve birine âşık olmak da asla kazanılacak bir oyun değildi. İç çekti, bir daha yeni bir aşk böceği yakalayacağını hiç beklemiyordu.

"Ve yeniden o durumdayım." dedi.

"Arama tarama çalışmaları mı?"

"Hayır." İç çekti. "Âşık oldum."

"Oh." Sessiz bir an olmuştu.

"Kyungsoo'ya..." Jongin, arkadaşının olası merakını gidererek paylaştı.

Sehun bir an için durdu ve omuz silkti. "Eh, sanırım hep biliyordum."

Jongin, diğerine kaşlarını çatarak baktı. Daha kendisi bilmezken piç herifin biliyor olabileceği şüphesiyle, onunla bakışlarıyla iletişim kurmaya çalışıyordu.

"E ortadaydı zaten?" Sehun, düşüncelerini okuyarak kükredi.

"Ortada mıydı?!"

"Kanka, o gece gizli gizli ondan tarafa bakıp tüm votka şişesinin dibini gördüğün geceden beri ortadayd--"

"Ona baktığımı nereden biliyordun ulan?" Jongin paniklemiş bir surat yaptı, en yakın arkadaşının ufacık şeyleri bile fark edebilme yeteneğiyle mala bağlamıştı.

"Yalnızca sarhoştum bok kafalı, kör değil." Sehun tısladı. Birkaç saniyelik göz temasından sonra yeniden konuştu. "Ama o erkekti, bu yüzden yarıya yarıya ihtimal veriyordum."

Bu, Jongin'i biraz kıkırdatmıştı.

"O da senden hoşlanıyor mu?"

"Evet."

"Sana söyledi mi?"

Jongin, cevaplarken biraz tuhaflaşmıştı, açıkça utanıyordu. "H-Henüz değil."

Sehun, Jongin ile dalga geçerek tısladı.

"Benden hoşlanıyor." Jongin, yüzü kızarmasına rağmen savundu. "Hoşlanıyor, benden hoşlanıyor. Bir şeyler sadece... Onu alıkoyuyor ve... Ben ne olduğunu bilmiyorum... Tek bildiğim, benden hoşlandığı. Bundan eminim, hissedebiliyorum."

"...Oldu o zaman kanka?" Ama Sehun'un sesi alaycı bir iğnelemeyle doluydu.

"Burayı terk et."

Sehun, kahkahasını bastırmak için yanaklarını şişirdi.

Giriş kapısı aniden açılıp kerataların manyak aurası içeri yığılırken, Jongin delici bakışlar atıyordu. Daha fazla gecikmeden, Luhan ve Yixing aşırı derecede rahatsız görünerek onlara doğru koştu.

"Siz çocuklar da Maroon 5 konserine bilet aldınız mı?" İkili tek ağızdan sordu.

Pekâlâ, bu beklenmedikti. Hepsi, bar taburesinde oturup onları bir taraflarına hiç takmayan aşk kuşları hariç, başlarını salladı.

"Çünkü Suho biletleri aldı ve birimize bile haber vermedi!" Yixing, ihanete uğramış hissederek bağırdı. Luhan da katılarak başını salladı.

Jongin doğruldu. "Kimi davet etmiş öyleyse?"

"Senin oda arkadaşını." dedi Luhan. "Soonie'nin tıpkısının aynısının fotokopisinin kendisinin ta kendisi." İki manyak aniden hunharca güldü. Bir erkeğin, sanki bir kaya kusursuzca ikiye bölünmüş gibi, karşı cinsten biriyle gülünç bir şekilde aynı yüzü ve bir harfi eksik olmak üzere aynı ismi nasıl olup da paylaşabildiği konusunda hâlen şaşkınlardı.

Fakat açığa vurdukları gerçek, Jongin'in kanını keskince kaynatmıştı. Yalnızca bir saniye içinde nefesleri ağırlaşmış ve sertleşmişti.

"Oy anam! Biletler çoktan tükenmiş! Niye bundan haberimiz olmadı bizim ya?!" Yixing, telefonunda çevrim içi bilet sayfasında gezinirken hırladı. "O konsere gitmemiz gerek hacı!" Luhan'la, onun da hoş gördüğü bir sinir krizi geçiriyordu.

"Bir yolunu bulacağız Xing!" Luhan yumruğunu salladı.

"Ne zamanmış şu konser?" Jongin dişlerini sıkarak araya girdi.

Luhan aptalca ona göz kırptı.

"On dördünde."

*********

Kyungsooların yurdunda hummalı bir dekorasyon çalışması yapılan bir akşamüstüydü. Herkes Noel dekorasyonuna yardım etmekle yükümlüydü, çünkü tabii ki bu, göz alıcı kutlama mevsimiydi. Diğerleri ortalığı temizlemekle, devasa Noel ağacını kurmakla veya Noel ışıklarını yapıştırmakla görevliyken, Kyungsoo ve Taemin Noel Baba pelüşlerini tavana iğnelemekle görevliydi. Jongin ziyarete geldiğinde lobi kalabalıktı, birçok göz dikkatini ona vermişti. Yurdun düzenli ziyaretçisi olduğundan öğrenciler artık ona alışmıştı ama bu sefer şaşırtıcı bir şekilde elinde koca bir buket mavi gül ve kalp şeklinde bir çikolata kutusu taşıyordu. (Ç.N: EFENİM SEBEBİ ZİYARETİMİZ MALUM ZAAA)

Kyungsoo Jongin'i ön kapıda gördüğü an, Taemin kıçını tam zamanında kurtarmasa merdivenlerden kayıp düşebileceğine yemin edebilirdi. Öğrenciler, bu görkemli adamın kim için geldiğini bilerek tezahürat ettiler. Kyungsoo, manzaraya hayretle isyan ederek çiçeklerle çikolatalara baktı. Işık hızında genç adama fırlayıp onu sürükleyerek binadan dışarı çıkardı.

Kyungsoo, biraz mesafe koyarak Jongin'e ateş saçan gözlerle baktı.

"Oradan bakınca sana kız gibi mi görünüyorum?!" Patladı, yüzü giderek ısınıyordu.

Jongin afalladı, şaşırmıştı.

"...Yoo?"

"O zaman bunlar ne oğlum?!" Kyungsoo, Jongin'in taşıdığı şeyleri işaret etti.

"Çiçekler ve çikolatalar?"

Kyungsoo'nun çenesi yerdeydi. Dut yemiş bülbüle dönmüştü.

"Bunlar sevginin evrensel simgeleri değil midir?" Jongin masumca sordu.

"Ama ben bir erkeğim!"

"Bunun rengi mavi! Mavi erkeğin rengidir!"

"Öyle bile olsa!" Kyungsoo bağırdı. "Seni bana çiçek getirmekten menederim! Seni bana bir şeyler vermekten menediyorum!"

"Ama sana her şeyi vermek istiyorum!"

"Olmaz!"

"Etkilenmiyor musun?"

"Etkileniyorum! Bu yüzd--"

Siktir. Faka basmıştı.

Jongin'in gücenmiş yüz ifadesi yavaşça nazlı bir tebessümle değişti. Sırıttı, Kyungsoo'nun kızarması hoşuna gidiyordu. Kısa olan bakışlarını eğdi, lanet derecede sevimli görünüyordu, öyle ki Jongin onu alıp mıncır mıncır mıncırmak istiyordu.

Kyungsoo yakalanmıştı, Jongin ısrar ettiğinde, verdiği sevimli hediyeleri kabul etmekten başka seçeneği yoktu.

Mavi güllere baktı, açık bir şekilde pahalı duruyorlardı. Çok güzeldiler ama onları tutarken biraz garip hissediyordu.

"Canım bunlar hayırdır?" Kyungsoo, yüreği göğsünün içinde pır pır çarpmasına rağmen kayıtsız olmaya çalıştı. İşte yine o gıdıklayıcı his, Jongin'in, zaten olduğundan daha ponçik olduğu zamanlar ona yaptığı bir şeydi. Birine kendini özel hissettiren o malum şey vardı onda ve onun tarafından sevilen kişi çok şanslı olurdu.

"Şey..." Jongin dudaklarını inceltti. "Kartı oku." Çekingence başının arkasını kaşıyarak dudaklarını ısırdı.

Kyungsoo, bukete iliştirilmiş küçük kartı açmak için savaş verirken somurttu.

"Sevgili Kyungsoo,

Sarılma Günü'nü benimle geçirir misin?"

Kyungsoo bu kelimelerle gözlerini kırptı. Sarılma Günü mü?

Tabi ya. Jongin kesinlikle Sarılma Günü'nde onunla çıkmak isteyecekti. Bir nevi resmî olmayan romantik tatil günüydü ve Jongin'in de romantik bir şopar olarak, bu günü es geçmesine imkân yoktu. Hâlâ Kyungsoon iken o ve Jongin daima romantik günleri, hatta Jongin'in kutlamakta ısrar ettiği ay dönümlerini bile birlikte geçirirlerdi.

Ama sonraki an, Kyungsoo bir şeyleri hatırladı.

"On dördünde." Ağzından çıkıverdi.

"İvit." Jongin başıyla onayladı.

Kyungsoo'nun yüzü isteksizlikle düşmüştü.

"Gündüz mü?"

"Hayır." Jongin konuştu. "Akşam..."

Kyungsoo gergince dudağını ısırdı. O gece için çoktan plan yapmıştı ve bu onun için çok önemli bir fırsattı.

"G-Gelemem... O akşam başka bir yere gideceğim..."

Öyleyse gerçekten doğru, diye düşündü Jongin. Kyungsoo Suho ile konsere gidecekti. Jongin kendini bu ret için hazırlamadığından değildi ama hâlâ burnundan soluyordu, daha azı değil. Yumruklarını sıkmaktan zar zor alıkoymuştu kendini.

"Nereye?" Âdem elması dürtüyle oynadı.

"Maroon 5 konseri... Her zaman onların hayranıydım, bu yüzden... Sarılma Günü'nü ertesi gün kutlasak olmaz mı?"

Jongin sinirlerini kontrol etti. Kyungsoo'nun, ne olursa olsun Suho'nun yakınında yöresinde olmasını istemiyordu. Hyunguna saygısı vardı ama onu rakibi olarak görüyordu ve bu elinde olan bir şey değildi.

"Sarılma Günü Sarılma Günü'nde olur Kyungsoo! Bu yüzden ona Sarılma Günü denir!"

Kyungsoo kahkaha atmak istiyordu ancak genç olanın yüzündeki ifade onu endişelendiriyordu. Jongin ölümüne ciddiydi ve bu sadece sinir krizi falan değildi, ekmek mushaf çarpsın çok ciddiydi.

"Bu çok ender verilen bir konser!" Kyungsoo feryat etti.

"İstiyorsan git ama ben seni bekliyor olacağım." Acı bir şekilde konuştu. "Yeouido Parkı'nda, akşam 7'de."

Ve Kyungsoo cevap bile veremeden, Jongin arkasını dönüp gitti.

********

Kyungsoo aklını toplayamıyordu. Jongin bu kadar katı olmasaydı böyle olmak zorunda olmazdı. Jongin hayatındaki en önemli insandı evet, ancak bir gececik olsun bir konsere giderse bu onu üzmezdi öyle değil mi? Çük Tanrısı aşkına, Maroon 5 konseriydi bu yahu! Bir insan nasıl olur da konserlerini ekebilirdi? Kim bilir bir daha ne zaman Seul'de konser vereceklerdi! Yanı sıra, onunla izleyeceğine dair Junmyeon'a çoktan söz vermişti ve o pahalı bileti ziyan etmek istemezdi.

Bir parçası taş fırın erkekliği yapmak istiyordu, nihayetinde, Jongin ona sormadan önce kendini ilk başta konsere adamıştı. İlk baş, ilk baştı ve bu yüzden suçlu hissetmesine gerek yoktu.

Kyungsoo konser gününün akşamüstü, şokla karşılaştığında yurttan henüz çıkıyordu. Onu yurtta kaldığı konusunda bilgilendirmemesine rağmen beklenmedik bir şekilde Junmyeon'un arabası tam önünde duruyordu. Junmyeon'un bunu nereden bildiğini bilmiyordu ancak Kyungsoo'nun sormak için dili tutulmuştu. Yola koyulduklarında, Junmyeon Kyungsoo'nun gözlerini üstünde hissedebiliyordu ve bir şekilde sebebini biliyordu.

"Neden bana söylemedin taşındığını?" Junmyeon, gözlerini yolda tutmaya devam ederek dudaklarını inceltti.

Kyungsoo öfkeyle bocaladı. Masum bir soruydu ancak vereceği cevap bir şekilde ortamı tatsızlaştırabilirdi. Tüm hikâyeyi Junmyeon ile paylaşmaya henüz hazır değildi, açıkçası. Bu konuda konuşmak istemiyordu. Zamanlama doğru değildi ve ortam kesinlikle uygunsuzdu.

Junmyeon, yüzündeki tereddüdü fark ederek ona kısa bir bakış attı.

"Geçen seferinde bir adet sarhoş olmuş Kai'yi eve getirmeseydim öğrenemezdim." diye paylaştı.

Kyungsoo çırpınarak ona baktı. "Yine mi sarhoş oldu?! Ne zaman? Nerede? Yoksa--"

"Sakinleş, Soo." Junmyeon gülümsedi. "Bir aydan daha önce oldu."

Kyungsoo, Junmyeon'un en başından beri biliyor olmasıyla utanarak kendini koltuğuna gömdü. Büyük olan sadece kıkırdadı. "Başka ne konuda boşboğazlık ettiğini bilmek ister misin?"

Kyungsoo yutkundu.

"Seninle olmak istediğini söyledi." Junmyeon sabitçe konuştu. "Gitmemen için sana yalvarıyordu."

"Ay Allah'ım..." Kyungsoo yüzünün kızarıklığını örtbas etmek için başını öne eğdi. Bu Kim Jongin denen dümbüğün sarhoş olduğu zaman gerçekten kafası gidiyordu! Junmyeon yeniden kıkırdadı; Jongin'in Kyungsoo'nun üstündeki etkisiyle eğleniyordu. Bir süre sonra, arabada sadece sessizlik vardı. Kyungsoo yavaşça bakışlarını Junmyeon'a kaldırdı, büyük olanın yüzünde boş bir ifadeden bir maske vardı. Kyungsoo onu okuyamıyordu ancak aklını bulandıran şeyler olduğunu biliyordu.

Sessizlik yoğundu. Junmyeon'un, dile hiç getirilmeksizin durumu çözdüğü ortadaydı. Jongin'i o kadar uzun süredir tanıyordu ki, Jongin'in ne yapmış olabileceğini veya Kyungsoo'nun gittiği an ne söylemiş olabileceğini gözünde canlandırabiliyordu. Bu konuda iyiydi; insanları anlamak konusunda iyi olduğundan kendini nereye koyacağını veya kendi fikirleriyle ve diğerlerinin bakış açısıyla nasıl baş edebileceğini biliyordu.

"Ona bir şans verdin mi?" Yeniden konuştu.

Soru, Kyungsoo'nun nefesini kesmişti.

"Dürüst olmak gerekirse, onun şans vermemesi gereken kişi benim."

Stadyuma konsere bir saatten fazla bir zaman varken gelmişlerdi, Junmyeon'un Kyungsoo'nun elini kavramış eliyle birlikte VIP kısmına marş marş gidiyorlardı. Bu gereksiz ten teması, Kyungsoo'nun biraz titremesine neden olmuştu. Ama belki de Kyungsoo'nun buna ihtiyacı vardı. Birinin elini tutuyor olmasının rahatlatıcı hissine ihtiyacı vardı; birisinin arkasını kollamasının rahatlığına ihtiyacı vardı. Elini bırakmadı, itiraf etmeliydi ki hâlen Junmyeon hakkında ufak sızılar hissedebiliyordu. Zaman onları ayırmış olabilirdi fakat Junmyeon, hâlâ onu nasıl yatıştıracağını bilen Junmyeon'du. Junmyeon, onu bu grubun konserine, hâlâ ortaokuldayken bile Kyungsoo'nun kıçı başı dağıttığı bu grubun konserine getirme sözünü bile tutmuştu. Bu ufak sızılar, onun bu adama bir zamanlar âşık olmuş olmasından pişmanlık duymamasını sağlıyordu; sadece, bu sızıların asla eskiden olduğu gibi acıtmayacağını biliyordu.

Geri sayım yaklaşırken, Kyungsoo nihayet sersemletici ürpertiyi hissetmişti. Çoktan akşam 6.53 olmuştu. Kalabalık giderek daha çok coşuyordu ve Kyungsoo, göğsündeki çarpıntıların heyecandan mı yoksa korkudan mı olduğuna emin değildi. Grup daha çıkmamasına rağmen, etrafındaki herkes bağırıyor, çığlıklar atıyor ve gülümsüyordu. Daima bu şekilde burada olmak istemişti, mükemmel müzikle kendini kaybetmek ve müziğin tadını çıkarmak, fakat içinden bir ses, olması gereken yeri işaret edip duruyordu. Jongin'i düşünmeyi bırakamıyordu, yapamıyordu işte. Birkaç saat olsun onu umursamamayı emretmişti beynine ama yapamıyordu. Jongin'in, söylediği gibi orada olacağını ve beklemekten vazgeçmeyeceğini biliyordu.

Işıklar giderek karardı ve grup çıkmaya başladı. Gürültü cezbediciydi ancak Kyungsoo'nun umurunda bile değildi. Söylenen şarkı, en sevdiklerinden biriydi ancak ona pek bir şey ifade etmiyordu. Çük gibi rahatsız olmuş, etrafında olup bitenlerin ötesinde strese girmişti.

Daha çok işkence gibi hissettiriyordu.

Ve bundan zevk alamayacağını biliyordu.

Daha fazla dayanamayarak, Junmyeon'u dürtükleyip dikkatini çekti ve onu duyabilmesi için kulağına bağırdı. "Gitmeliyim! Çok üzgünüm!"

Büyük olan, ona soran bir bakış attı.

"Jongin."

Junmyeon'un yavaşça yüzü düştü ama anlayış göstermekten başka yapabileceği bir şey yoktu. Başıyla onaylamadan önce bir süre durakladı, gülümsüyordu lakin asla gözlerine değmemişti tebessümü.

"Çok üzgünüm! Telafi edeceğim! Söz veriyorum!" Kyungsoo arkasını dönerek hoplayıp zıplayan devasa insan kalabalığına dalmadan önce tekrar özür diledi. Junmyeon, Kyungsoo'nun ondan giderek uzaklaşmasını izlerken donmaya başlamıştı. Dudaklarını gülümsemek için zorluyordu çünkü bunu yapmazsa, kalbi kesinlikle çat diye çatlayacaktı. Kendini sonsuza dek pişmanlık duyacağı seçimine, yıllarca geç kaldığı gerçeğine vururken bakmaya devam etti.

*************

Jongin, nihayet boş bir banka çökmeden önce n. kez saatini kontrol etti. Davetini konser saatiyle aynı olarak saat 7'ye ayarlamış ve çoktan bir saat geçmişti. Kyungsoo'nun onu seçmediği ortadaydı. Kyungsoo'nun şu an konserde olduğu apaçık meydandaydı. Bununla aşık atmaya nasıl cüret edebilmişti? Tabii ki Kyungsoo onu seçmezdi! Allah rızası için şimdi, Bay Mükemmel ile müthiş bir konserde müthiş bir randevudaydı!

Yalnız ve mağlupça, Jongin yalnızca gözlerini kapayabildi. Bu teste hiç girişmemeliydi, yalnızca kalbinin kırılmasına yol açmıştı. Belki de Kyungsoo'nun ondan yeterince hoşlandığından asla emin olmamıştı, belki de yanlış yorumlamıştı. Belki de Kyungsoo kendisine karşı onun hissettiği gibi hissetmiyordu. Belki de bakışları, dokunuşları ve öpücükleri sadece kendi hayal ürünüydü.

"Selam."

Bir ses aniden konuştu, soluk soluğaydı. Jongin gözlerini açtı, gökyüzünün aydınlandığına yemin edebilirdi. Sanki yüreği ölümden dönmüş gibi hissediyordu. Kyungsoo'nun aniden önünde belirdiği gerçeğiyle hâlen dehşet içinde olarak ayağa kalktı. Çocuk terlemiş ve bütün parkı koşmuşçasına, kaymak beyazı yanakları kızarmıştı. Gömleğindeki kırışmaya bakılırsa sanki ezilmiş gibiydi fakat Jongin, daha önce hiç bir meleği görmüş gibi hissetmemişti.

Kyungsoo'nun gecikmesinin sebebinden şüphelenerek, Jongin sadece en yüksek ihtimali düşünebiliyordu.

"Konsere mi gittin?" diye sordu.

Kyungsoo itiraf eder gibi başını salladı, nefesini düzene sokmaya uğraşıyordu.

"Ve oradan ayrılmaya karar verdin?"

Kyungsoo yine başıyla onayladı.

Jongin, dudaklarında beliren devasa sırıtışı gizlemek için yanaklarını şişirdi. Ancak sonunda başarısız olmuştu. Tüm benliğini saran mutluluğa direnemiyor, ağzı kulaklarına vararak gülüyordu.

Kyungsoo ona somurttu. "Ne gülüyorsun be?"

"Çünkü mutluyum??" Hâlâ gülümsüyordu.

"Mutlu musun? Vicdanımı becerdiğin için mutlu musun yani?!"

Mutluyum, çünkü beni seçtin.

Artık, Jongin hiç bu kadar emin hissetmemişti.

Sessizlik oluşmuştu, ortak bir göz temasını paylaşıyorlardı. Aralarında, yalnızca birbirlerine olan bakışlarından anlaşılabilen gizli bir bağ vardı, her ikisini de dile getirilmemiş bir teslimiyete kilitliyordu. Jongin kendine engel olamayarak bir adım yaklaştı ve Kyungsoo'nun yüzünü avuçları arasına aldı. Boyları bunun için mükemmeldi. Kyungsoo dışındaki her şeyin gri hissettirdiğini söylemek belki klişe olabilirdi ama gerçekten de Kyungsoo, gözlerinin gördüğü tek renkti.

Büyük olan bakışlarını ona çevirdi, kalbi yeniden atmaya başlamıştı. Gözlerini yan taraflarına döndürdü, etrafta birkaç kişi vardı. Yeniden Jongin'e baktı ve çocuk, bakışları dudaklarına gelinceye kadar ateşli bir şekilde ona bakıyordu. Kyungsoo, genç olana ölümcül bakışlar atarak şüpheyle kaşlarını çattı. Jongin'in tam o an oracıkta onu öpeceğine yemin edebilirdi.

"Aklından bile geçirme." Etrafındakilerden gergince utanarak uyardı.

Ama Jongin yine de onu öpmüştü.

Utanmaz herif! Kyungsoo, gözlerini kapatmayıp Jongin'e çok yakından bakarak taş kesildi. Bu onu sersemletiyordu fakat çekilecek gücü kaybetmişti. Dudakları kusursuzca birbirine uyuyordu, tuhaf bir ait oluş çeşidiydi. Genç olan yavaşça dudaklarını oynatıp Kyungsoo'nun alt dudağını kendisininkiler arasına alarak yumuşakça emdi. Ritimleri yumuşaktı ve Kyungsoo'nun yüreğini şeker serpintileri ve lolipoplar altında döndürüyordu. Buna neden izin verdiğini bilmiyordu ancak Jongin'in yakınlığıyla buluşuyor ve öpücüğüne karşılık veriyordu. Gözlerini açık tuttu ve Jongin'in onu öpüşüne, Jongin'in bunun tadını çıkarışına baktı. Bu açıdan bile Jongin güzeldi. Bu duygu büyüleyiciydi ve Kyungsoo, tümüyle kendini kaybetmeden önce kendini uyandırdı. Elini kaldırıp Jongin'i belinden çimdikledi ve genç olanın dramatik bir şekilde eğilip irkilmesine neden oldu.

"Aneeyyyy!" Jongin bağırdı ancak cezalandırılmasına rağmen kıkırdıyordu. Kyungsoo ona sırıtıyordu ve Jongin büyük olanın böylesine afacan biri olduğunu hiç düşünmemişti. Kyungsoo'ya olan itaatsizliği böyle bir sevimlilikle sonuçlanacaksa, her gün böyle çimdiklenmeye razıydı.

Dudaklarındaki ufak tebessüm tarafından korunarak yeniden sustular. Her şey çok açıktı ve Kyungsoo, uysallığını yok edemiyordu. Belki de hiçbir şeyi yok etmek istemiyordu çünkü bu, en tatlı öpüşmelerinden biriydi. Belki de sonunda daima kendini yok edecekti ancak hâlâ sonraki seferinden veya ondan da sonraki seferinden bile ders almayacaktı. Bu velet hangi yolu seçerse seçsin yüreğine nasıl gireceğini biliyordu ve dahası, bu velet onun gerçek duygularını nasıl ortaya çıkaracağını biliyordu. Aklı ona kendini toplamasını söylüyordu ancak bir parçası daima ona teslim olacaktı. Çünkü devam etmeye çalıştığı her seferinde, Jongin daima oradaydı.

"Eee..." Jongin yaramazca gözlerini kıstı. "Sana konseri bıraktırıp beni seçtiren şeyin ne olduğunu söyler misin sakıncası yoksa?" Tebessümü yaramazdı ancak bakışlarında sevgi vardı.

Kyungsoo bocaladığını hissetti. Jongin'in ona meydan okuduğunu biliyordu. Genç olan, doğruyu söylemesi için ona meydan okuyordu; evet derse ondan hoşlandığı, uzun zamandır ona âşık olduğu ve bununla savaşamadığı anlamına geliyordu ama hayır, bunu asla itiraf etmezdi. Yapamazdı. Yapmamalıydı. En azından söze dökmemeliydi.

Hızla göz kırptı, iyi bir bahane üretebilmek için kendini zorluyordu.

"Biri beni beklediği zaman bundan nefret ediyorum..."

Kyungsoo'nun gerçek bu kadar ortadayken nasıl olup da lafı çevirdiği, Jongin'i şaşırtmıştı. Sanki ruhunu ve bedenini okuyormuş gibi Kyungsoo'ya bakarak bir kaşını kaldırdı.

Büyük olan gergince yutkundu. Kaşlarını tehditkârca çatarak gerginliğini gizlemeye çalıştı ancak Jongin'i pek de korkutmuşa benzemiyordu. İşe yaramazdı çünkü Kyungsoo korkunç olmak için fazla ponçikti.

Nedense, Jongin bu inkârı bekliyordu. İşaretler ne kadar belirgin olursa olsun, Kyungsoo işi yokuşa sürmeye devam ediyordu. Kyungsoon'a çok benziyordu. Her ikisinde de, onun anlamlandıramadığı bu bariz keçi inadı vardı. Sanki tüm benliklerini vermekten korkuyor gibiydiler. Sanki ikisi de ne hissettiklerini açıkça belirtmekten korkuyorlarmış gibiydi. Her şey elle tutulur gözle görülür olsa bile, Nuh der peygamber demezlerdi.

Kyungsoo, Jongin'in ona bakışlarından tedirgin olmaya başlıyordu. Kalp atışları güm güm vurmaya başlamış, dikkatle Jongin'in gözlerindeki ağır açlığa bakıyordu. Gerçekçi olmak gerekirse, Jongin'in ikisi için olan açlığını hissedebiliyordu; sahiplenici ve sadık bir biçimde gerçekti ve bu, Kyungsoo'nun veremeyeceği bir şeydi. Bundan dışarı çıkmamalı; bir başka seviyeye geçmemeliydiler çünkü o seviyede boğazlarına kadar pisliğe batmış olacaklardı.

"A-Artık Sarılma Günü'nü b-bitirebilir miyiz?" Havayı değiştirip arkasına döndü fakat Jongin elini yakalamıştı.

"Kyungsoo..." Jongin'in sesinde bir yalvarma vardı ancak Kyungsoo, kendine bunu görmezden gelmeyi söyledi.

"Önce yemek mi yesek?" Kyungsoo rol kesmeye devam etti.

Gerginlik, Jongin'in yüzünü sıkıştırıyordu ancak Kyungsoo fark etmemiş gibi yaptı. Bir kez daha arkasını döndü ancak Jongin'in elindeki tutuşu sıkılaşmıştı. Kyungsoo çenesini sıktı ve sabrını zorladı. Yüreği hızla kabarıyor ve bu onu öfkelendiriyordu. Bu tür durumlardan hoşlanmıyordu; çünkü dürüst olmak gerekirse o da geriliyordu ve her şeyden kaçmak istiyordu, ancak Jongin de onu geri yakalamaya uğraşıyordu.

"Böyle mi olacağız, Soo?" Jongin ağırca iç çekti. "Bu şekilde olmaya devam mı edece--"

"Dur." Kyungsoo sözünü kesti. Bunun nereye varacağını biliyordu ve şu an oldukları şey her neyse, onunla yüzleşmekten korkuyordu. Bununla yüzleşmek istemiyordu, çünkü yeteri kadar cesur değildi. "Kes şunu Jongin. Tek kelime etme. Seninle benim aramızdaki şey her ne ise, adını koyma. Daha fazlasını hissetmene izin verme, eğer verirsen, bunu durdur." Seslice iç çekti. Tartışmayı sonlandırdığını belli ederek yürümeye başladı.

Ancak Jongin buna izin vermeyecekti. "Niye bizi bu şekilde köşeye sıkıştırmaya devam ediyorsun? Neden bu bilinmez saçmalığın içinde sıkışıp kalıyoruz?"

"Çünkü bu aptalca!" Kyungsoo yenildi ve rahatsızca bağırdı. "Aniden kendimizi bunun içinde bulmamız aptalca! Bende ne bulduğunu bile bilmiyorum!" Seslice nefes aldı. "Hiç ders almadın mı? Birini hayatına almadan önce ilk başta kalbini korumaz mısın sen? Pervasızlık ediyorsun! Seçimlerini düzgün yapmıyorsun! Sen sadece, hey ben şu kişiden hoşlanıyorum onunla olmak istiyorum ve onun beni hak edip etmediğini ve bir gün muhtemelen beni terk edebileceğini düşünmeyeceğim kafasındasın!"

Jongin, Kyungsoo'nun sonunda kopmasına inanamayarak dudak büktü. "Sadece senden hoşlandığımı ve umurumda olmadığını söylesem yeterli olmaz mı?"

"Hayır! Bu yanlış!" Kyungsoo azarladı. "Birinden hoşlanmakla birine sahip olmak istemek iki farklı şeydir! Birinden hoşlanman, ona sahip de olman gerektiği anlamına gelmez! Ya ben bir suçluysam? Ya tehlikeli biriysem? Ya ben bir canavarsam? Ya iki numaralı aşk acınsam? Hoşlanmak yeterli değil Jongin!"

Bir an için ikisi de konuşmadı. Jongin, Kyungsoo'nun haklı olduğunu biliyordu ama tüm hissedebildiği, yüreğinin yine aynı kişiye yöneldiği idi. Kim incinmekten korkmazdı ki? Herkes korkardı. Ancak bu dünyada acıya pek de engel olamıyorduk, öyle değil mi? Onun da kafası karışıktı ve bu kadar çok hissedebiliyor olması delilikti ancak artık hissediyordu ve çok çok derinlere dalmıştı.

"Biliyorum." Cevap verdi. Başını eğdi ve yere baktı.

"Ama yapamam... Senden gidemem... Seni görmediğim zaman ölüyor gibi hissediyorum, sanki sensiz nefes alamıyorum..."

Jongin'in sözleri, Kyungsoo'nun çenesini düşürmüştü. Her şeyi ifade ediş şekli öylesine ölümcüldü ki Kyungsoo'nun kararlılığı bile tuzla buz olacak noktadaydı. Bu kaçınılmaz bir tutkuydu, sanki hayatta kalmak için havaya, suya ve ateşe olan büyük bir güven gibiydi. Kendi kendinde tutuklu kalmıştı ancak artık nasıl firar edeceğini bilmiyordu.

Jongin işte böyle âşık olurdu ve o, korkunç bir şekilde derin değilse asla âşık olmazdı.

Kyungsoo, bir yerlerde hâlâ bir çıkış olduğunu biliyordu ve girişi, çıkışın kendisindeydi ama Kyungsoo, o giriş kapısında donmuştu.

Çünkü bu ölüme giden yoldu.

Ve bu berbattı çünkü artık her şeyi yapmıştı. Yarattığı bu karmaşaya Jongin'in mahkûm olmaması için elinden geleni yapmıştı ancak neden yine bu durumdalardı ki? Tarih tekerrür ediyor gibiydi ve şimdi çok daha kötü bir seviyeye ulaşmıştı. Bununla kaç kez savaşmıştı? Ne zaman vazgeçmeyi öğrenecekti?

Yalnızca içini çekebildi.

"...Benden hoşlandığını söylemenden daha kötü bu." Yorgunca ve mağlupça konuştu.

Kyungsoo'nun sesi yumuşak ve zayıftı ve Jongin Kyungsoo'nun nihayet anladığını biliyordu. Aralarında güçlü bir çaresizlik havası vardı ve her ikisi de kurtarılmaktan aciz oldukları bir şekilde kapana kısıldıklarını biliyordu.

"Belki de senden sadece hoşlandığımdan değildir, Kyungsoo. Belki de--"

"SÖYLEME!" Kyungsoo titredi ve koşup avucuyla Jongin'in ağzını kapadı. Bu veledin ne diyeceği konusunda güçlü bir fikri vardı ve bunu duymak istemiyordu. Bunu duymaya değmezdi o. Ve duyarsa, yüreği paramparça olacaktı.

Jongin'in gözleri, Kyungsoo cömertçe kızardığında şok içinde pörtlemişti. O anda her ikisi de, pozisyonlarının ne kadar komik olduğunu fark ederek donmuşlardı. Giderek garipleşiyordu ve Kyungsoo'nun yüzündeki utanç onu öyle yumuş yumuş yapıyordu ki Jongin'in olduğu yerde eriyordu. O an, ikisi de kendilerini salak gibi hissediyordu.

"Bana huzursuz hissettirmeyi bırakır mısın lütfen?" Kyungsoo fısıldadı.

"Oğmo oğloğmdoğ doğol!" Jongin'in yanıtı Kyungsoo'nun avucunda boğuluyordu ve o anın neşesi, Kyungsoo'ya kocaman kahkahalar attırmıştı. Ancak bu, Jongin'in donakalmasına sebep oldu, Kyungsoo'nun gülüşünün güzelliği yüzünden afallamıştı. Daha önce Kyungsoo'yu hiç güldürememişti ve bu, yüreğini müthiş bir şekilde kabartıyordu.

"Ne var?" Kyungsoo sataştı.

"SONDONOLLOHBOLOMOVORSONKOÇOHOŞLONOYOROM!!" Jongin'in demek istediği şuydu: 'Senden Allah belamı versin ki çok hoşlanıyorum!!" Ancak Kyungsoo elini daha sıkı bastırarak onu daha çok saçmalattı. Kyungsoo hunharca gülmüştü ama sorun değildi, belki kendini rezil ediyordu ama bu da sorun değildi.

Kyungsoo, Jongin'e biraz fazla yapıştığının farkında değildi; diğer eli aslında genç olanın boynunun arkasına yapışmıştı. Bunu fark ettiği an, hızla kendini ayırmaya çalıştı ancak velet, o daha hareket bile edemeden onu kavrayıp bedenlerini birbirine daha sıkı bastırdı.

Yine yoğun bir temas vardı ve Kyungsoo'nun zilleri çalıyordu.

"Tanrıya yemin olsun Kim Jongin eğer beni şuracıkta yine öpersen cidden zumzuğu yiyeceks--"

Ama Jongin onu hakikaten de yine öpmüştü.

Jongin'in dudaklarının kenarında bir tebessüm vardı ve Kyungsoo'nun aslında göğsünü yumrukluyor olduğunu umursamıyordu. Acıtmıyordu nasılsa. Sadece tükenmişti ve dahasını istiyordu, daha fazlasına ihtiyacı vardı. Ve Kyungsoo'nun söylemeyeceği o cevabı alabileceği tek yer, yalnızca Kyungsoo'nun dudaklarıydı. Bir şeyleri çok hızlı ilerletiyordu belki ama elinde değildi işte. Eğer Kyungsoo bundan hâlâ emin değilse, o zaman bu adamı bu şeyin gerçek olduğuna inandırmak için her şeyi yapacaktı.

Nasıl da lanet derecede gerçek olduğuna.

*******

"Cenabırabbülalemin, olamaz..."

Kyungsoo, genç olan, telefonunda Maroon 5 çalarken kamyonetinin açık olan yük kasasına tırmanırken onu aşağı çekti. Telefonunu mikrofon gibi elinde tutuyor ve ritimle birlikte kafasını oynatıyordu. "Haykurbanolduğumgüzelrabbim Jongin lütfen Allah aşkına--" Kyungsoo etrafı kolaçan etti ve sokak, gece yarısı gibi huzur doluydu, herkesin çoktan uyuduğuna işaret ediyordu. Şu çarşamba pazarına dönmüş Sarılma Günü randevularının ardından yurdunun önündeydiler ve veledi eve göndermiş olması gerekiyordu, ancak şuna da bakın ki lanet olası kamyonetinin üstünde ona konser veriyordu.

"Just shoot for the staaaaars ~~"

Allah aşkına gerçekten şarkı söylüyordu. Bunu cidden yapıyordu. Kyungsoo'nun çenesi yerlerde sürünüyordu, şu an gerçekleşen saçmalık karşısında inanamayarak dili tutulmuştu. Eğer yurttaki arkadaşları uyanırsa, bu çocuğu olay yerinde geberteceğine yemin edebilirdi.

"You say i'm a kid, my ego is big, I don't give shit, and it goes like this ~~" Jongin, grubu için şarkı söyleyen havalı bir solist gibi kendini işaret ediyordu ancak İngilizcesi felaket derecede korkunçtu. Kyungsoo, hayatındaki en büyük ikinci utancını hissediyordu ancak bir parçası, Jongin'in boka dönmüş Maroon 5 konseri deneyimini telafi edecek kadar düşünceli olduğu gerçeğiyle bulutların üstünde uçuyordu. Bu gerzek, cidden...

"I've got the moves like Jagger, I've got the moves like Jagger ~~"

Jongin bir elini kaldırdı ve vücudunu çekici bir biçimde dalgalandırdı.

"BU NE ÇÜKÜM İŞ--" Kyungsoo, yurt binasının ışığı sönük pencerelerine baktı. Velede geri baktı, Jongin, kalçalarını jöle gibi dalgalandırmayı bırakmamıştı. Manzara, Kyungsoo'nun yanaklarının ısınmasına neden olmuştu ve genç olanın hareketlerinin nasıl kusursuz olduğuna zorlukla inanabiliyordu. Aslında Jongin bunda iyiydi ancak Kyungsoo olan biteni idrak etmek için fazla öfkeliydi. Sonraki an, Jongin davetkârca göz kırptı ve Kyungsoo, ciğerlerindeki kasırgaya yakalandı. Bu kaltak, onu baştan çıkarıyordu ve komik bir şekilde seksiydi. Jongin daima seksi olmuştu zaten. Onunla ilgili her şey seksiydi; yüzü, bedeni, beden dili; ama Kyungsoo Jongin'in bunlardan daha fazlası olduğunu biliyordu. Bu kişi, daha bir bebekti ve oyuna gelmemeliydi.

Jongin şarkıyı ve zıplamayı bitirmemişti, kendi kendine gülüyordu. Aslında utanmıştı, azıcık, çok çok azıcık. Kyungsoo'nun yüzündeki kızarmayı görebiliyordu ve bunu sevmişti. Kyungsoo'nun gözlerinde bir mutluluk kıvılcımı vardı, tıpkı güzel dudaklarının köşelerindeki tebessüm gibi ve Jongin, her Allah'ın günü görmek istediği şeyin işte bu olduğunu düşünüyordu.

Müzik, şarkı biter bitmez susmuş ve yeniden sessizlik olmuştu, sadece bir olmuş sesli nefeslerinin gürültüsü vardı. Jongin, yüzündeki gülümsemeyi bastıramıyordu ve bugünde, ona bir şeyin değiştiğini hissettiren şeyler vardı. Gece kasırgaya dönmüştü ama mükemmel hissettiriyordu çünkü Kyungsoo ile birlikteydi. Elinde hiçbir şey olmamasındansa, Kyungsoo ile zor zamanlar yaşamayı yeğlerdi. Kyungsoo ile birlikte olduğu sürece umurunda olmazdı.

"Sarılma Günü neredeyse bitti, konser kralı." Kyungsoo konuştu ve yine ona teslim olması, hâlâ yeni hissettiriyordu.

"Evet, Sarılma Günü ve biz hiç sarılmadık bile." Jongin dudaklarını büzdü.

Kyungsoo hafifçe kıkırdadı. O an hiçbir kısıtlama, hiçbir korku ve hiçbir endişe hissetmiyordu. Ne kadar iyi niyetli veya iyi yönlendirmiş olursa olsun, değiştiremeyeceği şeyler olduğunu fark etmişti. Nefesini verdi ve öneri olarak omuzlarını silkip kollarını havaya kaldırdı.

Jongin şaşkınlıkla gözlerini pörtletmiş, önündeki manzaraya bakıyordu.

"Bana sarılacak mısın sarılmayacak mısın? Kollarım uyuşmaya başlad--"

Ve Jongin, doğruca Kyungsoo'nun üstüne atılarak ona sımsıkı sarıldı. Kyungsoo kıkırdadı ancak o da kollarını mümkün olduğunca yakın bir şekilde Jongin'in boynuna dolamıştı. Çok iyi, sıcacık ve yumuş yumuş hissettiriyordu, sanki sonsuza dek birbirlerine böyle sarılmak için yaratılmış gibiydiler. Kimsenin çekilmeye cesareti yoktu, bu güzel sarılmanın ve güvenliğin içinde, hâlâ birbirlerine olan duygularını üstlerine serpiyorlardı. Jongin, Kyungsoo'yu daha sıkı sarmaladı, bu sarılası bedenin de onu kucakladığı anın tadını çıkarıyordu ve cidden patlayabilirdi çünkü bu, tüm tanımların ötesinde harikaydı ve muhteşem olan her şeyin çok üstünde muhteşemdi.

********

TAORIS'te bir başka sıradan gündü ve çocuklar dört bir yana dağılmışlardı. Mekânın arka tarafında, barın iki sahibinin kişisel kullanımı için yeni yapılan bir oda vardı ve çoğu orada olur, video oyunları oynar ve oyalanırdı. Jongin, Chanyeol ile dışarıdaki bir masada oturuyordu, henüz kendini o odaya sıkıştırmakla ilgilenmiyordu. İnek çocuğumuz alışıldığı gibi bir kitap okuyordu ve Jongin, bunun Chanyeol'ün geçen seferde de okuduğu korkunç kitap olduğunu fark ettiğinde ilgilenmemeye karar vermişti. Pek kaygılı değildi, bu yüzden arkadaşına birazcık sataşmaya karar verdi.

"Hayatta kitap okumaktan başka yapılacak şeyler de var kanka." Konuştu, Chanyeol başını kaldırıp biraz bilinçsizce ona baktı. Chanyeol sadece sırıtmıştı, ne zaman birisi aniden onunla konuşsa sergilediği aynı otuz iki diş sırıtmaydı.

"Benim hayatımın daha, Baekhyun, hehe." Jongin'i biraz oflattıran bir şekilde kendi kendine kıkırdadı.

"Bu arada, ne okuyorsun?" Jongin, Chanyeol'ün okuduğu şey her ne ise gerçekten ilgilenmiyor olsa da, konuya geri döndü. Sadece, Chanyeol'ün yine Baekhyun hakkında gevezelik etmesi ihtimalinden kaçınıyordu çünkü ne zaman bunu yapsa gerçekten rahatsız edici oluyordu; ne zaman konuşmaya başlasa ortalıkta tek bir kirli çamaşırları kalmıyordu.

"Oh." Chanyeol kitaba şöyle bir baktı. "Başkalaşımlarla ilgili."

"Yani kelebekler falan gibi mi demek istiyorsun?"

"H-Hayır, Gerçek İnsan Başkalaşımları..."

Jongin durakladı ve somurttu. "Saçmalık bu." Geri yaslandı.

Chanyeol yavaşça öne eğildi. "Onlar gerçek." Fısıldadı.

Jongin kahkaha attı. "Bana onlardan bahsetsene." Chanyeol konuya kendini kaptırmış göründüğü ve o da sıkıldığı için sadece ona ayak uyduruyordu, pek de umurunda değildi.

"Bu kitap 'Femellasculum'lar hakkında, cinsiyetlerini karşılıklı olarak değiştirebilen insanlar." Chanyeol anlattı. "1690'lı yılların başlarından beri süregelen yarı insan yarı hayvan olma efsanesinden farklı olarak varlıklarının gerçek olduğuna dair kanıtlar var ve bugüne kadar varlıklarını sürdürdükleri söyleniyor."

Jongin, yalandan merak ediyormuş gibi yaparak sadece başını salladı.

"Bu daha çok, basit bir klan sınıflamasından ziyade bir yetenek gibi... Çünkü onlar özel bir kan bağıyla doğmuyorlar... Onlar sadece... Normal insanlar gibi... Doğuyorlar... Sadece değişme yeteneğiyle birlikte..."

"Harika bir kurguymuş gibi geliyor kulağa." Jongin omuz silkti.

Chanyeol somurttu, göstermek için yirmilerinin başlarında evlenen beyaz bir kadın ve erkeğin düğün fotoğrafını arıyordu. "Bu fotoğraf 86 yıl önce çekilmiş." Adamı gösterdi. "Bay ve Bayan Embleton, birbirleriyle sadece iki ay görüştükten sonra evlenmişler. Evlendiklerinden bir ay sonra, Bay Embleton iş için gitmek zorunda kalmış veya bahanesini 'iş' olarak göstermiş ama üç ay sonra geri dönmüş. Ve eşine döndükten üç ay sonra, ikinci kez üç ay sonra geri dönmek üzere yeniden gitmiş. Bayan Embleton gerçeği öğrenene kadar, iki yıl boyunca böyle devam etmiş."

Chanyeol sonraki sayfaya geçti ve tamamen Bay Embleton'a benzeyen bir kadının resmini gösterdi.

"Bu, Embletonların yan komşusu olan kadın ve bazı garip tesadüfler eseri, sadece Bay Embleton ortalarda olmadığı zaman meydana çıkıyormuş."

Jongin kalbinin durduğunu hissetmişti. Sebebini bilmiyordu ama bir şeyler onu terletiyor ve nefes almakta zor anlar yaşıyordu.

"Sadece üç ayda bir görülüyormuş..." Chanyeol devam etti ve kitabı kapadı. "Niye biliyor musun?" Jongin'in gözlerinin içine baktı, gözleri ışıl ışıldı. "Çünkü Bay Embleton ve yan komşusu olan o kadın... Sadece aynı kişilerdi."

Jongin titriyordu, korkunç ve paniklemiş bir şekilde tir tir titriyordu.

"Çok fena değil mi?" Chanyeol birden tüyler ürpertici bir şekilde gülümsedi.

"Belki de böyle birinin yanından geçip gitmişizdir, asla bilemeyeceğiz."

BÖLÜM SONU

Ç.N: SONRAKİ BÖLÜM DİYOR VE SUSUYORUM. :D 

Continue Reading

You'll Also Like

3M 161K 40
Heja güzelliği ve cesaretiyle Amed'e nam salmış kadın. Ağir yakışıklılığı ve bastığı yeri titreyișiyle Amed'in saygı duyulan ağası... Kadın çok sevd...
2.1K 319 10
Baek ve Chanyeol nihayet güvendeler. Zombi benzeri enfeksiyonluların hala geceleri dolaştığı bir dünyada olabilecekleri kadar güvendeler. Kurtuluş Ad...
14.6K 963 24
Jeon Jungkook suç ortağının hastalığı nedeni ile herkesten sakladığı oğluna saplantılı derecede aşık olur. Hemofili, pıhtılaşma faktörlerinin eksikli...
28.6K 2.6K 25
Dört ay... Aralık ayında olduklarına göre, bir daha yaz ve sonbaharı göremeyecekti. Oysa sonbaharı ne çok severdi. Demek bu kıştan başka bir kış da o...