KUTSAL YA DA BEYAZ

By Grimoiress

5.6K 1.7K 1.1K

Arada gri olmadan, başka tonların katılmadığı... Sahnenin sadece iyi ve kötüye yer ayırdığı... Siyahın yerini... More

ÖN SÖZ
1 ∞ Başlangıç
2 ∞ Gölge
3 ∞ Tanışma
4 ∞ Geçmiş hatıralar
5 ∞ Lily
6 ∞ Geçmişin bedelleri
7 ∞ Nefret tohumu
8 ∞ Kan bağı
9 ∞ Anlaşma
10 ∞ Kanlı sanat
11 ∞ Yüzleşme
12 ∞ İkilem
13 ∞ Amansız mücadele
14 ∞ İçsel savaşlar
16 ∞ Yeni baştan
17 ∞ Tuzak
18 ∞ Ateşkes
19 ∞ Şah Mat
20 ∞ Lotus

15 ∞ İlk veda

219 77 7
By Grimoiress


_____________________________________________

Giselle'in ağzından;

Geleceğin belirsizliği, insanlar için büyük bir kutsamadır! 

Önümüze çıkacak yolların tamamen bilinmez olması bizi korkutsa da, aslında ne güzel! 

Çünkü biz insanlar, ancak bilinmezliği keşfederek onun harika zevkine sahip olabiliriz.

07:30

Bir sürü sesler, konuşmalar, hissettiğim berbat bir baş ağrısı, dağılmış yatağım ve saçlarım... Odama kadar gelen yüksek sesli konuşmalardan dolayı, gözümü saatin yedi buçuğunda açmıştım. Dünkü partide o kadar çok içmiştim ki, yattığım yataktan kalkmak çok zor geliyordu.

Çok zorlansam da, ağırlaşmış bedenimi yataktan doğrulttum ve yatağın kenarına oturdum. İki elimi de yatağın ucuna koyarak, aşağıya doğru düşen başımı yukarı kaldırmaya çalışıyordum. Sabahın oldukça soluk mavi rengi, açmakta zorlandığım gözlerimi yakıyor, etrafa kısık kısık bakmama neden oluyordu. 

Sıcak yataktan hızla kalkmış olmam ve odamın açık kalan penceresinden bedenime esen rüzgar üşümeme neden olmuştu. Bu nedenle yatağa serili battaniyeyi üstüme sararak yavaşça ayağa kalktım. 

Dün gece odama nasıl getirildiğimi hatırlamıyordum. Tek bir şeyden emindim ki, kendim gelsem asla uyuduğum odanın penceresini açık bırakmazdım. Telefonumu elime aldığım zamansa, sessizdeydi. Telefonumu sessize aldığımı hatırlamıyorum, bir tuhaflık vardı...

Sabahın bu erken saatinde odama kadar gelen yüksek sesli konuşmaların sebebini anlamak için kapıya doğru yavaşça ilerledim. Ağrıyan başım ve hala dengemi bulamamış bedenimle adımlarımı dikkatlice atarken, dünkü partide ne yaşadığımı hatırlamaya çalışıyordum. Gece boyunca içtiğim içkilerin etkisiyle kafam bulanık, midem ise hala huzursuzdu. 

"Bu kadar içkiyi kim kaldırabilir ki?" diye kendi kendime söylendim.

Odamın kapısını açıp konuşmaların geldiği odaya doğru yürüdüm. Kapının ardından gelen seslerin yüksekliği beni çok şaşırttı. Hafifçe kapıyı aralayarak içeriye baktığımda Carrie karşısında yaşlı bir çift ve yanlarında bulunan genç bir kadınla, oturma odasında hararetli bir şekilde konuşuyordu.

Carrie'de en az benim kadar yorgun görünüyordu. Konuşmaları arasında, yaşlı kadının dün gece ile ilgili bir takım yakarışlarını duydum. Belki de dün gece çok gürültü yapmış, insanları rahatsız etmiştik. Hiç bir şey hatırlamıyor olmam, sinirlerimi bozuyordu.

Odaya girmeden önce birkaç derin nefes aldım ve kendimi toparlamaya çalıştım. Belki de bu sabahı daha iyi hale getirecek bir şeyler söyler, dünkü anıları hatırlar ve neler olduğunu öğrenebilirdim. 

Carrie, ''Günaydın Korsan G. Kahve istersen, hemen yan masada.'' diyerek göz ucuyla işaret etti.

''Günaydın, C.'' diyerek sağıma döndüm ve masadan bir bardak kahve alıp yanlarına doğru yürüdüm.

Carrie, ''Bayan Terra ve eşi Bay Randall ile tanış, yanlarında duran kişi ise gelinleri Bayan Gwen.'' dedi isteksizce gülümseyerek.

''Merhaba, hoş geldiniz. Ben Giselle.'' diyerek selam verdim.

Bayan Terra, adeta burnundan soluyordu. Koltuktan kalkacağı sırada eşi bay Randall, hızla elinden tutup oturmasını sağladı. Eşini oturtup, bakışlarını sertçe bana çevirmişti.

''Sabahın bu saatinde sizlere nasıl yardımcı olabiliriz?'' diye sordum.

Bay Randall ağır bir şekilde yerinden kalktı ve bana doğru yürümeye başladı. Carrie arkasından telaşla yürüyor, bayan Terra ise koltukta oturuyordu.

Randall, ''Oğlum nerede?!'' diye bağırdığı zaman, yerimden sıçradım.

''Oğlunuz? Kimden bahsediyorsunuz?'' diye sordum şaşkınlıkla.

Gwen, ''Eşimden bahsediyor seni sürtük!'' diyerek oturduğu yerden ayağa kalktı.

Randall, ''Kyle'den bahsediyorum! Oğlum dün gece sizin evinizde verdiğiniz partiye katıldı. Ne olursa olsun her zaman eve gelirdi. Gece gelmese bile gündüz kesinlikle odasında olurdu. Telefonla aradık, asla cevap alamadık. Telefonu çalıyor ve açmıyor! Benim oğlum asla, haber vermemezlik yapmaz. O asla, ailesini ihmal etmez! Polise çoktan haber verdik!'' diye bağırdı.

Kyle... Evet onu hatırlıyorum, dün gece bahçede onunla dans etmiştim. Bana evli olmadığını söylemiş, hatta çok yalnız biri olduğundan bahsetmişti. Eğlenceli ve sıcak kanlı tavırlarla tüm gece yanımdan ayrılmamıştı. Fakat dans esnasında bana sürekli dokunmaya çalıştığını hatırlıyorum. 

Yalancı pislik, eşi olmasına rağmen bana söylememesi ve sürekli bana yakınlaşma çabalarını hatırlıyorum... Şuan yaşadığım ve hatırladıklarım midemi bulandırmıştı. Bütün gece boyunca, bana dokunmaya çalışan ellerini sabit tutması için kontrol etmeye çalışmıştım. 

Normalde bu tür yaklaşımları, karşı taraf istemediği halde yapmaya çalışmak zaten iticiyken, birde eşi olmasına rağmen yapmaya çalışması, çok daha iticiydi. Berbat hissediyorum... 

Yavaş yavaş hatırlıyorum da... Kyle bütün bunlar yetmezmiş gibi neredeyse tüm gece boyunca bana sürekli içki içirmeye ve kullandığı uyuşturucuyu da içirmeye çalışmıştı. Aptal herif... Fakat şimdi, onun nerede olabileceğine dair hiç bir fikrim yoktu. Belki içtiği şeylerden dolayı kafası çok güzel olmuştu ve bir yerlerde sızmıştı. Sonuçta koskoca adam, kontrol edemem ya?

''Bakın Bayan Gwen, dün gece eşim dediğiniz kişi bana evli olmadığını söyledi. Fakat aramızda hiç bir şey yaşanmadı, yani umarım... Ayrıca dün gece herkes sarhoş oldu, ben onun nerede olduğunu nasıl bilebilirim ki?!'' dedim utanç içinde.

Carrie, ''Aynı şeyleri size söyledim. Çok kalabalık bir parti verdik oğlunuzun nerede-'' dediği sırada yatak odamdan gelen telefon sesi ile nefesimiz kesilmişti. 

Bu telefon zili, ne Carrie'nin ne de benim telefonuma ait değildi. Elinde tuttuğu telefonuyla eşinin telefonunu aradığını bize göstererek ayağa kalkan Bayan Gwen, yanıma hızla geldi ve elimde ki kahve bardağını eline aldı. Ne yaptığını anlamaya çalışıyorken, eline aldığı kaynar kahveyi koluma sıçratarak dökmeye başladı. Hızla arkaya doğru çekildim fakat, kolum yanmıştı.

''Sen ne yaptığını sanıyorsun!'' diye bağırmıştım acıyla.

Gwen, ''Senin gibi bir sürtükle mi aldattı beni! Seni öldüreceğim, eşimin telefonu bu evde çalıyor! Çaldığı yer, beni aldattığı yer mi?! Senin yatak odan mı?!'' diyerek çığlık attı.

Bayan Terra ve eşi Bay Randall, beni hiç umursamayarak yatak odama doğru yürümüştü. Kapımı kıracak kadar sert açan Bay Randall'ın arkasından, eşi Terra ve Gwen telefonun çaldığı yere doğru eğildi. Telefon yatağımın altında çalıyordu. 

Böyle bir şey nasıl mümkün olabilirdi? Kyle, dün gece benim odamda mıydı? Ama kendimde değildim. Yoksa?... Hayır?! Bana dokunmuş olamaz... Dokundu mu yoksa? Çok strese girmiştim ve odamda bir sürü kişisel eşyam vardı. Hepsini karıştırıp fırlatıyorlardı. Çamaşırlarım dağınık bir halde yerde duruyordu, üstlerine basıyorlardı. Odamdan hemen şimdi çıkmalarını istiyordum. 

Carrie birden kolumdan tutarak beni koridora çekti. Kahve yüzünden yanan elimi tuttuğu için, canımın bir kat daha fazla yanmasıyla çığlık attım.

''Bırak, elim acıyor!'' dedim acı bir ses tonu ile.

Carrie, ''Ah, ö-özür dilerim ama sana söylemem gerekiyor Giselle! Dün gece Luke'u gördüm.'' dedi panikle.

''Şimdi mi söylüyorsun bunu? Nerede gördün!'' diye bağırdım.

Carrie, ''Ormanlık alandan gözümün içerisine baktı. Yanına gittim ve senin mutlu olduğunu, senden uzak durması gerektiğini söyleyerek kovdum onu. Sence olanlarla bir ilgisi olabilir mi? Giselle, biz bu pisliklerden ne zaman kurtulacağız, sıkıldım artık! Söylesene bana?!'' diye bağırdı.

''Nasıl bununla bir ilgisi, b-bir saniye...'' anlık olarak başım dönmüş ve duvara doğru yalpalamıştım. Elimi duvara doğru koyarak dengede durmaya çalıştım. En son, Luke'un malikanesinden çıkarken, gördüğüm kanlı cesetler gözümün önüne gelmiş, kanım donmuştu.

Randall, ''Oğlumun telefonu burada, elimde! Bizler polis gelene kadar buradan çıkmayacağız! Sizlerden sonuna kadar şikayetçiyim! Oğlumun en son bulunduğu yer burası! Siz ona ne yaptınız ha?!'' diye bağırdı çatlak çatlak çıkan sesiyle.

Terra, ''Kyle, oğlum!!'' diyerek çığlıklar atıyordu.

Gwen, ''Sürtük! Seni öldüreceğim!'' diyerek üstüme geleceği esnada Bay Randall, Gwen'i kolundan tutarak geriye doğru çekti.

Carrie, ne yapacağını bilemeden etrafa bakıyordu. Bense onun dün gece Luke'u gördüğünü bana söylememesine ve şimdi söylüyor oluşuna inanılmaz sinirliydim. Birden kapı çaldı ve gelen kişilerin polis olduğunu düşünerek hızla kapıya koşturdum. Kapıyı açtığımda, karşımda sertçe duran polis memuru yüzüme dik dik bakıyordu. Bahçede ise belki 10-15 tane polis vardı.

Polis memuru, ''İyi sabahlar, aldığımız ihbar üzerine buradayız. Arama izni aldık, işte belgesi.'' diyerek elinde tuttuğu evrakı yüzüme doğrulttu.

''Evet ama-'' konuşmamı beklemeden içeriye girmişti.

Bayan Terra ve eşi Bay Randall'a doğru yürüdü.

Randall, ''Bakın! Oğlum Kyle'nin telefonu memur bey! Burada, yatak odasından çıktı!'' diye bağırdı.

Gwen, ''Bu sürtükten şikayetçiyim! Eşimin başına ne geldiyse, onun yüzünden geldi!'' diye bağırdı.

Polis memuru, ''Lütfen, elinizde tuttuğunuz telefonu bana uzatın. Dokunduğunuz telefon bir delil ve kanıt niteliği taşıyor Bay Randall.'' diyerek Bay Randall'a doğru elini uzattı.

Bay Randall polis memuruna elindeki telefonu vererek eşi Terra ile hızla bahçeye doğru çıkıp, diğer polis memurlarına bizi şikayet eder gibi konuşmaya başlamıştı. Gwen ise dışarıya çıkmamış oturma odamıza doğru giderek, eşyalarımızı karıştırmaya devam ediyordu. Neye uğradığımı şaşırmış bir şekilde, dış kapıda öylece duruyordum. Polis memuru bana doğru yürüdü.

Polis memuru, ''İsminiz Giselle. Doğru mu?'' diye sordu sertçe.

''E-Evet.'' diye cevapladım.

Polis memuru, ''Arkadaşınızın ismi nedir?'' diye sordu aynı tonla.

''Carrie.'' dedim.

Polis memuru, "Dün gece evinizde verilen partiye katılan kişiler arasında, Kyle Drayer isimli şahsın evine dönmediği ve telefonunun hala sizin evinizde bulunması hakkında ne söyleyeceksiniz?" diye sordu sertçe.

''Bakın, verdiğimiz partiye çok fazla arkadaşımızı çağırdık. Kyle gece benimle dans etti doğru. Fakat ben çok içmiştim ve ona ne olduğunu bilmiyorum.'' diyebilmiştim ürkerek.

Polis memuru, ''Ona ne olduğunu bilmiyorum mu dediniz? Bayan Giselle, nereye gittiğini bilmiyorum yerine, ne olduğunu bilmiyorum demeniz kulağa oldukça şüpheli geliyor. Telefonu sizin yatak odanızdan çıktı öyle değil mi?'' diye sordu sertçe.

"Evet ama Kyle'nin odama geldiğini dahi hatırlamıyorum. Bakın hepsini geçtim, kendi odama nasıl geldiğimi, nasıl getirildiğimi bile hatırlamıyorum, beni anlamıyor musunuz?" diye sordum, sesimi yükselterek.

Polis memuru birden tuhafça gülümsemeye başladı. Gözlerinin değişen rengi, içimde inanılmaz bir korku yaratmış ve vücuduma soğuk terler bastırmıştı. Bu da neydi?

Polis memuru, ''Sizi gayet iyi anlıyorum... Sadece verdiğiniz cevapları değiştirmeliyiz. Bu cevaplar sizi suçlu çıkartır. Bizlerse, sizlerin suçlu çıkmasını istemeyiz Bayan Giselle. Şimdi, sizin cevaplarınız şöyle olmalı; Telefonu odamdan çıkmadı diyeceksiniz, çünkü Kyle'nin telefonu odanızda bulunmadı.'' diyerek elinde tuttuğu telefonu inanılmaz bir güçle avcunda sıkıp parçalamıştı.

Gözbebeklerim titremiş, polis memuruna bakakalmıştım.

Polis memuru, ''Daha sonraysa şöyle diyeceksiniz; Kyle'ye ne olduğunu bilmiyorum demek yerine, Kyle isimli şahsı tanımıyorum. Partide bir çok Kyle olabilir ve hangisiydi bilmiyorum. Soy ismini de bilmiyorum. Kısacası hiç bir şey bilmiyorum demeniz yeterli.'' dedikten sonra korkunç bir şekilde gülümsemişti.

''Siz... Ne diyorsunuz siz...'' dediğim an polis memurunun arkasında gördüğüm dedektifle beynimden vurulmuştum. Bu dedektif, Morgan malikanesine kaçırıldığım zaman Jayden'ın yanında gördüğüm lanet olası dedektif Steve'di.

''Bu ne demek oluyor?'' diye sordum korkuyla.

Dedektif Steve, ''Sakin olun, olayı üstlenecek kişiler çoktan hazır.'' diye cevap verdi.

''Seni alçak puşt! Senin burada ne işin var!'' diyerek Dedektif Steve'in üstüne doğru yürümeye başladım.

Dedektif Steve, ''Lütfen sakin olun, elinizin yandığını görüyorum. Öncelikle elinizi-'' der demez yüzüne kahveden dolayı yanmış olan elimle sert bir tokat atmıştım.

''Yüzsüz!'' diyerek bağırdığım an, Carrie'nin çığlık sesi ile oturma odasının olduğu yöne doğru koşturdum. Koridora gelmiş ve oturma odasının kapısının önünde kalkan gibi duran polislerden dolayı Carrie'yi göremiyordum. Carrie birden oturma odasından çıktı ve onu kolundan tuttum.

''Ne oluyor! Carrie bana bak, nefes al ne oldu?!'' diye bağırarak sordum.

Carrie, ''Yerde duruyordu! Gwen'in paltosundaydı...'' diyebilmişti titreyerek.

''Yerde duran neydi? Ne diyorsun?'' diye sordum telaşla.

''N-Nefes alamıyorum Giselle, bırak beni gitmek istiyorum.'' dedi ve onu tutan ellerimi çekerek, hızla bahçeye doğru koşturdu.

Merak ve korku içerisinde oturma odasında ne gördüğünü öğrenmek için yürümeye başladığım esnada, polislerin bir tanesi koridordan elinde tuttuğu delil poşetiyle yürümeye başladı. Polis memuru beni gördüğünde diğer eliyle delil poşetini örtmeye çalışsa da, hızla yanına koşturdum.

''Ne bu?! Ne götürüyorsunuz?'' diye sordum panikle.

Polis memuru, ''Giselle hanım, elimde tuttuğum Kyle Drayer'in kalbi. Eşi, Bayan Gwen az önce paltosunun cebinden çıkararak, suçunu itiraf etti. Bu bir kıskançlık cinayeti.'' demiş ve alaycı bir şekilde gülümseyerek yanımdan yürümüş, dışarıya çıkmıştı.

Dedektif Steve, ''Size suçu üstlenecek kişi hazır demiştim.'' dedi yanıma gelerek.

''O suçsuz, bunu siz yaptınız!'' diye çığlık attım korkuyla.

Dedektif Steve, ''Kimse tamamen suçsuz değildir. Ne de olsa Bayan Gwen bugün sizin kolunuza kahve döktü ve sizin elinizi yaktı öyle değil mi? Üstelik size küfür etti. Eşi Kyle ise dün gece partide size evli olmadığını söylemiş, taciz etmeye çalışmıştı. Size yapılan hakaret, bizler için büyük bir suç teşkil eder. Bizler aldığımız emir üstüne, sizlerin güvenliğini sağlamak için varız. Bize verilen emirler bu yönde ve bu emirleri harfiyen yerine getirmek için buradayız.'' dedi ciddi bir tonlama ile.

"Bir insan canice öldürüldü! Ve eşi Gwen, suçsuz olmasına rağmen suçlandı. Onu eşi Kyle'yi öldürmekle suçladınız!'' diye bağırdım ve oturma odasına koşturdum. 

Gördüğüm manzara karşısında şok içerisindeydim.

Oturma odasında Bayan Gwen, beyaz paltosu kanlı bir şekilde ayakta duruyordu. Koşarak iki yakasından tuttum ve onu sarsmaya başladım. Gözleri donuktu ve adeta bir kukla gibi bakıyordu.

''Kendine gel! Bana bak! Anlıyor musun söylediklerimi!'' diye bağırdım yüzüne karşı.

Gwen, ''E-Evet, evet ben öldürdüm. Kıskançlık cinayeti... E-Evet ben öldürdüm. Gece çukur açtım. B-Ben açtım. Sizi oraya götürebilirim. B-Ben öldürdüm. O-Onu ormanda açtığım çukura gömdüm... B-Ben yaptım.'' diye sürekli aynı şeyleri tekrar ediyordu.

Polis memuru, ''Lütfen Bayan Giselle'i buradan çıkartın.'' dedi ve koluma giren iki polis memuru tarafından bahçeye çıkartıldım.

''Sizi buraya kimin gönderdiğini biliyorum, bana ne yapacağımı sakın söyleme! O sizi buraya göndermek yerine kendisi gelseydi ya! Yüzüme karşı, ne yaptığını açıklasaydı ya!'' diye bağırıyordum.

Carrie, ''Giselle! O kadın kendisinde değil, o kadın yapmadı!'' diye bağırıyordu.

''İçeride konuşan sanki o değil, birisi onu konuşturuyor gibiydi!'' dedim korkarak.

Carrie, ''Luke...'' dedi korkup ağlayarak.

Tekrar eve girebilmek için arkamı döndüğümde karşımda birden dedektif Steve belirmişti.

Dedektif Steve, ''Bakın Bayan Giselle, siz farkında olmasanız bile birileri için çok değerlisiniz. Lütfen kendinizi yıpratmayın, bağırmayın ve sakin olun. Cinayet konusunda ise endişeniz olmasın, Gwen hanım manipüle altında ve hapse götürülene kadar üzerindeki manipüle devam edecek. Cinayeti, kıskançlık cinayeti olarak gösteriyoruz sizinle asla bir ilgisi olmayacak. Gwen hanımsa, cinayeti üstlenip hapse girdiği zaman manipülesi kalkacak ve muhtemelen nasıl hapse atıldığını hatırlamayacak. Bu yüzden cinayeti inkar etmeye başlayacak ve akli dengesinden şüphe edilecek. Büyük olasılıkla akıl hastanesine kapatılacak. Fakat bizler, onun her türlü ihtiyacını gidereceğiz. Kuşkunuz olmasın.'' diyerek korkunç bir şekilde tebessüm etti.

Şok içerisinde cevap vereceğim sırada, evden polisler eşliğinde çıkartılan Bayan Gwen'i görmüştüm. Gwen, polisleri ormana doğru yönlendirmeye başladı. Kyle'nin babası Randall ve annesi Terra'da arkalarından onları takip ediyordu. Hızla onlara yetişerek, arkalarından gitmeye başladım. Carrie ile korku içinde ormanda polis memurlarını takip ediyorduk. 10 dakika geçmeden bayan Gwen bir yerde durdu ve eliyle toprağı işaret etti.

Gwen, ''B-Buraya g-gömdüm. B-Ben gömdüm. B-ben öldürdüm.'' diye tekrarlamalar yapıyordu.

Polisler hızla toprağı kazmaya başladı ve iyice derine indiklerinde gördüğüm manzara ve burnuma gelen koku ile midem kalkmış, arkamı dönerek istemsizce kusmaya başlamıştım. Nefes alamıyordum fakat tekrar toprağa bakmak içim başımı çevirdiğim de, çukurdan çıkartılan Kyle'yi gördüm. 

Göğsünün ortasında kocaman bir delik vardı. Bedeni ise adeta kurumuş halde tek damla kanı olmadan bembeyaz gözüküyordu. Tıpkı, apartmanımda işlenen cinayete kurban giden üst katımdaki komşum gibiydi...

Çığlık atıyordum ama nefesim kesilmişti. Şokla çığlık atarak izliyor, tepki veremiyordum.

Polis memuru, ''Cesedi alın, raporları nasıl işleyeceğinizi biliyorsunuz. Gwen'i tutuklayın! Ters kelepçe ile ekip otosuna bindirin.'' diyerek diğer polislere talimat verdi.

Randall, ''Oğlum! Oğlum mu o?! Olamaz, oğlum olamaz!'' diyerek bağırıyor polislere ağlıyordu.

Kyle'nin annesi Bayan Terra, Gwen'e saldırmaya başlamış fakat polis ekipleri tarafından durdurulmuş ve eşiyle birlikte götürülmüştü. Gwen ters kelepçelenerek ekip otosuna bindirilmiş ve açılan çukurdan alınan Kyle'nin cesedi siyah bir ceset torbasına konulmuştu. 

Ceset torbasını aynı şekilde ekip araçlarının bir tanesine resmen fırlatmışlardı. Hiç bir şey doğru işlemiyordu, korkunç bir senaryo içerisinde çaresiz kalmıştım. Bütün polisler, dedektifler, olay yeri inceleme, hepsi Luke'un ve Jayden'ın adamlarıydı.

Malikanesine gittiğim, dizime adeta küçük bir çocuk gibi yatan ve gördüğüm en kibar olan o adam... Luke... bunları nasıl yapardı? Bu nasıl olabilirdi? Kalbim sıkışıyordu...

Carrie, ''Ne yapacağız Giselle! Bıktım artık bunlardan!'' diyerek bana doğru döndü.

Polis memurlarının yanına yürümeye başladım. Aralarından bir tanesi kolumu tuttu ve beni geriye doğru çekti.

Polis memuru, ''Eve gidin.'' dedi katı bir tonlamayla.

''Luke şuan burada, öyle değil mi?!'' diye bağırdım ve hızla kolumu çektim.

Polis memuru, ''Eve girin! Ondan aldığımız talimat bu yönde!'' dedi gür sesiyle ve korkunç tehditvari gözleriyle.

''Öyle mi?! Şimdi ki emri bu mu?!'' diye bağırdığım sırada arkamdan gelen sesle durmuştum.

Carrie, ''Giselle, gidelim...'' dedi korkarak. Carrie'ye döndüğümde beni kolumdan çekti ve ormandan eve doğru sürüklemeye başladı. İkimizde ormanda hiç konuşamadan sadece hızlı adımlarla eve varmaya çalışıyorduk, fakat yürürken girdiğim stresten olsa gerek burnum kanamıştı. Akan kanı göstermemek için, bir kaç defa kazağımın üstüne silmiştim.

Evin önüne geldiğimiz zamansa hiçbir polis memuru kalmamış ve sessizlik dış kapının önünde bizi karşılamıştı. Evin içerisine ilk adımı attığımda her şey sanki hiçbir şey olmamış gibi düzenlenmişti. Dağılan tüm eşyalar, eski yerlerine konulmuş ve her yer temizlenmişti. Carrie hızla kendi odasına yürüdü ve telefonunu eline aldı.

''Ne yapıyorsun? Kimi arıyorsun?'' diye sordum kapısının önünde durarak.

Carrie, ''İstemiyorum burada olmak! Yurt dışına gitmeliyiz! Evi satacağız, buradan gideceğiz!'' dedi ve telefonunda tuşlama yapacakken hızla odasına girip elini tuttum ve tuşlama yapmasına engel oldum.

''Nereye gidersek gidelim, bizi bulurlar Carrie. Kaçmak çözüm değil, onları görmüyor musun? Onlar her yerdeler.'' dedim titreyen sesimle.

Carrie buruk bir ses tonuyla "Giselle, seni çok seviyorum. Sen benim dostumdan daha fazlasısın, sen benim ailemsin. Ama bu kadarı çok fazla. Her gün cehennemi yaşıyoruz, ben artık dayanamıyorum. Ailemin yanına gitmeye dahi korkuyorum, onlara bir şey olur diye gidemiyorum. Anlıyor musun? Burada olmamalıyız.'' dedi.

''Daha öncede gittik Carrie. Bizi hep bir şekilde buldular, farkında değil misin?'' diye sordum.

Carrie, ''Beni değil seni buldular Giselle! Senin yanına geldiğim ve sana destek olmak istediğim zamandan beri, kendimi hep en kötü yerlerde buluyorum.  Bir ailem var ve b-ben artık burada s-seninle kalmak istemiyorum. Çok üzgünüm... Ben en kısa zamanda buradan ayrılacağım, ailemle eskisi gibi yaşamak istiyorum. Ölmek istemiyorum.'' dedi dolu gözlerle.

Haklıydı... Bütün yaşananların sebebi bendim. Benimle aile gibi olması, ailem olduğu anlamına gelmiyordu. O benimle birlikte bütün bunları yaşamak zorunda değildi ve onu benimle yaşaması için zorlayamazdım. Cümleleri kalbimi delip geçse de belli etmemiş ona kafa sallamıştım. 

Carrie'nin elimi bırakmasıyla, içimde oluşan ağır bir yalnızlık duygusuyla odasından çıkmıştım. Evde duramamış hızla kendimi dışarıya atmıştım. Ormana doğru yürümeye başladım, gözlerimden akan yaşı durdurmakta zorlanıyordum. İçimde duyduğum hislerden kaçmak istercesine ormanda koşmaya başladım. 

01:30

Ormanın derinliklerine koşmuş, eve dönememiştim. Koşmaktan dolayı bacaklarım titriyor, ayaklarım tutmuyordu. Karanlık ormanda, sadece yıldızların ışığıyla zar zor gördüğüm ağaçlar ve yürürken duyduğum ayak sesimin dışında hiç bir şey yoktu. Ağlayarak başımı yıldızlara çevirdim ve ölmek için çığlık attım. 

''Her şeyi senin yaptığını biliyorum! Burada olduğunu biliyorum! Çık ortaya!'' diye bağırdım.

Kendi sesim dışında hiçbir ses, hiçbir ışık yoktu. Yere doğru çöktüm ve ellerimle toprağı tuttum. Ağlarken başımı kaldıramıyordum. Tam o sırada yanımdan soğuk bir rüzgar geçti ve başımı kaldırıp ileriye baktığımda, karanlığın içinde gümüş bir çift göz gördüm. 

Karanlığın içerisinden bana doğru yavaş yavaş adım atan ve sadece gümüş gözleri belli olan bir kişi bana doğru yavaşça adım atıyordu. Yıldızlardan daha parlak görünen mermer beyazı teniyle ağır adımlar atıyor ve bana yaklaştıkça yüzü belirginleşiyordu. 

Bu karanlıkta görebildiğim kişi, Luke'tu. Önüme gelmiş ve durmuştu. Başımı yukarı kaldırıp baktığımda, elini yavaşça bana doğru uzattı. Onu görmenin şokuyla hareket edememiş, sadece ona bakakalmıştım. O ise yavaşça uzattığı parmaklarını çeneme doğru getirerek beni nazikçe ayağa kaldırmıştı.

Luke, ''Sen ölemezsin, bu yüzden yukarıdan ölmeyi dileme. Ortaya çıkmamı istedin çıktım, buradayım Giselle...'' dedi sakin bir tonlamayla.

Göğsüne bir kaç defa vurarak onu ittirmeye çalıştım fakat hiç etkilenmiyordu, bir adım bile geriye gitmemişti. Dümdüz duruyor, sadece dolu gözleriyle bana bakıyordu.

''Senden nefret ediyorum! Sen bir katilsin!'' diye çığlık atmıştım.

Luke, ''Öyleyse, beni öldürmek senin elindeyken neden öldürmedin?!'' diye sordu.

''Çünkü ben senin gibi lanetli bir katil değilim!'' diye çığlık attım.

Luke, ''Ben bir katilim doğru. Ama işlediğim ölümlerin hiç birini, keyfi olarak sağlamadım.'' dedi ciddi bir ses tonuyla.

''Kyle'yi öldürdün! Adamlarınız eşi Gwen'i suçladı! Hepsini biliyorum!'' diye bağırdım.

Luke, "Kyle dediğin kişi, sen kendinde değilken seni taciz etmeye kalktı! Ben sana doğru yaklaşırken bile çekiniyorum! O ise senin sarhoşluğunu suistimal etti! Eşi dediğin kadın Gwen, sana sürtük diye hitap etti!  Ayrıca tek takıldığın ölüm bu mu oldu?! Senin için daha kaç kişiyi öldürdüğümü tahmin edemezsin!" diye bağırdığı zaman gözlerinin altından damarlar çıkmıştı.

Senin için kaç kişiyi öldürdüğümü tahmin edemezsin mi? Ne demekti bu? Başka kimler vardı?

''Sen ne dedin az önce?  Kyle'nin dışında derken?!'' diye sordum panikle.

Luke, ''Çevren o kadar kötü ki Giselle! Onlarcası var! Kyle, gece evinizde kalmasaydı ailesi buraya gelmeyecekti ve senin ondanda haberin olmayacaktı.'' dedi omuz silkerek.

''Kimler var!'' diyerek, yüzüne karşı bağırdım.

Luke, ''Bunun ne önemi var?! İnsan ırkında gereksiz parazitler dolu! Ve zihnim, değersiz isimleri ezberlemeyi bana layık görmez!'' diye bağırarak gülümsedi.

''Öyle mi?! Biliyor musun? Bende başka insanların, benim hayatıma müdahale etmesini istemiyorum. Bilakis, senin müdahale etmeni tıpkı senin tabirinle hiç layık görmüyorum!'' diye bağırdım.

Luke, ''İnan bana Giselle-'' dediği an, sözünü kesip araya girdim.

"Bu benim hayatım! Herkes hayatında verdiği kararların sonuçlarına kendisi katlanır! Sen yıllarca yaşamışsın, bunu benden daha iyi bilirsin. Ne de olsa, birçok bedel ödedin değil mi? Kyle konusunda, gece dediğin gibi olsaydı bile seni ilgilendirmez! Sen bana karışamazsın! Kendinde, bana karışma hakkını sana kim veriyor! Ben yaşadığım her şeyin sonuçlarına kendim katlanırım!" diye bağırdım.

Luke, "Sen aptal mısın?! Sana söylediklerimi anlamıyor musun, Giselle! Seni 25 yıldır korumak ne demek biliyor musun? Gözümü bile kırpmadım senin için! Ama zor olan 25 yıl seni korumak değildi. Zor olan sendin! Çünkü sen bunu göremeyecek kadar körsün!" diye bağırdı.

''Kör değilim! Ben her şeyi biliyorum! İstemiyorum korumanı, defol git hayatımdan! Sana aşık olmam, ölümlerine göz yumacağım anlamına gelmiyor!'' diyerek kızgınlıkla ona aşık olduğumu itiraf etmiştim. Cümleyi söyler söylemez yutkunmuş ve bir kaç adım geriye gitmiştim. 

Luke, ''Az önce bana aşık olduğunu söyledin, bana aşık olduğunu bilebiliyorsun. Ben ise daha önce hiç aşık olmadım ve kendi hislerimi hiçbir zaman tam olarak anlayamadım. Hala da anlamakta zorluk çekiyorum. Madem bana aşıksın, öyleyse neden hissettiğin duyguyu benimde senin için hissetmeme yardımcı olmuyorsun? Neden seni koruyabilmiş gibi hissedemiyorum? Neden hep suçlu hissettiriyorsun?! Aşk, sevgi böyle bir şey mi? Karşındakini suçlu hissettirmek mi?'' diye sordu, öfkeli gözlerle.

''Belki öyle, evet! Korumanın sonucu ölüm olmamalı! Korumanın başka yolları da var. Ve bana kalırsa, aşk ölüm getirmez. Bende ölüm getiren bir katile, hissettiğim duyguları hissettiremem! Belki bu yüzden yüzlerce yıldır bu duyguyu hissedemedin! Ben senin deneme yanılma tahtan değilim! Sizler için insanların yaşamı değersiz olabilir. Ama vicdanındaki o karanlık perdeyi kaldırırsan, değersiz gördüğün insanların sana yardımı olabilir, senin de onlara. Ayrıca unutma ki, değersiz bir parazit gibi gördüğün insanların içerisinde zamanında babam George en iyi arkadaşındı!'' dedim haykırarak.

Luke, ''Vicdan...'' dedi ve tuhafça gülmeye başladı.

Luke, '' Vicdan, sadece vicdanlı olanlara gösterilir. Irkı, soyu, kim olduğu ve nereden geldiği fark etmez. Bahsettiğin karanlık perde dediğin gibi bende olsaydı, sen bu aptallığınla 25 yıl içerisinde yüzlerce farklı senaryo içinde ölmüş olurdun. Sen kapalı bir fanusta yüzen küçük bir balıksın. Senin suyunun oksijenini bile ben sağladım!'' dedi bağırarak.

''Sen konuşmalarınla baştan aşağı kibri yansıtıyorsun. Ve vicdanlı olanlar, kibirden uzak yaşar. Ama doğru söylüyorsun aptalım, senin bu kadar kibirli olacağını bilseydim sana duygu beslemezdim. Benden uzak dur, abin Jayden'da öyle.'' dedim net bir tonlamayla.

Luke, ''Son sözün bu mu?'' diye sordu dolu dolu bakan gözleriyle.

''Evet...'' diye cevap verdiğimde benden iki adım geriye doğru çekildi.

Luke, ''Öyleyse seni korumuş olduğum saf temiz sulardan, dünyanın kirli ve kibir dolu okyanusuna bırakıyorum Giselle. Umarım, seçimlerinin bedellerini benim seçimlerimin sonuçları kadar ağır ödemezsin...'' dedi ve başını gökyüzüne doğru kaldırdı.

Luke, ''Sevgili dostum George, sana selam olsun! Sana verdiğim sözü tutamadım, bunun için elimden geleni yaptım. Umarım beni affedersin dostum!'' dedikten hemen sonra, ormanda kuvvetli bir rüzgar ile ağaçların arasına esercesine kayboldu.

Kapkaranlık ormanda tek başıma kalmıştım. Luke'un gittiği yöne doğru baktım, fakat ondan tek bir iz bile yoktu. Orman o kadar karanlıktı ki, yönümü zar zor belirleyerek eve doğru koşmaya başladım.

02:00

Sonunda ormandan çıkmış ve eve doğru yaklaşmıştım. Lakin eve ilerledikçe, içimi büyük bir hüzün ve korku kaplamaya başlamıştı. Evin tüm ışıkları kapalıydı. Carrie'nin evde olduğunu ve uyuduğunu, ışıkları kendisinin kapattığını ve evi terk etmediğini düşünmeye odakladım kendimi. 

Yavaşça dış kapıyı açarak içeri girdim ve bütün odaların ışıklarını tek tek açmaya başladım. Carrie hiç bir odada yoktu. Korkar adımlarla Carrie'nin odasına doğru ilerledim. 

Kapısını açtıktan hemen sonra, oda ışığını açtım ve yatağının üstünde bir not gördüm. Hızlı adımlarla yatağına oturup, bıraktığı notu elime alarak okumaya başladım.

Notta şöyle yazıyordu;

Dostum Giselle,

Bu mektubu yazmak çok zor. Seni bırakmak istemiyorum, ama hayat bizi ayrı yönlere götürüyor. Seninle geçirdiğim her anı özleyeceğim. Fakat benim açımdan empati kurmanı ve gitmemin ne kadar zor olduğunu anlamanı istiyorum. Çok yoruldum Giselle. Lütfen beni anlamaya çalış. İkimizin de biraz kafa toplaması ve uzaklaşması lazım. Ben kuzenlerime gidiyorum, lütfen kendine orada iyi bak ve dikkatli ol. Umarım bir gün bu kötülükler sona erdiğinde tekrar karşılaşırız. Seni asla unutmayacağım.

Sevgiyle, Carrie.

Elimdeki notu yırtarak yere attım. Hızla yatağa uzanarak dizlerimi karnıma doğru çektim. 

Tek dostum Carrie'de yanımdan gitmişti. Artık tamamen yalnız kalmış, her şeyi kaybetmiştim. Bütün bunlara rağmen hala, Luke'a çok aşık hissediyordum. Ama öte yanımın ondan ve ailesinden ettiği nefreti dindiremiyordum. Bu konularda sürekli kararsız kalmaktan, çelişmekten, düşünmekten ve en çokta kendimden yorulmuştum. 

Bir gün içerisinde binlerce şeyi aynı anda düşünmekten dolayı, başım patlayacak kadar şiddetli ağrıyordu.

Birden istemsizce hissettiğim sinir bozukluğuyla, şakak kemiklerimden damarlar çıkacak kadar yüksek bir çığlık attım. Annem, babam, Carrie, hepsi gitmişti. Fakat ormanda Luke'un gitmesini istemiş olsam dahi, ben hala ona deli gibi aşık olduğumu biliyordum. Ve bunun böyle olması beni deli ediyordu. Kendime böyle hisler hissettiğim için çok kızgındım. 

Berbat hissederek uzandığım yatakta, yüzüm kıpkırmızı olmuş ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım.

Başımı yastığa gömdüğüm yataktan hafifçe kaldırarak, pencereden gökyüzündeki yıldızlara doğru baktım. Gecenin karanlığında gökte parlayan yıldızlar, sanki ailemi resmediyor gibiydi... Gözlerimi kapatıp tekrar açtığımda ise, adeta bir toza üflercesine kaybolmuşlardı. 

Geçmişte yaşadığım küçük kasabada çıkan yangın sonucu ben kurtulsam dahi, kendi benliğimde ailemle birlikte küle dönüp yok olmuştu. O günden sonra hiç bir zaman, kendim gibi olamamıştım. Hissettiğim acıları belli etmemek için sadece bir aptal gibi rol yaparak, standartlara ayak uydurmuştum... 

Bugün ilk defa rol yapmaktan çıkıp, güçlü durmak için kendi benliğimle hareket etmiştim. Fakat bu hareketimle en iyi arkadaşım Carrie ve aşık olduğum adamı, Luke'u ellerimle kendimden uzaklaştırmıştım. Ailemi kaybettiğim yangının aynısını, kalbimde hissediyor gibiydim. Geçen zamanla birlikte, kaybettiğim her bir anı ile gittikçe tükeniyordum. Ruhumun içindeki yangın gittikçe daha da büyüyor ve ben bu acıya katlanamayacağımı hissediyordum...

En kötüsü de,

Luke gitse de, hala onun ismini andığımda bile hızlanan kalbime anlam veremiyor ve bunu bir türlü engelleyemiyordum...

Çok yoruldum,

Artık aileme kavuşmak ve gökyüzünde onlar gibi bir yıldız olmak istiyorum...

Merhaba arkadaşlar

Devamını yakında yazacağım, okuduğunuz için teşekkür ederim umarım beğenmişsinizdir.

Continue Reading

You'll Also Like

2.6M 124K 47
"Bir şey söylemeyecek misin?" Aidan'ın bunu demesiyle gözlerimi ona çevirdim. Gözleri kırmızıya dönmüştü. Söyleyeceğim sözcüklerin harfleri birbirine...
2.4M 108K 45
Vampir içinde #1-15.12.2016- Vampir içinde #4-15.06.2017- Vampir içinde #2-15.06.2018- Vampir içinde #3-15.06.2019- Vampir içinde #3-15.06.2020- Başl...
137K 4.6K 38
İki genç kız. Yedikleri haltlar yüzünden erkek lisesine gitmek zorunda kalırlarsa ne olur? Yeni aşklar? Yeni arkadaşlıklar? Ve gerçekler. Acıtan g...
23.4K 1.1K 16
Bir vampirin kucağına düştüm. Burada kalmam için her şeyi yapabilecek bir vampir... Bir gece ansızın duyulan o ses Kulağımı tırmaladığında, Ne olacağ...