KUTSAL YA DA BEYAZ

By Grimoiress

5.6K 1.7K 1.1K

Arada gri olmadan, başka tonların katılmadığı... Sahnenin sadece iyi ve kötüye yer ayırdığı... Siyahın yerini... More

ÖN SÖZ
1 ∞ Başlangıç
2 ∞ Gölge
3 ∞ Tanışma
4 ∞ Geçmiş hatıralar
5 ∞ Lily
6 ∞ Geçmişin bedelleri
7 ∞ Nefret tohumu
8 ∞ Kan bağı
9 ∞ Anlaşma
10 ∞ Kanlı sanat
11 ∞ Yüzleşme
12 ∞ İkilem
14 ∞ İçsel savaşlar
15 ∞ İlk veda
16 ∞ Yeni baştan
17 ∞ Tuzak
18 ∞ Ateşkes
19 ∞ Şah Mat
20 ∞ Lotus

13 ∞ Amansız mücadele

225 77 21
By Grimoiress

_____________________________________________

Luke'un ağzından;

Belki de kaderin kapısı, israf ettiğimiz ve hiç açmamamız gereken bir kapıydı. 

Bolluğu görenler ve bize şeytanın sahtekarları diyerek hitap edenler, kinlerini bize bırakmaktan başka hiç bir şey yapamayacaklar.

Çünkü bizler, kum taneleri kadar sayısız hayat yaşayarak pençelerimizi keskin tutanlarız.

Sizin için, savunduğunuz haklılık veya doğruluk, ölümünüzle birlikte toz olup gidecek.

Bizim içinse, hiç bir şey fark etmeyecek. Bizler, sonsuza dek var olanlarız.

Ve öldüğünüz zaman, sizlerden geriye anılacak hiç bir şey kalmayacak!

MATTHEWS MALİKANESİ

Giselle'e gerçekleri anlatmamın üzerinden üç hafta geçmişti... 

O gece, benim ve onun için büyük bir dönüm noktası olmuştu...

Geçmişte onu korumak adına, gözlerine örttüğüm gizli geçmiş perdesini aniden çekip açmış olmam her şeyi değiştirmişti. Giselle'in o gece benden yaşadığı korku ve nefreti gözlerinde görmek, beni derinden etkilemişti. Bu durum, içsel çatışmalarımı arttırmış ve kendimi berbat hissetmemi sağlamıştı.

Bu nedenle, onu tekrar manipüle edip unutturmayı düşünmüştüm. Fakat bunu yapmadım. Tekrar unutturmak, tekrar haksızlık etmek demekti.

Artık bütün gerçekler, tüm çıplaklığı ile ortada olmalıydı. Sırlar sonlanmalı, saklanacak bir şey kalmamalıydı. Sonucunda benden nefret etse dahi, söylediğim hiç bir şeyi unutmamalıydı. Beni tanımalı ve bizim kim olduğumuzu öğrenmeliydi. Giselle, ancak bu sayede onu neden bırakamadığımı anlayabilirdi. 

Giselle'in gerçekleri bir gecede idrak etmesini beklemiyordum, zira bunu beklemek aptallıktan başka bir şey olmazdı. Onun bu durumu idrak etmesinin epey zaman alacağını biliyordum, çünkü taşıdığı yükler en az benim kadar ağırdı. 

Giselle için, koşulsuz zamanım ve sabrım vardı. Süreçlerinde ona sabır ve anlayış göstermeliydim. Onun bütün duygusal ihtiyaçlarına saygı göstermek için, elimden gelenin en iyisini yapmalıydım.

O geceden sonra odamın içerisinde durarak ve bütün bunları düşünerek üç hafta geçirmiştim. Giselle o geceden sonra, Carrie ile birlikte olduğu odaya kimseyi kabul etmemiş ve içeriden hiç çıkmamıştı. Bense seçimlerine saygı duymuş, onları hiç bir şey için zorlamamıştım. 

Yine de, her gece saat 1'de odasının duvarları arasında gölge formuna girerek, onu kontrol etmeye devam ediyordum.

Duncan, ''Beni duyuyor musunuz?'' diye yüksek sesle sorduğu zaman, bakışlarımı pencereden çevirmemiş dışarıyı izlemeye devam etmiştim.

''Evet?'' diye sordum sıkılmış bir tonlamayla.

Duncan, ''Size bir kaç defa seslendim fakat cevap vermediğiniz için tedirgin oldum. Bir şeye ihtiyacınız var mı diye soracaktım.'' dedi tasalı bir ses tonuyla.

''Duymadım, teşekkürler Duncan.'' diye cevapladım.

Duncan tedirgin bir şekilde odamın kapısını kapatmış ve içeriye doğru yürümüştü. Oturduğum siyah koltuğun yanına gelerek bana baktı.

''Bir sorun mu var?'' diye sordum bakışlarımı yüzüne çevirerek.

Duncan, ''Sizi ilk defa bu halde görüyorum. Yaşadığınız durumu, daha önce hiç yaşamadığım için anlayamıyorum. Ama istediğiniz bir şey olursa, yapmaya hazırım.'' diyerek tedirgince cevap verdi.

İç çekerek ayağa kalktım ve cam kenarına doğru bir kaç adım atıp, dışarıda keskince esen rüzgarlara baktım.

''Baksana, ortak bir yönümüz var Duncan. Bunu bende ilk defa yaşıyorum.'' diye cevap verdim usulca.

Duncan, ''Yine de fikrimi soracak olursanız, Giselle ile tekrar konuşmalısınız.'' diye cevap verdi.

''Zamanı var Duncan, buraya ve yaşadıklarına alışması gerek.'' diyerek cevap verdim. Aslında sadece korkularımdan kaçıyor,  korkularımla tekrar yüzleşmekten korkuyordum.

Duncan, ''Nasıl isterseniz. Size, bu konunun dışında başka bir konudan bahsetmem gerekiyor.'' dedi.

''Nedir?'' diye sordum.

Duncan, ''Hodrick'in ölümünü fırsat bilen diğer vampir klanlarının, sizi öldürmek için hazırlandığını ve Hodrick'in size miras olarak bıraktığı yüzüğü almak için dünya genelinden toplanarak, bölgemize gelmeye başladıklarını duydum. Babanız denmesinden hoşlanmıyorsunuz, bu yüzden Hodrick olarak hitap ediyorum. Bu durumda, nasıl bir hazırlık yapmamızı istersiniz?'' diye sordu hızlı hızlı.

''Demek öyle... Ordumun bir kısmını dağın eteklerine, diğer kısmını ise yer altına yerleştir. Buraya yaklaşacak ve tek adım atacak kuşu dahi, düşünmeden vursunlar.'' diyerek cevap verdim sinirli bir ses tonunda.

Duncan, ''Elbette.'' diyerek hızlıca arkasını dönmüş, odadan çıkmıştı.

Odadan çıkmak için, durduğum camın önünden arkamı döndüğüm an, olduğum yerde kalakalmıştım. Karşımda hayali olarak abim Jayden'ın silüetini görüyordum.

Jayden, ''Gittikçe babamıza benziyorsun küçük kardeşim. Bilirsin, o da senin verdiğin emirler gibi emirler verir, ailemizi koruduğunu düşünerek sorgusuzca masum kanı dökerdi...'' dedi çınlayan sesi ile.

''Defol!'' diyerek sinirle bağırdığım anda, karşımda Abigail ve Maggie duruyordu.

Maggie, ''İyi misin Luke?'' diye sordu korkarak. Yanında duran Abigail ise korkmuş olacak ki, Maggie'nin arkasına geçmişti.

''İyiyim!'' diyerek hızlı adımlarla yanlarından geçip koridora çıktım ve yürümeye başladım. 

Gördüğüm kabuslar hala devam ediyor, zihnim bana hasar veriyordu. Abim Jayden'la yüzleştikten sonra, onu bir daha görmemiştim. Kim bilir, belki de hala Lily'nin malikanesinde kalmaya ya da nehirde durmaya devam ediyordu. 

Onu çok özlüyordum ama geçen zaman ikimizi de değiştirmişti. Artık onu sadece kabus gibi halüsinasyonlarımda görüyordum. Sanki kötü bir ruh gibi etrafımda dolaşıyordu.

Koridorda hızlı hızlı yürürken, Giselle'in olduğu odanın kapısı gözüme çarptı. Yavaşça gittiğim kapının önünde durdum ve elimi kapının koluna doğru uzattım. Açmak ya da açmamak arasında kalmış, olduğum yerde sıkışmış halde bekliyordum. Birden kapı açıldı ve şokla geriye çekildim.

Carrie, ''Ne var, ne istiyorsun?'' diye sordu öfkeli bir ses tonuyla.

''Hiç bir şey.'' diyerek arkamı döndüğüm an, kolumu tuttu.

Carrie, ''Bence biraz konuşalım.'' dedi sertçe.

''Elbette.'' dedim ve Giselle ile kaldığı odaya girmek için adım attığım anda, göğsümden ittirip girmeme engel oldu.

Carrie, ''Burada değil. Binlerce odalı malikanende, konuşabileceğimiz uygun bir odan vardır herhalde ha?'' dedi öfkeli gözlerle.

''Var elbette Carrie.'' diyebilmiştim.

Carrie, ''İyi. Konuşmak istiyor musun, istemiyor musun?'' diye sordu hızlıca.

''Konuşalım.'' diyerek, önden yürümesi için bir kaç adım geriye çekildim.

Carrie odadan çıkmış, hemen kapıyı kilitlemiş ve elindeki anahtarı eğilerek kapının altındaki boşluktan odanın içerisine atmıştı. Eğildiği yerden ayağa doğru kalktı ve gözlerime doğru hadi gidelim dercesine bakıyordu. 

Resmen kapının kenarından uzaklaşmamı istiyor, bana koridoru gözleriyle işaret ediyordu. İstediği gibi kapıdan uzaklaştım ve salona doğru yürümeye başladım. Arkamdan gelerek beni takip etti ve sonunda salonun önüne gelmiştik.

''Dilersen, salonda konuşabiliriz.'' dediğim anda Carrie salona giriş yaptı ve hızlı bir şekilde ortada duran siyah josephin tipi koltuğa oturdu. Oturduğu koltuktan aksi aksi bana bakıyor ve karşısına oturmam için bekliyordu. 

Bense kapıda duran bekçilere, içeriye kimseyi almamalarını emretmiş ve rahatsız edilmek istemediğimi belirtmiştim. Daha sonra salona girdim ve bekçiler arkamdan salonun kapılarını kapattılar. Ağır adımlarla yürüyerek, oturduğu koltuğun karşısında duran koltuğa oturdum. Yüzüme öfkeyle bakıyor, benden bir cevap bekliyordu.

''Carrie-'' dediğim an lafımın arasına girdi.

Carrie, ''Lafımı sakın bölme ve beni iyi dinle, ben konuşacağım.'' dedi sertçe.

''Pekala...'' dedim ve sırtımı koltuğa yasladım.

Carrie, ''Giselle'le konuştum, ikimizi burada neden tuttuğunu öğrendim. Beni ve onu nasıl bir hale soktuğunun farkında mısın? Ben onu, yangında ailesini kaybettikten sonra sürekli iyileştirmeye çalıştım. Tam yeni bir ev almış, lanet kasabadan uzaklaşmıştık. Tam yeni ve güzel bir hayata adım atacakken karşımıza, uğursuzca sen ve abin çıkageldi. Ailenin ve senin, nasıl yaratıklar olduğunuz umurumda değil anladın mı beni?'' dedi öfkeli gözlerle.

Carrie, ''Giselle ile buradan gitmek istediğimizi bile bile, bizi  zorla burada tutuyorsun. Bir sapık gibi yıllarca onu takip ettiğin yetmedi, şimdide yapıp yapmaması gerekenlere karar vermeye kalkıyorsun. Senin bize dayattığın hayatı yaşamak zorunda değiliz. Çünkü biz, senin emir verdiğin adamlarından biri değiliz!'' diye bağırdı yüzüme karşı.

Carrie, ''En basitinden benim bir ailem var ve üç haftadır onlarla görüşemiyorum. En azından telefonumla aramak istiyorum ama bu boktan yerde telefon çekmiyor. Senin beni kısıtlamaya, Giselle'i kısıtlamaya, bütün bunları bize yaşatmaya ne hakkın var ki? Sen bize borçlusun ve bugün bizi bırakacaksın.'' dedi hızlı ve öfkeli sesi ile.

''Bitirdin mi?'' diye sordum sakince.

Carrie, ''Evet!'' diye bağırdı.

''Sen istediğin yere gidebilirsin Carrie. Sen özgürsün, ailene geri dönmende bir sakınca yok. Ve itiraf etmeliyim ki, döndüğün zaman ölecek olursan, kendi açımdan etkilenmem. Ölümün beni tek bir konu da etkiler, oda Giselle'in senin arkandan yaşayacağı üzüntü olur. Sen gidebilirsin ama Giselle benimle burada kalacak. Onu sende dahil olmak üzere, kimse yanımdan ayıramaz.'' dedim ciddi ve net bir tonlamayla.

Carrie şok olmuş bir yüzle bana bakıyordu. Sesimin yarattığı sert tonlamadan ve kararlarım dolayı çok gergin gözüküyordu.

Carrie, ''Hayır! Ben onu buradan almadan, hiç bir yere gitmiyorum!'' dedi bağırarak.

''Biliyor musun Carrie, bir süredir Giselle'i izlerken aynı zamanda senide gözlemledim. Ne yalan söyleyeyim, Giselle'i şanslı buluyorum. Ona olan dostluk bağına hayran kaldım. Bilirsin, gerçek dostluk bu dünyada bulunması en zor ve en nadir şeylerden biridir.'' dedim tebessüm ederek.

Carrie, ''O benim sadece dostum değil, aynı zamanda ailem. Ve aileler birbirlerini hiç bir koşulda bırakmaz. Ama sen anlamazsın, ne de olsa kendi abin ile savaş veriyorsun öyle değil mi?'' diyerek gülümsedi.

Söylediği cümleyle, zaten sınırda olan sabrım taşmak üzereydi. Fakat sakinliğimi kontrol ettim.

''Giselle benim yanımda duracak, bu konu tartışmaya kapalıdır. Sende dilediğin zaman gidebilir, dilediğin zamana kadar burada kalabilirsin. Dediğim gibi, gitmek ve kalmakta özgürsün.'' diyerek yere doğru baktım, öfkemi bastırarak. Carrie bu cümlemden sonra gülmeye başlamıştı.

Carrie, ''Ona aşık oldun sen, bu yüzden değil mi?'' diye sordu öfkeli gözlerle.

Bakışlarımı hızla yerden kaldırıp, keskince onun gözlerinin içerisine çevirdim. 

Bana sorduğu sorudan sonra, ona keskince baksam dahi sebebini bilmediğim bir şekilde cevap verememiştim. Ben Giselle'i uzun süredir sadece takip ediyor ve koruyordum. Fakat bu soru, içimde korkuyla kaplı büyük bir heyecan duygusu yaratmıştı. İlk defa nasıl hissettiğimi bilmiyordum.

Carrie, ''Biliyordum. Çünkü ancak aşk bu kadar sahiplendirir.'' dedi.

Bahsettiği aşk duygusunun ne olduğunu bilmiyordum. Benim şuan hissettiğim tek his korkuydu. Aşk böyle bir şey miydi? 

İçimden kendime sormaya başladım. Giselle'i takip edip korumaya çalıştığım zamanlarda, içimde benim bile bilmediğim, benim bile görmediğim gizli bir duygu mu oluşmuştu? Şuan göğsümde hissettiğim ağır ve yakıcı his, sadece sinirlendiğim için mi oluşuyordu? Neden böyle hissediyordum? Bu çok sinir bozucuydu.

''Bana konuşalım demenin sebebi, bu saçmalıkları sormak için miydi? Canımı sıkmak için mi davet ettin? Yeterince sıkılacağım konu var Carrie, yenisine ihtiyacım yok teşekkürler. Müsaadenle.'' diyerek oturduğum koltuktan ayağa kalktığım an, Carrie hızlıca yanıma gelmiş ve önüme geçerek beni durdurmuştu.

Carrie, ''Gözlerin neden doldu biliyor musun? Çünkü haklıyım, çünkü onu seviyorsun sen.'' dedi.

Hislerim birbirine girmişti. Gözlerimin dolduğunun bile farkında değildim. Carrie'yi bir kaç saniyeliğine parçalara ayırmak istemiştim. Hızlıca kontrolü elime tekrar alıp, kendimi geriye doğru çektim. Carrie'nin yüzüne ciddi bir şekilde bakıp;

''Her şey yoluna girdiği zaman, ikinizde gideceksiniz.'' dedim.

Salondan içimde oluşan adlandıramadığım hislerle çıktım ve kendi odama doğru yürüdüm. Odamın kapısını açıp içeri girdikten sonra, kendimi cam kenarında duran siyah koltuğa hızlıca atıp, başımı geriye doğru yasladım. 

Hissettiğim ve hiç bilmediğim bu tuhaf hissin, ne olduğunu anlamaya çalışıyordum...

15 GÜN SONRA

Duncan her gün odama gelip, ordumun başlayacak savaş için yaptığı hazırlıkları bana rapor ediyordu.

Gelen savaş rüzgarları için, orduma ve ona planlarımı sunarken Duncan'da gördüğüm sadakat ve özveri her geçen gün daha da belirginleşmiş, bir askerden çok dostum haline gelmeye başlamıştı. Bütün askerlerin komutunu ona vererek, nizam sağlamasını istemiştim.

Onunsa anlattıkları sayesinde, askerlerin hazırlıkları hakkında daha detaylı bilgilere sahip oluyor, verdiğim emirleri sorgusuz sualsiz yerine getirişini izliyordum. Duncan'ın bu davranışları, savaşın getirdiği belirsizlikler karşısında bana büyük bir güven veriyordu.

Birlikte hazırladığımız tüm planlar, benim için hem moral kaynağı hem de stratejik bir avantaj haline gelmeye başlamıştı. Onun önerileri ve raporları, birçok kararı almamda bana yardımcı olmuştu. Artık savaş rüzgarları, gözümde korku değil, umut ve fırsatlar getiriyordu. Duncan'ın sadakati ve bilgeliği, bu zorlu süreçte bana rehber olmuştu.

Üstelik Duncan'ın bana yaptığı ziyaretleri sadece rapor sunumu değil, aynı zamanda bir dostluğun ve güvenin simgesi haline gelmeye başladı. Çünkü raporlarını sunduktan sonra çoğu gece odamda oturur, benimle sohbet eder ve kimi zaman dertleşirdi. Duncan gözümde herhangi bir askerden daha çok, güvenilir bir dost haline gelmişti.

2 GÜN SONRA

03:00

Duncan bugün sabahın erken saatlerinde yanıma gelip, gecenin bu saatine kadar odamdan hiç çıkmamıştı. Odamda siyah masamın üzerine yerleştirdiğim plan haritasını, binlerce kez beraber incelemiştik. Savaşta, yapacağımız taktiksel hamlelerin binlerce kez üstünden geçmiş, detaylandırmış ve çıkacak olası alternatifleri tartışmıştık. 

Duncan, gün boyu taktikleri inceledikten sonra biraz mola vermemiz gerektiğini söylemişti. Onun önerisini kabul ettim ve birlikte ordumun yanına doğru yürüdük. Dışarının sessizliği, yaklaşan savaşın sessiz melodisi gibiydi. Duncan ile birlikte ordumu kontrol ettikten sonra dağda yürüyerek, biraz kafa dağıtmaya çalıştık.

Malikaneye döndüğümüzde ise, tekrar plan haritasının başına geçtik. Artık her detayı ince ince düşünmüştük. Tüm hazırlıklarımız tamamlanmıştı. Haritayı son kez inceleyip, son kez kontrol ettikten sonra, savaşın ilerleyişi için kararımızı vermiştik. Artık savaşmak için hazırdık. 

Gecenin ilerleyen saatleriyle birlikte, malikanenin ıssız ve karlı alanına büyük bir sessizlik hakimdi. Ordum hazırlıklarını tamamen tamamlamıştı. Duncan'la birbirimize bakıp gülümsedik, çünkü biliyorduk ki, gelecek olan herkesi ezip geçecektik.

5 GÜN SONRA

01:30

Odamda yatağıma doğru uzanırcasına oturmuş, dışarıda yağan fırtınalı karı dalgın bir şekilde izliyordum. Zihnimin bana acımasızca oynadığı halüsinasyonlardan dolayı, kendimi çok yorgun hissediyordum. Odamın kapısı açılmış, içeriye birisi girmişti fakat bakışlarımı yağan kardan çekmemiştim.

''Söyle Duncan?'' diye sorarak uzandığım yerden sessizce seslendim.

Herhangi bir tepki alamadığım için bakışlarımı kapıya çevirmiştim. Odama gelen kişi Giselle'di. Yatağımdan aniden ayağa kalktım ve üstüme çeki düzen verdim.

Giselle, ''İyi geceler Luke. İçeri girebilir miyim?'' diye sordu.

''Evet, elbette.'' diye cevapladım hızlıca.

Oda kapısını kapatarak, içeriye yanıma doğru yürümeye başlamıştı. Eğer bana hesap soracak olursa, düzgün cevaplar veremeyecek kadar yorgun bir zihnimin olduğunu hissediyordum. Yanıma doğru gelmiş, gözlerimin içerisine bakmıştı.

Giselle, ''Nasılsın?'' diye sordu.

Bu soruyu bir süredir bana kimse sormuyordu, garipsemiştim... Doğrusu Giselle'den her soruyu bekliyor, bu soruyu beklemiyordum.

''İyiyim, sen nasılsın?'' diye sordum sakin bir tonlamayla.

Giselle, ''Daha iyiyim. Bir kaç gündür olduğum odadan dışarıya çıktım ama seni etrafta hiç görmediğim için merak ettim. Umarım şuan rahatsızlık vermiyorumdur.'' dedi imalı bir ses tonuyla.

''Hayır, rahatsızlık vermiyorsun. İyi ki geldin.'' diye cevap verdim hızlıca.

Sessizce duruyordu. Hiç bir şey söylemeden cam kenarına doğru yürümüş, benim gibi fırtınalı karı izlemeye başlamıştı. 

''Giselle, her şey için üzgünüm ve özür-'' dediğim de bana gülümsediğini gördüm. Anlam verememiştim. 

Giselle, ''Kader diye bir şey yoktur, olması gereken olur. Bir süredir düşünüyorum da, senin yaşadığın şeylerin aynısını yaşamış olsaydım ve senin gibi özel bir güce sahip olsaydım, ne yapardım diye. Biliyor musun, bende aynısını yapardım. Çünkü sevdiklerimizin acı çekmesini istemeyiz. Bu yüzden bazen onlara iyi geleceğini düşündüğümüz kötülükler yaparız. Geçmişte benim için yaptıklarını, kötülük amaçlı yapmadığını biliyorum. Söylediklerimi yanlış anlama. İyiliğim için, zor kararlar vererek beni korumaya çalıştın. Yaptığın her şey için teşekkür ederim. Bende hep düşünüyordum, kim bize tomarla para bırakırdı ki zaten.'' demiş ve gülmüştü.

''Teşekkür etmesi gereken kişi benim. Ayrıca sana sadece para değil, bir çok şey borçluyum...'' diye cevapladım buruk bir ses tonuyla.

Giselle, ''Öldürülen her ailenin ardında kalan kişilere de, bana ödediğin gibi kan parası dağıttın mı?'' diye sordu aşağılayıcı bir ses tonuyla.

''Onlar benim dostum değildi.'' diye cevap verdim.

Giselle, ''Doğru, sadece babam dostundu. Peki annem ve babamın, yani ailemin kan parası ne kadar ediyor?'' diye sordu aynı ses tonuyla.

''Buna kan parası denmesini düzgün bulmuyorum Giselle. Böyle tabir edilmesi, hakaret gibi.'' dedim net bir tonlamayla.

Giselle, ''Ne o zaman? Sen dökülen kanı para ile örtmeye çalışıyorsun, tıpkı vicdanını benimle örttüğün gibi. Tıpkı acıyı görmemem için, gözlerime örttüğün perde gibi!'' dedi yükselen sesi ile.

Sadece ayakta durarak, yere bakmıştım. Yavaşça yatağımın yanında duran siyah şifonyere doğru yürüdüm. Çekmeceyi açıp, içerisinden aldığım gümüş ve içinde tek kurşuna sahip silahı elime aldım. Giselle'e doğru döndüm. 

Bana korkulu gözlerle bakmasından yorulmuş, yaşadıklarımdan yorulmuş, nefes almaktan yorulmuştum. Ona doğru yavaşça yürüdüm ve elimde tuttuğum silahı ona doğru uzatıp önünde diz çöktüm. 

''Kana karşılık, kan.'' dedim yere bakarak.

''Ne yapıyorsun sen?!'' dedi korkulu ses tonu ile.

Cevap veremeyecek kadar yorgundum. Elimde başka hiçbir şey kalmamıştı. Dünyada ailemi ve her şeyimi kaybetmiş bir şekilde, yaşayıp yaşamadığım bile belirsiz bir halde dolanıp durmaktan sıkılmıştım. Ruhum günler geçtikçe, geçmiş her asrın bedelini ödemekten tükenmişti.

Giselle'e karşı ne hissettiğimi bile bilememek beni çok yoruyordu. Çoğu histen ve duygudan mahrum geçen asırlık zaman bana hiç bir duyguyu, tam olarak öğretememişti. 

Ama nedense, onda farklı olan bir şey vardı. Bu zamana kadar, binlerce insan beni şeytani olarak suçlasa da, ben önemsememiştim. Fakat Giselle'in bana sadece suçlayıcı gözlerle bakması bile ruhumu acıtmıştı. O ne zaman beni suçlasa, ortada bir yerlerde sanki göğsüme doğru binlerce iğnenin battığını hissediyordum.

Hayatımda hiçbir şeyden korkmadığımı bilsem de, bugün birini sevebilme ihtimalimden bile korktuğumu anlamıştım. 

Artık her şeyi mahvetmekten ve yitip giden her kısa gülümsemeden, her kısa anıdan bıkmıştım.

Şayet bir kalbim varsa, sonsuza dek onun gülümsemesini hatırlayacak şekilde doldurdum ve hayatımı onun ellerine bıraktım. Yavaşça gözlerimi kapattım. Benden intikamını alması için hazırdım.

Giselle, ''Ben katil değilim Luke, bu tür şeyler sizin dünyanıza ait.'' diyerek diz çöktüğüm zemine sert bir şekilde, elinde tuttuğu silahı fırlattı.

Olduğum yerde gözlerimi açmadan sabit bir şekilde duruyordum. Fakat birden karşıma diz çöküp bana sıkıca sarıldı. Parmakları saçlarıma dokunurken, yüzümü nazikçe okşadı.

Gözlerimi şaşkınca araladım ve bakışlarımı yavaşça onun yüzüne çevirdim, derin bir merak ve ellerinin tenimde sağladığı sıcaklıkla.

Gözlerinde gördüğüm derin hüzün içerisinde, eskiden beni çok seven ve bana hep böyle bakan annem Marisa'nın uzun süredir göremediğim sevgi dolu bakışlarını görüyordum... 

''Sizlerin... yani insanların yaptığı gibi, dizine yatabilir miyim?'' diye sordum çekinerek.

Giselle, ''Yatabilirsin.'' diyerek cevap verdi.

Başımı dizlerine doğru yasladığımda, bir süredir hissedemediğim huzuru hissetmiştim. 

Bu his, çok hatırlayamadığım zamanlardan kalma, eski bir huzur duygusuydu. Geçmişte annem Marisa'nın, abim Jayden  ile beni severken, onun dizine yattığımızda saçlarımızı okşadığı zamanları hatırlatıyordu.

Hodrick'in bize uyguladığı katı kurallara rağmen, geçmişte hep birlikte bahçede uzunca zaman geçirdiğimiz günlerden kalma bu hissi tekrar hatırlayarak, iyi hissetmiştim.

"Teşekkür ederim Giselle." dedim sessizce.

Giselle, "Sen iyi birisin." dedi ve elini saçlarıma koydu.

"Bunu artık, ben bile bilmiyorum." diyebilmiştim sessizce.

Giselle, "Gördüklerim, benim bilmem için yeterli." diyerek cevap verdi.

Verdiği cevap içimde tarifsiz bir çiçek açtırmış gibi, bedenime mutluluk tohumları saçmıştı. Hafifçe tebessüm ettim. Saçlarımın üzerinde duran elinin üstüne gelecek şekilde elimi uzattım. Elini çekmeden durmuş, uzattığım elimi tutmuştu. Asırlardır dinlenememiş yaşlı ruhumun, onun yanında dinleniyor olması bana çok tuhaf hissettiriyordu.

Yüzyıllar sonra ilk defa, boşlukta süzülen ruhumun bir kalbe sahip olduğunu fark ettim. Yavaşça baktığım bütün cisimler, daha güzel tonlarda belirginleşmeye başladı. Yıldızlar, galaksiler, renkli bulutlar... Her biri, beni yeniden var olmaya çağırıyordu. Çok uzun bir süre sonra, yeniden gerçek dünyaya dönüyordum. Bu benim için yeni bir başlangıç gibiydi.

03:00

Dışarıyı izlerken sessizce odamın cam kenarında oturduk. 

Fakat dağın eteklerinde, malikaneye doğru yaklaşan birbirinden farklı vampir klanlarının savaş için geldiğini görene dek. Yüzüğü almak için hızla bölgeme ilerliyorlardı. Gördüğüm kalabalık beni şok etmişti. Hızla koltuktan kalkıp Giselle''ide kaldırdım.

Giselle, ''Ne oluyor? Ne yapıyorsun?'' diye sordu panikle.

''Duncan!'' diye bağırdım.

Duncan'a bir çok kez seslendim fakat odama gelmemişti. Hızla Giselle'in elinden tutarak odamdan çıkarttım ve koridorda Carrie'yi gördüm. 

Carrie, ''Hey?'' diye seslendi.

''Carrie, beni takip et.'' diye bağırdım.

Carrie, ''Ne-'' dediği an sözünü kestim.

''Carrie zaman kısıtlı, beni takip et!'' diyerek yüksek sesle bağırmıştım.

Giselle ve Carrie'yi malikanenin en altında bulunan zindana hızla götürmeye başladım.

Giselle, ''Nereye gidiyoruz? Burası çok karanlık, cevap versene!'' diye bağırıyordu.

Zindanı birkaç bekçiye emir vererek meşalelerle aydınlattıktan sonra, Carrie ve Giselle'in şok olmuş yüzlerine dönerek;

''Buraya çok fazla erzak göndereceğim, sessiz olacak ve asla konuşmayacaksınız. Yukarıya ne olursa olsun çıkmayacaksınız. Mahzenin anahtarını size vereceğim, arkadan kilitleyecek ve benim sesimi duymadığınız takdirde kapıyı kimseye açmayacaksınız! Anlaşıldı mı?!'' diye sordum hızlıca.

Giselle ve Carrie, ''Neden?!'' diyerek aynı anda sordu bağırarak.

''Dinleyin, bunu anlatmak için zamanım yok. Vampirler arası savaş çıkacak.'' dediğimde ikisi de bembeyaz olmuştu. Giselle'e doğru döndüm ve işaret parmağımdan dokunulmazlık yüzüğünü çıkartıp onun işaret parmağına taktım. Konuşacağı zaman müsaade etmeden kollarından tutup;

''Giselle, kesinlikle geri döneceğim ama dönmezsem ve sen kapının açılacağını hissedersen, yüzüğün üzerine kendi kanından bir damla damlatman yeterli. Bu sayede dokunulmaz olacak, gölge formuna geçeceksin. Yüzüğü tekrar çıkartıp taktığında bu formdan çıkabilirsin. Gitmem gerek, sakın korkma.'' dedim ve ona sımsıkı sarıldım.

''Buraya 20 bekçi getirin! Kapıları kapatın! Bütün erzakları mahzene getirin!'' diye bekçilere bağırarak emirler veriyordum. Bütün bekçiler, koşuşturuyordu. Giselle'e son kez bakarak, arkamı döndüm ve hızla mahzenden çıktım. Karşıma Maggie çıktı.

Maggie, ''Yaklaşıyorlar!'' diye bağırdı.

''Abigail'i al ve odana çık, mümkün olmadığı sürece ortalıkta dolaşma.'' diye emir verdim.

Maggie, ''Savaşabilirim!'' dedi.

''Biliyorum, bu yüzden içeride kal ve içeriyi koru. Duncan'ı gördün mü?'' diye sordum.

Maggie, ''En son, sizin yanınızda değil miydi?'' diye sordu.

Hızla yanından ayrılarak yanımdaki iki bekçi ile, malikanenin çıkış kapılarını açıp kendimi dışarıya attım. Karşımda inanılmaz büyük bir ordu vardı. Kendi ordumsa etrafta yoktu, tek başımaydım.

Malikanenin kapılarını açarak, hızla dışarı çıkan Maggie yanıma koştu.

''Maggie, Duncan nerede?! Ordum nerede!'' diye sordum öfkeli gözlerle.

Bir anda yanımda beliren Duncan, nefes nefese yüzüme bakıyordu. Ona öylesine sinirliydim ki, Duncan'ı tek elimle boğazından tutup havaya kaldırdım.

''Neredeydin sen! Ordum nerede Duncan!'' diye öfkeyle bağırdım.

Duncan, ''Serüvenin bitti Luke.'' dedi iğrenç bir tebessüm ile.

''Ne demek istiyorsun?!'' diye gözlerim dönmüş bir şekilde bağırıyordum.

Duncan, ''Artık bitti, sona geldin.'' dedi gülerek.

Boğazını tuttuğum elim kontrolden çıkmıştı. Onun boğazını öylesine sıkı tutuyordum ki, parmaklarım sadece cevap verebileceği kadar aralanmıştı. Sıkmamdan dolayı morararan dudaklarını zorla aralayabilmişti.

Duncan, ''A-Artık vazgeç. Karşı tarafta duran bütün vampir klanlarına senin hamlelerini anlattım, hepsi biliyor, kurtulma şansın sıfır. Yüzüğü onlara teslim etmekten başka çaren yok, ancak teslim edersen belki bir ihtimal sağ çıkabilirsin. S-Senin atacağın her adımı, onlara sızdırdım.'' demiş ve gülümsemişti. 

Beynimden vurulmuştum... 

Büyük bir ihanete uğramıştım. Zamanında Hodrick'in en iyi arkadaşı olarak sandığı kişi, yani Sethius tarafından maruz kaldığı ihanetin benzerini yaşıyordum. Bu durum, benim için tam anlamıyla bir dejavuydu.

Bunu düşüneceğim hiç aklıma gelmezdi, ama geçmişte Hodrick'in kanlı baloda yaptığını katliamın sebebini daha iyi anlamış ve şimdi ona hak vermiştim. Gözlerim dönüyordu, gözaltlarımdan çıkan damarların yüzümde oluşturduğu gerginliği hissediyordum. Yavaşça gözlerimi Maggie'ye çevirdim."

''Orduma haber ver...'' dedim fısıldayarak.

Maggie hızla orduma haber vermeye gitmiş, bense bakışlarımı boğazını tutarak kaldırdığım Duncan'a doğru çevirmiştim. Hala aynı iğrençlikle gülümsüyordu. Öyle bir kinle dolmuştum ki, tam boynunu kırmak için boğazını sıkacağım an da birden cebinden çıkarttığı hançeri göğsüme saplarcasına elini kaldırdı.

Hızla geriye çekildim ve saplamaya çalıştığı hançer koluma isabet etti, derin bir kesik oluşmuştu. Duncan'sa kendisini yere atmıştı ve hızlıca düştüğü yerden kalkarak elindeki hançerle bana koşmaya başlamıştı. Ancak birden başına saplanan gümüş okla vurulmuş, yere düşmüştü.

Okun nereden geldiğini anlamaya çalışarak, panikle etrafıma bakındım. Karşımda duran düşman ordusuna doğru baktığımda, onlar da benim gibi etraflarına bakınıyordu. Bekçilerime saldırmaya başladıkları sırada Maggie'nin haber vermesiyle gelen ordum savaşa girmişti.

Ölmeyi göze almış bir biçimde, bütün gücümü ortaya koyarak savaşacaktım. Yüzüğü Giselle'e verdiğim için güvende olduğunu biliyordum, bu nedenle artık ölsem dahi içim rahattı. Fakat onu yine de bu dünyada tek başına bırakamazdım. Nede olsa ona geri geleceğimi söyledim. 

Bu yüzden içimde, ona geri dönmek için oluşan hırsla birlikte savaşa doğru ilerlemeye başladım.

Fakat düşman klanlarının başında duran, çok uzun boylu ve tuhaf bir adam bana doğru ilerlemeye başladı. Önümde durup;

''Ah! Aslan öldü, yavruları kaldı ha? Hayat ne tuhaf değil mi? Hodrick'in ölümünden sonra, bu değerli yüzüğün küçük çocukların eline geçmiş olması ne acı. Hadi artık, küçük çocukların ateşle oynamaması gerekir. Yüzüğü bana ver, bende seni affederek hayatını bağışlayayım.'' dedi küstahça.

''Konuşmanı duymadan önce, akıllı bir adama benzediğini düşünmüştüm.'' dedim sakince.

''Hahhah! Beni aşağıladın mı sen ufaklık?'' dedi sinirle.

''Açıkçası... Seni aşağılamıyorum, seni tasvir ediyorum.'' dedim tebessüm ederek.

''Öyleyse, sonsuza dek gözlerini kapatmaya hazır ol!'' diye bağırdı.

''Bekle, kusura bakma sadece korktum. Gerçekten yüzüğü verirsem, beni bağışlayacak mısın?'' diye sordum.

''Verdikten sonra düşüneceğim. Ah, birde az önce yaptığın konuşma için özür dilemen gerekiyor, bak belki o zaman bağışlarım.'' dedi ukala tavırlarla.

''Ah... elbette, özür dilerim.'' dedim.

Şaşkınca yüzüme baktıktan sonra, bana doğru birkaç adım atıp önümde durdu. Tam o anda, hızla elimi çenesinin altına gelecek şekilde uzatıp, tırnaklarımı beynine kadar geçirmiştim. Kafası ikiye bölünmüştü. Arkasında duran ordusu ise bu hareketimle şok olmuş, bana bakakalmıştı. Onlara doğru yüksek sesle;

''Özür dileyeceğimi söyledim ve diledim! Sadece yüzüğü yanımda getirmeyi unutmuşum. Kabalığımı bağışlayın, millet!'' diyerek yüksek sesle bağırmıştım.

Düşman ordusu bu hareketimle adeta çıldırmış bir şekilde saldırmaya başladı. Benim ordumun sayısı gittikçe düşüyordu, neredeyse çoğu askerim ölmüş durumdaydı.

Durmaksızın, delirmiş gibi savaşıyordum. Elime geçenin kim olduğuna bile bakmadan öldürüyor, parçalara ayırıyordum. Fakat, ordu sayım öylesine düşmüştü ki neredeyse tükenmek üzereydi.

Abigail, ''Luke! Malikanenin içerisine ateş atıyorlar! İçerisi yanacak, yardım et!'' diye çığlık attı.

''İçeriye destek verin! Yangını söndürün!'' diye bağırarak komut verdim.

Ordumun bir kaçı, hızla malikaneye doğru koşuyordu. Fakat Abigail malikaneden içeriye girmeyerek, yanıma doğru koşuyordu. Koştuğu esnada düşman klandan bir vampirin saldırmasıyla yere yığıldı. 

Abigail'i kurtarmak için koştuğum sırada, saldıran vampirin başına gümüş ok saplanmıştı. Bu ok, Duncan'a isabet eden gümüş okla aynıydı. 

Okların nereden geldiğini anlayamadan, tekrar karşıya baktığım da ise gözlerime inanamadım. Karşımda abim Jayden duruyordu. Bütün ordusu ile gelmiş, bana destek sağlıyordu.

Hızla Abigail'in yanında belirdi. Onu kucağına alarak malikanenin kapısından Maggie'ye doğru bıraktı ve malikanenin kapılarını kapattı. Bana doğru koşup, yanımda durdu.

Jayden, ''Olacakları görü yeteneğim ile gördüm. Sana benim dışımda kimse saldıramaz. Seni özledim küçük kardeşim.'' dedi ve gülümsedi.

Şok yaşıyordum, bunu hiç beklemiyordum ve gözlerim kocaman olmuştu.

Jayden, ''Hey? Uyan hadi! Şu aptal sürüsünü yok edelim!'' diyerek savaşın ortasına koştu. 

Ordusuyla herkesi darmaduman ediyordu. Bense, arkasından kendi ordumu kontrol ederek savaşa katılmıştım. Abim Jayden ile birlikte komut veriyor, bize doğru gelen bütün düşman klanlarını birlikte omuz omuza vererek yok ediyorduk. Adeta tek beden haline gelmiş, birlik olmuş, düşmanın beklemediği şekilde saldırmaya ve savaşmaya başlamıştık.

Abim Jayden'ın gelmesine hazırlıksız yakalanan düşmanlarım, hiç bir hamleyi tahmin edemiyorlardı. Abim Jayden görü yaparak beni uyarıyor, bense manipüle ederek düşmanı ezici bir güç ile yenilgiye uğratıyordum.

05:00

 Uzun bir süre sonra gelen tüm klanları, beyaz karlara gömmüştük. Neredeyse karın bütün beyazlığı gitmiş, üstü tamamen kırmızı rengiyle süslenmişti. Ordularımızda çok kayıp vardı fakat zaferi elde etmenin gururu ile birbirimize gülümsemiştik.

Çünkü ordularımız dışında, yaşayan kimse kalmamıştı. Fakat ben hala, abimin yanıma gelmiş olmasının şokunu atlatamamıştım. 

Gözlerinde bana karşı olan, özlem ve sevgi dolu bakışlarını görebiliyordum.

Jayden, ''Merak etme, bütün hatalarımın farkındayım ve artık kimseye zarar vermeyeceğim. Senden, yaptığım hatalar adına özür dilemek için geldim Luke. Özür dilerim kardeşim. Vefat eden annemizin üzerine ve taşıdığımız kanın üzerine yemin ediyorum ki, kimseye zarar vermeyeceğim.'' dedi ve nefes verdi.

Jayden, ''Ben Lily'i kaybetmenin acısıyla buhrana sürüklenmiştim. En son bana kendini Lily olarak gösterip kolyesini uzattığın zaman, onu gerçekten kaybettiğimi anladım. Ama seni kaybetmek istemiyorum kardeşim. Giselle'e olan duygularını gördüm. Ve bunu gördüğümde  sende eski beni gördüm.'' demiş ve ensemden tutarak kendine çekip sıkıca sarılmıştı.

''Hoş geldin, abi.'' diyerek sıkıca sarıldım.

Jayden, ''Hoş buldum, kardeşim.'' dedi.

Bir süre sarıldıktan sonra yavaşça geriye doğru çekildik. Birbirimize tebessüm ederek baktık ve yavaşça malikaneye doğru yürümeye başladık. Kapıyı açıp içeri girdiğim zaman, Maggie Abigail'in omzunu bandajla sarıyordu.

''İyi misin Abigail?'' diye sordum.

Abigail gözleriyle önce bana bakıp iyiyim der gibi kafa sallamış sonra yanımda duran abim Jayden'a bakmıştı. Hızlıca omzundaki bandajı düzeltti ve abime dönerek;

Abigail, ''İçeriye girmemde yardımcı olduğun için, teşekkür ederim.'' dedi çekinerek.

Jayden, ''Rica ederim, ben Jayden. Memnun oldum Abigail.'' dedi ve tebessüm etti.

''Carrie ve Giselle'i mahzenden çıkartın.'' diyerek bekçilere döndüm.

Jayden, ''Hey, şimdi değil. Bana karşı ne düşündüklerini biliyorsun, onlarla tatsız bir şekilde tanıştım. Ben gittikten sonra çıkartın lütfen.'' diyerek bekçilere döndü.

Bana bakan bekçilere, abim Jayden'ın dediği lafı onaylarcasına bakış attım.

Jayden, ''Şimdi gideceğim, sadece bilmeni istiyorum ki artık benden yana zarar gelmeyecek. Sen benim tek ailemsin, benim için önemlisin kardeşim. Eskiden burada yaşayan ve sözde teyzemiz olan Slyvia'nın sana yaptığı şeyleri biliyorum. Ona yaptığın şeyleri gördüğümde, çok rahatladım. Seni takdir ediyorum ve eminim ki, senden sonra diğer tarafta annem Marisa onu cehennemine sokmuş pataklıyor olmalı.'' diyerek gülmeye başladı.

''Muhtemelen.'' diyerek güldüm.

Jayden, ''Artık gitme zamanı, kendine iyi bak küçük kardeşim.'' dedi ve gülümsedi.

''Tekrar gelecek misin?'' diye sordum.

Jayden, ''Evet, artık Morgan malikanesinde kalmıyorum.'' dedi.

''Nerede kalıyorsun?'' diye sordum.

Jayden, ''Değişiyor, kesin bir yerde kaldığım söylenemez ama yakında yeni bir yer kuracağım'' dedi.

 ''Yeni bir yer kurana kadar, burada kalabilirsin. Ayrıca yeri nerede kuracaksın?'' dedim.

Jayden, ''Bunu biliyorum, teşekkür ederim kardeşim. Nehre kuracağım...'' dedi ve gitmek için arkasını döndü. Malikanenin kapılarında aniden durarak, tekrar bana doğru döndü ve;

''Ah... az kalsın söylemeyi unutuyordum. Hodrick'in mirası olan şu yüzük, artık umurumda değil. Senden asla o yüzüğü istemeyeceğim, Giselle'in ailesini ben öldürdüm ve senin yüzüğü ona takmış olman, benim ikinize olan borcumu biraz olsun ödememi sağlıyor. Yani umarım sağlar. Kendinize çok iyi bakın!'' dedi ve bana selam verip ordusuyla birlikte hızla malikaneden ayrıldı.

Maggie, ''Vay be...'' dedi kısık ses tonuyla.

Hızla mahzene doğru gitmeye başladım ve yerin kat kat altına indim. Mahzenin kapısını açarak içeri girdiğim zaman, içimde korkunç bir burukluk oluştu. Çünkü artık Giselle ve Carrie'yi koruyacağım bir şey kalmamıştı, artık güvendelerdi ve istedikleri zaman gidebilirlerdi. Giselle beni gördüğü an koşturarak yanıma geldi.

Giselle, ''Koluna ne oldu? Ne oluyor, söylesene Luke?'' diye sordu telaşla.

Carrie, ''Ölmemiş...'' diye kısık bir sesle iç geçirdiği zaman Giselle aniden Carrie'ye doğru sus dercesine, sert bir bakış attı. Carrie ise sustu ve kollarını bağlayarak göz devirdi.

''Sizi kısıtladığım ve burada tutmak zorunda kaldığım her an için özür dilerim. Artık kısıtlanacağınız bir şey kalmadı, dilediğiniz gibi gidebilirsiniz. Özgürsünüz.'' dedim çatlak çıkan pürüzlü ses tonumla.

Carrie havalara zıplıyor, mutluluktan kahkaha atıyordu. Giselle ise sadece bana bakıyordu.

Carrie, ''Yukarı çıkıyorum, çantalarımızı hazırlayacağım. Kurtulduk Giselle! Gel hadi!'' dedi.

Giselle, ''Sen hazırla, birazdan geliyorum.'' dedi.

Carrie, hızla yukarı koşturmuş odasına doğru gitmişti. Giselle ise bana bakmaya derince devam ediyordu. Yanımdan gidecek olması, üzerimde büyük bir ağırlık yaratmıştı. Fakat bencilce hareket edemezdim. Benim onun seçtiği her seçime saygım vardı. 

Onun  mutlu olacağı seçim her neyse, ona göre hareket etmeliydim. İşaret parmağına taktığım yüzüğü, yavaşça çıkartacağı zaman çıkartmaması için hızla elini tuttum.

''Bu benim sana armağanım Giselle. Onu çıkartma, kabul et lütfen.'' dedim gözlerine bakarak.

Giselle ellerini hızlıca ellerimden çekmişti. Parmağından çıkarttığı yüzüğü avcuma bıraktı. Gözleri dolu bir şekilde bana bakıyordu.

Giselle, ''Bundan sonra beni korumanı ve etrafımda olmanı istemiyorum. Daha fazla zarar görmek istemiyorum. B-Bak, sen iyi biri olabilirsin Luke, ama senin iyiliğin beni zehirliyor, bana iyi gelmiyor anladın mı? Benden artık uzak dur, seni bir daha görmek istemiyorum...'' diyerek mahzenden koşar adımlarla çıkmıştı.

Avcuma bıraktığı yüzükle, mahzenin ortasında öylece durmuş ve boğazımda hissettiğim acı ile yutkunmuştum. Mahzenin kapısında duran bekçiye gözlerimi çevirip, yanıma gelmesini istedim. Bekçi hızlıca yanıma gelmişti.

''İstedikleri yerlere, güvenli bir şekilde gitmelerini sağlayın. Duncan gibi arkamdan iş çevirmeye kalkacak biri olursa ve onlara en ufak zarar gelirse, sizi doğduğunuza pişman ederim. Giderken yola Maggie ile birlikte çıkacaksınız.'' dedim ve mahzenden yukarıya doğru çıktım.

Maggie giriş holünde durmuş, Carrie ile Giselle'se malikanenin bahçesinde karlara yığılan cesetlere bakıyordu. Maggie'ye doğru yürüdüm.

''Maggie, birazdan ordudan ve bekçilerden bir kaç kişi ile onları istedikleri yerlere götüreceksiniz. Gözlerini onlardan ayırma, güvenimi boşa çıkartmayacağını biliyorum. Güvenli bir şekilde gittiklerine ve vardıklarına emin ol. Götürdüğün yerde ertesi güne kadar bekle, tam olarak sorunsuz olduklarını anladığın zaman buraya dön.'' dedim.

Maggie, ''Tamam Luke, merak etme.'' dedi ve hızlıca dışarıya çıkıp yanlarına gitti.

Giriş holünün ortasında öylece durmuş, malikanenin açık kapılarının ardından Giselle'e bakıyordum. Bana doğru bakan dolu gözlerini, başka tarafa çevirdi. Onları götürecek bekçilerim yanlarına gelmiş, Maggie ise onlarla yürümeye başlamıştı. 

Giselle arkasını dönmüş, bahçeden yavaş yavaş yürüyerek uzaklaşmaya başlamıştı. 

Attığı her adım da, renklerinin canlandığını gördüğüm cisimler solmaya başlamıştı. 

Bu koskoca malikane, her uzaklaşmasında rengini kaybediyordu. 

Bense olduğum yerde sadece, onun benden gittikçe uzaklaşmasını izleyebilmiştim...

Giselle kısa zaman içerisinde, ruhumu canlandırabilmiş tek ve en güzel renk olmuştu...

Şimdiyse, gitmesiyle beraber ruhum tekrar siyaha dönüyordu...

Halbuki, az önce büyük bir savaş kazanmıştım. 

"Fakat onun yokluğuyla başlattığı savaşı, kaybedeceğimi çok iyi biliyordum.''

''Ben bu savaştan galip çıkamaz, bu savaşı kazanamazdım..."

"Yüzyıllardır, milyonlarca kişiden farklı şekilde hayatıma giren ve bana ilk defa ruhum olduğunu hatırlatan misafirimi uğurluyorum..."

Giselle... 

Sana binlerce kez, selam olsun...

Merhaba arkadaşlar

Devamını yakında yazacağım, okuduğunuz için teşekkür ederim umarım beğenmişsinizdir.

Continue Reading

You'll Also Like

89.1K 4.9K 48
Genç kızın küçük,narin ellerini kendi avuçları arasına aldı. Başparmağıyla bileğindeki izleri okşadı silmek istercesine. Sanki yarası hâlâ tazeymiş g...
921 108 16
Selam çok yazma deneyimim yok ama iki tane kitap yazdım ama geri sildim umarım fark edersiniz ve beğinirsiniz iyi okumalar burda okuduğum kitaplar be...
2.6M 124K 47
"Bir şey söylemeyecek misin?" Aidan'ın bunu demesiyle gözlerimi ona çevirdim. Gözleri kırmızıya dönmüştü. Söyleyeceğim sözcüklerin harfleri birbirine...
1.3K 193 8
Ölmeden önce yapmak istediğim hiçbir şey yoktu, tabi bu seninle tanışmadan önceydi..