OYUNBAZ 7 TUTSAK 1 ÖLÜ (+18)

By Limaei

4.5M 383K 529K

1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İ... More

▂ ▄TANITIM▄ ▂
▂ ▄TANITIM FİLMİ▄ ▂
TUTSAKLAR& OYUNBAZLAR
BÖLÜM 1 • GÜN 1
BÖLÜM 2• GÜN 1'
BÖLÜM 3 • GÜN 1''
BÖLÜM 4• GÜN 2
BÖLÜM 5• GÜN 7
BÖLÜM 6 • GÜN 7'
BÖLÜM 7• GÜN 8
BÖLÜM 8• GÜN 8'
BÖLÜM 9• GÜN 8''
BÖLÜM 10• GÜN 8'''
BÖLÜM 11• GÜN 9
▂ ▄TANITIM FİLMİ 2▄ ▂
BÖLÜM 12• GÜN 9'
BÖLÜM 13• GÜN 9''
BÖLÜM 14• GÜN 11
BÖLÜM 15• GÜN 11'
BÖLÜM 16• GÜN 11''
BÖLÜM 17• GÜN 15
BÖLÜM 18• GÜN 15'
BÖLÜM 19• GÜN 17
BÖLÜM 20• GÜN 17'
BÖLÜM 21• GÜN 18
BÖLÜM 22• GÜN 25
BÖLÜM 23• GÜN 27
BÖLÜM 24• GÜN 28
BÖLÜM 25• GÜN 29
BÖLÜM 26• GÜN 30
BÖLÜM 27• GÜN 30'
BÖLÜM 28• GÜN 30''
BÖLÜM 29• GÜN 30'''
BÖLÜM 30• GÜN 31
BÖLÜM 31• GÜN 31'
BÖLÜM 32• GÜN 32
BÖLÜM 33• GÜN 34
BÖLÜM 34• GÜN 34'
BÖLÜM 35• GÜN 34''
BÖLÜM 36• GÜN 34'''
BÖLÜM 37• GÜN 34''''
BÖLÜM 38• GÜN 35
BÖLÜM 39• GÜN 35'
BÖLÜM 40• GÜN 35''
BÖLÜM 41• GÜN 36
BÖLÜM 42• GÜN 39
BÖLÜM 43• GÜN 39'
BÖLÜM 44• GÜN 40
BÖLÜM 45• GÜN 40'
BÖLÜM 46• GÜN 42
▂ ▄TANITIM FİLMİ 3: FİNALE DOĞRU▄ ▂
BÖLÜM 47• GÜN 43
BÖLÜM 48• GÜN 43'
BÖLÜM 49• GÜN 43''
BÖLÜM 50• GÜN 44
KALBİMİN İÇİNDEN BİR TEŞEKKÜR
INSTAGRAM CANLI YAYIN
▂ ▄2. KISIM: OYUNBOZAN TANITIM▄ ▂
▂ ▄OYUNBOZAN TANITIM FİLMİ 1▄ ▂
BÖLÜM 51• KAZANAMAYAN
BÖLÜM 52• KAYBEDEMEYEN
BÖLÜM 53• GÜN 70
BÖLÜM 54• GÜN 73
BÖLÜM 55• GÜN 82
BÖLÜM 56• GÜN 89
BÖLÜM 57• GÜN 90
BÖLÜM 58• GÜN 90'
BÖLÜM 59• GÜN 90''
BÖLÜM 60• GÜN 90'''
BÖLÜM 61• GÜN 90''''
BÖLÜM 62• GÜN 90'''''
BÖLÜM 63• GÜN 91
BÖLÜM 64• GÜN 92
BÖLÜM 65• GÜN 93
BÖLÜM 66• GÜN 93'
BÖLÜM 67• GÜN 93''
BÖLÜM 68• GÜN 93'''
BÖLÜM 69• GÜN 94
BÖLÜM 70• GÜN 95
BÖLÜM 71• GÜN 95'
BÖLÜM 72• GÜN 96
BÖLÜM 73• GÜN 96'
BÖLÜM 74• GÜN 96''
BÖLÜM 75• GÜN 97
BÖLÜM 76• GÜN 98
BÖLÜM 77• GÜN 98'
BÖLÜM 78• GÜN 98''
BÖLÜM 79• GÜN 99
BÖLÜM 80• GÜN 100
BÖLÜM 81• GÜN 102
BÖLÜM 82• GÜN 102'
BÖLÜM 83• GÜN 102''
BÖLÜM 85• GÜN 103'

BÖLÜM 84• GÜN 103

22.9K 1.8K 2.9K
By Limaei

🎵Kesha- Backstabber

{Tam bir hainsin}

İyi okumalar ♥

• • •

• • •

Dokuz

03.25

Kontrol hiçbir zaman kadının elinde olmamıştı.

Yine de yüzüne zorla geçirilmiş beyaz, metal maskesi varken ve nefret ettiği bir ekibi yönetiyorken Ölüm'ün her şeyi kontrol eden sisteminin bir parçası olmuştu. Böylece yönetmeyi istemediği şeyleri yönetmeye başlamıştı. Hükmettiği sistemin içinde boğuluyordu. Beyaz maskesi yüzünde gittikçe ağırlaşıyormuş gibi hissediyordu.

Ölüm'ün ruhu duymadan onun gölgesinde onun sonunu ve kendi kurtuluşunu planlayan bir işe giriştiğinde ise bir nebze olsun verdiği kararlar ve bunların getireceği sonuçlar kendi elindeymiş gibi hissetmişti. Verdiği kararlar, kontrol etmek istediği bir şeye ulaşıyordu: Kurtuluşuna. Buna rağmen kararları kendi içindeki çıkmazın gölgesini taşıyordu.

Ne yazık ki yanıldım, diye düşündü Dokuz.

Dokuz, kamera kayıtlarından Gökhan'ın banyosunu izlerken içi tamamen soğumuştu. Gökhan'ın banyosundaki donuk ışık, ölümün soğukluğunu vurguluyordu. Cesedin sarılı olduğu yatak örtüsü, küçük banyodaki karanlık atmosferi tamamlıyordu. Tutsak 1 ve Tutsak 4 ondan geriye kalanları iyice sarmış olsa da Dokuz örtünün içindeki görüntüyü biliyordu.

Dokuz, onların yaşadıklarını izlerken içindeki soğukluğu derinleştiren bir hisse kapılmıştı.

Hiç üzülmemiş değildi. Kirpikleri gözyaşlarıyla ıslanmamış olsa da yıllarca hapsedilmiş ve kötülüğe maruz bırakılarak duyarsızlaşmış kalbi, biraz olsun o hisse ulaşmayı başarmıştı. Yine de cesedi izlerken yoğun olarak hissettiği tek duygu endişeydi.

Her şey bir anda Dokuz'un belirlediği rotadan çıkabilirdi. Bunun kendi kararlarıyla alakası yoktu. Kararlarının sonuçları, bilinmeyen bir gelecekte kaybolmuş gibiydi.

Ölüm kontrolünü neredeyse tamamen kaybetmişti. Deliliği, kendi karanlık öyküsünü yazıyordu.

Dokuz onun bir sonraki adımını bilmiyordu.

Ne yapacağını bilmiyordu.

Muhtemelen artık bunu Ölüm'ün kendisi bile bunu bilmiyordu. Kendini sadece kaosun yarattığı zevke bırakmıştı.

Tutsak 7'nin intihar girişiminden sonra her şey yokuş aşağı yol almaya başlamıştı. Yine de bir ölü, Dokuz'un beklediği son şeydi. Ölüm'ün herkesi son güne saklayacağına inanıyordu çünkü bunu yapacağını Ölüm'ün kendisi söylemişti.

Tutsaklardan birini öldürmek de ne demek oluyordu?

"Sanırım sıçtık," dedi İsimsiz. "Ne tepki vereceğini bilmeden nasıl hareket edebiliriz ki?"

Çünkü Dokuz, Kıyı'yı tanıyordu. Afra ona ulaşabilirse Kıyı'nın ne tepki vereceğini biliyordu. Kaçabileceği başka yollar elbette vardı fakat ilk adımı kuzeninin üzerine kuruluydu. En kesin kaçış, onun üzerinden geçiyordu.

İsimsiz söylediklerine rağmen bu duruma karşı paniklemiş gibi durmuyordu. Hatta sesi eğleniyormuş gibi çıkmıştı ve bu da Dokuz'un sinirini daha da çok bozuyordu.

Dokuz'un başı zonklamaya devam ederken sakin bir şekilde nefes verdi. Paniğe kapıldığını belli etmemesi gerekiyordu. Özellikle On Üç'e işlerin ters gidebileceği ihtimalinin arttığını belli etmemeliydi.

"Hiçbir sorun olmayacak," dedi Dokuz kendinden emin bir şekilde. Bileklerini masanın üzerine doğru iterek zincir sesi çıkmasına neden oldu. "Beklemeye devam edeceğiz." Ölüm'ün tutsakların son gününe karar vermesini bekle, kontrolünü kaybettiği anı kolla, Afra'yı ortaya at, maskelilerin Ölüm'den emir almasını sağla ve binadan çık.

Yüzden fazla adım içeren planının kabataslak hali buydu.

"Pekii," dedi İsimsiz harfleri uzatarak. "Bakalım takım arkadaşımız da aynı şeyi düşünecek mi? Onun kesinlikle kurtarması gereken sevimli bir kız kardeşi var- ya ne tatlı- ve en ufak bir risk ihtimali onun için..."

"Biliyorum," dedi Dokuz sert bir sesle. "Bildiğim şeyleri tekrarlamak yerine-"

"Seni On Üç'ü bağlıyorum."

Birkaç saniye içinde adamın görüntüsü hemen önünde belirmişti. Üniforma ve maskenin saklayamadığı yakışıklılığını gölgeleyen tek şey, maskesinin ardında gözüken gözleriydi. Dokuz onun bakışlarının gittikçe kararmasını izlemişti. Tutsaklarda gördüğü yitirişlerden dolayı bunları görmeye alışıktı.

"Selam," dedi On Üç, Dokuz konuşmadan önce. Ekrana iyice eğilerek gözlerini kıstı. "Görüşmeyeli nasılsın? Nasıl gidiyor her şey?"

Son görüşmelerinde On Üç hep hâl hatır sorarak konuşmaya başlamıştı. Dokuz da yıllardır bu tarz soruları duymadığı için ne cevap vereceğini bilmeden boş boş ekrana bakıyordu. Ela gözlerinde yaşama dair en ufak bir parıltı yoktu. Sadece kurtuluştan bahsederken gözlerinde silik bir ışık beliriyordu.

"Önemli bir bilgiyi seninle paylaşmak için iletişime geçtim," dedi Dokuz düz bir sesle. "Ölüm, tutsaklardan birini öldürdü." Bir an duraksadı. Ardından kardeşinin başına gelebileceklerle ilgili onu daha çok korkutmaya karar verdi. "Aralarındaki en küçüğü oydu."

Adam elini maskenin alnına dayadı. "O zaman erkek olanlardan biri, değil mi?"

Dokuz kafasını salladı.

"Neden öldürdü?"

Dokuz iç geçirdi, her şeyi tamamen ona söyleyemezdi. "Gerçek bir nedeni olduğunu sanmıyorum," diye mırıldandı. "Her şey tam onun istediği gibi olmuştu. Birbirlerinden daha çok şüphelenmeye başlamışlardı ve birkaç gün sonra hiçbiri bir başkasına güvenemeyecekti. Bu güvensizlikleriyle eğlenmek yerine bunu başlatan kişiyi öldürdü." Kafasını sağa sola salladı. "Her şey çok aniydi ve bunu kendi bile beklemiyordu."

"Bu gidişatta bir şeyi değiştirecek mi?" diye sordu On Üç. "Öldürmesinin mantıklı bir nedeni yoksa-"

"Hiçbirini öldürmek için mantıklı bir nedeni yok."

"Demek istediğim kendine göre mantıklı bir nedeni olabileceği," dedi elini çenesine indirip çenesini sıkarken. "Öylesine yapmış olması... Son oyuna kadar hepsini yaşatır demiştin. Adam kafasına göre sikip atmış. Deli piç."

Dokuz da onun gibi küfretmek istiyordu. Ona kalsa bunu hiçbirine söylemek istemiyordu. İsimsiz'in bu cinayeti kendi kendine öğrenip bunu On Üç'e çıtlatabilme ihtimali bile onu tetikte tutmaya yetmişti. Dokuz'un onların güvenini elinde tutması lazımdı, bu yüzden onlara gerçeği söylemişti.

"Gittikçe kontrolden çıkması onun elinden kesinlikle kurtulmamız gerektiği anlamına geliyor," dedi Dokuz bastırarak. "Hâlâ bizden herhangi bir iz bulabilmiş değil ve oldukça dikkatliyiz. Tüm odağı tutsakların üzerinde. Onlarla oynuyor, onları öldürüyor ve daha fazlasını yapıyor. Tutsakların zihni şu an onun en sevdiği oyuncak. Bizim için herhangi bir risk yok. Sadece devam etmeliyiz."

"Bu yoldan dönmeyi düşünmedim," dedi On Üç. Adamın gözleri ekrandan aşağıya doğru kaydığında uzun kirpikleri gölgelendi. "Her gün birilerine birilerini öldürten bir adamın bir cinayet daha işlemesi beni korkutmadı. Sadece... Elimden geleni yapacağım."

"Kardeşin için," diye mırıldandı Dokuz.

On Üç kafasını sallayarak onu onayladı. On Üç'ün, Dokuz'dan başka şansı yoktu. Dokuz bunu biliyordu.

Dokuz'un bu bilgiyi onlarla paylaşması en mantıklı seçenekti. On Üç'ün çaresizliği onun yanında kalmaya devam edebileceği anlamına geliyordu. İsimsiz'den o kadar da emin değildi çünkü onun değersiz gördüğü kendi canından başka kaybedecek bir şeyi yoktu.

"Her şey bir anda patlak verebilir," dedi Dokuz. "Sadece hazırlıklı ol."

On Üç gözlerini kameraya çevirdi. "Merak etme, harekete geçmek istediğinde harekete geçerim." Bir an duraksadı. "Başka bir şey yoksa işime dönmem gerekiyor."

Dokuz, Ölüm'ün ona ne iş vermiş olacağını düşünmedi bile. Neler olduğunu, neler yapmak zorunda kaldığını tahmin edebiliyordu. Sadece... Bilgisayar üzerinden yapmak zorunda olduğu bir iş olmasını umuyordu.

"Başka bir şey yok," dedi Dokuz. "Kendine dikkat et."

Böylece görüşmeleri sonlandı. İsimsiz'in varlığını temsil eden rakam ve harflerin oluşturduğu rastgele bir anonim isim ekranın sol alt köşesinde duruyordu. "Sen hazır mısın?" diye seslendi Dokuz ona.

"Her zaman."

Keşke onlar kadar hazır hissetseydim, diye düşündü Dokuz.

Ölüm'ün tutsaklar için son oyununda ne yapacağını bilmiyordu fakat hepsinin ölümüne neden olacak bir oyun olacağını düşünüyordu. Afra onunla eninde sonunda yüz yüze gelecekti. Kıyı kişiliğini uyandırabilirse bir şansları olacaktı.

Kıyı tüm bunlara son verebilirdi.

Bunu başaramazsa sadece Ölüm'ün herkesi öldürüşünü izlemek zorunda kalacaklardı. Tüm tutsaklar, tüm ekip lideri... Ölüm hepsini öldürecekti. Çünkü Dokuz'u buraya zincirlediği ilk günden buna yemin etmişti.

"Korkmana gerek yok, kuzen," demişti Ölüm değiştirilmemiş sesiyle. Kendi sesiyle Dokuz'a yaptığı son konuşma buydu. "İşim bittiğinde binadaki herkes ölmüş olacak. Hiçbir şeyi hatırlamayacaksın."

Dokuz'un planı, Afra üzerineydi. Afra ona, o da Afra'ya güvenmek zorundaydı. Kıyı'yı o bedende tutmayı başarabilirse bu binadan kaçış yolu Dokuz'un elindeydi. Afra başaramazsa...

Hepsi ölecekti.

Ölüm'ün tutsaklardan birinin odasına not bıraktığını biliyordu. Ve notta ne yazdığını da öyle.

'Son akşam yemeğinden sonra hazırlıklı ol.'

🦋 🦋 🦋

Afra Ahsen Çakmak / Tutsak 7

11 Ağustos 2021

İlk kaybımdı.

Sadece birkaç saat geçmişti ve ben, bunun farkındalığıyla gece boyu saatlerce düşünmüştüm. Çocukken kurduğum korkunç senaryolar aklıma gelmişti. Bir araba kazası olsa sevdiklerimin arabadan kurtulmasını, böylece onlarsız yaşamak zorunda kalmayacağımı düşünüp ölmeyi dilerdim. Sevdiğim insanlardan birini ilk kez yaşlanınca kaybedeceğimi düşünürdüm.

Araba kazası değil, bir kaza olmuştu ve kazada yitip giden sevdiğim kişi, hayatta kalan ise ben olmuştum. Gökhan'ı kaybetmenin ağırlığı bileğimdeki kesiklerden daha çok canımı yakıyordu. Sadece bir gün geçmiş olmasına rağmen zamanın içinde kaybolmuş gibiydim. Zihnimde günler, haftalar, aylar ve yıllar geçmişti.

Gözyaşlarım artık akmıyordu. Hepsini tüketmiştim. Gökhan'ın son görüntüsü gözümün önünden silinmezken bile o görüntü, gözlerimin dolmasına yetmiyordu. Sadece burnumun direğine ufak bir ağrı vuruyor, kan çanağına dönmüş gözlerim sızlıyordu.

Gökhan son gözyaşlarımı almış ve gitmişti.

Gece odalarımıza gitmemiş, hep birlikte salonda durmuştuk. Uykum yoktu. Benim için uyku diye bir şey de kalmamıştı. Sadece sessizlik vardı. Evin içindeki sessizlik ve zihnimin içindeki gürültü hissettiğimiz acıyı daha da keskin kılıyordu.

Etrafımda tutsakların olması nefeslerimi sıkıştırmaya başladığında dayanamayıp, "Yalnız kalmaya ihtiyacım var," demiş ve kendimi mutfağa atmıştım. İçlerinden birinin daha ölebilecek olma düşüncesi ellerimin titremesini arttırıyor, bende çığlık atma isteği uyandırıyordu. En kötüsü, onlar etrafımdayken herhangi birinin ellerini boğazımda hayal edebiliyordum.

Mutfakta Gökhan'ın geride bıraktığı boş sandalyesine çökmüş, kurşunlardan delik deşik olmuş masayı izlemeye başlamıştım. Tutsaklardan, arkadaşlarımdan, uzak kalmak ne paranoyak düşüncelerimi sakinleştirebilmiş ne de bana iyi gelmişti.

"Hiç kimseye güvenemem," diye düşünüyordum tekrar tekrar. "Onlara güvendiğimi düşünmeliler."

Gece uzundu fakat durmaksızın düşünen beynim için saatler güneş tekrar doğana kadar kısalmıştı. Hepsinin adını tek tek sessizce sayıyordum. Bana zarar verme ihtimalleri olduğuna inanamazken buna rağmen onlara güvenmemem gerektiğini bilmek göğsümün ağrımasına neden oluyordu. Uzun zaman sonra insanlara güvenmiştim. İlk defa arkadaş edinmiştim. Onlara bu denli güvenmiş, onlarla aynı durumda olduğumu düşünmüşken bana yardım etmiş insanların beni sırtımdan bıçaklayacağına nasıl inanabilirdim?

İnanmak zorundaydım.

Hiç kimseye güvenemem. Onlara güvendiğimi düşünmeliler.

Sandalyenin her santimi vücuduma batarken gözlerimi duvara asılı tabloya çevirdim. Tabloya baktıkça tek hissettiğim şey nefretti. Son Akşam Yemeği... O akşam, Gökhan'ın son akşam yemeği olmuştu. Bu aptal tablo yüzünden konuşmuştu ve bu tablo yüzünden ölmüştü. Bu sefer kendime tekrarladığım seslere bir tane daha eklenmişti: "İçimizden biri hain mi?"

Tablodakilerin yüz ifadeleri ben inceledikçe değişiyor gibiydi. Sadece bir gün geçmişti ve tablonun renkleri artık eskisi kadar canlı değildi. Ben baktıkça değişmeyen tek şey tablonun anlamıydı.

Tablodan bakışlarımı alıp salondan getirdiğim tek şeye, masada duran kitaba odaklandım. Gökhan'ın son okuduğu kitabın hangi kitap olduğunu bilmiyordum. Sadece orta masadaki kitap yığının en üstündeki kitabı almış, tırnaklarımı sayfanın en başına geçirip duruyordum. Düşünmekten delirecek gibi hissettiğimde öylesine sayfaları tek tek, defalarca çevirmiştim. Gökhan'ın parmak uçlarına rastlıyormuşum gibi hissettirmişti. Her sayfa onunla geçirdiğimiz anıları canlandırırken aynı zamanda onun gidişini hatırlatmıştı.

Kitaba dokunmak bile bir şeylerin yarım kalmışlığını hissetmeme neden oluyordu. Belki de bu kitap onunla birlikte göz gezdirdiğimiz kitaplardan biriydi, paylaştığımız bir anıydı. Kitabı iterek kendimden uzaklaştırırken zorla yutkundum. Onun sandalyesinde oturuyordum. Bu masada kaç kez konuşmuştuk? Kaç kez bulaşık yıkarken baş başa sohbet etmiştik?

Adım seslerini duyduğum anda sandalyede dikleşip hemen arkama döndüm. Gördüğüm kişi Kutay'dı. Saçlarındaki bukleler sönmüş, gözaltları kararmıştı. Onun gözleri de benimkilerin birer yansımasıydı. Gözlerinin beyazında örümcek ağlarını andıran kırmızı çizgiler vardı. Adımları bana doğru yaklaşırken ellerini havaya kaldırdı. "Sakin ol," dedi suçlu bir sesle. "Benim." Sanki gelen kişinin o olması beni rahatlatabilecekmiş gibi... Bu evde en az güvendiğim insanların başını çekiyordu.

Onun varlığı zihnimdeki gürültüyü arttırırken dişlerimi birbirine bastırıp kitabı kendime çektim ve hızla ayağa kalktım. Kimseyle baş başa kalmamaya çalışacaktım. Fiziksel güçle beni alt edemeyecek tek bir kişi bile yoktu bu evde.

Kutay birkaç adım kala duraksadı. Fazla yanıma yaklaşmamaya o da özen gösteriyor gibiydi. Dikkatli, alçak bir sesle, "Gökhan'ın ölümü hakkında konuşabilir miyiz?" diye sordu. Yorgun ve üzgün gözüken yüzüne bakakaldım. Sorduğu soru, hissettiğim üzüntüyü dağıtıp kalp atışlarımın hızlanmasına, ellerimin titremesine neden olurken avucumdaki kitabı daha da sıkı kavradım ve çıkışa doğru bir adım daha attım. Israrcı bakışları her saniye gerilmeme neden oluyordu.

Uzun bir süre hiçbir cevap vermemeyi düşündüm. Mutfaktan çıkmak için birkaç adım daha attım fakat mutfak kapısına geldiğimde bir şeyler beni durdurdu. Yerinde duran Kutay'a döndüm. Ona döndüğüm gibi yüzünde umut dolu bir ifade belirmişti. "Ne soracaksın?" Sesim duygusuzdu, hissettiğim karmaşanın hiçbir düğümünü yansıtmıyordu.

"Gökhan seninle önemli bir şey konuştu, değil mi?" Cevap bekler gibi bir an duraksadı. "Her ne kadar bunu reddetsen de..." Kıpırdamadan yüzüne baktım. Anlamıştı. Elbette Kutay da evde yaşananları çözmede en iyi olan kişilerden biriydi. "Ne konuştuğunuzu bilmek istiyorum. Bu bir şeyleri değiştirir. Bizden saklamaman gerekiyor Afra. Ölüm onu öylesine öldürmüş olamaz. İçeridekilerin de buna inanacağını mı sanıyorsun? Yas geçtikçe sorgulamaya başlayacaklar."

Sadece ona değil, herkese söylememi istiyordu. Bu ona duyduğum şüpheyi azaltmalı mıydı? Hayır... Herkes rol yapıyor olabilirdi. Dilimle çatlamış dudaklarımı ıslattım. "O zaman sorgulamanı ertele ve yasını tut," dedim soğuk bir sesle. "Yasımı tutmama izin ver."

Kutay susmadı. "Gökhan'ın ölümünden... İçimizden biri mi sorumlu?"

Sorusu hissettiğim huzursuzluğu zirveye taşıdı. İçimizden birinin onu öldürebileceğini mi düşünüyordu? Bu imkansızdı. Silahlar çalışmıştı, bu konu hakkında neredeyse emindim. Yine de bu sorusu, onun da içimizden birileri hakkında şüphelendiği anlamına geliyordu.

Ya kendini temize çekmek için rol yapıyorsa?

Bende ne gördüğünü merak ettim. Yüzüm herhangi bir duyguyu, bir cevabı ona yansıtıyor muydu? Eğer yansıtıyorsa ona güvenmediğimi görmesi gerekiyordu. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Kutay ısrarla gözlerini gözlerimden ayırmadı fakat sessizliğimi bozmadım. Göz temasını kesmeden sadece nefes almak için kıpırdayarak ona bakmaya devam ettim.

"Afra..." dedi bana doğru birkaç adım atarken. "Konuşman lazım çünkü Gökhan her ne dediyse haklıydı." Beni yakından incelerken göz bebekleri büyüdü. Yansıtmak istediği hisleri çok güzel yansıtıyordu fakat iyi rol yapan biri olduğu için tepkileri tamamen güvensizdi.

Evet, Gökhan ona da Egemen'e de güvenmemişti. Gökhan'ın söylediklerinin boşa çıkmasına izin vermeyecektim. Temkinli olacaktım. Bunu zor yoldan öğrenmiştim.

"Gökhan'ın ölümüne dair konuşmak istemiyorum," dedim nihayet. Dilim ağzımın içinde ağırlaştı. Sırtımı ona dönüp mutfaktan çıktım. Kutay'ın bakışlarını sırtımda hissederken kalp atışlarım aynı çarpıntıyla atmaya devam ediyordu.

Koltuklara yaklaşırken bir an duraksadım ve tutsaklara bakındım. Hiçbir şey olmasa bile eksik hissediyordum. Hiçbir şey olmasa bile onun eksikliğini hissediyordum. Bizim koltuğumuza geçip Egemen'in yanına oturdum. Egemen'e döndüğümde bir anlığına göz göze geldik. Aynı mahvolmuş yüzü onda da görebiliyordum. Uykusuz, üzgün ve perişan. Hepimiz böyle gözüküyorduk.

Bakışlarımı kaçırdım. Elimdeki kitabı uzanıp masanın üzerine bıraktım.

"Kahvaltı göndermiş," diye mırıldandı Egemen kısık, pürüzlü bir sesle. Dış kapının girişine doğru kafamı çevirdiğimde kırmızı bölgede bekleyen tepsileri gördüm. "Bir şeyler yemek istersen..." Egemen'e kaçamak bir bakış attım. Bir kolunun karnı üzerinde olduğunu gördüğümde hâlâ midesiyle mücadele ettiğini anladım. İstese de yemek yiyemezdi. Ki sanırım yemek yemeyi de istemezdi. Sarp bile bu durumda üçlü koltukta ağlamaklı bir şekilde oturuyordu.

Ben ise bir şeyler yemem gerektiğini biliyordum.

Güçten düşme, diye hatırlattım kendime. Zorla yediğim tepsilerce yemek aklımdaydı. Buraya kadar gelmişken, Gökhan öylece pes etmemi istemezdi. Ve ben de pes etmek istemiyordum. Her an bir şey olabilirdi ve ben ayağa kalktığımda açlıktan başımın dönmesini istemiyordum. Bu yüzden hepsinin bakışları bana dönerken ve Kutay da salona tekrar girerken ayağa kalkıp dış kapıya yöneldim.

Tepsilerden birini ellerime alıp kalkarken üst bacağım ve omuzlarım hafifçe sızladı. Ben doğrulduğumda birinin daha tepsilere eğildiğini fark ettim. Kutay'dı.

Doğrulduğunda elimizde tepsilerle karşı karşıya kaldık. "Mantıklı olanı yapıyoruz," dedi Kutay sertçe yutkunup bir bana, bir de tepsiye kaçamak bir bakış atarken. Tepsisinin üzerinde yine yanmış kolu için merhem vardı. Bakışlarım istemsizce koluna kaydı fakat kolu kapalıydı. Hava sıcak olmasına rağmen muhtemelen yarasının görünmesini istemediğinden bol bir hırka giymişti. Burnuma gelen yumurta kokusuyla birlikte yanığının şu an nasıl gözüktüğü düşüncesi mide bulantımı arttırırken hızla onun yanından geçtim.

"Ben mutfaktayım," diye geveledim ağzımın içinde. Tekrar mutfağa gittiğimde neyse ki Kutay mutfağa gelmedi. Muhtemelen rahatsız hissettiğimi ve yalnız kalmak istediğimi anlamıştı. Ya da beni fazla sıkıştırmak ve üstüne şüphe çekmek istemiyordu. Gerçeği bilemezdim.

Tekrar Gökhan'ın sandalyesine oturdum ve iştahlı bir şekilde her şeyi yedim. Peynir türleri, yumurtalar, bir dilim tost, bal, zeytin... Tabaklardaki her şeyi boşaltmıştım. Plastik tabak ve çatallarla dolu tepsiye bakarken ilaçlarla göz göze geldim. Huzursuz hissederek ilaçları avucuma alıp ayağa kalktım ve ilaçları tezgahın altındaki çöp kutusuna attım. Ardından tepsideki tabakları toplayıp tezgahın üzerine koydum. Suyu açıp elle tabakları yıkamaya başladım.

Zihnimdeki karmaşa sessizleşti.

Bir an yalnız değilmişim gibi hissettim ve bu hissin beni izleyen kameralarla alakası yoktu.

Bir an sonra ise gerçekten yalnız değildim.

"Afra?"

Egemen'in sesi irkilmeme neden olurken yüzüme su sıçradı. Musluğu kapatıp ona doğru döndüm ve elimdeki plastik tabağı tezgahın üzerine bıraktım. Egemen ne yaptığıma bakarken yüzündeki ifade bir anlığına bocaladı. Ne yaptığımı sorgulamak yerine, "İyi geldi mi bari?" diye sordu bakışlarını yüzüme çevirirken.

Gözlerim sızlarken kafamı sallayarak onu onayladım. Gülümsemeye çalıştı fakat başarılı olamadı. Dudakları titremişti. "O zaman güzel," diye mırıldandı. Sırtımı ona dönüp ellerimi yıkadıktan sonra dolaba asılı havluyu elime aldım ve kalçamı tezgaha yasladım. Ellerimi kurulayıp kolluğumla yüzümdeki suyu silerken gözlerimi yüzüne çevirdim. Egemen'in mutfağa girmesi beni Kutay'da olduğu kadar germemişti. Hatta... Belki de bir şeyler yıkamanın beni rahatlatmış olmasından olsa gerek, hiç rahatsız olmamıştım.

"Nasılsın?" diye sordum karnına kaçamak bir bakış atıp.

"Her an yüzüne kusabilirim," dedi içtenlikle. Bir an yüzüne şüpheci bir bakış attığımda ise bu sefer dudağının bir kenarı yukarıya doğru kıvrıldı. "Şakaydı, merak etme. Sana bakmak mide bulantımı yatıştırıyor."

Söylediği sözler kalp atışlarımı hızlandırsa da bu tedirgin hissetmeme engel olmadı. Kameralara kaçak bir bakış attığımda hiçbirinin kıpırdamadığını fark ettim. Bu biraz olsun omuzlarımın gevşemesini sağlarken Ölüm'ün bizi eninde sonunda dinleyebileceğini farkındaydım. Böyle sözler söylemene gerek yok, demek istedim fakat cümle bir türlü dilimin ucuna yanaşmadı. Bu yüzden söylediğine tepki vermedim.

"Mide bulantın için yapabileceğimiz bir şey olursa söyle," dedim kısık sesle. "Kendini yemek yiyebilecek gibi hissettiğinde sen de bir şeyler atıştır. Annem her zaman 'Bomboş mide lakırdı yapar' derdi."

Gözlerinden bir ışık gelip geçti. "Çok güzel sözmüş," derken sesi sıcak çıkmıştı. Ailesi olmadığını hatırlayıp annemden bahsetmemin onu eksik hissettirip hissettirmediğini sorgularken buldum kendimi. Yanlış bir şey söylemiş gibi hissedip dudaklarımı birbirine bastırdım.

Kimseyle yalnız kalmamam gerekiyordu.

Havluyu geri bıraktım. Ardından masaya yönelip boş tepsiyi elime aldım. "Ben salona geçiyorum," derken arkama döndüğümde Egemen'i masanın yanına geldiğini gördüm. Kalp atışlarım o kadar gürültülüydü ki yürüdüğünü duymamıştım bile. 

"Biraz konuşabilir miyiz?" diye sorduğunda bakışlarında tuhaf bir şey vardı.

Gökhan'ın uyarısı zihnimin bir köşesinde alarm gibi çalarken yine de Egemen'i reddedemedim. Tehditkar durmuyordu. Yüzündeki ifadede ve beden dilince beni rahatsız eden hiçbir şey yoktu. "Bir şey mi soracaktın?" diye sordum. Hemen ardından laf sokmaktan kendimi alıkoyamadım. "Ya da hatırlamadığın geçmişinle ilgili bir şey mi söylemek istiyordun?"

Yüzü düşse de bakışlarını kaçırmadı. "Bir insanın hatırlamadığı bir şey hakkında herhangi bir şey anlatamayacağını en iyi senin farkında olman gerekiyor," diye mırıldandı suçlu bir sesle. "Ölüm, senin hatırlamadığın geçmişinle ilgili senden daha fazlasını bilmiyor muydu?"

Kafamı sallayıp onu onayladım. Üstüne gidemeyecek kadar yorgundum. Ve bu tartışmayı şimdi yapmak doğru hissettirmiyordu. Gerçekten... Sadece yalnız kalmak ve Gökhan'ı, bu evde olanları düşünmek istiyordum. Ya da hiçbir şey düşünmesem de olurdu. Tek istediğim şey konuşmamaktı.

"Bundan bahsetmeyecektim," dedi Egemen sessiz kalacağımı anlayıp. Gitmememden cesaret almış gibiydi. Elini uzatıp tepsinin bir ucunu tuttu. "Biraz burada kalıp beni dinler misin? Çok vaktini almayacağım."

Elimi tepsiden çektim ve tepsiyi elimden alıp sessizce masaya bırakmasını izledim. Gözlerini tekrar yüzüme çevirdiğinde sessizce yutkundum. Masanın ucuna oturduğumda masanın girintili çıkıntılı yüzeyi kalçama battı. Ellerimi gelişigüzel birleştirip, "Gökhan'ın ölümüyle mi alakalı?" diye sordum. "Çünkü ben sadece-"

"Hayır, hayır," dedi Egemen bana bir adım atıp tam önümde dururken. "Aslında... Onun gidişiyle de alakalı." Gözlerinin doluşunu gördüğümde boğazım düğümlendi. Bir anlığına bakışlarımı yüzünden kaçırdım. Ağlayamamak kendimi kötü hissetmeme neden olmuştu. "Her an ölebileceğimizi hatırladım ve bu evin dışında nasıl biri olduğum aklıma geldi."

Söylediği dikkatimi çekmişti. Tekrar yüzüne bakmak için kafamı kaldırdım. "Nasıl biriydin?" Birini falan mı öldürmüştü?

"Herhangi bir şey içimde kalacağına o şeyi yapardım." Omuz silkti. "Söylerdim. Böylelikle kendimi durduğum için hiçbir pişmanlığım olmazdı. 'Keşke'ler biriktirmekten daha mantıklı gelirdi bana. Hayatın gerçekten de kısa olduğunu biliyordum. Burada bundan daha da emin oldum. Hatta bu evdeki herkes artık bunu biliyor."

Kafamı sallayarak onu onaylarken, "Güzel bir bakış açısı," dedim istekle sohbete katılmasam da. Kollarımı göğsümün üzerinde kovuşturdum. "Ben de tam zıttınmışım. İstediğim çok bir şey olmazdı. İstediğim çoğu şeyi de ya yapmaz ya da yapamazdım."

"Şu an berbat halde olsak da," diye devam etti Egemen. "Ve sikik bir-" Duraksadı. "Affedersin. Bok çukuru. Evet, bok çukuru daha iyi."

Alık alık yüzüne baktım.

"Bok çukurunun içinde olsak da," diye toparladı. "Buranın hayatımızın son parçası olduğunu fark ettim. Ben... Hepimizin öleceğini düşünüyorum." Bir şey söylemem için bana fırsat veriyormuşçasına birkaç saniyeliğine duraksadı. Bir şey söylemedim, ben de aynı şeyi düşünüyordum. "Bu yüzden kameraların da silahların da varlığı beni eskisi kadar korkutmuyor ve... Yanlış olduğunu biliyorum. Hatta rahatsız olacağını da biliyorum ama..."

Neredeyse konuşmadan kopacaktım.

"Seni seviyorum."

Sözleri, o anın gerçekliğini değiştirmiş gibiydi.

Bir anlığına kalbim hızla atmaya başladı ve çocuksu bir heyecanın karnımda dolaştığını hissettim. Kollarım çözülen bir düğüm gibi birbirinden ayrıldı ve ellerimi masaya dayadım.  Dudaklarım aralandı ve dudaklarımın arasından sıcak bir nefes döküldü. Neredeyse gülümseyebileceğimi düşündüm. Aptal bir uyuşuklukla kendi hislerimi düşünürken buldum kendimi. Ben ondan hoşlanıyor muydum? Evet. Sanırım hissettiğim etkilenmeye bu denilebilirdi.

Peki onu seviyor muydum? Aşık olabilecek kadar sevmek ne demekti ki? Ben bunu daha önce hiç hissetmemiş, tatmamıştım. Ona olan sevgim bir arkadaş sevgisinden bir tık fazla olduğunda bu değişiyor muydu? Ben sevmenin ne demek olduğunu bilmiyordum.

Ne yapmalıydım? Ona sarılmalı mıydım? Gülümsemeli miydim? Bir şey mi söylemeliydim? Bacaklarım ve parmak uçlarım uyuşmuştu. Kalp atışlarımın sesi, zihnimdeki düşüncelerin sesini bastırabilecek kadar yükselmişti. 

Egemen'in sanki bir adım uzağımda değil de bir karış uzağımdaydı. Bakışlarında sıcak bir umut, yüzünde bir rahatlama ifadesi vardı. Eli çeneme uzandığında ona engel olmadım. Parmağı çene hattımı takip ederek çenemin ucunda duraksadı. Parmak ucunun değdiği her nokta alev almış gibiydi. Zar zor yutkunurken aldığım her hızlı nefes sıcak gelmeye başlamıştı. Aramızdaki bir adımı kapatırken tamamen masanın üzerine çıkmak zorunda kaldım. Bacaklarımın arasında bedeni duruyordu fakat mesafesini koruyordu. Bir elim istemsizce koluna tutarken her hareketim yanlış hissettiriyordu.

"Bunu söylemek istemedin," dedim uyuşuk bir sesle. 

"Hayır, söylemek istediğim tam olarak buydu." Bakışları ağır ağır, yüzümü dikkatle inceleyerek gözlerime tırmandı. "Belki bana inanmayacaksın ama... Sanki... Hayatım boyunca seninle tanışmayı bekledim."

İstemsizce kafamı sağa sola salladım.

Konuşmaya devam ederken sesi bir ninni söyler gibi alçalmış, yüzü yüzüme yaklaşmıştı. Gözlerimin içine dikkatle bakarken dağınık sarı tutamların bazıları alnıma değdi. "Aynadaki yansımam gibisin Afra ama benden çok daha iyisisin."

Tekrar kafamı reddedercesine salladım. "Ben... Ben sevilebilecek biri değilim."

Egemen'in sesinin sıcaklığı ve bakışlarındaki yumuşaklık ısrarcıydı. "Mesafelisin, insanlar sana geç ısınıyor fakat bir kere biriyle bağ kurduğunda o kişi için vazgeçilmez oluyorsun. Buradaki herkes için öyle oldun. Benim için..." Duraksadı. "Benim için vazgeçilmezsin."

Gözlerim dolarken boğazımda biriken yumru, yutkunmama engel oldu. Nefes bile almadan öylece yüzüne bakakaldım. Egemen'in eli boynumun yanına indi. "Kolay kolay insanlara değer yüklemiyorsun fakat birine değer verdiğinde kendi dünyanın merkezine onları koyuyorsun," diye devam etti. "Bencil gibi gözüküyorsun fakat sevdiğin insanlar için her şeyi yapabilecek birisin. Bu evde bile kolay pes etmiyorsun. Eğlencelisin. Doğalsın, içinden geldiği gibi davranıyorsun."

Nefes nefese kalmış bir şekilde duraksadı. Birkaç saniye sadece nefeslerini düzene sokmak için duraksadı. "Böyle bir yerde bu şekilde hissetmemem gerektiğini biliyordum. Uzun süre bu yüzden kendimi iğrenç hissettim ama... Sonra beni öptün."

Yanaklarımı sıcaklık basarken bakışlarımı kaçırdım. Egemen yüzümü kendine çevirerek tekrar ona bakmamı sağladı. "O gece öldün, öldüğünü sandım," derken sesi boğuklaştı. "Haftalarca benim için ölüydün ve ben sana hiçbir şey söylememiştim. Çünkü bu evde bunun saçmalık olduğunu biliyordum. Geriye bir 'keşke'm kalmıştı."

"Sen..." Zar zor konuşurken ona bakakaldım. "Ne zamandan beri..."

"Bilmiyorum," derken sesi daha da kısıldı. "Belki Çağrı'yı iyice terslediğin gün emin oldum. Belki de sana sataşmanın eğlenceli olduğunu fark ettiğimde..." Diğer eli masanın üzerindeki elimin üzerine yerleşti. Elinin sıcaklığı buz kesmiş elimi tamamen kapattı.

"Ölüm tam şimdi bizi öldürebilir," dedim tek nefeste.

Egemen omuz silkti. "Geriye hiçbir pişmanlığım kalmamış olur. Bugün ya da yarın... Hepimizi öldürecek." Kısa bir süreliğine alnını alnıma dayayıp geri çekildi. Gözleri bir anlığına dudaklarıma kaydığında midem kasıldı. İstemsizce gözlerim yüzünden aşağıya doğru kaydı. Onu daha önce öpmüştüm ve... Hissettiğim bu şey neydi? Onu tekrar öpmek mi istiyordum?  "Sadece senin ne düşündüğünü bilmek istiyorum."

Gözlerimi kırptım. Bir an sonra aniden soğuk suyun içine girmişim gibi gerçekliğe döndüm. Gözlerimi bana eziyet verecek kadar bana yakın olan yüzünden ayırıp kameralı silahlara baktım. Silahlar çoktan üzerimize doğru çevrilmişti. Ölüm istese tam o an ölebileceğimizi fark ettim. Ucuz bir romantik filmin içindeymiş gibi, aşk itirafının hemen sonrasında vurulabilirdik.

Ne düşünüyordum? Gökhan öleli daha doğru düzgün bir gün bile olmamışken ve Ölüm bizi her an öldürebilecekken ne düşünüyordum? Gökhan beni uyarmıştı. Haklı olup olmadığını bilmiyordum fakat onun son isteğine ihanet edemeyeceğimi biliyordum. 

Sıradan bir arkadaş grubu değildik. Sıradan hisleri hissedebileceğimiz bir evde değildik. On Üç numaralı bir daire hapsedilmiş birkaç gençten ibarettik. Burası ne olduğunu bile bilmediğim bir aşkı yaşayabileceğim bir yer değildi. Bu his yanlıştı. Tehlikeliydi. Ve bu evde var olmaması gereken bir şeydi.

Ölüm bizi uyarmıştı. Egemen'in bana yaklaşması onun için de tehlikeliydi. Silahların namluları çoktan Ölüm'ün odağında olduğumuzu gösteriyordu.

"Üzgünüm," dedim zar zor. Gözlerimi yüzüne çevirirken bir elimi elinin altından, diğerini de kolundan çektim. Yakınlığından uzaklaşmak acınası bir yoksunluk hissetmeme neden olmuştu. "Ama cevabım bir şeyi değiştirmeyecek."

"Bu yüzden söylemen bize bir şey kaybettirmeyecek," dedi Egemen kafasını boynuna doğru eğip kırılmış bir umutla bana bakarken. Bu senin için tehlikeli, diye bağırıyordu zihnim. Bana yaklaşmak bir bombaya yaklaşmakla aynı şey.

Dilimle dudaklarımı ıslattım. "Aynı şeyleri hissetmiyorum," dedim net bir sesle. Gözlerinin içine dik dik bakarken Egemen sadece birkaç saniye kıpırdamadan yüzüme baktı. Ardından sertçe yutkunup geriye doğru bir adım atıp bana masadan inebileceğim bir alan tanıdı. "Umarım kendimi rahatlatma uğruna seni rahatsız etmemişimdir," dedi kısık sesle. "Hepimiz berbat durumdayken bu konuşmayı yapmak istememiştim. Sadece..."

"Zamanımız kalmadı," diye tamamladım söyleyeceklerini. "Sorun değil." Kalçamı masadan kaydırıp indim ve yana doğru bir adım attım. Bir an tereddütle ona baktım. Bakışlarım duygulardan sıyrılmaya başlamış yüzüyle kamera arasında gidip geldi. En sonunda, "Yine de teşekkür ederim," diye mırıldandım. Bir şey demesine izin vermeden hızlı adımlarla mutfaktan çıktım.

Kalp atışlarım çıldırmıştı, bir kriz geçiriyor gibi hissediyordum. Göz göze geldiğim Mete'ye hafifçe gülümseyip hızla banyoya doğru yöneldim. Koridoru koşarak geçmemek için kendimi zor tuttum fakat salonun görüş alanından çıkar çıkmaz banyoya koşarcasına girdim. Kapıyı arkamdan sessizce kapatıp sırtımı kapıya dayadım ve kayarak yere oturdum. Ellerimi göğsümde birleştirip bacaklarımı kendime çektim ve alnımı dizlerime dayadım. Derin nefesler alıp verirken bana eşlik eden tek ses kalp atışlarımdı.

Doğru olanı yapmak için geç bile kalmıştım. Onu en başında susturmam gerekiyordu. Ölüm'ün bu konuşmayı hiç duymamış olması gerekiyordu. Yine de içimdeki o bencil, küçük parça onun cümlelerini duyduğu için tatmin olmuştu. O parça ne kaybımı, ne çektiğim acıyı umursuyordu. Tek odaklanabildiği sevilebilir biri olduğuydu.

Yaşadıklarımız ve yaptığımız konuşmalar birbirimize karşı bir çekim yaratmış olabilirdi fakat bu duygusal karmaşanın ve Ölüm'ün yarattığı kaosun içinde bu çekimin birbirimize zarar vermesine izin veremezdik. Vermemeliydik. Genelde ters ve alaylı konuşan Egemen'i bu şekilde konuşturan o hissi anlıyordum fakat... Daha fazla ileri gidemezdik. Onun yaptığı konuşmanın bir benzerini ben ona yapamazdım. Yapmamalıydım.

Gökhan'ın söylediklerini unutmayacaktım.

Kafamı dizlerimin arasından kaydırıp derin bir nefes aldım. Kalp atışlarım yavaşlamış, nefeslerim düzene girmişti. Gözlerimi yumup gözlerimde oluşan hafif ıslaklığın dağılmasını sağladım ve ayağa kalktım. Gözlüğümü saçlarıma doğru çekiştirip yüzümü yıkadım ve kolluğumla yüzümü sildim. Kan kokusu burnuma dolduğunda bir an duraksadım. Kolluğumu koparıp atarcasına kolumdan çıkarıp çamaşır makinesinin üzerine attım. Yüzümü tekrar, tekrar ve tekrar yıkadım. Gözlüğümü tekrar yüzüme yerleştirip elimle kaşlarımı düzelttim ve yüzümden su damlaları süzülürken aynaya baktım.

Zihnim tamamen sessizdi. Uzun zaman sonra aynaya bakarken sadece kendimi görebiliyordum. Dalgalı saçlarım iyice kabarmıştı. Gözlerim kan çanağına dönmüştü. Gözlerimin altı bir kuyu gibi gözüküyordu. Çatlamış dudaklarımın bazı kısımları her an kan akacakmış gibi kırmızı gözüküyordu.

Aynaya sırtımı dönüp banyodan çıktım. Büyük koridora çıktığımda kahvaltı tepsileri hâlâ dış kapıda bekliyordu. Kitaplığın hemen karşısında ise yere oturmuş Sarp ve Kutay vardı. Kutay elindeki kalemle duvara bir şeyler çizerken Sarp sessizce ağlayarak onu izliyordu. Gözlerinden yaşlar dökülüyordu fakat hiçbir ses çıkarmıyordu. Bir anlığına gözlerim onları es geçip Egemen'i aradı. Çoktan koltuğa oturmuş olduğunu gördüm. Yanağını eline dayamış, masaya bakıyordu. Gözlerini bana çevirirken hızla bakışlarımı kaçırdım.

Adımlarım yavaşladı ve en sonunda Kutay'ın arkasında duraksadım. Çizdiği çizimde altı erkek, bir kız vardı. Kızın saçları dalgalıydı ve yüzünde yuvarlak bir gözlük vardı. Erkeklerden birinin saçı kıvırcıktı, birinin saçı sarıydı, birinin saçı... Aynı Çağrı'ya benziyordu. Göğsüm sızladı. "Bizi mi çiziyorsun?" diye sorarken sesim istemsizce samimi çıkmıştı.

"Kafa dağıtmak için bir şeyler," dedi Kutay bana bakmadan. Bir çöp adam Kutay'a pantolon çizdi. "Daha sonrasında... Birileri bu eve girmeyi başarırsa bir zamanlar burada olduğumuzu bilsinler diye." Kalem birden yazmamaya başladığında küfredip kalemi salladı. Tekrar tekrar duvara bastırıp çizmeye çalıştı fakat kalem ömrünü doldurmuş gibiydi. Kutay sinirli bir şekilde kalemi yere fırlattı.

"Kel olan kim?" diye sordu Sarp.

"Saçlarını çizmeye kalem yetmedi."

"Afra'nın saçlarının içini neden boyadın o zaman?" diye sordu Sarp sakince ağlamaya devam ederken.

"Bir kalem daha yok muydu?" dedim öylesine.

"O..." Kutay duraksayıp bana döndü. Oturmaya devam ederken bana aşağıdan bir bakış attı. "Gökhan'daydı. Salonda olduğunu sanmıyorum."

Bir an yüzüne bakakaldım. Kitaplarda not almak için Gökhan kalemi odasına getirmiş olabilirdi. Bu onun geriye bir not bırakabileceği anlamına mı geliyordu? Odasını incelememiştim. Mete ve Kutay'ın da bunu yaptığını sanmıyordum. Tek odaklanabildiğimiz şey onun cesedi ve yerdeki kan olmuştu. Yoksa...

Gözlerimi Kutay'dan ayırıp koltuğa doğru ilerlemeye başladım. Ben koltuğa yaklaşırken Egemen bakışlarını üzerimden çekip önüne döndü. Koltuğa oturduğumda dikkatimi ondan alıp bir Çağrı'ya, bir de Mete'ye baktım. İkisi de boşluğu izliyordu ve en az benim kadar berbat gözüküyorlardı.

"Bir şeyler yemeye çalışın," dedim dikkatlerini üzerime çevirmelerini sağlarken. "Buna ihtiyacınız olacak."

Çağrı bakışlarını bana çevirirken elini kapattığı ağzından çekip yüzünü sıvazladı. "Belki sonra," derken derin bir uykudan uyanmış gibi konuşmuştu. Oysa gözleri aralıktı.

"İyi hatırlattın," dedi Mete bakarak kafasını sallarken. Hafifçe gülümsedi. Yerinden kalkarken yüzünü buruşturdu. "Kolumun ağrısı dayanılmayacak hale gelmeden ilaçları da içmeliyim. Sen içtin mi ilaçlarını abicim?"

"Tabii ki," deyip yalan attım. Ardından hızla ayağa kalkarken, "Dur ben getiririm tepsiyi," diye ekledim aceleyle. Mete benle tartışmadan koşarak dış kapıya gittim ve onun tepsisini elime alıp geri döndüm. Tepsiyi küçük masaya koyduğumda Mete ağlayacakmış gibiydi. Gözleri tuhaf bir ışıkla parıldıyordu. 

Zaman sessizlik içinde akıp geçti. Kutay ve Sarp koltuklara geri döndü. Çağrı birkaç dakikalığına ikili koltuğunda uyuyakaldı. Sıçrayarak uyanmıştı. Ölüm bizle dalga geçercesine kahvaltı tepsilerini alıp yerine akşam yemeği için tepsiler bıraktı. Tepsimi elime alır almaz kendimi mutfağa attım ve ilaçlar hariç her şeyi yedim. İlaçları tekrar çöpe atarken kameralara bir bakış atmakla yetinmiştim.

Ölüm bana bir şeyler söylemek istiyor muydu? Bana verdiği telefonu kırmışken bazı hareketlerime ne tepki verdiğini tahmin edemiyordum.

Salona döndüğümde herkesin az da olsa bir şeyler atıştırmış olduğunu gördüm. Egemen çok bir şey yiyememişti, sadece çorba ve su içmişti. Mete ise tam tersi, çorba hariç bütün yemekleri bitirmişti. Kutay her şeyi yemişti. Çağrı ve Sarp ise yemeye devam ediyordu. Çağrı'nın ağzına uzattığı her kaşıktan isteksizliği belli oluyordu. Sarp ise ağlayarak yemeye çalışıyordu.

Onları izlemeyi bırakıp zihnimin içine gömüldüm.

Gökhan'ın odasına girmem gerekiyordu. Geride bir şey bırakıp bırakmadığını kontrol etmeliydim. Fakat odaya tek başıma girmeyi nasıl başaracaktım? Egemen, Mete ve hatta Çağrı benimle gelmek için ısrar edebilirdi. Gökhan'dan geriye not ya da yazı kalmışsa bunu tek başıma okumalıydım. Gökhan kimseye güvenmek istemezdi.

Ama bana güvenirdi.

Bir yandan Egemen'in bana söylediklerini düşünüyordum. Beni bu kadar sevmesini sağlayacak ne yaşamıştık ki? Onun beni anlattığı gibi ben onu anlatabilir miydim? Dışarıda karşılaşmış olsaydık beni bu şekilde sevebilir miydi yoksa hislerinin tek nedeni uzun zamandır gördüğü tek kız olmam mıydı? İstemsizce aklım Çağrı'nın Gökhan'ın hisleri hakkında söylediklerine de kalmıştı. Ağlama isteği içimde büyürken gözyaşları bu isteğimi yerine getirmemişti. Bir şeyler kursağımda kalmış gibi hissediyordum.

Beni düşüncelerimden çekip alan şey, televizyonun hafifçe aydınlanması oldu. Gözlerim hızla televizyon ekranına kitlendi. "Ölüm burada," dedim hızla. Herkesin bakışları televizyona çevrildiğinde yazılar belirmeye başladı.

ÖLÜM

Son oyuna hoş geldiniz!

Şimdiye kadar olabildiğince dürüst davrandınız ve günahlarınızla yüzleştiniz.

Hatalar yaptınız, birbirinize güvendiniz ve benden nefret ettiniz.

Sıra son tutsakta, Tutsak 3'de.

Gözlerim hızla Egemen'e çevrildiğinde Egemen'i öne doğru eğilmiş, dirseklerini dizlerine dayamış bir şekilde buldum. Televizyona bakarken yüzünde tamamen odaklanma ifadesi vardı. "İşte başlıyoruz," diye mırıldandı.

"İşte bitiyor," diye tekrarladı onu Sarp.

ÖLÜM

Hazır mısın Tutsak 3? 

İsmini söyleyerek başlayabilir misin?

Egemen'in kaşları hafifçe çatılırken ellerini birleştirdi. "Egemen," dedi bunu neden sorduğunu anlamamış gibi. "Egemen Varol." Kendimi hastane sırasında bir konuşmaya şahit oluyormuş gibi hissetmiştim.

ÖLÜM

Onlara ailenden bahset.

Gözlerim tekrar Egemen'e kaydığında bu sorunun onun için zor olduğunu biliyordum. Sadece bana söylediği, benim de Gökhan'la paylaştığım bir sırdı bu. Çenesi kasılırken kesik bir nefes verdi. Ölüm'ün ona bunu soracağını biliyor olmalıydı. "Ailem yok," dedi tekdüze bir sesle. "Yetimhanedeydim. Ne annemi, ne babamı gördüm. Herhangi bir akrabam olup olmadığını bulmaya çalışmadım. Onların beni sildiği gibi ben de onları sildim. Onlar da beni aramaya çalışmadı."

Salonda bir sessizlik oldu fakat kimse tepki vermedi. Egemen kafasını kaldırıp kimsenin yüzüne bakmadı ama ben baktım. Şaşkınlıkları belli oluyordu. Mete'nin yüzünde acımaya benzer bir ifade bile vardı. Yine de kimse bir şey diyemedi. Böyle bir duruma ne denilebilirdi ki?

Yeni mesaj geldiğinde bakışlarım televizyona doğru kaydı.

ÖLÜM

Ailen hayatta mı yoksa sadece seni bırakıp gitmeyi mi tercih ettiler?

"Öldüler," dedi Egemen bir an duraksadıktan sonra.  

Sessizlik daha da derinleşirken bir süre sonra ilk tepki veren kişi Sarp'tı. "Allah rahmet eylesin," dedi kısık sesle. Egemen'in yüzünde herhangi bir duygu belirtisi yoktu. Sarp'ın gözleri ise tüm gün olduğu gibi yine dolmuştu. "Öldükten sonra mı seni-"

Mete onun sözünü kesti, hoş bir soru olmadığını farkındaydı. "Neden bahsetmek istemediğini anlayabiliyorum," dedi kafasını sallarken. "Ailelerimizden konuşurken sessiz kaldığını fark etmiştim ama bunu beklemiyordum. Konuşmadığın için o zamanlar sana boşa çıkışmıştım."

"Anlatacak bir şeyim yoktu," dedi Egemen ona bakarken. "Neyden bahsedecektim ki? Yetimhanede çok arkadaş edindim ve çok arkadaş kaybettim, yemekleri kötüydü ve diğer insanların aksine ben iyi bir üniversite ve burs kazanmak zorundaydım, mı?"

"İyi muamele görüyor muydunuz?" diye sordu Çağrı.

"Çoğunlukla." Bu kaçamak bir cevaptı fakat hiçbirimiz üstüne gitmedik.

Ekranda yeni yazılar belirdi.

ÖLÜM

Neden öldüler?

"Öldürülmüşler," diye düzeltti Egemen. "Bana bu şekilde söylendi." Dişlerini gıcırdatırken sertçe yutkundu. Televizyon ekranından yansıyan ışık yüzünü gölgelendirmişti.

"Kaza mı?" diye sordum kendime engel olamadan.

"Detayları bilmiyorum," dedi bana dönmeden.

Ölüm benim aksime ısrarcıydı.

ÖLÜM

Hadi ama...

Bunu kim yaptı?

Kısa bir sessizlik oluştu. "Bilmiyorum," dedi Egemen.

Kutay, "Biraz oynamanı izleyelim bakalım," diye geveledi ağzının içinde.

"Ne havlıyorsun oradan?" dedi Egemen ters bir sesle. Gözleri onu hapsine almıştı.

Kutay sakin bir şekilde gülümsedi. "Hiç." 

Ölüm mesaj atmasaydı Egemen her an kalkıp onu boğazlayabilecekmiş gibi duruyordu.

ÖLÜM

Demek bilmiyorsun...

O zaman adımları takip edelim.

Hayatını anlatmaya başla.

Yalan istemiyorum.

Egemen bakışlarını Kutay'dan ayırıp derin bir nefes aldı. Dikkatini ekrandan ayırıp bedenini bize doğru çevirdi fakat hiçbirimizin yüzüne bakmadı. "Yetimhanede yetiştim. Kendimi hatırladığım ilk anlardan itibaren bir sürü çocuğun arasındaydım. Büyüdüm. Şartlardan yakınma şansım çok yoktu. Bana yardımcı olan onlarca iyi insanlar ve birçok arkadaşla tanışmıştım. Fakat oranın kurtulmam gereken bir yer olduğunu biliyordum. Normal bir insanmışım gibi hissettirmiyordu. Her saniye kimsesiz olduğumu ve bu kimsesizliğimi başkalarının varlığıyla doldurmaya çalışıyormuş gibi hissediyordum."

Kendinden tiksiniyormuş gibi yüzünü buruşturdu. Bir an duraksadı. Bana kısa bir bakış attı. "Üniversite sınavı benim kaçış noktamdı. En iyisi olmam gerektiğini biliyordum ve on sekiz yaşıma kadar zamanımın çoğunu çalışarak geçiriyordum. Dereceye ve derecenin getireceği burslara ihtiyacım vardı. Sonunda Koç'ta bilgisayar mühendisliği kazandım."

"Oha," dedi Sarp birden. Hepimizin dikkati ona kaydığında ağzını kapatıp, "Özür dilerim," dedi kısık bir sesle. Yutkundu. "Koç biraz şey..."

"İyi," diye ekledi Egemen kafasını sallayarak onu onaylarken.

"Neden üniversiteni söylememiştin?" diye sordu Mete tek kaşını kaldırıp.

"Gerek duymamıştım," dedi Egemen basitçe. Boğazını temizleyip devam etti: "Hayatım normal insanların hayatına biraz olsun yaklaşmıştı. Zeki insanlarla tanışmıştım. Nereden geldiğimden utanmıyordum fakat nereden geldiğimi sormayı bile düşünmeyecek kişiler istiyordum. Öyle insanlar da buldum. Fakat hiç kimseyle tam anlamıyla samimi olmadım. Bu ortamda herkesin arkadaşlığı biraz yüzeyseldi."

ÖLÜM

Hasta olduğunu ne zaman fark ettin?

Egemen buna hemen cevap vermedi. Bir süre bekledikten sonra derin bir nefes aldı. Bana bakmasını bekledim fakat o sadece kafasını eğmekle yetindi. "Periodik Kusma Sendromu sınava hazırlandığım son yıldan beri vardı. Migreni tetikleyen her şey kusma isteğimi tetikliyordu. Bunun mantıklı bir nedeni olmak zorunda değildi. Buraya girmeden birkaç ay önce birinci evre mide kanseri olduğumu öğrendim."

Egemen'in hastalığı... Kanser miydi?

Göğsüm sıkışırken gözlerim sızladı. Bir elimi göğsümün üzerine götürürken Egemen'in kıpırdamadan duruşunu izledim. Kafamı hızla kaldırıp diğerlerine baktığımda hiçbirimiz söyleyecek bir şey bulamadık. Sadece aptal aptal birbirimize bakıyorduk.

"Burada olduğun sürece boyunca kanser miydin?" diye sordu Çağrı inanamıyor gibi.

"Evet," dedi Egemen omuz silkerek. "Gittikçe daha da kötüleşti. Mide bulantısı ve... Diğer şeyler." Alt dudağını ağzının içine yuvarlayıp doğruldu ve koltukta geriye yaslandı. "Mide kanserinin son evrelerinde kan kusma başlar," diye ekledi gözlerini televizyona sabitlerken. "Ölüm'ün beni öldürebilecek olması pek de sikimde değil. Her türlü geberiyorum."

"Dışarıda tedavi olabilirdin," dedi Mete kaşlarını çatarak. "Kanser Ölüm kadar kesin ve tehlikeli olamazdı."

Egemen, Mete komik bir şey söylemiş gibi kısa bir kahkaha attı. Kafasını sağa sola sallarken saçları da onunla birlikte hareket etti. "Kanser tedavisini kabul etmedim," dedi gülüşü tamamen solduğunda. "Yaşamak istemiyordum. Yeterince açık oldu mu?"

"Yani buradayken de yaşamaya çok meraklı değildin?" dedi Sarp sorarcasına.

Egemen kafasını sallayarak onu onayladı.

ÖLÜM

Seni neyle suçlayacağımı biliyor musun?

"Hayır," dedi Egemen. Yalan söylüyordu. Hafıza kaybından dolayı Ölüm onu çok rahat suçlayabilirdi. Bunu farkındaysa neden kendi ağzıyla söylemiyordu? Ölüm her türlü bizi duymuştu. Yanağımın içini ısırırken tartarcasına onu süzdüm.

Sarp boğazını temizledi. "Birinin kadını sarhoş ettiğini, birinin teşvik ettiğini ve..." diye başladı. "Birinin onu öldürdüğünü ima etmişti. Muhtemelen seni annesinin ölümüyle suçlayacak."

"Bunun için elinde kamera kayıtları olmalı," dedi Egemen. "Sizde her şeyi kamera kayıtlarıyla göstermişti ve detayları anlatmıştı. Ya da ses kayıtları dinletmişti, değil mi?"

"Kanıtsız bir şeye inanacak değiliz zaten," dedi Çağrı elini havada sallayarak. "Sıra Ölüm'ün saldırısında."

ÖLÜM

O zaman şöyle başlayalım...

Hayatında kaç kişiyi öldürdün?

Egemen gözlerini bir kere kırptı. "Kimseyi?" dedi sorarcasına. "Hapse girdiğim bir dönem de, tutuklandığım da olmadı. Senin gibi parası olanlar dışında kimse böyle bir suçtan temiz çıkamaz."

"Yoksa aileni mi öldürdün?" diye sordu Kutay bir anda. Egemen'in tekli koltuğunda otururken belli belirsiz bir nefretle Egemen'e bakıyordu. 

Kaşlarım istemsizce çatıldı. "Ne söylediğini farkında mısın sen?" diye çıkıştım ister istemez. "Annesi ve babasını hiç görmediğini söyledi."

Kutay alayla sırıtarak bana baktı. "Her söylenilene böyle kolay inanır mısın?" 

"Kes sesini," diye tersledim onu.

ÖLÜM

Annemi sen öldürdün.

Ve bunu biliyorsun.

Boğazıma bir yumru oturdu. Ölüm bizim katil olduğunu söylemişti ama hiçbir zaman birimizi direkt olarak onu öldürmekle suçlayacağını düşünmemiştim. Her birimizi bir şeylerle suçlamış ve bazı kanıtlar sunmuştu. Egemen'e söylediği için kanıt sunabilecek miydi? Eğer... Eğer Egemen'in annesini öldürdüğünü bize kanıtlayabilirse ne olacaktı? Egemen'in hafıza kaybı bununla mı alakalıydı? Parmaklarım hafifçe titremeye başlamıştı.

Egemen anında bize dönmüştü. "Böyle bir şey olmadı," dedi hızla. "Hayatımda kimseyi incitecek bir şey yapmadım. Kimseyi. Ölüm'ün annesini tanımıyorum bile! Onu görmedim de. Bize izlettiği video kaydındaki yeri bile bilmiyorum. Kadın oradan atlayarak intihar etmemiş miydi zaten? Gökhan bunu söylememiş miydi?"

ÖLÜM

Annemi çok iyi tanıyorsun ama hafızan bazı şeyleri hatırlamana izin vermiyor, değil mi?

"Hafıza kaybı geçirdim," dedi Egemen yutkunurken. "Hafıza kaybı geçirdim fakat hatırlamadığım dönemde hiçbir şey yapmadığımı biliyorum. Bana anlattılar. Neler olduğunu, neler yaptığımı ve... O dönem normal bir öğrenciydim. Hafıza kaybım sonrasında bir süre üniversiteye bile gitmedim."

Egemen neden paniklemişti?

ÖLÜM 

Hafıza kaybı falan geçirmedin.

Yalan söylüyorsun.

Yalanları sever misin sevgili Tutsak 3?

Egemen derin bir nefes aldı. Sakinleşmeye çalışıyor gibiydi. "Burada tek yalan söyleyen sensin," dedi kendinden emin bir şekilde. "Söylediklerini kanıtlayabilecek misin?" Ölüm'e karşı ters bir oyun yapıyordu ve yaptığı mantıklıydı. Aksi takdirde... Ölüm kanıt sunmasa bile şüphelerimizi beslemeyi başaracaktı.

ÖLÜM

Bu konuşma tamamen yalandan ibaretti.

Bunu ikimiz de biliyoruz, değil mi?

"Hayır, değildi," dedi Egemen allak bullak olmuş bir yüz ifadesiyle. Bir an sonra yüzünde tanıdık, agresif ifade belirmişti. Gözleri kameranın üstündeydi. "Ne sikim sallıyorsun sen?"

"Egemen Varol olman bile mi?" dedi Sarp tuhaf bir sesle. "Tamamen rol mü yapıyorsun?"

"Salak herif," diye çıkıştı Egemen. Alnında bir damar seğirmeye başlamıştı. "Onun dediği her şeye ne zamandan beri anında inanıyorsun?"

"Hey hey," dedi Çağrı ellerini kaldırırken. "Biraz sakin olun!"

"Şu saniyeden sonra imkansız gibi," dedi Kutay alçak sesle. Olan biteni izliyordu.

Mete dünyanın en doğal hareketiymiş gibi üçlü koltuktan kalktı ve Egemen'le benim arama oturdu. Bana attığı bir bakış yaptığı hareketin nedenini anlatmaya yetmişti. Egemen'in yanında oturuyor olmam onu tedirgin etmişti ve benim ona yakın olmamı istemiyordu.

ÖLÜM

Kanıt mı istiyorsun?

Kanıt sözlerim.

Seçimini yapabilirsin.

"Ne seçimi?" dedi Egemen.

Silah çekilme sesi kulağımı doldurduğu anda kafamı çevirdim. Kutay tekli koltuğun arkasında ayakta duruyordu. İki eliyle birlikte tuttuğu bir silah elindeydi ve silahı Egemen'e doğrultmuştu. Dehşet tüm vücudumu felç edercesine üzerimde gezinirken boğazım düğümlendi. "Senin seçimin değil," dedi gergin bir sesle. "Benim seçimim."

"Biliyordum!"

"Ananı avradını sikeyim!"

"Has-"

"Afra, arkama!"

Sadece, "Ne?" diyebildim düz bir sesle. Diğer herkes ise hızlı tepki vermişti. Mete hızla ayağa kalkıp önüme geçerken beni tek koluyla çekip ayağa kaldırdı ve koltuktan iyice uzaklaştırdı. Çağrı da koltuğundan takla atarak kalkmış, olabildiğince geri çekilmişti. Sarp ellerini başının etrafına sarmış bir şekilde mutfağın tarafına doğru kaçmıştı. Egemen ise dehşete düşmüş yüzüyle sadece koltuğun arkasına geçebilmişti.

Kutay silahı Egemen'e doğrultmuştu.

• • •

• • •

Kutay'ın şaheseri ekstrası:

Sarp'ın saçları: Hak ettiysem eyvallah. Kimin kim olduğunu anlayabildiniz mi?

Bölüm yazmaktan çarpıldım artık şu an tek tek bölüm kaosları sorusu soramıyorum... O yüzden tepkilerinizi buranın altına alayım direkt ♥ Diğer bölüm artık bir şeyleri anlayacaksınız hehehe (Ya da çoktan anladınız)

Seviliyorsunuuz! ♥

İnstagram: Limaeibooks

Tiktok: i.limae

Twitter: ilimaei

Continue Reading

You'll Also Like

TUTSAK By Elsa

Mystery / Thriller

76.9K 2.7K 37
"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevleri de"
2.4K 1.1K 22
Kapak tasarımı için @hayalliruzgarlar çok teşekkür ederim Senaryo yazmayı merak edenler için ders niteliğinde paylaşmak istedim. Not: İçindeki bilgil...
162K 4.2K 1
Tanıtım bölümüne göz atınız... Kaçak Prenses 1'in devam kitabıdır.
1K 287 16
Risale-i Nur'u okudukça ömrün sonuna kadar imanımız, amel-i salih olarak davranışlarımızı disipline ediyor. Amel-i sâlih de imanımızı arttırıyor ve i...