KUTSAL YA DA BEYAZ

Von Grimoiress

5.6K 1.7K 1.1K

Arada gri olmadan, başka tonların katılmadığı... Sahnenin sadece iyi ve kötüye yer ayırdığı... Siyahın yerini... Mehr

ÖN SÖZ
1 ∞ Başlangıç
2 ∞ Gölge
3 ∞ Tanışma
4 ∞ Geçmiş hatıralar
5 ∞ Lily
6 ∞ Geçmişin bedelleri
7 ∞ Nefret tohumu
8 ∞ Kan bağı
9 ∞ Anlaşma
10 ∞ Kanlı sanat
12 ∞ İkilem
13 ∞ Amansız mücadele
14 ∞ İçsel savaşlar
15 ∞ İlk veda
16 ∞ Yeni baştan
17 ∞ Tuzak
18 ∞ Ateşkes
19 ∞ Şah Mat
20 ∞ Lotus

11 ∞ Yüzleşme

251 80 62
Von Grimoiress

_____________________________________________

Luke'un ağzından;

Korku, aklın katilidir. 

Korku, mutlak yıkım getiren küçük ölümdür. Korkumla yüzleşeceğim.

Onun etrafımdan ve içimden geçip gitmesine izin vereceğim. 

Ve geçip gittiğinde, ben hâlâ burada olacağım.

Hazırım, artık yüzleşelim!

2022'NİN SON GÜNÜ, YILBAŞI AKŞAMI

MATTHEWS MALİKANESİ

23:00

Bu gece saat 00:00 olduğu zaman, 365 günlük yeni bir defterin ilk sayfası açılmış olacak. 

Herkes için yeni umutların, dileklerin ve hedeflerin olduğu bu özel zaman dilimi, benim içinse; geride bıraktığım binlerce asrın yazılı olarak durduğu tozlu defterler arasında, rafa kaldırılacaktı. 

Maggie ve Abigail,

Matthews malikanesinin büyük salonunda, yılbaşını kutlamak istemişlerdi. Daha önce en son ne zaman kutladığımı bile hatırlayamadığım yılbaşı için, onlara onay vermiştim. 

Onay vermemle birlikte bütün hazırlıklara heyecanlı bir şekilde sabahtan başlamışlar ve yeni yeni bitirmişlerdi. Dağın arkasında duran askeride salona davet etmiş, onlarında katılmasını istemiştim. İçeride oluşan kalabalığı ise, salonun büyük camının önünde duran siyah koltuğa oturarak izlemeye başladım. 

Bakışlarımı Abigail ve Maggie'ye çevirdiğim zaman, salonun ortasında duran büyük yılbaşı ağacının süslerini seçiyorlardı. Askerlere baktığım zamansa hepsi hazırlanan masaya oturmuş sohbet ediyorlar, gülümsüyorlar, mutlu gözüküyorlardı. 

Matthews malikanesinin koridorlarındaki duvarlarda bulunan, Slyvia'nın insan kanıyla çizerek astığı her tabloyu Maggie ve Abigail eşliğinde kaldırtmış ve bekçilere yaktırarak yok ettirtmiştim.

Duncan, ''Efendim, bir arzunuz var mı?'' diye sorarak yanımda belirdi.

''Efendim yerine, ismim ile hitap etmeni söylemiştim Duncan.'' diyerek yüzüne baktım.

Duncan, ''Ö-Özür dilerim efen- Luke.'' diyerek gözlerini yere çevirdi.

Oturduğum koltuğun karşısında duran siyah koltuğa oturması için, parmağımla koltuğu işaret ettim.

Duncan, ''Oraya oturabilir miyim?'' diye sordu tedirgince.

Derin bir iç çekerek ayağa kalktım. Duncan'a doğru yürümek istediğim zaman, bir adım geriye gitmişti. Olduğum yerde ona baktığım zaman, onun sürekli komut alarak söyleneni yapmış ve yapmazsa yüzünde duran kesik izlerinden cezalandırılmış olmasını kendime benzettim.

Çünkü Duncan ile tam olarak aynı olmasak bile, geçmişte Hodrick ile yaşadığım zamanlar bana verdiği kesikler Duncan'a verilen zarar gibi fiziksel değil, ruhsaldı...

Duncan'a bakıp gülümsedim ve ona yaklaşıp önünde durdum. İki elimi ona doğru kaldırarak, kollarına koydum. Gözlerini yerden çevirip önce tedirgince ellerime baktıktan sonra, dudaklarının altı titreyerek gülümsemiş ve yüzüme bakmıştı.

''Emirlerimi, kendi isteğin ile yerine getirdiğini unutma. İstediğin zaman özgür olduğunu biliyorsun öyle değil mi? Emirlerimi istek olarak, beni ise bir dostun olarak gör Duncan.'' dedim gözlerine bakarak.

''Yeni yıl bana sizin dostluğunuzu kazandırdı. Mutluluk duyuyorum.'' diyerek cevap verdi.

Onun kollarına doğru uzattığım ellerimi indirdim ve gülümseyerek yere doğru bakıp sol koluna doğru bir kere yavaşça vurdum. Gülümseyerek kafamı yukarı kaldırıp ona baktığım zaman karşımda Duncan değil, George duruyordu.

Gülümsemem duruyordu fakat yutkunmuştum. Ona sarılmak istiyordum ve sarılmak için adım atarken, koluma birisi girmişti. 

Bakışlarımı koluma girenin kim olduğunu anlamak için hızlıca sağa çevirdim. Abigail yanıma gelmişti. Bir şeyler söylüyordu, fakat dediklerini anlamıyordum. Bakışlarımı tekrar karşıma doğru çevirdiğimde George yoktu. Onun yerine Duncan bana bakıyordu. 

Gözlerim doluyor gibi hissettim. Bu nedenle hemen gözlerimi kapatıp, siyah çizmelerimi düzeltiyor gibi yere eğildim. Kendimi hızlıca toparladıktan sonra kalkıp Abigail'e döndüm.

Abigail, ''Neredeyse yeni yıla girmek üzereyiz Luke! Maggie'nin sana bir sürprizi var!'' dedi heyecanla yerinde zıplayarak.

Maggie, Abigail'in arkasından çekinerek gelip beyaz ve üstü mavi fiyonklu bir kutuyu bana doğru uzattı. Uzun süredir hediye almıyordum, heyecan duyduğumu hissettim. Kutuyu elinden kibarca gülümseyerek alıp teşekkür ettikten sonra, fiyongunu açarak kapağını kaldırdım. 

İçerisinde gördüğüm resme baktığım zaman, az önce tutmaya çalıştığım göz yaşlarımı tekrar kontrol etmeye çalıştım. Fakat kontrolümden çıkmış, sadece sol gözümden yaş süzülmüştü. 

Koridorlarda asılan tabloların arasında farklı bir yere asılmış olan, annem Marisa ve Slyvia'nın resmini ortadan kesmişti. Sadece annem Marisa'nın fotoğrafını ve yanına bir adet beyaz gül koymuştu. Abigail ve Maggie'ye doğru tam başımı kaldırmak üzereyken ikisi birden;

''Mutlu yıllar!'' diye bağırıp gülerek bana doğru koştu. Sağ koluma Maggie, sol koluma Abigail sarılmıştı. Duncan bana bakıp gülümsüyor, askerler ise bana doğru kadeh kaldırıyordu. 

İçimde, adını mutluluk koydukları duyguyu çok yoğun hissetmiş, fakat salonda gözlerim abim Jayden'ı aramıştı. 

Salonda kutlamalar devam ediyor ve zaman ilerliyordu. Saate baktığım zaman, gece 1'e yaklaşmıştı. Herkesin yeni yılını tekrar kutlayarak, onlarla vedalaşmış ve malikaneden hızla kasabaya doğru yola çıkmıştım.

01:00

Kasabaya vardım ve Carrie'nin evinin önüne geldim. Penceresine yaklaşarak, içeriye baktım. 

Carrie'nin ailesi ve Giselle, yeni yılı ufak bir pasta ile kutlayarak gülücükler saçıyordu. Carrie'nin babası elinde tuttuğu 2 adet kırmızı kutuyu Giselle ve Carrie'ye uzattı.

Giselle ve Carrie kutuları hızlıca açtıktan sonra sevinçten zıplamaya ve gülmeye başladılar. Açtıkları kutuların içerisinden, ikisine de birer tane anahtar çıkmıştı.

Bu anahtarda neydi? Hiç bir şey anlamayarak, sadece izliyordum.

Konuşmalarını dinlemeye başladım ve anladığım kadarıyla, Carrie'nin babası, Giselle'in penceresinden bırakmış olduğum yüklü miktardaki para ile ikisine de ev almış ve aldığı evlerin anahtarlarını hediye etmişti. Bütün bu gülüşmeler, kasabadan taşınıyor olmalarının sevinciydi.

Bir yandan çok mutlu olmuştum. Giselle için, ailesinin mezarı olan bu kasabadan gitmesi iyi olacaktı. Öte yanımsa tedirgindi. Uzak bir yere taşınacak olursa onun yanına eskisi kadar hızlı gelemez, takip edemezdim. 

Daha sonra, Carrie'nin annesi elinde tuttuğu kahverengi bir kutu ile Giselle'e doğru yürüdü. Yeni yılını kutlayarak ona sıkıca sarılıp, elindeki kutuyu uzattı.

Giselle, kutuyu heyecanla alıp teşekkür ettikten sonra kutunun kapağını merakla açtı. İçerisinden cildi yıpranmış ve kadife kaplı bir albüm çıkarttı. Albümün ilk kapağını açtığı zaman önce gülümsemiş, sonra ağlamaya başlamıştı. Bu albüm, onun aile albümüydü. Carrie konuyu değiştirmiş ve korsan esprileri yapıp onu gülümsetmeye çalışıyordu.

Arkamı dönerek pencerelerinden uzaklaştım. Malikaneye geri dönmeyerek, ormana girdim. Sabah olunca nereye taşındıklarını bilmem gerekiyordu, bu nedenle ormanda bulduğum yüksek ve dalları kalın olan bir ağacın üzerine çıktım.

Dallarından bir tanesine uzanır halde oturarak, güneşin doğmasını bekledim...

ERTESİ GÜN

Carrie ile Giselle sonunda bütün hazırlıklarını yapmıştı. 

Carrie'nin babası ise bantlı kolileri bahçelerinin önünde bulunan, kasalı beyaz bir aracın açık bagajına yerleştiriyordu. Bütün koliler bagaja yerleştikten sonra hepsi sarılarak vedalaştılar.

Carrie ve Giselle araca doğru yürümüş, gülümseyerek araca binmişlerdi. Carrie direksiyonun başına geçip aracı çalıştırıp sürmeye başlamıştı. Giselle ise hemen yanında duran koltuğa oturmuş, aracın camını açarak Carrie'nin ailesine el sallıyordu. 

Carrie'nin iki ormanın arasında kalan yolda sürdüğü arabasını, sol tarafta kalan ormanlık alandan hızla koşarak takip ediyordum.

Carrie aracını şehre yakın, kasabaya ise çok uzak olmayan bir apartmanın önüne park etti. Durdukları apartmanın arka tarafı ormanlık alandı. Ormanda durarak onları izledim.

Araçtan indikleri zaman, Giselle Carrie'ye doğru dönüp burası benim evim mi? diye sordu. Carrie'nin evet diyerek cevap vermesi beni inanılmaz mutlu etmişti. Çünkü burası benim kaldığım malikaneye bir tık uzak kalsa bile, düşündüğüm kadar uzak değildi.

İkisi de araçtan indi. Birbirlerine Korsan G ve Korsan C diye sesleniyor, şakalar yapıyor, aracın bagajına doğru yürüyorlardı. Fakat apartmanın içerisinden yanlarına uzun boylu ve siyah ceketli bir adam yürümeye başladı. Onlara bu apartmanda yaşadığını söyleyerek selam verdi.

Bu adam, kolilerin ağır olabileceğini ve taşınması için yardım etmek istediğini söylemişti. Carrie ve Giselle teşekkür edip bu adamın teklif ettiği yardımı kabul etti. Sonrasında adam kolileri alarak apartmanın içerisine taşımaya başladı. 

Keşke ben yardımcı olabilseydim diye geçirdim içimden...

Eşyaların taşınması bitmiş olacaktı ki Carrie ve Giselle apartmanın altına tekrar indiler.

Carrie, Giselle'e doğru bakarak;

''Senin evine sadece 2 sokak ötede oturuyorum Korsan G. Adresimin konumunu sana mesaj olarak yollayacağım.'' diyerek başındaki bandana ile tek gözünü kapatıp selam verdi. Daha sonra aracına binmiş, sürmeye başlamış ve gitmişti. Giselle ise arkasını dönerek dairesine çıktı.

Giselle'in hangi katta ve hangi dairede kaldığını öğrenmek için, gece olmasını bekledim.

01:00

Sol işaret parmağımı keskin ön dişlerime hafifçe bastırdım. Parmağımın ucundan akan kanı ise, sağ işaret parmağımda takılı olan yüzüğe doğru sürerek gölge formuna geçtim. Yüzüğün en sevdiğim yanı, bedenimin üzerinde sağladığı şeffaflıktı.

Bu sayede her nesnenin içerisinden geçebiliyor olmam, muazzamdı...

Apartmanın duvarları arasından hızlıca geçerek, Giselle'i aramaya başladım. Giselle'i apartmanın 4.katında, koridorun sonundaki dairede buldum. Dairesinin duvarları içerisinde durup onu ve odasını inceledim. 

Giselle duvara bitişik konulmuş yatağının üzerinde, çok derin bir şekilde uyuyordu. 

Yatağının karşısında duran siyah deri koltuğa oturup, bir süre onu inceledim. Çok güzel ve masum gözüküyordu. Yavaşça ayağa kalkıp, yatağının yanında diz çöktüm. Saçlarına dokunmak ve yüzünü sevmek istiyordum. Ona ne zaman bakarsam bakayım, gözümün önüne onun babası, benimse en iyi arkadaşım George geliyordu. 

Tek elimi yavaşça kaldırıp saçlarını sevmek için uzattığımda, ona dokunamamış ve elimi yavaşça geri çekmiştim. Ayağa usulca kalkıp, yavaşça arkamı döndüm. Hızlıca daireden çıkarak malikaneme gitmeye başladım.

1 AY SONRA

MATTHEWS MALİKANESİ

1 ay boyunca aralıksız olarak her gece 1'de Giselle'in dairesine gittim. 

Fakat canımı oldukça sıkan ve beni çok rahatsız eden bir durum vardı. 

Odamda dört dönüyor ve bu durumu düşünüyordum.

1 ay boyunca Giselle'e her gittiğimde, kolilerin taşımasına yardımcı olan siyah ceketli adam dikkatimi çekmeye başlamıştı. Başta pek aldırış etmemiş, önemsiz bulmuştum. Ama zamanla bir tuhaflık sezdim, bu tuhaflık oldukça irrite edici olmaya başladı. 

Siyah ceketli adamın beni göremeyeceği şekilde 1 ay boyunca onu izlemiştim.

Bu adam her gece Giselle'e gittiğim saatlerde, hiç durmadan apartmanın altına iniyor, park edilen araçların arasında bekliyor, apartmanın uzun koridorlarının ortasına oturuyordu. Yine de görmezden geliyordum. Ta ki, Giselle'in daire kapısının önünde durup, beklediği güne kadar. 

Sağ koluna taktığı gümüş saatine bakıyor, kendi kendine fısıldıyor, şizofrence hareketler yapıp duruyordu. Bu tavırları canımı sıkmış, şüphelenmemi sağlamış ve beni öfkelendirmişti.

Giselle'i ufakta olsa şüphe duyduğum bir yerde bırakamaz, riske atamazdım. Odamın içerisinde bir sağa bir sola doğru hızla yürüyerek, volta atarcasına dolanırken birden olduğum yerde durup kapıya doğru yüksek bir sesle bağırdım.

''Duncan!''

Duncan, ''Evet Luke?'' diye sordu kapının arkasından.

''İçeri gel.'' dedim.

Duncan, kapıyı açıp içeri girdi ve kapıyı örterek hemen bana doğru baktı.

''Bugün, rengi mat siyah ve yüksek bir Jeep satın alacaksın. Daha sonra kağıda bir adres yazacağım, aracı satın aldıktan sonra yazdığım adrese gideceksin ve beni orada bekleyeceksin.'' dedim.

Duncan, ''Elbette Luke.'' dedi.

''Abigail!'' diye bağırdım.

Abigail odamın kapısını açıp içeri girerken arkasında Maggie'de vardı.

Abigail, ''Efendim Luke?'' diyerek çekingen bir halde yüzüme baktı.

''Bana şiirlerini yazdığın boş bir sayfa ve kalem getir.'' dedim.

Hızlıca odadan çıktı ve kendi odasına girip aldığı kalem ile boş kağıdı koşar adımlarla tekrar odama gelip bana doğru uzattı.

''Teşekkürler Abigail, müsaadenle.'' diyerek odadan çıkması için bakışlarımı kapıya çevirdim.

Abigail ve Maggie odadan çıktıktan sonra, hızlıca yatağımın önünde duran siyah masaya boş kağıdı yerleştirip üzerine Giselle'in oturduğu apartmanın adresini yazdım. Kağıdı hızlıca 4'e katladım ve Duncan'a doğru uzattım. Duncan kağıdı elimden aldı ve ona doğru bakıp;

''Adres burada yazıyor Duncan. Apartmana  yakın durmadan, sadece etrafını tamamen görebileceğin bir şekilde aracını park et. Aracın içerisinde insanmışsın gibi otur, vampir olduğunu belli etmeden gözle. Geceleri sürekli gezen, siyah ceketli bir adam göreceksin. Gözün üstünde olsun.'' dedim.

Duncan, bana onaylarcasına bakış attıktan sonra arkasını dönerek hızlı adımlarla odamdan çıkmıştı. Bense odamdan çıktım ve salona doğru yürüdüm.

Abigail ve Maggie salondaki koltuğa oturmuş, sohbet ediyorlardı. Yan yana oturdukları koltuğun karşısında duran koltuğa geçip oturarak, sohbetlerine katıldım. 

Havanın kararmasını bekliyordum.

01:00

Gece olmuş ve Giselle'in kaldığı apartmanın arkasındaki ormanlığa varmıştım. 

Apartmanının hemen ilerisinde, istediğim Jeep'i satın almış ve park halinde duran Duncan'ı gördüm. Aracın içerisinde oturmuş, etrafa bakıyordu. Ormanda yüzükle gölge formuna hızlıca geçiş yaparak Giselle'in dairesine girdim. Duvarlarının içerisinde durarak onu izliyordum. 

Giselle bu gece uyumamıştı ve elinde tuttuğu aile albümüne bakıyordu. İyi gözükmüyordu, hüzünlüydü. Albüme uzun uzun baktıktan sonra penceresini açarak sigara içmeye başladı. Bu hali hoşuma gitmiyordu, bugün onunla kalmak istiyordum. Malikaneye geri dönmedim.

04:00 

Penceresinin kenarına doğru gidip tekrar sigara yaktı. Bir anda burnu kanamaya başladı.

Başı dönüyor, yalpalıyordu. Hızlıca telefonundan Carrie'yi aradı. Ondan yanına gelmesini istedi. Fakat dakikalar geçtikçe daha kötü olmaya başladı. Dairenin anahtarını eline alarak, dış kapıya doğru sendeledi. Hızlıca duvarlardan geçerek bir üst kattaki koridora çıktım. Yüzüğü çıkartıp tekrar takmamla birlikte, gölge formundan çıkmıştım. 

Benimle karşılaşmasının tamamen tesadüfi olmasını istiyordum. Bu nedenle merdivenlerden alt kata iniyor gibi yaparak ona doğru yürüdüm. Daire kapısının önünde elinde tuttuğu anahtarı, kapının deliğine doğru uzatmaya çalışıyordu. Anahtarı elinden düşürdü, gözlerini kapattı ve yere düşeceği sırada onu hızlı bir şekilde tutup kendime çektim.

Kollarımın arasında bana kısık kısık bakan gözleri yavaşça kapanmıştı. Başı geriye doğru düşmüş, burnundan akan kanlar yanağına süzülüyordu. Kollarımın arasında öylece bayılmış, bense onun geriye düşen başını elimle tutarak göğsüme doğru yaslamıştım. 

Tam bu sırada, Carrie'nin koridordan bana doğru koşarken attığı çığlıkları duydum. 

Bütün apartmanı sallayacak kadar yüksek sesle çığlık atıyor, üzerime doğru geliyordu. Susması için ismimin Luke olduğunu, tesadüfen buradan geçtiğimi, Giselle'i görüp yardım ettiğimi söyledim. Çığlık atmak yerine, hastaneye gitmemiz gerektiğini sert bir dille vurguladım.

Carrie, Giselle'in durumunu görünce çaresiz kaldığı için hızlıca ikna olmuştu. Giselle'i kucağıma alarak hızla apartmanın altına doğru indim. Bana kalsa Giselle'i dakikalar içerisinde hastaneye hızlıca koşarak yetiştirebilirdim, fakat özelliklerimi şuan kullanmam imkansızdı. 

Duncan'ın etrafı gözetlediği Jeep'i sürmek zorunda ve insan ırkına mensupmuşum gibi davranmak zorundaydım.

Duncan'ın park ettiği yerden biraz uzakta durarak, araçtan çıkması için ona doğru keskin bir bakış attım. Duncan, içerisinde durduğu Jeep'ten hızla inerken, sürücü koltuğuna aracın anahtarını bıraktı. Aracın kapısını hızla kapatıp gitmişti. 

Jeep'e ilerleyerek Giselle'i arka koltuğa yerleştirdim. Carrie ise arka koltukta Giselle'in burnundan akan kanlara peçete tutuyordu. Giselle'i hastaneye yetiştirebilmek için son süratle sürmeye başladım. 

04:30

Hastaneye varıp aracı hızlıca park etmiş ve hemen araçtan çıkmıştım. Giselle'i kucağıma aldım ve hastanenin içerisine koşar adımlarla taşıdım. Giselle tedavi için odaya alınmıştı. 

Carrie ise benimle birlikte hastanenin koridorunda bekliyor, bana bakıyordu. Giselle'in çıkmasını beklerken, Carrie yanıma gelip benimle tanıştı. Apartmandaki tavrı için özür diledi ve etmiş olduğum yardımdan dolayı teşekkür etti.

09:00

Giselle'in verilen serumların etkisiyle uyumuştu. Carrie ise o kadar panikliydi ki, bir türlü susmuyordu. Carrie'nin artık sakinleşmesi ve susması için, az kalsın onu manipüle ediyordum. Buna gerek kalmadan Giselle ile ilgilenen doktoru, hastane koridorundan bize doğru yürüdü. 

Giselle'in travma sonrası stres bozukluğuna dayalı olarak ruhsal bir rahatsızlık geçirdiğini söyledi. Rahatsızlıktan dolayı bayılıp, burnunun kanadığını ve dinlenmesi gerektiğini en çokta stresten uzak durması gerektiğini anlatıyordu. 

Daha sonra doktor artık bize gidebileceğimizi söyledi. Hızlıca Giselle'in olduğu odaya giderek, yattığı sedyeden yavaşça kucağıma aldım. Arkamdan beni takip eden Carrie ile birlikte hızla hastane koridorlarından, araca yürümüştük. 

Arka koltuğa hızlıca oturan Carrie'nin yanına Giselle'i yatırdıktan sonra hızlı adımlarla sürücü koltuğuna geçtim. Aracı Giselle'in kaldığı apartmana doğru sürmeye başladım.

09:30

Varmıştık. Araçtan inip Giselle'i tekrar kucağıma alıp dairesine götürdüm. İçeri girip yatağına doğru yatırdım. Carrie hızlıca Giselle'in üstüne battaniye örtmüş ve yatağının ucuna oturarak uyanmasını beklemişti. 

Yoğun bir korku hissediyor, gidemiyordum. Bütün rahatsızlığının sebebi, ailesinin kaybı, kasabada çıkan yangın, her şeyin sebebi bizdik. Benim ailem ve bendim. Suçlu hissediyordum. Carrie bugün yaptığım her şey için teşekkür ediyor, bense özür dilemek istiyordum.

Giselle'e bakarken gözlerim çok fazla doluyordu. Elimde duran dokunulmazlık yüzüğünü ona bırakmak ve onun yanında olamadığım her saniye, bensizken de korunmasını istemiştim. 

Parmağımdan yüzüğü Carrie görmeden çıkartıp, koltuğun yanına bıraktım. Bu yüzük belki de ilk defa savaşlarda canileri korumak yerine, masum bir kızı koruyacaktı. Benim artık Giselle'in hayatından yavaş yavaş gitmem gerekiyordu. Carrie görmeden, gözümden yanağıma doğru yavaşça süzülen bir damla yaşı sildim.

10:30

Uyanmıştı...

Geçmişte en iyi arkadaşım George'un kızı, gözlerini ilk defa bana çevirmişti. 

İlk defa yattığı yerde beni görmesine müsaade etmiştim. Ona doğru yürümeye başladım. Ailemin, onun ailesinin ölümüne sebep olduğunu bilmeyerek benimle el sıkıştı. Bense merhaba, ben Luke diyerek soğukkanlı bir katil gibi kendimi tanıtmıştım. Ona bunu yapmaya asla hakkım yoktu. 

O an karar verdim, Giselle bugün beni son defa görecekti. Bir daha onu rahatsız etmeyecektim. Gözlerine baktığım zaman kasabada yaşanan acıyı görüyor, ondan af dilemek istiyordum. 

Saçları annesi gibi, kül rengiydi. Koyu mavi gözleri ise en iyi arkadaşım George'un gözlerine benziyordu. Bana, benim karanlığım kadar derin bakıyordu. Bana bugün ona yardımcı olduğum ve hastaneye yetiştirdiğim için her teşekkür ettiğinde, tarifsiz bir acı yaşıyor ve ağlamamak için kendimi çok zor kontrol ediyordum. Asıl teşekkür etmesi gereken, hatta özür dilemesi gereken tek kişi bendim. 

Ettiği teşekkürü hiç hak etmediğimi biliyordum. Kendimden nefret ediyor, utanç duyuyordum.

Carrie, Giselle ile kalacağını söylemişti. Arkadaşının yanında durmasıyla, yalnız kalmayacaktı. Ona son kez bakarak kendimi zorladım ve gülümseye çalıştım. 

Arkamı dönüp dış kapılarından çıktım. 

Hızlıca apartmandan ayrıldım ve ileride park halinde duran siyah Jeep'e yürüdüm. Duncan içerisinde oturuyordu. Duncan'ın yanına doğru gittim ve aracın camını hızlıca açtığı zaman;

''Gözünü kırpma.'' dedim. 

Malikaneye doğru yola koyuldum.

MATTHEWS MALİKANESİ

6 GÜN SONRA

00:30

Odamın cam kenarında 6 gün boyunca hiç hareket etmeden oturmuştum. 

Ailem yok, abim kayıp ve Giselle'i yüzüğüm ile birlikte bırakmış, her şeyden vazgeçmiştim. 

Olduğum karanlıktan, daha da karanlığa sürükleniyordum. Hiç kimse kalmamıştı...

Ravena malikanesini yakmadan önce yanıma sadece, annemin söğüt ağacı biblosunu ve Lily'nin kolyesini almıştım. Bibloyu ve kolyeyi karşıma koyarak, öylece bakınıyordum. 

Ben abim Jayden'ı bunca zamandır arıyorken, o nasıl beni hiç aramıyordu? İçimde büyük bir kızgınlık ve burukluk vardı... Sadece camdan bakıp düşünüyordum...

Duncan, ''Luke?'' diyerek bağırdı. Öfkeyle bakışlarımı kapıya çevirdim.

''Neden sesini yükseltiyorsun!'' diyerek ona bağırdım.

Duncan, ''Luke! Gözetle dediğin adamı gözetliyorum ve tuhaf bir şeyler dönüyor!'' dedi.

''Ne oluyor?!'' diye sorarak koltuğumdan kalktım.

Duncan, ''Gece gözetlediğim siyah ceketli adam, başka bir adamdan emir aldı. Apartmanın karşısındaki ormanlığa girdiler ve büyük bir topluluk vardı! Hepsi siyah ceket giyiyordu!'' dedi.

''Nasıl bir topluluk?!'' diye sordum yüksek sesle.

Duncan, ''İnsan ırkından olmayan bir topluluk...'' diyerek korku dolu bakıyordu.

Giselle... Riskli bir yerdeydi ve her şey olabilirdi...

''Gidelim!'' dedim bağırarak. 

Duncan ile Giselle'in evine doğru yola çıktık.

01:30

Duncan, Giselle'in apartmanının 4.katını görecek yükseklikte ve yakınlıkta bir yere aracı park etti. Giselle'in dairesine baktığım zaman, perdeleri açık fakat odanın ışığı kapalıydı. Muhtemelen uyuyorlardı.

Bakışlarımı Giselle'in bir üst katında oturan ve ışığı yanan dairenin penceresine çevirdim. Penceresine kollarını yaslayarak oturan ve dışarıyı izleyen yalnız bir adam görüyordum.

02:00

Yarım saat geçmişti ve üst kattaki adamı izlemeye devam ediyordum. Adamın arkasında bir anda şüphelendiğim siyah ceketli adam belirmişti. Öylesine hızlı bir şekilde perdeleri kapatmıştı ki, görüş açım engellenmişti.

Jeep'in içerisinde buz kesmiş halde bakakalmıştım. Hızlıca Jeep'ten dışarı çıktım. Duncan arkamdan seslendi fakat cevap vermeden sadece apartmana koşuyordum. O adama karşı duyduğum şüphelerde haklı çıkmıştım, o bir insan değildi. 

Hızlıca ormandan gölge formuna geçerek apartmana girmek istediğim zaman, yüzüğün parmağımda olmadığını ve Giselle'e verdiğimi hatırladım. 

Ormanın içerisinde öylece kalakalmış, ne yapacağımı düşünmeye başlamıştım. Apartmana girsem dahi duvarlarından geçemeyecek, üst katta olup biteni göremeyecektim. Durduğum yerde deli gibi plan kurmaya çalışıyordum. 

O kadar çok düşünmüş olmama rağmen stresten plan kuramamıştım. Zaman kısıtlıydı. Artık her ihtimali göz önüne aldım ve ormandan apartmana doğru tam gitmek için adım atmıştım ki, aniden durmak zorunda kaldım. Apartmanın önüne doğru bir sürü polis ekibi, ambulans, olay yeri inceleme ve dedektifler gelmişti.

Hızlıca ormandan Giselle'in dairesini göreceğim bir yere doğru çıktım. Giselle'in dairesinin ışığı açılmış ve içeriye hızla giren polis ekiplerine, Carrie ile birlikte ifade veriyordu. Giselle, pencere önünde sırtı dönük bir şekilde duruyorken ona odaklandım. Zihnimde ona verdiğim yüzüğü, pencereden aşağı attığını resmederek manipüle ettim. Giselle yüzüğü bahçeye doğru atmıştı.

Ormandan hızla çıkıp bahçeye doğru koştuğumda beni gören 4 polis memurunu manipüle ettim ve beni gördüklerini onlara unutturdum. Yüzüğü hızla alıp sağ işaret parmağıma taktım ve dudağımı ısırıp akıttığım kanı yüzüğe bulaştırarak gölge formuna geçtim. Hızla apartmanın duvarlarından geçerek Giselle'in dairesinin duvarlarına gizlendim. İçeride ifade vermeye devam ediyorlardı, oradan hızla uzaklaşıp üst kata çıktım. 

Siyah ceketli adam, elini tuttuğu bir kadınla polise ifade veriyor ve ağlıyordu. Polislere cinayetin nasıl işlendiğini görmediğini, ölen adamın açık kalan yarım kapısından tesadüfen gördüğünü anlatıyordu. 

O kadar ikna edici yalanlar söylüyordu ki, neredeyse ben bile ikna olacaktım. En son o odada olan kendisiydi, cinayeti işleyen kendisiydi! Onu ölen adamın dairesinde görmüştüm! İfade vermesinin bitmesini sabırla bekledim...

03:00

Siyah ceketli adam yanındaki kadın ile rol yaparak ifade vermiş, polisleri göndermişti. Polisler gittikten sonra kadın adama dönerek hallettik dedi. Tam duvarlardan çıkacağım sırada duyduğum ses beni olduğum yere çok sert bir şekilde çiviledi.

Koridorda duyduğum fısıltılı ses... 

Halüsinasyon mu görüyorum?!

Hayır... Hayır... Bu imkansız!

Sırtım ürperiyor, parmak uçlarım donuyor, bedenim karıncalanıyor...

Jayden, ''Douglas, sen suçu üstlen. Steve, sende dedektif olarak cinayeti polislere bizim istediğimiz gibi yansıt. Siz 3'ünüz polis olarak görevinize devam edin ve kanıtları yok edin. Ve siz ikiniz, Carrie ve Giselle cinayet sonrası apartmandan çıkacaktır. Gittikleri yeri takip edip, uyudukları zaman malikaneme getirin.'' dedi...

Tekrar intikam için buradaydı... Tekrar ölüm için buradaydı!

Üstümdeki şoku hızla atarak karşısına çıkmak istediğimde sesin geldiği yerden koybulmuştu. Hızlıca duvarlardan geçerek, siyah ceketli adamın dairesine girdim ve gölge formundan çıkıp onun hızla arkasına geçip, ensesinden yakaladım.

''Çok geç kaldın Luke.'' dedi sakince.

Elini tuttuğu kadınsa bana kinli gözlerle bakıyordu.

''Bir kere soracağım, Jayden nerede!'' diye fısıltıyla sordum kulağına doğru yanaşarak.

''Çok geç.'' dediği anda olağan gücümle boynunu sıkarak kırdım.

Kadın ise panikle arkasını dönerek kaçmaya çalıştığı an, arkasına geçtim. Saçlarından tutarak başını kendime doğru geriye çektim.

''Bir kere soracağım, Jayden nerede...'' diye fısıldadım hırıltılı bir sesle.

''Söylersem ölürüm.'' dedi korkuyla.

''Söylemezsen daha hızlı ölürsün.'' dedim aynı ses tonuyla.

Cebinden hızla küçük bir şişe çıkarttı, elinden alamadan içindeki sıvıyı içti. Saniyeler içerisinde kollarıma yığıldı. Kendini öldürmüştü. Onu orada bırakarak hızla Giselle'in dairesine döndüğümde, ikisi de odada yoktu. Bütün apartmanı deli gibi koşarak gözlerimle taramaya başladım.

03:15

Apartmanın aşağısına indim. Carrie ve Giselle arabaya doğru hızlıca koşuyorlardı. Araca binip hızla yola çıktılar. Onları takip etmeye başladım.

03:30

Carrie bir apartmanın önüne aracını park ederek, hızlıca Giselle ile apartmana koştu. Gölge formuna geçerek onları takip ettim. Burası Carrie'nin eviydi. Carrie kendisini çok hızlı bir şekilde yatağına atmıştı. İkisi de çok yorgundu.

Giselle ise oturma odasındaki ışıkları söndürerek, üstüne battaniye dahi almadan koltuğa yatmıştı. 

Ona bir şey olmasına asla ama asla müsaade etmeyecektim. Giselle benim için herkesten, her şeyden önemli ve hayatımdaki en büyük borçtu. Onu korumak pahasına elimden ne geliyorsa yapardım. 

Herhangi biri, Giselle'in saçının tek bir teline dahi zarar vermeyi geç, aklının ucundan dahi geçirirse ve ben anlarsam, o kişiyi kendi ellerimle hiç düşünmeden öldürürdüm... 

Kim olduğunun bir önemi yoktu, gerekirse artık abim Jayden'ı bile...

Giselle  derince uyuduktan sonra etrafta bulduğum bir battaniye ile üstünü örtüp, karşısında duran koltuğa oturup başında bekledim. Abim Jayden'a öylesine öfkeli ve kin doluydum ki, gözlerim dönüyordu. 

Giselle bir anda gözlerini açtı ve bana doğru baktı. Bana korkuyla sen misin, gerçekten burada mısın diye sorular sorduğunda mimiksiz bir şekilde ona bakarak;

''Bir şey söyleme ve sorma, tekrar görüşeceğiz. Sadece bir daha kaybetme. Daha önce söylediğim gibi kendine çok dikkat etmelisin Giselle.'' dedim ve yüzüğü parmağımdan çıkartarak koltuğa koydum. 

Yüzüğü çıkartmamla birlikte gölge formundan çıkmıştım, hızlı olmam gerekiyordu. Çok hızlı ve sessiz bir şekilde dış kapıyı açarak dışarı çıkmıştım. Dışarıda Giselle'i pencereden görebileceğim bir yere saklandım. Giselle panikle ışığı açmış ve koltukta bıraktığım yüzüğü eline alarak, odanın içerisinde şok geçiriyordu. 

Tam bu sırada apartmanın önünde bir kaç tane siyah araç belirdi, gizlice izlemeye başladım. Araçların ortasında duran araçtan ise inen kişi abim Jayden'dı...

Bir hışımla apartmana girdi. Çok kalabalıklardı, bense tektim. Tam çıkacağım sırada apartmandan Carrie'yi adamları, Giselle'i ise abim Jayden zorla götürmeye başladı. Giselle ve Carrie'nin gözleri bağlanmış ve korkudan konuşamıyorlardı. Hızla araçların içerisine ikisini de zorla sokarak, yola çıktılar. Olduğum yerden çıkıp, gittikleri yolu süratle arkalarından takip ettim.

2 SAAT SONRA

Geldikleri yer... 

MORGAN MALİKANESİYDİ!!...

Babam Hodrick, kanlı balo sonrası burada yıkım yaratmış, taş üstünde taş bırakmamıştı. Fakat bu malikane, tekrar inşa edilmiş ve onarılmıştı... 

Abimi yıllarca her yerde aramış, bir tek buraya gelmemiştim... Burası Lily'nin yaşadığı son yerken, abim Jayden'ın ise şimdiki evi haline gelmişti...

Jayden'ın adamlarına emri ile Carrie ve Giselle'i malikaneye taşıdılar. Çok hızlı olmalı askerlerimle buraya geri gelmeliydim. Nefesimi kontrol edemeden arkamı dönerek, Matthews malikanesine uçarcasına koşmaya başladım.

2 SAAT SONRA

MATTHEWS MALİKANESİ

Malikanenin dış kapısını kıracak kadar sert açmış, giriş holüne adım atmıştım. Karşımda duran Abigail elinde tuttuğu sayfaları korkudan yere düşürmüş, Maggie ise korkuyla karışık yüz ifadesi ile merdivenlerden bana bakıyordu.

''DUNCAN NEREDE!'' diyerek kükrememle salonun taşları titremişti.

Duncan, ''Buradayım.'' diyerek çok hızlı bir şekilde yanımda belirdi.

''Tüm askerleri hazırla! En iyi ekipmanlarla donansınlar! Hepsini ikişer gruplara ayır! Hata istemiyorum!'' diyerek emir verdim, ciddi bir ses tonuyla.

Abigail odasına koşturmuş, Maggie ise yukarı çıkmıştı.

Bütün askerler bahçeye toplanmış, grup haline gelmişti. Malikaneye Abigail ve Maggie için belli sayıda asker bıraktıktan sonra, bahçede gruplar halinde sıralanmış askerlere doğru yürüdüm. Derin bir nefes aldıktan sonra, bana şaşkınca bakan bütün askerin gözlerinin içerisine doğru bakarak; 

''Herkes hür iradesi ve isteğiyle burada öyle değil mi? Hepinizi kendi himayem altına alıp, kendi iradelerinize kavuşturup, normal bir yaşam sunmaya çalıştım! Size güvendim, keza sizde bana güvendiniz. Bu sebeplerden dolayı, şuan yanımdasınız ve burada toplanmamızın sebebi bu kanlı geçmişlerimize bir çizgi çekmek! Suçsuzların acı çekmesini sonlandırmak! Masumları korumak! Bunları siz olmadan yapamam! Size ihtiyacım var ve gerekirse bu operasyon için canınızı verecekseniz! Sizin için bu malikanenin kanlı sahipleri ile nasıl savaştıysam, sizde benim için savaşacaksınız!'' diyerek askere bağırdım.

Bütün askerler onaylarcasına bana bakıyor, yüksek sesle hazırız diyerek bağırıyorlardı. 

''Zaman yok! Hızlıca Morgan malikanesine gideceğiz! Duncan'a verdiğim işaretle, malikanenin camlarından içeriye saldıracaksınız! İçeride iki tane masum kız var! Ben Duncan'a işaret vermeden önce kimse yerinden kıpırdamayacak! Anlaşıldı mı?!'' diye sordum bağırarak.

Bütün askerler onayladıktan sonra, ordumla Morgan malikanesini basmak için yola koyulduk.

2 SAAT SONRA

MORGAN MALİKANESİ

Arkamda duran kalabalık orduyu, kanlı balonun yapıldığı malikanenin biraz gerisinde durdurdum. Ordum pusu kurduktan sonra Duncan'ı, beni ve askerleri görebileceği bir bölgeye yerleştirdim. Malikanenin keskin kenarlı çatısına çıkıp, zeminin üzerinde ki ufak aralıktan aşağıdaki büyük salona doğru baktım.

Yukarıdan aşağıya doğru baktığım zaman, salonun içerisini kısmen görebiliyordum. Salonun sütunlarından bir tanesinin önünde Carrie baygın halde yatıyor, Giselle ise ortaya serilmiş uzun bordo halının üzerinde duran siyah koltuğa zorla oturtulmuştu.

Abim Jayden, Giselle'in oturmuş olduğu siyah koltuğun önünde diz çökmüş, avuç içini Giselle'e doğru uzatıyordu. Giselle ağlayarak yüzüğü ona uzatacağı sırada, hızla çatıdan Duncan'a doğru işaret verdim ve işaretimle birlikte;

Duncan, ''SALDIRIN!!!'' diye bağırdığı anda, 

Ormanlık alandan çıkan bütün ordum, Morgan malikanesinin pencerelerini acımasızca kırarak içeri doğru girmiş, içeride gördükleri herkese saldırarak parçalamaya başlamıştı. 

Salonun ortasına girecek şekilde çatıyı kırarak, içeriye giriş yaptım. 

Abim Jayden'ın diz çökerek durduğu koltuğun önüne bütün hızımla koşup, tüm gücümle ona vurmuş ve onu bordo halının üzerine düşürmüştüm... 

Yerden hızla ayağa kalkan abim Jayden, sarı saçlarının arasından keskince bana baktı.

Göz göze gelmiştik...

Sonunda yüzleşmiştik...

Giselle, ''Yardım et!'' diyerek çığlık attığı an, dikkatim dağıldı ve bakışlarımı ona çevirir çevirmez abim Jayden ellerimi ittirerek beni kavradı ve şiddetlice yere çarptı. 

Beni zemine öylesine sert çarpmıştı ki, başımı yere çarptığım zaman mermerin kırılma sesini duymuştum. Abim Jayden, beni yerde yatırırken üstüme doğru gelip paltomun yakalarından tutarak;

''Evine hoş geldin, kardeşim...'' dediği an gözlerimi Giselle'den ayırmamıştım. Gözlerimden bir damla yaş aktı ve yerden olağan gücümle kalkarak abim Jayden'ı sertçe ittirerek onu duvara çarpıp yasladım. Dirseğim ile boğazını sıkıştırarak, gözlerinin içerisine bakıp;

''Hoş buldum, abi...'' dediğimde boğazıma saplanan acı tarifsizdi.

Abim Jayden'ın boğazından dirseğimi çekmiş ve asırlar önce kanlı balonun yapıldığı bu malikanenin zemininde ona doğru bakarak 2 adım geri gittim. 

Ona zarar vermek istemiyordum... 

Jayden ailemden kalan, son parça...

Yüzüme saldırganca bakıp bana doğru saldırmak istediği sırada... 

Bu salondan ikimizin de sağ çıkmasını istediğim için...

Gözlerimden akan yaşlarla onun gözlerinin içine bakarak...

Abim Jayden'ı asırlık hayatımda ilk defa... 

Manipüle etmek zorunda kaldım...

Zihnimde karşısında Lily'nin olduğunu resmetmiştim. Bana saldırganca bakan bakışları, kanlı balo öncesi birlikte ormanlık alanda avlandığımız zamanlar kadar sevecen olmaya başladı. 

Uzun süredir bana bu kadar sevgi dolu bakmamıştı, ona sımsıkı sarılmak istiyordum. Gözlerimden akan yaşları artık kontrol etmiyordum. Paltomun içerisinden çıkarttığım Lily'nin kolyesini ona doğru uzatarak;

''Bu senin abi... Yıllarca bu kolyeyi sana verebilmek için, seni aramış durmuştum. Ve en sonunda seni buldum. Sen ise hala zarar vermeye çalışıyorsun, Neden!'' diyerek bağırdım...

Abim Jayden, elini bana doğru uzatıp kolyeyi alırken gözyaşlarına hakim olamamış, beni Lily olarak gördüğü için kendine çekip sarılmıştı. Ona sımsıkı sarıldım.

Manipüleyle dahi olsa, beni Lily olarak gördüğü için sarılsa bile, bunca zaman sonra karşımda aileme sarılmış olmak beni mutlu etmişti. 

Abim Jayden manipüle etkisinde ve elinde kolyeyle öylece dururken, gözlerimden süzülen yaşlarla ona arkamı dönmek zorunda kaldım...

Salonda neredeyse herkes ölmüş, kalanlar ise yaralanmıştı. Carrie ve Giselle sütunların orada yatıyor, baygın haldelerdi. 

''Duncan, Carrie'yi alın ve Morgan malikanesine doğru yola çıkın. Giselle'i ben alacağım.'' dedim.

Duncan, ''Abiniz Jayden ne olacak?'' diye sordu.

''Abim manipülem altında Duncan. Uzun yıllardır göremediği gerçek mutluluğu görüyor. Gidelim ve abim son bir kez daha mutlu olsun. Onunla sonra ilgileniriz.'' dedikten sonra Giselle'e doğru yürüdüm. Carrie'yi askerlerim kaldırarak götürmeye başlamıştı.

Bu kanlı balonun yapıldığı malikaneye, engelleyemediğim göz yaşlarımla, bir daha asla geri dönmemek üzere yemin ettim...

Yere doğru eğilerek Giselle'i kucağıma aldım.

Ağır adımlarla malikaneme doğru yürümeye başladım...

Merhaba arkadaşlar

Devamını yakında yazacağım, okuduğunuz için teşekkür ederim umarım beğenmişsinizdir.

4. bölüm ile 11. bölüme kadar Luke ile Jayden'ın geçmişleri vardır. 

Bu bölümle birlikte, geçmiş kapanmıştır.

Weiterlesen

Das wird dir gefallen

342 96 3
Laryks Krallığı kanla kaplanmıştı. Büyü yapmanın yasak olduğu bu krallıkta, krala karşı koymak isteyen sadakatsizler, 'cadılar' ateşte yakılır, büyül...
2.2M 218K 31
"Hoşuma gidiyorsun ama seni öldürürüm."
23.2K 1.1K 16
Bir vampirin kucağına düştüm. Burada kalmam için her şeyi yapabilecek bir vampir... Bir gece ansızın duyulan o ses Kulağımı tırmaladığında, Ne olacağ...
78.5K 3.9K 66
ASTROLOJİ MERAKLILARINI BURAYA ALALIM.... BURCUNUZ LA İLGİLİ MERAK ETTİĞİNİZ HER ŞEY BURADA (Kapak tasarımı bana aittir. Kapak ihtiyacın varsa profil...