HERKESİN EFENDİSİ

By Medusahikayeleri

563K 23.8K 11.7K

Mafya patronu olan Hera Ateş bütün şehri avucunun içinde tutuğunu düşünüyordu ama bir gün şehre yeni gelen bi... More

Prolog
1. DEVRE DIŞI KALAN EMNİYET
2. BATAKLIĞA ATILAN ADIM
3. YAŞAMIN PENÇESİNE TAKILAN ÖLÜM
4.ÖLÜME ATFEDİLEN YEMİN
bu bir iç döküştür
5. BEKLENMEYEN MİSAFİR
6. DÜŞMAN KALPLERİN SENFONİSİ
7. KAPIYA DAYANAN SAVAŞ
8. ÇOÇUKLUĞUNUN KÜLLERİNDEN DOĞAN KADIN
9.DUYGUSAL MAKİNA
10. İHANETİN ATEŞİ
11. PORSELEN FİNCAN
12. İHANETİN BEDELİ ÖLÜM
13. ÖLMEME İZİN VERME
14. KÜRKÇÜ DÜKKANINI ATEŞE VEREN TİLKİ
15. ANLAM KAZANAN RENK; KIRMIZI
16. HABERİN YOK ÖLÜYORUM
17. İBLİSİN İNİNE ÇOMAK SOKAN EFENDİ
18. KOYUN POSTUNA BÜRÜNEN KURT
19. AY IŞIĞINI EVLAT EDİNMİŞ GECE
20. CEHENNEMİN KAYALIĞINA TUTUNAN YOSUN
21. DUDAKLARIN RİTMİ
22. YUMUŞAK DOKUNUŞLAR VE PARÇALANAN KOZA
23. GÜNAHA BULANAN BEDENLER
ÖZEL BÖLÜM "GÜZEL GÖZLÜ ÇOCUK & ORMAN GÖZLÜ KIZ"
24. ÖLÜMÜN PENCESİNE TAKILAN PİŞMANLIK
25. BURUK BİR VEDA
26. TUTKUYA ADANMIŞ BEDENLER
27. ÇIPLAK BEDENLERİN DANSI
28. FAİLİ MEÇHUL CİNAYET
29. SATÜRNÜN UÇURUMUNA ZİNCİRLENEN RUHLAR
30. MUTLU SON?
31. GERÇEĞİN SURETİNE BÜRÜNEN YALANLAR
32. OKYANUSUN KOYNUNA HAPSOLAN KÜÇÜK KULAÇLAR
33. RUHUN PUSULASI; AŞK
ÖZEL BÖLÜM "PARS ALAZ"
34. GERİ DÖN
35. "ÖL DEDİĞİNDE ÖLECEĞİM"
36. TANRILARIN KISKANDIĞI GÜZELLİK
37. BEKLENMEYEN TEKLİF
38. TEKLİF VE ANLAŞMA
39. KAYBEDİLEN KAZANÇ
41. GÜNAHKAR RUHLARIN YEMİNİ
42. RUHA DOLANAN BİR ÇİFT MAVİ
43. SENİ HATIRLIYORUM
44. SONSUZ HİSSETİRECEK KADAR
DUYURU

40. TOPRAĞIN ALTINA GÖMÜLEN ÇOCUKLUKLAR

2.1K 168 119
By Medusahikayeleri

Selam Efendilerim, nasılsınız, ne yapıyorsunuz?

Küçük bir duyu yapıp sizi yeni bölümle baş başa bırakacağım. Bilmem fark ettiniz mi ama Herkesin Efendisi'nin okunmasına göre oy ve yorum sayıları çok az. Sürekli bunun neden kaynakladığını düşünüp durdum, oy ve yorum sınırları koydum ama pek bir şey değişmedi.

Neden oy ve yorum yapmadığınızı bir türlü çözemedim ve bu durum artık benim motivasyonumu düşürmeye başladı. Ne kadar çabalarsam o kadar dibe batıyormuşum gibi hissediyorum ve daha ne kadar çabalayabilirim bilmiyorum.

Satır arası yorum yapmanın ve bir yıldıza basmanın bu kadar zor olduğunu düşünmüyorum.

Eğer böyle devam ederse uzun bir süre yazmaya ara vermeyi düşünüyorum. Çünkü artık bir şeylerin olması için çabalamaktan yoruldum.

Böyle bir duyuru yapmayı hiç istemezdim ama bulunduğumuz durumda elimden pek bir şey gelmiyor. Her neyse fazla uzatmadan sizi yeni bölümle baş başa bırakayım.

Keyifli okumalar.

TOPRAĞA ALTINA GÖMÜLEN ÇOCUKLUKLAR

Barış Diri - Derinden Uzun (Okurken bu şarkıyı dinlemenizi öneririm)

Gurur'un ağzından çıkan kelimeler ile birlikte göğüs kafesimin üzerine bir balyoz gibi çarpmış, soluğum kesilmiş, kalp atışım yavaşlamış ve bütün dünya o saniyede takılıp kalmıştı sanki. Ne hissedeceğim, ne hissetmem gerektiğini, nasıl nefes almam gerektiğini, nasıl davranmam gerektiğini bilemiyordum. Tanrı'nın bana çizdiği senaryonun bu sayfası tamamen silik, anlaşılmazdı.

Duyduğum şey yalan olmalıydı. Böyle bir şey gerçek olamazdı ama bunun bir yalandan ibaret olup olmadığını sormak için bile ağzımı açamıyordum. Zaten açmamada gerek yoktu. Gurur'un gözlerinin içine baktığımda her şey gün gibi ortadaydı. O gitmişti.

Onu daha yeni bulmuşken kaybetmiştim. Ona daha doyasıya sarılma fırsatı bulamamışken o gitmişti. Ona teşekkür edemeden o gitmişti. Ondan özür dileyemeden gitmişti. Ona bağıra çağıra bütün öfkemi kusamadan o gitmişti. Ona neden beni bıraktığını soramadan o gitmişti. O gitmişti ve ben elimde yarım kalan onca şeyle kalakalmıştım.

Onu ilk gördüğümde ona sarılmalı, teşekkür etmeli, özür dilemeli, bağıra çağıra öfkemi kusmalı, beni neden bıraktığını sormalı ve her şeye rağmen beni kimsesiz bırakmadığı için ona minnet duymalıydım. Bunları yapmalıydım ama yapmadım. Çünkü bahanem hazırdı. Başımda çok fazla bela vardı ve benim ona ayıracak vaktim yoktu. Bahanem hazırdı. Çünkü ona tekrar yakınlaşırsam başı belaya girebilirdi. Bahanem hazırdı çünkü henüz beni terk edecek kadar yaşlı olduğunu düşünmemiştim ama bu şehirde yaşlılıktan ölmenin bir lütuf olduğunu unutmuştum. Bu lütfun Mustafa Baba'ya verileceği düşüncesi kör bir umuttan farksız olduğunu şimdi kavrıyordum.

O gitmişti.

O ben kimsesiz kaldığımda kimsem olan adamdı. O tamamen her şeyimi kaybettiğimde bana her şeyi veren adamdı. O baba kelimesinin karşılığını bulduğum tek adamdı. Koltuğun kenarından güç alarak ağır ağır oturduğum yerden kalkarak Gurura doğru yöneldim.

"Kim yaptı?" Ağzımı zor bela açarak sorduğum sorunun karşılığı ne olursa olsun içinde bulunduğum karmaşanın daha da büyümesine sebep olacağın farkındaydım.

"Henüz bilmiyoruz," dedi Gurur, hüzün dolu gözlerini gözlerimden kaçırırken.

"Ne zaman oldu?"

"Dün."

Ağır adımlarla ona doğru ilerlemeye başladığımda bakışları benim üzerimdeydi ve her hareketimi dikkatle izliyordu. Önüne gelerek duraksadım. Benden kaçırdığı gözleri tekrar gözlerimden buluştuğunda bütün kırgınlıklarımıza rağmen o an hepsi tamamen silinip yok olmuş gibiydi.

"Üzgünüm." Ağzımdan çıkan kelimenin hiçbir hükmü olmadığını biliyordum. Çünkü hiçbir kelime artık onun için işe yaramazdı.

"Senin suçun değildi." Gurur'un ağzından çıkan kelimelerin de benim üzerimde pek hükmü yoktu. Ne derse desin kendimi suçlamaya devam edeceğim gerçeği değişmeyecekti.

"1 saat sonra cenazesi kaldırılacak," dedi kelimelerin ağırlığı altında ezildiğini görebiliyordum. "Ve senin de orada olmak isteyeceğini düşündüm."

Bana ne kadar kırgın olsa da kendi acısını yok sayarak yine bana gelmişti. Onu yok saymama, aile olmadığımızı yüzüne çarpa çarpa vurmama rağmen o yine de bana gelmişti. Bu durumda söyleyecek kelimeler varsa da hepsi beynimin ücra noktalarına çekilmişti.

Bana haber vermesine minnettardım ama oraya gidip gitmeme konusunda ne yapmam gerektiğini kestiremiyordum. Oraya gidersem, onu bir beyaz bez parçanın içinde görürsem zihnimin içindeki bir şeylerin parçalanacağını hissediyordum ama gitmez isem ruhumda bir şeyler parçalanacaktı. Ne yapacağımı kestiremiyorken yanımda birinin varlığını hissetmeme ile başımı o yöne çevirdim.

Pars bedeni sanki bana dayanak olmak ister gibi dik bir şekilde yanımda duruyordu. Başımı kaldırıp bakışlarına kitlendiğimde mavilerinin derinliklerinde herhangi bir şey aradım ama hiçbir şey yoktu. Bu iyiydi çünkü herhangi bir duyguyu yakalasam o duygunun peşinden sürüklenip gidecek gibi hissediyordum.

Mavileri yeşillerimin üzerinde hafifçe turladı. Tıpkı her zaman olduğu gibi yeşillerimin ardını baktığını ve gördüğünü hissediyordum.

"Gitmelisin."

İçimdeki ikilemi fark etmiş gibi verdiği cevap beni şaşırtsa da hiçbir şey söylemeden sadece kafamı olumlu anlamda sallamakla yetindin. Çünkü her şeye rağmen ruhumun dağılmasındansa zihnimin dağılmasını tercih ederdim.

***

Mezarlığın önüne geldiğimizde araba ilk önce yavaşladı sonunda durdu. Bakışlarım hemen arabanın önünde duran bütün gerçeği tekrar tekrar yüzüme çarpmaya ant içmiş gibi varlığını belli eden cenaze arabasına oradan da hemen cenaze arabasının yanındaki kalabalığa kaydı. Kalabalığın göz gezdirdiğimde bizimkilerin tamamı ve sayamayacağım kadar çocuk ve yetişkin vardı.

Yanımdaki kapı açılınca oturduğum yerden hafifçe irkilerek kapıya doğru döndüm. Pars çoktan sürücü koltuğundan inmiş ve benim olduğum tarafa gerek kapıyı açmıştı. Kısa bir süre duraksadıktan sonra arabadan indiğimde Poyraz, Savaş ve Gurur'un da çoktan arabadan inmişti.

Pars kapıyı arkamdan sertçe kapadığında sanki içinde bulunduğum havasız balon patlamış ve gerçeklik bütünüyle beni sarmıştı. Tüylerimin diken diken olduğunu hissediyor, gergin atmosfer yüzünde soluğumun her an kesilmesini bekliyordum ama hiçbir şey olmadan nefes almaya devam ediyordum.

Gurur hepimizin arasından sıyrılarak diğerlerine doğru ilerlemeye başladığında Poyraz ve Savaş da onu takip ediyordu. Bir süre olduğum yerde durmaya devam ettim. Pars da hemen yanımda hiç hareket etmeden bekliyordu. Sonunda ilerlemem gerektiğini hatırlatmak ister gibi elini belime sabitledi. Her an dağılıp gidecekmiş gibi hissetsem de sanki belime sabitlediği koca eliyle dağılmamı engellemeye çalışıyor gibiydi.

Ağır adımlarla kalabalığa doğru ilerledim. Pars hemen yanımda eli belimde bana destek oluyordu. Bizi görenler yan yana yürüyen iki kişi olduğumuzu düşünebilirdi ama gerçek öyle değildi. Pars bütün varlığı ile bana destek oluyor, dağılmamı engelliyor ve dik durmam için bana dayanak oluyordu. Her an düşmek için an kollayan bedenim onun dokunuşuyla ayakta, her an dağılmayı bekleyen ruhum onun varlığıyla bir bütündü.

Dalgın dalgın kalabalığa doğru ilerlerken kalabalığın arasından sıyrılıp bana koşan Buğuyu son anda fark etmiştim. Atlayarak boynuma sarıldığında geriye doğru sendeledim ama Pars eliyle dik durabilmem için beni destekledi. Buğu göz yaşları eşliğinde bir şeyler söylüyor ama onu anlamakta zorluk çekiyordum. Kollarımı yavaşça bedenine sararak onu teselli etmeye çalışsam da ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. Söylesem bile bunun bir işe yaramayacağını biliyordum.

Ne kadar süre öylece durup birbirimize sarıldık bilmiyordum ama Buğunun göz yaşlarının elbisemi ıslatacağı kadar uzun bir süreydi. O ağladıkça kalbimin üzerine akan göz yaşları sanki kalbimde yanan ateşi söndürmeye çalışıyor gibiydi.

Koca bir kalp yangını birkaç gözyaşı ile sönebilir miydi? Sönmezdi. Bu imkansızdı.

Buğu benden uzaklaştığında bakışlarım yine kalabalığa kaydı. Kalabalığın arasında huzursuz bir uğultu vardı. Buğu sanki bana destek olmak ister gibi elimi kavrayarak beni bizimkilerin olduğu tarafa doğru yönlendirdi. Ona ayak uydurduğumda Pars da hemen arkamdan beni takip ediyor elinin varlığını hala bedenimde hissediyordum. Bizimkilerin yanına geldiğimizde Pars elini belimden çektiğinde bir an içi boşaltılmış bir çuval gibi yere yığılacağımı düşündüm. Bunun olmasına izin veremedim.

Omuzumun üzerinden arkamda bir dağ gibi duran Pars'a döndüğümdü bütün heybetiyle arkamda duruyor ve yıkılmama izin vermeyeceğini her hareketiyle bana hissettiriyordu. Hem yıkılsam da bir önemi yoktu. Çünkü onun beni ne pahasına olursa olsun tutacağını, kaldıramasa bile benimle beraber düşeceğine biliyordum ama yine de onun varlığını, dokunuşunu hissetmek istiyordum.

Elimi araya ona doğru uzattığımda bakışları kısa bir süreliğine elime indi ve sonra tekrar bakışlarıma kilitlendi. Koca eliyle hiç terettüp etmeden elimi kavradı.

Almina, Cihangir, Hayal ve Evren hepsiyle tek tek bana sarılıyor ama yine de Pars bir an bile olsa elimi bırakmıyordu. Evren geriye çekildiğinde bakışlarım karşımda dimdik duran, hiç sarsılmamışa benzeyen, sarsıl da bunu belli edemeyecek olan adama kaydı. Korhan Kartal. Bakışları kısa süre yüzümde oyalandı sora da hemen arkamda duran adama doğru yöneldi. Pars'ın varlığından rahatız olduğu her halinden belli oluyordu ama bunu anlayabilecek tek kişinin de bendim.

Bana doğru adım atmadı. Çünkü atarsa karışılacağı şeyi en az benim kadar o da biliyordu. Onda benim aradığım teselli yoktu ve o da aradığı teselliyi bende bulamazdı. Korhan bakışlarını üzerimden çekerek cenaze arabasına doğru yönlendirdi ve kısa bir süre sonra cenaze arabasına doğru yönlendi. Artık zamanı gelmiş olmalıydı. Evren, Gurur, Korhan, Savaş, Poyraz hepsi cenaze arabasının yanına gittiler. Pars da cenaze arabasına yönleneceği anda elimi kavrayan elini sertçe sıktım.

"Burada kal," dedim fısıltıyla. "Benimle kal."

Pars hemen yanımda duraksadı. Eliyle elimi hafifçe kavradı. "Buradayım. Ne olursa olsun seni bırakmayacağım," dedi net ve yıkılmaz bir ses tonuyla. "Ve ne olursa olsun yıkılmana izin vermeyeceğim."

Söylediği cümleler kalbimde yana ateşin üzerine biraz su serpmişti. Bu ateşi söndürmeye yetmezdi ama daha dayanılır bir hale gelmesini sağlamıştı. Bu hayatta en değer verdiğim adam, değer verdiğim diğer adamların omuzları üzerinde sonun sonsuzluğuna doğru ilerlerken yanımda yıkılmamam için bedenini bana siper etmiş adam ile birlikte arkalarından ilerliyordum.

Hiçbir şey duymuyor, hiçbir şey görmüyor, hiçbir şey hissetmiyordum.

İlerlemeye devam ettik.

İlerledik.

İlerledik.

İlerledik.

Sanki sonu olmayan bir yolda son bulmaya çalışıyor gibiydik ve sonunda o sona ulaşmıştık. Bizim için bir son muydu emin değildim ama Mustafa Baba için hayat yolculuğunun sonuydu. Mustafa Baba yaşadığı onca şeye rağmen bir Tanrı'nın varlığına inanır ve bir gün ona kavuşacağına olan inancıyla yaşardı. Bu yüzden de onun hiç ölümden korktuğunu düşünmüyordum. Çünkü ona göre bu bir son değil yeni bir başlangıçtı.

Yeni açılmış mezarın başına geldiğimizde boş mezar kabul etmek istemediğim gerçekliği yüzüme çarpmak istermiş gibi bana bakıyordu. Ona bakmaya devam ettikçe beni içine çekiyor yada ben öyle olduğunu düşünmek istiyordum.

Boş, korkutucu ve soğuk gözükmesinin yanında içinde sessizlik, huzur ve sonsuz bir uykunun varlığını hissediyordum. Korhan ve Gurur boş mezarın içine girdiğinde artık düşüncelerimin içindeki bütün her şey silinip gitmişti. Bomboş öylece olan bitene bakıyor ve hiçbir şey anlamlandırmaya çalışmadan öylece duruyordum. Gerçeklikten kopmak için an kollayan zihnim küçük bir ip parçasının yardımıyla hala varlığını koruyabiliyordu. Bu ip parçası Pars'tan başkası değildi.

Mustafa Baba'nın tabutu başında bir şeyler okuyan imamın eşliğinde mezara koyuldu. Sonra tabut yeterli değilmiş gibi üzerine kalaslar koyulmuştu. Sanki istese o mezardan çıkamasın diye her şey ayarlanmıştı.

Sıra ilk toprağı kimin atacağına gelmişti. Herkes birbirine bakıyor, birinin öne çıkmasını ve sanki kesin değilmiş ve o ölmemiş ama ilk toprak atıldığında ölümü kesinleşecekmiş gibi davranıyor, kimse o ilk toprağı atarak ölümünü kesinleştirmek istemiyor ama yine de öne çıkarak birinin bunu yapması bekleniyordu.

Pars'ın sıkı sıkıya kavradığı elimi çektiğimde ne yapacağımı anlamış olmalı ki bana hiç karşı koymadan elimi bıraktı. Kış mevsiminde olduğumuz için önümdeki toprak çamurlaşmıştı. Zaten ağır ağır attığım adımlar çamur yüzünden daha ağır ve güçsüzdü. Çamura bata çıka kalabalığın arasından sıyrılıp mezarın başıma geldim.

Herkesin gözünün benim üzerimde olduğunun farkındaydım ama hiçbirini önemsemiyordum. Etrafa bir göz atarak elinde bir kürekle toprak yığınının yanında duran Korhan'ın üzerinde biraz oyalandı. Arazımdaki en cesur kişi Korhan iken o bile bunu yapmaya çekiniyor gibiydi. Önümdeki toprak yığınının çevresinin yanından dolaşarak Korhan'ın yanına geldim.

"Ver," dedim sesimin adındaki bütün duyguları saklamaya çalışarak.

Korhan beni ikiletmeden elindeki küreği bana doğru uzattı. Bakışlarım kısa bir süreliğine ellerine takıldı. Her zaman olduğu gibi elleri yara bere içindeydi ve bu yaraların yeni açıldığı belli oluyordu. Bakışlarımı ellerinden çekerek bana uzattığı küreği kavradım.

Küreği alıp hiç düşünmeme fırsat bırakmadan küreği önümde duran toprak yığınına sapladım ve kürek toprakla buluştuğu anda çıkardığı tok sesinin kulağım içinde yankılanmasını bir müddet diledim. Ses kısılıp sonunda kaybolduğunda küreği bütün gücümle kaldırmaya çalıştım ama ne kadar zorlasam da kürek kalkmıyordu.

Kürek mi çok ağırdı yoksa toprak mı çok ağırdı çözemiyordum. Belki de ağır olan onlar değildi. Belki de güçsüz olan bendim. Belki de o küreğin içinde ağırlık yapan toprak değil bütün çocukluğumun anılarıydı. Kim bilebilirdi ki?

Bir süre daha küreği kaldırmak için kendimle savaş verdim ve sonunda kürek büyük bir rahatlıkla yerinden kalktı. Bunu tek başıma yapmadığımı biliyordum. Biri bana küreği kaldırmam için yardım ediyordu. Korhan Kartal.

Tuttuğum küreği benimle birlikte tutup kaldırdı. Ona engel olabilirdim ama olmadım. Çünkü bu küreğin üzerinden en az benim kadar onun çocukluğunun da ağırlığı vardı. Bu yüzden de bana yardım etmesine izin verdim. Sonra bir el daha katıldı bize, bu Gurur'du. Sonra bir tane daha bu Almina'ydı. Sonra bir tane daha bu Cihangir'di. Sonra bir tane daha bu Buğu'ydu. Sonra bir tane daha bu Evren'di. Sonra bir tane daha bu Hayal'di.

Hepimizin çocukluğuyla kürek daha da ağırlaştı ama hep birlikte olduğumuz için küreğin ağırlığının hiçbir önemi yoktu. Kürek hepimizin eliyle birlikte bizi birleştiren adamın üzerine doğru hareketlendi. Başkasına göre onun üzerine attığımız topraktı ama bize göre o küreğin içinde daha fazlası vardı. O küreğin içinde çocukluğumuz, umutlarımız, hayallerimiz ve bize öğrettiği sayısızca şey vardı. Çocukluğumuz Mustafa Baba'nın üzerine kapandı. Bir damla gözyaşı aktı gözlerimin uçurumundan gömülen çocukluluğumuzun ardından.

***

Küçük Hera üzerindeki beyaz geceliği ile annesinin soğuyan bedeninin başında oturuyor eliyle annesinin öğrettiği gibi yaranın üzerine bastırıyor ve elinden geldiğince akan kanı durdurmaya çalışıyordu ama başaramıyordu. Çünkü o kadar çok yara vardı ki hangisine elini bastıracağını kestiremiyordu. Tam olarak küçük Hera'nın yaşı kadar yara vardı. 8 kurşun yarası ama Hera'nın sadece iki küçük eli vardı.

Küçük kız çıkan kargaşanın ardından hemen Polisi aramış ve annesinin başının dibinde oturup yardımın gelmesini beklemişti. Akrep yelkovanın peşine takılmış, saniyeler dakikalara, dakikalar, saatlere evrildi ama o yardım hiç gelmedi. Çünkü küçük kız beklediği yardımın birileri tarafından engellediğinden haberi yoktu.

Ama küçük kız pes etmedi ve çabalamaya devam etti. Küçük elleri ile annesi hayatta tutmak için çabaladı ama ne yaparsa yapsın kanı durdurmayı başaramamıştı. Üzerindeki beyaz elbisesi yavaş yavaş annesinin kanıyla boyanmaya, elleri annesinin soğuk bedeniyle birlikte soğumaya, gözyaşları annesinin üzerine akmaktan kurumaya, sesi annesine yakarmaktan kısılmaya ve çocukluğu her saniye annesinin soğuyan bedeniyle birlikte soğumaya başlamıştı.

Küçük kız çevresinde olan biteni kestiremiyordu. O an düşündüğü tek şey annesinin birazdan yerinden kalkacağı, ışıl ışıl paralayan gözleri ile ona bakacağını, yumuşacık eliyle onu kucağına çekeceği, narin ve yumuşak sesiyle onu telkin edeceğiydi ama beklediği hiçbir şey gerçekleşmemişti.

Annesinin ışıl ışıl parlayan gözleri ruhsuz, yumuşacık elleri bir cesedin elleri gibi soğuk, narin ve yumuşak sesi ise tamamen sessizdi.

Küçük kız artık yorulmuştu ve gerçeklik algısını yavaş yavaş yitirmeye başlamıştı. Ona göre annesinin sadece uykusu gelmişti. Annesinin daha rahat uykuya dalması için annesini sürekli ona söylediği ninniyi söylemeye başladı.

"Uyu küçük kızım uyu, yarın yeni bir gün doğacak.

Uyu küçük kızım uyu, her karanlığın ardından bir güneş doğacak.

Uyu küçük kızım uyu, annen seni hep koruyacak.

Uyu kızım uyu, umut hep var olacak."

Cılız sesini olabildiğinde annesinin sesine benzetmeye çalıştı. Ninninin ve bedenine ele geçiren şok yüzünden kendini çok yorgun hissediyordu. Başını annesinin karnına yasladı ve gözlerini ağır ağır kapadı. Sonuçta annesi birazdan kalkacak ve ona yemek hazırlayacaktı.

Öyle olmalıydı. Ona göre annesi ölemezdi.

Çünkü anneler ölümsüzdü. Öyle olmalıydı.

Küçük kız gözlerini ilk açtığında gördüğü ilk şey ona ışıl ışıl gözlerle bakan biriydi. Bu annesi değildi ama en az annesi gibi ışıl ışıl gözlere sahip biriydi.

"Beni hatırlıyor musun?" diye sorduğunda küçük kız yeni uyandığı için tam olarak olup biteni ayırt edemiyordu.

Adam bunun farkına varında küçük kızın kendine gelmesi için biraz fırsat verdi. Küçük kız yattığı yerden doğruldu ve bakışları küçük kızın her hareketini dikkatle izleyen kahverengi gözlere takıldı. Gözleri adamın yüzünde biraz oyalandı. Küçük kız onu hatırladı. Arada sırada evlerini gelir geldiğinde hep Hera'ya ve annesine hediyeler getirir, sonra da annesiyle uzun süre sohbet ederler ve sonunda adam giderdi. Evlerine çok sık geldiği için onu tanımaması imkansızdı. Karşısındaki adam annesinin en yakın arkadaşıydı.

"Sen," dedi küçük kız. Boğazındaki ağrıdan yüzünden sesi hırıltılı çıkmıştı. "Annemin en iyi arkadaşısın."

Hera yeşilleri adamın yüzünde biraz daha oyalandı. Önceki halinden daha farklı gözüktüğünü düşündü küçük kız. Sanki üzgündü ama bunu önemsemedi. Çünkü küçük kızın aklı tamamen annesindeydi. Küçük kız adamın yüzünden yüzünü çekerek etrafına bakındı ve annesini aradı ama görünürde yoktu. Onun için yemek hazırlamak için mutfakta falan olduğunu düşündü.

"Annem nerede?" diye sorduğunda adamın yüzündeki üzgün ifade daha da büyüdü. Küçük kız adamın neden üzgün olduğunu anlayamamıştı henüz, belki de anlamış ama anlamak istememişti. Çünkü annesinin dediği gibi o çok zeki bir kızdı.

Küçük Hera üzerindeki battaniyeyi üzerinden atarak kalkmaya çalıştı ama karşısındaki adam ona engel oldu. "Bırak beni!" diye bağırdı küçük kız ve adamın elinden kaçmak için çırpında. Adam onu neden bırakmıyordu ki? Annesi mutfakta olmalıydı. Onun için en sevdiği şey olan sebzeli makarna hazırlamaya söz vermişti bugün. "Anneme gitmek istiyorum!"

Küçük kız bağırmaya devam etti ama adam ne olursa olsun onu bırakmadı. Koca kollarının arasında küçük kalan kıza sarıldı. O da küçük kızın annesine gitmesini istiyordu ama gidemezdi işte. Çünkü annesi yoktu artık ama bunu kucağındaki kıza nasıl söyleyeceğini bilemiyordu. Böyle bir şey bir çocuğa nasıl söylenirdi ki?

Bir çocuğa annesinin öldüğünü nasıl söyleyebilirdi?

Bir kız çocuğuna bütün hayatı olan kadının artık hayatta olmadığını nasıl söyleyebilirdi?

Yapamamıştı. Kucağında annesine gitmek için çırpınan küçük kıza bunu söyleyemedi.

"O ölmedi," dedi küçük kız çırpınmayı bırakarak. Artık gücü kalmamıştı ve kabullenmek istemediği gerçeğin, gerçek olmadığını yönündeki inancı git gide soluyordu. "O sadece uyuyor." Adam sanki mümkünmüş gibi küçük kıza daha sıkı sarıldı.

"O bana makarna yaparken yoruldu," dedi küçük kız tekrardan. "O sadece uyuyor."

Adam kızın odasına geldiği andan itibaren tutmaya çalıştığı göz yaşlarını daha fazla tutamadı ve küçük kıza sarılı bir halde dururken ağlamaya başladı. Bunu yapmak istemese de küçük kızın sözleri yüzünden kendini tutamıyordu. Gözyaşlarını, hıçkırıklarını tutmaya çalıştı ama ne kadar çabalasa da boğuyormuş gibi hissediyordu.

Küçük kızda artık gerçeğin farkındaydı. Zaten en başından beri farkındaydı ama inkar ediyordu. Sonuçta o zeki bir kızdı ve zaten en başından beri annesinin öldüğünü biliyordu. Hem adamın da ağlamamak için kendi tutma çabasının da farkınaydı. Onu teselli etmek için boşta kalan küçük kollarını iri yarı adamın bedenine sarmaya çalıştı ama çok azını sarabilmişti.

"O cennete gitti," dedi adamı mı kendini mi teselli ettiği belli olmuyordu. "O orada uyuyor."

Mustafa küçük kızın son cümlesi ile tutmaya çalıştığı göz yaşlarını bıraktı. Tıpkı kucağında ağlayan küçük kız çocuğu gibi hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Sonuçta o da en yakın arkadaşını kaybetmiş bir adamdı.

O an bir karar vermişti Mustafa. Ne olursa olsun kucağında ağlayan bu küçük kızı hiç yalnız bırakmayacaktı. Ne olursa olsun bu şehirdeki hiçbir çocuk kimsesiz kalmayacaktı. Böylelikle Mustafa kimsesiz çocukların kimsesi olmuş, onlarca yüzlerce ve binlerce çocuğun hayatına dokunmuş ve bir çok çocuğunun baba diye bileceği tek adam olmuştu.

Tıpkı Hera gibi...

Ama Mustafa Baba'nın gözünde Hera hep başka konumda olacaktı. Çünkü Hera onun en yakın arkadaşını kızıydı ve bu küçük kız tıpatıp annesine benziyordu.

***

Cenaze merasimi bittiğinde son çocukluk anısı da Mustafa Baba'nın üzerine atılmış ve kalabalık yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Geriye ise ben, Pars, Savaş, Poyraz, Korhan, Almina, Cihangir, Gurur, Buğu, Evren, Hayal kalmıştık.

Pars her zamanki gibi benim arkamda duruyordu. Diğerleri de mezarın etrafını çevrelemiş şekilde duruyordu. Hepimiz çocukluğumuzun mezarı üzerinde çocukluğumuzu seyrediyor gibiydik. Hepimiz sessiz, hepimiz kıpırtısız duruyorduk.

Hafif bir rüzgar bedenlerimizi okşayarak geçti. Bu Mustafa Baba'nın yumuşak dokunuşlarını andırıyordu. Sanki kendi ölümü için bizi teselli etmeye gelmiş gibiydi. Rüzgar hepimizin arasında dolaştı.

Hareketsizliği bozan ilk kişi Gurur'du. Elinde duran ahşap plakayı alarak mezarın başına geldi ve bütün gücüyle plakayı toprağa batırdı. Ahşabın üzerinde yazan sadece iki kelimeydi.

MUSTAFA BABA.

Hepimizin bakışları kelimelerin üzerinde dolaştı. Hepimizin zihninde farklı anılar, farklı duydular belirip kayboldu ama hepimizin ortak bir duygusu vardı o da minnettarlık. Ne kadar zaman geçerse geçsin o duygu ilk günkü gibi hepimizin kalbinde yer edinmeye devam edecekti.

"Hepimizi tekrardan bir araya toplamak istediğinden bahsedip dururdu," dedi Buğu hüzünlü bir ses tonuyla. Hepimizin bakışları ona yöneldiğinde o da tek tek gözlerimizin içine baktı ve sonunda gözleri Mustafa Baba'nın mezarında duraksadı. "Bunu başardı da ama o artık aramızda değil." Ağlamamak için kendi zor tuttuğu her halinden anlaşılıyordu. Zaten ağlaması yeni dinmişken tekrardan başlaması an meselesiydi.

"Hepimiz burada değiliz," dedi Korhan soğuk ses tonuyla. Bir anda bakışlar bana ve ardından Korhan'a kaydı. Herkes Korhan'ın kimden söz ettiğini biliyordu ama sesli bir şekilde dile getirmiyordu. Bahsettikleri kişi Karan'dı.

Buğu zar zor tuttuğu göz yaşlarını bıraktığında hepimizin bakışları tekrar ona kaydı. Mustafa Baba bu yüzden onun adını Buğu koymuştu. Çünkü küçükken de çok ağlar ve her zaman cam gibi gözlerinde bir buğu olurdu.

Yuva'nın yuva yapan ilklere isimlerini veren Mustafa Baba'ydı. Ona göre yuvaya gelen herkes yeniden doğar ve hayata yeniden başlardı. Hiç terk edilmemiş gibi, hiç bırakılmamış gibi, hiç kimsesiz kalmamış gibi. Burada bulunan yuva sakinlerinin ben hariç hepsi ölmüş ve yeniden doğarak geçmişlerinden sıyrılmıştı. Ben hariç herkes.

Önceki adlar çoktan unutulmuş ve onları tanımlayan yeni adları olmuştu. Kimse buna itiraz etmemişti. Çünkü hepsi yeniden doğma fikrini benimsemişti. Bu yüzden de herkese yeni bir işim konmuştu.

Gurur ismini o koymuştu. Çünkü isminden anlaşıldığı üzere aramızdaki en gururlu kişi oydu.

Almina'ya ismini o koymuştu. Çünkü küçükken şimdi olduğu gibi kızıl saçlara sahipti ve bu yüzden Mustafa Baba da ona kutsal bölgelerde yetişen kırmızı çiçek anlamına gelen Almina ismini vermişti.

Cihangir'e adını veren de oydu. Çünkü aramızdaki en güçlü çocuk oydu ve Mustafa Baba'ya göre bir gün bu gücüyle bu şehri bile fethedebilirdi.

Evren'e de ismini veren de Mustafa Baba'ydı. Çünkü o da tıpkı benim gibi gezegenlere, gök cisimlerine, yıldızlara meraklıydı.

Hayal'e de ismini veren oydu. Çünkü küçükken aramızdaki en hayalperest kişi Hayal'di ve her zaman hayaller kurar ve bir gün bunların gerçekleşeceğine inanırdı.

Korhan'a da ismini Mustafa Baba vermişti. Bunun sebebini Korhan'a bakarak bile anlamak mümkündü.

Burada isim vermediği tek kişi bendim. Çünkü ona göre ismim zaten beni var ediyordu.

Zeus'tan güçlü, güzelliği ile nam salmış Afrodit'in birlikte ismi anılan, kindarlığı ile bilinen ve bütün gücü elinde bulunduran o tanrıçanın ismi, Hera.

Belki de Mustafa Baba haklıydı. Bu isim beni var ediyordu. Belki de sadece en yakın arkadaşının seçtiği ismi değiştirmek istememişti. Her ne olursa olsun burada isim vermediği tek kişi bendim ve belki de bu yüzden geçmişe takılıp kalmıştım.

Bir süre daha öyle mezarın başında dikilip durduktan sonra herkes fazlasıyla yorgundu.

"Burada dikilip durmanın ona hiçbir yararı yok," dedi Gurur öfkenin boyadığı bir ses tonuyla. "Yuvaya gidip ne yapacağımıza karar vermeliyiz. Ona bunu kim yaptıysa bunu yanına bırakamayız."

Herkes Gurur ile hem fikir olunca yavaş yavaş mezarlığın yanındaki kişi sayısı azalmaya başladı ve geri sadece 3 kişi kaymıştı.

Ben, Pars ve Korhan.

"Bu nasıl oldu?" Soru ağzımdan çıktığında hepimiz muhatabının kim olduğunu biliyorduk.

"Sert bir cisimle öldüresiye dövülmüş. Onu bulduğumuzda artık çok geçti. İç organlarına aldığı darbeler ve iç kanamalar yüzünden kurtarılması imkansızdı. Hastaneye yetiştiremeden kollarımın arasında öldü."

Dışarıdan biri dinliyor olsa bu kadar soğuk ve sakin bir tonla anlattığı olayın onu hiç etkilemediği sonucuna varabilirdi ama ben öyle olmadığını biliyordum. He ne kadar ses tonu sakin soğuk olsa da o ses tonun arkasında gizlenen gerçeği görebiliyordum. Çünkü onu çok iyi tanıyordum.

"Kim yaptığını biliyor musun?"

"Mustafa Baba'nın pek düşmanı yoktu. Bu yüzden de bunu kim yaptığını tahmin etmek zor değil."

İkimiz de aklından aynı ismin geçtiğini anlamak zor değildi. İkimiz de bunu yapanın Deha Sancak olduğunu düşünüyorduk. Çünkü Mustafa Sancak'ın tek düşmanı kardeşi olan Deha Sancak'tı.

"Peki neden şimdi, onca yıl dururken neden şu an?"

"Çünkü onca yıl Mustafa Baba, Deha Sancak'ın yoluna çıkmadı. Bu yüzden de hayatta kaydı ama bir kaç hafta önce Mustafa Baba birden değişti ve gizli işler yürütmeye başladı," dediğinde hızla ona doğru döndüm.

"Ne tür gizli işler?" diye sorduğumda başını kaldırıp bana baktı.

"O," dedi biraz duraksayarak. "Bu durumda olmanın kendi suçu olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden de sana yardım etmek istedi ve bunun en kolay yolu da gerçek babandan geçiyordu. Mustafa baba Adnan Sancak'ı buldu ve onunla bir anlaşma yaptı."

Şu an tam olarak duyduğum şeylere anlam vermekte güçlük çekiyordum. Yani Mustafa Baba en başından beri Deha Sancak'ın benim babam olmadığını biliyor muydu? Bunu bilmesine rağmen beni ona mı vermişti?

Siktir. Siktir!

Burada tam olarak ne dönüyordu? Her taşın altından neden benim hayatımı alt üste edecek bir yalan çıkıyordu? Neden hayatımın tamamı bir yalan üzerine kuruluymuş gibi hissediyordum.

"Deha Sancak'ın babam olmadığını biliyor muydun?" Koyu kahve siyaha çalan gözleri benim yeşillerime tırmandı.

Onun bakışlarından her şeyi okumam mümkündü. Çünkü o tamimiyle onu okumama için bana izin veriyordu ve bunu yapmasına izin verdiği tek kişinin ben olduğumu biliyordum ve gözlerine baktığımda bundan haberi olmadığı belli oluyordu.

"Anlaşmanın içeriğini biliyor musun?"

Diğer soruyu cevaplamasına gerek yoktu. Çünkü ben çoktan cevabımı almıştım.

"Anlaşmayı yaptığında onunlaydım." Cebinden çıkardığı deri eldivenleri yavaş yavaş eline geçirmeye başladı. "Anlaşmaya göre Mustafa Baba elindeki %10 hisseyi Adnan Sancak'a devredecekti ve Adnan Sancak da elindeki %35 hissesiyle birlikte bunu sana devredecekti. Böylelikle Deha Sancak'a karşı elinde %45'lik bir hisse olacaktı. Bunun yanında Mustafa Baba diğer küçük hissedarlarla konuşup %5 kısmı da toplamaya çalıştı ama işler istediği gibi gitmemişe benziyor.

Biliyorsun ki Mustafa Baba her ne kadar zeki bir adam olsa da karşısındaki herkesi kendi gibi dürüst ve güvenilir zannediyordu, bu da onu zayıf noktasıydı.

Bana göre küçük hissedarlardan biri Deha Sancak'ın düşmanlığını göze olamadı ve Mustafa Baba'nın bütün planını Deha Sancak'a anlattı. Deha Sancak da en başında beri ortadan kaldırmak istedi kardeşini ortadan kaldırmak için bir fırsat kuldu ve vahşi bir sırtlan gibi onu üzerine atladı.

Onu öldürmek kolaydı ama asıl öğrenmesi gereken şey neden Mustafa Baba'nın hissedarlarla konuşup hisseleri satın aldığını öğrenmekti. Bu yüzden de Mustafa Baba'yı yakaladı. Ona işkence edip planının ne olduğunu öğrenmeye çalıştı ama Mustafa Baba'nın sana olan sevgisi kendi canından daha ağır basmışa benziyor. Böylelikle işkencelere daha fazla dayanamayan ve ağzından tek kelime laf alamayacağını anlayan Deha Sancak kardeşi değil de bir çöp parçasını fırlatır gibi onu bizim kapımızın önüne attırdı."

Son cümleleri içine gizlenen öfkeyi, nefreti iliklerime kadar hissetmiştim. İstemeden bakışlarımı bakışlarından kaçırdım.

"Yani Mustafa baba yine Mustafa Babalığını yaptı."

Yeni duyduğum gerçek karşındaki duygularımı gizlemek için elimden geleni yapıyordum. Onun karşısında duygularımı saklamaya çalışsam da bunun mümkün olmadığını biliyordum.

"Onu öldüreceğim," dedi tekrardan konuşmaya başlarken. "Deha Sancak'ı kendi ellerimle öldüreceğim." Ondan kaçırdığım bakışlarım tekrar onu bulduğunda yüzünde daha önce hiç görmediğim bir ifadeyle bana bakıyordu.

"Sen ve o arkandaki adam," dedi çenesiyle Pars'ı işaret ederken. "Önüme çıkmasanız iyi edersiniz. Çünkü ben Deha Sancak'a doğrultulan bir namlunun ucundan çıkacak olan bir mermiyim ve o merminin size denk gelmesini engelleyemem."

Sırtını bize dönüp diğerlerinin gittiği yönde arkasında bakmadan ilerledi. Geriye sade ben ve Pars kalmıştık. Tamamen yalnız kaldığımızda Pars'a doğru döndüm.

"O öldürmeden," dedim Pars'a bakarken. "Deha Sancak'ı öldürmeliyim."

"Bunu yapacaksın," dedi beni cesaretlendirir gibi. "Ama bunu plan yapmadan öylece yapamazsın."

"Anlamıyorsun." Bakışlarım yanımda duran mezara kaydı. "Eğer Korhan namlusunu Deha Sancak'a çevirdiyse onu öldürür. Bekleyecek, plan yapacak vakit yok. Şu an bile onu öldürmeye gidiyor olabilir." Kelimeler ağzımdan o kadar hızlı dökülüyordu ki ben bile ne dediğime anlam veremiyordum.

"Hera," dedi hafifçe sesini yükselterek. Elleriyle yüzümün iki yanına sabitleyerek ona bakmam için beni zorladı. "Sakin ol."

Gözlerim onun durgun mavilerine takıldığında beynimin içindeki kargaşa azda olsa dinginleşiyordu.

"Kimsenin Deha Sancak'ı öldürme fırsatını elinden almasına izin vermeyeceğim." Gözleri gözlerimde oyalandı. "Bunun için gerekirse ona dönen namlunun önüne atlamaya bile hazırım."

Ve bir bölümün daha sonuna geldik. Bölümü nasıl buldunuz?

Bölüme on üzerinden kaç verirsiniz?

Sonu nasıl buldunuz?

Sizce bir sonraki bölümde bizi neler bekliyor?

Düşüncelerinizi benimle paylaşırsanız çok sevinirim.🖤

Instagram: kayipmedusaa

ÖPÜLDÜNÜZ 🖤

Continue Reading

You'll Also Like

1.9M 68.7K 59
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
429K 15.9K 48
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
332K 21.5K 23
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
301K 14.7K 72
4 arkadaşın numara komşuları üzerine iddiaya girmeleriyle başlar her şey... Argo, küfür vs. içerir!!!