HERKESİN EFENDİSİ

De Medusahikayeleri

564K 23.8K 11.7K

Mafya patronu olan Hera Ateş bütün şehri avucunun içinde tutuğunu düşünüyordu ama bir gün şehre yeni gelen bi... Mais

Prolog
1. DEVRE DIŞI KALAN EMNİYET
2. BATAKLIĞA ATILAN ADIM
3. YAŞAMIN PENÇESİNE TAKILAN ÖLÜM
4.ÖLÜME ATFEDİLEN YEMİN
bu bir iç döküştür
5. BEKLENMEYEN MİSAFİR
6. DÜŞMAN KALPLERİN SENFONİSİ
7. KAPIYA DAYANAN SAVAŞ
8. ÇOÇUKLUĞUNUN KÜLLERİNDEN DOĞAN KADIN
9.DUYGUSAL MAKİNA
10. İHANETİN ATEŞİ
11. PORSELEN FİNCAN
12. İHANETİN BEDELİ ÖLÜM
13. ÖLMEME İZİN VERME
14. KÜRKÇÜ DÜKKANINI ATEŞE VEREN TİLKİ
15. ANLAM KAZANAN RENK; KIRMIZI
16. HABERİN YOK ÖLÜYORUM
17. İBLİSİN İNİNE ÇOMAK SOKAN EFENDİ
18. KOYUN POSTUNA BÜRÜNEN KURT
19. AY IŞIĞINI EVLAT EDİNMİŞ GECE
20. CEHENNEMİN KAYALIĞINA TUTUNAN YOSUN
21. DUDAKLARIN RİTMİ
22. YUMUŞAK DOKUNUŞLAR VE PARÇALANAN KOZA
23. GÜNAHA BULANAN BEDENLER
ÖZEL BÖLÜM "GÜZEL GÖZLÜ ÇOCUK & ORMAN GÖZLÜ KIZ"
24. ÖLÜMÜN PENCESİNE TAKILAN PİŞMANLIK
25. BURUK BİR VEDA
26. TUTKUYA ADANMIŞ BEDENLER
27. ÇIPLAK BEDENLERİN DANSI
28. FAİLİ MEÇHUL CİNAYET
29. SATÜRNÜN UÇURUMUNA ZİNCİRLENEN RUHLAR
30. MUTLU SON?
31. GERÇEĞİN SURETİNE BÜRÜNEN YALANLAR
32. OKYANUSUN KOYNUNA HAPSOLAN KÜÇÜK KULAÇLAR
33. RUHUN PUSULASI; AŞK
ÖZEL BÖLÜM "PARS ALAZ"
34. GERİ DÖN
35. "ÖL DEDİĞİNDE ÖLECEĞİM"
36. TANRILARIN KISKANDIĞI GÜZELLİK
37. BEKLENMEYEN TEKLİF
38. TEKLİF VE ANLAŞMA
40. TOPRAĞIN ALTINA GÖMÜLEN ÇOCUKLUKLAR
41. GÜNAHKAR RUHLARIN YEMİNİ
42. RUHA DOLANAN BİR ÇİFT MAVİ
43. SENİ HATIRLIYORUM
44. SONSUZ HİSSETİRECEK KADAR
DUYURU

39. KAYBEDİLEN KAZANÇ

2.1K 149 50
De Medusahikayeleri

Selam efendilerim. Nasılsınız, neler yapıyorsunuz? Umarım iyisinizdir.

Bölüm biraz geç geldi ama umarım seveceğiniz bir bölüm olur.

Oy verip yorum yapmayı unutmayın. Keyifli okumalar.

ÖPÜLDÜNÜZ 🖤

KAYBEDİLEN KAZANÇ

Pars'ın cümlesiyle birlikte bakışlarım ona doğru kaydı. Onunda bakışları benim bakışlarımdaydı. Masaya servis yapanı garson artık bizim için tamamen etkisiz eleman gibiydi.

"Hera Alaz," dedi kelimelerin üzerine bastıra bastıra. "Kulağa çok güzel geliyor, tıpkı senin ismin için yaratılmış gibi."

Hera Alaz.

Beynimin içinde yankılanan iki kelimenin ağırlığı kalbimin üzerine baskı uyguluyordu.

Hera Alaz.

Kalbimin üzerindeki baskıyı saymazsak kulağa o kadarda kafiyeli gelmiyordu. Aslında bu soyadı ona ait olmasaydı kesinlikle ismimin sonuna eklemeye tenezzül bile etmezdim ama karşımdaki adam Pars Alaz olunca yapmam dediğim şeyleri yaparken buluyordum kendimi.

"Senin soy ismini alacağımı sana düşündüren ne?" diye sordum ciddi bir tavır takınmaya çalışırken. Bakışları yüzümde oyalandı.

"Almayacak mısın?" diye sordu sakin bir tonda.

"Yıllardır kullandığım soy ismimden memnunum ve bana da yakışıyor."

Bir süre hiçbir şey söylemeden sessizce yüzüme baktı.

"Ateş," dedi sayıklar gibi. "Kesinlikle sana yakışıyor ama." Bakışları bakışlarımda hafifçe turladı. "Benimki sana daha çok uyuyor."

Şu an konuşmalarımız iki çocuğun birbiriyle olan inatlaşmasına benziyordu. Sonuçta anlaşmalı bir evlilik olduğu için kısa bir süreliğine soy ismimin değişmesi benim için problem değildi ama aklımda daha iyi bir fikir vardı.

"Bir anlaşmaya varmakta zorlanacak gibiyiz, bence daha farklı bir bakış açısı bulmalıyız,"

Pars'ın yüzünde meraklı ifade yer edindiğinde masanın üzerinde duran şarap şişesini alarak önümdeki bardağı doldurdu. Benim bardağımı doldurduktan sonra kendi bardağını doldurup şişeyi tekrar masanın üzerine bıraktı.

"Nasıl bir bakış açısı?" dediğinde biraz düşünür gibi yaptım.

"Bence," dedim önümde duran şarap bardağının ince sapını parmaklarımın arasına alarak. "Sen benim soyadımı kullanmalısın." Pars'ın yüzünde bir tebessüm peydah oldu ama her zamanki alayından yoksun bir tebessümdü.

"Beni tamamıyla senin mi yapmaya çalışıyorsun?" diye sorduğunda yüzümde alaylı bir tebessüm peydah oldu.

"Neden olmasın?" dedim sakin bir tonda. "Yoksa erkeklik gururunun sarsılacağından mı korkuyorsun?"

Yüzündeki tebessüm sanki mümkünmüş gibi biraz daha büyüdü. Bakışları bakışlarımda, eliyle ise önündeki şarap bardağa daireler çizdiriyordu.

"Sikmişim gururunu," dedi sakin bir tonda. "Eğer karşımda sen varsan gurur sadece birkaç harften oluşan bir kelime ibaret." Bu cümleyi alelade söylediğine dair hiçbir kanıt yoktu. Ses tonu ve bakışları kendinden emindi.

"Öyle ise soy ismimi alacak mısınız?" diye sorduğumda önünde duran şarap bardağından bir yudum aldı. Bakışların kısa süre benim üzerimde dolaştı ve ardından odağı kısa süreliğine arkamdaki bir şeye kaydı. Bakışları tekrar beni bulduğunda konuştu.

"Bilardo oynamayı biliyor musun?"

Tek kaşım istemsizce havalandı. Bunun konumuzla tam olarak ne ilgisi vardı? Aklından yine bir şeyler geçtiğini tahmin etmek zor değildi ama tam olarak ne geçiyordu.

"Biraz," dedim sorgu dolu bir ses tonuyla.

Aslında bilardo oynamakta iyiydim. Boş zamanlarımda Savaş ve Poyraz ile sık sık bilardo oynamaya giderdik. İkisi de elime su dökemediği için bir süre sonra sıkıcı bir hal almaya başlamıştı. Bu yüzden de oynamayı bırakmıştık ama Pars şu an neden bunu soruyordu?

"Yemekten sonra benimle oynamak ister misin?" diye sorduğunda aklından geçenleri tahmin etmeye çalışıyordum.

"Bir anda nereden çıktı bu?"

"Bu gidişle karar vermekte zorlanacağız. En mantıklı çözüm kazanan kişinin karar vermesi olur."

"Yani kim kimin soy ismini alacağını oyunla mı kazar vereceğiz?" siye sorduğumda Pars başını olumlu anlamda salladı.

Böyle bir kararı vermek için bir oyunda kazanmaya güvendiğine göre kendine güveniyor olmalıydı ama bende en az onun kadar kendime güveniyordum ve geri adım atmaya niyetim yoktu. Sonuçta söz konusu olan benim soy ismimdi ve ondan o kadarda kolay vaz geçecek değildim.

"Kabul ediyor musun?" diye sorduğunda hiç tereddüt etmeden cevap verdim.

"Ediyorum."

Pars'ın yüzünde tatmin olmuş bir ifade belirdi.

"Bu evlilikten geri dönüş yok."

Ciddi tonda söylediği cümlenin ağırlığını iliklerime kadar hissediyordum. Bu bir anlaşmalı evlilikti ama nedense ondan daha fazlası varmış gibi hissettiriyordu. Bunun bir sonunun olduğunu biliyordum ama bu sonun nasıl olacağını kestiremiyordum.

"Geri dönmek isteyen de yok," dedim Pars'a meydan okurcasına.

Bu işin sonunu görene kadar geri dönmeye niyetim yoktu. Ne olursa olsun intikamımı alacaktım. Bunun için ne yapmam gerekiyorsa yapacak, önüme çıkan bütün engelleri aşacaktım. Pars elinde tutuğu şarap bardağını bana doğru kaldırıp havada asılı tutu.

"Soy adımıza," dedi kelimenin üzerini bastıra bastıra. Bakışlarım bana doğru uzattığı kadehin arkasından bakışlarına kaydı.

"Soy adıma," dedim kadehimi kadehine hafifçe çarparken.

Şaraptan küçük bir yudum alarak bardağın üzerine bıraktım. Ardından masanın üzerinde duran çatalı alarak önümde duran salatadan küçük bir parça alıp ağzıma tıktığımda sanki yıllardır ağzıma tek lokma girmemiş gibi hissediyordum. Hatta yemek yemeyi bile unutmuş gibiydim. Ağzımdaki lokmayı iyice çiğneyip yutkunduğumda bakışlarım Pars'a kaydı. Yemek yemek yerine sadece şarap içiyordu.

"Neden yemiyorsun?" diye sorduğumda bakışları bir bana bir de önündeki salataya kaydı.

"Tavuk yemekten pek haz etmiyorum," dedi sakin bir tonda.

Bu adam gerçekten bir garipti. Tavuk yemiyorsa neden siparişi değiştirmemişti ki? Onun hakkında pek bir şey bilmememe rağmen sipariş vererek ilk hatayı ben yapmış olmama rağmen neden hatamı düzeltmedi?

"Neden siparişi değiştirmedin ki?" diye sorduğumda şaraptan bir yudum aldı.

"Garson kıza bir şey kanıtlamaya çalışıyormuşsun gibi hissettim," dedi sakin ve alaylı bir tınıyla. "Ben de sana ayak uydurdum."

Zeki bir adamla ortak olmanın bu kadar zor olacağını kim tahmin edebilirdi ki? Yaptığım her hareketi anlayıp ona göre ayak uydurması gerçekten çok yararlı bir şey olmasına rağmen en ufak bir şeyin bile gözünden kaçmaması büyük bir problemdi.

"Ne saçmalıyorsun?" diye sordum gözlerinin içine bakarken. "Ne kanıtlamaya çalışıyor olabilirim ki?"

Elindeki şarap bardağını kafasına dikip bedenini dikleştirdi. "Bilemiyorum," dedi başını sağ omuzunun üzerine hafifçe yatırıp bakışlarını yüzümde turlarken. "Bunu bana sen söyleyeceksin. Çünkü benim düşüncelerim bana beni kıskandığını düşündürtüyor ama öyle değil, değil mi?" Başını dikleştirdi. "Yoksa öyle mi?"

"Öyle bir şey yok," dedim çatalımı bir parça marula batırıp ağzıma atarken.

"Ben de öyle düşünmüştüm," dedi yüzünde alaylı bir tebessüm yerleştirerek. "Beni yiyecekmiş gibi bakan kızı neden kıskanasın ki değil mi?"

Ağzımın içindeki marulu iyice çiğneyip sertçe yutkundum. "Seni yiyecekmiş gibi baktığının farkındasın yani?" dedim şarap bardağımdan bir yudum alıp boğazımı temizlerken.

"Gözüm senden başka bir kadın görmese de," dedi kendinden emin bir ifadeyle. "Biri yüzüme dikkatli bir şekilde bakarsa bunu fark etmemek imkânsız olur. Hem de bana kendini göstermeye o kadar çabalarken."

"Baksaydın o zaman. En azından çabaları boşa gitmezdi," dedim sakin bir ifade takınmaya çalışırken.

"Senin ışığının yanında o bir gölge gibi kalırken mı?" dedi bakışları benim üzerimdeyken. "Hiç sanmıyorum."

Hiçbir şey söylemeden önümdeki yemekten bir çatal daha alıp ağzıma attım. "Aç olmalısın," dedim ağzımdaki lokmayı bitirir bitirmez. "Sana başka bir şey sipariş edelim. Kızın ne düşündüğünü umursamıyorum. Aç kalmamalısın."

Pars boşalan şarap bardağını tekrar doldurup bana döndü. "Beni düşünüyor olamazsın değil mi?" diye sordu alayla. Bu adam her cümlemin altında böyle kendine pay mı çıkaracaktı?

"Benim yüzümden aç kalmanı istemiyorum," dedim net bir tonda.

"Beni bu kadar düşünürken nasıl aç kalabilirim ki?"

Gerçekten bu adam.

Masanın üzerinde duran çatalını alıp salatadan özenle bir parça alıp ağzına attığında şaşkın bir ifadeyle onu izliyordu. Ağzında ufak bir tur çiğnedikten sonra yutkundu. Yüz ifadesinden anlaşıldığı üzere gerçekten de tavuktan haz etmiyor olmalıydı ama buna rağmen yiyordu. Neden?

"Aptal," dedim bakışları bakışlarıma tırmanırken. "Saçma bir şey yüzünden neden kendini sevmediğin bir şey yemek için zorluyorsun ki?"

"Saçma mı?" dedi biraz düşünür gibi yaparken. "Senin benim için seçtiğin yemeği yemekte herhangi bir saçmalık görmüyorum."

Ona karşı ne söylersem söyleyeyim bana hemen karşı bir argüman sunmakta çekinmiyordu. Bu yüzden de daha fazla bir şey söylemeden önümdeki salatayı yemeğe koyuldum. Koca bir adamdı ve neyi yapıp neyi yapmayacağına kendi karar verebilirdi sonuçta.

İkimizde yemek yerken sessiz olmayı tercih ettiğimiz için ufak tefek bir kaç bir şey konuşmamıza rağmen yemek sessiz geçmişti. İkimizde yemeğimizi bitirdiğimde Pars önündeki tabağın çoğunu yemişti. Benim ise tabağımın yarısı hala duruyordu. Kendimi çok aç hissetmeme rağmen midemin alacağı maksimum kapasite buydu. Eğer kendimi daha fazlası için zorlasam gün boyu mide ağrısı ve ulantısıyla geçirmek zorunda kalırdım.

Benim aksime Pars'ın yeterli miktarda yemediğini düşünüyordum. Onun ebadında bir adamın bu kadarcık şeyle doyması imkansızdı ama buna rağmen hiçbir şey söylemedi.

Yemeğimizi bitirdikten sonra hemen aynı binanın alt katında bulunan bir oyun salonuna indik. Pars'ın oyun hakkında söylediğini pek ciddiye almasam da şu an bulunduğumuz nokta tam olarak o noktaydı.

Pars arkama geçerek paltomu çıkarmama yardımcı oldu ve kendi paltosuyla birlikte bulunduğumuz masanın hemen karşısında bulunan alana astı. O paltoları asarken bende istekaların yanına giderek kendime bir isteka seçtim. Seçtiğim istekayı alıp masanın yanına gelip topları tutan plastik parçayı kaldırarak kenara koydum. Bu sırada pars da kendine bir isteka seçip yanıma gelmişti.

"Başla," dedim elimle masayı işaret ederken.

Pars hiçbir şey söylemeden başını hafifçe öne eğip beni onaylayarak arkamdan geçip masanın başına geçti ve vuruşunu yapmak için pozisyon aldı. Pozisyonunu görünce onunda bu oyunda iyi olduğunu anlamakta zorlanmamıştım. istekasını beyaz topa sabitleyip atışını gerçekleştirdi.

Masanın ortasında üçgen şeklinde duran toplar Pars'ın vuruşuyla dağıldı ve iki düz top cebe girdi. Bu ilk atışa göre iyiydi. Pars yavaşça doğruldu ve bakışları kısa süreliğine bakışlarımda oyalandı.

"İyi atıştı," dedim sakin bir tonda.

"Hala oynamak istediğine emin misin?" diye sorduğunda benimle dalga geçiyordu.

"Oyun henüz yeni başlıyor," dedim kendimden emin bir tonda.

Oyun yeni başlıyordu ve ilk atıştan bir şeylere karar vermek saçmalık olurdu. Hem ilk atış ne kadar başarılı olsa da diğer atışların o kadar başarılı olabileceğinin bir garantisi yoktu. Bakışlarım masanın üzerindeki taşların konumunu kaydı. İki düz top cepteydi. Bu da Pars'ın düz topları almak için düz toplara hamle yapacağı anlama geliyordu. Geriye 5 düz top kalmıştı. Düz topların konumu biri hariç diğer topların konumu pek iç açıcı değildi.

Çizgili toplarda da durum pek farkı değildi. Rahat atış yapılabilecek çok fazla hamle yoktu ama topların konumundan çok beyaz topun duracağı nokta daha önemliydi.

Pars da tıpkı benim gibi masaya bakıyor ve yapacağı hamleyi planlıyor olmalıydı. Masanın etrafında kısa bir tur dönüp beyaz topun önüne gelerek düşündüğümün aksine düz toplara hamle yapmak yerine çizgili toplardan birine doğru hamle yaptı. Çizgili top hemen sağ ortada bulunan cebe girdiğinde Pars doğruldu.

"Çizgili toplar benim, düz toplar senin," dedi sakin bir tonda.

Bakışlarım topların üzerindeyken neden böyle bir hamle yaptığını düşünüyordum. Sonuçta oyunun sonunda soy ismi söz konusuyken neden kolay yolu seçmek yerine daha zor olan yolu tercih ediyordu.

"Öyle görünüyor," dedim bakışlarım hala topların üzerindeyken.

Pars tekrardan beyaz topun olduğu konuma geçerek yeni bir atış yaptı ve bu atışta da çizgili toplardan biri içerideydi. Atışına, duruşuna ve stratejisine bakıldığında bu oyunda iyi olduğu anlaşılıyordu.

Beyaz topu cebe göndermeden önce iki atış daha yapmıştı ve iki atışta gayet başarılı bir şekilde sonuçlanmıştı. Siyah topu saymazsak geriye 3 topu kalmıştı benim ise hala 5 topum vardı. Beyaz topu girdiği cepten çıkartarak bilardo masanın etrafında kısa bir tur attım. En iyi stratejiyi belirlemek için taşların konumunu iyice gözledim. Duruma bakıldığında biraz dezavantajlı konumdaydım ama henüz oyun bitmemişti.

Beyaz topu onu açık olan ve rahat bir pozisyonda duran düz bir topun arkasına koydum. Atışımı yapmak için istekayı sağ elime aldım. Sol bacağım önde dizlerim hafif kırık bir şekilde sol kolumu masanın üzerine uzattım. Tutuğum istekayı sol elimin üzerine sabitledim. Benim için rahat bir atış olacaktı.

Atışı yapmak için hazırlanırken Pars ağır adımlarla yanıma doğru geldiğinde kısa süreliğine dikkatim dağılsa da dikkatimi hemen toplayarak atışı yaptım. Tahmin ettiğim gibi top deliğe girmişti. Bedenimi dikleştirdiğimde omuzumun üzerinden Pars'a baktım. O ise masaya bakmak yerine bakışları benim üzerimdeydi.

"Beni değil oyunu izlemelisin," dedim beyaz topa doğru ilerlerken.

"Oyundan daha ilgi çekicisin," dedi sakin bir tonda. Beyaz topun önüne geldiğimde bakışlarımı kaldırıp Pars'a baktım.

"Kaybedecek hiçbir şeyin yokmuş gibi konuşuyorsun," dedim masanın üzerine hafifçe eğilip pozisyon alırken. "Yoksa soy ismimi almayı bu kadar mı istiyorsun?"

Cevabını beklemeden atış yaptığımda 4. düz topla içeriye girmişti. Şimdi skor tablosu eşitti ve bu gidişler öne geçeceğim gibi gözükse de geri kalan toplarımın konumu pek iyi değildi.

"Soy ismini almakla ilgili bir problemim yok," dedi net bir tavırla. "Ama senin benim soy ismimi kullanmanı istiyorum. Bu yüzden de kaybetmeye niyetim yok." Kendine güvendiği her halinden belli oluyordu.

"Kendine bu kadar güvenmen ne güzel," dedim atışı yaparken. "Ama karşında ben varken pek işe yaramaz," dediğimde 5. topta başarılı bir şekilde cebe girmişti. Geriye iki topum kalmıştı ve kalan toplar Pars'ın topları ile yapışık bir şekildeydi. Temiz bir atış yapmak zor gibi görünüyordu.

Yeni atışı yapmak için pozisyon aldığımda Pars'ın bedeni hemen arkamda belirdi. Bedeni benim bedenime doğru hafifçe eğildiğinde fısıldadı.

"Zor bir atış," dedi sıcaklığı bedenimi sıyırırken. "Yardım ister misin?"

Sıcaklığı dikkatimi dağıtıyor, odağımın kaymasına neden oluyordu. Bunu bilerek yaptığını düşünüyordum. Dikkatimi dağıtarak atışı kaçırmama neden olaya çalışıyordu.

"Benden uzaklaş," dedim net bir tavırla. "Eğer senin yüzünden bu atışı kaçırırsam yeni bir atış yaparım." Pars'ın yüzünü görmesem de her zaman ki alayla boyalı tebessümün yüzünde yeşerdiğini hissedebiliyordum.

"Temas yok," dedi kendini açıklama gereği duyarken. "Bu kurallara aykırı sayılmaz." Haklıydı, temas yoktu ama onun yanında bulunması bile dikkatimi dağılması için yeterliydi.

"Yoksa yanında bulunmam senin dikkatimi mi dağıtıyor," dedi haylaz bir tonda.

Hiçbir şey söylemedim ve derin bir nefes alarak vuruşa odaklanmaya çalıştım ama düşündüğüm gibi odağım kaymıştı. Bu yüzden de atışı kaçırmıştı.

Bedenimi dikleştirdiğimde Pars da benimle birlikte doğruldu. Dik dik gözlerine bakmama rağmen yüzünde hala o alaylı gülümsemesi ile bana bakıyordu.

"Tüh," dedi alayla. "Kaçırdın."

Eğer böyle oynamak istiyorsa ben de ona ayak uydurabilirdim. Ne olursa olsun bugün kaybeden ben olmayacaktım.

"Sıra sende," dedim sakinliğimi korumaya çalışırken.

Pars hemen istekasını alıp beyaz topun olduğu konuma gitti. Şu an açık duran bir atışı vardı ve rahatlıkla atışını gerçekleştirebilirdi ama onun bu kadar kolay atış yapmasına izin verecek değildim.

Yavaş adımlarla yanına doğru ilerledim ve hemen bakış açısına doğru geçerek kalçaları bilardo masasına dayadım. Giydiğim kısa elbise biraz daha yukarı doğru sıyrıldı.

"Kolay bir atış," dedim bakışlarım üzerindeyken. "Ama istersen yine de yardımcı olabilirim."

Pars bakışları kısa bir süreliğin kalçalarımdan oyalansa da tekrar dikkatini toplamak adına bakışlarını kalçalarımdan kaçırdı. Atışı gerçekleştirdiğinde başarılı bir atış olmuştu. Zaten ne kadar dikkatini dağıtmaya çalışsam da açık bir atış olduğu için sonuç değişmeyecekti.

Şimdi ikimizin de iki atış vardı ama Pars benden daha avantajlıydı. Hemen beyaz topun konumu hem de kendi toplarının konu gayet iyiydi. Hiçbir şey söylemeden istekasını alıp diğer atışı yapmak için karşı tarafa geçti.

Başımı onun olduğu tarafa çevirdim. Elimde tutuğum istekamı sağ baldırıma yaslayıp masaya sabitledim ve kollarımı kenetleyip Pars'ın atışını izledim. Pars elindeki istekayı hızla beyaz topa çarptı beyaz top masanın üzerinde yuvarlanıp son kalan taşına çarptı ve top ağır ağır masanın üzerinde yuvarlanıp hemen kalçamın yanında bulunan cebe girdi. Başarılı bir atıştı. Geriye bir topu ve siyah top kalmıştı.

Son topu beni topuma birleşik duruyordu. Beyaz topun konumu güzel olsa da vurduğu an benim topumu hareket ettirecekti ve kendi topunu atabileceğinin de garantisi yoktu. Bu atışı yapabilmesi için beyaz topu kenardan sektirip topuna vurmalıydı bu da zorlu bir atıştı ama yine de imkânsız sayılmazdı. Parsta benim düşündüğümü düşünmüş olmalı ki beyaz topu sektireceği en doğru noktayı aramaya koyuldu.

Kısa bir süre hamlesini belirler belirlemez harekete geçti. istekasını beyaz topa vurdu, beyaz top köşeye çarparak kendi topuna çarptı ve top benim topumla birlikte cebe girdi. Zorlu bir atış olsa da Pars tereyağından kıl çeker gibi dikkatle atışı gerçekleştirmişti.

Geriye bir tek siyah topu kalmıştı. Eğer bunu da atarsa kazanan o olacaktı. Benimse geriye bir düz topum ve eğer Pars atamaz ise de bir siyah topum vardı ama az önceki atışı yapan adamın bu atışı kaçırmasına imkân yoktu. Kaybetmiştim ama yine de bunu belli ettirmek istemiyordum.

"Şanslı atıştı," dedim alaylı bir tonda. Şansla bir alakası olmadığını bilsem de onu kışkırtmak için her yol mubahtı.

"Bence," dedi bana doğru ilerlerken "Şanstan daha fazlasıydı."

Beyaz top benim olduğum tarafta olduğu için Parsta benim olduğum tarafa gelmişti. Hala kalçam masaya yaslı bir şekilde duruyor istekam sağ baldırıma yaslı bir şekilde yanımda duruyordu kollarım göğsümde kenetli bir şekilde duruyordu.

Yanıma ulaştığında bana kısa süreli bir bakış atarak atışını gerçekleştirmek üzeri konumunu aldı. Onu kışkırtmanın hiçbir anlamı kalmasa da yine de bunu yapmaktan kendimi alıkoyamıyordum.

"Yardım teklifim hala geçerli," dediğimde Pars masanın üzerine doğru eğildi. Boyu uzun olduğu için rahatlıkla masanın üzerinde konum alabiliyordu. Bu haksızlık gibi gelse de öyle değildi. istekasını ayarladı, beyaz topun arkasına sabitledi ve atışını yapmak için kolunu geriye doğru çekti ama tam atışı yapmak üzereyken duraksayıp bedenini dikleştirdi.

"Aslında," dedi. Bana doğru bir adım atıp önüme gelip duraksadı. "Yardım isterim."

Elindeki istekayı masaya sabitleyip boştaki ellerini kalçamın iki yanına sabitleyip bana doğru eğildi. Başımı kaldırıp ona baktığımda bakışlarında küçük küçük oluşan kıvılcımları görebiliyordum.

"Ya öyle mi?" diye sordum bakışlarımı ondan kaçırmadan bakmaya devam ederken. "Nasıl bir yardım?"

Bakışları bakışlarıma oradan da dudaklarıma doğru kaydı. "Aslında," dedi gözleri dudaklarım da biraz daha oyalanırken. "Bana bu atışı nasıl yapabileceğimi gösterebilirsin."

"Bunu neden yapıyam?" dedim benim de bakışlarım onun dudaklarına kayarken. "Sonuçta burada kaybedecek olan kişi benim."

"Ben buna bir kayıp demezdim," dedi bana biraz daha yaklaşırken. Yüzü yüzüme çok yakındı ve bana daha da yakınlaşmasını engelleyen tek şey aramızda duran kullarımdı.

"Öyle mi?" dedim bakışlarım hala doldun dudaklarındayken. " Öyleyse ne derdin?"

"Bir şans."

Kelime dudaklarından bir fısıltı gibi dökülmüştü. Bedeninden yayılan sıcaklık, burnuma dolan konusu beni baştan çıkarmak istiyor gibiydi.

"Bir şans," dedim tıpkı onun gibi bir fısıltıyla. "Nasıl bir şans?"

Şu an ağzımdan çıkan hiçbir kelimenin tam olarak nasıl bir anlam ifade ettiğini algılayamıyordum. Şu an istediğim tek şey önümde duran dolgun dudakların dudaklarımın üzerinde kapanmasıydı ama bunun yerine Pars sorumu cevaplamayı seçmişti.

"Soy ismimin bana sağladığı her şeye sahip olması sağlayacağım," dedi net bir tavırla.

"Her şeye mi?" diye sordum dudağımın kenarı hafifçe yukarı kıvrılırken.

"Her şeye."

Hiç tereddüt etmeden verdiği cevap karşısında söylediği şeyde ciddi olduğun belliydi ama yine de bu benim için yeterli bir argüman değildi.

"Öyle ise iyi bir atış yapmalısın," dediğimde benden uzaklaşmak için geriye doğru bir adım attı.

"Bana göster," dediğinde bakışlarım bakışlarında kısa süre oyalandı. Bahsettiği şey nasıl atış yapacağıydı ama neden ona bunu göstermeme bu kadar takmış olduğunu henüz anlayamamıştım.

"Öyle olsun," dedim birbirine kenetlenen elimi çözük baldırıma dayalı olan istekayı tutum ve kalçalarımı masadan uzaklaştırarak bedenimi dikleştirdim. "Beni iyi izle."

Sırtımı Pars'a dönerek ilk önce beyaz topun konumuna sonra da siyah topun konumuna baktım. En rahat pozisyonu seçebilmek için masanın kösesinde birkaç adım attım. Konumu belirleyip belirlediğim konuma geldim ve bacaklarımı beli bir açıyla açıtım. Sol bacağım sağ bacağımın önünde duruyordu. Sol kolumu masaya doğru uzattığımda sağ elimde duran istekayı sol elimle sabitledim. Kesinlikle rahat bir atıştı. Atışı ben yapmayacak olmama rağmen Pars'ın da bu atışı rahatlıkla yapacağı kesindi.

Duruşu noktayı her şeyi tam olarak ayarlamıştım. Pars'ın tek yapacağı beni dikkatli izlediğini var sayarsak bunları uygulamaktı. Bedenimi dikleştirip atışı yapması için Pars'a yönleneceğim an sırtımda hissettiğim bir ağırlıkla duraksadım.

Burnuma dolan kokusu ve bedenime yayılan sıcaklığı ile arkamdaki ağırlığın Pars olduğunu anlamam kolaydı. Bu yüzden de hiçbir tepki vermedim. İlk önce bacaklarını bacaklarımın yanına sabitledi, sonra bedenini biraz daha bana doğru eğdi. Sırtım onu göğsüne, kalçalarım kasıklarına değiyordu.

Sol kolunu benim kolumun üzerinden masanın üzerine doğru uzattı ve istekayı tutan elime kendi eliyle sardı. İstekayı hafifçe kaldırmam için beni teşvik ettiğinde ona ayak uydurup elime yaslı olan istekanın ucunu kaldırdım. Elim üzerinden isteka kalkınca sol elini masanın üzerinde sabitlenen elime kenetledi ve istekayı tekrardan elimizin üzerine koydu. Şu an ikimizde tek beden olmuş gibiydik. Bedenlerimiz aynı pozisyonda, sıcaklıklarımız birbirine karışmış, kalplerimiz aynı ritimde atıyor ve ikimiz de sık sık nefes alıp veriyorduk.

Sıcak nefesi kulaklarımı okşarken fısıldadı. "Benim için atışı yap."

İstemese de zaten başka şansım yoktu. Bütün bedenim onun ablukası altına alınmıştı ama bu düşündüğüm kadar rahatsız etmiyordu. İsteka geriye doğru hareketlendiğinde ellerimiz geriye doğru kaydı. Şu an hareket eden ben miydim, o muydum anlamak güçtü.

İsteka hızla öne doğru ilerledi ve önündeki beyaz topa hızla çarptı. Beyaz top masanın üzerinden ağır ağır yuvarlanıp siyah topa doğru yönlendi. Beyaz top siyah topa hızla çarptığında nefes alışverişlerimizde başka bir ses olmayan salonda çarpma sesi yükseldi. Çarpmanın etkisiyle siyah top yuvarlana yuvarlanan en uç köşede bulunan cebe doğru ilerledi ve tıpkı tahmin ettiğim gibi cep siyah topu içine kabul etti. Ön gördüğüm son gerçekleşmişti. Siyah top cepte ve ben kaybetmiştim.

"Hera Alaz," dedi sıcak nefesi kulaklarımı okşarken. "Bu soy isme alışsan iyi edersin."

Hiçbir şey söylemedim. Çünkü söyleyecek hiçbir şeyim yoktu. Bu anlaşmayı kabul ederek böyle bir sonuca yok açacağını tahmin etmem gerekirdi ama şu an ne yaparsam yapıyım bunu geri almanın herhangi bir yolu yoktu.

İkimizde hala aynı pozisyonda dururken salonun içinde bir ses yankılandı. Bu ses Pars'ın telefon melodisine benziyordu.

Pars birbirine kenetlenen ellerimizi serbest bırakıp doğrulduğunda bende hemen doğruldum. Bedeni bedenimde ayrıldığında bir soğuk hava dalgasının bedenimi sıyırıp geçtiğini hissetim. Bu benim hayal gücümde olabilirdi. Pars paltolarımızı astığı yere doğru ilerlediğinde bedenimi ona doğru çevirip elimdeki istekayı masanın üzerine bıraktım.

Pars paltosunun cebinden çıkardığı telefonunun ekranına bakarken kaşları bir anlığına çatıldı. Bu aramayı beklemediği her halinden belli oluyordu. Bacağımı masaya yaslayıp Pars'a bakmaya devam ettim. Pars ise kısa süreliğine bakışları bana döndükten sonra elini telefonunun üzerinden kaydırıp telefonu kulağına dayadı.

"Evet," dedi Pars soğuk ve mesafeli bir tonda. Kısa bir süre telefonun ucundaki kişiyi dinledikten sonra kaçları sanki mümkünmüş gibi biraz daha çatıldı.

"Benden haber beklemeniz konusunda anlaştığımızı sanıyordum."

Şu an konuştuğu kişinin kim olduğunu bilmesem de Pars'ın buz gibi sesi telefonun ucundaki kişiyi bile donduracak düzeydeydi. Onun bu kadar soğuk tonda konuştuğuna her şehit olduğumda bunu garipsiyordum. Çünkü bana karşı hiçbir zaman bu kadar soğuk olmamıştı. Onu öldüreceğimi söylememe rağmen bile. Bir süre daha telefonun ucundaki kişiyi dinledikten sonra derin bir nefes aldı.

"Tamam, en kısa sürede gelmeye çalışacağım. Ben gelene kadar aptallık yapmayın."

Karşı tarafın cevabını beklemeden telefonu hızla kapatıp bana döndüğünde yüzündeki sert ifade bir anda yumuşadı. "Gitmeliyiz," dedi her ne kadar sakin olmaya çalışsa da sesinde bir şeylerin ters gittiğini anlamak kolaydı.

"Ne oluyor?" diye sorduğumda çoktan askıda duran paltosunu alıp üzerine geçirmişti.

Ona doğru ilerlemeye başladığımda benim paltomu alarak giyinmem için tutu. Yanına gelerek hiç vakit kaybetmeden paltomu giydim.

"Kafana takacağın bir şey değil," dedi artık saniyeler önceki ses tonuna nazaran daha sakindi. "Şirketle ilgili bir mesele. Uzun süre uğramadığım için küçük bir karışıklık çıkmış.

Küçük bir karışıklık dese de tepkisine bakıldığında pek de küçük bir karışıklık olmadığına anlaşılıyordu ama yine de hiçbir şey söylemedim. Sonuçta şirketi hakkında bir şeyde söz hakkı olduğumu düşünmüyordum. Ona doğru döndüğümde ilerlemem için eliyle işaret yaptı.

Önüne geçerek ilerlemeye başladım. Merdivenlerde ben önde o arkamdan geliyordu. Üst kata çıktığımızda cebinden çıkardığı araba anahtarını bana uzattı.

"Ben ödemeyi yapıp geleceğim. Sen arabaya geçebilirsin," dediğinde elindeki anahtarı alıp çıkış kapısına doğru ilerledim. Kapıyı açıp dışarı çıktığımda soğuk hava palto girmeme rağmen bedenimi sıyırıp geçti.

Hemen anahtardaki düğmeye basarak arabanın kilidini açarak ön koltuğa geçtim. Kısa bir süre bekledikten sonra Pars da ödemeyi yaparak geldi ve şoför koltuğuna oturdu. O gelmeden önce anahtarı kontağa yerleştirdiğim içi hemen arabayı çalıştırdı ve araba asfalt yol üzerinde ilerlemeye başladı.

"Şirkette tam olarak işimin ne kadar süreceğini bilmiyorum, bu yüzden ilk olarak seni eve bırakıp şirkete geçeceğim." Omuzunun üzerinden bana kısa süreli bir bakış attı.

"Tamamdır."

Yol boyunca ikimizde pek konuşmadık. Normalde Pars'ın kazandığı için böbürlenmesini beklemiştim ama aldığı aramadan sonra düşüncelere dalmıştı. Ne olduğunu bilmesem de Pars'ın bu kadar düşünmesine yol açtıysa önemli bir konu olmalıydı.

Araba evin önüne geldiğinde ilk önce biraz yavaşladı sonunda ise durdu. Evden çıktığımızda dışarda tek tük korumanın aksine şu an koruma sayısı daha da artmış gibiydi. Arabadan çıkmak için hamle yaptığımda Pars konuştu.

"İşim biter bitmez hemen dönmeye çalışacağım. Ben gelene kadar evde kalmaya çalış olur mu?"

"Denerim," der demez arabadan çıkıp arabanın arkasından dolaşarak eve doğru ilerledim. Bahçe kapısına geldiğimde kapının önündeki korumalar beni başıyla eğip selamladığında başımı hafifçe eğip onlara karşılık verdim. Korumalardan biri demir kapıyı benim için açtığında hemen içeriye doğru adım attım.

Bahçeye girdiğimde en az dışardaki korumalar kadar içeride de koruma vardı. Hepsi bahçeni dört bir tarafına yayılmıştı. Sayıları kesinlikle artmıştı. Bu durum biraz şüphe uyandırsa da buna kafa yormak istemiyordum. Hızlı adımlarla evin kapısına doğru ilerlediğimde iki koruma da evin giriş kısmında duruyordu.

Onlar da tıpkı diğerleri gibi beni selamladığında giriş kapısına doğru yöneldim. Pars evde kimse olmadığını söylese de korumaların sayısı artığına göre hizmetçiler de gelmiş olmalıydı. Kapıyı tıkladığımda tahmin ettiğim gibi birkaç dakikanın ardından orta yaşlı bir kadın kapıyı açtı.

"Hoş geldiniz efendim," dedi kibar bir tonda. "Buyurun."

Eliyle içeri girmem için işaret yaptığında hemen içeriye girdim. Hiç kimse benim burada bulunmamı garipsemiyor gibiydi. Sanki sürekli burada yaşayan biriydim. İçeriye girdiğimde paltomun önünde bulunan kuşağı çözdüğümde hizmetçi kadın hemen paltomu çıkarmak için bana doğru yönlendi.

"Alayım," dedi paltomu çıkarmama yardımcı olurken. Paltomu çıkarırım çıkarmaz kadın paltomu büyük bir özenle koluna astı. İşinin ehli olduğu her hareketinden belli oluyordu.

"Arkadaşlarınız şu an salonda yemek yiyorlar. Eğer açsanız sizin içinde bir şeyler hazırlamamı ister misiniz?"

Arkadaşlarım mı? Bu kadın kimden söz ediyordu? Savaş ve Poyraz burada mıydı? Eğer öyle ise bu benim sonu demekti. Çünkü birazdan duyacağım cümleler kesinlikle benim sonumu getirecekti.

"Hayır teşekkür ederim aç değilim," dediğimde kadın beni onaylayarak gözden kaybolduğunda bütün cesaretimi toplayarak salona doğru ilerledim.

Solandan içeriye girdiğimde topuklumun zeminde çıkardığı sesten dolayı herkesin bakışları bana kaydı. Masada Poyraz, Demir ve Savaş oturuyordu.

Savaş beni görür görmez oturduğu masadan hızlıca kalkıp bana doğru ilerledi ve ben daha ne olduğunu anlamadan bana sarıldı. O kadar sıkı sarılıyordu ki bir an nefessizlikten öleceğimi düşünüyordum.

"Ölüyorum," dedim başım savaşın omuzunda olduğu için sesim boğuk çıkmıştı.

"Seni ne kadar merak ettiğimi biliyor musun? Eğer başını ağrıtmamı istemiyorsan sana sarılmamam izin ver," dediğinde yüzümde bir tebessüm oluştu ve bende onun bana sarılmasına karşılık vererek ona sarıldım. "Hem bu kadarcık şeyden ölmezsin."

"Haklısın, ölmem," dedim ona sayılmaya devam ederken.

Bütün bu kargaşanın içinde ona sarılmak nedense bir anda rahatlamamı sağlamıştı. O benim için bir liman gibiydi. Hırçın dalgalardan açıp sığınabileceğim bir liman.

"Yeter artık, burada sırada bekleyenler var," dedi. Bu ses Poyraz'a aitti.

Savaş benden uzaklaştığında omzunun üzerinden Poyraz'a baktı. "Kıskanç," dedi alaylı bir tonda ama buna rağmen benden uzaklaşarak Poyraz'a alan tanıdı.

Poyraz da hemen Savaş'ın boşluğunu doldurarak bana sarıldı. Savaş kadar beni boğacak cinsten bir sarılma olmasa da en az onun kadar iyi hissettirmişti.

"Nasılsın?" diye sordu benden uzaklaşırken.

"İyiyim," dedim sakin bir tonda.

"Aç mısın? "diye sorduğunda başımı olumsuz anlamda salladım.

"Yeni yemek yedim."

Kafasını anlayışlı bir biçimde salladığında hemen Savaş araya girdi. "İyi olduğuna göre artık bize ne olduğunu anlatma vakti." Bunun olacağını biliyordum ama bu kadar erken olacağını tahmin etmiyordum.

"Oturmama izin verseydin keşke."

Poyraz önümden çekilerek koltuklara yönelmem için eliyle işaret yaptı. Şu an ne yaparsam yapayım bu konuşmadan kaçamayacağımın farkındaydım. Hepimiz koltuklara yerleştiğimizde ben tekli koltukta karşımdaki tekli koltukta Savaş, üçlü koltukta ise Poyraz ve Demir oturmuştu.

"E dökül bakalım," dedi Savaş bir an önce konuya girmemi sağlamak için.

Bundan kaçış olmadığını bildiğim için son bir hafta içinde yaşadığım şeyleri bazı noktalardan kaçırarak anlatmaya başladım. Adnan Sancak'ın davetini, davette bana sunduğu teklifi, bana verdiği flaş belleği o flaşın içinde yatan gerçeği hepsini uzun uzun anlattım. Onlara güvendiğim için en ufak bir detayı bile atlamamıştım ama kaçırılma olayına geldiğimizde beni kaçıran kişilerin arkasında Selim olduğunu söylemedim. Çünkü biliyordum ki bunu bilirlerse onu bulup öldürürlerdi. Onun ölmesini en az onlar kadar istesem de istediğim bilgilere beni en kolay ulaştıracak kişi oydu. Bu yüzden de beni o bilgilere ulaştırana kadar canlı kalması gerekiyordu. Sonra zaten ben onu kendi ellerim ile öldürecektim.

Ben yaşananları anlatırken hepsi beni pür dikkat şekilde dinlemişti. Konuşmam bittiğinde ilk soru soran kişi Savaştı.

"Yani senin asıl baban Deha Sancak değil de abisi olan Adnan Sancak öyle mi?"

Bu durum en az benim kadar onları da şaşırtmışa benziyordu. "Öyle görünüyor," dedim sakin bir tavır takınmaya çalışarak.

"Deha Sancak neden bu konuda yalan söyledi ki?" diye sorduğunda Poyraz omuzlarımı silktim.

Bu soru en az onların aklını kurcaladığı gibi benimde aklımı kurcalıyordu ama buna verecek herhangi bir mantıklı açıklamam yoktu. En az onlar kadar bu sorunun cevabını merak ediyordum ama Deha Sancak'a yüz yüze sormadan bu sorunun cevabını alamayacağıma emindim.

"Peki seni kaçıran çete hakkında bir şey biliyor musun? " Bu soruyu soran Demir'di.

Omuzumun üzerinde dönüp ona baktım. "Pek bir şey bilmiyorum," dedim bakışlarımı bakışlarına kilitlenirken.

"Sen kendini toplamaya çalışırken birkaç çeteyle iletişime geçtik ama herhangi bir sonuç çıkmadı," dedi Poyraz.

"Ama yine de araştırmaya devam edeceğiz," dedi Savaş. "Öyle kolayca bu işten sıyrılmalarına izin vermeyeceğiz."

Selim yararlı bir bilgi bulana kadar onları oylamak zorunda olduğumu biliyordum. Çünkü eğer çeteyi bulurlarsa Selim ile bağlantıları hemen ortaya çıkardı. O yüzden yapabildiğim kadar onları oyalamalıydı.

"Bulacağız ama ilk önce Adnan Sancak meselesini halletmeliyiz, " dedim bakışlarım hepsinin üzerinde turlarken. "O iş biraz daha bekleyebilir."

"Ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordu Poyraz.

Oturduğum koltukta geriye doğru yaslandım. "Teklifi kabul edeceğim," dedim net bir tavırla.

"Peki ama teklifi kabul etsen de Deha Sancak illaki bir pürüz çıkaracaktır. Seni dolandırıcı diye mimledikten sonra bu işin içinde bir usulsüzlük olduğunu öne sürüp anlaşmanın geçersiz olduğunu öne sürebilir. Eğe söz konusu Deha Sancak ise yapabileceği çok şey var bunu ez az benim kadar iyi biliyorsun. Hata timsah birliğinin de büyük bir ihtimal Deha Sancak yüzünde peşimizde olduğunu unutma. Ne olursa olsun Deha Sancak karşısına çıkmana izin vermeyecektir. Ölü ya da diri bir şekilde seni alt etmek için an kolluyor."

Poyraz'ın dediği her şeyde kesinlikle haklıydı. Onun düşündüklerinin hepsini bende düşünmüştüm. O yüzden Pars'a bu teklifi sunmuştum. Çünkü eğer teklifi kabul eden Pars olursa Poyraz'ın saydığı engellerin hepsi ortadan kalkacaktı.

"Haklısın," dedim Poyraz'ı onaylayarak. "O yüzden de başka bir plan yaptım."

"Neymiş o plan?" diye sordu Savaş.

"Pars ile ben evleniyoruz."

"NEE?" dedi üçü tek bir ağızdan.

"Nasıl evleniyorsunuz?" dedi Savaş.

"Ne zaman evleniyorsunuz?" diye sordu Demir.

"Neden evleniyorsun?" diye sordu Poyraz.

Bu halleri istemeden de olsa beni gülümsetmişti.

"Düşündüğünüz gibi bir ev..." Cümlemi tamamlayamadan biri araya girdi.

"Tam olarak düşündüğünüz gibi bir evlilik," dedi Pars.

Omuzumun üzerinde dönüp ona baktığımda ilk önce bakışlarım Pars'a sonra da yanında duran kişiye kaydı. Onun burada ne işi vardı?

"Hera," dedi gurur yüzünde anlam veremediğim bir ifadeyle. "Mustafa Baba öldürüldü."

                                🔥

Ve bir bölümün daha sonuna geldik. Bölümü nasıl buldunuz?

Bölüme on üzerinden kaç verirsiniz?

Sonu nasıl buldunuz?

Sizce bir sonraki bölümde bizi neler bekliyor?

Düşüncelerinizi benimle paylaşırsanız çok sevinirim.🖤

Instagram: kayipmedusaa

ÖPÜLDÜNÜZ 🖤

Continue lendo

Você também vai gostar

Babamın Borcu De maviatlas159

Ficção Adolescente

434K 16.1K 48
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
YUVA De _twclr

Ficção Adolescente

854K 41.7K 50
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
Üçüz Derken De Nisa🌼

Ficção Adolescente

144K 8.8K 24
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
25.5M 907K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...