near here |taekook✔️

By miashibal

438K 46.9K 34.6K

Kuzey Kore ordusuna ajan olarak sokulan Doktor Kim Taehyung, asla yapmaması gereken bir şeyi yapmış ve aşık o... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40

FİNAL

3.9K 392 305
By miashibal

selam kankiler
final bölümüne hoş geldiniz...

bu fici angst yapma isteğim susmadığı için normalde iki son yazıp yayınlayacaktım ama sonra düşününce sizin tam sona adapte olamayacağınız ihtimali geldi aklıma -yoona da öyle dedi- bu yüzden tek bir mutlu son yazmaya karar verdim

iyi okumalar💕

***

"Güney Kore başkan yardımcısı Kim Seojun ve milletvekili oğlu Kim Namjoon vatan hainliğinden suçlanıyor!

Kim Seojun'un yıllardır ajanlık üstünde çalıştığı ve kendisiyle birlikte oğlunu da bu işe soktuğu, ekipteki J.H tarafından itiraf edildi!

Ekibin tüm sırlarının J.H tarafından ifşa edilmesi üzerine Kim Seojun ve Kim Namjoon göz altına alındı. J.H ise ifadesinin alınmasının ardından denetimli olmak üzere serbest bırakıldı!

Söylemler arasında Kim Seojun'un herkesten gizlediği bir oğlu olduğu da bulunmakta ancak herhangi bir kaynağa rastlanmamaktadır

Kuzey Kore ile dış güç sorunlarının çözülmesi, ajanlığın konuşulması ve bir karara varılması için iki devletin büyüğü yarın bir araya gelecek

M80TV'yi takip edin, haberleri ilk siz duyun!"

..

"Kuzey Kore'nin ilk ve tek haber kanalı TVK'den herkese iyi akşamlar.

Güzel ülkemize dış düşmanlar tarafından düzenlenen hain plan, iç düşmanlarımızca desteklenmiş ve aylar öncesinde harekete geçmiştir.

Şanlı ordumuzdan Albay Min Yoongi ve Albay Kim Seokjin sayesinde yakalanan iç düşmanlar ertesi gün idam edilmek üzere dün sabahın erken saatlerinde derhal hapse atılmıştır.

Fakat ne yazık ki cezalarını vermeye kalmadan hain Albay Jeon Jungkook ve askeriye doktoru hain Kim Jaehyun 123 numaralı koğuşta ölü bulunmuştur.

Hainlerin ölüm sebebinin intihar olduğu bildirilmekte. Cansız bedenlerin siyah torbalarda dışarı çıkarılırkenki kaydını hep beraber izleyelim."

..

3 sene sonra

"Tate! Hazırsan çıkalım bebeğim!"

Tate, odalarındaki aynanın karşısında kendini yüzüncüye kontrol ederken sevgilisinin ona seslenmesiyle gerginlikten sallandı iki yana. Evet, farkındaydı epey uzun süredir hazırlanıyor olduğunun ancak bugün onlar için çok özel bir gündü bu yüzden yeterince güzel görünmek istiyordu. Komodinin üzerinde duran alyansını alıp takarken diğerinin de orada olduğunu fark etmiş, göz devirerek onu da cebine atmıştı. Çantasını alıp odadan çıktığında ise sevgilisinin yanına ulaşıp ellerini beline koydu ve sitem etmekte gecikmedi.

"Yüzüğün nerede Ian?"

(y/n: LAN demiyor tamam mı, ian diyor isim bu.)

"Ahh!" Ian avcunun içiyle alnına vurup odaya çıkmaya yeltendendi fakat sevgilisi kolundan tutmuştu çoktan.

"Getirdim ben gitme." dedi Tate cebinden çıkardığı yüzüğü karşısındaki kalıplı adama uzatırken. Düzenli spor yapıyor oluşu sebebiyle git gide irileşiyordu ve çok da hoşuna gidiyordu açıkçası. "Yani şu yüzüğü kaçıncı kez unuttuğunu sayamıyorum. İki yıl oldu."

"Bebeğim biliyorsun spordan duşa yüzüğü çıkardığım için unutuyorum. Üzgünüm."

Tate göz devirip karşısındakinin koluna girdi ve konuşmaya başladı kapıya doğru yürürken, öncesinde bir öpücük de kapmıştı. "Neyse neyse, bugün her şey yolunda gidecek."

"Heyecanlı mısın?"

"Heyecan ne kelime, gerçekten bayılacak gibi hissediyorum. Ya Jimin'i görünce gerçekten bayılırsam?"

"Öyle bir şey olmayacak merak etme. Hem...onlar da çok heyecanlıdır eminim."

"Peki sence bana kızgın mıdır?"

Ian olduğu yerde durup sevgilisinin önüne geçti ve avuçlarını yasladı yumuşak yanaklara, öyle içli içli bakıyordu ki yıllar geçse de değişmeyen şeylerden biriydi bu.

"Ona yazdığın mektupta zaten her şeyi açıkladın bebeğim, Jimin'i de tanıyoruz yani en fazla veda edemediği için üzülmüştür."

"Öyle mi dersin?"

"Evet, o yüzden hadi endişelenmeyi bırak da misafirlerimizi almaya gidelim. İnmek üzerelerdir uçaktan."

Tate kafasını onaylarcasına sallayıp gülümsedi ve arabanın ön koltuğuna oturarak kemerini bağladı. Onlar Kuzey Kore'den ölü olarak ayrılalı tam üç yıl geçmiş ve bu süre zarfında kimliklerini değiştirip Hollanda'nın küçük bir kasabasına yerleşmişlerdi. İlk bir sene kaçak göçek, risk altında yaşadılarsa da şu zamanlar sanki hep buraya aitlermişçesine zevk alıyorlardı yaşamlarından. Öyle ki iki sene önce kendi aralarında yüzük takmışlar ve resmiyette olmasa da ilişkilerini evlilikle taçlandırmışlardı. Devlet ya da herhangi biri tarafından dikkat çekmek en son istedikleri şey olduğundan dolayı resmi evraklarda olabildiğince bulunmuyorlar, sahte kimlikleriyle sıradan bir hayat yaşıyorlardı. O kadar koşuşturmanın ardından bu sıradanlık onlara gerçekten de iyi gelmişti.

Aynı zamanda kafalarında küçük bir gelecek planı da oluşturmamış değillerdi., yine ana amaçları tanınmamak olduğu için yaşadıkları yerde beş yıldan fazla durmamakta karar kılmışlardı. Önce Hollanda, sonra Almanya, İtalya, Fransa, Avustralya...sıra sıra her yeri gezmek ve oralarda bulunmak istiyorlardı. Hem böylelikle sıradanlıktan da kurtulup heyecan katabilirlerdi hayatlarına.

"Gerçekten sadece üç gün mü izinleri var?"

"Evet."

"Of...neden daha fazla değil?"

"Kuzey Kore devletinden ne bekliyorsun yavrum? Böyle bir izin verdiklerine bile şükredilmeli."

Tate dudaklarını büzüp arabayı süren sevgilisine döndü. "Yine de Albay Min ve Albay Kim'i bizim işimize sokmayıp onları akladığın için gurur duyuyorum seninle. Eğer onların da başı yansaydı bu vicdan azabıyla yaşayamazdım."

"Aynı şekilde ben de. Herkesçe ne kadar gaddar biliniyor olsam da yanımdakileri her zaman korurum."

"Biliyorum sevgilim." dedi Tate, avcunu onun yanağına yaslayıp usulca okşarken. "Benden önce gaddar ve sert biriydin, sonra beni gördün ve pamuk bir Albay oldun."

Ian'ın kaşlarını çatması üzerine Tate bir kahkaha patlatmış ve tekrar konuşmuştu. "Ne? Yalan sanki."

"Yalan tabii, nerem pamuk gibi?"

"Başlarda o kadar kaba ve serttin ki şu an melek gibisin Albay. Resmen burnumdan getirdin ilk zamanlar...pisliksin."

"Sinir ediyordun beni."

"Öyle mi?" diye sordu Tate, yüzündeki alaylı ifadeyle. "Neyim sinir ediyordu seni pardon, işimi yapıyor olmam mı?"

"İlk görüşmemizde bana uyku ilacı vermedin diye o kadar öfkelendim ki orada boğabilirdim seni."

"Sonra dedin ki ben bu çocuğu öpüşürken boğarım boş vereyim şimdilik?"

Ian güldü. "Aynen öyle."

Ardından ise havalimanına çok yaklaşmışken aklına gelen şeyle gülümsedi eski Albay, arabayı park ettikten sonra yan koltuktaki sevgilisine dönüp konuştu. "Seni kamera kayıtlarından izlediğimde o tavşanla konuştuğun şeyleri hatırlıyor musun?"

Anıların canlanmasıyla yüzü kızaran Tate, hâlâ o olayın utancını yaşadığına inanamıyordu. "Sus. Hatırlamıyorum."

"Demek minik albay hm? Beni o tavşana benzettin? Bir de bayılma numarası yapman yok mu..."

"Yani nereden hatırladın bunu hayret ediyorum, ne var benzetmişsem? Benziyord-"

Araba camının tıklatılmasıyla sözü bölünen Tate, karşısında Jimin'i görünce heyecandan yerinde sıçradı. Hızlıca kapısını açıp dışarı çıkarken yıllardır göremediği arkadaşına sımsıkı sarıldı, sanki araya hiç zaman girmemişçesine yakınlardı birbirlerine. Ayrıldıklarında ise gözü Kim Seokjin ve Min Yoongi'ye kaymış, beklemeden onlara da sarılmıştı. Bu kavuşma sebebiyle gözlerinin dolması elbette kaçınılmaz olmuştu.

"Hoş geldiniz."

Düğüm düğüm olmuş boğazından iki kelime zorla çıkarken sevgilisinin de eski meslektaşlarıyla görüşmesini seyretti Tate, anlık yüklenen suçluluk duygusu ise göğsüne müthiş bir sızı vermişti. Suçlu hissetmişti çünkü sevgilisini işinden, yerinden, yurdundan etmiş, başarılı bir Albay'ı vatan haini çıkartmıştı. Belki de bunlar affedilecek şeyler değildi ancak karşılıklı aşkın sonucuyla katlanılmış ve aynı yola baş koyulmuştu, üstelik geri dönüş olmaksızın.

"Atlayın arabaya, yolumuz biraz uzun. Vakit kaybetmeyelim değil mi?"

Ian'ın komutuyla herkes arabaya yerleştiğinde radyodan güzel bir müzik açmışlar ve arkada o usulca çalarken özlem muhabbetlerine başlamışlardı. Tate'in ise merakı asla geçmemiş, yol boyunca 'ona ne oldu, peki bu nerede, şu terfi aldı mı' tarzı sorular sorup durmuştu. Eh, her ne kadar orada çok zaman geçirmese de alışkanlık edinecek kadar vardı merakı. Üstelik arkadaşlarını o kadar özlemişti ki gidişlerine nasıl alışacağını bilmiyordu, hatta bir daha görüşmeleri belki de imkansızdı. Hayatında edindiği tek arkadaş grubu onlardı ve şimdi de görüşmeleri imkansız değil mi...bu hiç de adil olmamıştı.

Nihayet eve vardıklarında herkes sırayla içeri geçmiş, Tate'in çoktan hazırlamış olduğu yemek sofrasına oturmuşlardı. Kuzey Kore, kendi yemek kültürleri dışında hiçbir ülkeninki kabul etmediği için yalnızca tek bir seçenekleri vardı ve bu yüzden Tate sofrasını hazırlarken bildiği değişik yemeklerden de yapmıştı arkadaşlarının tatması için. Damak zevklerine uygun olduğunu düşündüğü şeyler hazırladığından dolayı sevmemeleri ihtimalini düşünmüyordu, yani umarım öyle olurdu...

"Çok fazla şey hazırlamışsın Taeh- ah, Tate."

"Evet, ne gerek vardı bu kadar şeye?"

Albay Jin ve Jimin sırasıyla konuştuklarında her ne kadar böyle söyleseler de durumdan hoşnut oldukları barizdi, özellikle gözleri parıl parıl parlayan Jimin'in. Eh, doğal olarak ilk kez deneyimlediği şeyler heyecan verirdi insana. Derin bir iç çekip dudaklarındaki buruk gülümseme eşliğinde konuştu Tate.

"Bu muhtemelen sizi son görüşüm...o yüzden her şeyin mükemmel olmasını istiyorum. Lütfen keyfinize bakın ve hiç gitmeyecekmişsiniz gibi anın tadını çıkarın."

Bu cümlelerin doğruluğu masadaki herkesi hüzün bulutuna esir bırakmış olsa da andan keyif almayı birinci vazifeleri bilmiş çift hemen duruma müdahale etmişti. Daha yapacakları bir sürü şey vardı ve üzülmeye hiç de vakit ayıramazlardı. "Yemekten sonra size Hollanda'yı gezdireceğiz, Tate bir gezi planı hazırladı. Ardından ise favori tatlıcımıza gidip tatlı yeriz diye düşündük."

Tate hemen söze atlayıp sol elini yukarı kaldırdı ve karşısında oturan arkadaşlarına doğrulttu. "Düğün pastası olarak aldığımız pastayı da yiyeceksiniz!"

Hepsinin gözü şaşkınlıkla açılırken bu sürprizi beklemedikleri için bir Tate'e bir Ian'a bakıp durmuşlardı. Söze ilk atılan meraklı ise hiç şüphesiz Jimin'di. "Ne zaman evlendiniz!"

...

Beş kişilik ekibin hepsi de birbirinden öylesine farklıydı ki beraber oluşları şaşırtıcı derecede ironikti. Doğup büyüdükleri vatanı korumayı tercih etmiş üç Albay ve henüz askerliğini yeni bitirip askeriyede kalan bir genç...hayatlarına Güney'li bir ajan gireceğini nereden bilebilirlerdi ki? Tabii eğer bu kişi gerçek bir ajan olsaydı şu anda oldukları gibi olamazlardı, hepsi doğrunun ve yanlışın bilincindeydi. Topraklarına ailesinin gazabına uğramış bir proje çocuk adım atmıştı aslında, ve Kuzeydeki onca kısıtlı imkana rağmen oldukça memnundu halinden. Şaşırmamak gerekirdi, sonuçta üç tane yeni arkadaş edinip hayatının aşkını bulmuştu. Eski hayatından eser yoktu, en mutlu günlerini yaşamış ve hiç pişman olmamıştı.

Kaderine razı gelmiş halde, yaşamayı yalnızca nefes almak olarak benimsemiş biriyken artık ona değer veren biri eşliğinde kendi ayakları üzerinde duruyor ve her sabaha keyifle uyanıyordu.

Albay Min...
Küçük yaşta anne ve babasını kaybetmiş, hayatta hiçbir çıkarı olmadığı için kendini öldürmek istemeye kadar gitmiş bir gençti en başında. Onu hayata bağlayan yegane şey ise küçük arkadaşı Park Jimin'di, çünkü Jimin'in de hiç kimsesi yoktu. Ebeveynleri ölmemişti ancak yoklardı işte, yıllardır olmamışlardı ve aile kavramını sadece bir kişiye yüklemişi istemsizce...Min Yoongi. Her gün beraber orman yürüyüşlerine çıkar, çaya girip serinler ve eve dönüp Jimin'in bir gece öncesinden portakal suyundan hazırladığı dondurmaları yerlerdi. Artık rutin haline gelmiş bu aktivitelere Min Yoongi'yi alıştırmak başta oldukça zordu ancak içindeki biraz acıma duygusu biraz da merak ona yardımcı olmuştu.

Birbirlerinin ailesi haline gelmeleri uzun sürmemiş, en sonunda ise günümüzden yaklaşık iki sene önce hislerini ortaya koymuşlardı. Her şey, sıradan bir akşam yemeğinde Min Yoongi'nin aniden "Seni arkadaşım olarak görmüyorum, ve senin de bana o şekilde yanaşmadığını düşünüyorum Jimin." demesiyle başlamış, Jimin'in de karşı itirafıyla açıklığa kavuşmuştu. Albay Jeon ve Doktor Kim'in ülkeden ölü olarak ayrılışından aylar sonra ise beraber yaşamaya başlamışlardı, neyse ki yıllar öncesine dayanan arkadaşlıkları ve ailesiz oluşları nedeniyle bu askeriyeden kimsenin dikkatini çekmemişti. Albay Min, üç sene önce 'yakaladığı' hainler sebebiyle terfi alırken Jimin ise astsubaylığa yükselmişti.

Kim Seokjin için de rütbesel durumlar çok farklı değildi ancak psikolojik olarak son derece yıpranmıştı. Bunda hem arkadaşının hain olarak ülkeden ayrılması, hem alıştığı düzeninden dışarı çıkması hem de ülkesinin karanlık yüzünün farkına varışından dolayı yaşadığı depresyon etkiliydi. Çocukluğunun ilk yıllarından beri içinde olan özgürlük arzusu, yaşadığı topraklarda uçuk algılanan hayalleri ve tanınan biri olma isteği vardı. Hiçbir şey bilmezken bile biliyordu kendi ülkesinin dışındaki ülkelerin anlatıldığı gibi kötü olmadığını, sınırlarda bir yerde özgürlük saklandığına bir şekilde emindi. Bu düşünceleri ise önce Doktor Kim'in Kuzeydeyken Güneyi anlatması ve şimdi Hollanda'yı görüşüyle haklı çıkmıştı.

Sokaklarda gördüğü boy boy manken fotoğrafları, gece bile ışıl ışıl olan caddeler, gencinden yaşlısına farklı tarzda giyinip kuşanmış insanlar, eğlence mekanları, bünyesinde dünya lezzetlerini barındıran sürüsüyle restoran...Kim Seokjin buraya aitti. O kesinlikle dış dünyaya aitti ve Hollanda'da geçirdiği kısacık üç günden bile anlamıştı. Saçına değişik aksesuarlar takıp eğlenceli fotoğraflar çekilmiş, arkadaşlarıyla karaoke odasında şarkılar söylemiş, değişik dünya mutfaklarından onlarca lezzet tatmış, video oyunları oynamış, asker kimliğini dert etmeden gönlünce dans etmiş, lunaparkta çığlık çığlığa hız trenine ve dönme dolaba binmiş, eve geçtiğinde rahat L koltuğuna uzanarak farklı atıştırmalıklar eşliğinde televizyon şovları seyretmişti. Her seferinde dillendiriyordu hayatının en güzel günlerini geçirdiğini.

Bu hayat ona öylesine güzel ve yaşanılası gelmişti ki ülkesine döndüğünde o hafta içinde bir kaçış planı hazırlamış, tüm parasını kaçak tekneye vererek yağmurlu bir gecede Kuzey'in kara sularına atılmıştı. Ancak kader bu, her şey her daim gönlünce gidemeyebiliyordu.

Kim Seokjin, bir perşembe gecesi bindiği o teknede kendi meslektaşları tarafından kaçtığının anlaşılması gerekçesiyle göğsünden vurularak kafasındaki onlarca güzel hayal eşliğinde serin sularla buluşturmuştu cansız bedenini. Üstelik bu ölümden ömürleri boyunca ne Albay Jeon'un haberi olmuştu ne de Doktor Kim'in...

Jung Hoseok, denetimli serbestliğinin ardından Taehyung'un varlığı dışında tüm sırları ifşaladığı için hapiste olmayan ekiptekilerin korkusundan yurt dışına kaçmıştı. Fransada kaliteli bir resim kursuna yazılıp eğitim almış, bir sene evvel ise orada eğitimciliğe başlamıştı. Şu sıralar hayatını yoluna koymuş olacak ki yeni aşklara yelken açmaya bile başlamıştı, her ne kadar son flörtleri başarısız sonuçlansa da en azından deniyordu. Ayrıca tüm bu süreçte arkadaşı Taehyung'u ziyaret etmeyi de aksatmamış, iletişimlerini kesmemişti. Memnuniyet dolu ve dertsiz hayatlara sahip olmaları ikisini de mutlu ediyor, geri kalan günleri için motive oluyorlardı.

Eski başkan yardımcısı Kim Seojun ve milletvekili oğlu Kim Namjoon, içeri atılmalarının henüz ilk ayında aynı koğuşta bulundukları bir Kuzey Koreli tarafından bıçaklanmış, bu saldırıdan yalnızca Kim Namjoon sağ çıkabilmişti. Tek kişilik hücresinde sağlığına kavuşmasının ardından başka bir hapishaneye gönderilen eski milletvekili, Taehyung hakkında hiçbir şey konuşmaması adına canıyla tehdit edilmiş fakat bunu kimin sağladığı ortaya hiçbir zaman çıkmamıştı. Zaten 'ölen' kardeşinin arkasından bir şey söyleme niyeti de yoktu ancak kendisine gelen "eğer ağzını kapalı tutarsan beş seneye tahliyeni verdireceğim" teklifini de bu şekilde değerlendirmiş olmuştu.

Gel gelelim Albay Jeon Jungkook'a. Ömrü boyunca ailesi dahil herkes tarafından askeriyenin en gizemli, en korkulası insanı olarak bilinirdi. Belki prestijli ve güçlü bir soydan gelmemişti ama iş bitiriciliği ve yeteneği sayesinde tüm askeriyede kısa sürede nam salmayı başarmıştı. Eğitimini sürekli katlayarak gidiyor, kendisinden üst kademede olanlarla bile eş sayılıyordu çoğu zaman. Devlet mahkemeleri gibi önemli yerlerde söz sahibiydi, eğer yıla göre yükselme kanunları olmasaydı çoktan ulaşırdı o yıldız makamlara. Ayrıca sevgi dolu bir ailede büyümüş olmasının aşk hayatına etki etmesi bekleniyordu herkes tarafından fakat o asla aşka yönelmemiş, kendisine gelen görücüleri daha görmeden reddetmişti. Kariyer, başarı ve hırs...hayatı bu üç kelimeden ibaretti.

Ta ki bir ajanla tanışıncaya dek. Yıllarca kabullenmeyi düşünmediği ve içine gömdüğü hislerin o hayatına girdikten sonra kozasından çıkan kelebek misali canlanması sinirini öylesine bozmuştu ki hıncını hiç tanımadığı o genç doktordan çıkarmak istemişti. Zaten hali hazırda olan uyku problemi ve stresi onu kötü etkilerken bir de aşk meşk ile uğraşamazdı, üstelik bu aşk tamamen bir yasaktan ibaretken. Kesinlikle başarısını etkileyecek, kariyerinin önüne geçecek türden bir histi biliyordu. Öyle de olmuştu ancak buna bile isteye, sonsuz bir gönüllülükle atılacağını nasıl tahmin edebilirdi ki?
Yirmi küsür yıldır taşıdığı benliğin, hedef ve hayallerinin yalnızca bir kişiyi tanımasıyla ortadan kalkacağını, tamamen o kişiye yönleneceğini nereden bilebilirdi?

Bilmişti, en azından içine doğmuştu. Çünkü Doktora karşı beslediği duygular hoşlantıdan ya da meraktan ibaret değildi, hiçbir zaman basit bir şeymiş gibi hissettirmemişti. İlk görüşünde, ilacını ısrarla vermediğinde, her fırsatta dik başlılık yaptığında, sarhoşken ve utandığında yüzünde oluşan kızarıklıklarda, beraber yemek yediklerinde hatta onu bir tavşana benzettiğinde bile anlamıştı bir şeylerin yalnızca hevesten ibaret olmadığını ve hayatında köklü bir değişikliğe gideceğini. Bunlar gerçek aşkınla nihayet tanıştığında tadılan hislerdi, Albay Jeon da ilk aşkıyla öğrenmiş olmuştu hepsini. Onunla beraber olduğu her andan öylesine etkileniyordu ki uyuyamayan o adam, uyumak ve rüyasında Doktoru görmek için Tanrısına yalvarır vaziyete gelmişti. İlk başlardaki asiliği, sinir bozuculuğu ve istemszice yaptığı zorbalıkları gitmiş, yerini sırılsıklam aşık bir adam doldurmuştu.

İlk darbesini Albay Seokjin'in gelip Doktor hakkında olup biteni anlatmasıyla yemişti, aşık olduğu kişi aslında uğruna canını ortaya koyduğu bu vatana hainlik için buradaydı. Tam hislerine karşılık aldığını düşünmeye başlarken öğrendiği şeyler boğazını düğüm düğüm etmeye yetmişti. Hepsi yalan dedi içinden, hepsi yalandı ve o siktiğimin ajanı beni de topladığı kanıtlara dahil edecek...fakat neyse ki işler tam da düşündüğü gibi çıkmamıştı. Albay Seokjin'in ona uzattığı kalın defteri önce uzaktan inceledi, sonra ise eline alarak incelemeye koyuldu. Okuduğu her satırda kafası daha çok karışıyor, hisleri sis bulutuna esir olup kalbini zincire vuruyordu adeta. Neye inanacağını şaşırmıştı, karşısında saman altından su yürüten bir ajan mı vardı yoksa ailesine kurban gitmiş genç bir aşık mı?

Başına tarih atılmış her bir sayfayı okumak istese de arkadaşının, buna zamanı olmadığını söylemesiyle istekleri suya düşmüştü. Madem günlüğü okumaya fırsatı yoktu, o zaman konuşturacaktı Doktoru. Direkt olmasa da konuşmasını sağlayacak, kafasındaki soru işaretlerini yok edecekti. Öyle de yaptı, ancak bu süreçte elinden geldiğince kibar ve güven vericiydi çünkü sevdiği adamın o durumu kendisine hiç de yabancı değildi. Canından çok sevdiği annesinin de aşkı uğruna bu tarz bir yalandan ajanlık oyununa karıştığını bildiğinden dolayı ümidini kesmemeye çalışmıştı. Belki o da gerçekten istemeyerek gelmiştir ve bana karşı hislerinde samimidir diye düşünerek kendini telkin etmiş, kalan süreci işte böyle kontrol altına almıştı. Sonunda haklı çıkması ise hayatındaki en büyük kazancıydı, Doktor'un hisleri tamamen saf ve gerçekti.

Onunla bu konuları konuşmadan önce, her ne kadar etik olmasa da günlüğü okuma fırsatı bulmuştu. Üstelik o günlük sevdiği adam tarafından yanmaya terk edilmişken. Şans eseri Doktorun evinin önünden geçiyordu ve yükselen dumanı fark etmesiyle endişeyle bahçeye atlamıştı taş duvarın üzerinden. Tahmin ettiği gibi bir şey çıkmamasına sevinirken odunların arasında görünen obje dikkatini çekmişti. Hızlı adımlarla oraya ilerledikten sonra gördüğü şeyle beraber ise hemen bir çubuk yardımıyla günlüğü alevlerin arasından çekip kurtarmıştı. Defter sağ üst köşesi fazla derin olmayacak şekilde yanmış şekilde çıksa da okuyabileceği yerlerin daha fazla oluşu sebebiyle fazla takılmamıştı buna Albay. Üzerindeki tozları temizleyip günlüğü çantasına koyduktan sonra hiçbir şey olmamış gibi evin bahçesinden çıkmış, askeriyedeki odasında onu okumaya başlamıştı.

Her bir sayfası kalbinde çiçekler açmasına sebep olurken ailesinden bahsettiği yerlerde o güzelim çiçekler aniden sinek kapana dönüşüyordu. Aynı zamanda kendi hakkında bir şeyler okumak hoşuna gitmemiş de değildi, hiç fark etmediği ya da hatırlanmasının gereksiz olduğunu düşündüğü anlar bile yazılıydı günlükte. Doktorun hisleri gerçekten de samimiydi ve tıpkı annesi gibi zoraki yapıyordu ne yapıyorsa, işte tam da bu yüzden devam etmişti hiçbir şey olmamışçasına yaşamaya. Şimdi ise bir kedili, küçük bahçeli, sımsıcak evlerinde mutlu hayatlarının keyfini sürerek yiyordu geçmiş davranışlarının ekmeğini. Bu da aşkı uğruna işinden, soyundan, vatanından vazgeçmiş bir Albay ve yine aşkı uğruna her şeyini riske atan bir Doktorun fedakarlık ile tutku dolu hikayesiydi işte.

Belki de yaşamları boyunca hiçbir yerleşkede kalıcı olmamışlardı, ancak birbirlerine olan aşkları onlar ölünceye dek kalplerinde kalmıştı.



...SON...




***

BİTTİ

açıkçası yazarken çok zorlanmama rağmen (çünkü 1.5 senedir yazıyorum aynı fici ve detayları atlamamak için çok çabaladım) içime sinen bir final bölümü oldu

umarım siz de beğenmişsinizdir, umarım beklentilerinizi karşılamış bir hikaye sonudur

sormak, belirtmek istediğiniz şeyleri buraya yazabilirsiniz belki atladığım ya da cevabını vermediğim yerler olmuştur

başka evrenlerde tekrar buluşmak üzere...

mia kaçar👩🏻‍✈️

Continue Reading

You'll Also Like

2.1K 180 8
Ben senin yaşadığın gizli bir macerayım, anlatılmaz bir roman, kapanmaz bir yarayım, sığındığın limanlar unutturamaz beni, ben senin yüreğinde en büy...
368K 33.9K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
43.3K 3.3K 28
jungkook kendisine takıntılı eski kız arkadaşından kurtulmanın tek yolunu eşcinsel olduğunu ileri sürmekte görüyordu ve bunun için taehyung'tan yardı...
113K 7.2K 20
"Çiçeklerimden sizde almak ister misiniz bayım?" 21092023