HERKESİN EFENDİSİ

By Medusahikayeleri

564K 23.8K 11.7K

Mafya patronu olan Hera Ateş bütün şehri avucunun içinde tutuğunu düşünüyordu ama bir gün şehre yeni gelen bi... More

Prolog
1. DEVRE DIŞI KALAN EMNİYET
2. BATAKLIĞA ATILAN ADIM
3. YAŞAMIN PENÇESİNE TAKILAN ÖLÜM
4.ÖLÜME ATFEDİLEN YEMİN
bu bir iç döküştür
5. BEKLENMEYEN MİSAFİR
6. DÜŞMAN KALPLERİN SENFONİSİ
7. KAPIYA DAYANAN SAVAŞ
8. ÇOÇUKLUĞUNUN KÜLLERİNDEN DOĞAN KADIN
9.DUYGUSAL MAKİNA
10. İHANETİN ATEŞİ
11. PORSELEN FİNCAN
12. İHANETİN BEDELİ ÖLÜM
13. ÖLMEME İZİN VERME
14. KÜRKÇÜ DÜKKANINI ATEŞE VEREN TİLKİ
15. ANLAM KAZANAN RENK; KIRMIZI
16. HABERİN YOK ÖLÜYORUM
17. İBLİSİN İNİNE ÇOMAK SOKAN EFENDİ
18. KOYUN POSTUNA BÜRÜNEN KURT
19. AY IŞIĞINI EVLAT EDİNMİŞ GECE
20. CEHENNEMİN KAYALIĞINA TUTUNAN YOSUN
21. DUDAKLARIN RİTMİ
22. YUMUŞAK DOKUNUŞLAR VE PARÇALANAN KOZA
23. GÜNAHA BULANAN BEDENLER
ÖZEL BÖLÜM "GÜZEL GÖZLÜ ÇOCUK & ORMAN GÖZLÜ KIZ"
24. ÖLÜMÜN PENCESİNE TAKILAN PİŞMANLIK
25. BURUK BİR VEDA
26. TUTKUYA ADANMIŞ BEDENLER
27. ÇIPLAK BEDENLERİN DANSI
28. FAİLİ MEÇHUL CİNAYET
29. SATÜRNÜN UÇURUMUNA ZİNCİRLENEN RUHLAR
30. MUTLU SON?
31. GERÇEĞİN SURETİNE BÜRÜNEN YALANLAR
32. OKYANUSUN KOYNUNA HAPSOLAN KÜÇÜK KULAÇLAR
33. RUHUN PUSULASI; AŞK
ÖZEL BÖLÜM "PARS ALAZ"
34. GERİ DÖN
35. "ÖL DEDİĞİNDE ÖLECEĞİM"
36. TANRILARIN KISKANDIĞI GÜZELLİK
37. BEKLENMEYEN TEKLİF
39. KAYBEDİLEN KAZANÇ
40. TOPRAĞIN ALTINA GÖMÜLEN ÇOCUKLUKLAR
41. GÜNAHKAR RUHLARIN YEMİNİ
42. RUHA DOLANAN BİR ÇİFT MAVİ
43. SENİ HATIRLIYORUM
44. SONSUZ HİSSETİRECEK KADAR
DUYURU

38. TEKLİF VE ANLAŞMA

2.5K 173 56
By Medusahikayeleri

Selam efendilerim. Nasılsınız, neler yapıyorsunuz?

Beni soracak olursanız en sevdiğim mevsimin tadını çıkarmaya çalışıyorum. Bir kaç aksilik olsa da hayatım da şu an stabil bir şekilde ilerliyorum.

Bölüm normal bölümlere göre daha uzun oldu. Umarım sıkılmadan okursunuz. Şimdiden keyifli okumalar.

Oy ve yorum yapmayı unutmayın. Seviliyorsunuz.

TEKLİF VE ANLAŞMA

"Evlen benimle."

Dudaklarımdan dökülen cümle boş banyonun içinde yankılandı ve bu yankı ikimizin bedenine çarpıp dağıldı. Hiçbir zaman evlilik düşleyen bir kadın olmamıştım. Çevremde evli olan pek insanda yoktu zaten. Şahit olduğum evliliklerde hep bir amaç uğruna olmuştu. Aşk ise hiçbir zaman ilk sırada değildi.

Aşk sadece annemin anlattığı masallarda mutluğa götüren bir araçtı. Gerçekte ise insanı ondan bir şey kalmayana kadar dağıtan ve sonunda tamamen küle çeviren bir ateşti.

Küçükken evlilik hakkında hayal kurup kurmadığımı hatırlamıyordum. Bir prensesi andıran beyaz kabarık bir gelinlik, senin kurtaran bir prens ve sonsuza kadar mutlu yaşamak. Bunlar çocukken inanılacak masallardan ibaretti. Belki de bu yüzdendendi masalların çocuklara satılması. Çünkü henüz gerçek dünyayla karşılaşmamış çocukların inanması daha da kolaydı böyle hikayelere.

Belki de zamanında bende kanmıştım o tür masallara. Belki bende sayısızca kez hayal kurmuştum benim kurtarmaya gelecek bir prens olduğuna ama hiçbir zaman beni gelip kurtaran bir prens olmadı. Her zaman kendi kendime kurtulmak zorunda kalmıştım. Böyle bir durumda masallara olan inancımın kalmaması normaldi.

Belki de bu yüzden mitolojik hikayeleri daha çok seviyordum. Çünkü orada yaşanan aşkların sonu hep kötü bitiyordu. Tıpkı gerçek hayattaki gibi.

Örneğin Orpheus ve Eurydice hikayesi. Eurydice bir meşe perisi, Apollon'un (ışık tanrısı) kızlarından biridir ve Orpheus'un karısıdır. Orpheus ise Antik Yunan Mitolojisinde efsanevi bir müzisyen, şair ve aynı zamanda peygamberdir. Kimilerine göre de Musalardan birinin ve kimilerine göre de Apollon'un oğludur. Annesi ona müzik armağanı vermiş ve büyüdüğü Trakya onu kullanmasına hız kazandırmıştır çünkü Trakyalılar, Yunanistan halklarının en müzikalidir. O kadar iyi Lir kullanılır ki tüm canlıları ve hatta taşları müzikle büyüler.

Bir gün Orpheus, sevdiği Eurydice ile tanışır ve bu iki aşık evlenirler ama ne yazık ki mutlulukları kısa sürer çünkü Eurydice'nin başına talihsiz bir olay gelir. Bir gün Eurydice nedimeleriyle birlikte bir çayırda yürürken bir yılan onu sokar ve öldürür. Eurydice'nin beklenmedik ölümüyle delicesine âşık olan Orpheus adeta yıkılır. Günlerce liri ile birlikte eşinin mezarının yanında yas tutar. Ne yapacağını bilemez, bu acıya daha fazla dayanamaz ve Orpheus lirini de yanına alarak ölüler dünyasına Hades'e gider. Önüne çıkan her engeli liri sayesinde aşar çünkü lirinden öyle eşsiz bir müzik yükselir ki önüne kim çıkarsa çıksın bu sese dayanamaz.

Öyle ki Orpheus Hades'i ve eşi Persephone'yi müziği ve eşine olan büyük aşkı ile büyüler. Tanrılar eşini böylesine seven bir adamın haline acırlar ve eşi Eurydice'yi vermeyi kabul ederler. Ancak bir şartları vardır. Orpheus eşi Eurdice'nin önünde yürüyecek ve ölüler dünyasını terk edene kadar asla ama asla eşine dönüp bakmayacaktır. Orpheus bu şartı kabul eder. Yolculuğa başlarlar, ama Orpheus'un içinde bir şüphe vardır bu da eşinin onu takip edip etmediğidir. Merakına yenik düşen Orpheus arkasına bakar, fakat başta bir anlaşma yapmışlardır. Göz ucuyla bile olsa eşini gördüğü için Hades buna çok sinirlenir. Orpheus sözünde durmadığı için Eurydice yer altına tekrar götürülür. Bunun sonunca dünyası bir kez daha yıkılan Orpheus, eşini yeryüzüne döndürmeyi başaramasa da tanrılar ödül olarak çalgısı liri kutsamış ve gökyüzüne göndermiştir.

Orpheus neden bile bile dönüp arkasına bakmıştı? Neden tekrar kazandığı aşkını kendi elleriyle tekrardan kaybetmişti? Annem bana bu masalı ilk anlattığından Orpheus'un karısını pek sevmediğini düşünmüştüm. Çünkü bana göre eğer seviyorsa ne olursa olsun arkasında dönüp bakmamalıydı. Annemin ise düşüncesini tamamen farklı olduğunu hatırlıyordum. Şimdi aynı hikâye beynimin içinde yankılandığın düşüncelerimin de tamamen değiştiğinin farkındaydım.

Şu an dönüp baktığımda o konumda ben olsaydım ben de aynı şeyi yapabileceğimi düşünüyordum. Çünkü bir kere birini kaybedip tekrar o kişiyi bulduysan ne olursa olsun onun senin peşinden geldiğine emin olmak isterdin. Bu onu sevmediğinden değil çok sevdiğinden kaynaklanan bir durumdu.

Bence hiçkimse arkasına dönüp bakacak kadar kimseyi sevmemeliydi ama şu an gözlerimin içine hayretle bakan bu adam karşısında aynı şeyleri söylemek zorlaşıyordu. Eğer arkamda o varsa dönüp arkama bakmadan ilerleyebilir miydim?

Pars'ın cevabını bekledim ama o hiçbir şey söylemeden bana bakmaya devam etti. Gözlerin ardında neler döndüğünü anlamak zordu. Tanıştığımız andan itibaren hiçbir şeyin değişmediğini fark etmek tuhaftı. Gözlerimiz birbirine ilk kesiştiği an hissettiğim duyguyu tekrardan hissediyordum. Bana yine aynı gözlerle bakıyordu. Sanki daha önce tanışmış ama bir noktada birbirimizi kaybetmişiz gibi. Tıpkı Orpheus ve Eurydice gibi.

"Aklından ne geçiyor?" diye sorduğunda bakışlarındaki o anlaşılmaz ifade hızla kayboldu ve yerine her zaman takındığı soğuk ifadesi yerleşti.

"Şu an mı?" diye sordum. "Daha önce tanışıp tanışmadığımızı merak ediyordum."

Düşünmeden ağzımdan dökülen cümleye karşı Pars'ın tek kaşı havalandı ve buz gibi soğuk bakışları bir anlığına dağıldı. Bunu beklemediği kesindi ve verdiği tepkiyi de benim beklemediğim kesindi.

"Bu nereden çıktı?" diye sordu bakışlarını toparlamaya çalışırken. Onda bir şeyler garipti. Bir şeyler saklamaya çalıştığını rahatlıkla görebiliyordum ama yine de hiçbir şey söylemedim ve her zaman olduğu gibi bir şeyleri saklamasına izin verdim.

"Her neyse," dedim bakışlarımı ondan kaçırıp geriye doğru bir adım atarak. "Teklifim hakkında ne düşünüyorsun?"

Pars'ın aklında dolanan büyük bir soru işareti olduğunu kestirmek zor değildi. Ben de olsam böyle bir durumda bende bu teklifi sorgulardım. Pars'ın hatta benim bile böyle bir soruyu beklemediğim kesindi. Her ne kadar planı aklımda tasarlamış olsam da bunu bir anda pat diye söylemeyi beklemiyordum. Belki de bekliyordum, emin değildim.

"İlk önce üzerimizi giyinelim. Sonra da yemek yerken bu konuyu konuşuruz," dedi sırtını bana dönüp banyonun kapısına doğru ilerlerken.

Kısa bir süre hareket etmeden Pars'ın geniş sırtını izledim. Az önce ret mi edilmiştim? Pek ret gibi değildi ama beklediğim tepkinin bu olmadığı da kesindi. Peki nasıl bir tepki bekliyordum? Ortada henüz hiçbir şey yokken bir anda evlilikten bahsedersem korkusuz olan adamında korkması normaldi tabi.

Her ne kadar ona olan hislerimi yeni yeni kendime itiraf etsem de bu duygularla ne yapacağımı bilmiyordum. Sonuçta bu ilk defa başıma geliyordu. Hem Pars'ın benim hakkımda ne düşündüğünü de tam olarak bilmiyordum. Benden hoşlandığını düşünüyordum ama bu sadece benim egomun bir yanılsaması da olabilirdi. Belki de onun istediği tek şey cinsellikti.

Bu düşünce bir anda sinirlenmeme neden olmuştu. Neden sinirlenmiştim? Sadece bedenimi sevmesi gayet normaldi ama nedense bu seçenek istemeden de olsa öfkelenmeme neden oluyordu. Yeni sahip olduğum bu duygular zaten darmadağın olan zihnimin daha da karışmasına neden oluyordu.

Pars'ın arkasından ilerlediğimde bulunduğumuz katta bir odanın kapısına kadar ilerleyip hızla kapıyı açarak içeri girdi. Bende hiç vakit kaybetmeden arkasından odaya girdiğimde büyük bir giyinme odası bizi karşıladı. İlk başta buranın sadece Pars' a ait bir giyinme odası olduğunu düşünsem de odanın içine doğru ilerleyince öyle olmadığının farkına varmıştım. Bir kısmı Pars'a ayrılmışken diğer taraf tamamen ünlü markalarla donatılmış ayakkabı, elbise, çanta ile doluydu. Bu elbiselerin kime ait olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu ama hepsi göz kamaştırıcı gözüküyordu.

"Bunlar kime ait?" diye sordum kıyafetlerin arasında tur atarken. "Sahibi kullanmama izin verdiğin için sonra sana kızmasın."

"Hepsi sana ait," dediğinde duraksayarak ona doğru döndüm.

"Nasıl yani?"

"Senin için, senin bedenine uygun seçildiler," dedi bakışları bakışlarıma tırmanırken.

Daha önce kaldığımız evden daha farklı bir evde kaldığımızın farkındaydım ve o evde de tıpkı buna benzer bana ait bir kıyafet dolabı vardı. Kıyafetlere baktığımda o kıyafetlerden farklı oldukları anlaşılıyordu. Bu adam her gittiğimiz eve önceden bir kıyafet dolabımı hazırlatıyordu ve neden her evde bana ait bir bölüm vardı? Sonuç olarak biz sadece ortaktık. Bu evinde bana özel kıyafet bulundurması gereken bir konum değildi.

"Neden her evde bana ait bir kıyafet bölümü var?" diye sorduğumda Pars eline aldığı bir havlu ile saçlarını kurulamakla meşguldü.

Sorduğum soruyla saçlarındaki havluyu çekerek bana baktı. Havlu yüzünden dağılan saçlarının bir bölümü alnına dökülmüş, üzerinde göğüs kısmını gösteren bir bornozla çok çekici gözüküyordu ama şu an konumuz bu değildi.

"İhtiyacın olabileceğini düşündüm," dedi net bir tavırla.

"Evet ama," dedim bakışlarımı odanın içine turlarken. "Diğer evde de bir oda vardı zaten."

"Yani?"

Bu adam gerçekten benimle dalga mı geçiyordu? Zengin olduğunu biliyordum. Zaten varisi olduğu şirketi düşündüğümüzde bu gayet açık açık ortadaydı. Çevreme şöyle bir bakındığımda bu odada bulunan şeyler bir servet değerinde olabilirdi ve diğer evdeki kıyafet odası da tıpkı bunun gibiydi. İki odayla da rahatlıkla lüks bir giyim mağazası açılabilirdi.

Küçükken rahat bir çocukluk geçirdim. Annem zengin sayılacak bir kadındı veya babam zengindi. Yeni öğrendiğim gerçekle hangisinin doğru olduğunu bilmiyordum ama sonuç olarak rahat bir çocukluk geçirdim. Annem ne istediysem aldı ne yapmak istediysem yapmamı sağladı. Annem öldükten sonra yuvada kalmaya başlamıştım. O zaman aslında hayatın başka bir yüzüyle karşılaştım. Bir şeyler istiyorsan emek verip kazanmalıydın. Sonra Deha Sancak tarafından alındım ve eski lüks hayata dönüş yaptım ama bu sefer aldığımın karşılığında bir şeyler vermeliydim. Bu yüzden de bende fazla bir şey almadan yaşamayı öğrendim.

Büyüyünce kendi paramı kazanmaya başlayınca da pek bir şey değişmemişti. Lüks takıntım yoktu. Giydiğim her şey markaydı ama hiçbiri benim seçimim değildi. Deha Sancak mükemmeliyetçi olduğu için kıyafetlerimi aldırır bense kendime tarzıma uygun olanları seçerdim. Araba kullanmaktan pek hoşlanmazdım bu yüzden de genellikle şirket arabalarını kullanırdım. Kullandığım ev de Deha Sancak'a aitti.

Hesabıma yatan bütün para yardım kuruşlarına gidiyordu. Bu bir nevi işlediğim günahlar için bir kefaretti. Kendimi böyle avutup duruyordum. Deha Sancak'tan ayrıldığımda beş parasız kalmamın nedeni de buydu ya da Deha Sancak'ın düşüncesi bu yöndeydi ama benden ve Mustafa Baba'dan başka kimsenin bilmediği bir gerçek vardı: Annemin bana bıraktığı servet değerinde hisse senetleri. Mustafa Baba ben büyüyene kadar o hisse senetlerini değerinin yirmi katına çıkarmıştı. Bu Deha Sancak ve Pars Alaz'a kafa tutabilecek bir miktar olmasa da azımsanmayacak kadar büyük bir miktardı. Pars Alaz karşıma çıkmasaydı kullanabileceğim bir kozdu ama Pars Alaz karşıma çıktığı için buna gerek de kalmamıştı.

"Her ortağına evlerinde servet değerinde odalar hazırlar mısın?" diye sordum kinayeli bir tonda.

Bakışlarım Pars'ın üzerineyken Pars elindeki havluyu yanında duran pufun üzerine attı ve gözlerimin içine baka baka bornozunun ipini çözdü.

"Daha önce hiçbir ortağa ihtiyaç duymadığımı söylemiştim sana," dedi ipini çözdüğü bornozunu üzerinden çıkartırken.

Şu an bütün kusursuz çıplaklığı ile tam karşımda duruyordu. Bakışlarımı gözlerinden uzaklaştırıp bedenine kaydırdım. Ne kadar bakarsam bakıyım her baktığımda daha da büyüleyici bir manzara haline geliyordu.

"O zaman neden şu an ortağınım?" diye sorduğumda tıpkı onun gibi bornozumun ipini çözerken.

Pars'ın bakışları elime indiğinde her hareketimi büyük bir dikkatle izliyordu. İpi çözdüğümde bornozun önü hafifçe açıldı.

"Çünkü öyle olmasını istedim," dedi net bir tonda.

"Bu bir cevap değil," dedim bornozu omuzlarımdan iterek yere düşmesini sağlarken. Karşında tamamen çıplak kaldığımda sertçe yutkunmuştu. Bunu inip kalkan âdem elmasından anlayabiliyordum.

"Beni delirtmek mi istiyorsun?" dedi bakışları çıplak bedenimde dolaşırken. Kastettiği şeyin az önceki konu olmadığını biliyordum. Kastettiği şey buz mavisi gözlerini kıyılarına çarpmaya başlayan arzunun körükçüsü bedenimdi.

"İlk defa görmüyorsun ya?" dedim alaylı bir tonda.

"Bu kusursuzluğun karşısında aklımın gitmesine engel değil," dediğinde yüzümde istemsizce bir tebessüm oluşmasına neden oldu.

Bu adamın ağzı gerçekten iyi laf yapıyordu. Bu ağızla değil yılanı deliğinden çıkarmak ona istediğini yaptırabilirdi. Tabii ben bir yılan değildim ama onun karşısındayken deliğinden çıkmak için can atan bir yılan gibi hissettiğim oluyordu. Sırtımı ona çevirerek çıplaklığımı umursamadan kıyafet seçmeye giriştiğimde tekrardan konuştu.

"Kendini dışarı çıkabilecek kadar iyi hissediyor musun?" diye sorduğunda omuzumun üzerinden ona dönerek baktım.

"Neden?" diye sorduğumda o çoktan çekmecelerin birinde bulduğu bir baxsırı giymeye başlamıştı.

"Evde hizmetçiler yok ve yemek hazırlamaya kalksam çok uzun sürer. Eğer kendini daha iyi hissediyorsan dışarıda yiyebiliriz diye düşünüyordum."

Aslında şu an kendimi gayet iyi hissediyordum. Tabi bunun sebebi günlerce uyuyor olmam da olabilirdi tabii.

"İyiyim, dışarda yiyebiliriz," dediğimde tekrardan önüme dönerek kıyafetlere göz gezdirdim.

"Dışarıda yağmur yağıyor, kalın bir şeyler seç," dediğinde onu cevap verme gereği duymadan kıyafet seçmeye devam ettim.

Aradan on beş dakika geçmiş ve ikimizde giyecek bir şeyler bulmuştuk. Benim üzerimde boğazlı siyah kalçamın birkaç santim altında biten bir elbise vardı. Hava soğuk olduğunu söylediği için altına siyah ten çorap giymiştim.

Bakışlarım Pars'a kaydığında onun da üzerinde siyah boğazlı bir kazak, altında ise siyah bir kumaş pantolon vardı. Kazağını pantolonunun içine sokmuş gümüş detaylı sade siyah bir kemer takmıştı. İşi bitince bana doğru ilerledi ve önüme gelerek duraksadı. Hala saçıma sarılı olan havluyu çıkarıp yanda bulunan koltuğun üzerine attı.

"Çıkmadan önce saçlarını kurutmalıyız," dedi ellerini saçlarımın içine geçirerek.

Başımla onu onayladığımda elini saçlarımdan çekip elime doğru indirdi. Hiç tereddüt etmeden elimi tuttuğumda odanın köşesinden bulunan makyaj masasına doğru ilerledik.

Masanın başına geldiğimizde "Otur," dedi. Dediğini yaparak hemen masanın olduğu sandalyeye oturdum. Pars hiç vakit kaybetmeden makyaj masasının en alt gözünde duran saç kurutma makinesini çıkartarak fişini taktı. Elimi uzatarak kurutma makinasını ondan almaya çalıştığım da arkama geçti. Ona doğru uzattığım hava da asılı kalmıştı.

"Benimde ellerim var farkında mısın?" Aynadan saçlarımı kurutmak için hazırlanan Pars'a baktım.

"Öyle gözüküyor," dedi aynadan gözlerimin içine bakarak.

En son aynanın karşısında yaptıklarımızı düşündüğümde birden kadınlığımın kasıldığını hissettim. İki kere çok yoğun bir şekilde tatmin olmama rağmen bedenimde her an alevlenmeyi bekleyen bir kıvılcım vardı. Aklımdaki düşünceleri atmak için başka bir şey düşünmeye çalıştım ama Pars'ın saçlarımın arasında nazikçe dolaşan parmakları pekte yardımcı olmuyordu. Şu an Pars'a aç olmama rağmen midemdeki açlık daha ağır basıyordu.

Aynadan Pars'ın saçlarımı kurutmasını dikkatli bir şekilde izliyordum. Bir işe odaklandığında o işi laiki ile yapmaya çalışan bir adam olduğu hemen anlaşılıyordu. Alt tarafı bir saç kurutmak olsa da çok özenli davranıyordu. Saç diplerim hassas olmasına rağmen hiç canımı yakmadan özenle işini sürdürmesi de buna bir örnekti.
Bakışlarım yüzünde dolaştı. Saçları anlına dökülmüş, uzun ve kırpık kirpikleri saçları ile bir yarış halinde gibiydi. Kaşları hafif çatık olmasına rağmen yüz ifadesi sakindi. Dolgun dudakları insanın sürekli öpmek isteyeceği türden dudaklardı.

Ben Pars'ı izlerken bir anlığına bakışlarımız aynada birbirine kesiştiğinde yüzündeki en göz alıcı ve etkileyici tarafının soluk mavi gözleri olduğu aşikardı. İnsanın içine işleyen gözleri sanki ruhumu anlatan birer rehberdi.

"Eğer beni gözlerinle yiyerek bitirmeye mi çalışıyorsun?"

Bakışları bakışlarımda oyalanırken hiç çekinmeden gözlerine bakmaya devam ettim.

"Bu kadar yakışıklı olmamalıydın," dedim büyük bir açık sözlülükle. "İnsan istese de senden gözünü alamıyor."

Pars'ın dolgun dudakları hafifçe yukarı doğru kıvrıldığında bakışlarım dudaklarına kaydı. İçimde dudaklarım, dudaklarının öpmek için büyük bir istekle kavrulduğunu hissediyordum. Sertçe yutkunup düşüncelerimi bastırmaya çalıştım ama Pars'ın da bakışlarının dudaklarıma kaydığında onunda aynı şeyi arzuladığının farkındaydım.

"Öp beni," dedim fısıltıyla.
Pars elini boynuma yerleştirip oradan çeneme çıktı. Çenemi nazikçe kavrayıp başımı kaldırmam için beni yönlendirdi.

Yönlendirmelerine ayak uydurup başımı kaldırdığımda bana doğru eğildi ve dudaklarımı sertçe öptü. Benden uzaklaştığında başım geriye eğik ona bakmaya devam ettim. Elimi çenemden çektiğinde başımı kaldırdım.

Bakışlarım aynadaki yansımama kaydı. Normale göre daha yüzüm daha canlı gözüküyordu. Uzun süredir ilk defa bu kadar çok uyuduğum için olmalıydı ama buna rağmen daha da zayıflamış yüzüm çökmüştü. Eksi formumun esamisi bile okunmuyordu artık.

Bakışlarım saçlarıma kaydı. Saç kurutma makinesiyle kurutulduğunda her zaman kabaran saçlarım şu anda da beni yanıltmıyordu. Onları nasıl düzene sokacağımı bilmiyordum.
Pars saçlarıma baktığımı fark edince sordu.

"Bağlamamı ister misin?"

Hiçbir şey söylemeden saçlarıma bakmaya devam ettim. Bağlamanın pek işe yaramayacağını biliyordum. Bağlasam da kabarıklık devam edecekti.

"Örgü örmeyi biliyor olmazsın değil mi?" diye sorduğumda Pars alaylı bir şekilde gülümsedi.

Bu gülümsenin anlamını tam olarak bilmiyordum ama tahmin etmek zor değildi. Tahmin ettiğim gibi bu saçma bir soruydu. Koca adam saç örmeyi nerden bilsin ki?

Tam önümde duran tarağı alacağım an Pars benden önce davranarak tarağı aldı. Dağılan ve kabaran saçlarımı yavaşça taramaya başladı. Taramayı bitirdikten sonra tarağı masanın üzerine bırakarak geriledi ve benim şaşırtan hamleyi yaparak saçlarımı üç eşit parçaya böldü.

"Yok artık," dedim hayretle aynadan Pars'a bakarken. "Senin yapamadığın bir şey var mı?" Pars saçlarımı örmeye devam ederken düşünür gibi yaptı.

"Olsa da öğrenirim," dedi kendinden emir bir tonda.

"Öyle mi?"

"Öyle."

"Saç örmeyi kimden öğrendin?" diye sorduğumda saçlarımdaki elleri duraksadı.

"Bana yemek yapmayı öğreten kadından," dediğinde sesine bulanan hüznü hissedebiliyordum. "Kızı sürekli annesinden saçını örmesini isterdi. Bu yüzden de çok fazla saç örmesine şahitlik ettim. Bir gün bana nasıl yapmam gerektiğini gösterdi. Böylelikle kızının saçını örebilecek ve ona yardımcı olabilecektim.

O kadından söz etmekten pek hoşlanmıyor gibi bir hali vardı. Bu yüzden de ona daha fazla soru sormak istesem de kendime engel oldum. Kadını tanımasam da Pars'ın hayatında büyük bir yeri olduğunu anlamak zor değildi.

"Şanslı bir kız olmalı," dedim bakışlarımı Pars'ın yansımasından kaçırıp masanın yüzeyine bakmaya başlarken.

Pars'ın uzun narin parmaklarının benim saçlarımdan başka bir kızın saçlarını ördüğünü düşünmek beni rahatsız etmişti. Bunun saçma olduğunu biliyordum. Benden öncesine aitti bunu biliyordum ama nedense her zaman rahatlıkla kontrol ettiğim ilkel dürtülerim kontrolden çıkıyormuş gibi hissediyordum.

Aşk böyle bir şey miydi gerçekten? İnsana hiç yapmam dediği şeyleri yaptırıp ilkel duygularını körükleyen. Eğer bu aşk ise bu beni korkutuyordu. Çünkü kontrolü kaybedersem yapacaklarımın sınırını ben bile kestiremiyordum.

"Pek sayılmaz," dedi örgünün sonuna geldiğinde. "Ben saçlarını hiç örmedim. Bu yüzden de ilk ördüğüm saç seninkiler."

Duyduğum cümle ile kalbimin kısa bir süreliğine teklediğini hissettim. Bu kadar küçük bir ayrıntının kalbimi bu kadar etkilemesi çok saçmaydı. Bu yeni şeyler beni tamamen şaşkına uğratsa da nedense bundan şikayetçi değildim.

"Bitti," dedi ördüğü saçlarımı omuzumdan aşağıya sarkıtıp bana gösterirken.

İlk defa örmesine rağmen gayet iyi örmüştü. Hatta söylemeseydi daha önce birçok kez saç ördüğünü bile düşünebilirdim.

"Yeteneklisin," dedim aynada bakışlarımız kesiştiğinde.

"Daha yetenekli olduğum konular var," dediğinde cümlesinin altında nedense fesat düşünceler olduğunu biliyordum bu yüzden de onu daha da kışkırtmak istiyordum.

"Yetenekli olduğuna emin misin?"

Başını bana doğru eğdi ve dudaklarını kulaklarıma doğru yaklaştırdı. Bakışları aynadan yansıyan bakışlarımdaydı.

"İçine her giriş çıkışımda odayı dolduran inlemelerin." Duraksadı. Sıcak nefesi kulağımı okşarken devam etti. "Ne kadar yetenekli olduğumun kanıtıdır."

Haklıydı. Daha önce hiç tırmanmadığım nihai doruk noktasına beni çıkartmayı başaran tek adam Parstı ve o da bunun farkındaydı. Çünkü o koca aleti ile her içime giriş çıkışında tamamen kendimi kaybediyordum ama bunu kabul etmek gururumu incitiyor olsa da gerçekten bu konuda yetenekliydi.

Kabul etmek gerekir ki zaten Pars Alaz hayatıma girdikten sonra gurur diye bir şeyin varlığını bile unutmuşum gibi hissediyordum. Onun karşısında ne yapmam dediysem hepsini yapmış bana tükürdüğüm bütün her şeyi yalatmıştı.

Bu benim gibi bir kadın için yeterince sinir bozucuyken o bana baktığında nedense hiçbir şeyin önemi kalmıyordu.

"O inlemelerin gerçek olup olmadığını nereden biliyorsun?" diye sordum yüzüme alaylı bir gülümseme yapıştırırken. "Belki de gururun incinmesin diye numara yapıyordum. Ne de olsa bu konuda çok iyi sayılırım."

"Gerçek olup olmadıklarını anlamak için tekrardan test edelim mi?" diye sorduğunda bakışlarındaki kendinden emin tavrı bedenimdeki ateşin harlanmasını istiyor gibi bir hali vardı.

"Neden olmasın," dedim gözlerinin içine kendimden emin bir tavırla bakarken. "Hemen şu an bu masanın üzerinde o koca aletini ıslak kadınlığımın içine sokup beni test etmek ister misin?" Âdem elması sert bir şekil inip kalktı. Onu kışkırtmam meyvelerini veriyor gibi duruyordu. İstediğim de buydu zaten.

"Bu işte sen benden daha yetenekli gibisi." Bedenini dikleştirirken. "Çünkü en ufak cümlen ile bile beni sertleştirmeyi başarıyorsun."

Oturduğum sandalyede geriye doğru döndüğümde bakışlarım Pars'ın erkekliğine kaydı. Kumaş pantolonunun üzerinden belirmeye başlayan erkekliğini görünce yüzümde tatmin olmuş bir ifadeyle gözlerimi kaldırıp Pars'a baktım.
Pars'ın bakışları da benim üzerimde. Soğuk buz mavisi gözlerinin etrafında bir ateşi patlak vermek üzere olduğunu görebiliyordum ve bu da beni daha da atılgan yapmak için tetikliyordu.

"Sana yardım etmememi ister misin ortak?" dedim elimi uzatıp parmak uçlarımı kumaş pantolonunun altından belirmeye başlayan erkekliğinin üzerinde hafifçe
turlarken. "Sonuçta ortaklar birbirine yardımcı olmalı değil mi?"

Parmaklarımı kumaşın üzerinden biraz daha erkekliğine bastırdığımda Pars hızla elimi tutarak erkekliğinden uzaklaştı.

"Şu an her ne kadar seni sertçe şu masaya dayayıp bütün aletimi içine köklemek istesem de," dedi gözleri gözlerimde turlanırken. "Tekrardan kucağımda bayılmanı istemiyorum. Bu yüzden beni kışkırtmaya bir son ver ve senin o güzel karnını doyurmak için yemek yiyelim."

Şu an kendini tutmaya çalıştığını net bir şekilde görebiliyordum. Her ne kadar üzerime atlamak istese de benim iyiliğimi düşündüğü için geride duruyordu. Bana karşı neden bu kadar düşünceli olduğunu bilmiyordum. Daha önce hiçbir erkek onu böyle kışkırtmama rağmen kendini tutmayı başaramamıştı ama nedense Pars her seferinden kendini geride tutuyor ve her zaman benim zevklerimi kendi zevklerinin önüne koyuyordu.

Onun bakış açısında her zaman öncelik bende gibiydi. Onu bir kez kontrolü kaybettiğine şahit olmuştum o da banyodaki sevişmemizde olmuştu. Onu kışkırtmıştım ama yine de kendini tutmayı başarmıştı ama ne zaman geçmişim hakkında konuşsam bir şekilde istemeden de olsa kontrolü kaybediyordu.

"Belki de aç olan karnım değildir," dedim net bir tonda. "Belki de doyurman gereken başka yerlerim vardır. Bunu hiç düşündün mü?"

"Beni kışkırtma," dedi sert bir tonda.

"Neden?"

"Hera." İsmin dudaklarından ilk defa bu kadar yüksek sesle dökülüyordu. Bu beni şaşırtmıştı. Bana doğru eğilip elini yanağıma sabitleyip gözlerimin içine dikkatle bakmaya başladı. O kadar dikkatli bakıyordu ki onun gözlerinin içindeki en ince ayrıntıyı bile görebiliyordum. Bakışlarında garip bir şey vardı ver ben bunu çözemiyordum. "Bu kadar yeter."

Elini yanağımdan çekip geriledi ve sırtını bana dönerek odanın diğer ucuna doğru ilerledi. Az önce tam olarak ne olmuştu? Bakışlarım Pars'a kaydığında kadın ayakkabılarının olduğu bölümün önde durmuş elini saçlarına geçirmiş şekilde ayakkabılara bakıyordu.

Ben ise az önce yaşanan garip olayın etkilerinin altında eziliyordum. Tam olarak ne demek istemişti. Acaba onu kışkırttığım için mi sinirlenmişti ama nedense altında yatan sebebin bu olmadığına dair içimde bir ses vardı. Bu adam neden her seferinde beni bu kadar kolay al aşağı edebiliyordu.

Derin bir nefes alıp az önce yaşanan olayı yok saymaya çalıştım. Çünkü eğer oraya takılıp kalırsam kolay kolay içinden çıkamayacağımı biliyordum.

Ben düşüncelerim içinden kaybolmamak için kendimle savaş verirken Pars elinde bir çift kadın çizmesiyle önüme gelip duraksadı. Aklımdaki karmaşıklığı yok sayarak başımı kaldırıp ona baktığımda o bana bakmıyordu.

Önümde eğildi ve siyah topuklu çizmenin fermuarını açtı. Yerde duran ayağımı nazikçe alıp çizmenin içine soktu. Bense her hareketini büyük bir dikkatle izlemekten başka bir şey yapmıyordum. Çizmeyi ayağıma geçirdiğinde ayağımı yere sabitleşip çizmenin fermuarını çekti. İkinci çizmeyi de girdirdikten sonra ayağa kalktı. Elini bana doğru uzattığında elini tutarak ayağa kalktım.

Savaş hemen yanımızda bulunan pufun üzerinde duran siyah bir kabanı uzatarak bana verdiğinde vakit kaybetmeden hızla paltoyu üzerime geçirdim. İşim bittiğinde Pars elinde bulunan siyah bir bereyi başıma geçirdiğinde bu sahne kışın dışarı çıkmak için sabırsızlanan bir çocuk ve hasta olmasından endişelenen annesinin onu sıkı girdirme çabası anımsatıyordu.

Bunu düşünme yüzümde kısa süreli bir tebessüm oluşmasına neden olduğunda Pars'ın bakışlarını benim üzerimde olduğunu farkında varınca gülümsemem hemen soldu.

"Neden gülümsüyorsun?" diye sordu.

"Hiç," dedim omuzlarımı silkerken. "Hadi çıkalım."

Sırtımı Pars'a dönüp kapıya ilerleyeceğim an Pars elimi tutarak beni durdu. Omuzumun üzerinden dönüp ona baktığımda yüzünde kırılgan bir ifade vardı.

"Biraz önce sana çıkıştığım için üzgünüm," dedi mahcup bir ifadeyle. "Sadece..."

Cümlenin devamını getirmeden önce düşünüyormuş gibi yaptı. Ağzını açıp bir şey söylemeye hazırlanacağı an onu sözünü keserek konuştum.

"Önemi yok," dedim soğuk bir tonda. "Üzerinde konuşulacak bir mesele değil."

Elimi Pars'ın elinden çekip ilerlemeye devam ettim. Haksız değildim. Sonuçta yaptığı şey kendime gelmemi sağlamıştı.

***
Arabaya bindiğim andan itibaren ikimizde tek kelime etmemiş ve yolun bizi getirdiği yere doğru ilerlemeye devam etmiştik. Araba durduğunda başımı yasladığım camdan kaldırarak çevreye bakındım.

Burası şehrin nitekim sakin olan bölgelerinden biriydi. Pars burayı bilerek seçmiş olmalıydı. Ne de olsa şu an peşimde olan çok kişi vardı.
Hızla doğrulup kendi tarafımdan bulunan kapıyı açarak dışarıya çıktığımda Pars da hemen kendi tarafından dışarı çıktı. Kapıyı sertçe kapatıp arabanın önünde durduğu mekâna doğru ilerleyeme başladım. Pars da arabayı kilitleyip arkamdan geliyordu.

Mekândan içeri girdiğimizde sakin bir müzik bizi karşıladın. Kısa loş ışıklı bir holden geçtiğimizde bizi karşılayan ilk şey küçük bir bar tezgahıydı. Hemen tezgâhın karşısında ise birkaç masa duruyordu. Mekân dışarıya göre daha sıcaktı ve içerde tek tük insan vardı.

Barın yanında duraksayıp gözüme bir masa kestirmeye çalışken sırtıma değen bir bedenle irkildim ama bu uzun sürmemişti. Bedenimi saran sıcaklığı ve burnuma dolan tanıdık kokusuyla arkamdaki kişinin Pars olduğunu anlamıştım.
"Nereye oturalım?" diye sordu. Evden çıktığımız andan itibaren ilk defa konuşuyordu.

"Fark etmez," dedim sakin bir tonda.

"O zaman beni takip et," dedi elini belime koyup beni yönlendirirken.

Ona ayak uydurup mekânın arka kısımlarında bulunan bir masaya doğru ilerledik. Masaya geldiğimizde belimde duran elini çekerek arkamdan önümde duran sandalyenin arkasına geçip sandalyeyi kendisine doğru çekti. Oturmam için eliyle bana işaret yaptığında sandalyeye doğru bir adım attım.

"Paltonu almamı ister misin?" diye sordu nazik bir tonda.

"Teşekkür ederim ama böyle iyiyim," dedim sandalyenin önüne geçerek.

Pars sandalyeyi hafifçe ayaklarıma doğru ittirdiğinde oturdum. Pars hemen karşıma geçerek üzerindeki paltoyu çıkartıp sandalyesinin sırtına astı. Giydiği palto üzerimdeki paltoya benzer bir paltoydu.
Bakışlarımı ondan çekip önümde durak menüyü elime bakarak seçim yapmaya çalıştım. Aç olduğumu hissediyordum ama nedense canım bir şey yemek istemiyordu. Menüye göz gezdirirken yanımızda beliren gölgeyle bakışlarımı menüden çekip yanımızda durun garsonda döndüm. Yirmilerinin başında genç bir kızdı.

"Hoş geldiniz," dedi Pars'ın olduğu tarafa bakarken. "Ne arzu edersiniz?"

Pars hala önünde duran menüye bakıyordu.

"Ben bir tavuklu salata alayım," dediğimde kız kısa süreli bana baktıktan sonra elinde duran kağıda bir şey yazdı ama kağıda yazı yazarken alttan alta Pars'a baktığını görebiliyordum.

"Peki siz beyefendi?" Bakışları Pars'ın yüzünde dolaştı. Pars ise hala önündeki menü ile ilgileniyor ve kızın varlığını bile hissetmiyor gibiydi.

Ben de bu masada oturmama rağmen kız bir kez bile olsun bana dönüp doğru düzgün bakmamıştı. Bütün ilgisi Pars'ın üzerindeydi. Nedense bu beni yavaş yavaş kızdırmaya başlıyordu.

"O da aynısından alacak," dedim. Farkında olmadan sesim beklediğinden yüksek çıkmıştı. "Bir de bir şişe şarap alalım."

Pars elindeki menüyü aşağıya indirip menünün arkasından bana baktı.

"Aynısından," dedi beni onaylarken. Kıza değil de bana bakıyordu. "Bir de şarap."

Bakışlarımı Pars'ın üzerinden çekip kıza baktığımda kız benim olduğum tarafa sinirli bir bakış atmıştı. Yüzümde sahte bir gülümseme belirdiğinde kız hemen karşımda bulunan bar tezgahına doğru ilerledi.

Pars'ın bakışlarının hala benim üzerimde olduğunu fark ettiğimde bakışlarımı kızın sırtından çekip Pars'a baktım. Az önce ne yapmıştım ben? Sırf bir kız Pars'a bakıyor diye sinir mi olmuştum? Ahh kahretsin! Kesinlikle deliriyor falan olmalıydım.

"Yiyeceğin şeye karar verdiğim için kusura bakma," dedim bakışlarımı masanın üzerinde duran menüye indirirken. "Neden yaptığımı bile bilmiyorum, istersen hemen değiştirebiliriz."

"Önemi yok," dediğinde ses tonu sakindi. Göz ucuyla ona baktığımda geriye doğru yaslandı. "Bana seçtiğin şeyi yiyeceğim." Bakışları bakışlarımın üzerinde gezindi. "İçinde zehir dahi olsa." Ben de geriye doğru yaslandım.

"O zaman seni öldürmekte fazla zorlanmayacağım desene," dediğimde Pars'ın yüzünde alaylı bir gülümseme oluştu.

"Eğer ölmemi istiyorsan sadece söylemen yeter," dedi bana dikkatle bakarken. "Zehir fazla uğraştırıcı olur."

Bir şey söyleyeceğim an bakışlarım barın arkasında duran garson kıza kaydı. Kız anında duran diğer kıza bir şeyler söylüyor ve ikisi de bizim bulunduğumuz masaya bakıyordu. Şu an baktıkları kişinin ben olmadığımı tahmin etmek zor değildi. Büyük ihtimalle iki kızda karşımda bulunan göz kamaştırıcı adama bakıyordu.

"Belki de seni öldürmek için dudaklarıma zehir bulaştırmak daha iyi olabilir," dedim bakışlarım Pars da değil barın arkasında duran ve Pars'a bakarak fısır fısır bir şeyler konuşan kızlardaydı.

"Eğer ölüm senin dudaklarından gelecek ise bunu seve seve kabul ederim," dediğinde bakışlarım ona doğru kaydı.

Bakışlarımız tekrar kesiştiğinde bakışlarında hiçbir şüphe yoktu. Ona baktığımda ölümü benim elimden olsa seve seve kabul edebilecek bir adam görüyordum ve bu nedense düşündüğümden daha iyi hissettiriyordu.

Bakışlarım kısa süreliğine tekrar bara kaydığında ikinci kız gitmiş garson kız ise konulu tezgâha dayamış hala bizim olduğumuz tarafa bakıyordu. Şu an masada olan konuşmaları duysaydı hiçbir şansı olmadığını net bir şekilde anlardı ama ne olursa olsun Pars'ı yiyecekmiş gibi bakması sinirlerimi bozuyordu.

"Nereye bakıyorsun sen?" dediğinde hemen Pars'a döndüm.

Baktığım yöne bakmak için arkaya doğru yönlendiğinde "Bana bak," dedim tamamen arkasını dönmeden önce. Pars kısa süreli duraksayarak tekrar bana doğru döndü.
"Sadece bana."

Kelimeleri bastıra bastıra söylemiştim. Pars'ın tek kaşı havalandı ve ne olup bittiğine anlam veremediği her halinden belli oluyordu. Böylesi daha iyiydi.

"Burada konuşmak için geldiğimiz konuyu konuşalım," dedim kendimi toparlamaya çalışarak.

"Öyle ise aklından ne geçtiğini söylemekle başlayabilirsin," dedi ellerini masanın üzerinden kenetlerken. "Bana âşık olduğun için evlenme teklifi ettiğini düşünecek kadar hayalperest bir adam değilim."

Aslında şu an olduğumu kişiler değil de daha normal kişiler olsaydık dediğini yalanlamaya kalkabilirdim. Onu aşık mıydım? Belki ama bu onunla evlenmem için yeterli miydi? Kesinlikle hayır.

"Belki de gerçekten sana âşık olmuşumdur," dedim gözlerinin içine bakarken.

"Böyle bir şeyin ihtimalini düşünmek bile kalbim için zararlıyken senin ağzından çıkan bu cümleler beni ölüme sürükleyebilir." Geriye doğru yaslandı. "Ama ikimizde bunu gerçek olamayacağını biliyoruz."

Pars'ın beni zihninde oturduğu konum neredeydi bilmiyorum ama gerçekti. Gerçek olmayacağını düşünüyordu ama gerçekti. Neden gerçek olmayacağını düşünüyordu ki? Neden o kadar imkansızmış gibi konuşuyordu ki?

Siktir!

Nedense duygularımı itiraf etmeden yok sayılması beni üzecekmiş gibi.

"Eğer her şeyden bu kadar eminsem neden aklımdakinin ne olduğunu da söylemiyorsun? Benim hakkımda çoğu şeyi biliyormuş gibisin."

"Peki." Biraz düşündü. "Adnan Sancak'ın teklifini kabul etmen için sana engel olan bir şey var. Teklifi kabul etmek istesen de o engel yüzünden de bunu kabul edemiyorsun. O sırada ise devreye ben giriyorum. Teklife giden yolda evliliği bir merdiven olarak kullanıp engelin üzerinden geçeceksin. Teklifi direk olarak kabul edemesen de dolaylı olarak işine yarayabilir. Yani teklifi sen değil ben kabul edeceğim ve evlenirsek eğer kazanılan payda söz sahibi olabileceksin.

Belki de beni seçmenin nedeni de budur. Teklif çok değerli başka biri olsa bu teklif için bile sana gözünü kırpmadan ihanet edebilir ama sen ne olursa olsun sana ihanet etmeyeceğimi biliyorsun. Bu yüzden de kullanabileceğin en makul kişi benim."

Bu adam gerçekten aklımı okuyor falan olmalıydı. Ayrıntılar hariç değindiği temel konu doğruydu. Adnan Sancak'ın teklifini ilk elden kabul edemezdim. Hem aranan bir suçluydum hem de eğer teklifi kabul eden ben olursam Deha Sancak bir yolunu bularak bu teklifi bozabileceğini biliyordum ama teklifi Pars kabul ederse Deha Sancak'ın eli kolu bağlanırdı.
Bu yüzden de hem güvenebileceğim hem de bana ihanet etmeyecek biri gerekiyordu ve bunun için Pars en doğru seçenekti. Onunla evlenirsem hem teklifi kabul edebilir hem de Deha Sancak'ı daha da çileden çıkartabilirdim.

Ne de olsa ortak olduğumuz düşüncesi bile onu çileden çıkarırken bir de evlendiğimizi duyarsa yüzünün alacağı ifadeyi merak etmiyor değildim. Bunun bencilce olduğunu biliyordum. Böyle bir şey için Pars'ın benimle evlenmeye zorlamak ondan isteyeceğim istekler arasındaki en büyüğüydü ama yine de seçim hakkı vardı.

Eğer kabul etmezse ne yapacağımı tam bilmiyordum. Başka bir çözüm yolu düşünmem gerekiyordu. Bu da Deha Sancak'ın daha fazla zaman kazandırmak demekti ama yine de seçim onundu.

"Zeki bir adamsın," dedim masaya biraz daha yaklaşıp ellerimi masanın üzerinde birleştirirken. "Dediğin gibi teklifi senin kabul etmeni istiyorum ama Adnan Sancak'ın o teklifi senin kabul etmene izin vermeyecektir ama benim kocam olursan belki bir şansımız olabilir. Böyle bir durumda da Deha Sancak'ın yapabileceği çok fazla şeyi yok. Teklifi senin kabul etmen onun elini kolunu da bağlayacaktır ama yine de seçim senin."

O da tıpkı benim gibi tekrardan masaya yaklaşarak ellerini masanın üzerinde kenetledi.

"Yani anlaşmalı bir evlilik?"

"Evet," dedim. Şu an aklından ne geçtiğini kestiremiyordum. "Eğer kabul edersen evlilik şartları senin istediğin gibi ayarlanacak. Deha Sancak ortadan kalktığında istediğin an boşanırız." Başını sağ omuzuna doğru yaslayıp bana doğru bakmaya devam etti.

"Peki ya boşanmak istemezsem?"

"O zaman pek seçeneğim yok değil mi?" dedim alaylı bir tavırla. "Benden boşanmak isteyene kadar seninle evli kalırım."

Benimle alay ettiğini düşünsem de surat ifadesi bir buz kadar ifadesiz ve soğuktu. Ortamın havanın aniden soğuduğunu hissediyordum. Tıpkı Pars'ın bakışları gibi.

"Öyle bir şey olmayacak," dedi net bir tavırla.

"Nasıl bir şey?" Ortamdaki gerginlik üzerime ağırlık çökmesine neden oluyordu. "Teklifimi..."

Cümlemi bitirmeden araya girdi.

"Senden boşanmak istemem gibi bir seçenek yok," dedi net bir tavırla. "Bu seçenek hiç gerçekleşmeyecek."

Tam olarak kastetmeye çalıştığı şeyin benden asla boşanmayacağı mı? Yoksa duygularım yüzünden duymak istediğim şeyi mi duruyordum? Bunun bir önemi yoktu. Şu an tel istediğim şey Deha Sancak'ı alt etmekti ve bu yolda önüme çıkan her yol mubahtı.

Garson kız elinde bir tepsiyle masaya geldiğinde ikimizde geriye doğru yaslanarak masada yer açtık. Kız tepsinin üstündekileri masaya bakarken bakışlarımı Parstan çekip göz ucuyla kıza bakmaya başladım.
Kızın yüzünde büyük bir gülümseme vardı. Saçları sarı arkadan at kuyruğu şekilde bağlanmış, açık kahve gözleri vardı. Burnu hafif kemerli olsa da yüzünde pek sırıtmıyordu. Ona dikkatli bakınca güzel bir kız olduğunu söylememek yalan oldu.
Hem yüzündeki gülümseme o kadar içtendi ki benim sahte gülümsemelerim onun gülümsemesi yanında soluk kalıyordu.

O an belki de sıradan bir kız olsaydım tıpkı onun gibi sıcak bir gülümsemeye sahip olup olamayacağımı düşünmeye başlamıştım. Sıradan garson bir kız. Masada oturan yakışıklı bir iş adamı.

Kız benden çok o sıcak gülümsemesini Pars'a gösteriyordu. Haksız sayılmazdı, ben de olsam bende karşımda sahip olamayacağım kadar yakışıklı bir adam olsa tıpkı onun gibi bakardım ama aramızda büyük bir fark vardı. Onu sahip olamayacağı adama ben sahiptim.

O adam benimdi.

Bakışlarımı kızın üzerinden çekip tekrardan Pars'a döndüm. Kız ne kadar onun dikkatini çekmeye çalışsa da Pars ona soğuk bir ifadeyle bakıyor, bakışları bana indiğinde ise soğuk bakışlarından eser kalmıyordu.

"Ee evliliğimiz hakkında ne düşünüyorsun?" diye sorduğumda kız önüme şarap bardağı koyarken duraksadı.

Kız masada olduğu için evlilik kelimesini bilerek bastırmıştım. Bakışlarım tekrardan kıza kaydığında yüzündeki gülümseme silinmişti. İşte bu ifade daha da gerçekçi bir ifadeydi.

"İsminin," dediğinde bakışlarım ona doğru kaydı. "Soy ismime çok yakışacağını düşünüyorum."

🔥

Ve bir bölümün daha sonuna geldik. Bölümü nasıl buldunuz?

Bölüme on üzerinden kaç verirsiniz?

Sonu nasıl buldunuz?

Sizce bir sonraki bölümde bizi neler bekliyor?

Düşüncelerinizi benimle paylaşırsanız çok sevinirim.🖤

Instagram: kayipmedusaa

ÖPÜLDÜNÜZ 🖤

Continue Reading

You'll Also Like

1.9M 69.2K 59
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
118K 6.6K 50
Anneannesini görmek için gittiği şehirde üsteğmen Göktürk ile karşılaşan Efsun hiç beklemediği gerçeklerle de karşılaşır ___ " sen benim hayatımda h...
332K 21.6K 23
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
1M 37.3K 58
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!