OYUNBAZ 7 TUTSAK 1 ÖLÜ (+18)

By Limaei

4.5M 383K 529K

1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İ... More

▂ ▄TANITIM▄ ▂
▂ ▄TANITIM FİLMİ▄ ▂
TUTSAKLAR& OYUNBAZLAR
BÖLÜM 1 • GÜN 1
BÖLÜM 2• GÜN 1'
BÖLÜM 3 • GÜN 1''
BÖLÜM 4• GÜN 2
BÖLÜM 5• GÜN 7
BÖLÜM 6 • GÜN 7'
BÖLÜM 7• GÜN 8
BÖLÜM 8• GÜN 8'
BÖLÜM 9• GÜN 8''
BÖLÜM 10• GÜN 8'''
BÖLÜM 11• GÜN 9
▂ ▄TANITIM FİLMİ 2▄ ▂
BÖLÜM 12• GÜN 9'
BÖLÜM 13• GÜN 9''
BÖLÜM 14• GÜN 11
BÖLÜM 15• GÜN 11'
BÖLÜM 16• GÜN 11''
BÖLÜM 17• GÜN 15
BÖLÜM 18• GÜN 15'
BÖLÜM 19• GÜN 17
BÖLÜM 20• GÜN 17'
BÖLÜM 21• GÜN 18
BÖLÜM 22• GÜN 25
BÖLÜM 23• GÜN 27
BÖLÜM 24• GÜN 28
BÖLÜM 25• GÜN 29
BÖLÜM 26• GÜN 30
BÖLÜM 27• GÜN 30'
BÖLÜM 28• GÜN 30''
BÖLÜM 29• GÜN 30'''
BÖLÜM 30• GÜN 31
BÖLÜM 31• GÜN 31'
BÖLÜM 32• GÜN 32
BÖLÜM 33• GÜN 34
BÖLÜM 34• GÜN 34'
BÖLÜM 35• GÜN 34''
BÖLÜM 36• GÜN 34'''
BÖLÜM 37• GÜN 34''''
BÖLÜM 38• GÜN 35
BÖLÜM 39• GÜN 35'
BÖLÜM 40• GÜN 35''
BÖLÜM 41• GÜN 36
BÖLÜM 42• GÜN 39
BÖLÜM 43• GÜN 39'
BÖLÜM 44• GÜN 40
BÖLÜM 45• GÜN 40'
BÖLÜM 46• GÜN 42
▂ ▄TANITIM FİLMİ 3: FİNALE DOĞRU▄ ▂
BÖLÜM 47• GÜN 43
BÖLÜM 48• GÜN 43'
BÖLÜM 49• GÜN 43''
BÖLÜM 50• GÜN 44
KALBİMİN İÇİNDEN BİR TEŞEKKÜR
INSTAGRAM CANLI YAYIN
▂ ▄2. KISIM: OYUNBOZAN TANITIM▄ ▂
▂ ▄OYUNBOZAN TANITIM FİLMİ 1▄ ▂
BÖLÜM 51• KAZANAMAYAN
BÖLÜM 52• KAYBEDEMEYEN
BÖLÜM 53• GÜN 70
BÖLÜM 54• GÜN 73
BÖLÜM 55• GÜN 82
BÖLÜM 56• GÜN 89
BÖLÜM 57• GÜN 90
BÖLÜM 58• GÜN 90'
BÖLÜM 59• GÜN 90''
BÖLÜM 60• GÜN 90'''
BÖLÜM 61• GÜN 90''''
BÖLÜM 62• GÜN 90'''''
BÖLÜM 63• GÜN 91
BÖLÜM 64• GÜN 92
BÖLÜM 65• GÜN 93
BÖLÜM 66• GÜN 93'
BÖLÜM 67• GÜN 93''
BÖLÜM 68• GÜN 93'''
BÖLÜM 69• GÜN 94
BÖLÜM 70• GÜN 95
BÖLÜM 71• GÜN 95'
BÖLÜM 72• GÜN 96
BÖLÜM 73• GÜN 96'
BÖLÜM 74• GÜN 96''
BÖLÜM 75• GÜN 97
BÖLÜM 76• GÜN 98
BÖLÜM 78• GÜN 98''
BÖLÜM 79• GÜN 99
BÖLÜM 80• GÜN 100
BÖLÜM 81• GÜN 102
BÖLÜM 82• GÜN 102'
BÖLÜM 83• GÜN 102''
BÖLÜM 84• GÜN 103
BÖLÜM 85• GÜN 103'

BÖLÜM 77• GÜN 98'

18.6K 1.8K 1K
By Limaei

🎵Eyedress- Romantic Lover

{O bir katil
Sana bakıyorum
O benim tipim
Seninle tanıştığıma çok memnun oldum

O bir katil
Tek gereken bir bakış
Başkası yok

O benim sevgilim
Ona ihtiyacım var
Onu görmeliyim

Sana yaklaşıyorum kızım'
Onun özelliklerini seviyorum
Mükemmel bir resim
Seni görmeye çalışıyorum
Seni duymaya çalışıyorum
Evet, sen benim sevgilimsin
Başkası yok}

Medya: Ehm... Bölümün teması diyelim.

İyi okumalar ♥

• • •

• • •

Afra Ahsen Çakmak / Tutsak 7

6 Ağustos 2021

Gözlerimi bana uzatılan silahtan ayıramadan öylece kalakaldım.

Ölüm de benimle donmuş gibiydi. Arkamda en ufak bir kıpırtısını bile hissedemiyordum. Benim sessizliğim onun için bir ziyafet olmalıydı. Dudaklarımı araladığımda neler söyleyeceğimi biliyordu. Ya ona bunun olmaması için yalvaracaktım ya da...

Ya da ne? Bir seçim mi yapacaktım?

Dudaklarımdan kısa, histerik bir gülüş kaçtı. "Hiçbir şey yapmayacağım," dedim kafamı sağa sola sallarken. "Hayır, hiçbir şey yapmayacağım." Gözlerimi silahtan kaldırıp çatı katının kenarına baktım. "Ne tür bir deliliğe sahip olduğun umurumda değil. Beni kafandaki kılıfa sokamayacaksın. Ben katil değilim. Beni tanımıyorsun. Neyi hatırlatmıyor olursam olayım caninin teki olmadığımdan eminim."

Ölüm'ün alaylı sesi arkamdan yükseldi: "Hepimiz birilerini az da olsa öldürmüşüzdür Afra." Silahın namlusunu kafama iyice bastırırken kafamı öne doğru ittirdi. "Sen çoktan birini öldürmüştün."

Cümlenin devamı onun zihnindeydi fakat ben de duyabiliyordum: Fakat hatırlamıyorsun...

"Kanıtla," dedim boğuk bir sesle. Arkama dönmemek için kendimle savaşıyordum. Neden yüzümü ona dönmemi bu kadar çok istemiyordu bilmiyordum. Daha önce maskeyle karşıma çıkmıştı. Şimdi neden bunu istemiyordu? "Birini öldürdüğümü bana kanıtla. Hatırlamıyorsam bana kanıtını göster."

Göğsümün üzerinde bir baskı hissettiğimde gözlerim aşağıya doğru çevrildi. Eldivenli elinin göğsümün üstüne hafifçe değdiğini gördüğümde midem takla attı. Korku ve tiksinti vücudumun titremesine neden olurken, "Her ölünün cesedi olmaz," dedi Ölüm alçak sesle. "Annemin cesedini ise görmeyi hak etmiyorsun."

"Kanıt onun cesedi mi?" dedim tekrar hıçkırırken. Gözlerim dolmuştu ama kahkaha atmak istiyordum. "Mezarlar ne zamandan beri kanıt oldu?" Siktiğimin delisi...

"Mezar mı?" diye sordu Ölüm tuhaf bir sesle. "Hayır, hayır, cesedi... Küçük odaları bile sevmeyen bir kadın nasıl tabuta girebilirdi ki?"

Ne?

"Daha geniş bir yere ihtiyacı vardı. Ayrıca çirkinliği hiç sevmezdi." Sanki bir çocuk kendini savunuyordu. "Onun cesedi neredeyse ilk günkü gibi güzel."

Ne?

Ölüm elini göğsümden yukarıya doğru kaydırıp parmaklarını omzumda dolaştırdı. Ardından eli tekrar inip bileklerimi kavradı. Mide öz suyum ağzıma gelirken gözlerimi kırpmamama rağmen gözyaşlarım aktığı yolu yakar gibi sıcak bir şekilde yüzüme dökülüyordu.

"Anneni-" Dudaklarımın arasından kesik nefesler döküldü. "Anneni-"

"Annem evde," dedi Ölüm yavaşça. Değiştirilmiş sesi kafamın içinde yankılandı. "Annem evde, yatağında yatıyor. Hâlâ benimle konuşuyor." Kendi kendine gülmeye başladığında omuzlarımı titreyerek kendime doğru çektim. Namluyu kafama daha da bastırmıştı. "Senin ve onun sesi... Hiç susmayacaksınız, değil mi? Asla gitmeyeceksiniz."

Annesinin cesedini saklamıştı. Ve annesinin cesedinin onunla konuştuğunu düşünüyordu. Sertçe yutkunurken gözlerimi yumdum ve derin bir nefes aldım. Bu adam deliydi. Sağlıklı hiçbir tarafı kalmamış bir deliydi. Benimle telefonda konuşan kişi her kimse yalan söylüyordu. Bu varlığın iyi tarafo hiçbir geçmişte bile var olmuş olamazdı.

Annesinin cesediyle konuştuğu bir sahne kapalı gözlerimin ardında canlanırken almaya çalıştığım nefesler tekledi. Kuru kuru hıçkırdım fakat gözyaşlarım bile akmadı. Daha çok astım krizi geçiriyor gibi nefesleniyordum.

"Lütfen yapma," dedim ağlamaya ramak kalmış sesimle. Gözlerim Çağrı'ya çevrildi. Ağzından akıp gitmiş köpükler çok değildi ama iyi gözükmüyordu. Tek gözü hafifçe aralık, uyuyor gibi duruyordu. "Biz düşündüğün kişiler değiliz. Sana- sana bunları yapan insanlar değiliz."

"Tam da aradığım kişilersiniz," diye yanıtladı Ölüm. Değiştirilmiş sesinden ne hissettiğini tam olarak anlamak imkansızdı fakat dediğim hiçbir şeyi umursadığını sanmıyordum. Kafamdan namluyu aniden çekti. Gözlerimi sımsıkı kapadım fakat yerimden kıpırdayamadım bile. Sanki ayaklarım görünmez zincirlerle zemine, boynum ise gökyüzüne bağlanmıştı.

Eli bileklerimi bıraktığında geri çekildiğine dair adım sesini duydum. "Şimdi yap kelebeğim," diye mırıldandı hevesle. "Kimin ölmesini istediğine karar ver."

Kafamı sağa sola sallarken gözlerimi aralayıp tekrar bana uzatılmış silaha baktım. Kafamı bir sağa, bir sola çevirdiğimde maskelilerin hâlâ kıpırtısız bir şekilde durduğunu gördüm. Sanki sadece doldurulmuş bebeklerden ibaretlerdi. Ölüm onlara bir şey demediği sürece hiçbir şey yapamıyorlardı.

Çuvalların örttüğü bedenler orada, çatının kenarında duran maskelilerin ayaklarının dibindeydi. Çuvalların hepsi kıpırtısızdı. Altında kimlerin bedeni saklanıyordu bilmiyordum fakat onların da baygın olduğu kesindi.

Çağrı gibi.

"Ben kimseyi öldüremem," dedim zar zor. Arkama doğru dönmek üzere bedenimi çevirirken Ölüm'ün adım sesleri benim dönüşümü takip etti. Bir saniye geçmeden silah tekrar kafamdaydı. "Beni öldür," dedim güçlükle kafamdaki namluyu kabullenirken. "Böyle bir karar veremem."

"Bu kadar zor olmamalı, değil mi?" dedi Ölüm. Sesinde bir sertlik vardı. "İnsan ölmeye de öldürmeye de bir anda karar veriyor. Sadece bir an düşün ya da düşünme. Sadece seç. Sonra da her şeye eskiden olduğu gibi devam edelim."

"Onları tanımıyorum," dedim tüm vücudum titrerken.

"Neden tanıdığın kişiyi kurtarmak için tanımadığın birini öldürmeyi seçmiyorsun o zaman?" Sesinde merak vardı. "Bu tam senlik bir seçim olmaz mıydı? Onların yüzlerini, gerçekte kim olduklarını merak ediyor musun?"

Sorusuna cevap vermedim. Veremedim.

Sorun sadece seçim yapmak değildi. Birinin ölümüne neden olacak olmamdı.

"Hepsinin kötü insanlar olduğunu sana söyleyebilirim," dedi ikna etmeye çalışırcasına.

Nasıl bir kötülük anlayışı vardı da ona inanacaktım?

"Bizim de kötü olduğumuzu düşünüyorsun."

"Sen üstüne kondurdukları kötülüğü taşıyorsun," dedi Ölüm. "Onlar ise kötülüğün yarattığı insanlar."

Ne olursa olsun onların insan olduğunu biliyordum. Birilerinin sevdiği, birilerinin 'onsuz yapamam' diye düşündüğü insanlardı. Onların ölümü, dünyanın bir ucunda, hatta İstanbul'un bir yanında, bir başka canı üzecekti. Kötü insan olabilirlerdi fakat bu, onları silahla öldürmem konusunda beni hiçbir şekilde teselli edemezdi.

Silah.

Bana silah vermişti.

Gözlerimi kırpıştırdım.

Ve hemen arkamda duruyordu.

Derin nefesler alıp verirken gözlerim bana uzatılan silaha doğru çevrildi. Maskeli kadının kıpırtısız duran kolu hafifçe titremeye başlamıştı çünkü dakikalardır aynı pozisyonda bana silahı uzatmaya devam ediyordu. Gözlerim kadının maskeli yüzüne çevrildiğinde kadınla göz göze geldik. Gözleri açık renkliydi fakat rengini tam olarak seçemiyordum.

Kadın gözlerini silaha doğru çevirdiğinde aklımda çoktan uçuk fikirler dolaşmaya başlamıştı.

Ölüm'ü vurabilir miydim?

Bu tarz filmlerde her zaman içlerine kurşun geçirmez yelek giymezler miydi?

Gerçi tüm vücudu kurşun geçirmez olamazdı.

Silah kullanmayı bilmiyordum.

Ama öğrenmek zorunda kalacakmışım gibi gözüküyordu.

Bir yerden başlamak lazımdı.

Nefes alışlarım hızlanırken tepkimi Ölüm'den gizleyemedim. Bendeki her duygu değişimini fark ettiğini biliyordum. Bir avcı gibiydi. Ben ise sadece bir avdım. Düşüncelerimin, hislerimin kokusunu alıyor ve bana tepkimi bilerek yaklaşıyordu.

Korkumu hissettiğini biliyordum. Kıkırdamasının nedeni buydu. Ses değiştirme cihazından çıkan mekanik sese rağmen kıpırtısız bir şekilde durmaya devam ettim. Arkama dönmemek için kendimle savaşırken kafamı üç çuvalın olduğu yöne doğru çevirdim.

Ben de onun bana baktığında ne gördüğünü tahmin edebilirdim.

Kafamı seçeneklere doğru çevirdiğimde bir karar vermeye çalıştığımı düşünecekti.

Ben ise üçüncü bir seçeneği düşünüyordum.

Ölüm'ü vurmayı başarırsam ne olurdu? Silahı ona doğrultsam, bana maskeli yüzüyle bakışını görsem ve ateş etsem... Kurşun teninden içeriye girdiğinde nefesinin tekleyişini, acıyla inleyişini o aptal ses değiştirme cihazıyla birlikte duysam... Sonra da ondan akan gerçek kanı görsem...

İnsan olduğundan emin olurdum.

Ölür müydü?

Ölmek zorundaydı. Onu öldürmeyi başaramazsam hepimiz daha da korkunç bir kâbus yaşayabilirdik.

Peki o öldüğünde buradan kurtulabilir miydik?

Kararsızlık içinde kafamı Çağrı'ya çevirdim. Çağrı elbette onu seçmemi isterdi. Yerlerimiz değişmiş olsaydı beni seçeceğini de biliyordum. Ama benim için bu kararı vermek o kadar kolay değildi.

Çuvalların içinde birimizin annesi bile olabilirdi. Ölüm neden yabancıların yüzünü gizlemiş ve bana sadece onların kötü birer insan olduğunu söylemişti?

Mete olsa ne yapardı? Elinde silah varken Ölüm'ü vurma şansını değerlendirirdi. Evet, o riski alırdı. Ya da... Kâğıda yazdığı tutsak her kimse, onu düşünür müydü? Eğer başaramazsa neler olacağını düşünerek mi hareket ederdi yoksa sadece Ölüm'e olan öfkesine mi odaklanırdı?

Oyunu bittiğinde Ölüm bize Anadolu'nun kapılarını açıp çekip gitmemize izin mi verecekti ki? Gerçek kurtuluşa ulaşan şans, elimize ne kadar sürede bir geçiyordu? Bana vereceği silah- eğer doluysa- büyük bir şanstı.

Ölüm'ün bana önceden söylediği itirafı hatırladım.

Cesur haline bayılıyor olmasam kafana sıkmıştım, demişti. Belki de karşıma çıkıp bana bir silah teklif ederken beklediği şey, onu da tehdit etmeye çalışmamdı.

Bu yaptığım tutsaklara zarar verir miydi bilmiyordum. Fakat emin olduğum tek şey, bu riski almamı onaylayabilecekleriydi. Kendime zarar vermediğim sürece bunu yapmamı isterlerdi.

Silahı Ölüm'e doğrultabilmek için ondan biraz olsun uzaklaşmam gerekiyordu. Bunun için de... Bunun için de önce silahı almamalıydım. Gözlerim tekrar Çağrı'yı bulduğunda sertçe yutkundum. Adımlarım ona doğru yönelirken Ölüm aniden enseme silahı bastırdı.

"Nereye uçtuğunu sanıyorsun?"

Verebileceğim tüm agresif cevaplardan yutkunarak kurtulmaya çalıştım. Umursamadan ileriye doğru bir adım daha attığımda ensemdeki silah baskısı gitti. "Eğer beni öldürmeyeceksen silahla beni rahatsız etmeyi kes," dedim titreyen sesimle. "Uyanması lazım. Yaşadığını ve yaşayacağını görmeye ihtiyacım var. Dediğini yaparsam onun yaşayacağı konusunda sana nasıl güvenebilirim ki?"

"Sana karşı her zaman sözlerimi tuttum," dedi Ölüm alınmış gibi. "Hatırlamaman benim suçum değil."

"Belki de senin suçundu..." dedim Çağrı'nın yanında dizlerimin üzerine çökerken. Elim Çağrı'nın elini kavrarken tüm vücudum titredi. Tepkisinden korkarken cümleme devam edemedim.

Bir sessizlik oldu. Ölüm ne bana cevap verdi ne de silahıyla beni dürtükledi.

"Çağrı," dedim bir elimle Çağrı'nın yüzünü kavrayıp dudaklarından akan köpüğü baş parmağımla temizlerken. Yüzünü hafifçe tokatladım. "Lütfen uyan, sana ihtiyacım var." Çağrı kıpırtısız bir şekilde durmaya devam etti.

Ölüm arkamdan, "Muhtemelen uyanmaz ama gerçekten yaşıyor," diye güvence verdi.

"Çağrı!" dedim diğer elimi de yüzüne çıkarırken. Bu sefer yüzüne sert bir tokat geçirdim. Omuzundan tutarak onu öne arkaya doğru sarsmaya çalıştım fakat gücüm onu yerden biraz olsun kaldırmaya yetmedi. Panikten gözlerim sızlarken defalarca adını söyledim.

Çağrı gözlerini açmadı.

Hışımla arkama döndüğümde Ölüm üzerindeki takım elbiseyi düzeltmeyi bırakıp bir an bana bakakaldı. Sonra da ellerini iki yana kaldırıp 'bilmiyorum' der gibi bir poz verdi.

"Neden uyanmıyor?" diye sordum güçlükle.

"Uykusuz kalmıştır. Henüz onu zehirlemedim."

"Henüz?" Sesim boğuklaştığında hızla önüme döndüm. "ÇAĞRI!" diye bağırdım aniden. İki elimle omuzlarını kavrayarak canım acısa da bedenini hafifçe çekiştirmeyi başardım. Çağrı'nın kapalı olan gözünü açtım. Ardından nabzını kontrol ettim. "Çağrı!"

"Hı?" Çağrı'nın kapalı gözü yarı açık gözü kadar açıldığında derin bir nefes verdim. Gözlerini kırpıştırıp neler olduğunu idrak etmeye çalışırken yüzünü hafifçe buruşturmuştu.

"Sana ne yaptı?" diye fısıldadım güçlükle. Ağzından çıkmış köpüğü elimin tersiyle iyice sildim. "Beni duyabiliyor musun? Nerede olduğunu farkında mısın?"

Çağrı'nın gözleri etrafta döndükten sonra gözleri yüzüme odaklandı. "Bana çok fazla viski içirdi," dedi yakınırcasına. Ama hâlâ odaklanamıyor gibiydi.

"Sadece bu mu?"

Çağrı kafasını sağa sola hafifçe sallarken bir an odağı yüzümden dağılır gibi oldu ama gözlerini kırpıştırdı. "Burada olmaman lazım," dedi güçlükle. "Beni öldüreceğini söyledi. Yeni bir oyun oynuyor."

"Hayır, hayır, seni öldüremem," dedim hızla. "Seçim yapmamı istedi. Silahla tanımadığım birini öldürürsem sen canlı kalacaksın. Eğer birini öldürmeyi reddedersem... Ölüm seni öldürecek."

"Gözlerimi açtığımda duymayı en çok istediğim sonuncu şey," dedi Çağrı gözlerini gökyüzüne çevirirken. "Beni odamdan kaçırıp kafamdan aşağıya defalarca kez viski döküp bana zorla içirdi. Sonra da ağzıma çocukların baloncuk çıkarmak için kullandığı şu oyuncağın suyunu döktü."

"Ne?" derken sesim kısılmıştı. "Ağzından akan köpük..."

"Gargara yapıp dudaklarımdan baloncuk çıkartmamı istedi." Çağrı'nın gözleri yüzümden arkaya doğru kaydı. "Demek oydu." Kaşları çatık bir şekilde sendeleyerek doğrulmaya çalıştığında ellerimle ona yardım ettim. Çağrı dirsekleri üzerinde hafif de olsa bedenini yukarıya kaydırabildi.

Kafamı çevirdiğimde Ölüm'ü, Çağrı'ya el sallarken gördüm. "Merhaba."

Çağrı o değiştirilmiş, mekanik sesi duyunca irkildi. "Orospu çocuğu," dedi yüzü öfkeyle çarpılırken. "Benim sıram geçmişti bile! Bu siktiğimin oyununda neden bir karakter olarak ben seçildim?"

Ölüm bize doğru bir adım attı. Ardından gelişigüzel bir şekilde sivri uçlu siyah ayakkabısını Çağrı'nın karnına geçirdi. Çağrı'nın nefesi kesilirken irkilerek kenara kaçtım. "Ne yapıyorsun?" derken sesim istemsizce yükselmişti.

"İntihar etmek isteyen birine alkol içirdin!" diye kükredi Ölüm onun üzerine doğru eğilirken. "Öyle kolayca bu işin içinden sıyrılıp evde arkana yaslanarak yaşamaya devam edebileceğini mi sandın?"

"Kadına motivasyon konuşması yaptım!" dedi Çağrı nefesi kesilmiş bir şekilde.

Ölüm ellerini ceplerine koyarak omuz silkmekle yetindi. "Bakalım aynı konuşmayı Afra'ya yapabiliyor musun?" Geriye doğru birkaç adım atıp bizden uzaklaştı.

Çağrı'nın gözleri bir süre Ölüm'ün üzerinde durduktan sonra gözlerini bana çevirdi. "Çatıdan atlamayı düşündün mü?"

"Hayır," dedim kısık sesle.

"Güzel," dedi Çağrı. "İkimiz de ölmek istemiyoruz." Derin bir nefes alıp bir elini karnının üstüne koydu ve daha da doğrulmaya çalıştı. Fakat gözleri bir an kayar gibi olduğunda kafasını hafifçe zemine çarparak geri düştü. "Bedenimi kaldırmaya çalıştığım an başım dönüyor." Sesi uyuşmuş gibi çıkıyordu. "Ama ölmek istemiyorum."

"Ölmek istemediğini biliyorum." Sertçe yutkundum. Sanki Ölüm hemen arkamda durmuyordu ve sağımda bana silah uzatan bir kadın yoktu. Sanki sadece Çağrı ve ben vardık. "Hangi seçeneği seçmemi isteyeceğini biliyorum. Bunu söyleyebilecek kadar açık sözlüsün."

Çağrı kendinden tiksinir gibi hafifçe yüzünü buruşturdu. "Evet, ben öyle bir piçim," dedi çekingen bir sesle. "Mete olsa onun için tanımadığın birini öldürmeni istemezdi. Doğru kararı vermeni falan söylerdi. Ama ben..." Dikkatli baktığımda gözlerinin hafifçe dolmuş olduğunu gördüm. Yüzündeki ifade boğazımda tüm kelimelerin düğümlenmesine neden oldu.

Çağrı gözlerini bir yüzüme, bir Ölüm'e, bir de gökyüzüne çevirdi. Gözleri bir noktada uzun süre odaklı kalamıyor gibiydi. Burnundan değil, dudaklarından düzensiz nefesler alıp veriyordu. Dudakları normalden daha çok pembeleşmişti ve yanaklarında bile hafif bir kızarıklık vardı.

"Bu sadece viskinin etkisi mi?" diye sordum.

Çağrı hafifçe gülümsedi fakat gözlerini bana çevirmedi. Kafasını hafifçe sağa sola sallarken gözlerini yumdu. "Lütfen beni bırakma," dedi kısılmış sesiyle. "Ölmeme izin verme. Yaşamak istiyorum. Yaşamayı çok istiyorum."

Çağrı gözlerini kapattığında yüzüne bakakaldım. Uyanık olması gerekiyordu. Ayağa kalkabiliyor olması gerekiyordu. Ölüm'ü vurmayı başarabilirsem buradan beraber kaçmamız gerekiyordu. Onu taşıyamazdım. Belki... Belki önceden olsa bunu yapabilirdim fakat kollarıma eklenen kesiklerden sonra vücudumda en ufak bir güç kırıntısı kalmamıştı.

İçimden onun bu dileğine karşı bir söz vermek istedim fakat bunu yapamadım. Yine de kararımı çoktan vermiş gibi gözükmem gerekiyordu. Bu yüzden Çağrı'nın yanından kalkarken bana doğru uzatılan silaha döndüm. Ölüm'ün varlığını sağımda, benden birkaç adım uzakta hissedebiliyordum. Silahı alır almaz ona döndürdüğümde direkt müdahale edip edemeyeceğini kestiremiyordum.

Silahı elime alırken bakışlarımı tekrar kadının yüzüne çevirdim. Gözlerini yere çevirdi. Bu sefer benimle göz teması kurmayı reddetmişti. Parmaklarımı silahın üzerinde gezdirirken silahı elimde doğru şekilde konumladım. Ve hedefim çuvallardan biriymiş gibi gözlerimi çatının kenarında duran çuvallara çevirdim. Rol olmayan tek şey korkum ve gerginliğimdi. Avucumdaki silahla birlikte elim titriyordu.

"Kararın bu mu?" diye sordu Ölüm. Yüzümü ona doğru çevirmedim. "Arkadaşının yaşaması için kendi ellerinle bir yabancıyı öldürmeyi kabul mu ediyorsun?"

"Başka seçeneğim var mı?" diye sorarken sesim boğuktu.

"Ah, ne kadar da duygusal..." Sesi alaycıydı. "Bu evde ne kadar derin bağlar geliştirmişsiniz böyle... O kadar da tanımadığın biri için insan öldürmeyi kabul ediyorsun."

"Çağrı'yı tanıyorum."

"Kıyı'yı da tanıyordun."

Bir an kimseden ses çıkmadı. Tereddüt içinde kafamı ona doğru çevirdiğimde kıpırdamadan beni izlediğini gördüm. Maskesinin sağ tarafında gözünün kenarında oturmuş kadın silüeti hâlâ küçük bir kelebeğe doğru elini uzatmış bir şekilde duruyordu.

Silahın dolu olup olmadığını nasıl anlayacaktım? Bunu test etmem onu alarma geçirir miydi? Ya da bunu ona sormalı mıydım? Sorsam şüphelenir miydi? Çok mu düşünüyordum? Belki de tek yapmam gereken şey silahı ona çevirip ateş etmekti.

"Yüzündeki açlığı görüyorum," dedi yankılı sesiyle. "Sen reddetsen de gözlerin söylüyor. Birini öldürmek için yanıp tutuşuyorsun. Bu senin içinde var. İçinde kalan kanının bir parçası."

Seni öldürmek istiyorum, demek istedim. Fakat sadece sessizlik içinde ona bakmakla yetindim. Ardından gözlerimi tekrar çuvallara doğru çevirdim. "Sadece biri, değil mi?" diye sordum.

"Ne kadar istersen," dedi Ölüm kıkırdayarak. "En az bir tanesini ölü istiyorum."

"Aileleri var mı?" diye sordum.

"Bazılarının."

"Onları seven insanlar var mı?"

"Evet."

"Gerçekten kötü insanlar mı?"

"Öyleler. Ahsen'in de senin de kabul edeceğin bir kötülükteler."

Ölüm'le aramdaki mesafeyi açmak için çuvallara doğru adımlamaya başladım. Neresine nişan alacaktım? Boynuna isabet ettirmek zor olabilirdi çünkü silah kullanmayı bilmiyordum ve boynunun yüzey alanı dardı. Göğsü açık hedefti fakat kurşun geçirmez yelek giymiş olabilirdi. Kafası ise... Maske onu koruyamazdı, değil mi?

Ölüm'ün ayak sesleri arkamdaydı.

Risk al.

Silahı kontrol etmedim. Durmayı beklemedim. Eğer beni bu çatıdan birini öldürmüş bir şekilde çıkarmak istiyorsa onu öldürecektim. Hızla arkama döndüm. Taktığı maskeden, giydiği takım elbiseden, bizi tıktığı daireden ve tüm bu binadan nefret ediyordum. Nefret o kadar keskindi ki vücudumdaki yaraları açan jilet ve cam kadar net bir şekilde o nefreti hissedebiliyordum.

İki elimle silahı kavrayıp ateşledim. Silahın namlusunu yüzüne hizalamaya çalışmıştım.

Silah doluydu.

İlk mermi isabet etmedi.

İkincisi alnının ortasındaki maskeyi bükerek kafasının içine girdi. Yine de öne doğru bir adım attı. Ondan kaçmak için kıpırdayamadım. Geriye doğru bir adım dahi atamadım. Kollarım bile havada öylece donakalmıştı.

Ölüm'ün bedeni yalpaladı. Ses değiştirme cihazından çıkan tuhaf inleme sesleri kulaklarımın içine kadar dolarken gözlerim irileşmişti. Şakaklarımdan dökülen soğuk ter dudaklarımdan zar zor aldığım havadan daha da soğuk hissettiriyordu.

Ölüm bir an sonra ise öne doğru devrildi. Kafası yere düştüğünde benden bir adım uzaktaydı. Çıkardığı sesler gitmişti. Yerde ayaklarımın ucuna doğru yayılmaya başlayan bir kan göleti ulaşmaya başlamıştı.

Beni harekete geçiren şey, kanı görmek oldu. Hızla kandan kaçarken bedeninin etrafında dolaşıp sırtımı diğer maskelilere vermekten kurtuldum. Silahı hızla tek tek onların üzerine çevirirken onların tepkisizliğini fark ettim. "Neden öyle bakıyorsunuz?" diye bağırdım nefes nefese. "Her şey bitti, görmediniz mi?"

Gözlerimi yere çevirdiğimde kanın daha da yayıldığını gördüm. İçimde maskesini çekip çıkarma isteği vardı fakat asla, asla o bedene yaklaşamazdım. Ölecekti. Ölecekti, değil mi? Kimse kafasının ortasından vurulmuşken yaşayamazdı.

Maskeliler öylece durmaya devam etti.

"Neden konuşmuyorsunuz?" diye bağırdım titreyen sesimle. Silahı hepsinin üzerine sırayla çevirirken kollarım ve dizlerim titremeye başlamıştı. "Lütfen yardım edin... Binadan çıkabilmeyi başarırsak polise yardım ettiğinizi söyleyeceğim. Sadece yardım edin biraz..." Titreyen kollarımla Çağrı'yı işaret etmeye çalıştım fakat daha çok silahı onun üzerine çevirmiş olmuştum. "Arkadaşımı... Taşımam lazım."

"Ölümü öldüremezsin." Ölüm'ün sesi soldan geldiğinde çığlık atarak soldan olabildiğince uzaklaştım. Gözlerim sesin kaynağını ararken kafamı deliler gibi her tarafa çeviriyordum. "Ah, beni mi arıyordun?"

"Sen..." Nefesim kesildi.

Ses bana silahı veren kadından geliyordu.

"Ben her yerdeyim, kelebeğim," diye devam etti Ölüm'ün sesi. "Hâlâ anlamadın mı?" Sesin geldiği yön değişti. Bu sefer en sağda kalan, bir çuvalın başında bekleyen maskeliden çıkıyordu. "Ben sadece yemek yerken karşındaydım. Sonrasında ise... Masamın başında, seni uzaktan izliyordum. Maskelilerin hepsinde sana sesimi iletecek bir aygıt var. Tüm zaman boyunca sadece neler yapabileceğini görmek istedim."

Gözlerimden yaşlar akarken kollarımı yavaşça indirdim. Kollarım iki yanımda işe yaramaz bir çöp parçası gibi sarkarken bile elimdeki silahı sıkıca tutmaya devam ettim. Gözlerim zar zor yerde yatan bedene çevrildi. Kan etrafını bir daire şeklinde sarmıştı.

Ve o, Ölüm değildi.

"O kimdi?" diye fısıldadım.

"Önemli değil," dedi Ölüm'ün sesi. Ses hâlâ aynı adamdan çıkıyordu. "Ama hâlâ seçimini yapmadın Afra..."

"Birini öldürdüm," diye fısıldadım donuk bir şekilde.

"Sorun değil," dedi Ölüm yatıştırırcasına. "Artık birbirimize daha çok benziyoruz."

Kuru kuru öğürürken bileğimin tersini ağzıma bastırdım. Kafamı sağa sola sallarken, "Hayır," dedim güçlükle. "Sana benzemiyorum." Vurduğum adamın ölmemiş olma ihtimali var mıydı? Ölüm onu kurtarmak için yardım eder miydi yoksa ölmesini tercih mi ederdi?

Ölüm...

Ölüm'ün umursayacağını sanmıyordum.

Birini öldürdüm.

Ölüm'ün sesi gerçek zehirdi. "Kanım damarlarında dolaşıyor. Kanım iki kere seni ölümden döndürdü. Ne kadar reddedersen reddet, ben içindeyim. Gittikçe bana dönüşüyorsun. Ben de dönüşmeni izliyorum."

"Senden nefret ediyorum," diye fısıldadım güçlükle.

"Benden ne kadar çok nefret edersen günün sonunda kendinden de o kadar çok nefret edeceksin."

Katilim.

Ben bir katilim.

Titreyerek geri çekilirken sırtımı çatının ortasında duran duvara değdi. Yavaşça dizlerimin üzerine çökerken kuru kuru öğürmeye başladım. Bir süre sonra ise midemdeki her şey boğazımı günahlarımdan daha çok yakarak yere döküldü. Ellerimin üstüne de kustuğum sıvı dökülmüştü. Buna rağmen elimdeki silahı bırakamadım. Sanki parmaklarıma yapışmıştı.

Kusacak hiçbir şey kalmadığında bile kuru kuru öğürmeye devam ettim. Gözlerimi sımsıkı kapatıp bu acının dinmesini beklerken ağlamaya başlamıştım. Gözyaşlarım sessizce yere damlarken boğuluyormuş gibi hissediyordum. Gözlüğüme damlayan gözyaşlarım yüzünden görüşüm kirlenmişti.

Gecenin karanlığı ruhuma kadar ilerlerken titrek nefeslerimde korku vardı. Gözlerimi kapattığımda elimdeki silahın gerçekliğinden kaçamıyordum. İstemsizce işlediğim cinayet benimle alay ediyordu. Öldürdüğüm kişi Ölüm olsaydı böyle mi hissedecektim, bilmiyordum. Belki tek sorun birini öldürmüş olmam değil, benim gözümde kötülükleri doğuran kişiyi öldürememiş olmaktı.

Gözlerim kanın üzerinde yatan adamın kıpırtısız bedenindeydi. Ruhumun taşıdığı ufak bir sıcaklık varsa da yok olmuştu. Hava soğuk değildi fakat içimden yayılan soğukluğu hissedebiliyordum. Gözkapaklarım kapanmamaya direniyor gibiydi. Gözlerim o kadar irileşmişti ki sızlıyordu.

Birinin hayatını bitirmiştim.

Ben bitirmiştim.

Ellerimi yerden çekip kucağıma bıraktım. Ellerimde kana dair hiçbir iz yoktu fakat yerdeki o kanın ellerimde olduğunu biliyordum.

Gökyüzündeki yıldızlar bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Ama seslerini duyamıyordum. Kafamı geriye yaslayıp aya baktığımda boğazım düğümlendi. Gözyaşları çene çizgime kadar inip boynuma akarken bacaklarımı kendime çektim.

Nefes almak istemiyordum.

Ölüm'ün sesini taşıyan maskeli bana doğru yaklaştı. "Oynadığım oyunlarda görmeyi istediğim şey sadece sonuç değil," dedi Ölüm'ün sesi. "Nasıl tepki vereceğiniz de önemli. Bu oyunun kafamda kaç farklı sonu vardı biliyor musun?"

Kafamı sağa sola salladım.

"Doğru adımları atsaydın buradan hiç kimseyi öldürmeden bile çıkabilirdin. Her oyunun, her seçimin, seçiminden bağımsız bir sonu daha vardır. En azından benim sana sunduğum buydu, kelebeğim." Ayıplar gibi 'çık çık'ladı. "Ama sen beni öldürmeyi seçtin. Benden o kadar nefret ediyor musun?"

Hıçkırarak ağlarken ona cevap veremedim.

"Ben ölseydim bu kadar ağlar mıydın?"

Sorun kimi öldürdüğüm değildi.

Birini öldürdüğümdü.

Ama anlamıyordu.

O bile beni anlamıyorsa kim beni anlayabilirdi ki?

Onun için Ölüm'le alakalı her şey sorun olmaktan çıkmıştı. Ölümle ilgili her şey normaldi. İnsanların hayatlarıyla ilgili tüm kontrol onun elindeydi.

"Sakinleş," dedi Ölüm. "Sonra da seçim yap. Soldaki mahkumumuza bir dersek, üç seçeneğin var. Hangi numarayı öldürmek istiyorsun?"

Maskeli benden uzaklaşırken Ölüm'ün sesi de gittikçe benden uzaklaşıyordu. Başka bir şey demedi. Beni kusmuk göletimle, sızlayan gözlerimle ve bitmeyen gözyaşlarımla baş başa bıraktı. Zaman yağmur damlalarına meydan okuyan bir hızda geçip giderken gecenin karanlığı kendini koruyordu.

"Ne yaptım ben?" diye fısıldadım kendi kendime. "Ne yaptım ben?" Ellerimi gözlüğümün altından geçirip gözlerime bastırmış bir şekilde oturuyordum.

Hiç kimseyi öldürmeden buradan çıkabilirdim. Sadece bir kişiyi öldürerek buradan çıkabilirdim. Ama şimdi... Şimdi her şeyi elime yüzüme bulaştırmıştım. Benden birini daha öldürmemi istiyordu fakat tek düşündüğüm, çatıya ilk çıktığımda atlamam gerektiğiydi.

Ben ölmeyi hak ediyordum.

Benim gibi biri yaşamamalıydı. Sadece insanların hayatında kötü etkiler bırakıyordum ya da onların hayatlarının sona ermesine neden oluyordum. Bensiz bir dünya daha az problemli olurdu. Yaşayacağım hayat sanki çok güzelmiş gibi neden arkadaşlarım için yaşamaya bu kadar uğraşıyordum ki?

Birini öldürdüm. Birini öldürdüm. Birini öldürdüm.

Kaç dakika, kaç yarım saat, kaç saat geçti bilmiyordum. Bir süre sonra neredeyse yerde sürüne sürüne kendimi zar zor Çağrı'nın yanına atmıştım. Hemen yanımızda maskeli kadın dikilmeye devam ediyordu fakat bize bakmıyordu. Ağlamamı da umursamıyordu. Bu yüzden gidip Çağrı'nın elini tuttum ve yalnız hissetmemeye çalışarak öylece durdum. Yaptıklarımı öğrenirse Çağrı benden nefret eder miydi?

Artık kötü bir insandım. Kendi iyiliğimi savunamayacak kadar kötü bir insandım.

"Afra?"

Çağrı'nın sesini duyduğumda irkildim. Yaşlı gözlerim onun yüzüne döndüğünde titreyen sesimle adını fısıldadım. "Çağrı... Çağrı bana yardım et n'olursun..."

Çağrı birkaç kez gözlerini kırpıştırdı. Ardından hafifçe doğruldu. Bu sefer daha iyi gibi gözüküyordu. Ölüm onu nasıl uyuşturmuştu bilmiyordum ama bu geceyi Çağrı kendine gelmeden bitireceğini düşünmüş olmalıydı.

"Neden ağlıyorsun?" dedi Çağrı kaşları çatık bir şekilde yüzüme bakarken. Hızla etrafı incelerken esen tatlı rüzgâr Çağrı'nın dağılmış saçlarını havalandırdı. Çağrı'nın gözleri bir noktaya odaklı kaldığında neyi gördüğünü anladım. Tekrar o görüntüyü görmemek için kafamı diğer tarafa çevirdim. "Ölüm... Öldü mü?"

"Ölüm değilmiş," dedim gülmekle ağlamak arasında kalmış gibi hıçkırırken. Bir elimden bırakmadığım silahı Çağrı'ya doğru hafifçe iteledim. "Ben yaptım, biliyor musun? Benim yüzümden öldü. Üçünden birini seçmemiştim bile. Senin yaşamanı seçerdim büyük ihtimalle ama neden Ölüm için şansımı denemiyorum dedim. Benim yerimde olsaydınız hepiniz risk alırdınız diye düşündüm. Senin yaşaman için birini öldürmeyi düşünüyordum ama..."

Çağrı'nın elleri yüzümü kavradı ve beni sertçe sarstı. Gözlerim yüzüne odaklandığında gözyaşlarımdan onu tam olarak göremiyordum bile. Gözyaşlarım gözlüğüm camında leke yapmıştı.

"Seninle oynuyor," dedi Çağrı sert bir sesle.

Hafifçe gülümsedim. "Hepimizle oynuyor."

"Buradan çıkabilmek için sadece dediklerini yapmamız lazım, tamam mı? Sadece... Birini seç gitsin. Eve döneceğiz ve sonra siktiğimin oyunları devam edecek."

"Kötü insanlarmış zaten," dedim hıçkırarak. Yine de kafamı o tarafa çeviremedim. "Ölüm öyle söyledi."

Çağrı yüzüme temkinle baktı. "Afra lütfen akıl sağlığını kaybetme ve kendini suçlama," dedi uyarırcasına. Sanki akıl sağlığım onun tek bir kelimesiyle kurtulabilecek gibi bunu söylemişti. Neredeyse gülecektim. "Yaptığın her hareket nefsi müdafaa, farkında mısın? Hiçbir hareketin keyfi değil. Hem kendini hem bizi kurtarmaya çalışıyorsun. Yetmiyormuş gibi hayatta kalmaya çalışıyoruz. Sana baktığımda kendinde kaybolduğunu görmek istemiyorum. Elindeki şansı kullandığı için pişman olmayan birini görmek istiyorum."

Gözlerim tekrar dolarken gözyaşlarımın nasıl bitmediğini sorgularken buldum kendimi. "Çağrı," diye fısıldadım sır verir gibi. "Ben bir insanı öldürdüm."

Çağrı derin bir nefes alıp azarlarcasına alnını alnıma çarptı. "Ve bir insan da bizi öldürmek istiyor Afra."

"Birini seçip onu öldürmeliyim, öyle mi?" diye sordum. "Zaten bir tanesini öldürmüşken diğeri ne kadar zor olabilir, değil mi?"

Çağrı geri çekilip bana bakarken gözleri yine dolmuştu. "Kolay olacağını düşünmüyorum ama buradan ikimizi de canlı çıkaracak başka bir fikrim yok," dedi zar zor. "Belki seni hiçbir türlü öldürmeyecek fakat burada... Eğer bir kez daha birini öldürmek istemezsen..." Sesli bir şekilde yutkundu. "Beni öldürecek."

Bu sefer onu seçmem için en ufak bir şey dememişti. Sadece... Onu seçmediğimde, yani birini daha öldürmeyi reddettiğimde olacakları söylemişti.

Haklıydı.

Ölüm'ün dediğini yapmadan buradan ikimiz birlikte çıkamazdık, bunu biliyordum. Yine de...

Gözlerimi zar zor kan gölüne çevirdiğimde tekrar sessizce ağlamaya başladım. Çağrı tek kolunu omzuma dolayıp bana gevşek bir şekilde sarılırken dik durmaya çalışıyordu fakat gözlerinin arada kaydığını fark etmiştim.

Ölüm'ün sesi bu sefer yanında durduğumuz maskeli kadından geldi. "Ne kadar duygusal bir sahne," dedi Ölüm'ün sesi alayla. "Birbirinize hep bu kadar değer veriyor muydunuz? Çağrı'yı gerçekten bu kadar umursuyor muydun Afra?"

"Onlar benim arkadaşlarım," diye fısıldadım donuk bir şekilde.

"Arkadaşlarına neler yapabileceğini çok iyi biliyorum," diye yanıtladı Ölüm'ün sesi. "Gerçekten onun gibi birini kurtarmak için çuvala geçirilmiş, tanımadığın ama kötü olduğunu bildiğin birini öldürmeyi tercih mi edeceksin? Silahı tekrar kaldırıp ateş edebilecek misin? Yoksa karşında ben olduğumda mı buna hevesli oluyorsun?"

Cevap vermek için dudaklarımı aralamadım bile.

"Senin onu kurtarmanı istiyor fakat neler yaşadığını görmüyor. Sadece bayılıyor, gördün mü?" Gözlerimi Çağrı'ya çevirdiğimde bir kolu bana sarılmış bir şekilde tekrar bayılmış olduğunu gördüm. Ölüm'ün ona bir şeyler yaptığı kesinleşmişti. Bu sadece alkol değildi. Muhtemelen Çağrı'nın gözlerini açması ve konuşması için bile çok çabalaması gerekmişti.

"Ayağa kalk, Afra," dedi Ölüm. "Artık bir seçim yapmanın zamanı geldi."

Onun kuklalarından biriymişim gibi bedenim söylediklerini yerine getirdi. Çağrı'nın kafasını çatının kenarını saran duvara yaslayıp ayağa kalktım. Tüm bedenim bacaklarıma ağır gelirken bile yürümeye devam ettim. Oluşan kan göletinin etrafından dolaşırken gözlerimi yere sabitlemiştim. Tertemiz zemine geldiğimde gözlerimi yerden anca kaldırdım.

Üç maskelinin ve çuvala koyulmuş üç insanın önündeydim.

Ölüm'ün sesi arkamdaydı.

"Sadece birini seçmen yeterli," derken sesi alçalmıştı. Sanki bana fısıldıyordu. Silah tutan kolumu zar zor kaldırdım. "Bir mi, iki mi, üç mü?"

Bir karar vermem gerekiyordu. Ve Ölüm, Çağrı'yı öldürmesine izin vereceğim ihtimalini hiç düşünmemiş gibiydi. Fakat titreyen ellerim pes etmemi söylüyordu. Daha fazlasını yapabilecekmiş gibi hissetmiyordum. Her insanın bir sınırı vardı. Ve ben o sınırı çoktan aşmıştım. Sadece... Sadece daha fazla kan görmek istemiyordum.

Hiç kimseye bir şey olmasını istemiyordum.

Çağrı'nın hepimizi güldürdüğü anılar, ortamın moralini yükselttiği o komik sözleri zihnimde dönüp dolaşıyordu. Bizim gözümüzde nasıl gözükeceğini umursamadan biraz olsun gülebilmemiz için ne kadar uğraştığını hatırlıyordum. Özünde iyi bir insandı fakat bunu uzun süre kapatmaya çalışmıştı.

Ölmeyi hak etmiyordu.

Peki çuvallardakiler ölmeyi hak ediyor muydu?

Yüzleşmem gereken tek gerçek bir karar vermek zorunda olduğumdu. Bir seçim yapmam gerekiyordu. Bu çatıdan çıkıp gitmek, diğerlerinin yanına dönmek istiyordum. Artık hayalim ev bile değildi. Bizi hapsettiği yere dönmek bile benim için yeterliydi.

Başkalarının hayatlarının ağırlığı elimin üzerine silahtan daha ağır bir şekilde çökmüştü. Ellerim titriyordu. Silahı iki elle tutmam gerekiyordu fakat diğer elimi kaldıracak gücü kendimde bulamıyordum.

Ölüm'ün sesinin yankılandığı bedenin eli, kolumu kavradı. Eli kolumdan kayıp elime doğru yöneldi. "Birini öldürmeye karar verdiğinde sonucu düşünmezsin," dedi Ölüm. "Sadece hedefe bakarsın."

Eliyle silahı tutan elimin üstünü aynı pozisyonda tamamen kapattı.

"Karşındaki kişi senin için bir insan değildir. Sadece... Bir canlıdır. Ve her canlı yaşamayı hak etmez, kelebeğim."

Bir an için nefes alamıyormuş gibi hissettim. Gözlerim dolmuştu. Tam o anda diğer el gözlerimdeki gözlüğü çekip aldı.

"Aynı bu şekilde görürsün," diye devam etti. "Çünkü görmen önemli değildir."

Uçurumun kenarında duruyormuş gibi hissediyordum. Düşmek istiyordum fakat Ölüm düşmeme izin vermiyordu. Bana uçurumun kenarından aşağıya bakarak sonraki adımda neler olduğunu anlatıyordu.

"Yalnız değilsin." Sesi zihnime işledi. "Beraber yapacağız. Hiçbir zaman yalnız olmayacaksın çünkü ben her zaman seni anlayacağım. Sadece kendini ve arkadaşlarını korumak istiyorsun Afra..."

Silah elimde, elimizde titriyordu. Kararımı vermek zorunda kalmıştım. Dudaklarımdan çıkan her kelime göğsümde bir yerlerde fiziksel olarak canımı acıtırken, "Sağdaki," diye fısıldadım. Üçüncü.

"Hemen yanındayım," dedi Ölüm. "Birlikte öldüreceğiz."

Elimi tutan el kolumu hafifçe sağa kaydırdı. Tetiği çekmem için parmağımı bastırdığında hedefi bulup bulmadığımızı göremedim. Tek gördüğüm bulanıklıktı. Fakat bulanık görsem de kayıp giden bedenleri seçebilmiştim. Ve birkaç tıkırtının ardından yere düşünce bedenlerin çıkardığı o sesi duymayı başarmıştım.

"İşte bu kadardı," dedi Ölüm. "İntikamını aldık."

"Ne intikamı?" diye fısıldadım. "Kimi öldürdüm?"

"Ölmesini dilediğin birini." Ölüm'ün sesini taşıyan el kendi eliyle birlikte benim kolumu da aşağıya indirdi. "Biliyor musun," dedi Ölüm düşünceli bir sesle. "Ben sana sorunlarımı hiç anlatmazdım."

Sessizlik içinde titreyerek dururken devam etmesini bekledim.

"Bana..." Duraksadı. "Bana da... Annem babama çok benzediğimi söylerdi." Kendisi de sustu fakat arkamdaki beden çekilmemişti. Bir süre sonra devam etti. "Beni ona benzetmek isterdi. Bunu zaten biliyordun ama annemin bana babammış gibi davrandığını sana hiç söylememiştim Ahsen."

Başım dönüyordu. Sadece, "Ne?" diyebildim. Oysa demek istediğim şey, 'ne saçmalıyorsun'du.

"Hiç." Elimdeki el geri çekildi. "Birbirimize benziyoruz."

"Hayır," diye fısıldadım güçlükle.

"Oyun bitti. Geldiğin yolu takip edersen asansörle 13. kata geri dönebilirsiniz. Tutsak 5 yakında kendine gelecek."

Yüzüme tekrar gözlüğü yerleştirdiğinde ilk önce etrafımda gördüklerimi idrak edemedim. Önümdeki tüm maskeliler yere yığılmıştı ve... Vücutlarından kan akıyordu. İki çuval bembeyaz gözüküyordu fakat en sağdaki, benim seçtiğim kırmızı kanla tamamen kaplanmıştı. Merminin deliği az da olsa belli oluyordu.

Hızla kafamı çevirip Çağrı'ya baktığımda onun da etrafında kan olduğunu gördüm fakat kan ona ait değildi. Ona ulaşıyordu. Maskeli kadın da kanlar içinde yere yığılmıştı. Gözlerim bir hareket yakaladığında ağrıyan gözlerimi kısarak çatının kenarındaki dar yola baktım. Bir erkek bedeni ortadan kaybolurken az önce arkamda duran kişinin gerçek Ölüm olduğunu anladım.

Benimle birlikte öldürmüştü. Ruh hastası bunun için buraya gelmişti.

Gözlüğümü çıkarmasından anlamam gerekiyordu fakat anlayamamıştım.

Elimde gevşek bir şekilde duran silah kayıp yere düştü. Zar zor yutkunarak gözlerimi yere çevirdim. Ayakkabılarıma kadar ulaşan kana tiksintiyle bakarken kafamı kaldırıp kana basarak yürüdüm. Çağrı'ya doğru ilerledim. Çağrı'nın yanında diz çöküp onu uyandırmak için hafifçe sarsmaya ve adını fısıldamaya başladım. "Çağrı," derken sesim titriyordu. "Lütfen uyan... Lütfen buradan gidelim. Sana ihtiyacım var."

Çatı katı bir cehennemdi.

Kanla dolu bir cehennem.

Ölüm söz verdiği cehennemi bana yaşatmıştı.

Çağrı'nın gözleri aralandığında kendine gelebilmesi için birkaç saniye geçmesi gerekti. "Bitti mi?" diye sordu yüzüme dikkatle bakarken. Gördüğü şeyin ne olduğunu tahmin edebiliyordum. Işığı olmayan, siyaha çalan kahverengi, ağlamaktan şişmiş ve kızarmış gözler. Dağılmış bir ruhun yüze yansıması...

"Hepsi öldü Çağrı," diye fısıldadım. Kafamı geriye yatırıp yıldızlarla dolu gökyüzüne baktım. "Artık lütfen gidelim."

Çağrı yüzüme tuhaf bir ifadeyle baktı fakat biraz olsun doğrulur doğrulmaz ilk yaptığı şey bana sıkıca sarılmaktı. "Teşekkür ederim," diye fısıldadı. "Teşekkür ederim." Kolları etrafımı sararken tamamen donmuş gibi hisseden vücudum biraz olsun canlılığın sıcaklığını hissetti. Yine de kollarımı kaldırıp onun sarılmasına karşılık veremedim.

Çağrı ilk denemede ayağa kalkamadı. İkinci denemede de. Emekleyerek gitmeye karar verdiğinde cehennemin ortasında daha fazla durmamak için bunu kabul ettim. İkimiz de bir konuda hemfikirdik: Kaçmaya çalışmayacaktık. Sessizce hapishanemize geri dönecektik.

Kaçamayacağımızı farkındaydık.

Ölüm'le yemek yediğim odaya girdiğimizde Çağrı'nın yaralanmadan geçebilmesi için kırık tabak ve bardakları bir kenara itip Çağrı'ya dayanak olmam gerekmişti. Emekleyerek değil, bana yaslı bir şekilde ayağa kalkarak odayı geçtiğimizde diğer oda ortaya çıktı. Odanın tamamını ilk defa ışıklar içinde, net bir şekilde gördüm. Odanın içinde sadece iki şey vardı. Bir ayna ve bir sandalye.

Aynaya dönüp bakmadım.

Karanlıkta fark etmediğim diğer kapıyı itip açarak yeni yolumuzu seçtim. Kapının açıldığı yer kare bir odaydı. Odanın içinde ise sadece bir asansör vardı. Asansörü çağırırken kafamı asansörün metaline yaslamıştım. Çağrı ise derin soluklar alıp verirken yere oturmuş bir vaziyette duruyordu. Asansör geldiğinde ilk gördüğüm şey asansöre binerken aynadaki yansımam oldu. Midem ağzıma gelirken gözlerimi hızla kaçırıp Çağrı'nın içeriye binmesine yardım ettim. 13. kata tıkladığımda asansörden klasik müzik yükseldi ve kapılar kapandı.

Saniyeler içinde 13. kattaydık. Çünkü çatı katıyla 13. kat arasında sadece bir kat vardı. Katların hepsine göz ucuyla baktıktan sonra Çağrı ile açılan kapıdan dışarı çıktık. Koridorda çıktığım yer bir an kafamı karıştırırken kaşlarım çatıldı.

Çağrı duvara yaslı bir şekilde dururken, "İki asansör varmış," dedi tuhaf bir sesle. "Bunu fark etmiş miydin?"

Kafamı sağa sola sallamakla yetindim ve kapanan asansörün kapısına baktım.

Duvarla aynı renkteydi ve neredeyse tamamen duvarla bütünleşmişti. Üzerinde asansörü çağırmak için bir tuş bile gözükmüyordu.

İkimiz de geldiğimiz yola sırtımızı döndük. Birkaç adım sonra bizi bekleyen açık kapıyı bulmamız uzun sürmedi. Düşünmeden eve girerken ikimizin de adımları hızlanmıştı. Sanki bizim için tehlikeli olan bu ev, en azından şimdilik güvenli bölgemizdi.

Tek yaptığım gidip üçlü koltuğa oturmak ve kapalı televizyonun ekranına boş boş bakmak oldu. Çağrı da yanıma oturduğunda nefes nefese kalmıştı. Kafasını omzuma yasladığında ise gözlerindeki ıslaklığı hissetmiş fakat yorum yapmamıştım.

İkimiz de uyuyamamıştık.

Gecenin karanlığı yavaş yavaş aydınlanmaya başladığında televizyon ekranında bir yazı belirdi.

ÖLÜM

Katilsin.

Artık haklı olduğunu biliyordum.

İstediği beni kendi elleriyle yaratmıştı.

• • •

• • •

Selam kelebeklerim ♥

Bu bölümde bana yazma konusunda teşvik veren bölüm görsellerine teşekkür ediyorum. Evet, bu kaos içinde sadece buna teşekkür edebiliyorum çünkü şey... Afra'nın kalan psikolojisine güle güle diyebilir ve finali bekleyebilirsiniz. Sanırım finalin geldiğini en çok hissettiğiniz bölüm bu olmuştur.

Bu bölümde gözü Kıyı&Ahsen'i arayanlar burada mı? Onların minnoşluğunu özledim gerçekten...

Gelelim bölüm sonu sorularına!

Bölüm boyunca Afra'nın tercihleri ve yaptıkları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ölüm'ün oynadığı oyunun adım adım ortaya çıkması ve yaptığı ters köşeler hakkında fikirlerinizi alabilir miyim?

Bölümde en çok hangi sahneye ya da söze üzüldünüz?

Yorumlarda, panoda, twitterda, instagramda görüşürüüüüz! Bu arada twitterda 20 kişiye kitap hediye edeceğim bir çekiliş var. Altta twitter adım var, hesaba gelip çekilişe katılabilirsiniz. Sizden birine çıkmasını çok çok isterim ♥

Sevildiğinizi unutmayın...

-Limaei (Işıl Ç.)

İnstagram hesaplarım:

Kişisel: ilimaei
Instagram Blog Hesabım: Limaeibooks
Kitaplarımla ilgili paylaşımlar için: limaeiwattpad

Tiktok: i.limae

Twitter: ilimaei

Spotify: Limaei

Continue Reading

You'll Also Like

MONZA| C&A By nyx

Teen Fiction

639 32 3
Dünya bir cehennem ise bu insanları sadece şeytan yapar. Adamın tek derdi dünyayı unufak etmekti. Sadece gülüyordu.Dokunduğu her yer enkazdı, herkes...
3.4K 693 29
Alçalan trenin kapıları açıldı ve içeriye biri girdi. Silindir şapka takan ve yüzünün üst kısmını siyah tülle örten biriydi içeri giren. Üzerinde siy...
2.4K 1.1K 22
Kapak tasarımı için @hayalliruzgarlar çok teşekkür ederim Senaryo yazmayı merak edenler için ders niteliğinde paylaşmak istedim. Not: İçindeki bilgil...