HERKESİN EFENDİSİ

By Medusahikayeleri

563K 23.7K 11.7K

Mafya patronu olan Hera Ateş bütün şehri avucunun içinde tutuğunu düşünüyordu ama bir gün şehre yeni gelen bi... More

Prolog
1. DEVRE DIŞI KALAN EMNİYET
2. BATAKLIĞA ATILAN ADIM
3. YAŞAMIN PENÇESİNE TAKILAN ÖLÜM
4.ÖLÜME ATFEDİLEN YEMİN
bu bir iç döküştür
5. BEKLENMEYEN MİSAFİR
6. DÜŞMAN KALPLERİN SENFONİSİ
7. KAPIYA DAYANAN SAVAŞ
8. ÇOÇUKLUĞUNUN KÜLLERİNDEN DOĞAN KADIN
9.DUYGUSAL MAKİNA
10. İHANETİN ATEŞİ
11. PORSELEN FİNCAN
12. İHANETİN BEDELİ ÖLÜM
13. ÖLMEME İZİN VERME
14. KÜRKÇÜ DÜKKANINI ATEŞE VEREN TİLKİ
15. ANLAM KAZANAN RENK; KIRMIZI
16. HABERİN YOK ÖLÜYORUM
17. İBLİSİN İNİNE ÇOMAK SOKAN EFENDİ
18. KOYUN POSTUNA BÜRÜNEN KURT
19. AY IŞIĞINI EVLAT EDİNMİŞ GECE
20. CEHENNEMİN KAYALIĞINA TUTUNAN YOSUN
21. DUDAKLARIN RİTMİ
22. YUMUŞAK DOKUNUŞLAR VE PARÇALANAN KOZA
23. GÜNAHA BULANAN BEDENLER
ÖZEL BÖLÜM "GÜZEL GÖZLÜ ÇOCUK & ORMAN GÖZLÜ KIZ"
24. ÖLÜMÜN PENCESİNE TAKILAN PİŞMANLIK
25. BURUK BİR VEDA
26. TUTKUYA ADANMIŞ BEDENLER
27. ÇIPLAK BEDENLERİN DANSI
28. FAİLİ MEÇHUL CİNAYET
29. SATÜRNÜN UÇURUMUNA ZİNCİRLENEN RUHLAR
30. MUTLU SON?
31. GERÇEĞİN SURETİNE BÜRÜNEN YALANLAR
32. OKYANUSUN KOYNUNA HAPSOLAN KÜÇÜK KULAÇLAR
33. RUHUN PUSULASI; AŞK
34. GERİ DÖN
35. "ÖL DEDİĞİNDE ÖLECEĞİM"
36. TANRILARIN KISKANDIĞI GÜZELLİK
37. BEKLENMEYEN TEKLİF
38. TEKLİF VE ANLAŞMA
39. KAYBEDİLEN KAZANÇ
40. TOPRAĞIN ALTINA GÖMÜLEN ÇOCUKLUKLAR
41. GÜNAHKAR RUHLARIN YEMİNİ
42. RUHA DOLANAN BİR ÇİFT MAVİ
43. SENİ HATIRLIYORUM
44. SONSUZ HİSSETİRECEK KADAR
DUYURU

ÖZEL BÖLÜM "PARS ALAZ"

2.7K 183 24
By Medusahikayeleri

Selam efendilerim nasılsınız, neler yapıyorsunuz? Ben elimde salatalık turşum ile bölümün son düzenlemelerini yapıp yayınladım ve rahat bir şekilde salatalık turşumu kemirmeye devam ediyorum.

Söz verdiğim gibi bu hafta bölüm yayınladım ama yazarken en zorlandığım bölümlerden biri oldu.

Evet normal bir bölüm değil ama bir çoğunuzun bu bölümü istediğini biliyorum. O yüzden için rahat. Ben yazarken çok zorlandım ama yazarken de en keyif aldığım bölümlerden biri oldu. Umarım sizde beğenirsiniz.

Keyifli okumalar. Oy ve yorum yapmayı unutmayın. Öpüldünüz

Genç kadın tezgâhın başında büyük bir titizlikle sebzeleri keserken çocukta hemen tezgâhın önünde oturup genç kadını izliyordu. Genç kadın başını kaldırıp ona dikkatle izleyen çocuğa baktı.

“Gelip bana yardım etmek ister misin?” diye sordu genç kadın merakla onu izleyen çocuğa.

Çocuk ilk başka bu teklife şaşırsa da hemen teklifi kabul etti. Oturduğu yerden hızlıca kalkıp tezgâhın arkasında doğru ilerledi ve beklemeye başladı. Çünkü ilk defa mutfağa giriyordu ve ne yapacağını kestiremiyordu.

“İlk önce ellerini yıkamalısın,” dedi genç kadın çocuğun heyecanlı tavrına gülümseyerek. “Sonra da sebzeleri kesmekte bana yardım edebilirsin.”

Çocuk başını onaylar gibi sallayıp hemen ellerini yıkayıp tekrardan tezgâhın başına geçti.

“Daha önce bıçak kullandın mı hiç?” diye sordu elindeki bıçağı çocuğa uzatırken.

“Yuvada bize bıçak kullanmayı öğrettiler ama sebze kesmek için değil,” dedi çocuk.

Kadın bir anlığına sorduğu sorudan dolayı pişmanlık yaşasa da bunu çocuğa fark ettirmeye çalışıyordu. Yuva denilen yer hakkında çok fazla bir şey bilmiyordu genç kadın ama elindeki bilgilere göre çocukların orada aldığı eğitimler sıradan eğitimler olmadığını biliyordu.
Çocuk kadın ona doğru uzattığı bıçağı aldığında ne yapacağını kestiremiyor gibi bir bıçağa bir de genç kadına bakıyordu. Genç kadın çocuğun kafa karışıklığını fark edince hemen kendine yeni bir bıçak aldı ve önündeki kapya biberi ortadan ikiye kesti. Çocuk onu görebilsin diye yavaş hareket ediyordu. Küçük çocukta tıpkı genç kadının yaptığı gibi bir kapya biber aldı ve ortadan ikiye kesti.

Genç kadın omuzlarının üzerinden bir çocuğa bakıyor bir de önündeki sebzeyi kesmeye devam ediyordu. Çocuk öğrenme konusunda fazla hızlıydı. Eve geldiği andan itibaren her el attığı işi rahatlıkla kavrıyor ve elinden gelenin en iyisini yapıyordu.

“Bu konuda iyisin,” dedi kadın önündeki biberi ince ince kesmeye devam ederken. “Benim kızım pek yemek yapmakla ilgilenmiyor.”
Çocuk hiçbir şey söylemeden sadece başını hafifçe kaldırıp genç kadına baktığında genç kadın yüzünde büyük bir gülümsemeyle ona bakıyordu.

Çocuk başını tekrar indirdiğinde önündeki diğer sebzeleri kesmeye devam etti. Genç kadın çocuğa evini açmasına rağmen onun hakkında pek fazla şey bilmediğinin farkındaydı. Çünkü eve geldiğinden beri kimseyle doğru düzgün iletişim kurmuyordu: Kızı hariç. Tek iletişim kurduğu kişi kızıydı.

Kadın onun hakkında daha fazla şey öğrenmek istiyordu ama bir taraftan da onu ürkütmekte istemiyordu.

“Kaç yaşındasın?” diye sordu genç kadın önündeki sebzeleri kesmeye devam ederken.

“12,” dedi çocuk net ve soğuk bir tonda.

Genç kadın çocuğun ses tonundan bile hissettiği bir mesafe vardı. Sanki küçük çocuk herkese karşı kendinden büyük duvarlar örmüştü. O duvarlar sadece kızına iniyordu.

“Biliyor musun? Bu benim kızımın en sevdiği yemek,” dediğinde oğlan başını kaldırarak genç kadına baktı.

Yaşına göre uzun boylu bir çocuktu ama sadece bedeni değil ruhu da yaşından kat be kat büyük olduğunu hissediyordu kadın.
Her zaman donuk mavi gözleri kızından bahsettiği anda parıldamaya başlamıştı. Büyünce yakışıklı bir çocuk olacağı kesindi.

Kadın bunu rahatlıkla söyleyebilirdim ama onda en dikkat çekici özelliği yakışıklı yüzü değil her zaman hissiz, soğuk bakan mavi gözleriydi. Kadın çocuğun gözlerine her baktığında kendini bir karadeliğin içine çekiliyormuş gibi hissediyordu. Bir tek kızı söz konusuyken o karadeliğin içinde bir ışık peydah oluyordu.

“Biliyorum,” dedi çocuk soğuk bir tonda.

Bildiğini tahmin edebiliyordu. Çünkü kızı çocuğun aksine birilerine çok kolay güvenebiliyordu ve bu yüzden de en sevdiği şeyleri herkese paylaşmaktan çekinmezdi. Genç kadın yakınındaki herkes bunu bir zayıflık olarak görse de kadın için bu bir zayıflık değildi.

Herkese güvenmek cesur kalplerin yapabileceği bir şeydi ona göre. Çünkü bunun için korkusuz olmak gerekti ve bu yüzden kızıyla gurur duyuyordu.

“Nereden biliyorsun?” diye sorduğunda çocuk çoktan önündeki sebzeyi kesmeyi bitirmiş ve yeni bir tane almıştı.

“Hera söyledi.”

Genç kadın başını anlıyorum anlamında salladı. Neden bugün bir anda mutfağa geldiği ve onu dikkatli şekilde izlediğini yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. Çünkü genellikle çocuk genç kadından kaçıp duruyordu. Bunu bilerek mi yaptığını yoksa sadece bir alışkanlık mı olduğunu bilmiyordu genç kadın ama içinden bir ses çocuğun çok kolay şeyler yaşamadığını söylüyordu.

“Genellikle bu saatlerde eğitimde olursun neden buradasın?” diye sordu genç kadın. Aslında cevabı biliyordu ama bunu yine de çocuğun ağzından duymak istiyordu.

“Şey,” dedi küçük çocuk çekingen bir tınıyla. “Bugün Hera bana bu yemeği yapacağınızı söyledi ve ben de öğrenebilirim diye düşündüm.”

Genç kadın omuzunun üzerinden çocuğa baktı. Her zaman ifadesiz olan yüzü şimdi kızarmıştı. Bu haliyle gerçekten çok tatlıydı. Kadın çocuğun yanaklarını sıkmamak için kendi içinde büyük bir savaş veriyordu. Çünkü bunu yaparsa çocuğun hoşuna gidip gitmeyeceğini kestiremiyordu.

“Neden bu yemeği yapmayı öğrenmek istedin?” Genç kadın çocuğu daha da sıkıştırıp başka nasıl ifadeler yapacağını görmek istiyordu.

Çocuğun yüzü sanki mümkünmüş gibi biraz daha kızardı ve ağzında birkaç kelime geveledi. Kadın ağzının içinde gevelediği cümleyi tam olarak duyamamıştı.

“Biraz daha sesli konuşur musun? Seni duyamıyorum da.”

Bir süre hiçbir şey söylemeden önündeki sebzeyle ilgilendi çocuk ama ne kadar kaçmaya çalışırsa çalışsın sonunda söylemek zorunda kaldı.

“Çünkü bir gün geldiğinde bende Hera’ya en sevdiği yemeği yapmak istiyorum.”

Genç kadın duyduğu cümle karşında şaşırmamıştı. Çünkü çocuk bu eve adım attığı andan itibaren ne yapıyorsa hepsini Hera için yapıyordu. Bu genç kadını bazen korkutuyordu. Çünkü bu kadar bağlılık sonunda ayrılık getirirdi ama yine de kızını bu kadar seven biri olduğunu düşmek onu rahatlatıyordu. Genç kadın elindeki bıçağı tezgâhın üzerine bırakıp ellerini tezgâhın üzerine yasladı.

“Sana bildiğim bütün püf noktaları anlatacağım ama karşılığında bana bir söz vermelisin tamam mı?”

Çocuk büyük bir heyecanla kadına döndü.

“Tamam,” dedi çocuk kendinden emin bir ifadeyle. “Söz.”

Genç kadın oğlanın bu tavrı karşısında gülümsemişti.

“Ama daha ne istediğimi söylemedim ki? Önce dinleyip sonra söz vermelisin.”

Çocuk başını yere eğdi.

“Siz benim için çok fazla şey yaptınız, karşılığında benden ne isterseniz yapmaya hazırım.”

Genç kadın çocuğa baktı. Daha on iki yaşında olan bir çocuğun tıpkı bir yetişkin gibi konuşması onu her seferinde şaşırtıyordu. Hiçbir çocuk bu kadar erken büyümek zorunda bırakılmamalıydı. İşte bütün cabası bunun içindi genç kadının. Savaşıyordu çünkü çocuklar çocuk kalmalıydı. Savaşıyordu çünkü bu şehirde çocuk kalmak o kadarda kolay olmuyordu.

“O zaman başınıza ne gelirse gelsin ne yaşamış olursanız olun onu hep en sevdiği yemeği yapmayı öğrenmek isteyecek kadar sev olur mu?”

Genç kadın bir çocuğun omuzlarını yüklediği sorumluluk duygusunu bilmeden kurduğu cümle karşısında küçük çocuğun verdiği cevap kısa ve netti.

“Söz.”

***

2O yıl sonra / Günümüz

Pars Alaz


Ben korkak bir adam değildim. Ne kadar düşersem düşeyim başıma ne gelirse gelsin bir şekilde ayağa kalkıp yoluma devam etmeyi bir şekilde başarıyordum. Belki de bu bazılarına cesurca gelmeye bilirdi ama kimse üstesinden gelmeye çalıştığım şeyleri bilmeden beni yargılama hakkına sahip değildi.

Ben korkak bir adam değildim. Çünkü sonunu düşünmeden verdiğim çok fazla söz vardı. O sözlerin altında ezilmemek için bedenim ve başım sürekli dik tutmalı ve kokmamalıydım.
Çünkü birazcık bile eğilsem ve birazcık bile korku emaresi göstersem altında ezileceğim çok fazla yük taşıyordum.

Ben korkak bir adam değildim.
Bu belki de kendimi avutma biçimimdi. Ben korkak bir adam değildim veya öyle olduğumu düşünüyordum ama Hera Ateş tekrar hayatıma girdiği anda inandığım her şeyi tamamen yalanlamıştı.

Onu ilk gördüğümde o siyah elbisesi ve kendinden emin tavrıyla, herkesin içinde tamamen insanlara zıt ama yine de onlardan biri gibiydi. O fark etmese de herkesin gözü onun üzerindeydi. Bu herkesten farkı giyindiği için değil herkesten farklı olduğunu bildiği ve bunu her hareketiyle hissettirdiği içindi.

İşte o anda tekrar onu gördüğümde tıpkı diğer herkes gibi onun aurasına kapıldığımda iliklerime kadar hissettiğim tek şey korkuydu.

Onun beni tanımasından korkmuştum.

Onun beni unutmasından korkmuştum.

Onun beni itmesinden korkmuştum.

Onun beni kendine çekmesinden korkmuştum.

Bir çelişki sarmalına sıkışıp kalmıştım o an. O ise bunlardan habersiz her şeyden sıkılmış tavrıyla en öne geçerek oturmuştu. O gece orda bulunma sebebim sadece ufak bir gözlemdi ama onu gördüğüm ilk andan itibaren artık hiçbir şeyin plana göre ilerlemeyeceğinin farkındaydım.
O gece yapmamam gerek bir şey yapmış ve kendimi herkes önüne ifşa etmiştim. Bunun başıma çok büyük dertler açacağının farkındaydım ama söz konusu Hera Ateş olduğunda hiçbir şeyin hükmü kalmıyordu benim için.

Ayağa kalkıp ismimi söylediğimde herkesin bakışlarının üzerimde olduğunu biliyordum ama o kadar bakış içerisinde beni ilgilendiren tek bir bakış vardı. Her zaman insanın içini okumaya çalışan o yeşil gözler. Her zaman bana bakmasını beni görmesini istediğim gözler tekrardan bana bakıyordu ama beni görmüyordu.
İşte o an tekrardan hissettiğim tek duygu korkuydu.

Bana bu duyguyu yaşatabilecek tek kişi Hera Ateşti. Bana böyle hissettirebilecek tek kişi oydu. Hera Ateş benim gibi korkusuz adamın tek korkusuydu.

Evet ben kokak bir adam değildim ama hayatına kendinden daha fazla değer verdiğin biri girdiğinde korkaklık o kadarda kötü değildi.
Şu an yine aynı korkuyu iliklerime kadar hissediyordum. Ona kurduğum o aptalca cümlenin yaratacağı etkiden, arkasına bakmadan çekip gittiği kapıdan bir daha dönmemesinden korkuyordum.

Buna alıştığımı düşündüğümde her seferimde gidişleri yüzüme tekrar tekrar bir tokat gibi çarpıyordu. O hep böyleydi. Hayatıma hızla girer ve hiçbir şey olmamış gibi çeker giderdi. Ben ise beni bıraktığı yerde onu beklerdim.

Beklerdim.

Beklerdim.

Ama o hiçbir zaman bana geri dönmedi.

Her gidişinin ardından gelir diye beklemek aptallıktı ama Hera Ateş’in karşısında ben aptal bir adamdım.

Gelmeyecek birini bekleyen aptal bir adam.

Bunların bir önemi yoktu. Beklemekten sıkılmıştım bu yüzden de bana ait olanı tekrar ve tekrar almak için savaşacaktım. Çünkü değerli şeyler savaşılmadan kazanılmazdı.

Yaslandığım yerden başımı kaldırdığımda masanın üzerinde duran telefonumun ışığın büyük bir inatla yanıp sönüyordu.

Sandalyeden biraz daha doğrulup telefonumu elime aldım ve arayan kişiye baktım. Arayan Doğan’dı. Hiç vakit kaybetmeden telefonu açıp kulağıma dayadım.

"Efendim," dedi tedirgin bir tonda. Bu ses tonunu tanıyordum. Bir şeyler yolunda gitmiyordu.

"Ne oldu?" diye sorduğumda telefonun ardındaki birkaç saniyelik sessizlik oldu.

"Efendim,” dedi tekrardan. Söyleyeceği söyleyip söylememek konusunda kararsız olduğu ses tonundan belli oluyordu.

“Konuş,” dedim emir verir bir tonda.

“Efendim yengenin peşinden gönderdiğimiz adamlar yengenin izini kaybetti,” dediğinde bütün damarlarımdaki kanın bir anda çekildiğini hissetim. Boğazımın üzerinde kocaman bir yumru oturmuş gibiydi.

“Ne demek izini kaybettiler?”
Doğan konuşmak konusunda tereddüt ediyordu. Çünkü beni iyi tanıyordu ve öfkeli olduğumda neler yapabileceğimi biliyordu.

“Adamlarımız bir süre yengeyi takip ettikten sonra yenge onları atlatmayı başarmış ama adamlarımız yine de onu aramaya devam etmişler ama herhangi bir iz bulamamışlar. Sanki bir anda ortadan kaybolmuş. Adamlarımız ilerlemek istese de çete bölgesine çok yakın oldukları için rahat hareket edemiyorlar bu yüzden de şu an elleri kolları bağlı.”

Tam da Hera’dan beklenildiği gibi yine bir şekilde beni korku içinde bırakmayı başarıyordu. Oturduğum yerden hızla kalkıp ellerimi saçlarımın arasına daldırıp saçlarımı geriye doğru attım. Korku mantığımın üzerini bir sis gibi örtüyor, düşünmemi engelliyordu. Şu an duygularımda değil mantığımla düşünmeliydim. Çünkü ne zaman duygularımla düşünsem zarar gören hep Hera oluyordu.
Derin bir nefes alıp kendimi sakinleştirmeye çalıştım ama bu düşündüğüm kadar kolay olmuyordu. Şu anda ne durumda olduğunu bilmemek içimdeki öfke tohumlarının daha da büyümesine neden oluyordu.

“Doğan,” dedim dişlerimin arasından. Konuşmasına izin vermeden devam ettim. “Ne yapıyorsan yap onu bul. Yoksa ne yapacağımı çok iyi biliyorsun.” Doğan’ın sertçe yutkunduğunu telefondan duyabiliyordum.

“Ama efendim...”

“Amanı sikerim Doğan.” Sesim beklediğinden daha yüksek çıkmıştı. “Eğer onun bir saç teline dahi zarar gelirse uğruna savaştığın bu şehri ateşe veririm. Seni ve o işe yaramaz adamları o ateşin içinde yakarım.”

“Peki efendim.”

Hiçbir şey söylemeden telefonu kapattığımda hızla odadan çıkıp alt kara doğru ilerlemeye başladım. Hera’nın ne durumda olduğunu bilmeden öylece durup bekleyemezdim. Alt kata indiğimde ön kapı büyük bir gürültüyle çalmaya başlamıştı.

Gelen o olabilir miydi?

Hızla kapıya doğru ilerleyip kapıyı açtığımda beni karşılayan şey büyük bir hayal kırıklığıydı.

“Abi,” dedi Demir şüpheci bir tonda. Bakışları yüzümde dolaştığında bir şeylerin yolunda gitmediğini hemen anlamıştı. “Ne oldu?”

Burada durup çene çalarak vakit kaybetmek istemiyordum ama Demir işinde iyiydi ve Hera’yı bulacak biri varsa büyük bir ihtimalle oydu.

“Hera kayıp,” dediğimde cümle sanki boğazımdan sökülüp çıkmıştı.

“Ne demek kayıp?” Bu ses Demir’e ait değildi.

Başımı kaldırıp baktığımda Poyraz ve Savaş hemen merdivenlerin başında duruyorlardı. Aceleden onların burada olduğunu fark etmemiştim.Savaş hızlı adımlarla bana doğru ilerlemeye başladığında yüzü kıpkırmızı kesilmiş ve her halinden şu an sinirli olduğu anlaşılıyordu.

“Lan ne demek Hera kayıp!” diye bağırdı merdivenleri hızla tırmanırken.

Kapının önüne geldiğinde ateş saçtığı gözleriyle beni yiyecekmiş gibi bakıyordu. Demir aramızda olmasa çoktan üzerime saldırmıştı. Demir’de bunun farkında olacak ki önümde durmaya devam etti.

“Sakin ol,” dedi Demir Savaş’a hitaben.

“Herkes içeri bir geçsin ne olduğunu anlayalım.”

Bunla zaman kaybetmek istemiyordum ama herkes benden bir cevap beklediğinin de farkındaydım ama bilmediğim cevabı onlara nasıl verebilirdim ki?

Herkes Demir’in dediğin yaparak salona geçtiğinde bende arkalarından salona geçtim. Savaş’ın sabırsız olduğu her halinden belli olurken Poyraz ona nazaran daha sakindi.
Hemen salonun köşesinde duran içkilere doğru ilerlediğimde bütün gözlerin benim üzerimde olduğunun farkındaydım. İçkilerin önüne geldiğimde sessizliği bozan kişi Poyraz’dı.

“Bize ne olup bittiğini anlatır mısın?”

Aralarından en sakin kişinin Poyraz olması beni şaşırtmıyordu. Bir viski şişesini açıp bardağı doldurmaya başladım. Çünkü en az Savaş kadar sinirliydi ve şu an da tam olarak mantıklı düşünemediğimin de farkındaydım. Bu yüzden de biraz da olsa beni sakinleştirecek bir şeylere ihtiyacım vardı.

Viskiden bir yudum alıp onlara doğru döndüm ve olan biteni anlatmaya başladım. Ayrıntıları saklayarak sadece üstün körü bir şekilde son birkaç saate olanları anlattım. Onlara Adnan Sancak’tan videodan ya da söylediğim cümleden bahsetmedim. Çünkü bunları anlatmak istiyorsa Hera anlatabilirdi.

Sadece Hera’nın sinirlenerek evden çıktığını ve peşine taktığım adamların izini kaybettiğinden bahsetmişti. Hepsinin yüz ifadesinden olaya şüpheyle yaklaştıklarının farkındaydım ama bunu umursamıyordum.

Anlattığım şeylerin ardında salonda kısa bir süreli sessizlik olmuştu. Şu an burada durup boşa çene yormak beni daha da öfkelendirse de bu iki adamın Hera için ne kadar değerli olduklarını biliyordum. Bu yüzden de onlara karşı biraz daha sabırlı olmalıydı.

“Ben birkaç kişiye ulaşmaya çalışacağım,” dedi Demir eline telefonu alıp çıkışa doğru yönlenirken. Savaş ile Poyraz ise sessizliklerini koruyordu. Savaş oturduğu yerden başını kaldırarak bana baktığında şu an daha da sakinleşmiş gibiydi.

“Bütün şehir onu aradığını bilmene rağmen nasıl yalnız gitmesine izin verebildin ki?” diye sorduğunun da ona verebilecek bir cevabım yoktu.

Haklıydı. Gitmesine izin vermemeliydim. Gitmekte inat etse bile ardından gitmeliydim ama o an beni etkisi altına alan şey gururdu. Gurur birçok duyguyu kör edebiliyordu. Şu an yaptığım şeyden ne kadar pişmanlık duysam da bunu değiştirmek için elimden hiçbir şey gelmiyordu.

O tekrardan arkasına bakmadan çekip gitmişti ve arkasında onu bekleyen yine bendim. Artık bana döneceğini beklemiyordum çünkü onun bana dönmemesine alışmıştım.

“Ne kadar süredir kayıp?” dedi Poyraz sakin bir tonla.

Tam olarak emin değildim ama aradan iki ya da üç saat geçmiş olmalıydı.

“İki ya da üç,” dedim soğuk bir tonda.

“İki üç saattir kayıp ve senin bunu biz yeni mi söylüyorsun?” diye bağırdı Savaş oturduğu yerden hızla kalkarken. Poyraz’da oturduğu yerden kalkarak Savaş’ın önüne geçtiğinde şu an içinde bulunduğum durum öfkemi kontrol etmemi zorlaştırıyordu.

“Benim de daha yeni haberim oldu,” dedim dişlerimin arasından konuşarak.

Savaş gözlerini dikmiş bana bakarken aynı şekilde bende ona bakıyordum. Ona bu durumda hak veriyordum. Sonuçta Hera onun için çok değerliydi ama Hera’nın bendeki yerini kimse tahmin edemezdi. Bu yüzdendi belki de öfkemi bir türlü dizginleyemem.

“Ona bir şey olursa kendini ölmüş bil,” dediğinde Savaş yüzümde sadece alaylı bir gülümseme oluşmuştu. Bu onun yüzünde bir anlık dalgalanmaya sebep olmuştu ama yine de öfkesi ağır basıyordu.

“Eğer ona bir şey olursa bu şehirde ben dahil kimsenin sağ kalmayacağını sana garanti ederim,” dediğimde ikisi de bana bakıyordu.

Bu söylediğim boş bir sözden ibaret değildi. Eğer ona bir şey olursa bu yapabileceklerimin sadece ön gösterimiydi.

“İkiniz de sakin olun,” dedi Poyraz bakışlarını üzerimden çekip Savaş’a dönerken. “Kimse kimseyi öldürmüyor.”

Savaş’ın bakışları Poyraz’a döndüğünde öfkeli olsa dahi daha sakin gibiydi.

“İkinizde çocukluk yapmayı bırakın ve mantıklı düşünmeye başlayın. Bahsettiğiniz kişi Hera Ateş. Hepimiz onun yapabileceği şeyleri az boz tahmin edebiliyoruz. O küçük bir kız çocuğu değil. Neden ikiniz de sanki küçük bir kız çocuğuymuş gibi davranıyorsunuz?” Poyraz’ın sorusu havada kalmıştı. Bu yüzden konuşmaya devam etti. “Ne kadar zor durumda olursa olsun bir şekilde bu işte sıyrılmayı başaracaktır eğer başaramazsa onu bulan biz olacağız ama böyle ağzından salyalar çıkartıp birbirimiz saldırarak hiçbir şey elde edemeyiz. Bu salonda bulunan herkes ona değer veriyor ve başına bir şey gelsin istemiyor. Bu yüzden güçlerimizi birleştirmeliyiz.”

Konuşmanın ardından bir anda odadaki gergin hava dağılmışa benziyordu. Haklıydı. O Hera Ateş’ti. Ne olursa olsun her işin üstesinden rahatlıkla gelebilirdi. O zeki bir kadındı. Bana geri dönmese bir değer verdiği arkadaşlarına mutlaka dönecekti.

“Her yerde olabilir,” dedi Savaş daha sakin olduğu konuşmasından belli oluyordu. “Şehirde çok fazla düşmanı var.”

Elimdeki viski bardağını kafama dikip masanın üzerine koydum.

“Çok fazla düşmanı olduğu doğru ama ona kafa tutulabilecek çok fazla kişi yok,” dediğimde ikisi de bana döndü. “Bu yüzden seçeneklerimiz yarıya ve belki de daha aşağıya iniyor.”

“Haklısın,” dedi Poyraz. Aklından bir şeyler geçiyor gibiydi. “Birkaç kişiye ulaşmaya çalışacağım. Belki şehirde onu gören ya da kulağına bir şey çalınan birileri vardır.”

“Bende seninle geleyim,” dedi Savaş Poyraz’a bakarken. “Burada durup bekleyemem.”

Poyraz hiçbir şey söylemedi. Sadece kafasını olumlu anlamda salladı ve ikisi de salondan çıktı. Yine yalnız kalmıştım. Yine yalnız bırakılmıştım.

***
Acı çığlıkların ardından ölü bir uğultu mühürleniyor gökyüzüne. Sessiz göz yaşları süslüyordu yeryüzünü. Her bir göz yaşı bir acıyı temsil ediyordu. Her bir acı ise umutların yok oluşunu.
Kollarını açıp bütün acıları kucaklamak istese de genç adam vücuduma değen her bir damla küçük bir dokunuşla süzülüp gidiyordu teninden. Etraftaki insanlar ise damlalardan kaçmanın yollarını arıyordu. Bazıları şemsiyelerine sarılmış, bazıları ise ellerinde tuttukları poşetlerle engel olmaya çalışıyordu acılara.
Kaldırımda durmuş öylece bu manzarayı izlerken birden bir kadın çarpıyordu gözlerine.

Herkes yağmurdan kaçmaya çalışırken o olduğu yerde durup kucaklıyordu gözyaşlarını. O an kendine yakın hissettiği o kadın onun kalbini pervasızca attıran kadından başkası değildi. Burada olma sebebi o kadındı. Yaşama sebebi o kadındı. Üzerinde katran karası bir palto vardı. Saçları savruk, duruşu ise kendinden emindi. Yüzünüzü o an görememişti genç adam ama onun o olduğuna emindi. Çünkü sadece onu hissettiğinde kalbi bu kadar pervasızca atardı.

Sonra yavaşça adım atmaya başladı genç kadın ölü kaldırımların bedeninde. O kargaşada sakince yürüyor ve sadece önünüze bakıyordu.

Genç kadının attığı her adımla genç adamı kendine çekiyordu. Genç adam kedine engel olmak istese de kalbinden çıkan bir ip sanki genç kadının ayaklarına bağlanmıştı. Her ne kadar acı verse de adımlarını takip etmek zorundaydı o an.

Bütün dünya kör olmuştu sanki. Damlalar ve insanlar hareket etmeyi bırakmış ve sadece iki kişi var oluyordu o hüzünlü şehrin sokaklarında.
Saniyeler dakikalara, dakikalar saatlere karışıp aktı bir nehir misali. Genç adamın yorgun düşen beden kalbinin dayanılmaz ısrarlarını duymazdan gelerek duracağı an genç kadında durmuştu. Kalbi heyecandan atmayı bırakmıştı, nefesi kesilmiş mavi gözleri biraz daha büyümüştü. Genç adam genç kadının onu fark ettiğinizi düşünmüştüm. Nereye saklanacağını bilmeden sığınmıştı utancının aciz bedenine.
Sığındığı yerden genç kadına bakarken onu fark etmediğini durduğu yerden küçük bir kafeye baktığında anlamıştı genç adam. Genç kadında yürümekten yorulmuştu.

Genç kadın kafenin içine göz atarken genç adam ise yüz hatlarını zihnine kazımaya çalışıyormuş gibi genç kadını izliyordu. Burnu ünlü bir ressamın elinden çıkmışçasına kusursuz, kirpikleri ise burnunun güzelliğine ayak uydurmaya çalışırcasına uzun, dudaklarınız ise hatlı sayılır şekilde dolgundu.
Genç adam arkasını dönüp gitmesi gerektiğini biliyordu. Bunu yapmalıydı çünkü eğer onunla tekrar karşılaşırsa olacaklar onu korkutuyordu.

Saniyeler sonra içeri geçip oturacağınızı düşündüğünde genç kadın genç adamı yanıltarak yağmurlu havada dışarıda sıralı duran ahşap masalardan soldan dördüncü olana oturmuştu. Kafe, yol kenarına sıkıştırılmış şehrin kargaşasına rağmen etrafa huzur saçan bir yerdi. İçi genellikle yeşil ve tonları ile döşenmiş, dışı ise ahşaptan oluşuyordu. İki bölümü ayıran tek şeyse sıralı duran camlardı.

Masanızın üzerinde duran menüyü öne doğru iterek ellerini birleştirip masanın üzerine koyduktan sonra beklemeye başladı genç kadın. Genç adam ise ne kadar gitmesi gerektiğini bilse de kalbinin onu sürüklediği yerdeydi. Genç kadını en iyi görebileceği şekilde oturmaya özen göstererek bir masaya oturmuştu. Hava soğuktu ama buna aldırış etmiyordu. İçinde yanan alev, teninin soğukluğunu delip geçecek kadar keskindi.

Yağmur durmuştu. Sanırım gökyüzü de yorgundu bugün. Sayısızca acı taşıdığı bedeninde sayısızca acı tüketmek zorunda kalmıştı.

Peki insan acılarını kaybedince üzülür müydü? Bence üzülmeliydi. İnsanı güçlü kılan acılarken yoklukları bizi var eden her şeyin yok olması demekti ve bu kabullenilemezdi.

Bütün yaşamı boyunca orada oturup genç kadını izleyebilirdi. Hiç şikâyet etmeden bunu yapardı ama mümkün değildi. Hiç gözümü kırpmadan izlese belki de bütün ömrüme yettirebilirdi genç kadını.
Genç kadın oturduğu yerden etrafı izlemeye başladığında gözleriniz birilerini arıyor gibiydi ama kısa bir süre sonra önüne dönüp paltosunu cebinden küçük bir cep kitabı çıkardı.

O sırada yanına garson bir adam gelmişti. Ne konuştuklarını bilmiyordu genç adam ama adamın gözleri ile genç kadını yermişçesine bakması içinde tuttuğu bütün öfke tohumlarını gün yüzüne çıkarıyordu. Bedenini toprak kıskançlığını su olarak kullanıp büyümeye çalışıyordu.
Buna hakkı yoktu olmadığını düşünse de kendine engel olamıyordu genç adam. Nasıl olabilirdi ki? Saçma diye geçirdi içinden genç adam. Onun bile değilken kıskanmaya hakkı var mıydı ki?

Kafeye oturalı üç saat olmuştu. Sayısızca insan gelip gitmişti ama genç kadın onca saat boyunca sadece elindeki kitapla ve fincanındaki çayla ilgilenmişti. Etrafına hiç bakmamıştı. Genç adamı hiç görmemişti. Genç adam ise bir hiçlik olarak oturup genç kadını fincandan kıskanıyordu. Nasıl kıskanmasındı ki? Elleri ile fincanı sıkıca kavrıyor ve o tapılası dudakları fincana değiyordu.

Zaman akıp tükenirken vaktin bir hükmü kalmamıştı ikisi için. Sonsuzluk içerisinde var olan iki zaman ayracı gibiydiler. Birbirini görmeyen ama birbirine ihtiyaç duyan. Genç kadının adama ihtiyacı yoktu belki de ama adam var olduğunu biliyordu. Çünkü hiç beklenmedik bir anda bir damla yaş akıtmıştı genç kadının gözlerinizden. İşte o an içinde var ettiği bütün acılar birer birer kırılıp kalbine batmıştı genç adamın. Nefes alamamıştı o an.

Genç kadının yanına gidip göz yaşı yere düşmesin diye kendini siper etmek istedi ama genç kadın hemen göz yaşını silip diğer sayfaya geçmişti. Gözyaşlarını artık bir sayfanın satırları arasında var olmuştu. Bu yüzden de genç adama gerek yoktu.

Genç adam genç kadını ağlatan cümlelere lanet okusa da onları merak etmeden kendini alıkoyamıyordu. Hangi cümlelerdi genç kadını üzen?

Ahmet Telli’nin,

"Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider.

Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında.

Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki.

Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar.

Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı.

Üşür müydük nar çiçekleri ürperirken?"

Mısraları mıydı içini yakan?

Yoksa Necip Fazıl Kısakürek'in,

"Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık, evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar. İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık: Biri benim, biri de serseri kaldırımlar."

Yalnızlığı haykırdığı mısraları mıydı onu üzen? Her bir mısra bir bir dökülürken kurak yüreğine her bir hecede genç kız düşüyordu adamın karanlığına. Her satırda yüreğine kazındığı kadın kördü bugün de.

***
Viski bardağında duran son yudumu da kafama diktiğimde bardağı masanın üzerine koyarak çıkışa doğru adımladım. Fazla içmemiştim ama nedense sarhoş olmuş gibi hissediyordum ve bunun nedeninin viski olmadığı kesindi.
Henüz herhangi birinde haber gelmemişti ve burada öylece durup anılarda kaybolmak bana bir şey kazandırmayacaktı. Tek tek bütün şehirdeki binaları aramak zoruna da kalsam onu yine de bulacaktım.
Çıkış kapısına gelip kapıyı açtığımda bizimkilerden herhangi bir iz yoktu. Bu yüzden bahçe kapısına doğru ilerlemeye başladım. Her zaman dimdik duran omuzlarım bugün kalkmayı reddediyordu sanki. Bir önemi yoktu artık. Çünkü altında ezileceğim yüklerin o yoksa hiçbir anlamı yoktu.

Bahçe kapısına vardığımda adamlardan biri hemen önüme gelerek başını eğip beni selamladı.

“Bir haber var mı?” diye sordum.

“Hayır efendim…”

Karşımdaki adam bir şeyler söylemeye devam etti ama ne söylediğini idrak edemiyordum artık. Hayır kelimesi benim için yeterli bir cevaptı.  Başımda keskin bir acı vardı ya da o acı kalbimde miydi? Tam olarak acının yerini kestiremiyordum ama çok acıyordu ve bu acı nefesimi kesiyordu.

“Efendim!” diye bağırdığında bakışlarım karşıdaki adama kaydı. Heyecanla bir şeyler söyleyerek bir yeri işaret ediyordu. Ne söylediğini anlamasam da başım ile eli takip ederek gösterdiği yere odaklandım.

Hera Ateş karşımda duruyordu.

Gözlerimiz birbirine kenetlendiğinde acı kaybolmuştu ama yine iliklerime kadar hissettiğim başka bir duygu belirmişti. Korku.

O bana gelmişti.

Hera Ateş bana gelmişti.

Hiç düşünmeden ayaklarım ona doğru hareketlenmeye başlamıştı. Adımlarım yavaş yavaş hızlanmıştı. Onu yaklaşmama rağmen bana doğru adım atmıyordu.
Önüne gelip duraksadığımda yüzünü inceledim.

Bakmaya doyamadığım yüzü tamamen yara bere içerisindeydi. Bedenimi saran korku yavaş yavaş geri çekildiğinde öfke baş gösteriyordu.

“Bunu sana kim yaptı?”

Boğazıma saplanan acı yüzünde sesim boğuk çıkmıştı. Ona daha fazla yaklaşmak istiyordum ama çektiği acıların izleri yüzündeyken bunu yapmaya hakkım yokmuş gibi hissediyordum. Bu halde olmasının nedeni bendim. Bu kadar acı çekmesinin nedeni bendim.

Ona doğru gidemedim o ise bana doğru bir adım atıp elini bana doğru uzattı ama bana ulaşamadan kucağıma yığıldı.

O an düşüncelerimin hiçbirinin önemi kalmamıştı.

O bana gelmişti ve ne olursa olsun onu bırakmaya niyetim yoktu. Bu ikimizden birinin sonunu getirse dahi.

🥃


Ve bir bölümün daha sonuna geldik. Bölümü nasıl buldunuz?

Bölüme on üzerinden kaç verirsiniz?

Sonu nasıl buldunuz?

Sizce bir sonraki bölümde bizi neler bekliyor?

Düşüncelerinizi benimle paylaşırsanız çok sevinirim.🖤

Instagram: kayipmedusaa

ÖPÜLDÜNÜZ 🖤

Continue Reading

You'll Also Like

6M 197K 99
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
298K 14.6K 72
4 arkadaşın numara komşuları üzerine iddiaya girmeleriyle başlar her şey... Argo, küfür vs. içerir!!!
141K 8.7K 24
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
128K 4.7K 31
@Magazindetoksu yeni bir gönderi paylaştı. Şok! Şok! Şok! Genç basketbolcu Çağan Akın Arsal 8 ay önce yumruk yumruğa kavga ettiği takım arkadaşının e...