Kötülük Yaşamak İstiyor

Bởi Annafreud01

279K 32.4K 12.7K

"Sonuna karşı çık ya da öl." Kaderinde ölüm yazılı olan kötü bir karakterin içerisinde doğmadan önce tercihl... Xem Thêm

1.Bölüm: Kötülük çerez yan karakter
2.Bölüm: Hikayeye İlk Darbe
3. Bölüm: Agentis'e Yolculuk
4.Bölüm : Kötülük sizi selamlıyor
5.Bölüm: İlk Akşam Yemeği
6. Bölüm: Gül bahçesinin hanımı
7.Bölüm : Çay Saati
8.Bölüm : Sevimli Yanaklar
9.Bölüm: Küçük Kızlarla İlgilenmiyorum
10.Bölüm: Zor gün
11.Bölüm : Karşınızda Sergius Phalen
12.Bölüm: İnişler ve çıkışlar
13.Bölüm: Şenlik Ateşi (1)
14.Bölüm: Şenlik Ateşi(2)
15. Bölüm: Son Gün
16.Bölüm: Üç artı bir
17.Bölüm: Büyükanne Lounberg
18.Bölüm: Kraliçe Yuelina
19.Bölüm: Ölüm bayrağını kucaklamak
20.Bölüm: Davetiye
21.Bölüm: Sarayda bir gece (1)
22.Bölüm: Sarayda Bir Gece (2)
23.Bölüm: Mabel Leonitus
24.Bölüm : Aşırı Sosyal Gün
25. Bölüm: Kalabalık ev (1)
26. Bölüm: Kalabalık Ev(2)
27.Bölüm: Saplantılı iki erkek
28.Bölüm: Bir sayı seç
29.Bölüm: Kader Kötüleri Ayırmaz
30.Bölüm: Madalyonun diğer yüzü (1)
31.Bölüm: Madalyonun diğer yüzü(2)
32.Bölüm: İmparatoriçe Aurora
33.Bölüm: Av Partisi
34.Bölüm: Son Akşam Yemeği
35.Bölüm: Ben değilim
36.Bölüm: Timiat'ın ağacı
37.Bölüm: Debutante(1)
38.Bölüm: Debutante (2)
39.Bölüm: Balkon Prensi
40.Bölüm: Başrahibe Lorena
41.Bölüm: Eksik Parçalar
42.Bölüm: Sosyetenin Kızıl Cadısı
43.Bölüm: Satranç Tahtası
44.Bölüm: Gerçek Kurgu Başlıyor
45.Bölüm: Kapalı Kapıların Ardında
46.Bölüm: Luna Phalen
47.Bölüm: Kötülük Paylaşılmalı
48.Bölüm:Bazı Karakter Çıkmazları
49.Bölüm: Farkındalık
50.Bölüm: Doğum Günü(1)
51.Bölüm: Doğum Günü(2)
52.Bölüm:Pembe Gözler
53.Bölüm: Birikmiş Kırgınlıklar
54. Bölüm: Seni Tanımak İstiyorum
55.Bölüm: Kötülerin Kazanması Gerekiyor
56.Bölüm: Funetto Sokağı
57.Bölüm: Hançer ve Şövalye
58.Bölüm: Duygu Silsilesi
59.Bölüm: Sen ve Ben
60.Bölüm: Kelebeğin Sabrı
61.Bölüm: İpin Ucu
62.Bölüm: Mutluluk ve Karanlık Üzerine
63.Bölüm: Dolambaçlı Tercih
64.Bölüm: Anne Sorunsalı
65.Bölüm: Vicdan Muhasebesi
66.Bölüm: Kraliçenin Dönüşü(1)
67.Bölüm: Kraliçenin Dönüşü (2)
68.Bölüm: Gölgelerin İçinden
70.Bölüm: Değişim
71.Bölüm: Teklif
72.Bölüm: Badem Kurabiyesi

69.Bölüm: Ramanko Ailesi

2.4K 266 251
Bởi Annafreud01


Valens uzun süredir kullanılmamış şömineyi yakarken kuzeni Maxim'i dinliyordu, saraydan çıkmadan Misty yorgunluktan bayılmıştı bu yüzden şu an üst katta dinleniyordu.

"Gölge Misty, hiçbir sorun olmadan hasta numarası yaptı ve ailenin ilgisi altında uykuya çekildi."

Ateş sonunda yandığında Valens yanındaki kesilmiş odunlardan biraz daha ekledi ve demir bir çubukla ateşi karıştırdı.

"Başının belaya girmesini istemiyorum Maxim, bugün yeterince şey yaşadı."

Maxim rahat bir tavırla koltuğa oturarak gerindi, bu hareketleri yaptığında insan kılığındaki bir kediyi andırıyordu.

"Yine de iyi dayandığını düşünmüyor musunuz majesteleri?" Maxim'in sesindeki alayla birlikte Valens kaşlarını çattı ve kuzenine döndü.

"Lounberg'in dayanıklı bir ruhu var." Dediğinde kuzeni kıkırdadı, dediklerine katılmıyormuş gibiydi. Valens ateşle işinin bittiğine emin olduğunda kalktı ev kuzeninin yanındaki sallanan sandalyeye oturdu.

"O kadının dayanıklı bir ruhu var buna itiraz edemem ama o karanlığa düştü Valens, ardından benimle birlikte gölgelerde yürüdü. Kısa bir süre de olsa karanlık içerisindeyken hayat enerjisi ve ruhunun ışığı sömürüldü."

Valens istemsizce yumruklarını sıktı, kimseye göstermese de kendisi de olayın şokunu yaşamıştı. Bu zamana kadar güvende olduğundan emin olduğu kadının ölümün kıyısından döndüğünü düşünmek kanını donduruyordu.

Vikontesin ona olan eğiliminin böyle saplantılı bir davranışa dönüşeceğini düşünmemişti.

Eğer o gün ona karşı koyarak yemeğe gelmesine engel olsaydı Misty ne ölümle karşılaşacaktı ne de karanlığa düşecekti. Ondan yanıt bekleyen kuzenine döndüğünde aynı soydan olduklarının kanıtı olan iki çift kırmızı göz birbirine kenetlendi.

"Kollarımda bayıldı Maxim."

"Evet, benim gerçek halimi görüp gölgelerin içerisinde yürüyüp üstüne üstlük kendi gölgesinin çıkartıldığını gördükten sonra Valens.

"İmparatorlukta yaygın kullanılmasa da herkes büyünün varlığını bilir."

Maxim iç çekti ve elini çenesinin altına koyarak ona inanamaz bir şekilde baktı.

"İmparatorluk vatandaşları büyünün varlığını bilir ,onunla her gün karşılaşan çok nadir bir kesimdir. Ve sende çok iyi biliyorsun ki o kadın sadece büyüyle karşı karşıya gelmedi. O şeytan ile karşılaştı. Karanlık, büyüyle gidebileceğin bir yer değil kuzen. Karanlıkta sana yol gösteren bir şeytan olmazsa hayatta kalamazsın."

Valens saf değildi, genç kadın yaşadıklarını beklediğinden iyi karşılamıştı. Ama Misty her zaman böyle değil miydi?

İlk karşılaşmalarını düşündü, uykusunun ortasında kızıl saçlı bir kızın ağaca tırmanıp bir kuşla konuşmasıyla uyanmıştı.

Onun tehdidiyle korkan kız yine de kendini toparlamış ve duruma uyum sağlamıştı.

Onun gözünde bu Misty'i kendisi yapan özelliklerden biriydi bu yüzden ondan şüphe duymadı.

"Bir şeyler bildiğini mi ima ediyorsun o zaman ?"

Maxim başını iki yana salladı.

"Hayır, kesinlikle korktu ve şok geçirdi. Karanlığın onun aklını bulandırdığını da gördüm. Yine de genç leydinin daha önce doğaüstü bir durumla karşı karşıya geldiğine eminim. Zihin aşina olmadığı durumlara bu kadar kolay adapte olamaz Valens. Özellikle ışığın aldatıcı dünyasından hiç çıkmamış insanlar gölgeleri fark ettiklerinde kendilerine gelemezler."

Valens göz devirdi.

"Metaforların arttı, kütüphanede daha fazla zaman geçirmeye mi başladın?" Maxim tek kaşını kaldırdı.

"Senin dışarıda olduğun günler kocasının yolunu gözleyen bir kadın gibi sarayda kaldığım için zamanı böyle geçirdim majesteleri."

"Böyle konuşmanı hiç sevmiyorum." Valens güldüğünde Maxim göz kırpıp omuz silkti.

"Bende yukarıdaki kadına her şeyi anlatma kararını sevmiyorum ama bak buradayız işte."

Valens sıkıntıyla iç çekti ve başını arkaya atarak tavanı izlemeye başladı. Misty'e her şeyi anlatmak yapmayı hiç istemediği bir şeydi.

Fakat tüm bu yaşadıklarından sonra bunu yapamazdı.

Misty'nin yatağında oturan dağılmış görüntüsü aklına geldiğinde göğsü sıkıştı, onu ilk kez bu kadar hassas durumda görüyordu. Bu onun için ilkleri yaşatan bir andı.

İlk kez emin oldu, Misty'i o halde gördüğünde buna sebep olan her şeyi ortadan kaldırmak istedi.

Genç kadın onu tanımak istediğini söylemişti...

Valens cehenneme giderken bile onu yanında isteyeceğini düşünmüştü, yine de bu gün olanları gördüğünde onu sadece her şeyden uzakta ve güvende tutmak istiyordu.

Her şeyi anlatmak bu isteğinin tam tersiydi, fakat Misty Soleil beyaz yalanlarla sırtını sıvazlayıp cahil bırakabileceği bir kadın değildi.

"Gördüklerinden sonra bunu hak ediyor Maxim."

"Ne zaman bu kadar düşünceli oldun?"

Valens yutkundu, kendisi de bilmiyordu. Belki de ilk karşılaştıklarından beri ona karşı beslediği ilgiydi. Hiç kimse o gün sarayda gördüğü kızıl saçlı kız kadar dikkatini çekmemişti.

Konu sadece güzellik değildi, onun ruhuna doğru çekilmişti.

O yeşil gözlerin ona kaç farklı şekilde bakabileceğini öğrenmek için defalarca farklı davranışları sergilemişti. Çocukluğunda bununla eğlendiğini düşünüyordu, Misty bir suç ortağı gibiydi.

Belki de Misty'de ona karşı böyle hissetmişti?

Av yarışmasının olduğu günü hatırladı, istemsizce gülümsedi. Her zamanki gibi kendine münhasırdı. Ona saçını vermişti.

Ardından birbirleriyle hiç konuşmadan çalan kısa şarkıda dans etmişlerdi.

"Eğer sorunun cevabını düşündüğün için tavana böyle bakıyorsan ben artık cevabı duymak istemiyorum."

Maxim'in iğnelen sözleriyle duruşunu ve ifadesini düzeltti.

"Ona güvenebiliriz Maxim."

Maxim kahkaha attı.

"Ah, bu güzeldi. Mizah anlayışını seviyorum."

Valens gölgelerle büyüyen kuzeninin tepkisinin neden böyle olduğunu anlıyordu, bir zamanlar kendisi de böyle düşünüyordu.

Hiçbir şey demeden ona bakmaya devam ettiğinde Maxim depresif bir şekilde iç çekti.

"Sona bu kadar yaklaşmışken her şeyi riske atıyorsun, gölgeler fısıldıyor Valens. Baban yazı çıkaramayacak bunu biliyorsun."

İmparatorun zehirlendiği öğrendiğinden beri Maxim ile birlikte takibini yapıyorlardı, babasının zehirlenmesini açığa çıkarıp kahraman olabilirdi.

Babasının gözüne girebilir, annesi ve Aurora'nın ihanetini ortaya çıkarıp kardeşi Benedict'in de düşmesine sebep olabilirdi. Bu kadar kolay olmasını istemiyordu.

İmparator Damien Leonitus kendi eliyle işlemeye başladığı ihanet örgüsünün sonunu son nefesinde görecekti. Ayrıca gerçekleri ortaya dökse bile Benedict'in düşmeme ihtimali vardı.

"Her şey rayına oturacak Maxim, saray bir günde el değiştirecek..." Valens planlarını vurgularken Maxim'in kırmızı gözleri parladı ve sözlerini tamamladı.

"Ve Kraliçe hayatını kaybedecek."

Üst kattan gelen hareketlilikle ikisi de duraksarken Maxim kıkırdadı.

"Gidin ve ona söyleyin majesteleri, sizin elinizi tuttuğu an huzurlu hayatının geride kaldığını ona kanıtlayın."

Valens ayaklandı ardından kuzeninin sözleriyle ona ters bir bakış attı.

"Asla yorulmuyorsun değil mi?" Maxim gözlerine ulaşmayan bir gülümseme gönderdi.

"Bilirsiniz majesteleri, şeytanlar ve çocuklar pek yorulmazlar."

"Ben yukarı çıkıyorum, vücudunun enerjiye ihtiyacı var yiyecek bir şeyler hazırla."

Maxim:'de ayağa kalktı ve abartılı bir şekilde reverans yaparak öne doğru eğildi.

"Emredersin, yemeği ona atalarının iblis olduğunu itiraf ettikten sonra mı yemek istersiniz yoksa daha öncesinde mi?"

Valens onun alaycı ağzına yumruk atmak istese de kendini tuttu ve kuzenin yanına gelip omzunu sıktı. Maxim bir an gerçekten darbe yiyip yemeyeceğini hesaplarken Valens onun gözlerinin içine baktı ve gülümsedi.

"Bir gün Maxim sende gölgelerden çıkacaksın işte o zaman çok merak ediyorum."

Maxim anlamayarak ona baktı.

"Neyi?"

"Tavana bakarken yüzünün alacağı şekli, sen dahi her şeye ilgisiz kalamazsın Maxim."

Maxim ciddiyetle ona bakarken siyah eldivenli eliyle omzunu tutan elini ittirdi.

"Bir gölgenin yeri daima karanlıktır, bunu biliyorsun." Kırmızı bakışları eldivenli eline bir an gittikten sonra tekrar ona döndü.

Valens ciddileşen kuzenine güldü.

"Işıkta doğan biri için ne yüce sözler, sana daha önce de söyledim Maxim. Gölgeyi seven sen değilsin tıpkı şeytan olanın sen olmadığın gibi."

Maxim düşüncesiz bulduğu sözleri karşısında kaşlarını çattı.

"Bu konu hakkında konuşurken dikkatli olmalısın Valens."

"Büyük büyük dedelerimden biri çıkıp bana alınır mı? Vücudunun içerisinde yaşayan ihtiyar parazite söyle, biz onların ikinci şansları değiliz. Her şey bittiğinde Maxim sen istesen de istemesen de seni ondan kurtarmak için ne gerekiyorsa onu yapacağım."

Maxim'in bakışlarına gölge düşerken Valens bir kez daha kuzeninin omzunu sıvazladı ardından yukarı çıkmak üzere merdivenlere döneldi.

Misty odanın içerisinde volta atıyordu, Valens bir süredir duyduğu adım seslerini görmezden gelse de daha fazla bekleyemedi.

Yeterince enerjisinin olması imkânsızdı, yatakta dinlenmesi gerekiyordu.

Merdivenin ilk basamağına adım attığında hissettiği rahatsız edici baskıyla bakışlarını baskının kaynağına yöneltti.

Maxim bıraktığı gibi oturma odasının ortasında ayakta duruyordu başı öne düşmüştü, siyah saçları önünü kapattığı için ifadesini göremiyordu.

Fakat hissedebiliyordu, yarı kutsal kana sahip olduğu için tam olarak kullanamadığı yeteneklere rağmen Valens annesinin kanını taşıyordu.

Bu yüzden odanın ortasında dikilen kişinin Maxim olmadığını biliyordu.

Merdivenlerden yukarı baktı ve iç çekti, birkaç dakika daha gecikecek gibiydi. Merdivenden çekilerek tekrar kuzeninin yanına geldi.

"Hayattayken de böyle girişler yapıyor muydun yoksa bu bana özel mi?"

Maxim aniden başını kaldırdı, uzun süredir görmediği görüntü karşısında iç çekti. Maxim'in gözünün beyaz olması gereken yerler tamamen kararırken kırmızı gözleri normal görüntüsünü kaybedip keskinleşmişti.

Bir kedinin vahşileştiğinde sahip olduğu çizgi şeklinde göz bebeğiyle ona her an saldırmak ister gibi bakıyordu.

"Sen soyumuzun yüz karasısın!" Ses Maxim'e aitti ve aksan ile birlikte konuşma şekli tamamen değişmişti.

Valens bu konuşma tarzını daha önce de duymuştu, kibirle yoğrulmuş şeytanın sesiydi. Maxim'in anlaşmalı olduğu şeytandı.

Şeytanın gerçek adını sadece anlaşmalı olduğu kişi biliyordu, şeytan daha önce ortaya çıktığında Valens yine onu sinirlendirmişti.

Onun korkak bir köpekten farkının olmadığını söylemişti.

Köpekleri sevmeyen Maxim'in şeytanıyla aslında ne kadar uyumlu olduğunu test ettiği bir gün olmuştu.

"Merhaba, aile kavuşması isterdim ama anlarsın ya şeytanım sanırım hala cehennemde."

Şeytan yere tükürdü.

"Sana saldıramayacağımı bildiğin için bu kadar rahatsın çocuk." Valens kıkırdadı.

"Sende gerçekten anlaşmanızın bozulmasının bir yolu olduğu için bu kadar rahatsızsın öyle değil mi?"

Şeytan kullandığı bedene yakışmayacak şekilde güldü, bakışlarında delilik vardı.

Zamanı azalıyordu, şeytan Maxim'in bedenini kullanarak sadece birkaç dakika iletişim kurabiliyordu.

"Kapımızı çalacaksın yarım kanım, istemesen de damarlarında bizim kanımız akıyor. Kapımızı çalacaksın ve sahip olduğun o iğrenç kutsamaya rağmen yardım dileneceksin."

Valens kaşlarını çattı.

"Siz yardıma gelmeyeceksiniz, bende yardım dilenmeyeceğim bu yüzden diğerlerine de söyle ruhumu onlara adamayacağım."

"Yanılıyorsun yarım kanım."

Konuşan şeytanın yarım kanım deyişi onu rahatsız etti, ilk tanıştıklarından beri ona böyle hitap ediyordu. Maxim tüm şeytanların yarı kana sahip torunlarına böyle hitap ettiğini söylemişti.

Misty'nin kapıyı açtığını duyduğunda istemsizce irkildi ve duyacağını umarak sesini yükseltti.

"Aşağı inme Lounberg, ben geleceğim."

Karşı taraftan ses gelmemesine rağmen Valens duyuyordu, genç kadın açtığı kapının önüne birkaç saniye daha durup kapattı. Maxim'in içindeki şeytan tekrar güldü.

"Kaybedecek çok şeyin var, kapımızı çalacaksın çocuğum." Kalbi şeytanın söylediği ihtimalle dalgalanırken başını iki yana salladı. Onlarsızda imparatoru devirebilirdi.

"Evet evet biliyorum, ben kapınızı çalacağım ve sizde yardım etmeyeceksiniz. İkisinin de gerçekleşmemesini sağlayacağım merak etme."

Şeytan kaşlarını çattı yüzü ekşimişti.

"Sana yanıldığını söyledim, sen kapımızı çalacaksın ve biz sana yardım edeceğiz. Hatta bazılarımız sen kapısını çalmasan da yardım teklif edebilir çocuğum."

Maxim'in gözleri eski haline dönerken, iblisin zamanının bitmek üzere olduğunu anladı.

"Bunu neden yapacaksınız, iyi şeytanlar olduğunuz için mi?" Valens alayla konuşurken şeytan bir kere daha güldü bu defa daha güçsüz ve kısıktı.

"Siz solucanlar aileden olduğunuz için, yarım kan da olsan kanımızı taşıyorsun. Ataların olarak çocuklarımıza bakacağımıza söz verdik. Sahip olduğun gözler bunun kanıtı."

Maxim'in gözleri tamamen eski haline dönerken Valens hala şeytanın sözlerini düşünüyordu.

Kendine gelen Maxim eliyle alnını tuttu ve anlamadığı bir küfür savurdu.

"Bunu yapmasından nefret ediyorum sana söyledim değil mi kışkırtma onu!" Maxim ona gerçekten kızgın gözlerle bakıyordu.

Bedeninin kullanılması hoş bir duygu olmasa gerekti.

"İhtiyar bu defa çok konuştu."

"O bırak konuşmayı karanlıktan çıkmaktan bile nefret eder, onu sinirlendirme Valens."

Valens ona ciddiyetle bakan kuzenine karşı ağzını açıp tekrar kapattı, Maxim'in ses tonunda farklı bir duygu yatıyordu.

Maxim Ramanko atası olan şeytanlardan biriyle çok küçük yaşta anlaşma yapmıştı. Bu yüzden asla açıkça ifade etmese de Valens biliyordu. Maxim o şeytanı gerçekten ailesi gibi görüyordu.

"Pekâlâ, ailemizin ucube şovu bittiyse yukarıya beni bekleyen biri var. Seni de mutfakta bekleyen bir önlük Maxim"

Ondan uzaklaşırken Maxim'de homurdandı ve mutfağın olduğu koridora doğru ilerledi.

Valens merdivenleri hızlıca çıkarken şeytanı düşündü, ruhunun ve bedeninin kirlendiğini hissetti. Kapının önüne geldiğinde çalmak için elini kaldırdı, daha vurmadan kapının aniden açılmasıyla dağılmış uzun kızıl saçları ve sadece kalçalarını örtecek kadar uzun olan kendisine ait beyaz gömlekle onu gördü.

Yıpranmış yorgun gözleri onu yeşilliklerinde boğacak gibiydi.

Gözlerine baktığında ruhunun temizlendiğini hissetti, bu yüzden genç kadın hiçbir şey diyemeden kolunu ona doğru uzattı ve kendisine çekerek sıkı sıkıya sarıldı.

Misty bir an kalakalsa da saniyeler içerisinde o da kollarını ona sardı. Genç kadının sarıldığı bedeni aşağıda tanıklık ettiği kötülüklerden arınıyor gibiydi.

"Kaybedecek çok şeyin var, kapımızı çalacaksın çocuğum."

Bu olmayacaktı.

Ona daha sıkı sarılırken bir süre daha böyle kaldılar.

***

Hiç bilmediğim bir yerde uyanmak ne kadar tuhafsa Valens'in şu anki hareketleri de o kadar tuhaftı.

Kapıdaki uzun bir sarılmanın ardından beni tekrar yatağa oturtmuştu, şu an ise bana sürahiden su doldurmasını izliyordum.

"Manzaran güzel mi Lounberg?" Suyu bana uzatırken yüzündeki kendini beğenmiş ifade karşısında gözlerimi devirdim.

Manzara gerçekten güzeldi.

"Onu sana sormam gerekiyor, gözümü açtığımda bilmediğim bir yerdeydim ve pantolonum yoktu."

Hala yoktu ama bu kısmı sesli söylemek istemedim, bana verdiği suyu içerken Valens bir an gözlerini kaçırdı.

"Rahat uyuman için yaptığımı söyledim zaten." Çok fazla enerjim olmamasına rağmen kıkırdadım.

"Evet, yine de asıl sapığın sen olduğunu öğrenmiş oldum." Kaşlarını çatıp kollarını göğsünde birleştirdiğinde balodan kalma üniforması gerildi.

Belki de gerçekten sapık olan bendim.

"Eğer aramızda bir sapık varsa o da sensin, yıllardır aynı yere bakışını yakalıyorum ve baktığın yer gözlerim değil Misty."

Su boğazıma kaçarken öksürmeye başladım, Valens hızlıca elimdeki bardağı alıp yatağın yanındaki komodine koydu ve sırtımı sıvazladı.

"İyiyim iyiyim." Son kez öksürüp rahat bir nefes aldığımda bana kaşlarını çatıp endişeyle bakan kırmızı gözlerle karşılaştım. İçinin rahatlamasını umarak gülümsediğimde avucunu yanağıma bastırdı.

Büyük eli tekrar tenimde hissettiğimde başımı eline doğru yasladım.

"Sanki tüm kemiklerim kırılıp yeniden oturtulmuş gibi hissediyorum, bu normal mi?"

"Sen düştüğünde Maxim'in seni tutacak kadar zamanı yokmuş bu yüzden karanlığa bir giriş açıp içine düşmeni sağlamış. Karanlık oraya ait olmayan her şeyi tüketir senin hem fiziksel hem de ruhsal enerjini emdi."

Orayı tekrar düşündüğümde tüylerim diken diken oldu, bakışlarımı Valens'e sabitledim.

Bana her şeyi anlatacağını söylemişti.

Öğrenmek istiyordum ama öğreneceklerimin beklediğimden çok daha fazla olmasından korkuyordum.

Maxim kitapta sadece kara büyü kullanan, gölgelerde hareket edip kedi formuna bürünen biriydi. Orijinal kurguda kısa birkaç sahnesi vardı.

Valens için istihbaratı sağlardı.

Sadece bu.

Fakat karşılaştığım görüntü çok farklıydı, Maxim'in sahip olduğu güç bu kadar büyükse neden hakkında hikâyede yeterince şey yazılmadı?

Derin bir nefes aldım ardından hala yanağımda olan eli okşayıp kucağıma indirdim. Dikkatimi toparlamam gerekiyordu.

"Bana her şeyi anlatacağını söyledin." Yakutu andıran gözleri bir gülümsemeyle kısıldı.

"Anlatacağım Lounberg ama bana önce o kızıl kafanın içinde dönenleri sormalısın, tabii sende duymak istiyorsan."

Duymak istiyordum, duymam gerekiyordu.

Kucağımdaki ele baktım, başkaları için kan bulaşmış bir zalimin eliydi.

Benim içinse ona dokunmak bile kendimi güvende hissetmeme yetiyordu.

Çelişkilerle dolu olsam da içimde yükselen bir arzu bastırmaya devam ediyordu. Bu dünyada gözlerimi açalı sekiz sene olmuştu.

Agentis evine yaptığım ziyaretin üzerinden dört yılı aşkın zaman geçmişti.

Birinin yardımını aldığımı ikinci kez hissediyordum. Birincisi orijinal Misty'nin beni uyarmasıydı.

İkinci ise bugündü.

Valens'in söyleyecekleri hayatını emanet almakla eş değerdi. Sessizliğimle Valens huzursuzlanarak kıpırdandı.

"Eğer duymak istemiyorsan anlarım çünkü bu kolay bir kar-"

Cümlesini tamamlamasını engellemek için parmağımla dudağına bastırdım. Kırmızı gözleri merakla dalgalanıyordu.

"Senin hakkında her şeyi duymak istiyorum Valens, sessizliğimin sebebi bu değildi."

Senin hakkındaki her şeyi öğrenirken kendi gerçeklerimin ne kadar açıklayabilirdim ki?

"O zaman neydi?"

Düşes ile yaptığım tüm konuşmalar, onunla yaşadıklarım tek tek gözümün önüne gelirken film bugün yaşadıklarımla son buldu.

Annem ile babamın birbirine olan sevgisinin göz alıcılığı, hikâyesini sonradan duyduğum Pearl halanın her şeye rağmen sevgiyi seçişini düşündüm.

Valens ile öyle bir sonumuz olmasını istiyordum.

"Biliyor musun benim çok büyük isteklerim hiç olmadı Valens, kendim için istediğim tek şey yaşamaktı. Bu nefes almaktan fazlasıydı benim için. Özgürce, sorunlar olmadan kendi kendime mutlu olabildiğim bir yaşamdı. Sanırım ölüm denen sondan korkuyordum, hala korkuyorum. Kendimden çok sevdiklerim için olabileceklerden korkuyorum."

Valens'in ruhsuzca güldü.

"Ne kadar komik, iki dudağının arasından çıkan her şeyi sana vermek isterken verebileceğimden emin olmadığım tek şey senin bu dediklerin." Sözlerine burukça gülerek konuşmaya devam ettim.

"Bana yıllar önce iyi bir kız olmadığımı söylemiştin, kötü olmasam da iyi de değildim. Rengim henüz griydi."

Pişmanlıkla baktı.

"Onu söyleyen bir şey bildiğini sanan çocuğun tekiydi Misty, sen iyisin. Benim olamayacağım kadar iyisin." Başımı iki yana salladım.

"Hayır, haklıydın. Ben ne iyi olabildim ne de rahat bir kalple davranacak kadar kötü olabildim. Ben hala yaşamak istiyorum Valens ama artık bunu sensiz yapamam. "

"Yoksa bu sensiz yaşayamam itirafı mıydı Lounberg?" Bakışları endişeli olsa da ortamı yumuşatmak için yaptığı şakaya güldüm.

"Hayır sensiz yaşayamam demek bir saplantıdır, saplandığın yerden zaten çıkamazsın. Seninle yaşamak istiyorum ise bir tercihtir. Aksini seçebilirim ama ben tüm zorluklara rağmen hiçbir baskı olmadan bu yolu seçiyorum. Seninle yaşamak istiyorum demenin anlamı tam olarak bu işte."

Artık yaşama isteği benim için farklılaşmıştı.

Valens'in yalnız başına kötü sona gittiği bir hayatta gerçekten yaşadığımı nasıl söyleyebilirdim?

Kitaptaki gibi sevgisiz bir hayata onu mahkûm edemezdim.

Sözlerimle donakalan adama baktım, yüzünde nadir görülen bariz bir şaşkınlık ifadesi vardı. Ağzı birkaç kere açıldı ve kapandı.

Aklındakileri toparlamaya çalışıyor gibiydi.

"Annem bugün seni çok zor bir duruma soktu."

Hatırlatmasan daha iyiydi ama evet.

"Biliyorum." Dedim sakince onun bu yalpalamış hali beni gülümsetiyordu.

"Kuzenim bir şeytan."

"Evet, bunun üzerine hala sorularım ama biliyorum." Kıkırdadım, Valens ise yutkundu.

"Sana bu odadan kaçıp gitmeni sağlayacak şeyler anlatabilirim Misty Soleil." Fısıldar gibi çıkan sesine karşın ona ihtiyatla baktım.

"Bugün öleceğimi düşündüm Valens, böyle ölmek istemedim. Mutluluğumu sorunlar geçtikten sonrasına erteliyordum ama şu halimize bak. Şeytan dediğin kuzenin olmasaydı ben şu an ertelediğim mutluluğumla Bertha'nın yanında olacaktım."

Kollarımı öne uzatıp yüzünü avuçlarımın arasına aldım, Valens hareketime şaşkınca bakarken kendime doğru çektim.

Bana doğru yaklaşırken bir elini yanıma koyarak destek aldı, şimdi ellerim hala yüzündeyken nefeslerimizin birbirine karıştığı bir mesafedeydik. Gözlerimiz birbirine sabitlenmişti.

"Ölmemden mi korkuyorsun Valens?"

"Evet."

"Bende bundan korkuyorum." Alnını alnıma bastırdığımda gözlerini kapattı, parmaklarımı yanağında gezdirirken savaştan kalan ince yarayı okşadım.

"Çok fazla sırrım var Valens." Gözleri hala kapalıydı, dokunuşlarımla ifadesi yumuşamıştı. Güldü.

"Bu konuda hep uyumluyduk Lounberg." O güldüğünde bende gülümsedim.

"Yalnız olmaktan yoruldum, sende yoruldun mu?" Nefesini tuttu, kalbimin atışı hızlanırken fark etmemesini umuyordum. Bir dakikanın sonunda cevap geldi.

"Yoruldum."

Kitabın içerisine girdiğimde ilk görüşte âşık olabileceğimi düşünmüştüm, bu yüzden Valens'e karşı yavaş yavaş büyüyen sevgiyi anlamlandıramamıştım.

Anlamlandırmaya korkmuştum.

Kendime bile itiraf edemediğim bir şeyi ona söylersem bu sonu ölüm olabilecek bizi ne duruma düşürürdü?

Fakat ondan uzak duramadım, bu yüzden Valens'in dediği gibi iyi olanlardan değildim. Kendim için istediğim belirli bir şey olmasa da arzularımı dinlemekten de geri durmadım.

Artık kendim için istediğim bir şey vardı.

Avucum içerisindeydi, onu bırakmak istemiyordum. Ondan fedakârlık yapmak istemiyordum.

Valens gözlerini açtığında bakışımı kaçırmadım.

Hep cesur gibi davranan bir korkaktım.

"Doğruların, yanlışların. Kötülüklerin ve sende olmasına rağmen görmediğin iyiliklerinle Valens Leonitus seni seviyorum. Bunu söylemeden ölebilirdim ne aptalım ben sanıyo-"

Cümleyi tamamlayamadan kendimi dudağımı kapatan öpücüğüne karşılık verirken buldum, serbest kalan ellerimi boynuna sararken o da eliyle belimi sardı ve beni kendine doğru çekti.

Öpüşmemiz son olanlardan farklıydı, sanki susamış gibi birbirimizi kana kana içiyorduk. Valens bir eliyle belimi tutarken diğer elini sırtımdan boynuma doğru hareket ettirip parmaklarını saçlarıma geçirdiğinde vücudum titredi.

Zaten yorgun olan vücudum Valens'in sert hamleleriyle sarsılırken bir anda dudağıma değen soğuk havayla kalakaldım ve gözlerimi açtım.

Neredeyse Valens'in kucağındaydım, konum değişmişti ve geriye doğru giden oyken ona doğru eğilen ben olmuştum. Gömlek yukarı toplandığı için iç çamaşırım ortaya çıkmıştı. O da benim gibi nefes nefeseydi gözleri buğulanmış ve boynu kızarmıştı. Gözleri ciddiyetle bana bakıyordu.

Sanki her an yok olmamdan korkar gibiydi.

"Seni seviyorum Misty Soleil."

Bu defa duraksayan bendim, hissetmekle duymak iki farklı şeydi. İkisinin bir arada olmanın ne kadar güzel olduğunu ise şu an anlıyordum.

Beni sevdiğini söyleyen adamın görüntüsü karşısında gökkuşağını gören bir çocuk gibi haykırmak istedim. Valens Leonitus bu hikâyenin en güzel ayrıntısıydı.

Kimse onu keşfetmemişti, Sarmaşık Krallığı'nın kötü adamı olabilirdi ama benim kahramanımdı. Gülümsedim ve dudaklarına bir öpücük kondurdum.

Bu onunki kadar sert olmayan yumuşak bir öpücüktü, elimi yumuşak saçlarının arasında gezdirdim.

Geri çekildiğimde kırmızı gözleri arzuyla yanıyordu, daha fazlası için tutuşan bedenim yine kendi istekleriyle çelişecek kadar bitkindi.

"Şu halimize bak." Dediğimde bakışlarında hayranlık vardı.

"Güzelsin Lounberg."

Soyadım onun ağzından bir lakap gibi dökülürken kıkırdadım ve parmaklarımla saçlarını okşayıp hayran olduğum yüz hatlarını sevdim.

"Ne kadar güzelim?" Kasten şımarık bir ses çıkarttığımda tek kaşını kaldırdı ağzı eğlenir gibi yukarı doğru kıvrılmıştı.

"Her zaman verilenden daha fazlasını istiyorsun."

Huyum kurusun, öyleydim.

"Ama beni böyle seviyorsun." Dediğim de derin bir nefes aldı, aramıza yeni katılan bu kelimeyi kullanırken bende onun kadar heyecanlı olsam da şu an sıkıştıran ben olduğum için kendimi bastırıyordum.

"Adın kadar güzelsin Misty Soleil, kötü olan her şeyin üzerini sis ile örterken güneşle aydınlatacak kadar güzelsin."

Durdum, kalbim daha fazla hareketlenemez diye düşünürken aksini her defasında bana gösteren adama baktım.

Valens kahkaha attı, ardından belimi sararak beni tekrar çekerken kendini yatağa doğru bıraktı. Yüzüm boynuna gömüşmüş bir haldeyken başımı kaldırdım ve önüme düşen birkaç saç teline üflerken kaşlarımı çatarak ona baktım.

"Komik bir şey mi var?"

Valens tekrar kıkırdadı ve ona yaptığım gibi o da parmaklarını benim saçlarımda gezdirdi. Benim aksime o daha çok saçlarımı dipten başlayarak uçlara doğru yavaşça tarıyor gibiydi.

"İltifatlar karşısında ne kadar masumlaştığını görmüyorsun."

Böyle söylediğinde sadece iltifatlara karşı hassasmışım gibi geliyordu kulağa...

"Sadece senin iltifatların, başka kimseninki değil."

Valens bir bana birde tavana baktı ardından kolunu gözüne kapatarak yorgun bir nefes verdi, haline gülerek göğsünü yumrukladım.

"İltifatlar karşısında masumlaşan kimdi?" Keyifle gözlerini görebilmek için kolunu çekmeye çalışıyordum o ise koluyla iyice kendini kapattı.

"Misty, daha fazla seni yorarsam tekrar bayılmandan korkuyorum. Aynı zamanda seni bayılana kadar yormak istiyorum o yüzden birkaç dakika bana izin ver."

Duyduklarımla ara farı gören ceylan gibi gözlerimi açarken daha fazla şansımı zorlamamak adına kolunu çekmeyi bıraktım ve göğsüne yattım.

Biraz toparladığım enerjinin ilkini uyandığımda endişeyle odada turlarken ikincisini de Valens ile harcamış gibiydim.

"Bilerek mi yapıyorsun?" Sert çıkan sesle anlamazca başımı kaldırdım Valens hala gözünü kapatıyordu.

"Kolunu bırak-"

"Altında pantolon bile yokken üzerimde yatıyorsun kalk üstümden Lounberg!"

Ah, şey...

"Özür dilerim..." Hızlıca kendimi yan tarafına attım, artık yan yana yatıyorduk. Kıkırdadım.

"Eğer bir kere daha bana gülersen Misty, seni ağlayana kadar bırakmam." Yediğim tehditle dudaklarımı birbirine mühürlerken vücuduna bakış attım. Bakışlarım pantolonundaki kabarıklığa takıldığında ise nefes almayı bıraktım. Aklıma yüzlerce şeytani hamle geldi.

Ayağa kalkıp bir kere zıplasan yere çakılacak kadar yorgunsun Misty...

İşe yaramasını umarak bende Valens gibi kolumla gözümü kapattım ve kendimi sakinleştirmeye çalıştım.

O da benim yanımda güvende değildi.

***

Bulunduğumuz yerin başkentin dışında kalan bir kır evi olduğunu öğrendim, Valens burayı yaşlı bir çiftten kimliğini gizleyerek satın almıştı. Küçük gösterişsiz yine de insanı iyi hissettiren bir havası vardı.

Uyandığım yatak odasında çift kişilik oymalı ahşap bir yatak dolap ve yuvarlak bir masa dışında hiçbir şey yoktu.

Pencerelerde bulunan çiçekli perdeler en az yirmi yıllık duruyordu, Valens burayı bilerek aldığı gibi bıraktığını söylemişti.

Benim için getirtilen elbiseyi giyerken bunları düşünüyordum.

Giyinmem için çıkmayan ve giyinirken bana bakmamaya çalışarak kızaran bir prensi düşünürsem zar zor toparladığım dikkatim geri dönülemez bir şekilde dağılabilirdi.

"Şu tavırları bırak artık giyindim." Valens yatakta Sezar'ın oğlu gibi yatarak bana baktı ve alayla güldü.

"Lounberg ailesinin kıymetli prensesini bu şekilde göreceğimi hiç düşünmemiştim." Ona göz devirirken elbisenin bol belini tutturmak için kolundan söktüğüm kurdeleyi kemer haline getiriyordum.

"Bana teyze elbisesi verdin."

"İmkânlar dâhilinde en iyisi."

Çürük vişne rengi günlük bir elbiseydi, belki bir zamanlar canlı olan rengi iyice solmuştu diz kapağımın biraz aşağısında biten eteğinin ucunda sökülmeler vardı.

Yıllanmış toz kokuyordu.

"Bu da evle birlikte sana kalanlardan mıydı acaba?"

"Belki."

Elbisenin belini sonunda sıkabildiğimde rahatlamıştım. Her an üzerimden düşecek gibi hissediyordum.

Komodinlerin birinde bulduğum başka bir kurdele ile saçımı tepeden atkuyruğu yaptım, kendimi bir aynanın karşısında göremesem de az önceki halimden daha uygundum.

Valens kuzeninin alt katta yemek hazırladığını söylemişti. Hala Maxim'i mutfak önlüğü ve şeytani bakışlarla yemek yaparken düşünemesem de aç olduğum için üzerinde fazla durmadım.

İşimin bittiğini anlayan Valens yatakta yana kaydı ve oluşan boşluğa eliyle vurarak beni çağırdı, ayaklarım ikiletmeden hedefine giderken o da doğruldu ve sırtını yatak başlığına yasladı.

Yüz yüze kalacak şekilde yanına oturdum.

"Maxim yemeği tamamlamak üzere o yüzden ona soracaklarını bana yönelterek vakit kaybetme."

Onaylamak için hevesle başımı salladım ve derin bir nefes aldım. Başlıyordum.

Sır perdesi aralansın.

"Maxim'in yemeği tamamlamak üzere olduğundan nasıl eminsin?" Soruma şaşırmış gibi güldü ve burnunu gösterdi.

"Çünkü pişirdiği etin kokusu geliyor, ayrıca çorbası pişmiş olmalı kaynama sesi kesildi."

Valens'in dayanıklı bir vücuda sahip olduğunu biliyordum ama bu...

"Başka neler yapabiliyorsun?"

"Neler yapmamı istersin?" Hınzır sesi karşısında bacağına vurdum.

"Valens!"

Kıkırdadı ve ona vurduğum elimi dudaklarına götürüp öptü.

"Bu kadar, iyi duyu organlarına ve sağlam bir vücuda sahibim. Tabii bunlar sadece normal bir insana kıyasla daha iyi durumda." Sözlerini düşündüm.

"Neye kıyasla daha kötü durumdasın peki?" Valens güldü, gözleri tehlikeyle parıldadı.

"Bir şeytana göre daha kötü durumdayım Misty, kuzenimin sahip olduğu güçleri gördün. Bunlar onun ciddileştiğinde yapabileceklerinin yarısı bile değil. Ben ise onun bu konuda ancak çeyreği olabilirim."

Yutkundum ve Maxim'e sormayıp ona sorabileceklerimi düşündüm.

"Maxim gerçekten bir şeytan mı?" Valens iç çekerek başını iki yana salladı bakışları benim üzerimde olsa da gözleri düşüncelerine dalmış gibiydi.

"Misty biz yani Ramanko soyunun bir parçası olup kırmızı gözlerle doğanlar hepimiz birer şeytan, iblis adına her ne demek istersen. O olmaya adayız. Aile tarihçesini ona bırakmak istiyorum ama bilmelisin ki Maxim insan ve şeytan arasındaki o ince çizgide."

Gölgeler içerisindeyken Maxim'in sahip olduğu karanlık bedeni düşündüm.

"Işığın altında normale döndüğünü fark ettim, günışığına çıkabiliyor mu?"

Aklıma klişe vampir filmlerinin sahneleri geliyordu.

"Çıkabilir, çok zevk alacağını düşünmüyorum ama güneşle bir sorunu yok. Sadece gün ışığı altında gölgeleri kullanamıyor. Onu insan haliyle de görebilirsin sarayın içerisinde gezinen kırmızı gözlü siyah bir kedi olarak da tanıyabilirsin. O formunu da kullanmayı seviyor."

Maxim'e soramayacağım soruların direkt onunla ilgili olanlar olduğunu düşünerek buna odaklandım.

"O direkt kuzenin mi?"

"Annesi sarayda çalışan bir hizmetçiymiş, şu an Ramanko Krallığının tahtında oturan dayım ise Maxim'in öz be öz babası." Kalakaldım.

Aslında Maxim'de bir prensti.

Bir elin çenemi kapatmasıyla düşüncelerimden sıyrılırken kaşlarımı çatarak elin sahibine baktım, Valens bakışımdan hiç etkilenmeyerek bana göz kırptı.

"Eğer Maxim bir prens ise o neden burada kendi ülkesinde olması gerekmez mi?"

"Kralın tek gecelik bir kaçamağının sonucu olarak dünyaya geliyor, Ramanko soyu bir kabile gibi Misty. Krallar kendi soylarından pay almış farklı ailelerden eşlerini seçerek evleniyor, böylece safkan bir soy meydana getirmiş oluyorlar. Onun sarayda yaşayabilmesinin tek yolu kırmızı gözlerin yanında sarı saçlara da sahip olması olabilirdi..."

Hissettiğim üzüntüyle sözlerini tamamladım.

"Ama o annesine benziyordu."

Asil ailelerde bile gayrimeşru çocukların yeri çok azken safkanlığı önemseyen bir ailede Maxim gibi doğanların yeri en baştan olmazdı.

"Doğru, Ramanko'da geçen çocukluğu hakkında tam olarak bende her şeyi bilmiyorum. Biz tanıştığımızda en fazla sekiz yaşındaydım, annesi o beş yaşındayken vefat etmişti."

İstemsizce nefesim göğsümde ağırlaşırken gözümün önüne yalnız bir çocuğun figürü gelmişti.

"Aradaki zaman zarfında ona ne olmuş?"

Valens'in bakışları kararırken elimi avucuna alarak parmaklarımla oynamaya başladı, bu konuları konuşmayı sevmiyor olmalıydı.

"O gölgelerle yaşamış, annesi öldükten sonra gölgeleri kullanabildiğini söyledi. Tek bildiğim bu, beni bulduğunda bunu gölgelerin istediğini söyledi. Buz gibi bir çocuktu ama benimle ilk tanıştığında aile olduğumuzu söylemişti." Parmağıyla gözünü gösterdi.

"Buna sahip olduğumuz için ben ve kardeşlerim onun ailesiymişiz eğer izin verirsem yanımda kalmak istediğini söyledi."

"Mabel ve Astor'da biliyor mu?"

"Astor bilmiyor, Mabel ise küçükken onunla tanışmıştı ama anneme çok yakın olduğu için bu durumun güvenli olmadığını düşünerek Maxim onun anılarını gölgeledi."

Kaşlarımı çattım.

"Hafıza silemediğini söylemişti."

"Silemiyor zaten, sadece gölgeledi. Büyük ihtimal Mabel'in karşısına çıktığı an kız kardeşim onu hatırlamaya başlayacaktır.

"O zamandan beri sarayda mı yaşıyor, neden annenle tanışmadı?" Bana ciddi olup olmadığımı sorgulayan bir bakış attığında kendimi açıklama ihtiyacı hissettim.

"Kraliçenin karaktersizliğini tartışamayacağım ama yine de çocuktunuz, neden direkt bunu yapmadığınızı merak ettim."

Valens'in yüzünden bir acı dalgası geçti.

"Annem güzel şeyleri sever Misty, başka bir adamla evlenmiş olabilir ama bu adam imparator olmasaydı kendi kanını karıştırmazdı. Sahip olduğu kanın halktan birininkiyle karışması onun için bu dünyadaki en çirkin şey olabilir. Tıpkı şu an tahtta oturan erkek kardeşi gibi annem de saf kana takıntılı. Ayrıca gölgeler Maxim'e hayatta kalmak istiyorsa annemden uzak durmasını söylemiş."

Kraliçenin karşısına çıkan küçük kimsesiz bir çocuğun yaşayacağı zulümleri düşündüğümde tüylerim diken diken oldu.

Kendi çocuklarına karşı bile iyi olmayı başaramayan Yuelina'nın başka bir çocuğa yapabileceklerinin sınırı yoktu.

Sonraki soruya geçeceğim sırada Valens eliyle durmamı işaret etti.

"Her şeyi konuşacağız ama yemek hazır, saat gecenin bir yarısı bile olsa bir şeyler yemelisin. Sonrasında kuzenimden derin bir tarih dersi alacaksın."

Yataktan doğruldu ve elini bana uzattı, yemek konusu açıldığından olsa gerek karnımda hareketlenmeye başlamıştı. Balo olacağı için yediklerime dikkat etmiştim ve mideme giren birkaç gariban lokmayı ise akşamında kusarak çıkarmıştım.

Uzattığı elini tuttum ve bir adım önümden giderek beni çocuk gibi arkasından sürüklemesine izin verdim. Loş ışıkla aydınlatılan kısa koridoru geçerek merdivenlerden inmeye başladık. İndikçe ışık artarken birden aklıma gelen düşünceyle durdum.

Valens neden merdivenin ortasında durduğumu anlamaya çalışır gibi bana baktı.

"Biz yukarıdayken sen aşağıdaki çorbanın kaynama sesini bile duyuyordun."

"Evet."

"O zaman Maxim aşağıdayken..." Durdum ve sinirle şakağıma bastırarak devam ettim.

"Valens lütfen bana senin kulağının daha iyi çalıştığını söyle." Valens kıkırdadı ve kolunu belime sarak beni kendisiyle aynı basamağa getirdi.

"Üzgünüm sana yalan söyleyemem." Sitemkâr şekilde homurdandım.

"Beni onun hakkında konuşturdun!"

Valens cevap vereceği sırada alt katın koridorundan gelen bir sesle ikimizde kalakaldık.

"Benim hakkımda konuşmaktan çok daha fazlasını yaptınız şimdi gelin ve kahrolası yemeklerinizi yiyin." Maxim'in sözleriyle Valens başka tarafa bakarken benim beynim hata veriyordu.

Benim hakkımda konuşmaktan çok daha fazlasını yaptınız...

"Valens Leonitus!" Başıma vuran öfkeyle birlikte sesim yükselirken Valens hiçbir şey demeden iç çekti.

"O ve onun kahrolası koca ağzı."

"Bana hesap vermen gerekiyor nasıl bana söyle-hey ne yapıyorsun dur düşeceğim!"

Valens birden beni kucaklayarak göğsüne yapıştırdı ve hızlı adımlarla merdivenlerden indi, taşınma hissiyle düşecek gibi olurken ona daha sıkı tutundum.

Manyak herif!

***

Elinde çorba kepçesiyle gezen Maxim gerçek değil.

Olamaz.

Üzerinde dumanı tüten sebze çorbası önüme geldiğinde hala transa girmiş şekilde ona bakıyordum. Valens'e de çorbasını koyduktan sonra iç çekerek bana döndü.

"İyi durumda olduğumun farkındayım leydim ama tüm kırmızı gözlüler sizin olamaz."

"Ben varken sana mı bakacağını düşündün?" Ben bir şey diyemeden Valens kuzenine homurdandı ardından çorbasına üfledi.

Evin kendisi gibi mutfağı da eskiydi, dışarıya açılan bir bahçe kapısı vardı. Tam ortada kalan yemek masasındaydık.

Ben, erkek arkadaşım ve onun şeytan kuzeni...

Vay canına, artık Valens Leonitus benim gerçekten erkek arkadaşım mıydı?

Zaten öyle değil miydi Misty?

İç sesimle kaşlarım çatıldı tekrar Maxim'e odaklandım.

"Üzgünüm ama seninle ölümün ağzında tanışıp çorba içmeye gelişimizi hala sindirmeye çalışıyorum."

"Yerinde olsam önce çorbamı sindirirdim." Maxim'im baştan savan yanıtıyla birlikte bende Valens gibi çorbaya üfleyip bir yudum aldım.

Ağzıma yayılan sade ama lezzetli tatla gözlerim açıldı ve ona bakakaldım. Maxim sanki ona bakacağımı biliyormuş gibi keyifle beni izliyordu.

"Maxim bu çok lezzetli!"

"Biliyorum, çünkü ben yaptım."

Mideme giren çorbayla vücudum kendine gelirken tüm görgü kurallarını geride bırakarak ardı ardına kaşık aldım.

"Bu kadar güzel yaptığımı da bilmiyordum."

"Ağzın yanacak Lounberg."

İkilinin ikazlarına aldırmasam da biraz yavaşladım. Maxim'de önüne bir tabak çorba almıştı benim aksime gayet kibar yiyordu.

Birkaç dakikanın ardından kasemden son kaşığı almamla gözüm ikilinin tabağına gitti, henüz bitirmemişlerdi.

Utanarak tabağımla bakışarak dikkat çekmemeye çalıştım. Birileri ikinci tabağı mutlaka alacaktı, işte o zaman saldırımı yapacaktım.

Ben bu düşünceler içerisindeyken Maxim bıkkın bir şekilde iç çekti ve yerinden aniden kalktı, hiçbir şey söylemeden ocağın üzerindeki büyük tencereyi açtı ve dolaptan aldığı başka bir tabağa yemek koydu.

Kapağı açmasıyla mutfağı saran et kokusuna tepkim tıpkı kedilerin yaptığı gibi burnumu havaya kaldırmak olmuştu.

Tanrım, olabildiğim en görgüsüz halimdeyim ama çok acıktım.

Bu yüzden Maxim önüme tepeleme yemek dolu bir tabak koyduğunda sevinçle küçük bir çığlık attım. Valens bu halime kıkırdadı.

Kahverengi olarak gördüğüm yemek aslında et ve patatesin birlikte olduğu basit bir yahniydi.

Minnettar bir şekilde Maxim'e baktım, sanki hiçbir şey yapmamış gibi önüne bakıyordu.

Bana dünyaları verdin az önce ama haberin yok...

"Maxim, çok düşüncelisin." Yemeğe kaşığımı daldırmadan önce samimiyetimi belirtmeye çalıştım, o ise sanki hiçbir şeymiş gibi elini boşa salladı ve ciddiyetle çorbasını içmeye devam etti.

"Aç kalmamalısın, özellikle önümüzdeki günlerde daha çok yemek yemeye çalış. Vücudun bir süre halsizlik yaşayacak."

Sözlerini aklıma not ederken yine de ona yakışmayan mütevazılığına şaşırmadan da edemedim.

Sahi, bana yeni kıyafetler verirken bile Valens'in gömleğini vermişti.

Maxim'e karşı içim ısınırken onun ukala tavırlarını göz ardı ettim, bu kötü karakter kombosu gibiydi.

Tanıdığım sağlıklı iletişim kurabilen tek karakter Serena idi, o da yabancılara karşı soğuk ve yüksekten bakan bir tavra sahipti.

Valens kalkıp kendine ve kuzenine yemek alırken, yahninin tadını çıkarıyordum. Sadece et,patates ve sostu ama çok lezzetliydi.

Ortamın rahatlamasıyla ağzıma kocaman bir patates dilimi atarken tekrar Maxim'e baktım.

"Yemek yapmayı nereden öğrendin?"

Maxim yahnisinden yemeye başlayacakken duraksadı ve ciddi bir ifadeyle bana baktı.

"Gölgelerde saklanarak ne kadar çok şey öğrenebileceğini bilseydin şaşırırdın leydim."

Gülümsedim ve öne doğru eğilerek elimi uzattım, ikili hareketime şaşırdığında kendimi açıkladım.

"Bana Misty ya da Soleil hangisi istersen onu diyebilirsin, seninle tanıştığıma çok memnun oldum Maxim." Cümlem biterken samimiyetle gülümsedim, Maxim'in gözleri hafifçe açıldı.

"Zaten tanışmadık mı?"

Elim hala havada...

"Çok kötü şartlarda, ayrıca içtenlikle memnun olamayacak kadar şoktaydım."

Bir bana birde elime bakarken bakışlarını Valens'e döndürdü.

"Biz böyle şeyler yapmıyorduk." Elimi inatla indirmezken gülümsememi korumaya çalıştım.

"Kadın dediğimiz şey böyledir Maxim, biz içine girdiğimiz her ortama farklılık ve medeniyet getiririz."

Valens güldüğünde Maxim pes edercesine iç çekti ve o da gülümseyerek sonunda elimi sıktı. Elinin sertliğini hissederken kalın eldiven tenimi okşadı. Ardından hızlıca elini geri çekti.

Karanlık formundayken ağzımı kapatan sivri tırnakları elini hatırladım, belki de hoşlanmadığı için ayak diremişti.

Düşüncelerimden habersiz olan Valens birden eliyle çenemi sildiğinde irkildim.

"Sakin ol, çenende sos kalmış."

Rezilsin Misty...

Peçete olmadığı için elimin tersiyle çenemi silerken utançtan başım tekrar ağrımaya başlayabilirdi. Valens ise yemeğini bırakmış bir halde beni izliyordu.

Gerçekten böyle anları hiç kolaylaştırmıyorsun.

"Birbirinizin farklı yönlerini gördüğünüz bir anı bozduğum için üzgün değilim ama ben hala yemek yiyorum, oradan bakınca size mum ışığı gibi mi gözüküyorum?"

Artık benimle el sıkıştığına göre, kibarlıkta bir yere kadardı. Dirseğimi masaya dayayarak ellerimi çenemin altında birleştirdim ve Maxim'e sinsice güldüm.

"O neden bana öyle bakıyor Valens, söyle bakmasın."

Maxim beni şikâyet ettiğinde Valens ikimize de aldırmadan yemeğine odaklandı, sanırım ikimizle uğraşacak enerjisi yoktu.

"Maxim kadınlarla hiç vakit geçirdin mi?" Sorumla tek kaşını kaldırdı ve bir an düşündü.

"Dişi kediler sayılıyor mu?" Yanıtıyla bir an nefes alamadım.

"Tabii ki sayılmıyor!"

"Öyleyse hayır, kadınlarla vakit geçirmedim."

Rahat yanıtı bana genel olarak insanlarla vakit geçirmediği izlenimini vermişti, kuzenleri dışında hiç arkadaşı olmuş muydu?

"O zaman bu gerçekleştiğinde gerçekten çok şaşıracaksın, lütfen bu olduğunda sen ve sevgilinle yemek yememe izin ver." Beni ciddiyetle dinlerken alay ettiğimi anladığında gözlerini devirdi.

Tatlım aslında seninle mimiklerimiz benziyor.

"Olmayacağı için sorun yok, tabii ki izin veririm." Tek kaşı kaldırarak bakma sırası bendeydi. Ortamızda oturan Valens ise sandalyede arkasına yaslanıp tenis maçı izler gibi bizi izliyordu.

İfadesi ciddi dursa da bakışları bu ortamdan zevk alıyor gibiydi.

"Olmayacağını nereden çıkardın?"

"Unutmuş olabilirsin ama ben birazcık şeytanım." Parmaklarını birbirine yaklaştırıp ölçü gösterirken güldüm.

"Bu hiçbir şeye engel değil."

"Bu her şeye engel." Kesin bir yanıttı, sözlerinden hiç rahatsız olmamış ve üzülmemiş gibiydi.

Onun için bu düşünce doğal bir şey olmalıydı, ruh halim ağırlaşırken ifademi bozmadan gülümsedim.

Benim içimde bir kötü sevici vardı, artık kabullenmem gerekiyordu.

"Biliyor musun olmaz dediğim birçok şeyin olduğunu gördüm, bu yüzen ben bir gün senin sevdiğin bir kızla aynı masada oturacağım." Aklıma gelen düşünceyle ekledim. " Tabii bu bir erkekse de sorun de-"

Valens'in patlattığı kahkaha ile sözüm yarım kalırken Maxim'de bana kaşlarını çatmış bakıyordu.

"Ah bu gerçekten çok güzeldi, sana bayılıyorum Lounberg."

Bana bayılmana bayılıyorum ama...

"Hey, onunla yeterince samimiyet kuramadan kalıplara sokmak istemedim o kadar."

Maxim bura dışında her yerde olmak istiyormuş gibi burun kemerini sıktı.

"Yeterince samimiyet kuramamış halin bu mu?"

Omuz silktim.

"Özel anlarımıza kulak kabarttığını kaba bir şekilde söylediğin andan itibaren samimiyet treni harekete geçmişti Maxim üzgünüm."

Eliyle siyah saçlarını dağıtırken bana inanamaz şekilde baktı.

"Sende benim hakkımda özel sorular sormadın mı?"

"Öyleyse ödeştik, ah bu arada doydum her şey çok güzeldi. Sohbetin devamında bana anlatacağın Ramanko tarihini merakla bekliyorum."

Valens ayağa kalkıp sandalyemin arkasına geçti ve omuzlarımı sıktı, başımı geriye karnına doğru bastırıp ona tersten baktım.

"Öyleyse ateşin karşısına geçelim, ısınman gerekiyor."

Sen beni böyle düşündüğünde ben zaten ısınıyorum yiğidim.

"Tamam, buraları toplayıp öyle geçelim." Sandalyeden kalkıp tabağıma el atarken Valens kolumu tutarak beni durdurdu. Ona sorarcasına baktım.

"Dinlenmen gerekiyor, bırak bunları Maxim halleder."

"Zaten bu kadar şey yaptı bırak yardım edeyim." Valens iç çekerken Maxim'den gelen ağız şaklatma sesiyle ona döndüm.

Hala yerinde oturuyordu, başını avucuna yaslamış eğlenen bir ifadeyle bizi izliyordu.

"Karnını doyuruyorum, arkanı temizliyorum üstüne üstlük seni eğitmemi istiyorsun. Demek böyle bir hismiş..."

Şerefsizlik kokan laf sokma cümlesi, nerede görsem tanırım.

Yine de sormam lazım.

"Ne hissi Maxim?"

"Evcil bir hayvana sahip olma hissi, teşekkür ederim artık insanlığa bir adım daha yaklaştım."

Nefes al Misty, ver şimdi de. Bir şeytanı dövemezsin.

"Düşündüm de haklısın Valens, gerçekten çok yorgun hissediyorum. Maxim burayı toplarken biz gidelim."

Maxim gözlerini kısarken ona dil çıkartmamak için kendimi tuttum, henüz hazır değildi.

Onun olmadığı bir çevrede Valens'e bir şeytanı nasıl döveceğimi de sormam gerekiyordu.

***

Evin geri kalanı gibi eskiden yaşamış bir ailenin izlerini taşıyan oturma odasında, şöminenin karşısına oturmuştuk.

Valens ile aynı koltuğa oturduk o köşeye otururken bende yan bir şekilde ona yaslanarak yanına oturdum. Bir koluyla beni sarıyordu.

Ve kalbim yaşadığı tüm anormal durumlardan sonra normal insanların başına gelebilecek bu anlar karşısında ritmini tutturamıyordu.

Odadaki tüm ışıkları kapatmıştık sadece şöminenin ışığı vardı, Maxim beklediğimden daha hızlı bir şekilde bulaşıkları halledip yanımıza geldiğinde sallanan sandalyeye oturdu.

Şimdi tam hikâye anlatıcılara benzemişti. Halimize huysuz bir bakış attı.

"Siz artık hep böyle mi olacaksınız?"

Valens kıkırdadı ve beni daha sıkı sararken o da sordu " Nasıl Maxim?"

"Yapışık."

"Evet, yapabildiğim kadar ona yapışmayı amaçlıyorum kuzen. Umarım alışırsın."

Ama sana bir şeyler oldu, ulti açtın...

Boğazımı temizleyerek geyik muhabbetini böldüm, bu kadar yeterliydi.

"Bazı sorularım vardı ama Valens senden tarih dersi almanın daha iyi olacağını söylediği için hiçbir şey sormadan sadece senin anlatmanı dinleyeceğim." Maxim bir an mutlu sayılabilecek şekilde gülümsedi.

"Yani hiç soru sormayacak mısın?"

"Anlattıkların bitene kadar sormayacağım Maxim, şansını zorlama."

"Pekâlâ, bu uzun sürebilir."

"Susarsan kendi ellerimle su getireceğim Maxim, anlat artık!" Valens çıkıştığında küçük şeytan daha fazla ayak diremedi.

"Benimde eksiğim var ama bildiklerimi anlatacağım. Bundan binlerce yıl önce henüz bu topraklarla devletlerin kurulmadığı kadim zamanlarda bazı şeytanlar cehennem zincirlerinden kurtulup insanların topraklarına ayakbastılar. Bunlar sıradan şeytanlar değillerdi hepsinin kendine özel yetenekleri ve birbirinden farklı güçleri vardı. Burada bir kabile gibi yaşamaya başladılar, fakat insan dünyasının güçsüzlüğü onların güce olan tutkusunu kamçılıyordu. Onlarda insanlar üzerinde hâkimiyet kurmaya karar verdiler. Sence bunu nasıl yaptılar?"

Sorusunu düşündüm.

"Yakıp yıkarak mı?" Güldü.

"İnsanlara isteklerini vererek. İnsan savaşları kazanmak istedi, buna en uygun olan şeytan oradaydı. İnsan daha çok ev ve para istedi, bunu bahşedebilecek şeytan yanlarına gitti. İnsan başkasına ait olanı istediğinde bir şeytan ona yolunu gösteriyordu. Bu iblis kabilesi bir arada bin yıldan daha uzun süre insanlar tarafından tanrı yerine konuldu. Ölümsüz şeytanların insanlar üzerine yaptığı müdahale evrenin dengesine aykırıydı. Eski yazılara göre cennet de cehennem de bu durumdan memnun değilmiş. Bu yüzden hepsine ilahi bir ceza olarak insan ömrü bahşedilmiş. Ölümsüzün güçlerine sahiplerdi ama artık bir insan ömrüne sahiplerdi. Bedenleri öldüğünde cehenneme geri gitmeleri gerekiyordu."

Kendimi tutamadım.

"Gitmediler mi?"

Maxim'in kızmasını bekliyordum ama o sakince başını iki yana salladı, isteksizce anlatacağını düşünürken kendisi de anlatıcı olarak hikâyenin içerisine girmiş gibiydi.

"Bulundukları yerden uzaklaşıp bugünkü Ramanko topraklarına geldiler, onlar gelmeden önce o topraklarda çiçek bile açmazmış bu yüzden yaşayan da yokmuş. Gözden uzak kalabilmek için o topraklarda yaşamaya başlamışlar. Zamanla bir çözüm bulmuşlar, artık insan vücuduna ve ömrüne sahip oldukları için bir insan gibi çoğalabileceklerini düşünmüşler. Kan en karanlık ve en bağlayıcı büyülerin vazgeçilmezidir Misty Soleil, çünkü içinde ruhun izini barındırır. Kendi aralarında iki tarafa ayrılıp birlikte olmaya başlamışlar."

Hikâye git gide tekrardan midemi etkileyebilecek bir boyuta gelirken yüzümü buruşturdum, Valens'in bakışlarını üzerimde hissediyordum.

"Şeytanlar özgür kaldıklarında insanların arasında bulunabilmek için ortak bir görünüş belirlemişler, kanlarını belli eden kırmızı gözler ve insanlara melekleri çağrıştıran sarı saçlar böyle tercih edilmiş. İnsanları bu kadar rahat etkileyebilmelerinin bir sebebi de eşi benzeri olmayan görünüşleri olmuş. Bu görünüşleri çiftleşmeleri sonucu doğan çocuklara da aynı şekilde geçmiş. Çocukları bir şeytanın kanına ama insanın kaderine sahip olmuşlar. Güçlü ama ölümlü."

"Tüm bunlar olurken cennet ve cehennem arkalarını mı dönmüşler?" Maxim güldü ardından omuz silkti.

Bilmiyordu.

"Şeytanlar aldıkları ceza gereği bir insan ömrüyle öldüler ve geriye çocuklarını bıraktılar, fakat ilahi cezaları asla tamamlanamadı. Ruhlarını soylarına bağlamışlardı bu yüzden cehenneme geri girseler de oradan rahatça çıkabilirlerdi. Çocuklarından birinin onlara ihtiyaç duyması yeterliydi ve gerçekten de kendilerinin ardından gelen her nesil onlardan birilerini çağırdı. Böylece tekrar ve tekrar bağlandıkları ruhlarla insan dünyasında yaşama şansı elde ettiler. Şeytanların çocukları zamanla kendilerine bir isim verdiler bu isim daha sonra kendileriyle birlikte gelişip yaşanabilir hale gelen topraklara da ismini verecekti. İşte Ramanko ailesi ve onların kurduğu Krallığın öyküsü bu şekildeydi."

Duyduklarımı sindirmeye çalışırken Valens gerildiğimi hissetmiş gibi omzumu okşadı. İkisi de sessizce beni bekliyordu.

Maxim'e baktım, şöminenin alevleri kırmızı gözleriyle dans ederken odanın karanlığı siyah saçlarıyla örtüşüyordu. Derin bir nefes aldım.

"Onları nasıl geri çağırıyorsunuz, bir ayin büyü gibi mi?"

"Hayır, bunun belirli bir şekli yok. Gerçekten onlara ihtiyacının olması gerekiyor, içinde sadece onların sana verebileceği bir şeye karşı güçlü bir arzu duymalısın. Sonrasında senin için en uygun olan şeytan ruhuna fısıldamaya başlıyor."

"Gölgelerin arasından geçerken fısıldadıkları gibi mi?" Başıyla onayladı.

"Benziyorlar ama kesinlikle aynı değil, gölgeler cehennemin arzularının yansımasını taşır bu yüzden hedefleri sana güç bahşetmekten çok seni tüketmek olurdu. Ne duyduğunu bilmiyorum ama umarım aklını bulandırmamıştır, düşük seviye olsalar da karanlığa dalmış birinin ruhunu okuyup ikna edici olabilirler."

"Evet, ilgi çekici birkaç şey vardı ama uyarını dinleyip sözlerini ciddiye almadım. Yine de ilginçti sanki kulağıma değil de zihnime fısıldıyor gibilerdi."

Maxim beni izlemekle meşgulken yorum yapmadı, konuşma hakkını tamamen bana bırakmıştı.

"Senin sahip olduğun tüm bu yetenekler..."

Alevlerle aydınlanan kırmızı gözler tehlikeyle parlarken Maxim sözlerimi tamamladı.

"Bana yardım etmesi için ruhumu bağladığım şeytanın bahşetti güçler."

Valens onun beş yaşında öksüz kaldığını söylemişti, o zamandan beri gölgelerleydi. Arve'den sadece iki yaş büyüktü...

Sadece şeytanların verebileceği arzular ve annesini kaybetmiş beş yaşındaki bir çocuk.

Şeytanın annesini kaybetmenin acısını yaşayan bir çocuğa fısıldadığını düşündüğümde tüylerim diken diken oldu.

Bakışlarımı bana dikkatle bakan Valens'e çevirdim.

"Bu senin de başına gelebilir mi?"

Valens tatsız bir şekilde gülümsedi.

"Bu hepimizin başına gelebilir Misty, yeter ki isteyelim..."

-----------------------------------------------
Devamı birkaç gün sonraya öpüldünüz jsjdjs

Đọc tiếp

Bạn Cũng Sẽ Thích

kangren Bởi ilayda

Tiểu Thuyết Lịch Sử

61.1K 5.9K 36
mekanik veya termal hasarın neden olduğu karakterize kayıp
7.3K 1.4K 6
Dediğiyle bir lahza beklemeden defterini alarak gitmişti bey oğlu. Ardında dolu dolu olmuş gök gözler bıraktığını bilmeden öylece gitmişti. Genç kız...
216K 10.3K 21
Ben Asenath. Prens Seth'in biricik hizmetkarı. Bir Firavun olduğunda, uğruma kendi kız kardeşini öldürdü. Ben Asenath. Canı beş para etmez bir köley...
26.5K 1.6K 20
Mucizevi bir şekilde geçmişe giden bir kadın, ardı sıra getireceği hadiseler ile tarihi değiştirmeye başlar. Osmanlı'nın kurucusu olan Osman Bey'in a...