HALEF

By lemveli

910K 72K 46.2K

Ansızın bir fırtına başladı, tüm gerçekler saklandığı yerden çıkıp onların üzerine devrildi. Hikâyelerinin m... More

HALEF
I - ❝Rüyamdaki Gizemli Adam❞
II - ❝Geçmişin İkinci Kamçısı❞
III - ❝Düğümlenen Zihin❞
IV - ❝Gözlerimdeki Ceset❞
V - ❝Yağmurun Yıkadığı Ruhlar❞
VI - ❝Bataklıkta Açan Çiçek❞
VII - ❝Martıyı Umursayan Okyanus❞
VIII - ❝Rüyalarda Buluşuruz❞
IX - ❝Seni Kaybettim❞
X - ❝Hislerim Sakallarında Saklı❞
XI - ❝Sana... En Çok Sana.❞
XII - ❝Satırlara Hapsolan Karakterler❞
XIII - ❝Yanımda Kal❞
XIV - ❝Güzel Bir Şey❞
XV - ❝Parçalanan Güvenin Acıtan Kırıntıları❞
XVI - ❝Uçuruma Koşmak❞
XVII - ❝Yaşanmaması Gereken Gün❞
XVIII - ❝Adımı Söyle Bana❞
XIX - ❝İliklere Kadar İlk❞
XX - ❝Takvimin Veda Günü❞
XXI - ❝Acıya Mesken Ruh❞
XXII - ❝Güneş Batacak❞
XXIII - ❝Sönmüş Sokak Lambası❞
XIV - ❝Yüreğe Batmış Çiviler❞
XV - ❝Öpülen Avuçlara Düşen Kor❞
HALEF - II - DÜŞÜŞ
I - ❝Boğulmak ya da Ona Tutunmak❞
II - ❝Kuşunun Peşini Bırakmayan Kafes❞
III - ❝On İkiye Kadar❞
IV - ❝Filizlenmeden Tekrar Küllenen Ruh❞
V - ❝Pişmanlıklar ve İhanetler❞
VI - ❝Gemisini Bekleyen Sahil❞
VII - ❝Öfkenin Şefkate Yenilgisi❞
VIII - ❝Bir Yemin, Bir Yeni Sayfa, Tek Hayat❞
IX - ❝Sevdanın Vekâleti❞
X - ❝Takvimin Karanlık Günü❞
XI - ❝Mezarlar ve Doğumlar❞
XII - ❝Acının Tedavisi❞
XIII - ❝Yaralı ve Yâr❞
XIV - ❝Gerçekler ve Rüyalar❞
TEŞEKKÜR & AÇIKLAMA & PLAYLİST
ÖZEL BÖLÜM 1
ÖZEL BÖLÜM 2

XV - ❝Düşler ve Düşüşler❞

3.4K 171 32
By lemveli

"Seni bazen unutmak, bazen ise hatırlamak için uyuduğum her gece,

Rüyalarda buluştun benimle.

Söylesene, bu nasıl bir kısır döngüydü?

Uyurken dahi kendini sevdirmeyi nasıl başardın?

Sen, Gece Gözlü Adam.

İçimdeki o buruk kız çocuğuna,

Şeker diye umut verdin,

Sen onu çok sevdin, Gece Gözlü Adam.

Ona gülmeyi öğrettin.

Andım olsun, kalbim seni unutmaz.

Bedenimin üzerinden tır geçse,

Kurşunlar delik deşik etse,

Ruhum sökülüp çıksa da vücudumdan,

Sen içimden çıkmazsın.

Şayet bir gün içimden çıkmak istersen eğer,

Kaburgalarım sana zindan olsun, Gece Gözlü Adam."


XV - "Düşler ve Düşüşler"

2. Kitap Finali


Günler birbirini kovalarken bu koşuşturmaya ayak uydurmaya çalışıyordum. Neredeyse her gün holdinge uğruyor, toplantılara giriyor, geçmiş dosyaları gözden geçiriyordum. Çalışmak bana iyi gelmişti. Evdekileri özlüyordum mesela. Akşamları eve gitmek için can atıyordum. Gün içerisinde Turan'la iş için defalarca konuşmak, aramızda yıkılan köprüleri yeniden inşa etmeye başlamıştı. Bazen karşılıklı oturup çay, kahve içiyorduk. Geçmişten, çocukluk anılarımızdan konu açıldığında ikimiz de bir gevezeye dönüşüyorduk. Sonrasında konu dedeme geldiğinde dudaklarımız mühürleniyor, sessizliğe mahkûm oluyorduk.

Ruh hâllerimiz aynı oluyordu. Bunu artık ikiz olmamıza bağlıyordum. İkiz... Turan ve ben ikizdik. Bu cümle zihnimde her gün yankılanıyor, tüm benliğimle gerçeği kabul etmemi sağlıyordu.

İyiydik ve sanırım daha iyi olacaktık. Karşılıklı iltimaslarımız, yok edemediğimiz bağımız, sevgimiz vardı ve bunun bilincindeydik.

Kapım çaldığında, "Gel," dedim mekanik sesle. Turan başını içeriye doğru uzattı ve ardından tamamen odaya girip kapıyı kapattı.

"Çok mu işin var?"

Başımı iki yana salladım. "Birazdan bitecek. Neden?"

Kaşları havalandı ve bana doğru gelerek ellerini masamın iki yanına yasladı. "Akşam Cihan'ın nişanı var. Sana davetiye göndermişti ama vermeye tereddüt ettim."

Elindeki krem renkli zarfı bana uzattığında kaşlarımı çatmıştım. "Nişan mı?"

"Burcu Sayer'i tanırsın," dediğinde kısa bir süre düşünmüştüm. Burcu... Sanırım Bolatların hissedarlarından birinin kızıydı. "Cihan'a âşıktı ama bizimki yüz vermiyordu. Kafasına ne düştü, bilmiyorum ama sevgili olmaya karar verdiler. Şimdi de nişan var." Dudaklarım aralandı. Ne diyeceğimi bilememiştim. "Davetiye günler önce geldi. Tereddüt ettim sana vermeye çünkü kocanı çağırmamış."

Kaşlarım mümkünmüş gibi daha çok çatıldı. "Zamir'i çağırmamış derken?"

"Sadece senin ve benim ismim var," diye açıkladı durumu. "Kavalyen olabilirim. Eski günlerdeki gibi ikimiz katılabiliriz." Bir ona bir de elimde tuttuğum davetiyeye baktım. "Kocan izin vermez mi yoksa?"

"Saçmalama," dedim sertçe. "Zamir, hayatında görüp görebileceğin en saygılı insanlardandır."

"O zaman sorun ne?" Kollarını göğsünde birleştirerek sorgulayan gözlerle beni süzdü. "Gidelim mi? Cihan'ın seni aşmasını kutlamalıyız."

"Peki. Akşam beni alırsın." Dudaklarımdan firar eden cevaba karşılık memnuniyetle gülümsedi ve geri geri giderek odadan çıktı. O odadan çıktığı sırada Meral, elindeki tepsiyle içeri giriyordu. Başımla gelmesini işaret ettiğimde dumanı tüten kahveyi masaya bırakmıştı.

Kahvenin kokusuyla beraber midemin kalkması bir oldu. Elimle ağzımı, burnumu kapattım ve kupayı kendimden uzaklaştırdım. "Mihrinaz Hanım? Ne oldu?" Kupayı eline alarak burnuna yaklaştırdı ve kokladı. "Normal kokuyor."

Elimi ağzımdan çektim. "Midem bulandı bir an için."

Meral'in gözleri belerdi. "Doktor çağırayım mı?"

"Yok, yok," diye karşı çıktım. "Su getirir misin, lütfen? Limon da sık mümkünse."

"Elbette," diyerek tepsiye uzandı ve aceleyle dışarı çıktı. O sırada şakaklarımı ovmuş, derin nefes almıştım. Az da olsa kahve tüketen biriydim ama daha önce kokusunun beni rahatsız ettiği olmamıştı.

Telefonum çaldığında elimi uzatarak arayan kişinin ismini okudum ve aramayı saniyesinde cevapladım. "Ne yapıyorsun?"

Sesi tüm yorgunluğumu alıp götürdüğünde sırtımı geriye doğru yasladım. "Hiç. Sen?"

"Birkaç işimi hallettim. Seni alıp bir yerlere götürürüm diye düşündüm. Hani randevuya çıkacaktık ya." Günlerdir ertelediğim, evliliğin tadını çıkarmak için arka plana attığım randevu için benden daha hevesli gibiydi.

"Zamir," dedim kısık sesle. "Bu akşam Turan'la bir yere gitmem gerekiyor."

"Davet mi var? Dün hiçbir şey söylememiştin."

"Cihan'ın nişanı varmış."

"Bir gün çok mutlu olacaksın ve ben de seni izliyor olacağım. Her şey güzel olacak. Bana inan, lütfen." Cihan'a bu cümleyi kurmamış olsaydım sırf Zamir'e katil ithamında bulunduğu için nişana katılmazdım ama o gün karşımda ağlayan Cihan'a bunu borçluymuşum gibi hissediyordum. Aylarca bana olan saplantılı aşkı yüzünden tedavi görmüş, bambaşka birine dönüşmüş Cihan'ın yeni adımında yanında olmalıydım.

"Peki," dedi kuru bir sesle. "Eve uğrayacak mısın?"

"Elbette. Birazdan çıkacağım. Evde buluşuruz."

"Tamam."

Telefonu kapattığım sırada Meral, elindeki limonlu suyla içeri girmişti. Suyu masama bırakıp, "Bulantınız geçti mi?" diye sordu endişeli ses tonuyla.

"Geçti," diye mırıldandım ve limonlu sudan kocaman bir yudum aldım. "Yurda yerleştirilen çocuklar için kıyafetleri yolladınız mı?"

"Elbette, Arif Bey bugün bizzat götürdü."

"Harika. Ben çıkıyorum. Yarının programını yollar mısın?"

"Tabii. İyi günler size."

"Sana da."

Holdingden çıktığımda Arif beni kapının önünde bekliyordu, beni görür görmez kapımı açtı. Binlerce kez buna gerek olmadığını söylemiştim ama yine beni dinlemeyeceğini belirten bir bakışla karşılık vermişti bana.

Konuyu üstelemeden arabayı çalıştırmasını ve eve giden yola çevirmesini izledim. Ardından telefonumu çıkarıp sosyal medyada gezinmeye başladım. Cihan'ın, Fatih'in, Hazal'ın profillerine baktım. Üçü de akşam gerçekleşecek nişanla ilgili şeyler paylaşmıştı. Hazal kuaförden fotoğraf atmıştı. Cihan ve Fatih beraber video paylaşmışlardı. Cihan'ın tıraş olduğu komik bir videouydu. Büyük ihtimalle Turan da onların yanına gitmişti.

Bir zamanlar hayatımda sadece onlar vardı ama şimdi hepsi, uzak bir ülke gibi geliyordu bana.

Eski hâlimi hatırlatıyorlardı. Zamir'den önceki Mihrinaz'ı anımsıyordum onların yanında ve bunu istemiyordum.

Dakikalar sonra araba evin önünde durduğunda Arif'ten önce kapıyı açtım ve dışarı çıktım. Gökhan ve İbrahim kapının önündeydi. İbrahim sigara içiyor, Gökhan ise ondan uzaklaşmaya çalışıyordu. İbrahim inadına Gökhan'ın peşinden koşturmaya başladığında dudaklarımı birbirine bastırarak bahçe kapısının önüne geldim ama beni fark etmemişlerdi.

Arif koşarak gelip elini içeriye uzattı ve zorlukla kapıyı açtı. "Çocuk musunuz siz?" Bağırdığında Gökhan ve İbrahim'in bakışları önce onu, sonrasında beni buldu.

İbrahim sigarayı çöp kutusuna doğru attı ve izmarit tam içine düştü. Koşarak yanıma geldiklerinde, "Basketbol oynadın mı daha önce?" diye sormuştum merakla.

"Hı?"

Gökhan kafasına vurdu sertçe. "Hı ne? Bir soru sordu."

İbrahim omuzlarını silkerek başını iki yana salladı. "Yok, oynamadım."

Ona beğeni işareti yaparak, "İyi atıştı," dedim ve yanından geçerek kapıya doğru ilerledim. Üçü de onlarla arkadaş gibi konuşmama bir türlü alışamıyordu ama onları, aileden biri gibi görüyordum. Aile kavramının itibardan değil, sevgiden oluştuğunu anladığım bu süre zarfında onlara bir çalışan gibi bakamıyordum. Üçü de Akşahinleri bırakıp buraya gelmeyi kabul etmişti. Zamir bunu benim için yaptıklarını söylese de onun da payı olduğundan emindim. Zamir'i sevdiklerinin farkındaydım. Özellikle Arif, Zamir'i bir idol olarak görüyordu.

Zili çaldığımda Baran bana kapıyı açmış, yanağıma öpücük bırakmıştı. "Hoş geldin."

"Hoş buldum. Ne yapıyordunuz?"

Onunla beraber banyoya ilerlediğim sırada, "Zamir ve Umut öğlen uykusunda. Büşra ve ben de mutfakta yemek yapıyorduk," diye açıkladı. "Sen uyuyacak mısın?"

"Birkaç dakika uzanırım," diyerek ellerimi yıkadım ve havluyla durulayıp banyodan çıktım. "Akşam ben yokum. Yemeği ona göre yapın."

"Zamir söyledi," dedi ve başını salladı. "Git, dinlen biraz."

Odaya girdiğimde Zamir kendi tarafında uzanmıştı. Umut, yatağın ortasında kendi battaniyesi ve yastığıyla huzurlu uykusunun kollarındaydı. Zamir yorganın üzerine yattığı için dolaptan aldığım battaniyeni alıp yatağa doğru ilerledim. Umut'un diğer tarafına uzanıp battaniyeyle hem Zamir'in hem de kendi üzerimi örttüğümde gözlerini kırpıştırarak açtı, bana baktı.

Boğuk çıkan sesiyle, "Erken gelmişsin," dedi.

"Evet. Seni özledim." Cevap vermediğinde bir terslik olduğunu anlayıp elimi uzattım ve yanağına dokundum. "Nişana gitmemi istemiyor musun?"

Dudaklarından sesli bir nefes kaçtı, kara gözleri gözlerime takıldı. "Mihrinaz, buna karışmayacağımı biliyorsun."

Kaşlarım havalandı. "O zaman sorun ne?"

"Bugün için planlar yapmıştım. O canımı sıktı."

Doğruldum ve Umut'un ayaklarına değmeden Zamir'in karnının üzerine oturdum. Buna şaşırdığı her hâlinden belli olsa da hiçbir şey demedi. Sırıtarak yanaklarını sıktım. "Ya sen plan mı yaptın? Yerim seni!" Neşeli sesimle gözleri belerdiğinde yanaklarını mümkünmüş gibi daha fazla sıkıştırdım. "Lütfen, nişandan sonra gidelim. Lütfen!"

Karnının üzerinde zıpladığımda nefesi kesilir gibi olmuştu. Kollarını uzatarak omuzlarımı sabitledi. "Dur, tamam." Derin nefes aldı. "Öldürecek misin beni?"

"Kıyamam ben sana, yiğidim."

Burnuma fiske attı. "Adamsın."

Beni kendisine doğru çektiğinde ayaklarımı ayaklarının üzerine yasladım ve üzerine uzandım. Bir elimi göğsüne, diğerini saçlarına getirdiğimde, "Bu akşamdan sonra flört gibi davranacağız," dedim sevimli çıkan sesle. "Ayrı odalarda mı uyusak?"

"Geceleri flört gibi davranmasak?"

"Hayır," dedim anında. "Lütfen, birkaç gün mesajlaşalım. O hissi çok merak ediyorum. Yorganın altında sabaha kadar konuşalım."

"Evlendik biz," dedi hatırlatmak ister gibi.

Omuz silkip, "Olsun," dedim. "Beni kıracak hâlin yok ya."

"Ne haddime sizi kırmak!" dedi alayla ve saçlarımı karıştırdı. "Cadısın sen. Büyü yaptın bana."

"Foyam ortaya çıktı," deyip kıkırdadım. Sesime tepki veren Umut sol tarafa döndüğünde susup Zamir'e sarıldım ve gözlerimi kapattım. "Kıpırdama. Bir saat uyuyacağım. Sonra uyandır beni."

"Baş üstüne."

"Benim reçellerimi nasıl kaşık kaşık midene indirirsin?" Baran'ın bağırmasıyla irkildim ve ağzımdaki kaşık masaya düştü. Kaşlarını çatarak masadaki kavanozu aldı ve içine baktı. "Oha! Resmen bitmiş! Zamir!" Sesi mümkünmüş gibi daha yüksek çıkmıştı. "Gel de şu karının yaptığına bak!"

Zamir'in adım sesleri kulağımı doldurdu. Daha mutfağa girmeden, "Şimdi benim karım mı oldu? Hani kardeşindi? Bir reçel için ne diye delirdin?" demişti.

"Ulan koca kavanozu yemiş!"

Zamir muhtemelen Baran'ın abarttığını düşünmüş olacak ki gelip kavanozun içine baktı ve kaşlarını çattı. Hayretle bana baktı. "Sen mi yedin hepsini?"

"Siz benim lokmalarımı mı sayıyorsunuz?" Gözlerim dolmaya başladığında ayaklanmış, mutfağın çıkışına doğru yürümeye başlamıştım. "Yazıklar olsun."

Baran arkamdan, "Hamile misin sen?" diye seslendi. Tabanlarım yere mıhlandığında boğazım düğümlenmişti. Hamile olabilir miydim? Bu sabah kahve kokusu yüzünden midem bulanmıştı. Büşra'nın da ilk aylarda kokuya karşı hassas olduğunu net hatırlıyordum.

Zamir, "Saçmalama," dedi.

Mutfaktan çıktığını duyduğumda adımlarımı hızlandırıp odaya girdim. Zamir de peşimden geldiğinde, "Mihrinaz?" demişti kadife gibi bir sesle. "Sana verdiğim hapları kullanıyor musun?"

Kırgın bakışlarla, "Bu kadar çok mu korkuyorsun?" diye sordum.

"Kendim için korkmadığımı biliyorsun." Benim aksime çok sakindi.

"Öyleyse senin gözünde annelik yapacak potansiyele sahip değilim."

"Mihrinaz!" Daha ileri gitmemem için beni uyarıyordu. "Böyle düşünmediğimi biliyorsun." Yanıma geldi ve elimden tutarak yatağa oturmamı sağladı. Gözlerini gözlerime kenetlediğinde, "Bir bebek isterim," dedi. "Sana benzeyen tatlı bir kızımızın olmasını çok isterim ama sana ağırlık olacak hiçbir şeyi şu an omuzlarına yükleyemem. Daha çok gençsin. İstediğin zaman anne olursun. Acele edip kendini yıpratma."

Hapları kullanmadığımı söylesem bana kızar mıydı? Kullanmamıştım çünkü istemiyordum. Kendimi kısıtlamak, rahmime düşecek bir bebeği engellemek içimden gelmemişti.

"Tamam," diyerek geçiştirdim. Daha fazla deşmemesi için başımı omzuna yasladığımda eli, ezbere bildiği rotada ilerledi ve sırtımda gezintiye çıktı. "Bu gece düğünden erken çıkacağım. Restorana götürür müsün beni?"

"Kurt iştahlı keçi! Haydi, hazırlan. Seni bırakıp birkaç işimi halledeceğim. Sonra gelip alırım seni."

"Tamam." Turan'a Zamir'in beni bırakacağını ve orada buluşmamızı belirten bir mesaj attım.

Dolabın kapaklarını açıp içinden kısa, siyah elbiseyi aldım. Nişan için şık, restoran için ise sade görünmek istiyordum. Elbisenin kolları kabarıktı ama formu dardı. Göğüs kısmı kalp şeklinde kesilmişti ve boynum açıkta kaldığı için kolye takmam gerekiyordu.

Zamir çalışma masasında bilgisayarı ile uğraşırken ben de üzerimi değiştirmiş, kasayı açıp takacağım mücevherleri seçmiştim. Evlilik teklifi ettiği gün verdiği lotus çiçeği sembollü yüzüğü, Turan'ın aldığı kolye ve küpeleri taktığımda en son makyajım ve saçımı tamamlamıştım. Ardından topuklu ayakkabılarımı giyerek odada dolaşmaya başladım.

Omzunun üzerinden bana baktı. "İlk randevu için fazla iddialısın."

Tek elimi belime koyarak ona göz kırptım. "Her zaman iddialıyım, yakışıklı."

Çarpık bir gülümseme takındı ve sandalyesini geri iterek ayağa kalktı. Sağlam birkaç adımda yanıma ulaştığında nefesim düzensizleşmişti. "Bu yakışıklı seni yer."

Bana uzanan elini durdurdum. "Zamir, daha yeni tanıştık biz. Hemen bana temas etmene izin veremem."

Gözleri parmağımda parlayan yüzüğe kaydı ve ciddi misin, dercesine baktı. Kaşları havalanırken gözleri arkadaki yatağa kaymış, tekrar bana dönmüştü.

Dudaklarımı ısırarak bir adım geri çekildim. "Çıkalım mı?"

"Hemen giyinip geliyorum."

Başımı sallayıp üzerime kabanımı aldım ve dışarı çıktım. Mutfağa girdiğimde içeriden gelen yoğun kokuyla midem bulandığında kaşlarım, aklıma gelen ihtimalle çatılmıştı. Olabilir miydi?

Büşra çorba yapıyordu. Bana döndüğünde, "Çok güzel olmuşsun," diye mırıldandı. "Anahtarınızı almayı unutmayın."

"Teşekkür ederim," diyerek çaktırmadan ilaçların olduğu dolaba uzandım. "Biraz başım ağrıyor." İlaçların olduğu kutuda hamilelik testi gördüğüme emindim. Büşra şu an ikinci bir bebek istemediği için kontrollü davranıyordu ve birkaç test almıştı.

Kutuda aradığım şeyi bulduğumda göz ucuyla Büşra'yı kontrol ettim ve testi cebime attım. Kendime kocaman bardakta su doldurduğumda canım hâlâ yediğim reçelden istiyordu ama o son kavanozdu. Eve çilek reçeli stoklamam gerekiyordu sanırım.

Ya gerçekten hamileydim ya da zihnim, beni buna inandırmak için oyun oynuyordu.

"Ben hazırım," diyen sesle irkildim. Zamir mutfağın girişinde ellerini iki yana açarak giydiklerini gösteriyordu. Üzerinde siyah takım elbisesi, lacivert gömleği vardı.

Lacivert... İlk kez gerçekten karşıma çıktığı lansmanda giydiği renkti.

Büşra, "Siz bayağı ciddiye alıyorsunuz bu randevu olayını," dedi. "Evlendiniz ama yine de akıllanmadınız."

"Biz hiç randevuya çıkmadık çünkü. Nasıl evlendik, onu bile anlamadım ben."

"Bir şey demedim," diyerek çorbadan bir kaşık aldı ve bana uzattı.

Kokusu bile midemi bulandırıyorken nasıl içebilirdim? Ellerimi sağa sola salladım hızla. "Üzerime dökerim şimdi. Zamir baksın tadına."

Zamir'in şüpheyle kısılan gözleri Büşra'ya doğru döndü ama ifadesi değişmedi. Çorbanın tadına bakıp ona beğendiğini ima ederken başıyla çıkmamızı işaret etmişti. Umut ve Baran ortalıkta yoktu. Büyük ihtimalle Baran ona masal anlatıyordu. Daha bir yaşı bile dolmamış bir bebeğe sürekli masal anlatmaya çalışıyordu ama Umut asla onu dinlemiyordu. Yine de hevesini öldürmemek için hiçbir şey diyemiyorduk.

Dışarı çıktığımızda kapıda bekleyen Arif, Gökhan'la vedalaşmış; Zamir'in arabasına doğru ilerlemiştik. Adresi Zamir'e gösterdiğimde başıyla onaylamış, arabayı bahçeden çıkarmıştı.

"Kiminle evleniyormuş?"

"Ortaklarının kızıyla."

Başını ağır ağır salladı. "Şaşırmadım."

"Zamir," diye uyardım onu.

"Ne?" diye sordu. "Zamanında seninle evlenmeye kalkışmadı mı? Babasına karşı çıkamadığını iddia etti, sonra ona sarılmanı yanlış anladığına dair bir şeyler zırvalamadı mı? Derdi, cebine girecek para olmasaydı ne seninle ne de o kızla evlenmek için adım atmazdı. Seni gerçekten sevseydi şu an başkasıyla nişanlanmazdı."

Başımı tamamen ona çevirdim. "Ne demeye çalışıyorsun?"

Derin bir nefes aldı ve sakin sesle, "Senin ona ne kadar çok üzüldüğünü biliyorum, Mihrinaz," dedi. "Üzülme. Kimseye üzülme artık. Sadece kendini düşün. Çünkü eninde sonunda herkes kendi yolunu buluyor. Turan ve Cihan gibi."

"Gerçekten sorun Cihan için kendimi üzmem mi?" Kuşkuyla onu süzdüm. "Yoksa onunla cenazeden sonra ilk kez karşılaşacağımız için kıskanıyor musun?"

Dudaklarından kaçan sesli nefes eşliğinde alayla güldü. "Kıskanmıyorum."

"Kıskansan bile neden bunu belli etmiyorsun, Zamir?" Bazen kendini zorlukla dizginlediğine şahit oluyordum ama ağzını açıp tek kelime etmiyordu. Bunu giymesen mi, bununla görüşmesen mi dememişti hiç. Elbette, böyle olmasından memnundum ama sebebini sorguladığım çok an olmuştu.

"Çünkü benim yüzümden herhangi bir hareketini kısıtlamanı istemiyorum. Aşk kendinden ödün vermek, değişmek, kısıtlanmak demek değildir. Benim aşkım en başından beri yıkıcı değil, yapıcıydı. Sadece seni iyileştirmek istedim. Bazen elime, yüzüme bulaştırdım hatta daha çok yaraladım, kanattım seni. Ama günün sonunda kollarımın arasına girip bana sığındın, benden güç aldın."

"İlk randevu için fazlasıyla açık konuştun, Zamir. Hoşuma gitti. Hanene bir puan ekliyorum."

Muzip tavırla sırıttı. "Dün gece için kaç puan ekledin?"

"Pis sapık," diyerek omzuna vurdum. "Ağır ol."

"Fesatsın sen," diyerek bana dil çıkardı. "Dün gece sana yaptığım kahve için kaç puan aldığımı sormuştum." Yanaklarımın ısındığını hissettiğimde başımı cama doğru çevirdim. Bir şekilde kendini aklamayı başarmıştı yine.

Uydu telefonunun sesi gelene kadar yolu izledim. Fakat ses geldiğinde istemizce dikkatimi ona vermiştim. Zamir bir süre karşı tarafı dinledi. Yüzünde memnuniyetsiz bir ifade belirmişti. "Bunun için mi aradın beni?" Karşı tarafın cevabını bekledikten sonra konuşmaya devam etti: "Evet, yanımda. Siz tartıştınız diye biz de mi tartışalım?"

Telefonu kapatmadan avucunun içine aldı. "Mihrinaz, Lev Tolstoy mu yoksa Dostoyevski mi?"

"Elbette, Dostoyevski."

"Hayda, al sana tartışma konusu. Mutlu musun Haris?" Haris... Bu ismi yine duyuyordum. "Bence Tolstoy. Kitapları hayatı kapsıyor ve gereksiz uzatmalar yapmadan bunu başarabiliyor. Dostoyevski, belirli bir kalıpların içinde yazıyor sanki ama Tolstoy, bütün toplumu ve hayatı anlatıyor. Tolstoy'un tek cümlesinin derinlerine inebilirsin. Üstelik daha canlı, huzurlu hissettiriyor insana."

Gözlerim irileşti. "Dostoyevski halktan insanları işliyor; sisteme, kurallara isyan ediyor. Kurulan sistemin hatalarını, mantıksızlığını ve sistemler ile değerlere körü körüne bağlandığımızı anlatıyor. Dostoyevski her zaman korkusuzca yazmış. Maddiyata, maneviyata, inanca ve sistemlerin hepsine umursamazca saldırabilmiş. Sistem tarafından kötülenen ve çok zor durumlarda bırakılan bir dahidir o! Hayat hikâyesini hiç okudun mu? Tüm yaşamını Tolstoy'un aksine sefalet, sürgün, hapishane ve hastalıklarla geçirmiş. Tolstoy'un aksine bulunduğu zamana ve topluma değil; insanlık var oldukça tüm insanlığa hitap edecek bir yazar konumuna ulaştı."

Başını şiddetle iki yana salladı. "Tolstoy, mükemmel bir yazardır. Tüm yanlışlarını onun kitaplarını okuyarak kavrayabilirsin."

Ona meydan okudum. "Dostoyevski de kusurlarıyla bir efsanedir o zaman. Tolstoy'u severim ama yapıtları söz konusu olduğunda tercihim her zaman Dostoyevski oldu. İnsanın iç dünyasını Tolstoy'dan daha derin inceliyor."

Telefonda bekleyip bizi dinleyen Haris'in gülme sesini duydum. Onun hemen ardından, "Ne gülüyorsun?" dedi ince bir ses sahibi. "Kadın haklı. Hem ikisi de aynı zamanın yazarı olmalarına rağmen birbirileriyle hiç tanışmamışlar. Fakat Tolstoy'un, son nefesinde Ölüler Evinden Anıları okuduğunu ve bundan daha iyi bir yapıt bilmediğini söylediği iddia ediliyor."

"Çenenizden korkulur," diye homurdandı Zamir.

"Korkun zaten," dedi kadın. "Kusura bakma, Zamir. Sizi de rahatsız ettik ama bir destekçiye ihtiyacım vardı. Mihrinaz, teşekkür ederim."

Kaşlarım çatılırken Zamir'e sorgu dolu bakışlar attım. Bana telefon açıkken cevap vermeyeceğini anladığımda, "Ne demek," diye yanıt vermiştim kadına. Nihayet Zamir telefonu kapattığında, "Onlar kimdi?" diye sormuştum.

"Haris İstihbarattan. Hilal Uluant ise ünlü bir gazeteci."

Hilal Uluant... Zihnimde ismi dönmeye başladığında gözlerim kocaman açılmıştı. "Hatırladım. Ne alaka?" Ünlü bir gazeteciydi ve daha çok savaş bölgelerine giderdi. Hayatıyla oyun oynayanlardandı. İnce bir ipin üzerinde yürüyor ama elindeki mikrofonu asla bırakmıyordu.

"Orası gizli," diyerek beni geçiştirdi. "Boş ver."

Daha fazla konunun üzerine gitmedim. Deminki tartışmamız damağımın kurumasına, çenemin ağrımasına neden olmuştu. Sırtımı geriye yaslayarak bir süre dinlendim. Zamir adresini verdiğim mekâna vardığında kemerimi çözmüş, ona dönmüştüm. "Seni ararım."

"Ara. Bu arada yemek yeme."

"Neden?" Omuzlarımı öne doğru hareket ettirdim. "Ne ısmarlayacaksın bana?"

"Sürpriz."

Başımı onayla salladım. Eğilerek dudaklarından ya da yanağından öpmek istedim ama sonra vazgeçtim. Daha ilk buluşmadan bunun doğru olmayacağını düşünmüştüm. Saçlarımı düzelterek araçtan indim ve ona el salladım. Başını ağır ağır sallayarak arabayı geriye doğru sürdü ve gözden kayboldu.

Gözlerim deniz kenarındaki yalıyı inceledi. Nişan için fazla gösterişliydi. Gündüzmüş gibi hissettiren bir ışıklandırma vardı. Kapıdaki iki görevli insanları karşılıyor ve davetiyeye göre isim listesini kontrol ediyorlardı.

Telefonumu çıkararak Turan'ı aradım. Yalının ana girişinde bir sürü magazinci vardı ve sanırım içeri onunla girmem daha doğru olurdu. "Neredesin?"

"Denize bakarak sigara içiyorum."

"Ne?" Yüzümü görmese bile buruşturmuştum. "Ön taraftayım. Yanıma gel." Birkaç dakika sonra yanıma geldiğinde, "Sigara nereden çıktı?" demiştim. Bu durumdan memnun kalmamıştım.

"Sakal da bıraktım. Depresyondayım uzun zamandır."

"Depresyonda olan insan, depresyonda olduğunun farkında olmaz."

"Kim demiş bunu?"

Omuz silktim. "Ben."

"Sen bence koluma gir," diyerek bana kolunu uzattı. "Kocan nişanı basmadan biraz eğlenelim."

Gözlerimi devirdim. "Benim kocamla derdin bitmedi."

"Evli olduğunuz sürece bitmeyecek."

"Yani sen ihtiyarlayana kadar."

Başını geriye atarak güldü ve görevliye davetiyelerimizi göstererek benimle beraber yürümeye devam etti. "Sonsuza kadar bu yaşta mı kalacaksınız siz?"

Ona dönerek bilmiş tavırla, "Aşk insanı genç tutarmış," dedim. "Ve sen âşık olmayacağın için yaşlanacaksın." Tekrar gülmeye başladığında yüzümüzde flaşlar patlamaya başlamıştı. Kapının önünde Turan'la poz verirken kendimi bir anda eski günlerdeki gibi hissetmiştim. Tek fark, Turan'ın artık kuzenim olmamasıydı.

Dedemin ölümünden sonra ilk defa kameraların karşısına çıkıyorduk. O gün cenazede Turan'a bağırmam ve uzun süre holdinge uğramamam birçok dedikoduyu doğurmuştu ama bu gece hepsine son noktayı koymuştuk.

Magazincilerden biri, "Mihrinaz Hanım, sizi uzun zaman sonra ilk defa görüyoruz. Nasılsınız?" diye sordu.

"Evet, uzun zaman oldu. Kendime ve aileme zaman ayırdım."

"Turan Bey'le aranızda sorunların olduğu konuşuldu. Ne söylemek istersiniz?"

"Her ailede olabilecek sıradan şeylerdi."

Turan holdingle ilgili soruları yanıtladığında görevlilerin yardımıyla içeri geçmiştik. Sesli bir nefes verip, "Sakin hayatımı tercih ederim," diye mırıldandım. "Kameraların önünde olmak zor."

"Popüler olmayı tercih ederim." Beni nişanın gerçekleşeceği alana doğru götürdü. Yalının sağ kanadındaki büyük salon süslenmişti. Denize açılan bir verandaya sahip salon ışıl ışıldı ve en az yüz kişi vardı.

Tüm gözler üzeremizdeydi. Kimse nişana katılacağımı, dahası Turan'ın kolunda geleceğimi tahmin edememişti. Neredeyse bir yıldır bu ortamlara katılmıyordum ve şaşırmalarını anlayabiliyordum.

Hazal ve Fatih yanımıza geldiğinde kendimi Fatih'in kollarına bırakmıştım. "İyi misin?" Onunla çok mesajlaşmıştık ama cenazeden sonra buluşma tekliflerini kabul etmemiştim.

"Daha iyiyim." Omzumu sıvazladı.

Ardından gözlerim Hazal'a kaydığında tereddütlü gözleriyle karşılaşmıştım. Aysar'a yaptığım gibi ona da bir adım attığımda kollarını anında bedenime sarmıştı. "Naz, seni çok özledim!"

"Ben de." Yalan değildi. Eski günleri, onunla alışveriş yapmayı özlediğim anlar olmuştu. Üniversitenin kantininde oturduğumuzda dönen muhabbetleri, Fatih'in bana yeni kitaplar önermesini, Turan'ın çapkınlıklarını anlatmasını, Hazal'ın yeni markalardan bahsetmesini hatta Cihan'ın beni kıskanıp çıldırdığı günleri bile özlemiştim. Belki de özlediğim üniversite yıllarım değildi. Tek özlediğim dedemin sağ olduğu zamanlardı.

Slow şarkılar çalan mekânda Cihan'ın babası Caner amca ve annesi Lale teyze ile karşılaşmıştım. Her ikisi de beni eski samimiyetleri ile karşılamıştı. Tekrar çocukların yanına döndüğümde gördüğüm halam, duraksamama neden oldu.

Gözleri bana dokunduğunda bakışlarına derin bir hüzün yerleşti. Dudakları aralandı ve adımı telaffuz etti ama onu duymak dahi istemiyordum. Onu severdim. Halamı gerçekten severdim ama dedem gibi o da bizi kandırmayı seçmişti.

Yanından geçip gitmek istedim ama kolumdan tutarak bana sıkıca sarıldığında çok geçti. Sırf birilerinin bizi izliyor olma ihtimaline karşılık halama aynı şekilde karşılık verdim. "Mihrinaz, mecburduk. Lütfen, benimle arana mesafe koyma."

Turan, "Anne, ona biraz zaman ver," dedi. Anne. Ne kadar da tuhaftı. Halamıza anne diyen bir ikizim vardı.

Gözlerine bakmam için başını eğdi. "Mihrinaz, her şeyi sizi korumak için yaptık. Anla bizi."

"Bunu en azından bize söyleyebilirdiniz. Leyla'ya nasıl imrenerek baktığımı hiç mi görmedin? Turan onun her başını okşadığında hissettiğim eksikliğin farkına hiç mi varmadın? Parkta terlediğimizde Turan için havlu getirdiğin günü hatırlıyor musun? Ben hiç unutmadım. Sizin yüzünüzden ben her şeyi, herkesi kıskanarak büyüdüm. Annesiz, babasız, kardeşsiz. Tutunacak dal mı bıraktınız?"

"Mihrinaz..."

Bir adım geri çekildim ve yüzümdeki ifadeyi toparladım. Turan'a bakarak, "Lavaboya gidip geleceğim," dedim. Halama sırtımı dönerek çıkışa doğru yürümeye başladığımda lavaboyu bulmuş ve kendimi kabinlerden birine atmıştım. Kabanımı çıkarmadığım için şanslıydım çünkü şu an bir cevap almanın tam sırasıydı.

Titreyen ellerimle sonucu beliren teste baktım bir süre. Beklerken kalbimin darbeleri, vücudumdan akan kanın hızı, nabzımın atışı bile değişmişti.

Sonuç pozitifti.

Ben hamileydim.

Yüzümdeki aptal gülümsemeyi uzun bir süre silemedim. Aynada kendime, ardından karnıma baktım. Delirmek üzereydim. Şu an bağırmak, içimde dolup taşan mutluluğu dışa vurmamak için kendimi zor tutuyordum.

Daha geniş gülümsedim. Elimi kızaran yanaklarıma götürdüm ve aynada kendimi uzun bir süre izledim. Sanki bir anda yüzüme bambaşka bir güzellik gelmiş gibiydi.

Zamir anlar mıydı?

Bir bakışımdan hamile olduğumu anlayacak hâli yoktu bence.

Testi peçeteye sararak cebime attım ve ellerimi yıkadım. Turan beşinci defa beni aradığında aynada kendime son kez bakmış, ellerimi kurulayarak telefonu kulaklarıma götürmüştüm. "Neredesin? Yüzükler takılacak."

"Geliyorum."

Aceleyle lavabodan çıkıp salona döndüğümde Turan beni kapıda bekliyordu. Onunla beraber içeri girdiğimizde alkış sesleri yükselmişti. Cihan ve Burcu pistin ortasındaydı. Caner amca onların karşısına geçip kısa bir konuşma yapmış, ardından Hazal'ın uzattığı tepsideki yüzükleri alıp parmaklarına takmıştı.

"Hep mutlu olun," diyerek makasla yüzük kurdelesini kestiğinde Burcu kocaman gülümsemişti.

Cihan donuk bakışlarıyla babasına, Burcu'ya baktı. Bakışları etrafta dolaşmaya başladığında en sonunda benim üzerimde durmuştu. Tüm ifadesi değişirken dudakları düz bir çizgi hâlinde gerilmiş, omuzları düşmüştü.

Gülümsemek istedi ama dudakları kıvrılmadı. Onun yerine tebessüm etmeye çalıştım ve başımla selam verdim. Aynı şekilde bana karşılık verdiğinde Burcu da bana bakmış, kaşlarını çatmıştı.

Turan kulağıma doğru eğilip, "Burcu, seni parçalayacakmış gibi bakıyor," diye fısıldadı.

Haklıydı. Gerçekten de birazdan üzerime atlayacak bir kaplan edasıyla bakıyordu. "Neyse ki boyun uzun. Aramıza girersen bana dokunamaz."

"Aranıza gireceğimi kim söyledi? Tırnaklarının uzunluğunu gördün mü?"

"İkizini kollamak zorundasın." Ağzımdan çıkan şeyle bir süre duraksadık. Bakışlarımız çakıştığında az önce dile getirdiğim cümleyi sorguladım. Onu kuzenim olarak değil de ikizim olarak adlandırdığım ilk andı.

Turan omuzlarını dikleştirerek boğazını temizledi. "Pekâlâ, ikizimi koruyacağım. İçin rahat olsun." Sesindeki tona karşılık içimde tuhaf bir kıpırdanma oldu ama belli etmemeye çalıştım.

Yüzük takma faslı bittikten sonra Cihan ve Burcu birkaç masaya yaklaşmış ve konuklarla sohbet etmişti. Fakat Cihan'ın gözleri üzerimdeydi. Delici bakışlarının etkisiyle alnımdan akan teri durdurmak için peçete aldım ve yüzümde gezdirmeye başladım.

Bir süre sonra Burcu olmadan yanıma geldi. Beni kollarının arasına almak istediğinde elimle onu durdurdum. "En son sana sarıldığımda dediğini hatırlıyor musun?"

"Bana sarıldığında neler hissettiğimden haberin var mı?"

"Sana dostça sarılmıştım."

"Üzgünüm ama benim hislerim hiçbir zaman dostça olmadı."

Başını salladığında omuzlarımı silktim. "Mutluluğunu izlemeye geldim. Bir dost olarak."

Yüzündeki kara bulutlar daha da çoğaldı. "Ya mutlu değilsem?"

Dudak büktüm. Sanki sorusu tüm damarlarımı ağırlaştırmıştı ve içimde tonlarca yük biriktirmişti. "Seni seviyor," diye konuşarak çenemle Burcu'nun olduğu tarafı işaret ettim. Hissetmiş gibi uzaktan bize döndü ve yine o kıskançlık barındıran gözlerini gözlerime kilitledi. "Kendine mutlu olabilmek için bir şans ver, Cihan."

"Sen," dedi ve dikkatimi ona vermem için tam önümde durdu. "Mutlu musun?"

Aklıma Zamir geldi. Tebessüm ettim. Sonra aklıma daha varlığından bugün haberdar olduğum bebeğim geldi. Tebessümüm büyüdü. "Mutluyum. En büyük korkum dedemi kaybetmekti. Kaybettim ama bu korkumu yendim. Artık korkmadan, kaçmadan hayatımı yaşayabiliyorum. Tertemiz bir sayfayla başlanan bir hayat, tüm korkuları yok etmeye yetiyormuş."

"Korkusuz, mutlu bir hayat mıydı istediğin? Peki, şimdi ne kaldı dilediğin? Amaçsızca mı yaşıyorsun?"

"Hepimizin ölene kadar kovaladığı huzura eriştim. Buna amaç değil, mücadele demeyi tercih ederim. Korktum, savaştım, kaybettim ama en sonunda kazandım."

"Ne kadar da tuhaf," diye mırıldandı dalgın edayla. "Uğruna savaşlar verdiğimiz huzura eriştiğimizde arkamızı dönüp kaybettiklerimizi umursamıyoruz."

Boğazımda kocaman bir düğüm oluştu. "Dedemi umursamadığımı mı iddia ediyorsun, Cihan?"

İç çekip, "Değiştiğini iddia ediyorum," dedi. "Eski Mihrinaz gibi değilsin. Sanki Hancıoğlu olmak seni yapay birine dönüştürmüş gibi. Sana baktığımda geçmişe dönmek istiyorum. Benden hoşlanmadığın zamanlar bile böyle değildin."

"Yapay?" Keyiften yoksun bir gülümseme takındım. "Birine âşık oldum. Hisler asla yapay olamaz, Cihan. Hisler belki de tüm evrendeki tek gerçeğimiz. Ben bu gerçeğe tutunarak kendi yolumu çizdim. O yolda dedemin cesedinin üzerine basmamak için dizlerimin üzerine düştüm ve bekledim. Acımın geçmesini bekledim ama geçmedi. Acılar da yapay olamaz çünkü. Aylar sonra insan içine çıktığım gün, beni bu şekilde suçlamana inanamıyorum."

"Seni suçlamıyorum. O adamı suçluyorum."

"Neden?" Sabrım taşmak üzereydi. Neden herkes oklarının ucunu Zamir'e çevirmek zorundaydı?

"Ona sığındığın, acılarını ailenden uzakta yaşadığın için."

"Ben onunla evliyim," dedim hatırlatmak ister gibi.

Histerik bir şekilde güldü. "Doğru, gizlice nikâh kıymıştınız. Koskoca Mihrinaz Akşahin'e bir düğünü bile çok gördü senin kocan."

Başımı şiddetle iki yana salladım. "İstediğimin böyle şık bir nişan ya da düğün olduğunu mu sanıyorsun? Beni tanıdığını iddia etme bir daha. Sen beni hiç tanıyamamışsın, Cihan." Derin bir nefes alıp geri çekildim. "Tüm içtenliğimle sana mutluluklar dilerim. Nişanlını üzme."

Turan'a el salladığımda koşarak yanıma geldi. O sırada çoktan telefonumu çıkarmış, Zamir'i aramıştım. Telefonu ilk çalışta açtığında, "Kapıdayım," demişti.

"Çıkıyorum."

Telefonu kapattığımda Turan bana doğru eğilerek dikkatimi çekmeye çalışıyordu. "Neden bu kadar erken gidiyorsun? Kavga mı ettiniz?"

"Yok, kavga etmedik. Yoruldum sadece."

"Seni geçireyim." Benimle beraber dışarı çıktığında sağ tarafta arabasına yaslanarak beni bekleyen Zamir'e doğru adımladık. En sonunda arabanın karşısında durduğumuzda bakışlarım ikisinin arasında mekik dokumaya başladı.

İlk adımı Turan attı. Zamir'e elini uzattı. "Merhaba." Lansmanda onun soyadını çıkaramadığı ana gidip geldim.

"Soyadınızı çıkaramadım."

"İsmimiz ve soyadımızla değil, yaptığımız işlerle öne çıktığımızdandır."

Zamir hiç bekletmeden onun elini sıkıp, "Merhaba," diye yanıt verdi. "Nasıl geçti?"

"İyiydi," dedim. "Turan hep yanımdaydı."

Zamir'in bakışları Turan'a kaydı. "Eyvallah."

Turan sadece başını salladığında, "Gidelim o zaman," diyerek bedenimi ona doğru çevirdim. "Holdingde görüşürüz, Turan."

Kolunu uzatarak beni kendisine doğru çekti. Bir anda kendimi göğsüne yaslı bulduğumda ona karşılık vermemi beklemeden şakağımdan öpmüştü. "Görüşürüz, ikiz."

Şaşkın ifademe bakmadan benden ayrılıp arkasını döndü ve tekrar yalıya doğru ilerledi. Onunla bundan sonra gerçekten ikiz gibi mi davranacaktık? Normal iki kardeş gibi? "Ağzını kapat."

Zamir'in sesiyle irkildim. "Garip geliyor."

"Alış," diyerek elini belime attı ve benim kapımı açarak oturmama yardımcı oldu. "Bugün ilk randevumuz olduğu için kapını açıyorum. Tek amacım centilmen imajı yaratmak."

Kapıyı kapatıp kendi yerine geçtiğinde, "Yani sonrasında bu jestlerin kaybolacak?" diye sordum.

"Aynen," dedi. "Herkes böyledir."

"Neyse ki herkes gibi değilsin, Hancıoğlu."

Bunu beklemiyordu. Kara gözlerinin, yalının ışıklandırmasından daha fazla parladığına şahit oldum. "Etkilendim şu an senden."

Elimle saçımı geriye doğru savurdum. "Zaten etkilen diye söyledim."

"Düşüyorum sana, kızım."

"Doğru yoldasın, yiğidim."

"Cidden mi?"

Bir Zamir'e bir de zamanında çıkmadığım, her yemeğini ve içeceğini denediğim Cafe Flör'e baktım. "İlk kez burada karşılaştık. Gerçi yüzümü görmedin ama yine de varlığımı sorguladın. Bence özel bir mekân." Elimden tutarak içeriye girmem için beni yönlendirdi ve her zaman oturduğum masaya geçtik.

Mekân kapalıydı. İçeride sadece ikimiz vardık.

"İlk buluşma için fazla iddialısın."

Tezgâha doğru adımladı ve elini uzatarak saksıdaki sarı krizantem çiçeğini aldı. "Anlamı sevgi ve masumiyet demekmiş. Çiçekçi çocuk söyledi." Saksıyı getirip masaya bıraktı. "Oda sıcaklığında bakılmalıymış. Aynı saatlerde, aynı miktarda su vermemiz gerekiyormuş."

Ellerimi birleştirip çenemin altında sabitledim. "Güzel taktik."

"Saksıda çiçeği ilk kez sana aldım."

"Hep aynı yalanlar."

"Günahımı alıyorsun."

"Peki. Kendinden biraz bahseder misin? İşin, gücün?"

Sandalyesini beyefendi edasıyla çekip karşıma oturdu ve boğazını temizleyerek sahte bir ciddiyet takındı. "Devlet için çalışıyorum."

"Polis misin? Ya da asker mi?"

"Onun gibi bir şey." Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Maaşım iyi, niyetim de ciddi."

Kaşlarım havalandı. "İlk buluşmada evlilik konuşmak mı?"

"Dediğim gibi niyetim ciddi." Gülmemek için o da kendini sıkıyordu. "Peki, sen?"

"Akşahin Holdingin hissedarı ve yöneticisiyim."

Dalga geçmek adına, "Orada duracaksın," dedi. "Ben çalışmayacak bir kadın arıyorum. Gideceği tek yol, mutfakla banyonun koridoru olabilir. Tek zevki benim kıyafetlerimi yıkayıp ütülemek, bana yemek yapmak olmalı. Bir de geldiğimde güler yüzle kapıyı açmak zorunda."

"Ya!" Gözlerim belerdi. "Başka?"

"Ayaklarımı da yıkamasını isterim tabii." Gülmemeliydim.

"Sence erkekler neden hayatlarında çalışmayan bir kadın ister?"

Bu sefer oyunculuğu bir kenara bıraktı. "Çoğu kendi iş yerlerindeki kadınlara sarkıntılık yapacak kadar şerefsizdir çünkü. Aynı şeyi eşlerinin yaşamasından korkarlar." İşte, bu gerçek Zamir'in cevabıydı.

Bir elimle çiçeği okşamaya başladım. "Bence kadınların ekonomik özgürlüğe kavuşmaları onları rahatsız ediyor. Kadını para açısından kendilerine mecbur bırakıp bu şekilde güçlü hissediyor olabilirler."

"Sanki kadın, kazandığı maaşa egemenlik kuracakmış gibi davranıyorlar. Kendisine birkaç parça kıyafet alır, çocuklarının masraflarını karşılarlar en fazla. Bazı erkekler, her şeyin altında kötü niyet arıyor ve dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanıyor."

Ona şirin bir gülümseme gönderdim. "Hanene bir puan daha yazdım, Hancıoğlu."

"Tatlı tatlı bakma bana. Şu an seni öpmemek için kendimi zor tutuyorum."

İşaret parmağımı onaylamayan tavırla salladım. "Sakın."

"Peki," diyerek sandalyesini geriye itti. "Yemekleri getireyim."

Ela harelerimin şaşkınlıktan büyüdüğünü hissediyordum. "Gerçekten sadece ikimiz mi varız?"

Alayla, "Ne sandın?" diye sordu. "Zamir Hancıoğlu'nun ilk randevusu mükemmel olmalı."

"Egon batsın, Zamir."

Mutfağa girerek bir süre sonra elindeki tepsiyle geri döndü. Kocaman bir pizzayı, büyük kâsede salatayı, meyve sularını masaya yerleştirdi. Kaşlarım çatıldı. "Pizza ve meyve suyu mu?"

"Üniversitede tanışsaydık seni pizza yemeye götürürdüm."

"Pekâlâ, yeni tanıştığımız için bunu göz ardı ediyorum."

"Mihrinaz, İskenderunlu bir gurme olduğun alnında mı yazıyor? Huysuzluk yapma ve ye şunu."

Elimi ondan komut almış gibi önceden kesilen pizza dilimine götürdüm. "Kaba herif. Ayrıca sadece İskenderun bölgesinden olanlar değil tüm Hataylılar gurmedir. Sen ne anlarsın? Angara bebesi."

"Başkent çocuğuyum ben. Doğru konuş." Eliyle saçlarını düzeltip aksanla, "Atara atar yapar Angara'nın bebesi," dedi.

Elimle alnıma vurdum ve gülmeye başladım sinirden. "Bana o günü hatırlatma. Ne hâllere düştün be! Koskoca Zamir, elinde peçeteyle oynuyordu." Uyumadan önce ağladığı anı hatırlamak daha çok gülmeme neden oldu.

"Düğünlerimiz farklıdır." Avucunu göğsüne bastırdı. Hâlâ bu konuşmayı ciddiye mi alıyordu?

Yüzümü buruşturarak, "Tamam," diyerek konuyu kapattım. "Normale dönüp pizzamızı yiyelim. Sarhoş hâllerini hatırlamasak da olur."

"Normal hâlim o zaten," diye mırıldanmasını duymazdan geldim ve pizzadan kocaman bir dilim aldım. En son Baran'ın reçelinin dibini görene kadar yemiştim ve açtım. Pizzadan yoğun bir koku gelmiyordu ve tadı da güzeldi. Midem bulanmamıştı.

Ben üç, Zamir de dört dilim pizza yemişti. Salatadan birkaç çatal alıp meyve suyumdan içtim ve arkama yaslandım. "Arif, bugün çocuklara kıyafet götürdü."

Başını ağır ağır salladı. "Sevindim."

"Bağış da yapabilirim," dedim anında. "Turan'dan da isterim."

"Olur," diye cevap verdi. "Çok güzel bir şey yaptın."

"Hiçbir şey yapmadım, Zamir."

"Hayır," diyerek karşı çıktı. "Göz yummadın. Bundan ötesi yok. O yoldan her gün binlerce araba geçiyordu. Bazıları vicdanını rahatlatmak için o kızın eline para sıkıştırıyordu. Bazıları gül alıyordu belki ama kimse onu polise götürmeye cesaret edemedi. Kimse derdinin ne olduğunu, onu kimin çalıştırdığını sormadı. Göz yummak, bu suça ortak olmaktır. Onlar suç ortağı, sen ise çocukların kurtarıcısı oldun. Seninle gurur duyuyorum."

Utandım. Yanaklarımın kızardığını hissettiğimde bakışlarımı ondan kaçırmıştım. "Turan'la konuşurum," diye konuyu başka tarafa çektim. "Parası vardır onun. Bana yardım eder."

"Utangaç keçi."

"Pizza güzeldi. Sevdim."

"Ben yaptım."

"Ne?" Bağırmıştım. Sesim kendi kulaklarımı bile tırmalamıştı.

Benim aksime oldukça sakin tonla, "Buradaki şef anlattı, ben de yaptım. Beğenmene sevindim," demişti.

"Ellerine sağlık." Avuçlarımı yanağıma, dirseklerimi masaya yasladım. "Şimdi sırada ne var?"

"Daha tav olmadın mı?"

"Hayır," dedim hevesle. Daha fazlasını istiyordum. Eğer gerçekten üniversitede tanışsaydık beni nasıl etkilemeye çalışacağını merak ediyordum.

Masanın altına doğru başını eğdi ve orta boylarda bir hediye paketi çıkardı. Paketi alarak seri şekilde açtım ve içinden çıkan kitaba karşılık sesli bir nefes verdim. "Zamir!" İçim içime sığmıyordu. Sabahattin Ali'nin en sevdiğim kitabının çok eski bir baskısıydı bu. Merakla kapağı açtığımda ilk baskı olduğunu görmüştüm. "İlk baskı..." Gözlerim dolmuştu. Yavaşça kitaba dokundum. "Çok güzel."

"Ağlayacak mısın cidden?" Hıçkıra hıçkıra ağlama isteğimi bastırmaya çalıştım ama yanan gözlerim buna hiç yardımcı olmuyordu. "Güzelim, üzdüm mü seni?"

"Çok mutlu oldum," dedim ve kendimi daha fazla tutamadım. Yanaklarıma doğru süzülen sıcak damlalar onu daha fazla şaşırttığında ellerimi tuttu. "Teşekkür ederim."

"Hayda! Ağlamasana."

"Pahalıdır bu," dedim. Ne diyeceğimi, işin içinden nasıl çıkacağımı kestiremiyordum. Hıçkıra hıçkıra ağlasam yeniden eski hâlime döndüğümü düşünecekti.

Bu sefer sinirlenmişti. Aksi bir edayla, "Saçmalama," dedi. "Bunun için mi ağlıyorsun? Kızıyorum ama!"

Elimin tersiyle yüzümü sildim beceriksizce. "Kızma." Sanki kızarsa kırabilirmiş gibi.

"İstesem de kızamam," diye homurdandı. "Kalk, dolaşalım. Hava al biraz."

Başımı sallayıp saksı ve kitabı karton hediye poşetinin içine koydum. Kabanımı giyerek poşeti koluma geçirdiğimde Zamir de elimden tutmuş, beni dışarı çıkarmıştı. Yüzüme çarpan soğuk rüzgâra karşılık gülümsedim ve temiz havayı soludum.

Araba kapının önündeydi ama buna rağmen Zamir sahile doğru yürümeye başlamış, beni de beraberinde yürütmüştü.

"Daha iyi misin?"

"İyiyim." Hamileyim bir de.

Denizin kenarındaki yürüyüş yolunda ilerlemeye başladığımızda başımı omzuna yasladım. İçinden çıkmak istemediğim bir düştü o. Zamanla sevdası uçuruma dönüşmüştü. Ve ben, kanatlarım kopmasına rağmen gözlerimi kapatıp uçurumdan düşmüştüm.

önüşştü.

Fakat zamanı gelmişti.

Yazarın kalemini kıracak, kendi sonumuzu yazacaktım.

"Zamir," diyerek yanağımı omzuna yasladım. "Benimle bir anını paylaşmanı istiyorum."

"Nasıl bir an?"

"En büyük korkunu yeneceğin anını." Gözlerim sağ tarafımızda kalan küçük parka ve salıncağa ilişti. Zamir baktığım tarafa başını çevirdiğinde neden bahsettiğimi anlamış, donmuştu. "Bunu beraber yenebiliriz. Beni sallamak ister misin?"

"Neden?" Başını bana çevirdiğinde yüzündeki o dağılmış ifade kalbime kurşunlar sıkmıştı. "Seni de kardeşin gibi düşüreyim diye mi?"

Karşısına geçerek ellerini tuttum. "Hayır, bana kendimi özel hissettirmek için."

İç geçirdi. "Başka bir şey iste," diye konuştu yumuşak sesle.

"Salıncak!" İsmini bile duymaya tahammül edemiyormuş gibiydi ama pes etmeyecektim. "Bana güven ve rahatla. Geçmişe değil, şu ana odaklan." Parka doğru ilerlemeye başlamış, kenetli olan ellerimiz sayesinde onu da peşimden sürüklemiştim. Salıncağın yanına vardığımızda tüm bedeninin kasıldığını, elinin titrediğini hissettim. Elimi avucunun içinden çekerek salıncağa oturduğumda Zamir bir süre bana baktı.

Sanki Ufuk'u görüyormuş gibi beni izledi.

Sanki o ana geri dönüp Ufuk'u geri getirebilirmiş gibi.

"Kendine acımayı bırak," dedim ve bana odaklanması için başımı eğdim. Düşüncelerinden sıyrılarak bana baktı. "Çok kötü şeyler yaşadık ama şu an beraberiz."

"Beraberiz," diye tekrar etti. Bu gerçeği seslendirmenin, ona gücünü geri kazandırdığını hissettim.

"Haydi!" Onu teşvik ettiğimde ağır adımlarla arkama geçti. Elleri salıncağın zincirlerine dokunduğunda varla yok arası bir şekilde beni salladı ama hâlâ ayaklarım yere değiyordu. "Daha hızlı."

"Mihrinaz!" İki elini de zincirlerden çekti ve geriye gitti.

Omzumun üzerinden ona baktım. "Sana korkaklık hiç yakışmıyor, Hancıoğlu. Sıkı tutunduğumdan emin olabilirsin. Daha hızlı salla beni!" Yüzündeki acı daha da büyüdü. Tek bir an durmak, ona sarılmak istedim ama sonra bundan vazgeçtim. Zamir'in tek korkusunu onunla beraber yenmek zorundaydık. Elimi karnıma götürmedim, içimdeki canın varlığını hissetmeye çalıştım. Çünkü ben, çocuğumuzu parka yalnız getirmek istemiyordum.

Zamir tereddütle beni tekrar salladı ama bu sefer daha hızlıydı. Ayaklarımı havaya kaldırarak ileri geri sallanmaya çalıştım. "Yavaş," diye uyardı beni.

Onu dikkate almadım. "Daha hızlı!" Kalbim göğüs kafesime sert darbeler indirmeye başladığında mutluluktan çığlık atmıştım. "Harika!" Tek elimi gökyüzüne doğru uzattım. "Gökyüzüne dokunabilirmişim gibi."

"O elini indir," diye bağırdı korkuyla. "Titriyorum korkudan, Mihrinaz."

Tekrar iki yandaki zincirleri sıkıca kavradığımda beni sırtımdan itti ve sallamaya devam etti.

"Sıra bende!" Ayaklarımı toprağa sürttüm ve salıncağı durdurdum. Arkamı dönüp ona baktığımda başını iki yana sallamıştı. "Beni kıracak mısın? Lütfen. Üstelik bu, bizim ilk buluşmamız! Çok ayıp."

"Belasın sen." Gelip salıncağa oturduğunda arkasına geçmemi bekledi ama etafı kolaçan ederek bu fikri eledim. Onun yerine kucağına yerleşmiş, ayaklarımı kenardan sarkıtmıştım. "Ayıp ama!"

"Kalkayım mı?" Eli belime gitti, diğeri de bacaklarımı tuttu.

"Kal." Burnunu yanağıma sürterek derin bir nefes aldı. "Sen hep bu kadar yakınımda kal."

"Küstün mü bana?" Dudak bükerek küçük kız edasıyla ona baktım. "Korkunu yenmeye çalıştım."

Eli saçlarıma gitti. Parmakları saçlarımı geriye doğru taramaya çalışırken, "Küsmedim," diye fısıldamıştı. "Ama nereden aklına geldi bu?"

Kirpiklerimi kırpıştırarak dudaklarımın arasından çıkacak cümleyi düşündüm bir süre. Bunu burada dile getirmem doğru olur muydu? Bizim hayatlarımızı bir salıncak değiştirmemiş miydi? Ufuk'un ölümü yüzünden annem ve babama borcunu ödemek için beni korumaya çalışmamış mıydı? Biz Ufuk'u bir salıncak yüzünden kaybetmiştik. Ama bu kayıp sayesinde birbirimizi kazanmıştık.

Yedi yaşımdaki fotoğrafıma âşık olup yıllar sonra rüyalarda beni kendine bağlamıştı.

Benim güzel düşüm.

Benim acısız düşüşüm.

Cılız sesle, "Alıştırma olmasını istedim," diye mırıldandım. Ela gözlerim onun kara gözlerinin üzerine yorgan niyetine örtüldü.

Tek kaşı yukarı kalktı. "Alıştırma mı?"

"Alıştırma." Anla artık. Anla...

Parmakları yanağımda gezindi usulca. "Mihrinaz, iyi misin sen?" Anlamıyordu!

Tüm sabrım taştı o an. "Hamileyim."

"Ben de," dedi. "Çok yorulduk bugün. Eve gidip uyuruz hemen. Yarına geçer."

"Zamir," dedim baskın ses tonuyla. Alnımı alnına yasladım, yanağımdaki elinin üzerine elimi koydum. "Ben hamileyim."

Zaman durdu, Zamir durdu, parkta hışırdayan ağaç yaprakları dahi durdu. Yüzümde artık saklamaktan çekinmediğim kocaman gülümsemem belirdiğinde ifadesi kaskatıydı. Hiçbir tepki vermiyor, ağzını açıp tek kelime etmiyordu.

Bu beni çok kısa bir süre korkuttu.

Fakat sonra titreyen sesiyle, "Ben baba mı olacağım?" diye sordu. Kara gözleri dolmaya başlamış, sırtımdaki ve bacaklarımdaki elleri titremişti. "Emin misin?"

"Eminim," diyerek hevesle başımı salladım. Titreyen ellerini bacaklarımın altına geçirdi ve diğer eliyle boynumu tutarak ayaklandı.

Tüm parkı inletecek şekilde, "Allah be!" diye bağırdı. Beni kendisiyle beraber etrafında döndürmeye başladığında ikimiz de kahkahalar atmaya başladık.

"Başım döndü!"

Anında durdu. Bu sefer endişeyle, "İyi misin?" diye sormuştu. "Ya da iyi misiniz?"

"İyiyim. Bilal de iyi."

Babasının adını telaffuz ettiğim an dolan gözlerinden yaşlar düşmeye başlamıştı. Dudakları seğirirken, "Bilal mi?" diye sormuştu zorlukla.

"Bilal," diye onayladım. "İçime doğdu, oğlumuz olacak ve ismini seçtim."

Beni yere indirirken parkın ortasında dizlerinin üzerine düştü ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Tüm içim onun bu hâline karşılık sivri bir bıçakla sıyrıldığında göğüs kafesime dikenler batmıştı.

Hıçkırıklarının sesi kulaklarıma dolduğunda neye ağladığını düşünüyordum. Gözleri salıncak ve toprak arasında gidip geliyordu. Salıncağa baktığında hıçkırıyor, toprağa baktığında iç çekiyordu.

Kaybettiği iki can. Salıncak Ufuk'u, toprak babasını temsil ediyordu.

Ve tam burada ona başka bir canı kazandırdığımı söyleyerek tüm duygularını alaşağı etmiştim.

Dizlerinin üzerinde bana doğru geldi ve ayaklarıma sarıldı. "Teşekkür ederim." Kolları sanki kaçıp gidecekmişim gibi beni kafeslediğinde kalbim içimden kaymış, toprağın üzerine düşmüştü. "Annem gibi olmadığın için teşekkür ederim. Beni asla bırakmadığın, dönüp dolaşıp bana geldiğin için teşekkür ederim."

Gök gürledi.

Üzerimize yağmur çiselemeye başladığında, "Yağmur yağıyor," demiştim.

Kolları çözüldü ve ayağa kalkıp dizlerindeki toprakları temizledi. "O zaman eve gidelim. Yağmur yağıyorsa çay demlemek gerekir."

Eli omzuma değdiğinde beni kendisine yasladı ve üzerimize hafifçe çiseleyen yağmur eşliğinde arabaya doğru yürümeye başladık.

O gün bizim sonumuzdu.

O gün bizim başlangıcımızdı.

O gün yazarın kalemi kırılmıştı ve ben kendi hikâyemin tüm kontrolünü elime almıştım.

Bundan sonrası artık sadece bizimdi ve sonsuza kadar bize ait olacaktı.




Mihrinaz ve Zamir'in üniversite koridorunda hayalî çarpışmalarından sonra gece mesajlaşmaları

Zamir: Merhaba. Bugün sana çarpan kişiyim.

Mihrinaz: Ne vardı?

Zamir: Kalemini almışım yanlışlıkla. Numaranı da ortak bir tanıdıktan buldum.

Mihrinaz: Kalem sende kalabilir. Beni rahatsız etme.

Zamir: Genelde kadınları rahatsız etmem. Aksine yazdığımda havalara uçan çok kadın tanıyorum.

Mihrinaz: Ben senin bildiğin kadınlardan değilim.

Zamir: Vay! Bu klişeyi ilk defa duyuyorum.

Mihrinaz: Duyman için sesli söylemem gerekirdi ama ben mesaj attım.

Zamir: Sanırım laf sokma günündesin.

Zamir: Biraz da inatçısın sanki?

Zamir: Rehbere seni keçi olarak kaydediyorum. İnadını da kıracağım yakında.

Mihrinaz: O biraz zor. Benim inadımı kimse kıramaz.

Zamir: Güzel. Ben de kimse değilim.

Mihrinaz: Senin bu egon...

Zamir:ştün mü?

Mihrinaz: Ne düşeceğim sana? Yazıp rahatsız etme beni bir daha! Hem dedem, bir sevgilim olmasına izin vermez.

Zamir: Demek daha önce hiç sevgilin olmadı. Güzel... İlk olacağım.

Zamir: Sen de benim ilkim olacaksın.

Mihrinaz: Fazla eminsin.

Zamir: Görürsün, keçi. İnadını kıracağım ama kalbinde tek çatlak oluşmasına izin vermeyeceğim.

Zamir: Yarın kantinde seni bulurum.

Zamir: Bu gece erken uyu.

Continue Reading

You'll Also Like

1.5M 89.5K 41
UYARI: hikayede 18+ sahneler, kan, vahşet ve birçok rahatsız edici öğe olacaktır. Rahatsız olanlar uyarı bıraktığım yerleri okumasınlar Serinin 1, 2...
338K 14K 37
Kocam, bin adamın bir kurşunuyla öldürüldü. Ben ise, bin kurşunla tek bir kişiyi öldüreceğim. "AKSİYONUN EN ÇARPICI SERİSİ" Kocası, bir suikastte öl...
1.8M 49.2K 26
asker ve yeni aile kurgusu Barın elindeki çakıyı incelerken "fazla ses yapıyorsun. Dikkat et." diyerek konuştu. Ses falan yapmıyordum. Askerdim ben...
12.8K 1K 41
Sabır kabınıza damlatılan bütün o sadakatsizlik, nefret ve sevgisizlik damlaları tıpkı kadim bir din gibi yüreğinizi sarmadan dökün gitsin. Avuç içle...